LOZAN ANTLAŞMASI

Yeni Türkiye’nin, milletlerarası plânda resmen tanındığı antlaşma. 24 Temmuz 1924 târihinde İsviçre’nin Lausanne (Lozan) şehrinde, Türkiye Büyük Millet Meclisi temsilcileriyle İngiltere, Fransa, İtalya, Japonya, Yunanistan, Romanya, Bulgaristan, Portekiz, Belçika, Rusya, Yugoslavya temsilcileri tarafından Lozan Üniversitesi salonunda imzâlandı.

Osmanlı Devletini yıkıp, topraklarının paylaşılması için çıkartılan Birinci Dünyâ Harbi (1914-1918) sonunda başlatılan Türk İstiklâl Harbinden sonra, işgalci devletler ile 11 Ekim 1922 târihinde Mudanya Mütârekesi (ateşkesi) imzâlanmıştı (Bkz. İstiklâl Harbi). İşgalci devletler ile kesin bir antlaşma yapılması için, Türkiye, 4 Ekim 1922 târihindeki notasıyla görüşmelerin İzmir’de başlatılmasını istedi. İşgalci devletler, İzmir’de Yunan mezâlim ve tahribâtını görmemezlikten gelmek için İsviçre’nin Lausonne şehrini tercih etti. Konferansın 13 Kasım 1922’de başlayacağını îlân edip, Türkiye’de iki hükümet olduğu telakkisiyle görüşmelere katılması için Ankara’daki Türkiye Büyük Millet Meclisi ve İstanbul’daki Osmanlı Sultanı Altıncı Mehmed Hana müracaat ettiler. TBMM bu duruma son vermek için 1 Kasım 1922 günü çıkarılan iki maddelik bir kânunla, Saltanat ve Osmanlı Hükümetinin, 16 Mart 1920’deki İstanbul’un İtilâf devletlerince resmen işgâlinden îtibâren kaldırıldığını kabul ve îlân etti. 600 yıldan fazla hükümrân olan Osmanlı Hânedânına son verilerek, Lozan Konferansına TBMM hükümeti tek başına katıldı.

13 Kasım 1922’de başlayacağı îlân edilen konferans, 20 Kasımda başlatıldı. Lozan Konferansında TBMM’yi Hâriciye Vekili (Dışişleri Bakanı) ve Edirne Mebusu İsmet Paşa (İnönü) başmurahhaslığında, Sıhhiye Vekili (Sağlık Bakanı) ve Sinop Mebusu Dr. Rıza Nur, Trabzon Mebusu Hasan Bey (Saka) murahhaslar, yirmi dört müşavir, sekiz kâtip, bir mütercim, gazeteciler ve askerlerden meydana gelen heyetle temsil etti. İngiltere heyetini İstanbul fevkalâde komiseri Sir Horas Rumbolt ve Musul Petrol İşletmesi Şirketinin idâre heyeti başkanı Lord Curzon; Fransa adına Şark Fevkâlede Komiseri General Pelle; İtalya’yı İstanbul Fevkâlede Komiseri Marki Camille Garoni ve Sezar Montanya; Japonya’yı Roma Büyükelçisi Baron Hayaşi, Baron Uçiyai; Yunanistan’ı Elefteryos K.Venizelos ve Demeter Kaklamanos; Romanya’yı Konstantin Dimondy, Konstantin Konseska; Sırp-Hırvat-Sloven Krallığını Dr. Milotin Yuvanoviç; Bulgaristan’ı Boğdan Morfot, Dimitri Stanciof, M.Stambulhu, M.Kinstantoderof; Rusya adına M.Çiçerin, M.Rekefski ve M.Medivani; Portekiz’i M.M.Pereyre; Belçika’yı M. Beletzer ve Amerikan müşahitlerinden M.Caylnd, M. Gru ve Amiral Bristol temsil edip, katıldılar. Konferansa, ev sâhibi olarak, İsviçre Cumhurbaşkanı Hab başkanlık yaptı. 21 Kasım 1922’de konferansta görüşülecek meseleler için komisyonlar kuruldu. Askerî ve Arâzi Komisyonu Başkanlığına Lord Curzon; Azınlıklar ve Yabancılar Komisyonu Başkanlığına Marki Garroni; Mâlî ve İktisâdî Komisyon Başkanlığına Fransa temsilcisi M. Barriere seçildiler.

TBMM’nin Lozan Konferansındaki programı, 28 Ocak 1920 günü son Osmanlı Mebuslar Meclisinin kabul ettiği Misak-ı Millî (Millî And) hükümleriydi. Bu hükümler şunları ihtivâ ediyordu: 1) Musul, Kerkük ve Süleymaniye ile, 2) Batı Trakya’nın Anavatan’a katılması; 3) Kapitülasyonların kaldırılması; 4) Azınlıklara üstün haklar verilmemesi; 5) Boğazlar ile İstanbul’un emniyetinin sağlanıp, bütünüyle hâkimiyetimizde kalması.

Görüşmeler ilk hafta dostça geçti. İkinci hafta, devlet borçları, kapitülasyon, Musul vilâyeti ve İstanbul’un boşaltılması meselelerinde, anlaşmazlık çıktı. TBMM heyetine, İngiltere Murahhası Lord Curzon ve Yunanistan Murahhası Elefteriyos Venizelos çok zorluk çıkardılar. 4 Şubat 1923 târihinde görüşmeler kesilerek heyetler geri döndüler.

20 Kasım-4 Şubat 1923 târihleri arasında devam eden Birinci Lozan Konferansında 30 Ocak 1923’te Türkiye ile Yunanistan arasında “Esirlerin Değiştirilmesi” hakkında mukâvele imzâlandı.

Birinci Lozan Konferansında; 1) Edirne’nin İstasyon Mahallesi Karaağaç, Yunanlılara bırakıldı. 2) Karadeniz’den Akdeniz’e kadar Türkiye ile Bulgaristan ve Yunan hudutları, askersiz hâle konuldu. 3) Türkiye-Irak hududunun tesbiti Milletler Cemiyeti kararına bırakıldı. 4) Türkiye’ye verilen İmroz (Gökçeada) ve Bozcaada ile, Yunanistan’da kalan Limni, Midilli, Nikarkarya, Sakız, Sisam adalarının askersizleşmesi kararı verildi. 5) Rodos ve Onikiada’nın İtalya’ya bırakılması kabul edildi. 6) İstanbul ve Çanakkale boğazlarının iki yakasından on beşer kilometre derinliğindeki bölgelerin askersiz olması; Trakya’daki 8000 kişilik Türk jandarma sayısının 5000’e indirilmesi kararlaştırıldı. 7) İstanbul’da 12.000 asker bulunduracak olan Türkiye’nin; Boğazlar Komisyonuna başkanlık etmesi ve boğazlardan geçişin serbest bırakılması kararlaştırıldı. 8) Kapitülasyonların kaldırılmasına karar verildi. 9) Azınlıklara verilen hakları, Türkiye’nin, Milletler Cemiyeti kefâletinde tanıması kararlaştırıldı. 10) Borçlar meselesinde Türkiye’nin hissesine düşen onbeş milyon altın lirayı, otuz yedi yıl içinde ödemesine karar verildi. 11) Yunanistan’dan hiçbir harp tazminatı istenmemesi, karara bağlandı.

4 Şubat 1923’te kesilen görüşmeler, İngiltere ve Fransa’daki asker âilelerinin tesiriyle meydana gelen umûmî efkarın arzusu üzerine, TBMM murahhasları yeniden Lozan’a dâvet edildi. 23 Nisan 1923’te başlayan ve 23 Temmuz’a kadar üç ay süren İkinci Lozan Konferansında; TBMM murahhasları aynı kalmasına rağmen müşavir heyetinde değişmeler oldu. İngiltere ve İtalya başmurahhasları değişip, ABD de, bir murahhas gönderdi.

İkinci Lozan Konferansı; 1) Arazî ve siyasî, 2) Mâlî ve yabancıların oturma hakları, 3) İktisadî işlere âit olmak üzere, üç komisyon biçiminde çalışarak, maddelerin görüşülmesini sıraya koydu. Uzun müzakereler ve arada yine görüşmelerin kesilmesine yolaçıcı çetin münakaşalar oldu. İngiltere’nin ısrarıyla, yine bir “Ermenistan kurulması” hususu öne sürülerek; Doğu Anadolu’da veya Suriye hududunda (Adana ile Maraş ve Gaziantep’te) dünyânın çeşitli yerlerine dağılıp yurtsuz kalan Ermeniler için “Yurt” verilmesinde, Fransızlar da talepte bulundu. Türk karasularına yakın ufak ve kayalık Meis Adasının Türkiye’ye ait olduğu ısrar edilmişse de, İtalyanlar, burayı işgallerinde tutmakta diretmişlerdir. Bir de Tuna Irmağı yatağındaki, 5000 Türk-İslâm nüfuslu AdakaleRomanya’nın ısrarı üzerine onlara bırakıldı. TBMM ısrar edip, murahhaslara tâlimat verdiği Yunanistan’dan tamirât adı ile harp tazminatı alınması isteği de, şiddetle reddedilerek, “Yoksul Yunanlılar”ın bunu veremeyeceğine karar alınmış, ancak Karaağaç İstasyonu Türkiye’ye geri verilmiştir.

Lozan Antlaşması, Lozan Üniversitesi salonunda, 24 Temmuz 1923’te imzâlandı. Türkiye, İngiltere, Fransa, İtalya, Japonya, Yunanistan, Romanya, Bulgaristan, Portekiz, Belçika devletleri ve Boğazlara âit mukâvelenâme bölümünü Sovyet Rusya murahhası, İstanbul’da imzâ etmiş, bütün müzâkerelere katıldığı hâlde Yugoslavya heyeti, borçlar meselesinde, ülkelerine düşen hisseye itiraz ettiğinden anlaşmayı imzalamamıştır. Lozan Antlaşmasının TBMM’de görüşülüp, kabul edilmesi için partisiz Birinci dönem Mebuslar Meclisi yerine, ikinci dönemde Halk Fırkasının adayları seçilerek, 11 Ağustosta tek parti mensubu mebuslar Ankara’da toplanarak, 21 Ağustos’ta antlaşmanın kabülü için çıkarılacak, kânun taslağının görüşmeleri başladı. Lozan Antlaşmasının tasdiki için çıkarılacak kânun görüşülürken, mevcut 227 mebustan 213’ü kabul ve 14 mebus red oyu vermiştir. İtirazlarına sebep de, Mersin mebusu, Türklerin Yüreğir boyu hânedânına mensup Niyazi RaMazanoğlu’nun, İskenderun ile Antakya’yı, Halep ile Rakka’nın dışarıda bırakılarak yüz binlerce Türkmen’in Fransa boyunduruğunda bulundurulmasını tenkit etmesi idi. Bursa mebuslarından Necati Bey de, Boğazlar ve Batı Trakya meselelerinden şikâyetle îtirazlarda bulundu. Eski Maarif vekillerinden Vasıf Çınar, Tekirdağ mebusu Faik Öztrak, Şükrü Kaya, Yahya Kemal, Hamdullah Suphi Beyler ve red oyu veren on dört milletvekili; İstanbul’da Rum Patrikhanesinin imtiyazlı durumunu, gayrimüslimlere vatandaşlığın da üstünde olan dokunulmaz haklar tanınmasını, Yunanistan’dan hiç tazminat alınmayıp, Türkiye’ye âit Edirne-Karaağaç İstasyon Mahallesiyle yetinilmesini tenkit ediyorlardı. Malatya mebusu İsmet Paşa, 23 Ağustos 1923 günü sabah ve öğleden sonraki iki oturumda Lozan Antlaşması görüşmelerinde karşılaşılan büyük güçlükleri ve getirdiği iyilikleri anlatan izahlarda bulundu. 23 Ağustos gecesi geç vakitte yapılan oylamada Lozan Antlaşması TBMM tarafından ekseriyetle kabul edildi. TBMM sözkonusu antlaşmayı çıkarılan, 340, 341, 342, 343 numaralı kânunlarla tasdik etti. Bu antlaşma 19 Ağustos 1924 târihinde de yürürlüğe girdi.

Yeni Türk Devleti temsilcileri Lozan’a giderken son Osmanlı Mebuslar Meclisinin aldığı Misak-ı Millî kararlarını kabul ettirmek ve gerçekleştirmekle vazifeliydiler. Ancak bunlardan hemen hemen hiç biri Türkiye lehine halledilmediği gibi verilen tavizlerden de gereği gibi faydalanılamadı. Bunlardan önemli olanları:

1. Musul meselesi: İngilizler Musul’un arâzisinden ziyâde petrollerine tâlip bulunuyorlardı. Ancak İnönü’nün öncelikle toprağa hâkim olması gerekirken, petrollerde ısrar etmesi İngiltere’nin reddine ve meselenin hallinin Milletler Cemiyetine bırakılmasına yol açtı. Milletler Cemiyeti ise Musul’u Irak’a teslim ederken Türkiye’ye Musul petrollerinden yirmi beş sene müddetle ve sadece yüzde on gibi cüzi bir hisse verdi. Ancak Türkiye ileriki senelerde bu hisseyi de almaya muvaffak olamadı. Irak ise başlangıçta petrollerin gelirini İngiltere’ye bırakmakla birlikte kısa bir süre sonra bu hakların tamamına el koydu.

2. Batı Trakya veEkalliyetler Meselesi: Sevr Antlaşması ile Türkiye toprakları işgal altına alındığında ilk önce istiklal mücâdelesini başlatan ve bir hükümet kurmağa muvaffak olan Batı-Trakya Türklüğü idi. Ancak onların Yunan hâkimiyetinden kurtulmak için giriştikleri kanlı mücâdele dikkate alınmadan Batı Trakya Lozan’da fedâ edildi. Bu arada İstanbul’da yaşayan Rumlarla Batı Trakya’da yaşayan Türkler dışında Türkiye’deki bütün Rumlarla Yunanistan’daki bütün Türkler değiştirilecekti. “Ekalliyetlerin himâyesi” bölümünde yer alan bu haklardan Yunanistan azami ölçüde istifâde ederken Türklerin hiç işine yaramadı. Batı Trakya Türklüğü unutulmaya ve Yunanlıların insafına terk edildi.Neticede aradan geçen 70 yıl içerisinde Batı Trakya’da Türkler çoğunluktan azınlık durumuna düşürüldüler.

3. Batum Meselesi: Misak-ı Millîye göre Batum’un geleceği halkın oyuna müracaatla belirlenecekti. Batum Birinci Dünyâ Harbi sonunda imzalanan Brest-Litovsk Antlaşmasıyla da Anavatan’a kavuşmuştu. Ancak Moskova Antlaşmasıyla cüzi bir yardım karşılığı Ruslara bırakılan Batum için Lozan’da en küçük bir girişimde dahi bulunulmadı.

4. Kıbrıs ve 12 Adalar meselesi: Ayastefanos Antlaşmasının ağır hükümlerini atlatabilmek maksadıyla Abdülhamîd Han vaktiyle geçici olarak Kıbrıs’ın idâresini İngilizlere bırakmıştı. Birinci Dünyâ Savaşının başlarında İngiltere, Kıbrıs’ı tek taraflı olarak ilhak ettiğini bildirdi. Türkiye’nin tanımadığı bu ilhak kararı Lozan Konferansına kadar problem olarak kaldı. Lozan Muahedesinin 20 ve 21. maddeleriyle Türk murahhasları bu ilhakı kabul ve tasdik ettiler.

Yine Ege Denizindeki Türkiye’ye yakın 12 adanın İtalyanlara terki de aynı şekilde meydana geldi. Daha sonra İkinci Dünyâ Harbinde Almanların işgâline uğrayan bu adalar Türkiye’ye teklif edilecek fakat o zaman Türkiye’nin başında bulunan İnönü tarafından reddedildikten sonra Yunanlıların hâkimiyetine verilecektir.

Neticede Lozanın bir zafer olmadığı ve hezimet olduğu her geçen gün daha iyi anlaşılmaktadır.

LÖSEMİ

(Bkz. Kan Kanseri)

LSD

Alm. LSD, Fr. LSD, İng. LSD. Ergot alkaloitlerinin bileşiminde bulunan, lizerjik asitten yarı sentez sûretiyle elde edilen bir madde. Asıl adı lizerjik asit dietilamittir. Ancak bütün dünyâda yaygın olarak LSD diye bilinir. En çok tanınan hallüsinojenik (hayal gördürücü) ilâçtır. En etkili biyokimyâsal maddelerden biridir. Mîde, barsak kanalından emilir. Kolay elde edilişi ve nisbeten ucuz oluşu sebebiyle yaygın ve sık olarak kullanılan bir uyuşturucudur. LSD’ye alışkanlık çabuk gelişir. Fizikî bağımsızlık gelişmemesine rağmen, psikolojik bağımlılık aşırı olabilmektedir. Bu sebeple LSD’ye alışan kişi, maddenin meydana getirdiği algı değişimlerine ve yanlış sezgilere aşırı önem vermesi sonucu yaşayışını değiştirici derin tesirlere mâruz kalabilir. Bu kişilerde saldırganlık, intihar ve şiddetli panik durumları gelişebilir. LSD’nin uzun etkileri, genellikle ağır kişilik bozuklukları ve kişiyi rahatsız edici görme algılamasındaki (idrakindeki) kalıcı bozukluklardır. (Bkz. İlâç Alışkanlığı)

LÛDÎLER

Afganistan’da yaşayan Halaç Türklerinin bir kolu ve bunların Hindistan’da kurdukları hânedân.

Lûdîlerden bir kısmı, Delhi Türk Sultânı Fîrûz Şâh, Üçüncü Tuğluk devrinde Hindistan’a göç ettiler. Tuğluk Hânedânının ortadan kalkması ile devletin iç siyâsetinde söz sâhibi olmaya başladılar. Delhi’ye hâkim olan Seyyidlerin, hanedânın Türk ve Afgan askerî sınıflarına seçilmesi Lûdîlerin işlerini daha da kolaylaştırdı. Seyyidlerden Âlemşâh’ın tahttan çekilmesi üzerine, Serhend ve Lahor eski vâlisi ve Lûdî reisi Behlül Lûdî, Delhi tahtını ele geçirdi (1451).

Behlül Lûdî içerdeki durumunu sağlamlaştırmak için çeşitli tedbirler aldı. Dağlık bölgelerde yaşayan Afganlıları kitleler hâlinde Kuzey Hindistan düzlüklerine yerleştirdi. Delhi’yi aldığı zaman, hazînesindeki bütün parayı Lûdî Afganlarına dağıtarak kendisi de herkes kadar pay aldı. Delhi’yi kuşatan Cavnpûr Sultânını yendikten sonra, Cavnpur’u işgâl etti (1478).

Behlül, çok mütevâzî olmaya, büyük oymak başkanlarına kendisi ile aynı derecedeymiş gibi davranmaya, her işi onlarla istişâre ederek yapmaya, kendisiyle görüşmek isteyen herkesi kabul etmeye, hiçbir zaman beylerini taht üzerinde otururken kabul etmemeye ve onları ayakta bırakmamaya önem verdi. Behlül Lûdî, 1489 senesinde ölünce, epey çekişmeli geçen toplantılardan sonra beyler, oğullarından Nizâm Hanı, İskender lakabıyla tahta geçirdiler. İskender Lûdî, 1495 senesinde Bihar’ı fethetti. Bengal Devleti ile antlaşma yaptı. Merkezî otoriteyi temin edip, ıktâların hesaplarını ciddî şekilde denetleyip devletinin hakkını aldı. O da, beylerine babası gibi arkadaşça davranırdı. Çok dindâr olup, hayır sâhibi bir kimseydi.

1517 senesinde vefât eden İskender Lûdî’’nin yerine oğlu Sultan İbrâhim geçti. Sultan İbrâhim’in beylerine karşı davranışı dede ve babasından çok farklı idi. Çevresini kırdı. Sultan İbrâhim’in beylerine karşı şüphelerinin artması ve birçoğunu gizlice yakalatıp, öldürmesi üzerine, bir grup bey, Kâbil Sultânı Bâbür Şâha başvurup, Hindistan’a dâvet ettiler. Bâbür Şâh, çeşitli hazırlık ve deneme seferlerinden sonra, 1526’da Hindistan’a yaptığı son seferde, Delhi’nin kuzeyinde Pânî Püt’te Sultan İbrâhim’in ordusunu bozguna uğrattı. Sultan İbrâhim savaş esnâsında öldü. Böylece Delhi Afgan Sultanlığı (Lûdîler) de sona erdi. Toprakları, Bâbür’ün eline geçti.

Lûdîler

Behlül Lûdî   

1451-1489

İskender Lûdî

1489-1512

İbrâhim Lûdî  

1512-1526

Bâbür hâkimiyeti

1526

LUKA

Antakyalı bir papaz. Îsâ aleyhisselâmın havârîsi olarak tanıtılmış ise de hazret-i Îsâ’yı görmemiş ve havârilerden olamamıştır. Hazret-i Îsâ göğe çıkarıldıktan sonra, Yahûdî dönmesi olan Bolüs tarafından Îsevî dînine alınmıştır. Bolüs’ün sapık fikirleri ile aşılanarak onun bâtıl inançlarını yazmıştır. Şimdi elde bulunan, değiştirilmiş dört İncîl’den en bozuğu Luka’dır (Bkz. İncîl). Luka İncîlinin Romalılar arasında yahûdî imtiyâzını elde etmek için yazıldığı rivâyet edilir.

LUKATA

Alm. Fund (m); gefundenes kind (n), Fr. Chose (f) trouvee; enfant (m), trouvé, İng. Things found; founding. Bulunan sâhipsiz mal, eşyâ. Bir yerde bulunmuş olup, sâhibi bilinmeyen kayıp mala “Lukata” denir. Câmi, hamam kapısına veya yol üzerine bırakılan çocuklara da “Lakit” denir.

Canlı ve cansız menkul (taşınır) bir malı elinde bulunduran ve mülkiyetine sâhip kimsenin kendi irâdesi, isteği dışında elinden çıkması ve henüz kimsenin eline geçmemiş olması hâlinde, bulunan mal, lukata hükümlerine tâbi olur. Mülkiyet hakkına riâyet eden bütün hukuk sistemlerinde, lukata hakkında kânûnî düzenlemeler getirilmiştir. Genel olarak bütün kânunlarda lukatayı bulana bir takım müeyyideler (yaptırımlar) yüklenmiştir. Böyle sahipsiz bir malı eline geçiren kimse, bu müeyyidelerin gereğini yerine getirmediği taktirde onu gasp etmiş sayılmaktadır. Gasp ise, ağır bir hırsızlık suçu olup işleyen cezâlandırılır.

Türk Medenî Kanunu’nda, “Menkul Mülkiyeti” başlığı altında, 693, 694, 695 ve 698’inci maddelerinde lukataya âit hükümler düzenlenmiştir. Menkul (taşınır) mülkiyet her sâhipsiz malı lukata hükümlerine tâbi saymamıştır. Sâhipsiz bir malı ihrâz eden (eline geçiren) ona mâlik olur (mad. 691). Çok zaman önce saklanmış defineler, menkul veya gayrimenkul mal sâhibinin mülkü sayılmakla beraber, defineyi keşfeden ikrâmiye talep edebilir (mad. 696). İlmî kıymeti hâiz ve nâdirattan olan eşyâ ile antika hazinenin mülkü sayılmıştır (mad. 697).

Lukatayı bulan, sâhibini biliyorsa, ona teslim eder, bilmiyorsa polise haber verir. Lukata bir evde veya bir işyerinde bulunmuşsa, oranın sorumlusuna teslim edilir; buna uymayanlar için TCK, para cezasını öngörür. Eğer lukatanın sâhibi bilindiği ortaya çıkarsa, cezâ bir misli artar. Lukata bulan, korumak zorundadır. Eğer saklanması zor ve bozulacak bir eşyâ ise açık arttırma ile satışa çıkarılır. Lukata, zâbıtaya teslim edilmiş ve bir yıl içinde sâhibi bulunmamışsa, îlân edildikten sonra yine açık arttırma ile satılır ve elde edilen bedel o eşyânın yerine geçer.

Lukata bozulmadan ve kolaylıkla korunabilecek bir eşyâ ise ve beş yıl sâhibi bulunmamışsa, bulan bâzı haklar kazanır. Eğer eşyâyı kaybeden mükâfat vâd etmişse, buna hak kazanır. Eğer böyle bir vâd yoksa, eşyâ sâhibi ortaya çıkarak eşyâyı alırsa, bulanın eşyâyı korumak için veya îlân için yaptığı masrafı öder. Bulanın lukataya sâhib olabilmesi için îlân ve zâbıtaya teslim târihinden îtibâren beş yıl geçmesi gerekir.

İslâm hukukunda: Fıkıh kitaplarında Kitâb-ül-Lukata başlığı altında lukatanın hükümleri düzenlenmiştir. Bu hükümler kıymetli fıkıh kitaplarında, İbn-i Âbidin, Bedâyi, Mecelle, Mevkûfât ve Türkçe Tam İlmihal Seâdet-i Ebediyye vs. geniş olarak açıklanmaktadır. İslâm hukukuna göre de lukata, yerde bulunup, sâhibi belli olmayan maldır. Sâhibine vereceğinden emin olanın, korumak için alması sünnettir. Yerde helâk olacak ise, alması farz olur. “Arayan olursa bana gönderin” diyerek iki kimseyi şâhit yapar ve kalabalık bir yerde târif ederek sâhibini arar. Sâhibi çıkıncaya veya durmakla bozuluncaya kadar helâk olursa ödemez. Sâhibi çıkmayacağını veya bozulacağını anlarsa, artık aramaz. Beytülmala verir. Beytülmal yoksa, sadaka verir. Bulan fakir ise kendi kullanabilir. Sâhibi sonradan çıkarsa, ya kabul eder, yâhut bulana veya fakire tazmin ettirir. Kabul eden veya tazmin eden sevap kazanır.

Vârisi olmayan zenginlerin bıraktığı mal ve yerde bulunup sâhibi çıkmayan şeyler, devletin hazinesinde (Beytülmalde) toplanır. Hastânelere, fakirlerin cenâzelerini kaldırmağa sarfedilir ve çalışamayacak hâldeki kimsesiz fakirlere verilir. Bu malları hakkı olanlara ulaştırmak hükümetin vazifesidir.

Lukata; çekirdek, nar kabuğu, biçildikten sonra tarlada kalan başak gibi sâhibi tarafından aranmayacak veya kıymetsiz bir şey olursa îlân etmeden bulanın bunlardan faydalanmasına izin vardır.

LUMBAGO

Alm. Lumbago (f) hexenschuss (m), Fr. Lumbago(m), İng. Lumbago. Âni olarak ortaya çıkan, bel kaslarını ve bu kasların kirişlerini ilgilendiren ağrı. Lumbagoya bel tutukluğu da denmektedir. Hastalığa özellikle otuz yaşını aşan şahıslarda rastlanır. Başlangıcı genellikle ânidir. Bâzan buna sebep olan bir zorlanma, ağırlık kaldırma, ters bir hareket veya soğuğun tesirinde kalma vardır. Eğildikten sonra doğrulmak gibi bel kaslarını kasılmaya sevk eden hareketler çok ağrılıdır. Ağrı, öksürük ve dışkılama esnâsında da fazlalaşır. Hastalar, bellerini oynatmadan yavaş yavaş yürürler. Adaleler spazm hâlinde ve basmakla ağrılıdırlar. Genellikle bel kasları içinde yumrular ele gelir. Lumbago, umûmiyetle bir hafta içinde geçerse de, sık sık tekrarlar. Ateş sözkonusu değildir. Âni başlaması, kısa devam etmesi ve ağrının bütün bel bölgesinde yaygın olması ile, bel ağrısına yol açan diğer hastalıklardan ayırt edilir. Röntgen  filmleri hiçbir şey göstermeyebilir ama uzun süren vak’alarda bu tetkikleri yapmak gerekir.

Tedâvide ilk yapılacak iş, hastanın sert bir zemin üzerinde en az 2-3 gün yatarak dinlenmesidir ve genellikle bu istirahat yeterli olur. Bu dönemde omurgaya herhangi bir müdâhalede bulunulmamalıdır. İstirahatın yanı sıra ağrı kesici ve kas gevşetici ilâçlar da faydalı olur. Ağrılı dönem geçtikten sonra hasta, hemen işine dönmemeli, yavaş yavaş alışarak dönmelidir. Bilhassa zorlu işlerde çalışanlar iki hafta kadar istirahat etmelidir. Bel korseleri de lumbagolu hastalara faydalı olabilir.

LUNAPARK

İnsanların eğlenmesini temin maksadıyla yapılmış çeşitli mekanik araç ve eğlence yerlerinin bulunduğu parklar.

Eskiden ve günümüzde dağınık yerleşim yerlerindeki insanların yılda bir veya birkaç defâ toplanıp, her türlü ihtiyaçlarını temin ettikleri panayır tâbir edilen pazarlar kurulur, buralarda ayrıca eğlence maksadıyla çeşitli şekillerde yapılmış eğlence araçları da bulunurdu. Bu eğlence araçlarının en eskisi bir dâire içinde dönen bineklerden teşekkül etmiş atlı karıncalardı. Tekniğin gelişmesiyle böyle yerlerde zamanla mekanik araçlar da kullanılmaya başladı. Bunlarda genelde çeşitli şekillerde hareket eden makinalarla büyük bir volan döndürülüyor ve volan, ortadaki direğe bağlanıyordu. İnsanların oturduğu mekanik olarak yapılmış çeşitli hayvan tipleri, tepede bulunan ve ana dişliden hareket alan konik dişliyle çevriliyor, böylece âlet dönerken yapma hayvanlar aşağı yukarı hareket ediyorlardı. Hareketler, merkezkaç kuvvetten dolayı herhangi bir kazaya sebebiyet vermemek için birbirini dengeleyecek şekilde düzenlenmişti.

Günümüzde hareket ettirici olarak elektrik bulunan yerlerde doğru akım jenaratörlerinden istifâde edilmektedir. Gezici lunapark makinalarında dizel motorları en iyi tahrik makinasıdır.

Bu makinaların en eskisi ve gezici lunaparklarda bulunanları, atlı karınca prensibine dayanan “tırtıl” veya “bugi bugi” denen makinada, dâire şeklinde yol alan ve inişli çıkışlı olarak îmâl edilen çeşitli tipte arabalar vardır. Bu arabalar, merkezdeki mile kollarla bağlanmıştır. Milin etrafında, üstüne iplerin bağlandığı bir kol bulunur. İplerle arabayı tamamıyla örtecek şekilde bir tente yapılmıştır.

Bir diğer makina uçan sandalyedir ki; oturma yerleri zincirlerin uçlarına bağlanmıştır. Ortada bulunan dikey milin dönme hareketiyle ucunda dâiresel şekilde dizilmiş zincirleri dolayısıyla bunların ucunda oturanları merkezkaç kuvvet etkisiyle yelpaze şeklinde açar.

Bu makinaların yanında bir de çarpışan arabalar vardır. Bu arabaların etrafında çarpışma neticesi, arabanın içerisinde oturanlara ve arabalara zarar vermemesi için etrafına havalı lastikler konulmuştur. Bunlar, gerekli hareketi, arabaların bulunduğu sâhanın üst kısmına yapılmış ağ şeklindeki elektrik verilmiş tellerden alır. Bu arabalar sık sık birbirleriyle çarpıştıklarından otomatik debriyaj mekanizmalarıyle donatılmışlardır. Debriyaj mekanizması, motoru, tekerleklerden ayırarak, büyük yüklerden korur.

LUPUS

Alm. Hauttuberkulose (dief), Fr. Lupus, İng. Lupus. Vücûdun bilhassa kıkırdaklı bölgelerinde, morkırmızı birtakım teşekküllerle belirti veren rahatsızlıklar. Bunlar, lupus ismi altında toplanır. Sebepleri, meydana gelişleri ve ilerleyişleri bakımından birbirinden tamâmen farklı birkaç çeşidi vardır.

Lupus vulgaris: Deri veremlerinin bir çeşidi olan bu hastalık, tedâviye dirençli olması ve tuttuğu bölgelerde tâmiri imkânsız arazlar bırakması açısından önemlidir. Umûmiyetle gençlerde görülür ve aynı zamanda bir iç organ veremiyle birliktedir. Hastalık, “lupus lekesi” adı verilen, deri yüzünde toplu iğne başı büyüklüğünde kırmızı kahverenkli bir çıkıntıyla başlar. Bu ileride büyür ve plaklar yapar. Kulak, burun, yüz, el ve ayaklar, hastalığın sevdiği bölgelerdir. Tedâvisinde verem ilâçları kullanılır.

Sistemik lupus eritematodes: İmmün sistem bozukluğuna bağlı olarak meydana gelen bir hastalıktır. Organizma, kendi hücrelerinin DNA’larına karşı antikorlar husûle getirir. Bunların bir dizi reaksiyon neticesinde, çeşitli organlarda yerleşmesiyle bütün sistemleri ilgilendiren bir hastalık ortaya çıkar. Genellikle genç kadınlarda rastlanır. Yüzbinde iki-üç gibi sıklıkta görülür. Belirtileri içinde en sık rastlanılan, eklem ağrıları ve ateştir. Deride, bilhassa yüzde burnun iki tarafında kelebek kanadı tarzında kızarıklık görülür. Lenf bezlerinde büyüme, böbrek bozuklukları, iştahsızlık, bulantı, kusma, kas ağrıları, yan ağrıları, sinir sistemi bozuklukları, karaciğer, dalak büyümesi, kalb bozuklukları, kansızlık ortaya çıkar. Güneş ışığı, deri belirtilerini arttırdığı gibi iç organ rahatsızlıklarını da şiddetlendirir. Tedâvisinde çeşitli sıtma ilâçları, steroitler oldukça faydalıdır. Ölüm sebebi genellikle üremi, kalp yetersizliği, kanamalar, merkezî sinir sistemi bozuklukları ve enfeksiyondur.

Diskoid lupus: Bu hastalık yukarıdakinin bir çeşididir. İç organ bozukluğu bulunmaz. Çoğunlukla genç kadınlarda görülür. Yüzde, elmacık kemikleri üzerinde tırnak büyüklüğünde bir veya birkaç tâne gül renkli, tazyikle kaybolan kızarıklıklar hâlinde başlar. Zamanla deri çok incelir ve soyulabilir. Ortasına basmakla ağrı yapar. İlkbaharda alevlenme olur. Güneşe maruz kalınca şiddetlenir. Tedâvisinde, güneşten koruyucu kremler ve sıtma ilâçları kullanılır.

LÛT ALEYHİSSELÂM

Kur’ân-ı kerîm’de ismi bildirilen peygamberlerden. İbrâhim aleyhisselâmın kardeşinin oğludur. İbrâhim aleyhisselâm ve ona inananlarla birlikte Nemrûd’un memleketinden hicret edip Şam’a geldikten sonra, Lût Gölü yanındaki Sedûm şehri halkına peygamber gönderildi. İnsanlara İbrâhim aleyhisselâmın dînini tebliğ etti.

İbrâhim aleyhisselâmla birlikte Bâbil’den hicret edip, Şam diyârına geldikleri zaman Cebrâil aleyhisselâm gelerek Lût Gölü civârındaki Sedûm bölgesi ahâlisine peygamber olarak gönderildiğini bildirdi. İbrâhim aleyhisselâmdan ayrılarak Sedûm bölgesine gitti.

Bu beldede ahlâksız ve sapık bir millet türemişti. Putlara tapıyorlar, soygun yapıyorlar, zayıfları eziyorlardı. İğrenç olan livata (homoseksüellik; bugün tedâvisi mümkün olmayan AIDS hastalığına sebeb olan cinsî sapıklık) yapıyorlardı (Bkz. Livâta). Lût aleyhisselâm onları çirkin işlerden menedip, doğru yola dâvet etti. Bu husus Kur’ân-ı kerîmde Şuarâ sûresi 161-164. âyetlerde meâlen şöyle bildirilmektedir: “Kardeşleri Lût onlara: Allah’a karşı gelmekten sakınmaz mısınız? Doğrusu ben size gönderilmiş emîn, güvenilir bir peygamberim. Artık Allah’tan korkun ve bana itâat edin! Buna karşılık sizden bir ücret istemiyorum. Benim ücretim âlemlerin Rabbine âittir, dedi.”

Sedum halkı hazret-i Lût’un dâvetine uymadılar. İsyân edenler arasında kendi hanımı da vardı. O da kocası hazret-i Lût’a inanmamıştı. Kâfirlerle bir olup, ona ihânet etmişti. Bu azgın ve cinsî sapıklıkla uğraşan kavim, îmân etmedikleri gibi hazret-i Lût’u ve ona inananları memleketlerinden kovmaya kalkıştılar. Lût aleyhisselâm bu kavme nasîhat edip, doğru yola dönmezlerse Allahü teâlânın azâbına uğrayacaklarını bildirdi. Buna rağmen isyândan ve fuhuştan vazgeçmediler. Hattâ hazret-i Lût’a “Doğru sözlü isen bahsettiğin azâbı getir de görelim” dediler. Sapık kavmin isyânının gittikçe artması üzerine Allahü teâlâ onları cezâlandırmak için melekler görevlendirdi. Bu melekler Cebrâil, Mikâil, Azrâil aleyhisselâm bir rivâyete göre deCebrâil aleyhisselâm ile birlikte on iki melekti. Melekler önce İbrâhim aleyhisselâma uğrayıp, kendisine bir oğlan evlâdı (hazret-i İshâk) verileceğini müjdelediler ve azgın Sedum halkını helâk etmek üzere geldiklerini söyleyip ayrıldılar. Öğle veya akşam vakti Sedum beldesine gidip hazret-i Lût’u buldular. Melekler nûr yüzlü genç delikanlı sûretinde hazret-i Lût’un evine gelince hazret-i Lût’un isyankâr hanımı, durumu azgın Sedum halkına bildirdi. Azgın Sedum halkı hazret-i Lût’un evinin etrâfını sarıp misâfirlerini bize teslim et diyerek musallat olmaya kalkıştılar. Hazret-i Lût onlara nasîhat ettiyse de dinlemeyip kapıyı zorladılar. Bunun üzerine melekler: “Ey Lût! Gerçekten biz Rabbinin elçileriyiz. Kalbini onlardan gelecek bir korku ve zarar ile meşgûl etme. Onlar sana aslâ dokunamazlar. Cebrâil aleyhisselâm dedi ki, hemen gecenin bir kısmında ev halkınla çık git ve içinizden hiçbiri geri kalmasın, ancak hanımın hâriç, çünkü kavmine isâbet edecek azâb ona da gelecektir. Onların helâk zamânı sabah vaktidir.”

Azgın kavim içeriye girmek için kapıyı kırınca Cebrâil aleyhisselâm;“Ey Lût kapıyı aç ve geriye çekil gelsinler dedi. Lût aleyhisselâm kapıyı açıp geriye çekildi. Cebrâil aleyhisselâm kanadını önlerine gerdi ve içeriye hücum eden azgınların gözleri âniden kör oldu, bunun üzerine şaşkın şaşkın kaçışmaya başladılar. Bu husus Kur’ân-ı kerîm’de Kamer sûresi 44. âyette meâlen şöyle bildirilmektedir: “Lût’tan kavmi, misâfir melekleri istediler! Hemen biz onların gözlerini kör ettik. (Anadan doğma gibi kör oldular) işte azâbımı ve tehditlerimin âkıbetini tadın dedik.”

Lût aleyhisselâm kendine tâbi olanlarla geceleyin Sedum beldesinden ayrılıp Sa’r şehrine gitti. Cebrâil aleyhisselâm Sedum beldesini kanadıyla alt üst etti. Üzerlerine şiddetli taş yağmaya başladı, nihâyet hepsi helâk olup gitti. Bu hususta Kur’ân-ı kerîm’in Kamer sûresi 38. âyet-i kerîmesinde meâlen; “Celâlim hakkı için, bir sabah vakti devamlı bir azâb onları bastırıverdi.” Ve Hicr sûresi 73-74-75. âyetlerde de; “Nihâyet onları güneşin doğma vaktinde korkunç gürültü yakalayıverdi. Hemen şehirlerinin üstünü altına geçirdik ve üzerlerine de çamurdan pişmiş taş yağdırdık. Elbette bunda keskin anlayışlılar için ibret alâmetleri var.” buyrulmaktadır.

Lût’un aleyhisselâm kavminin yaşadığı ve helâk oldukları topraklar Kur’ân-ı kerîmde alt-üst olan memleket mânâsına gelen “El-mü’tefikât” şeklinde zikredilmiştir. Sedum beldesi alt-üst olduktan sonra kaynarsular fışkırıp göl hâline geldi. Bu gün bu bölge, Lût Gölü adıyla anılmaktadır. Yahûdî kaynaklarında ise bu belde (Sodom) ismiyle geçmektedir.

Lût aleyhisselâm, kavminin helâkinden sonra, Şam bölgesine gidip, amcası İbrâhim’in (aleyhisselâm) yanında yedi sene kaldı. Sonra Hicaz’a gidip, seksen yaşında iken orada vefât etti. Kabrinin, İbrâhim aleyhisselâmın kabrinin de bulunduğu Filistin’deki Halîlürrahmân’da veya Mekke-i mükerremede Kâbe yanında Hatim denilen yerde olduğu rivâyet edilir.

Kur’ân-ı kerîm’de yirmi yedi âyette Lût aleyhisselâmdan bahsedilmektedir. Lût aleyhisselâmın mûcizelerinden bâzıları şöyledir:

1. Bulutsuz yağmur yağdırmıştır. Kavmini doğru yola dâvet ettiği vakit, mûcize olarak bulutsuz yağmur yağdırmasını istediler. Duâsı kabul olunup, elleriyle göğe işâret etmesi vahyedildi. Göğe işâret edince yağmur yağmaya başladı.

2. Duâsı bereketiyle otsuz bir dağda ot bitmiştir. Kavmi Lût aleyhisselâmın koyunlarını otsuz bir dağa toplayıp başka yere salmadılar. Hayvanlar açlıktan telef olmaya başlamıştı. Hazret-i Lût kuruyan dağda ot bitmesi için duâ etti ve yemyeşil otlar bitti. Azgın kavmin koyunları o dağdan otlasa hemen ölürdü. Bu mûcizesi ile kırk kişi îmân etmiştir.

3. Taşlar, çakıllar ve kum tâneleri, Lût aleyhisselâm ile konuşmuşlardır. Kavminin isyânı üzerine taş parçaları dile gelip, “Kavminin îmân etmeyeceği sizce muhakkak ise cenâb-ı Hakk’a duâ et, onları yakmak için bizi ateş eylesin.” dediler.

4. Kavmi, ona eziyet vermek için üzerine ufak taşlar atardı. Allahü teâlânın koruması ile hiçbiri ona dokunmazdı.

5. Üzerine yattığı taşlar döşek gibi yumuşak olmuştur. Kavmi, kendisini öldürmek için karar verince ilâhî emre uyarak onlardan uzaklaşıp bir dağa gitti. Çok yorulduğundan bir yerde uyuyup kalmıştı. Peşinden gelen yedi kişi, onu gördüklerinde sırt üstü yatmış, altında bulunan taşlar döşek gibi yumuşayıp çukurlaşmıştı. Onu tâkip eden yedi kişi bu hâli görünce îmân etmiştir.

6. Lût aleyhisselâm çok uzak yerlerde olan şeyleri görüp haber verirdi. Çocuğu kaybolan biri gelip, nerede olduğunu sorunca duâ etti. Allahü teâlâ da ona bildirdi. O da, çocuğun olduğu yeri söyledi. Bunun üzerine çocuğunu soran kimse îmân etti.

Ahmed bin Hanbel ve İbn-i Mâce’nin bildirdikleri hadîs-i şerîflerde, Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem, Lût kavmi hakkında buyurdu ki:

On şey vardır ki Lût kavmi onları yapmış ve o yüzden helâk edilmiştir. Ümmetim ise onlara bir de kendisi katar. Bunlar; livâta (erkek erkeğe münâsebet), fındık gibi taşları sapanla atmak, güvercinle (kumar) oynamak, def çalmak, (kadınlar için düğünlerde ruhsat vardır) içki içmek, (özürsüz) sakal kesmek, (emredilenden fazla) bıyık uzatmak, ıslık çalmak, el çırpmak, (erkekler için) ipek gömlek giymek bir tâne de ümmetim ilâve eder ki; o da kadın kadına münâsebette bulunmaktır. Lût kavminin işini (livâta) yapan mel’undur. Benden sonra ümmetim hakkında en korktuğum şey Lût kavminin yaptığını yapmalarıdır.

LÛT GÖLÜ

Alm. Tote Meer (m), Fr. La mer Morte (f), İng. Dead sea. Ürdün ile İsrâil arasındaki meşhur göl. Kudüs’ün 24 km doğusundaki Ürdün Vâdisinde bulunan gölün kuzeyden güneye uzunluğu 74 km, genişliği (doğu-batı istikâmetinde) 16 km’dir. Lût Gölünün alanı 930 km2dir.Gölde ortalama derinlik 300 metredir. En derin yeri ise 401 m’dir. Lût Gölünün yüzeyi deniz seviyesinin 369 m altındadır. Bu durumu ile, dünyâda deniz seviyesinden en düşük su topluluğu husûsiyetine sâhiptir. Lût Gölünün başlıca su kaynağı Ürdün Nehridir. Ürdün Nehrinin yanısıra göle su taşıyan sayısız ırmak ve pınarlar vardır. Bu ırmaklar Lût Gölünde buharlaşmanın fazla olması (günlük 1,35 cm) gölden dışarıya bir akıntı olmamasına rağmen, su seviyesinin devamlı olarak aynı kalmasını sağlar. Lût Gölünün bulunduğu çukur vâdinin, üçüncü jeolojik devirde meydana geldiği tahmin edilmektedir.

Kur’ân-ı kerîmde, eski zamanlarda bu bölgede yaşayan insanların kendilerine peygamber olarak gönderilen Lût aleyhisselâmı dinlemediklerinden ve şehvânî azgınlıklarında ısrar ve inat ettiklerinden, Allahü teâlâ tarafından yurtlarının alt-üst edilerek helâk edildikleri bildirilmektedir (Bkz. Lût aleyhisselâm). Tefsir âlimleri bu bölge halkı helâk edilince, altı üstüne gelen yurtlarından kaynar sular fışkırdığını ve böylece burasının göl hâline gelip, Lût Gölü ismiyle anıldığını yazmaktadırlar. Lût Gölü, dünyânın en tuzlu göllerinden birisidir. Bu yüzden hiçbir canlı yaşayamaz. Gölden çıkarılan belli başlı mineraller, klorin, bromin, sodyum, sülfat, potasyum, kalsiyum ve mağnezyumdur. Lût Gölünün batı kıyılarında 1930’dan beri potasyum ve bromin elde edilmekte; kuzey bölümünde ise, günlük hayatta kullanılan tuz çıkarılmaktadır.

Lût Gölü, târihte ismi en çok geçen göllerdendir. Her millet ona değişik bir isim vermiştir. Bunlardan en yaygın olanı “Ölü Deniz” ismidir.

LUTHER, Martin

Alman papazı. Hıristiyan din adamı olup, aynı zamanda reformcudur. Almanya’da Eisleben’de 1483’de doğan Luther, varlıklı bir köylü âilesinin çocuğudur. 1505 yılına kadar tahsîline devam ettikten sonra aynı yıl, felsefe hocası ünvânını aldı. Daha sonra Augustinuscular tarîkatına girerek 1507’de papaz oldu. 1511’de ilâhiyat doktoru, 1513’de Wittenberg Üniversitesinde profesör oldu. Bundan iki sene sonra da mensubu olduğu Augustinuscular tarîkatının Almanya vekîli oldu.

Hazret-i Îsâ’ya bildirilen hak olan din az zaman sonra Yahûdîler tarafından sinsice değiştirildi. İncîller zamanla çoğaldı, uydurma İncîller her yerde okunur hâle geldi. Kral Konstantin ve ondan sonra gelenler Hıristiyanlık dînine çeşitli şeyler ilâve ettiler. Bunun için defâlarca meclisler toplandı (Bkz. Hıristiyanlık). Bunlardan çıkan kararlarla İncîl sayıları daha çok arttı. Kiliseler zenginlik ve sağladıkları otorite ile hâkimiyetlerini güçlendirdiler. Papazlar halkın günahlarını affedip, Cennetten yerler satmaya başladılar. 1517 yılında Luther, bu işe karşı gelerek “95 tezini” Wittenberg Şatosunun kapısına astırdı. Roma’daki papa ile mücâdeleye girince, 1520’de Papa Onuncu Leon tarafından afaroz edilip, dinsiz îlân edildi. 1521’de İmparator Beşinci Şarlken huzûrunda, yapılan sözlerinden geri dönme teklifini reddedince, dinsizliği imparator tarafından da îlân edildi. 1524’de Würunberg’de protestanlığı îlân etti. Pekçok kitap yazdı. Bundan sonra dindeki reform fikirlerini Alman halkına benimsetmek için çalıştı. Baltık ve İskandinav ülkelerinde yayılan fikirleri, Hıristiyanlar arasında günümüze kadar devâm eden ayrılıklara sebeb oldu. Uzun yıllar devâm eden mezhep harpleri Avrupa’yı kana buladı. Katolikler ile Protestanların birbirlerine düşman olmasına sebeb olan Luther’in, İslâmiyete karşı çirkin hücumları vardır.

1515’te evlendikten sonra altı çocuğu olan Luther, doğum yeri olan Eisleben’de 1546 yılında öldü.