LOKOMOTİF

Alm. Lokomotive (f), Fr. Locomotive, İng. Locomotive. Demir raylar üzerinde vagonları hareket ettiren büyük makina. Yapı ve çalışma şekillerine göre çeşitli lokomotifler vardır.

Buharlı lokomotifler: İlk defa 1804 yılında İngiliz Trevithich, South Wales’te ray üzerinde hareket eden lokomotifi yaptı. Ağırlığı 10 ton olup, saatte 8 km hız yapabiliyordu. 1829 yılında İngiliz Stephenson, oğlu ile birlikte “Rocket” isimli lokomotifi yaptılar. Dört ton ağırlığındaki lokomotif, saatte 21,5 km hızla zamanın en iyi lokomotifi seçildi. Gücü 20 hp (beygir gücü) idi. Yine İngiliz yapısı “Stourbridge Lion” 1829 yılında Amerika’ya götürüldü. 1830 yılında, önce “Tom Thumb” isimli küçük lokomotif, daha sonra “Best Friend of Charleston” isimli lokomotifler yapıldı. İngiliz yapısı “Jon Bull” isimli lokomotif Amerika’da meşhur oldu. 1850’li yıllarda, 4-4-0 tipi lokomotifler Amerika’da üretildi.

1893 yılında İsveçli Anotole Mallet, bir model geliştirdi. Mallet modeli 1904 yılında Amerika’da uygulanmaya başlandı. Günümüzün birçok büyük buharlı lokomotifleri, bu model geliştirilerek yapılmıştır. Bugün kullanılan birkaç lokomotif tipinin isimleri şunlardır: Atlantic, Pasific, Mikado, Mogul, Mountain Northern, Hudson. Her tip lokomotif, Whyte sistemi ile rakamlarla ifade edilir. Bu sisteme göre tipi anlatan üç rakamdan ortadaki, çekme motoruna bağlı tekerleklerin sayısını; sol kenardaki rakam, yön tekerlekleri sayısını; sağ kenardaki rakam arkadaki izleyici tekerlek sayısını gösterir. Hudson tipi lokomotifleri 4-6-4 tipindedirler.

Buharlı lokomotifler, yük ve yolcu taşımacılığında kullanılırlar. Ağırlıkları yaklaşık 200-350 ton arasındadır. Çalışma prensibi basitçe şöyledir: Buharlı lokomotif üç parçadan ibarettir. Kazan, makina ve şasi. Kazan silindir şeklinde çelikten olup, içinde ateş kutusu, yanma ocağı denilen kısımlar vardır. Bu kısımda yakılan kömür veya başka yakıtın dumanı, ateş tüpleri denilen dar borulardan geçerek lokomotifin ön tarafındaki dumanlık denilen yerden dışarı çıkar. Bu arada kazan içindeki su ısınarak buhar hâline gelir. Buhar, borularla buhar deposuna, buradan da, ateş tüpleri içine yerleştirilmiş olan ince boruları dolaşarak, yüksek basınçlı buhar hâline gelir. Bu buhar silindirlere gider. Silindirler, buhar makinası kısmındadır. Basınç, pistonu ileri geri hareket ettirir. Bu hareket kollarla manivelalarla çekme tekerleklerine götürülür ve dönme meydana gelir. Kazan ve makina kısmı süspansiyon sistemi ile şasiye bağlıdır. Ana kol tekerleklere dönme hareketi verir.

Elektrikli lokomotifler: 1851’de ilk defa Amerika’da yapıldı. 1895’de işletmeye açıldı. Bir merkez jeneratöründen sağlanan elektrikle çalışırlar. Elektrik aktarma işi ray boyunca yerleştirilen bir havaî hattan veya üçüncü bir raydan alınır. Havaî hattan alınırken lokomotifin üzerindeki pentagraf adı verilen âletle, raydan ise iletken bir fırça ile alınır. Alınan elektrik, tek fazlı AC olup, redresörlerle (doğrultucularla) DC akımına çevrilerek lokomotifin çekme motorlarını çalıştırır. Düzeltici olarak İgnitron düzelticiler kullanılır. Fakat bu düzelticiler süratle yerini silikon düzelticilere bırakmaktadır. Bu doğrultucularla şebeke değişimlerinden etkilenme azalmaktadır. Dumansız olması sebebi ile şehirlerde yeraltı geçitlerinde, soğuktan etkilenmedikleri için soğuk bölgelerde, güçlü oldukları için yokuşlarda çalıştırılırlar. İgnitron elektrikli lokomotifi, herbiri 3000 hp gücünde iki tânesinin birleştirilmesi ile çalıştırılır. Her bir tânesinde altı adet 500’er hp’lik çekme motoru bulunur.

Dizel tahrikli elektrikli lokomotifler: İlk defa 1896 yılında İngiltere’de, 1897 yılında Almanya’da yapıldı. 1913 yılında İsveç’te kullanıldı. Amerika’da 1934 yılında yolcu taşımacılığında, 1946 yılında da yük taşımacılığında kullanılmaya başlandı.

Lokomotifte bir dizel motoru bulunur. Sıvı yakıt (motorin) ile çalışır. Bu motor elektrik jeneratörünü döndürür. Bu jeneratör çekme (cer) motorlarının çalışması için gerekli elektriği sağlar. Aydınlatma ve diğer elektrikî cihazların elektriği de jeneratörden elde edilir. Lokomotifte ayrıca buhar jeneratörü bulunup, ısı verir. Dizel yakıtı ile çalışır. Fren tertibâtında da kompresörden çekilen hava kullanılır.

Dizel lokomotiflerin gücü 400 hp’den 2500 hp’ye kadar değişir. Uygulamada iki birimi bir araya getirilerek çalıştırılırlar. Yaygın olarak bu durumda, güçleri 5000-5500 hp civârında olur. Birleştirilen birim sayısı arttırılarak 10000-15000 hp gücünde dizel lokomotifler yapılmaktadır.

Çekme işini yapan lokomotif birimine A tipi, A tipinin gücünü arttıran birimlere de B tipi denir. Gücü arttıran birimler A tipi birimlere eklenmişlerdir.

Bâzı dizel motorlu lokomotiflerde dizel motorundan çekme motoruna güç transferi elektrikî sistem yerine hidrolik sistemle veya dişliler sistemi ile yapılmaktadır. Dizel hidro-mekanik lokomotiflerin güç seviyeleri yüksektir.

Dizel motorlu lokomotifler âni kalkış ve duruş özelliğine sâhip, hızlı, manevra gücü yüksek lokomotiflerdir. İşletme kolaylığına sâhiptirler.

Gaz türbinli lokomotifler: İlk defâ 1948 yılında yük taşımacılığında kullanıldı. Daha sonra 1958 yılında iki birimi birlikte yolcu taşımacılığına açıldı. Gücü 8300 hp’ye ulaştı. Binlerce tonluk yükü saatte 100 km’den fazla hızla çekebilecek güce sâhiptir.

Gaz türbinli elektrikli lokomotif, üç ana kısımdan meydana gelir: Birinci kısımda yardımcı dizel motoru ve yakıtı, birkaç jeneratör, kontrol hücresi, fren sistemi bulunur. İkinci kısımda gaz türbini ve dört ana jeneratör, üçüncü kısımda ise gaz türbininde yanmayı meydana getiren yanıcı yakıt bulunur.

Çalışma prensibi: Türbin şaftına sarılı kompresör, atmosferden, yaklaşık basıncı 6 kat fazla olacak şekilde hava çeker. Hava yanma odasında, buraya gönderilen yakıt ile karışarak yanar. Yüksek basınçlı hava, türbini dolayısıyla şaftı döndürerek eksoz borusu ile dışarı çıkar. Şaft dönerken hem kompresör çalışmış olur, hem de esas jeneratörleri çalıştırır. Bu jeneratörler, çekme motorunu çalıştırır. Gaz türbini, ilk kısmındaki yardımcı dizel motoru ile çalışmaya başlatılır.

Basınçlı hava lokomotifleri: Buhar lokomotifleri gibi olup, buhar yerine sıkıştırılmış hava kullanılır. Duman yerine egzozundan temiz hava çıkar. Kapalı yerlerde, maden ocaklarında kullanılır.

Bugün manyetik alan hareketi ile çalışan lokomotiflerin yapımı için çalışmalar vardır. Lokomotiflerde atom enerjisinden faydalanılması için çalışmalar yapılmaktadır. Bu çalışmaların başarılı olması hâlinde lokomotiflerin hem güçleri artacak hem de boyutları küçülecektir.

Teknik bakımından ileri ülkelerde gerek dizel, gerekse elektrikli lokomotiflerin geliştirilmesi için büyük çaba harcanmaktadır. Saatte 400 km hız yapan elektrikli trenler yapılmıştır. Trenlerde hızı, lokomotifi ve demir yollarının düzgünlüğü berâber arttırır. İngilizlerin APT hızlı trenleri, saatte 250 km hız yaparlar. Japonların Tokyo’dan kuzeye doğru sefer yapan güçlü elektrik motorlarına sâhip trenleri saatte 260 km hız yapmaktadır. Bu trenlere kurşun trenler (bullet trains) denmektedir. Fransızların jet motorları kullanarak yaptıkları Aerotrain hava yastıklı ray sistemine sâhib olup, tecrübe esnâsında saatte 400 km hız yapmıştır. ABD’de Montrail sistemi çalışmaları devam etmektedir. Tekerleksiz, hava yastıklı ve süper iletken (sıfır dirençi iletken) kullanılarak yapılan özel motorlarda Montrail trenlerinin saatte 800 km hız yapabileceği hesaplanmıştır.

Ülkemizde hâlen Eskişehir Demiryolu Fabrikalarında % 85’i yerli olmak üzere dizel-elektrik lokomotifleri îmâl edilmektedir. Ayrıca Adapazarı DemiryoluFabrikalarında ise tamâmiyle yerli olmak üzere elektrikli banliyö trenleri îmâl edilmektedir.

LOMBER PONKSİYON

Alm. Lumberspunktion (f), Fr. Punction des Vieileries, İng. Lumber puncture. Özel bir iğneyle, omurga boşluğunun, omurilik bulundurmayan, fakat beyin omurilik sıvısı ihtivâ eden bel kısımlarına, teşhis veya tedâvi gâyesiyle girilmesi.

Üçüncü ve beşinci bel omurları arasındaki iki aralıktan birine, önce o bölge uyuşturularak, iğne ile girilir ve beyin omurilik sıvısının basıncı ölçülebilir; hücresel, biyokimyâsal ve bakteriyolojik tetkik için sıvı numunesi alınabilir. Bu işleme halk arasında, “bel suyu almak” da denir. Lomber ponksiyondan bâzan tedâvi gâyesi ile de faydalanılır, bâzı menenjit ve merkezî sinir sistemi kanserlerinde, ilgili ilâçlar, bu yolla direkt olarak merkezî sinir sistemine verilmiş olur. Röntgen tetkikleri için bu yolla, merkezî sinir sistemine ilâç veya hava, radyodinamik çalışmalar için radyoaktif maddeler verilebilir. Sadece belden aşağısının uyuşturulması gereken ameliyatlarda yine bu yolla, merkezî sinir sistemine anestezik ilâç verilebilir.

LONCA

Alm. Innung, Köpperschaft (f), Fr. Corporation (f), İng. Guild, corporation. Eskiden belirli bir şehirde oturan sanatkâr ve sanâyicilerin mensup oldukları meslekî teşkilat. Loncaların kökeni, 7 ve 8. yüzyıldan îtibâren faaliyet gösteren fütüvvet ve ahîlik teşkilâtlarına dayanır. Ahîlik kuruluşuna âit töreler, kurallar birçok özellikler loncalarda devam eder. (Bkz. Ahîlik)

Loncaların iki ana gâyesi vardır: 1) Lonca mensubu sanatkâr, esnaf arasında sosyal eşitliği ve dayanışmayı sağlamak. 2) Meslekî faaliyetin uygulanışını düzenlemek ve denetlemek. Loncalar, bugünün Esnaf ve Sanatkârlar Derneğine benzetilebilir. Loncaların ekonomik ve meslekî, kültürel ve sosyal faaliyet ve vazifeleri vardı.

Kendi içinde sıkı bir disiplinle teşkilatlanmış olan loncalar, bu özelliği ile devletin piyasa kontrolünü kolaylaştırıyorlardı. Aynı esnaf grubunun bağlı olduğu loncaların içinde rekabetin yasaklanmış olması, kaynakların ihtiyaçlar dâhilinde kullanılması, kaynak israfı, karaborsa ve fâhiş fiyat artışına mâni oluyordu. Devletle sıkı irtibâtı olan loncalar, hükümet tarafından teftiş edilebiliyordu. Muhtelif târihlerde esnafla alâkalı olarak çıkarılan yasaknâme ve fermânlar esnafın aksayan yönlerini düzeltme gâyesindeydiler.

Esnaflar, bağlı oldukları lonca heyetinin sıkı bir denetimi altındaydı. Ustaların hammaddelerini nereden, nasıl ve ne evsafta alacakları loncalar tarafından düzenlenmekteydi. Lonca üyeleri arasındaki eşitliği bozmamak temel gâyeydi. Tüketiciyi de korumak göz önünde tutulurdu. Ustaların kullandığı bütün âlet ve edevât devamlı denetlenirdi. Üretilen malların fiyatlarının nisbetini loncalar denetlerdi. Denetimden geçen mal damgalanır ve pazara sunulurdu. Bozuk mal çıkaran esnaf cezalandırılırdı. “Pabucu dama atıldı.” deyimi buradan kalmadır. Düşük kaliteli mallar da fakirlere dağıtılırdı. Çırakların mesleğe girmeleri, meslekte ilerlemeleri ve yükselmeleri, loncaların koyduğu kâidelere ve âdete bağlıydı. Lonca mensupları arasında rekabet yasaktı.

Kalfaya, usta olduktan sonra, pîri, bir törenle ustalık belgesi verirdi. Dükkân açacak olup da parası olmayana lonca para ve sermâye verip, dükkan bulurdu. Evlenmek isteyenleri evlendirir, masraflarını görürdü. Yoksul cenâze sâhiplerinin cenâzesini kaldırır, hastalara yardım ederdi.

Görünüşte iktisâdî müesseseler olan loncalar, iç yapı îtibâriyle cemiyette hâkim olan bâzı ahlâkî kâideleri, müeyyideleri ile, esnafın kendi kendine tatbik ettiği müesseselerdir. Loncalarda bulunan iş ahlâkının temelinde, otoriteye ve geleneklere bağlılık, el işçiliğine hürmet, kanâatkârlık, meslek sırrını saklamak gibi prensipler yatmaktaydı.

Osmanlı Devletinde loncaların ekonomik vasıfları yanında, onlara husûsiyet kazandıran, iç kuruluşları ve sosyal faaliyetleridir. Osmanlı Devletinin kuruluşunda önemli olan ahîlikle yakın bağları bulunan loncaların da, ahîliğin; yiğit, ahî ve şeyh olmak üzere üç derecesine karşılık çırak, kalfa, usta, nakib vekili, nakib, baş nakib, şeyh halifesi, şeyh ve şeyh-üş-şuyûh olarak dokuz kademesi vardı. Ahîliğin kavlî ve seyfi üyelik olmak üzere, üyelerinin iki grupta değerlenmesi yerine, loncalarda üyelik kavlî, şürbî ve seyfî olarak üç grupta meydana getirildi.

Lonca teşkilâtı, Osmanlı Devletinin en ücrâ köşelerine kadar yayılmıştı. Avârız sandıkları sistemiyle üyelerini, her türlü kazaya ve ölüme karşı aileleriyle berâber sigortalamıştı. Lonca teşkilâtı, Osmanlı Devletinin sosyal yapısında büyük güç, düzen, âsâyiş ve ahlâk unsuru olmuştur. Kendi bünyesi içerisinde denetlendiği gibi, devletin de kontrolü altında bulunuyordu. On yedinci yüzyılda İstanbul’da 1109 Loncaya bağlı, 126.000 üye tespit edilebilmişti.

Osmanlı Devletinin son zamanlarında, sanâyileşme hareketlerinin ve fabrikalaşmanın başlaması neticesinde el sanatları giderek önemini kaybetti. İttihat ve Terakki Fırkasınca 1913 târihinde loncalar kaldırıldı.

LONDON, Jack

1876-1916 yılları arasında yaşayan Amerikalı hikâye ve roman yazarı. San Francisco’da evlilik dışı bir berâberlikten dünyâya geldi. Düzenli bir âile yuvası ve eğitim görmeden büyüdü.

Amerika ve Kanada’da bir süre başıboş dolaştıktan sonra, 1896’da Kaliforniya Üniversitesine kayıt yaptırmış, ancak bir sömestre devam ettikten sonra, okulu bırakarak siyâsete atılmıştır. Bir ara altın aramak üzere Alaska’ya gitmiş ve eliboş dönmüştür. Daha sonra okuduğu felsefî ve edebî kitapların tesirinde kalarak, yaşadığı mâcerâlı hayâtın çeşitli bölümlerini hikâye ve roman şekline koyan Jack London, bu sâhada, aradığı şöhret ve paraya kavuşabildi. Çocukluğunu dul bir anne ve 11 çocuklu bir âilede geçiren, hayâtının ilk günlerinde yaşamak için mücâdele etmek gerektiğini anlayan Jack, romanlarında insan veya hayvanların tabiat kuvvetlerine veya birbirlerine karşı mücâdelelerine yer verir. Günümüzde de böyle mücâdelenin mevcut olması eserlerinin klasikleşmesine sebeb olmuştur. Ölümünden 3 yıl evvel 1913 yılında Jack London adı, 11 dile çevrilen kitapları ile dünyânın en çok para kazanan meşhur yazarını belirtiyordu. Tutumlu hareket etmediği için, kazandığı çok paraya rağmen, sık sık zor durumda kalan yazar, para için ve şöhreti uğruna durmadan yazmış; bu aşırı çalışma ve para sıkıntıları sinir sistemini iyiden iyiye bozmuştu. Bu yüzden ve biraz da alkol iptilasının tesiriyle nihâyet 1916 yılında, yâni 40 yaşındayken iki şişe uyku hapı ile hayatına son verdi.

Jack London’un eserlerinde vahşice bir hırs ve yükselme mücâdelesi, en belirgin motiftir. Fakir tabakadan gelişi, âile desteğinden mahrum olarak atıldığı hayat mücâdelesinde sık sık karşılaştığı açlık, parasızlık ve sefâlet, hikâyelerine aktardığı başlıca temalar olmuştur. Birara siyâsete atılarak, Sosyalist Partiye kaydolmuş ise de sonradan bu partiyle münâsebetini koparmış, hattâ sosyalistlerle mücâdele etmiştir. Jack London’un etkilendiği felsefeciler sırasıyla, Darwin, Spencer ve F.Nietzche’dir.

Başlıca eserleri: The Call of The Wild (Vahşetin Çağrısı, 1903), White Fang (Beyaz Kanca, 1906), The Seg Wolf (Deniz Kurdu, 1906), Martin Eden (kendi hayâtını anlatan romanı, 1909), John Barleycorn.

Eserlerinden The Call of The Wild bir Amerikan klasik hikâyesidir. Vahşî bir köpeğin alınıp, sopa ile ehlileştirilmesini anlatır. Hayatta kalabilmek için yapılan mücâdeleyi anlatması bakımından dikkat çekicidir. Hikâye, köpeğin sâhiplerinin ölümü ve köpeğin vahşî kurt köpeklerine dönmesi ile biter.

White Fang ise gene bir kurt köpeğinin ehlileşmesini ve hayâtını sâhibinin hayâtını kurtarmak için fedâ etmesini anlatır. The Sea Wolf’ta bir kaptanın yalnızlığı anlatılır. Martin Eden’da eski bir denizcinin yazar olmasını ve daha sonra kişiliğini kaybederek, sonunda intihârını hikâye eder.

LONDRA

Büyük Britanya’nın başşehri. Büyük Britanya Adasının güneydoğusunda, Kuzey Denizine dökülen Thames Irmağının ağzından 64 km içeride ve ırmağın iki yakasında yer alır. Banliyölerle birlikte yüzölçümü 1579 km2 olup, nüfûsu da 7 milyon civârındadır.

Romalıların ırmak kıyısında Londinium ismiyle kurduğu ilk yerleşme ancak ikinci yüzyıl sonunda surlarla çevrildi. Dokuzuncu yüzyıl boyunca (Sakson yönetimi altındayken) Danlarla yapılan savaşlara sahne olan şehir, Norman istilâsının (1066) ardından askerî açıdan büyük önem kazandı ve şehrin denetlenmesi için Londra Kulesi inşâ edildi.

1136’daki yangında ahşap binâların yanmasından sonra düzenli sokaklar açılarak taş ve tuğla binâlar inşâ edildi. Diğer yandan yabancı tüccarların kurduğu koloniler de gelişti.

On altıncı yüzyılın ortalarında şehir büyük bir gelişme gösterdi. On dokuzuncu yüzyılın sonuna kadar geçen süre içinde hızlı sanâyileşme, fakirlik, yaygın hastalıklar, çevre kirliliği ve ulaşım zorlukları gibi problemler ortaya çıktı. 1855’te Metropol İdâresi Kânunu çıkarıldıktan sonra metropoller gelişmeye başladı. Zamanla gelişen ulaşım imkânları şehrin dış banliyölere doğru gelişmesinde önemli rol oynadı. Birinci Cihan Harbinden sonraki yayılma metropoliten alanın giderek bütünleşmesi sonucunu doğurdu. 1939’da çevredeki yerleşmelerle birlikte Londra metropoliten alanının nüfûsu 8 milyona yaklaşmıştı. İkinci Cihan Harbi sırasında havadan gelen akınlarla ağır bir yıkıma uğradıysa da sonraları yeniden inşâ edildi.

Uxbridge, Slough vs. de yeni bir sanâyi kuşağı olarak çok seri mal üreten tüketim malları sanâyii (otomobil, fotoğraf, kozmetik, gıda vs. gelişmiştir. Şehrin ticâret merkezi New York’tan sonra dünyânın ikinci büyük iş merkezidir. İngiltere bankası, borsalar, Büyük Britanya bankaları, yabancı bankalar, denizcilik sigortaları, yatırım şirketleri, simsarlık, danışmanlık, ithâlât ve ihrâcât şirketleri, altın piyasası, kürk ve çay piyasaları, gemi ve uçak kirâlama şirketleri vs. ticârî ve mâlî birçok büro şehrin merkezinde toplanmıştır.

Londra ayrıca, tiyatroları, müzeleri, konser salonları, üniversiteleri, BBC, sinema ve ses kayıt stüdyoları, büyük spor sahaları (Wembley, Wimbledon, Twickenham) ile bir kültür ve spor merkezidir.

Thames Irmağının menderesler çizerek ilerlediği havzada genelde pek az değişiklik gösteren yumuşak bir deniz iklimi hüküm sürer. Ocak ve temmuz sıcaklık ortalamaları sırasıyla 3°C ve 22,5°C’dir. Şehir merkezi banliyölerden biraz daha sıcaktır.

LONDRA KONFERANSLARI VE ANTLAŞMALARI

Osmanlı Devletinin son yüz senelik döneminde Londra’da değişik târihlerde yapılan konferans ve antlaşmalar. Osmanlı Devleti bunlardan bir kısmına katılmadığı hâlde dolaylı olarak kendisini ilgilendirmiştir. İngiltere uzun vâdeli siyâsî faaliyetleri netîcesinde dünyânın çeşitli bölgelerinde pekçok sömürgeler kurmuştur. Böylece 19. asrın başlarından îtibâren dünyâ siyâsetinde önemli derecede söz sâhibi olmaya başladı. Bu bakımdan 19 ile 20. yüzyılda yapılan birçok konferans ve antlaşmalar Londra’da yapıldı.

Londra Antlaşması (6 Temmuz 1827): Mora’daki Yunan ayaklanmasını desteklemek, Yunanistan’da bağımsız bir idâre kurulmasını sağlamak gâyesiyle İngiltere, Fransa ve Rusya arasında imzâlanan antlaşma. 1827’de batılı devletlerin tahriki ile Yunanlılar Mora’da büyük bir isyan başlattılar. Osmanlı Devleti isyânı bastırmak için Mısır Vâlisi Kavalalı Mehmed Ali Paşadan yardım istedi. Yardım gerçekleşip isyan tamâmen bastırılmak üzere idi. Bu durum Mehmed Ali Paşanın Akdeniz’de güçlenmesi ile neticelenecekti. İngiltere kendi aleyhine böyle bir durumun gelişmesini engellemek için derhal harekete geçti. “Mısır kuvvetleri zulmediyor buna son vereceğiz.” diyerek, Petersburg’da Çar hükûmeti ile 1826’da bir görüşme yaptı. Bu görüşme sonunda bir protokol imzâlandı. Bu protokol Yunanistan’ın Osmanlı’dan koparılması ve bağımsız bir Yunan Devleti kurulması için ilk adımdı. Aldıkları karâra göre Yunanistan Osmanlı Devletine sâdece vergi ile bağlı yeni bir devlet olacaktı. Türkler ise Yunanistan’dan tamâmen çıkartılacaktı. İngiltere ve Rusya bu protokolü Avusturya, Fransa ve Prusya’ya bildirdi. Avusturya ve Prusya karşı çıktılar ise de, Fransa kabul etti. Bundan sonra Londra’da İngiltere, Rusya ve Fransa arasında görüşmeler başladı. Varılan antlaşma netîcesinde (6 Temmuz 1827) Osmanlı Devleti Petersburg protokolünü benimseyip, müstakil bir Yunan Devletinin kurulmasını kabul ederse, Mora’da isyân çıkaran âsiler ile Osmanlı Devleti arasında bir anlaşma yapılacak, kabul etmediği takdirde protokolü imzâlayan müttefik devletler isyancılara yardım edecekler ve isteklerini kabul ettirmek için Osmanlı Devletine baskı yapacaklardı. Bu isteklerini bir nota ile Osmanlı Devletine bildirdiler. Bu hareket Osmanlı Devletinin iç işlerine bir müdâhale olduğundan reddedildi ise de iş, Osmanlı-Mısır donanmasının yakıldığı Navarin Baskını (20 Ekim 1827) ile neticelendi. Fransızlar, Mora’yı işgâl ettiler. Bir taraftan da Osmanlı-Rus Harbi çıktı ve Osmanlı Devletinin aleyhine neticelendi.

Londra Antlaşması (3 Şubat 1830): Yeni kurulan Yunan Devletinin sınırlarını tespit etmek üzere İngiltere, Rusya ve Fransa arasında varılan antlaşma. Osmanlı donanmasının Navarin’de yakılması, ordularının 1828-29 Rus Savaşında mağlubiyete uğraması ve nihâyet Mehmed Ali Paşa İsyânı ile karşı karşıya kalması netîcesinde Yunanistan’a bağımsızlık yolu açılmış oldu. Yunanistan’ın tam bağımsız bir hâle gelmesi bilhassa İngiltere için büyük menfaat sağlayacaktı. Bu sebeple İngiltere, Avrupa devletlerine Yunanistan’ın bağımsızlığı teklifini yaptı. Bunun üzerine 3 Şubat 1830’da Londra’da toplanan delegeler yaptıkları antlaşmalar neticesinde Yunanistan’a tam bağımsızlık tanıdılar. Bu durumu Osmanlı Devletine de bildirdiler. Osmanlı Devleti o zamanki şartlarda bunu kabul etmek durumunda kaldı.

Londra Antlaşması (15 Temmuz 1840): Mısır meselesine bir çözüm getirmek üzere İngiltere, Rusya,Avusturya ve Prusya devletleri arasında Londra’da yapılan antlaşma. Bu antlaşma o sırada Osmanlı Devletine baş kaldıran Mısır Vâlisi Mehmed Ali Paşayı barışa zorlamak maksadı ile yapılmıştı ve daha çok bu devletlerin çıkarlarını ilgilendiriyordu. Antlaşmaya göre Mısır, babadan oğula geçmek üzere, Güney Suriye ve Akka da kayd-ı hayat şartıyla Mehmed Ali Paşaya bırakılıyor ve işgâl ettiği diğer yerlerden çıkması isteniyordu. Şâyet on gün içerisinde antlaşma şartlarını yerine getirmezse Mısır zorla elinden alınacaktı. Mehmed Ali Paşa, Fransa’nın desteğine güvenerek bu teklifi reddetti. Hattâ İstanbul üzerine hücum edeceğini bildirdi. Bunun üzerine Osmanlı ve müttefikleri harekete geçti.

Mehmed Ali Paşa, savunmada kalmayı tercih etti. Oğlu İbrâhim Paşa Sûriye sınırı ile Sûriye kıyılarını savunmak için ordusunu dağınık tutmak zorunda kaldı. Bu arada Lübnan halkı Mehmed Ali Paşaya karşı ayaklandı. 11 Ağustos 1840’ta İzzet Mehmed Paşa komutasındaki Osmanlı İngiliz ve Avusturya Harp gemilerinden meydana gelen filo, Beyrut önlerinde Mısır gemilerini yakıp Beyrut’u topa tuttu. Bir ay sonra Beyrut, Sayda ve Sur şehirleri müttefiklere teslim oldu. Kasım’da da Akka kurtarıldı. Mısır ordusu için önemli bir üs olan Akka alınınca, Mısır ordusu Sûriye’yi tamâmen boşaltmak zorunda kaldı. Mehmed Ali Paşa Fransa’ya güvenmenin boş olduğunu anladı. Direnmekten vazgeçti. 25 Kasım 1840’ta Amirâl Nopier komutasında bir İngiliz donanması İskenderiye önlerine geldi. Mehmed Ali Paşaya antlaşma teklif etti. Sûriye’yi istemekten vazgeçmesi ve Osmanlı donanmasını geri vermesi hâlinde, babadan evlâda geçmek şartıyla Mısır kendisine bırakılacaktı. Bu teklif kabûl edilmediği takdirde İskenderiye bombardıman edilecekti. Mehmed Ali Paşa, Sûriye’yi zâten kaybetmişti. Ordusunun komutanı oğlu İbrâhim Paşadan hiç haber alamıyordu. Fransa’nın yardımından da ümîdi kesilmişti. Bu sebeplerle İngiliz amirâlinin tekliflerini kabul ederek, antlaşma yaptı.

Osmanlı Devleti bu antlaşmadan memnun olmadı. Harbe devâm edip Mehmed Ali Paşanın yerine başka bir vâlinin tâyinini istiyordu. İngiltere’nin ısrârı üzerine kabûl etti. Neticede yedi seneden beri süren Osmanlı-Mısır anlaşmazlığı tamâmen halledildi. Mehmed Ali Paşa, Sûriye’yi kaybetti. Fakat Mısır’ı da evlâtlarına intikâl etmek üzere kazandı.

Londra Konferansı (17 Ocak 1871): Osmanlı Devleti, Rusya, İngiltere, Almanya, İtalya, Avusturya, Fransa arasında imzâlanan ve Karadeniz’in tarafsızlığına son veren konferans. Osmanlı Devleti bu konferansta Londra’daki elçisi Musurus Paşa tarafından temsil edildi. Uzun süren tartışmalardan sonra delegeler görüş birliğine vardılar ve 30 Mart 1856’da yapılan Paris Antlaşmasının sınırlayıcı hükümlerini değiştirdiler. Buna göre Osmanlı Devleti, Çanakkale ve İstanbul boğazlarını barış zamanında dost ve müttefik devletlerin harp gemilerine açmak hususunda serbest bırakıldı.

Karadeniz, eskiden olduğu gibi bütün devletlerin ticâret gemilerine açık hâle getirildi.

İlâve edilen bir madde ile, Londra Konferansına katılan devletler, 30 Mart 1856 senesinde yapılan Paris Antlaşmasının bu yeni antlaşma ile kaldırılmamış olan hükümlerini ve ilâve edilen maddelerini tasdik ve teyid ettiler.

Bu antlaşma neticesinde, Rusya, 1856’daki Paris Antlaşması ile Karadeniz’deki hükümrânlık haklarını sınırlayan hükümlerden kurtuldu. Rusya bu başarısını Kırım Harbinin bir intikamı gibi değerlendirdi. Çünkü Kırım Harbinin neticesinde kabûl etmek zorunda kaldığı şartları diplomatik ve politik yollarla kaldırmış oldu. Osmanlı Devleti ise Rusya’nın antlaşmadaki isteklerini Boğazlar için de yapacağı endişesinden kurtulduğu için memnundu. Çünkü 1856 ParisAntlaşmasına göre Osmanlı Devleti, Boğazları, dost ve müttefik devletlerin harp gemilerine barış zamânında açabilecekti. Bu husus Rusya’nın müdâhâlesi dışında kaldı.

Londra Konferansı (1912-1913): Balkanlarda ortaya çıkan bunalımı halletmek ve mevcut barışı korumak için 17 Aralık 1912’de Londra’da devletler arası büyükelçiler konferansı yapıldı. Bu konferansta iki mesele üzerinde duruldu. Biri Osmanlı Devleti ile Balkan devletleri arasındaki sınırı ve barış esaslarını tesbit etmek, ikincisi ise Osmanlı Devletinden alınan toprakların Balkan devletleri arasında paylaşılmasından doğan ve bu sebeple büyük devletleri karşı karşıya getiren anlaşmazlığı halletmekti.

Konferansta yapılan görüşmeler sırasında Yunanistan, Ege adalarından; Karadağ İşkodra’dan; Bulgaristan da Edirne’den çekilmek istemiyordu. Osmanlı Devleti ise Edirne’yi bırakmamakta kararlı idi. Rusya ile Avusturya arasındaki gerginlik de giderilemiyordu. Ayrıca Rusya Kafkasya’ya asker yığmaya ve Anadolu’yu tehdid etmeye başladı. Almanya buna mâni oldu. Bu hâdiseler sebebiyle konferans uzun sürdü ve neticesiz kaldı. Bunun üzerine Balkan Savaşının yeniden başlamaması için büyük devletler, 17 Ocak 1913’te Osmanlı Devletine ortak bir nota verdi. Bu notada Edirne’nin Balkan devletlerine terkine ve Ege adaları hakkında verilecek karârın kendilerine bırakılmasını istediler. Aksi takdirde çıkacak savaşta Osmanlı Devletinin güç duruma düşeceğini bildirdiler. Büyük devletler, böylece Balkan Savaşı başlamadan hemen önce bu savaş sonrasında Edirne ve Ege adaları bölgesinde durumun değişmeyeceği garantisini bir tarafa bırakarak, Balkan devletlerini desteklediklerini ve sınır değişikliğini kabûl ettiklerini açıklamış oldular.

Bu sırada Osmanlı Devletinde yeni hâdiseler vukû buldu. Mağlûbiyet ve gelişen siyâsî hâdiseler, Kâmil Paşa hükümetini yıpratmıştı. Bu durumdan istifâde eden İttihat ve Terakki Partisi, 23 Ocak 1913’te Bâbıâlî’ye baskın yaparak iktidârı ele geçirdi. Mahmûd Şevket Paşanın başkanlığı altında yeni bir hükûmet kuruldu. Hükûmet büyük devletlerin verdiği notayı reddetti. Bunun üzerine 3 Şubat 1913’te Osmanlı Devleti ile Balkan devletleri arasında savaş başladı. Fakat İttihat ve Teraki hükûmeti bu savaşta başarı sağlayamadığı gibi düşmana karşı kendi savunmasını yapan işkodra, Karadağlıların eline geçti. Yanya, Yunanistan, Edirne de Bulgaristan tarafından işgal edildi.

Osmanlı Devleti bu durum karşısında büyük devletlerle yeniden barış görüşmelerine başlanmasını istedi. Bu istek üzerine 30 Mayıs 1913’de Londra Barış Antlaşması imzâlandı.

Bu antlaşmanın netîcesinde Osmanlı Devleti, Midye-Enez sınırının batısında kalan bütün topraklarını Balkan devletlerine bırakmak durumunda kaldı. Bu topraklar Balkan devletleri arasında paylaşıldı. Ege adaları hakkındaki karar büyük devletlere bırakıldı. Bulgaristan ise, Ege adalarına açılmakla büyük devlet hâline geliyordu. Yunanistan da, Selânik şehrini alarak sınırlarını genişletti. Ege Denizine yerleşmek için önemli derecede imkânlar kazandı. Diğer taraftan Sırbistan da genişlemeye başladı.

30 Mayıs 1913’te yapılan Londra Antlaşmasının bütün bu neticeleri, Balkan devletlerini memnun etmedi. Bölgede yeni hâdiselere sebeb oldu. (Bkz. Balkan Savaşları)

LORAN

Alm. Loran, Fr. Loran, İng. Loran. Bir uçak veya geminin, karadaki iki istasyona olan uzaklığını ölçme metodu. İlk defa İkinci Dünyâ Harbi sırasında Amerika Birleşik Devletleri tarafından bu usul kullanıldı. Bir gemi veya uçağın yerinin tesbiti, istasyonların aynı anda yaptığı yayınların gemiye ulaşması için geçen zaman farkı değerlendirilerek yapılır. Aynı anda yayın yapan iki istasyon, iki ayrı hiperbolün merkezi olur. Bu hiperbollerin kesiştiği nokta, uçak veya vapurdaki özel bir haritada bulunur. Bu nokta uçak veya geminin yerini belirler. Denizlerde gayet iyi netice veren loranın tek mahzuru, çok geniş bir frekans bandı gerektirmesidir. Mesajla tesbitinde hata nisbeti, ancak % 1 kadardır.

LORDLAR KAMARASI

Alm. egnlisches Oberhaus (n), Fr. Chambre (f), des lords, İng. The House of Lords. İngiltere ve Kuzey İrlanda parlamentosundaki yüksek meclis. Bunun altındaki meclise Avam Kamarası denir. Lordlar Kamarasında; Lord ünvânı verilen yüksek rütbeli dînî görevliler, yüksek mahkeme üyeleri, asilzâdeler, dük, marki, baron ve kral ile kraliçenin Lord ünvânı verdiği kimseler bulunur. İngiltere’de eski zamanlarda krala bağlı baronlardan meydana gelen bu meclis, parlamentonun ilk şekli kabul edilir. Zamanla Avam Kamarasının etkisi arttığından önemi azaldı. Yirminci asrın başında teorik olarak, Avam Kamarası ile yasama bakımından eşit önem taşıyordu. Asrın sonlarına yaklaştığı zamanımızda Lordlar Kamarası, krallığın en yüksek dâva açma ve tekrar gözden geçirme yeridir. İngiltere’de hâlen Lordlar Kamarası ismini taşıyan meclis mevcuttur.

LOSYON

Alm. Gesichtswasser, haarwasser (n), Fr. Lotion (f), İng. Lotion. Bir veya birkaç müessir madde ihtivâ eden ve vücûdun bir kısmına sürülerek kullanılan süspansiyon, emülsiyon ve solüsyon hâlindeki bir sıvı.

Yaraları tedâvi etmek, cildi güzelleştirmek ve saç bakımı için kullanılır. Losyon yapımında maksada göre, mentol, alum (potasyum alüminyum şapı), borik asit, su, gliserin alkol, vazelin, lanolin, bitki ve sebze suları ve süt gibi maddeler kullanılır. Koku vermek için bir litrelik losyona 8-15 gram esans katılır. Alkol yüzdesi 50 ilâ 70 arasında değişir.

Cilt bakımında kullanılan losyonların çeşitleri vardır. Bâzı losyonlar mikrop ve bakteri öldürücü, bâzıları da yağlandırıcı, nemlendirici özelliklerdedir. Cilde yumuşaklık vermek için vazelin, lanolin ve krem kullanılır. Süt, sebze suları kullanılan losyonlar vitamin ihtivâ ettiği için cilde canlılık verir. Esans, daha ziyâde losyona katılan kötü kokulu maddelerin kokusunu yok etmek için kullanılır. Böylece losyonların hoşa giden bir kokusu olur.

LOTİ PİYER

(Bkz. Piyer Loti)

LOUİS

Fransa krallarından on sekizinin adı. Birinci Louis (Dindar) (814-840), İkinci Louis (Kekeme) (877-879), Üçüncü Louis (879-882), Dördüncü Louis (936-954), Beşinci Louis (Tembel) (986-987), Altıncı Louis (Şişman) (1108-1137), Yedinci Louis (Küçük) (1137-1180), Sekizinci Louis (Arslan) (1223-1226), Dokuzuncu Louis (Aziz) (1226-1270), Onuncu Louis (Kavgacı) (1314-1316), Onbirinci Louis (1461-1483), Onikinci Louis (1498-1515), Onüçüncü Louis (Âdil) (1590-1643), Ondördüncü Louis (Büyük) (1643-1715), Onbeşinci Louis (Sevgili) (1715-1774), Onaltıncı Louis (1774-1793), Onyedinci Louis (veliahtlığı): (1789-1795), Onsekizinci Louis (1814-1824) târihleri arasında krallık yapmışlardır.

Bunlardan en önemli olanlarından bâzıları şunlardır:

Yedinci Louis: Fransa krallarından. 1120’de doğup, 1180’de öldü. 1137’de babası Şişman Louis’in yerine Fransa kralı oldu. Krallığının ilk yıllarında Vatikan ve ülke içindeki kontlarla anlaşmazlığa düştü. Papa İkinci Innocentius tarafından Vatikan’a girmesi yasaklanınca, 1142’de Vitri şehrini alıp, kiliseyi ateşe vererek bin üç yüz kişiyi de yaktı. Pişman olup, buna karşılık kendi askerlerini öldürdü. 1147’de Müslümanlara karşı tertiplenen İkinci Haçlı Seferine katılıp, 1149’da mağlub olarak Fransa’ya döndü. Haçlı Seferi dönüşü papazlarla iyi geçinip, ülke içindeki karışıklıkları düzeltmek için asilzâdeler ile akrabâlık kurdu ve 1180’de ölünceye kadar Fransa’yı idâre etti.

Ondördüncü Louis: Büyük Louis diye bilinen Fransa kralı. 1638’de doğup, 1715’te öldü. Onüçüncü Louis’in 1643’te ölümüyle, beş yaşında Fransa kralı oldu. 1661 yılına kadar vaftiz babası İtalyan asıllı Kardinal Mazarin kral vekilliği yaptı. Yirmi üç yaşında Fransa’nın tek hâkimi olarak idâreyi ele aldı. Fransa’yı Avrupa’da üstün seviyeye getirmek ve Katolik mezhebini İngiltere’ye yerleştirmek arzusuyla faaliyette bulundu. İngiltere’ye karşı olan siyâsetine, İngiltere Kralı Üçüncü William mâni oldu. İspanya’daki Habsburg Hânedânında kral olarak aday bulunmayınca, torunu Anjou Dükü’nü, Beşinci Felipe adıyla İspanya Kralı yaptı. Ülke içinde, Protestan mezhebine karşı tavır takınıp, Fransa’nın iktisâdî hayâtında büyük rol alan bu mezhep mensuplarının imtiyazlarını kaldırarak, onları sürdü. Saray âlemine ve eğlenceye düşkün olduğundan, sefahatıyla meşhur oldu. Devrinde resim ve heykel sanatı gelişti. Zamânında Boileau, Bossuet, Corneille, Fénelon, La Bruyère, La Fontaine, Perrault, Racine, La Rochefoucauld gibi Fransız meşhurları yetişti. Yetmiş iki yıl krallık yapan Büyük Louis, çalışkan, gururlu biri olup, eğlenceye çok düşkündü.

Onbeşinci Louis: Sevgili Louis lakaplı Fransa kralı. 1710’da doğup, 1774’te öldü. Büyük Louis’in 1715’te ölümüyle Fransa kralı oldu. Beş yaşında küçük bir çocuk olan Sevgili Louis’in yerine 1726’ya kadar, Dükler, kral vekilliği yaptılar. 1725’te Lehistan prensesi ile evlendi. İktidârını evlenmeler yoluyla kuvvetlendirerek, ittifaklar kurdu. 1743’ten îtibâren iktidârda gözdeler hâkimiyeti başladı. Lehistan verâseti ve Yediyıl Savaşlarından Fransa zararlı çıktı. Fransa’nın iç ve dış siyâsetinde, Sevgili Louis’in metresleri idâreye hâkim oldular. Bu sebeple isrâf arttı. Sömürgelerinin bir kısmını İngiltere’ye kaptırması ve saraydaki israflardan memnuniyetsizliğin artması sonucu Sevgili Louis’in elli dokuz yıl süren krallığı, Fransız ihtilâline zemin hazırladı. Fransız ihtilâlinin fikrî ve fiilî liderleri onun devrinde yetişti. 1774 yılında öldü.

Onaltıncı Louis: Fransa ihtilâlinde îdâm edilen kral. 1754’te doğup, 1793’te îdâm edildi. 1774’te Sevgili Louis’in ölümüyle kral oldu. İyi niyetli, saf bir şahsiyeti olduğundan, krallık sarayındaki ahlâk anlayışına davranışları ters düşüyordu. Kendisini ilme verip, hususî meraklarıyla uğraştı. VersaillesSarayından uzaklaşmak için sık sık ava giderdi. Samimî olarak halkın mutluluğunu isterdi. İnsan haklarına saygılıydı. İşkenceyi kaldırıp, Protestan mezhebi mensuplarına medenî haklar verdi. Onaltıncı Louis’in iyi niyyeti, Fransa’yı düzeltemediğinden 27 Temmuz 1789’da ihtilâl oldu. 10 Ağustos’ta tahttan indirilip Fransa’da cumhûriyet îlân edildi. 21 Ocak 1793’te îdâm edildi.

Onsekizinci Louis: Fransa krallarından, Onaltıncı Louis’in kardeşiydi. 1755’te doğup, 1824’te öldü. 1789 Fransız İhtilâlinde İngiltere’ye kaçtı. Fransa’dan kaçan mültecilerin liderliğini yaptı. Ağabeyi Onaltıncı Louis’e ve ülkesindeki kralcılara direnmelerini tavsiye ederek onları dışardan destekledi. Rus Çariçesi İkinci Katerine ve Çar Birinci Alexandr’dan destek gördü. Fransa’da kralcılar tarafından kral tanındığından, Napoléon Bonaparte 1814’te iktidardan düşünce Paris’e gelip, kral oldu. Napoléon’un yüz günlük ikinci iktidarında Belçika’ya sığındı. 1815’te tekrar Fransa kralı olup, 1824’te ölünceye kadar tahtta kaldı. Onsekizinci Louis, çevresindekileri idâre etmesini bilen biriydi.

LOUVRE MÜZESİ

Alm. Das Museum (n), von Louvre, Fr. Musée (m), du Louvre, İng. Louvre museum. Fransız ihtilâlinden sonra 1893 senesinde, Fransa’da açılan ilk devlet müzesi. Paris’te bulunan bu müze emsalleri arasında en ünlülerindendir.

Târihçesi: Louvre, on üçüncü yüzyıl başlarında (1204), Philippe Auguste tarafından ilk şekliyle inşâ ettirilmiştir. Adını İngilizce’de kuvvet, güç anlamına gelen “Lower” kelimesinden alan saray, daha sonra 14. yüzyılda kraliyet merkezi olmuştur. On beşinci yüzyılda ise saray, Loire’nin kıyısına taşınınca Louvre bakımsız kalmış ve 1564’te sarayın Tuileries bölümünün yapımına başlanmış fakat, Üçüncü Napolyon zamanında tamamlanabilmiştir. 1793’te müze hâline gelen saray, 1871’de büyük bir yangın geçirmiştir. Yapılan tâmirât ve değişikliklerle zamanımıza kadar gelen binâ 1932’de son şeklini almıştır.

İçersinde bulunan sanat kolleksiyonları, yenileriyle birleştirilerek büyük bir sanat müzesi hâline getirildi.

Louvre (Luvr) müzesi; yedi bölümden meydana gelmektedir. Her bölümün başında yetkili ve sorumlu kişiler vardır. Bunlar da müze müdürüne bağlıdır. Resim, heykel, doğu sanatları, Mısır sanatları, Yunan sanatları, sanat eserleri, desen gibi dallara ayrılan kısımlardan meydana gelmektedir. Doğu sanatları bölümünde; heykel, Akat uygarlıklarından eserler mevcuttur. Mısır sanatları kısmı ise, Mısır’dan getirilen ve Kahire Fransız Enstitüsü tarafından yapılan araştırmalarda ortaya çıkan, uygarlık örneklerinin tanınması bakımından önemlidir. Yunan sanatları bölümünde; M.Ö. 2000 yılı ile M.S. 3. yüzyıl sanatlarına ve çinilerine rastlanmaktadır.

Sanat eserleri bölümünde, ortaçağdan günümüze kadar gelen süsleme sanatı örnekleri; resim bölümünde, ortaçağ Fransız ve Avrupa resim kolleksiyonları vardır.

Heykel bölümü ise, 19. yüzyıl Fransız sanatının zamanımıza kadarki önemli eserlerini bulundurmaktadır.

Müzenin çok zengin kütüphânesi, konferans salonu ve eğitim bölümü, eserlerin incelendiği ve yenilendiği laboratuvar ile sanat târihi ve müzecilik konusunda eğitim yapan Louvre Müze Okulu da önemli kısımlarındandır.