LİYÂKAT MADALYASI

Alm. (Osmanischer) Verdienstorden (m), Fr. Médaille (f) (ottomane) de service méritoire, İng. (Ottoman) medal of merit. Osmanlı Devleti tebeasından olup da, amme hizmetinde bağlılık, üstün hizmet ve kahramanlık gösterenlere verilen madalya.

İkinci Sultan Abdülhamid Han zamanında ihdâs edildi. Altından ve gümüşten olurdu. Altından olanları 2 dirhem, 6 kırat ağırlığında, 25 mm çapındadır. Madalyonun ön yüzünde padişahın tuğrasıyla Osmanlı arması, arkasında “liyâkat madalyası”, sadâkat ve şecâat gösterenlere mahsus yazı ve 1891 târihi vardır. Savaş madalyalarında, kırmızı kurdelenin üzerine çifte kılıç ve 1913 târihli bir plaka eklenmiştir. Gümüşten yapılanlar 2 dirhem, 2 kırat, 25 mm çapındadır.

Bu madalya, devlete faydası dokunan yabancılara da verilirdi.

LİZOL

(Bkz. Krezol)

LİZOZOM

Alm. Lysosome, Fr. Lysosome, İng. Lysosome. Sitoplazmada bulunan bir hücre organeli. Yuvarlak-oval kesecikler şeklinde olup, elektron mikroskobunda görülebilirler. Dışları tek birim zarla çevrili mikroskobik havuzcuklardır. İçlerinde bir dizi yıkıcı sıvı enzimler (biokatalizör) ihtivâ ederler. Bunlardan belli başlıları; asit fosfataz, beta glukruronidaz, hyaluronidaz, lizozim, asit lipaz, asit dezoksiribonükleaz, kollagenaz, aril sülfataz, fagositin olarak sıralanabilir. Lizozomlar, hayvansal hücrelerin sitoplazmalarında bol miktarda bulunurlar. Alyuvar hücrelerinde lizozom yoktur. İçlerindeki enzimler hücrenin endoplazmik retukulumunda sentezlenir.

Enzimlerinin etkisiyle ölü dokuların otolizine (kendi kendini sindirme) sebeb olduklarından “intihar” kesecikleri olarak da bilinirler. Metamorfoz esnâsındaki gelişme devrelerinde vâki olan doku yıkımlarını yönettikleri gibi, hücre içi sindirimini de sağlarlar.

Lizozomlar, hücre tarafından yutulan maddeler veya hücrenin yaşlanan sitoplazma kısımları ve organellerini sindirmekle görevlidirler. Fazla çalışmalarında hücrenin kendi kendisini yok etmesine doku harabiyetine, az çalışmalarında ise belli maddelerin aşırı depolanmasıyla ortaya çıkan depo hastalıklarına sebeb olabilirler.

LLOYD GEORGE, David

İngiliz başbakanlarından. 1863’te Manchester’de doğdu ve 1945’te Carnovonhire’de öldü. İlkokul öğretmeni olan babası üç yaşındayken ölünce Baptist tarikatı râhibi olan amcası Richard Lloyd’un yanında büyüdü ve ondan etkilendi.

Lloyd George, hukuk tahsili yaptıktan sonra çevresinde meşhur olup, siyâsete atıldı. 1890’da Liberal Parti temsilcisi olarak Avam Kamarasına girdi. 1881’de altın ve elmas mâdenleri bulunan Güney Afrika’da, İngiltere’nin 1899 yılında Hollanda asıllı Boerlere karşı 200.000 kişilik bir orduyla başlattığı savaşın aleyhinde konuşmalar ile İngiltere’nin Güney Afrika politikasına karşı çıktı, ülkede kendisine karşı tepkilere yol açtı. Bu, Birmingham’da aleyhinde yapılan bir gösteriden polis üniforması giyerek kurtulabildi. İngiltere 1902’de Boerler ile yaptığı savaşı kazanarak Güney Afrika’ya hâkim oldu.

1905-1908 yılları arasında Campel-Bannerman kabinesinde ticâret ve 1908’de kurulan Herbert Asquith kabinesinde de mâliye bakanlığı yaptı. Sosyal güvenlik alanında birçok yeni düzenlemeler yaptı ve 1911’de Lordlar Kamarasının veto yetkisini azaltarak Avam Kamarasının gücünü arttırdı.

1914’e kadar barış taraftârı olan Lloyd George, İngiltere’nin, Hindistan yolu üzerinde ciddî bir tehdit unsuru hâline gelen Almanya’nın Belçika’yı işgâl etmesi üzerine Birinci Dünyâ Savaşına girilmesini destekledi. Bunun üzerine 1915’te Levazım ve 1916 yılında savunma bakanlıklarına getirildi. Avrupa’da savaşın çıkmaza girmesi, doğuda Çanakkale Boğazının açılamaması ve Kutül Ammare’de Towsend kumandasındaki 13.000 İngiliz askerinin Osmanlı ordusuna esir olmasını politik bir silâh olarak kullanıp Başbakan Asqulth’ın istifâ etmesini sağladı. 1916 yılında da, onun yerine İngiliz başbakanı oldu. Kurduğu “Savaş Kabinesi” ile otoriter bir şekilde Birinci Dünyâ Savaşı sırasında İngiltere’yi idâre etti. Çanakkale’de hezimete uğrayan İngiliz donanmasını geri çekme kararını bu kabine verdi.

Birinci Dünyâ Savaşı bittikten sonra İngiltere’de 1918’de yapılan seçimleri kazanan Lloyd George, Almanya’nın teslim belgesi olan Versailles Antlaşması’nda İngiltere’yi temsilen bulundu. Ancak ülkedeki ekonomik hayatın giderek kötüleşmesi ve İrlanda’daki karışıklıklar kendisinin ve partisinin îtibârını büyük ölçüde sarsmaya başladı. Birbirine çok yakın bu iki ada arasındaki kültür, mezhep ve menfaat ayrılıkları, İngiltere’nin İrlanda’ya karşı mütemâdiyen tatbik ettiği baskıları sebebiyle giderek derin ihtilaflara dönüştü.

Özellikle 1850’lerde İrlanda’da başlayan açlık ve kıtlık, sosyo-ekonomik hayâtı devamlı kötüleştirmiş, sömürge imparatorluğu olan İngiltere’nin menfi davranışları da birçok ayaklanmalara yol açmıştı. 1921’deki ayaklanma çok büyük boyutlara ulaşınca Lloyd George, İrlanda’nın bağımsızlığını kabul etmek zorunda kaldı. Muhafazakâr Partinin buna karşı gösterdiği tepkiler ve 1919’da sebeb olduğu Anadolu’daki Yunan istilasının Sakarya’da durdurulup, Yunan ordularının bozguna uğratılması sonucu İngiliz halkı üzerindeki îtibârını büyük ölçüde kaybetti. Bunun üzerine Lloyd George ve partisi Liberal Parti 1922 seçimlerinde halkın desteğini kaybetti.

1944’te kontluk pâyesi verilen Lloyd George, 1945’te Avam Kamarasından çekildikten kısa bir süre sonra öldü.

LOBİ

Alm. Lobby, Vandelhalle, Fr. Couloir (m), Lobby, İng. Lobby. Amerika’da, eski parlamenterlerin, parlamento (Kongre) binâsında meydana getirdikleri grup. İngilizce olan lobby kelimesi, “hol, koridor, kulis” mânâlarına gelir. ABD’de Temsilciler meclisi ve Senato eski üyeleri, kongre koridorlarında dolaşırlar ve buralarda lobi adı verilen bir grup meydana getirirler. Bu gruplar resmî değildir. Amerika’da yaşayan azınlıklar vâsıtasıyla, dış devletlerin menfaatlerini temin etmeye çalışan lobiler de mevcuttur.

Lobicilik önceleri suç sayılmış ve yasak edilmişti. Fakat devlet bunlarla baş edemeyince 1946 târihli bir kânunla, belli şartlarla serbest bırakıldı. Buna göre, lobiler, hangi devlet adına çalıştıklarını, aldıkları yardımları, kimden aldıklarını bildirecekler ve fiş keseceklerdi. Bugün gelirleri milyarlarca doları bulan lobiler mevcuttur.

Amerika’da birçok önemli mesele ve konu parlamento koridorlarında lobiler tarafından halledilmektedir. Amerika’da bugün yürürlükte olan 1787 târihli Anayasa, başkanlık hükümeti sistemini kabul etmiştir. Bu sistemde yasama organı durumundaki kongre ile, yürütmeyi tek başına temsil eden Başkan, karşılıklı olarak son derece geniş yetkilere sâhiptir. Bu sistemde kongre, Başkana güvensizlik oyu verip düşüremeyeceği gibi, başkanın da, kongreyi feshederek, seçimlere gitmek yetkisi yoktur. Bu sebeple Amerika’daki sistemin işlemeyeceği, günün birinde donup kalacağı zannedilmiştir. Fakat lobi sistemi sâyesinde başkanlık rejimi işleyebilmiştir. Çünkü kongre ile Başkan arasında herhangi bir konuda ihtilaf çıkarsa, araya derhal lobi girmekte ve meseleyi hallederek aralarını bulmaktadır. Yâni her iki tarafı sulh edip asgarî müşterekte birleşmelerini sağlamaktadır. Lobi, Başkan ile kongre arasında köprü vazifesini görmektedir. Bunlar eski parlamenterler oldukları için siyasî sahada tecrübeleri oldukça fazla politikacılardır. Bu yüzden arabuluculuk faaliyetini çok iyi başarırlar.

Lobiler, bazan dış devletlerin menfaatlerini korumak için de kurulur ve faaliyette bulunur. Hattâ bunlar, “Rum lobisi”, “Ermeni lobisi”, “İsrail lobisi”gibi isimler alabilmektedirler. Bu lobiler belli gruplar ve devletlerin menfaatleri için çalışırlar. Meselâ Rum lobisi Yunanistan lehine, Amerika Kongresinden karar çıkmasını sağlamaya çalışırlar. Aynı lobi, diğer taraftan da Amerikan Kongresinde Türkiye aleyhine faaliyetlerde bulunurlar. Türkiye’ye yapılacak askerî ve ekonomik yardımları engellemeye ve mikdârını azaltmaya çalışırlar.

Çok önemli etkisi olan lobiler için “Üçüncü Meclis” tâbiri kullanılmaktadır. Yâni Temsilciler Meclisi ve Senatonun yanında üçüncü bir meclis olarak lobi gözükmektedir. Bâzıları da lobicilik için, “Koridor Parlamentasizmi” tâbirini kullanmaktadırlar. Bunlara “Kanun Simsarları” diyenler de vardır.

İlk zamanlar suç sayılan lobicilik, artık bir meslek hâline gelmiş ve eski parlamenterlerin inhisârından (tekelinden) çıkmıştır.

LOBUT

Alm. Keule (f), Fr. Massue, masse, (jimn) mil (m), İng. Cudgel; club. Kısa ve kalın sopa. Eskiden süvârilerin kullandıkları yetmiş, seksen cm uzunluğunda dört parmak kalınlığındaki ağaca “lobut” denirdi. Biniciler bunu hayvan üzerinde cirit gibi düz olarak kullanırlar veya dikine doğru havaya fırlatırlardı. Süvârilere hareket, cirit atmayı alıştırma ve kollarını kuvvetlendirme işlerinde çok faydalı olan lobutlar, eskiden beri kullanılmaktadır. Ateşli silâhların bulunmasından önce, kale içlerine atılarak içeridekilerin yaralanmalarını sağlamak için de kullanılmıştır. Sonraları binicilerin çalışma ve gösterileri için kullanılan lobutları iyi bir atıcı, 25-30 m ileriye atabilirdi.

Günümüzde, çeşitli spor branşlarında, vücut geliştirme için lobut çok kullanılmaktadır. Eskilere göre, değişik bir şekli olan lobutlar, küçük büyük herkesin kullanabilme durumuna göre, üç boyut hâlinde tahtadan yapılır. Eğer düzenli olarak kullanılacak olursa vücûda faydası çoktur. Kullanırken, lobutun topuzu işâret ve orta parmak arasından avuç içinde kavranır. Her iki el önden arkaya doğru hareket ettirilir. Arkada havada iken tartılarak her iki kol tarafına doğru açılır ve tekrar öne getirilir. Bu hareket ritmik olarak 10-15 defa yapılır. Lobutu böyle kullanınca kol, bilek, pazu ve sırt adaleleri gelişir.

LODOS

(Bkz. Rüzgârlar)

LOGARİTMA

Alm. Logarithmus  (m), Fr. Logarithme (m), İng. Logarithm. On yedinci yüzyılın başında hesapları hızlandırmak için yapılan bir buluş. 300 yıldan daha uzun bir zaman, temel bir hesap metodu olmuştur. On dokuzuncu yüzyılda masa hesap makinalarının doğuşu ve yirminci yüzyılda elektronik hesap makinalarının ortaya çıkışı, logaritmaya olan ihtiyâcı azaltmıştır. Ancak logaritmik fonksiyonların teorik ve uygulamalı matematikte özel bir yeri vardır.

Logaritma, birbirinden habersiz çalışan iki kişi tarafından keşfedilmiştir. Bunlar; 1614’te İskoçyalı John Napier ve 1620’de İsviçreli Joost Bürgi’dir.

Logaritma üzerinde önemli çalışmaları olan bir Türk bilgini de Gelenbevî İsmail Efendidir. Kendisi büyük matematikçi olup, mantıkla da uğraşmıştır. 1730-1790 yıllarında yaşayan bu büyük âlimin Logaritma Risalesi isimli çok açık, anlaşılır yazılmış bir eseri mevcuttur.

Logaritmayı açıklamak için 2x2x2= 8 ifadesine bakalım. Bu 23= 8 olarak kısaca yazılabilir. Bu örnekte 3, 8’in 2 tabanına göre logaritması denir. Başka bir örnek, 2x2x2x2= 16 ve 24= 16 yazılırsa, burada 4, 16’nın 2 tabanına göre logaritmasıdır. Genel olarak bx= N ifâdesinde N’nin b tabanına göre logaritması, x’tir. Her ne kadar her pozitif sayı taban olarak kullanılırsa da genel olarak logaritma 10 ve “e” (yaklaşık, 2,7182) tabanına göre hesaplanır.

Bayağı veya âdi logaritma: Eğer logaritma 10 tabanına göre olursa, bu logaritma bayağı (âdî) logaritma veya keşfeden Henry Briggs’e izâfeten Briggs logaritma denir. Âdî logaritma; 102= 100, 103= 1000, 104= 10000 eşitliklerine dayanır. bx= N genel denklemi 10x= N şekline, veya log10N= x hâline gelir. Genelde buradaki 10 sayısı yazılmaz, sâdece logN yazılır. Meselâ; log150= 2,1761’dir. Buradaki 150 sayısı 100 ile 1000 yâni 102 ile 103 arasında olduğundan logaritması 2 ile 3 arasındadır. Bu maksatla özel logaritma tabloları hazırlanmıştır.

Logaritma kullanılarak çarpmalar, toplamaya çevrilir. Meselâ; 150 ile 254’ü çarpmak için, iki sayının logaritmaları tablodan bulunur ve toplanır. Sonra bu logaritmaya karşı gelen sayı tablodan aranır ki, bulunan sonuç, sözkonusu iki sayının çarpımından ibârettir. 150 ve 254’ün logaritmaları sıra ile 2,17661 ve 2,4048’dir. Toplam 4,5809 olur. Logaritması bu olan sayı aranırsa, 38100 bulunur.

Ancak logaritmanın tam kısmı, meselâ 150’nin logaritması olan 2,1761’de 2, tablodan elde edilmez. Tablodan bunu takip eden sayılar okunur. 150 sayısının 100= 102 ile 1000= 103 arasında olduğu düşünülerek tamsayı kısmının 2 olduğu anlaşılır. Çarpma, logaritmaların toplam yapılarak elde edildiği gibi, bölme de, logaritmalar çıkarılarak elde edilir.

Tabiî logaritma: Eğer taban olarak yaklaşık 2,71828 olan “e” sayısı alınırsa, bu logaritma tabiî logaritma veya keşfeden John Napier’e izâfeten Napier logaritması olarak da isimlendirilir. loge N yerine 1nN ifâdesi kullanılır. Meselâ, 1n2= 0,6932’dir. Tabiî logaritma genel olarak, ilmî kanunların ifâdesinde sık sık ortaya çıkar.

Âdi ve tabiî logaritmalar birbirleri ile alâkalı olup, tabiî logaritma, âdi logaritmaya 0,4343 sayısı ile çarparak çevrilebilir.

Âdi ve tabiî logaritmaların dışında herhangi pozitif bir reel sayı tabanına göre de logaritma kullanılır. Ancak negatif sayıların hiçbir tabana göre logaritmasının olmayacağı açıktır.

LOHUSA ŞERBETİ

Alm. Sherbett der Wöchnerin (m), Fr. Sirop de accoucheé, İng. Scherbet of woman in childbed. Doğum sebebiyle yapılan şerbetin adı. Örf ve âdetlerine yüzlerce yıldır bağlı olan Anadolu halkının terk etmediği an’anevî (geleneksel) bir ikrâmdır.

Çocuk doğunca, gözü aydına, hayırlı olsun demeye gelen eş, dost ve akrabâya, yörenin âdetine göre bardaklarla, sıcak veya soğuk şerbet verilir. Kırmızı boyalı, tarçınlı olan şerbet, bolca şekerli olurdu. Evdeki ikrâmın dışında, sürahilere konan şerbet, müjdeci adı verilenlerle, dost ve akrabâya gönderilirdi. Bu sürâhinin kapağına yemeni bağlanırsa kız, boğazına bağlanırsa oğlan olduğuna işâret ederdi. Müjdecilere, gidilen evlerden çeşitli hediye vermek âdettendi. Büyük şehirlerde unutulmaya yüz tutan bu âdet, köy ve kasabalarda bugün de görülür.

LOHUSALIK (Loğusalık)

Alm. Wochenbett (m), Fr. Couches (f.pl), İng. Childbed. Doğumun üçüncü devresi olan plasentanın (eş) çıkarılması ile başlayan ve anne vücûdunda, gebeliğe bağlı değişikliklerin eski hâline dönmesi için geçen, 6-8 haftalık devre. Lohusalık devresindeki anneye lohusa denir. Anne vücûdunda eskiye dönüş, hiçbir zaman tam olarak meydana gelmez.

Pelvis tabanı (urogenital diyafram), doğumdan sonra devamlı olarak bir miktar gevşek kalır. İlk doğumdan sonraki doğumların daha kolay ve kısa sürede olmasının sebebi budur.

Doğumdan sonra, hâmilelik esnasında âdet görmeyen annenin tekrar âdet görmeye başlaması, bebeğinin emzirilmesine bağlı olarak değişmekle beraber, 6-8 haftada başlayabilir. Ama âdet kanamasının dört haftada, yumurtlamanın (ovulasyonun) iki haftada başladığı anneler de vardır.

Karın duvarında: Yeni doğurmuş annede karın orta hattını kapatan kaslar, bir miktar gevşek ve ayrıktır. Bu gevşeme, lohusalık sonunda düzelir. Ama bâzan tam düzelme görülmez. Karın cildinde; gebelikte meydana gelen morumsu çizgi ve çatlaklar beyaz-sedef rengi alarak kalır. Bunlara stria adı verilir.

Sıvı, kan ve kilo fazlalığı: Terleme ve idrarla sıvı atılımı artar. Akyuvarlardaki artış ve kilo fazlalığı bir kaç haftada normale iner.

Lohusalıkta anneden süt salgılanmaya başlanması, annede meydana gelen ve bebeğin emmesinin yardım ettiği hormonal değişikliklere bağlıdır. Bu sebeple bebeklerini emzirmeyen annelerde, kısa bir süre sonra süt salgılanması kesilir.

Lohusa bakımından önemli noktalardan birisi uterus (rahim) küçülmesinin kontrolüdür.

Vajinal kanama ve lochia (akıntı) kontrolü: Bu mevzu doğumda anne cinsî organlarında meydana gelebilen hasarlardan dolayı aşırı kan kaybını gözden kaçırmamak açısından çok önemlidir. Ayrıca lochia renginde normal dışı değişmeler ve kötü koku, annede mikrobik bir hadisenin geliştiğini göstermesi bakımından takip edilmelidir.

Ateş ve nabız: Ateş çıkması ve nabzın hızlanması annede mikrobik bir hadise geliştiğine işâret eder. Sâdece nabız hızlanması annenin aşırı kan kaybına bağlı olabilir. Bu hâlde kanayan yer tesbit edilerek gerekli müdahale yapılır, gerekirse anneye serum ve kan verilir.

İdrar miktarındaki değişiklik: Doğum sonrası mesane (idrar kesesi) üzerinden uterusun (rahimin) ağırlığı kalktığı için anne bir süre idrar yapamayabilir. Bu süre 6-8 saati aşarsa idrarın karından masajla veya sondayla boşaltılması gerekir.

Temizlik: Lohusalıkta kadın üreme organları mikroplara karşı daha açık olduğundan lohusa kadınlar oturarak banyo yapmamalı, ayakta yukarıdan su dökerek veya duş şeklinde banyo yapmalıdırlar. Dış organlar tuvalet ihtiyacı karşılandıktan sonra antiseptik mâyiye batırılmış pedle (bez parçasıyla) tek hareketle önden arkaya silinerek temizlenmeli ve aynı ped tekrar kullanılmamalıdır.

Emzirme: Bebek mümkünse doğar doğmaz anne tarafından anne sütüyle emzirilmeli ve ilk altı ay anne sütü yeterliyse bebeğe ek gıda verilmemelidir. Çünkü bebek için en kıymetli gıda anne sütüdür. Bebek emzirilmeden önce meme başları sırasıyla sabunlu, bikarbonatlı ve duru suyla temizlenmelidir. Emzirdikten sonra anne göğüslerini tekrar temizlemeli ve meme uçlarında çatlak meydana gelmemesi için doktorun tavsiye edeceği kremleri kullanmalıdır. Memelerde meydana gelecek çatlak ve iltihaplanmalar hem bebeğin beslenmesini bozar, hem de emzirme hadisesini anne için ağrılı bir hâle getirir. Anneler, emzirdikleri sürece, sıkı sütyen kullanmamalıdırlar. Çünkü sıkı sütyen memeye baskı yaparak sütün azalmasına ve giderek kesilmesine yol açar.

Beslenme: Normal doğumları takiben anne, doğum öncesi aldığı gıdaları yiyebilir. Süt salgılanmasının yeterli olabilmesi için kalp, böbrek gibi organları hasta olmayan (sıhhatli) anneler, hergün yediklerine ek olarak 2500-3000 cc (2,5-3 lt) sıvı gıda almalıdırlar.

Erken hareket: Normal doğum yapan anneler aynı gün içinde ayağa kalkabilirler. Ayağa kalkamayan anneler yatakta kol ve bacak egzersizleri (hareketleri) yaptırılarak kan dolaşımı hızlandırılır ve kan pıhtılaşması önlenmeye çalışılır. Karın kaslarındaki gevşeme egzersizle giderilebilir. (Bkz. Hayz ve Nifas)

LOHUSALIK HUMMASI

Alm. Puerperalfieber, Kindbettfieber (n), Fr. Fièvre (f), puerpérale, İng. Puerperal fever, childbed fever. Doğum veya düşüğü takiben kadın üreme organlarında ortaya çıkan bakteriyel bir enfeksiyon. Lohusalıkta ortaya çıkan enfeksiyonlar, genellikle rahim iç yüzünde husûle gelirler. İltihabın ortaya çıkması plasentanın (eşin) ayrıldığı yerde olduğu gibi, üreme yollarının herhangi bir bölümünü de içine alabilir. Yayılma istidadı da gösteren hastalık, diğer vücut bölümlerine geçebilir, çok tehlikeli bir komplikasyon olarak peritonit (karın zarı iltihabı) yapabilir. Rahim toplardamarlarında (venalarda) husule gelen mikroplu tıkaçlar parçalanıp kan dolaşımına karışabilir ve septisemi (kan zehirlenmesi) olabilir. Lohusalık hummasının en tehlikeli yanı da budur. Hastalığın ciddiyeti, sebep olan mikrobun hastalandırıcılık gücüne, dokuların durumuna ve vücudun direncine göre değişir.

Hastalık hakkında ilk bilgilere M.Ö. beşinci yüzyıldan kalma eserlerde rastlanmaktadır. Bu tarihteki yazılarda, “Rahmi mikrop kapan bir kadın mutad olarak ölür.” denmektedir. 1651’de William Harsey, plasentanın ayrılma yerinde olan bir ülseri, hummanın sebebi olarak göstermiştir. 1795’te Alexander Gordon, başka kadınların doğumlarında bulunmuş ebe veya doktorların mikroorganizmayı taşıdığını ve uterusa yerleşmesine sebep olduğunu savunmuştur. Aynı şekilde Jean Louis Baudelaque, 1789 yılında, üreme yollarıyla temas eden eller veya âletlerden hastalığın geçtiğini bildirmişti.

Louis Pasteur, 1879 yılında, bu hastalığa yakalanmış bir kadındaki akıntıdan yaptığı preparatta birkaç küçük zincir yapan noktamsı bakteriler izole etmeyi başardı. Bunlar, lohusalık hummalarının en öldürücü olanlarını yapan Streptokok cinsi bakterilerdi. 1935 yılında Rebecca Lancefield ve Ronald Hare, aynı çeşit mikrop tarafından ayrıca anjin, kızıl ve cerrâhî işlemler sonunda ortaya çıkan ağır enfeksiyonların yapıldığını bildirdiler. Daha sonraki araştırıcılar streptokokların kadın üreme organlarında bulunmadığını, diğer vücut kısımlarından özellikle üst solunum yollarından bulaştığını açıkladılar. Lohusalık humması yapan diğer mikroorganizmalar stafilokoklar, eschericia coli ve clostridum welchi’dir.

Belirtiler: Hastalık belirtileri genellikle doğumdan sonraki üçüncü günde ortaya çıkar. Titremelerle ateş yükselir ve 38°C’yi geçer. Nabız hızlanır ve genel bir düşkünlük hâli ortaya çıkar. Rahmi büyük ve hassastır, akıntı iltihaplı (cerehatli) ve pis kokulu olabilir. Tehlike işaretleri; inatçı yüksek ateş, titremelerin devamı, şuur bulanıklığı, ishal ve havalelerdir. İyi seyreden vakalarda hastalık ilerlemez ve üreme organlarında hudutlu kalır. Yayılması hâlinde daha büyük tehlikeler ortaya çıkar. 1660’lara kadar lohusalık hummasından ölümlerin yarısı peritonitlerden dolayı idi.

Korunma: Gebenin muayene, taşınma, doğum ve doğum sonrası işlemlerinde asepsi (mikropsuzluk)ye son derece dikkat edilmelidir. Ehil olmayan kişilerin ve yeterli mikropsuzlaştırmaya tâbi tutulmamış âletlerin doğumda kullanılmaması gerekir. Doğum manevraları sırasında ebe veya doktorun, işlemleri son derece nazik ve zarar vermeden yapması gerekir.

Tedâvi: Lohusalık hummasının belirtileri başgösterince ilk yapılacak şey hastanın izole dilmesidir. Akıntılardan kültür yapılıp mikroorganizmanın tanınması, yapılacak ikinci ve önemli iştir. Kültür-antibiyogram sonuçlarını beklerken, geniş etkili bir antibiyotikle tedâviye başlanır. Kültürün sonucuna göre antibiyotik değiştirilebilir. Akıntıların kolayca akması için gerekli tedbirler alınır ve kansızlık varsa kan transfüzyonu yapılır.

1935 yıllarında sulfonamid cinsi antimikrobik ilâçlar bulunana kadar tedâvi birkaç basit tedbirden ibâretti. Bu târihe kadar sâdece sınırlı kalmış enfeksiyonlar hastanın direncinin de yüksek olduğu durumlarda iyileşebiliyordu. Sulfamitler ve daha sonra penisilinin bulunması, hastalığın tedâvisini mümkün ve başarılı kılmıştır. Günümüzde antibiyotik tedâvisi çoğu sahada çok başarılıdır. Apse husûle gelmişse cerrâhî olarak boşaltılması gerekir.

LOHUSAOTU (Aristolochia)

Alm. Osterluzei (f), Fr. Aristoloche (f), İng. Aristolochia. Familyası: Lohusagiller (Aristolochiaceae). Türkiye’de yetiştiği yerler: Türkiye’nin çoğu yerinde farklı türleri yetişir.

Mayıs-ağustos ayları arasında, tüpsü-boru veya saksafon şeklinde, sarımsı-yeşilimsi veya kahve renkli çiçekler açan, 20-80 cm boylarında otsu bitkiler. Lohusaotu bitkisi, yılanotu, zeravent, develiotu, karga kavunu vs. gibi isimlerle çeşitli bölgelerimizde, mahallî adlarıyla bilinirler.

Lohusaotunun memleketimizin çeşitli yerlerinde bulunan 24 türü bulunmaktadır ki, bunun da on ikisi sâdece memleketimize has olarak yetişmektedir. Bu cinsin bâzı türleri, eskiden doğumlarda kullanıldığından bu ismi almıştır. Tropik ve mûtedil bölgelerde, özellikle Orta ve Güney Amerika’da yetişen 500 kadar türü bulunmaktadır. Memleketimizde yetişen türlerinin bir kısmı, tıbbî olarak kullanılmaktadır.

Kullanıldığı yerler: Lohusaotunun kalın depo kökleri vardır. Bu kökler tanen, nişasta, şekerler, uçucu yağlar, acı maddeler, reçine ve organik asitler ihtivâ eder. Halk arasında romatizmaya karşı, yaraları iyi edici olarak, yılan sokmalarına karşı, mîde ülserlerine karşı kullanılmaktadır.

LOHUSAOTUGİLLER (Aristolochiaceae), Osterluzei

Alm. Hohlwurz (f), Fr. Aristolochiacés, İng. Aristolochiaceae. Çiçekleri çoğunlukla borazan şeklinde, erdişi, yaprakları büyük ve yürek şeklinde, sarmal dizilişli, otsu ve bir kısmı sarılıcı bitkiler. Çiçek örtü yaprakları birbiriyle birleşerek taban kısmında genişleyen borumsu ve saksafon gibi bir şekil almıştır.

Çoğunlukla tropik bölgelerde yetişen yedi cins ve 600 kadar türü vardır. Boru şeklindeki çiçeğinin iç tarafı aşağı doğru kıvrılmış tüyleri olması dolayısıyla, ilgi çekici bir tozlaşma sistemini ortaya çıkarmıştır. Bu tüyler çiçeğe gelen böceklerin aşağı inmesine mânî olmaz, fakat çıkmalarına mânî olur. İçeriye giren böceklerin diğer çiçeklerden getirdikleri çiçek tozlarıyle tozlaşma olduktan sonra ve çiçeğin erkek organları çiçek tozlarını böceğin üzerine döktükten sonra kopan tüylerin buruşması ile böceğin çıkış yolu yeniden açılmış olur.

LOJİSTİK

Alm. Versorgungswesen (n), Fr. Logistique (f), İng. Logistics. Askerî birliklerde, barış ve bilhassa seferî zamanlarda kıtaların taşınması, silâh, cephâne, gıdâ ihtiyaçlarının ve sağlık hizmetlerinin karşılanması ile ilgili bölüm. Riyazî mantık (matematiksel mantık) mânâsına gelir. Lojistikten bahis açıldığında mevzuun hesâba dayandırılması esastır. Bu sebepten “Lojistiğin hükmü mutlak, tesiri kati’idir” denir. Lojistiği üç ana bölümde târif etmek uygundur.

Millî lojistik: Bir milletin, millî hedeflerine ulaşabilmesi için, kâfi derecede insan, ikmâl maddesi ve techizâta olan ihtiyâcını plânlaması, temin etmesi ve idâme etmesini ihtivâ eder.

Jeolojistik: Bir milletin harp gücünü artırmak üzere, başka millet veya milletlerden malzeme yardımı sağlamasına denir.

Askerî lojistik: Millî lojistiğin sağladığı imkânları, askerî harekâtı en iyi bir şekilde destekleyecek tarzda sevk ve idâre etme sanatıdır.

Diğer bir târif ile askerî kuvvetlerin barışta ve savaşta sıhhatle harekâtı için ikmâl ve servisle desteklenmesidir. Lojistik, askerlik ilminin taktik, strateji, istihbarat konuları ile berâber dört temel unsurundan biridir. Lojistik, askerî birliklerin ikmâl, yer değiştirme, bakım ile ilgili konularının planlanması ve icrâatını içine alır.

Lojistiğin üç ana unsuru vardır. Bunlar: İkmâl, nakil ve bakımdır. İkmâl, genel mânâda, devletin millî savunmasına bütçesinden ayırdığı harcama demektir. Teknik gelişmelerle birlikte silahların da modernleştirilmesi, ikmâl konusuna girer. Meselâ, ABD’nin son yıllarda geliştirdikleri, uzaydan, uzun menzilli nükleer başlıklı füzelerin tahrib edilmesi bir ikmâl projesidir. İkmâl, küçük birliklerin, silâh ve malzeme açısından beslenmesi şeklinde dar mânâsıyla da geçerlidir.

Nakil, silahlı kuvvetlerin mevcud insan ve malzemesinin, bir yerden diğer bir yere taşınmasıdır. Nakilde bağlantı, kaynaktan kullanılacak yere doğru, okyanus, hava, nehir ve kara yolları ile olur. Sivil nakil vâsıtaları, savaş durumunda, askerî teşkilâtlara devredilir.

Lojistiğin en mühim unsuru, servistir. Servis konusuna her türlü idârî konular, hastâne, bütçe temini ve harcaması, fabrikalar, tersâneler, tâmir atölyeleri, lojmanlar, spor tesisleri girer. Elektronik bilgi işlem merkezleri ile bu kalabalık iş yükü hafifletilir.

Lojistik, bütün devletlerin orduları için çok önemlidir. Bu sebepten her devlet bu hususta çok titiz davranmaya çalışır. Lojistik; taktik ve stratejik askerî harekâtın devamlılığı için, istihbârâtla berâber gereklidir. Askerî harekâtta taktik ve strateji ne kadar mükemmel olursa olsun lojistik yoksa, her şey kâğıt üzerinde, teorik olarak, kalır ve askerî birlikler savaş yapmadan eriyip gider.

Lojistik, devletlerin, iktisadî güçleri ile askerî güçleri arasında idâmesi şart olan bir bağdır. Lojistiği meydana getiren bölümler, her savaşta her zaman mevcuttur. Bu bölümlerin görevi, savaşan kuvvetlerin yayılmasını, hareket etmesini sağlamaktır.

Târihin başarılı komutanları, şüphesiz kuvvetlerinin lojistik bakımdan desteklenmesine özel bir alâka göstermişlerdir. Ne yazık ki birçok asker târihçiler, lojistik destekle ilgili konulara eserlerinde çok az yer ayırmışlar, strateji ve taktikle ilgili hususlara daha çok ağırlık vermişlerdir.

Meselâ, dünyânın üç kıtasında sefer yapmış ve parlak zaferler kazanmış olan târihte “Osmanlı” adı ile ün salmış büyük Türk Ordusunun, lojistik destek faaliyetlerine âit derli toplu bir eserin bulunmayışı acı bir gerçektir.

Târihte, Yavuz Sultan Selim Hanın 80.000 kişilik ordusuyla Mısır’a kadar 2700 kilometrelik bir yolu günde ortalama 26 km süratle geçtiği ve Sina Çölünü günde 45-50 kilometrelik bir hızla 13 günde geçerek Ridâniye Zaferini kazandığı harekâtın, lojistiğine âit çok az şey bilinmektedir.

Bir kum deryâsı, bir yanardağ krateri gibi kaynayan Sina Çölünü, o târihe kadar (1517) geçen ordu görülmemiştir. Büyük İskender buraya geldiği vakit, askerlerini denizden göndermeye mecbur olmuş, Timur Han Hindistan’ı, İran’ı, Anadolu’yu, Arabistan’ı fethedip Sina Çölüne dayanınca çâresiz kalarak geri dönmüştür. İkinci Dünyâ Harbinde Hitler, sâdece bu çölü geçmek için, 20. asır tekniğiyle, susuz çalışan “Wolkswagen” motorunu yapmış olmalarına rağmen Yavuz Sultan Selim Hana yetişememiştir. Kuma konan yumurtayı 40 saniyede pişiren bu çölü, 1967 yılında İsrail modern tankları ve vâsıtaları kullanarak zor geçmiş, araç ve tank arızası çok yüksek olmuştur.

Günümüzde meydana gelen teknolojik patlama ile ortaya çıkan yeni silah, araç ve gereçlerin birkaçı hâriç hepsi harpte gerçek bir denemeye tâbi tutulmamıştır. Bunların tesirlerinin askerî ve ilmî yönden incelenmesi, lojistik desteğinin sağlanması açısından çeşitli problemler ortaya çıkaracaktır. Bunların başında ikmâl gelmektedir. Lojistik yalnız ikmâl değil, bütün savaş, silâh araç ve gereçlerinin öğrenimi ve tecrübesidir.

Dünyâ devletleri silâhlı kuvvetleri, dünyâ harplerinden edindikleri tecrübelerle dâimâ hazır durumda bekleyen, harp birliklerini andıran lojistik destek birliklerini sevk ve idâre eden lojistik komutanlıkları ihdâs ettiler. Süper devletlerde ise her kuvvete âit ayrı lojistik destek birlikleri vardır.

Lojistiğin, uzun süreli bir savaşta daha çok önem kazanacağı bir gerçektir. Günümüzde, silahların tahrip gücünün büyük ölçülerde artması karşısında lojistikçilerin karşılaştıkları problemler gitgide daha karmaşık hâle geldiği gibi, gelecekteki savaşlarda bu problemlerin daha da zorlaşacağını göstermektedir.

Lojistik bakımdan gelecek harplerinin en korkunç bir yönü de kitle tahrip silâhlarının kullanılmasıdır. Sıhhî tahliye ve tedâvi, büyük çapta ehemmiyet kazanacaktır. Personel kayıplarını asgariye indirmek için tedbirler sulh zamanında düşünülmelidir. Sivil savunmaya gereken ehemmiyetin verilmesi, halkın nükleer silâhlardan korunma konusunda eğitilmesi bir zarûrettir.

Silâhlı kuvvetler lojistiği, özellikle askerleri ilgilendirdiği kadar millî ekonomiyi ve siyâseti ihtivâ eden bir idârî meseledir.

LOKAL GARANTİ

Alm. Locale garantie, Fr. Garantie locale, İng. Local guarantee. İthâlat bedelinin güvence altına alınmasını amaçlayan bir önlem. Bu özelliğiyle teminat mektubuna benzer. Akreditifli ödemede, ihrâcatçı malları sevk eder etmez, malı temsil eden belgeleri ülkesindeki bankaya vererek ithâlat bedelini tahsil eder. İthâlat garantisi karşılığında yapılan sevkiyatta ise, mal bedeli genellikle belgelerin alıcı eline geçmesinden ve depo edilen malın bedelinin transferinden sonra ödenir.

Garanti lokalde ithâlatçının önceden kuvertür tesis etmesi gerekmez. Bu sebeple de garanti lokal ithâlatçı açısından daha kolay ve ucuzdur. Buna karşılık ihrâcatçı mal bedelini sevkiyattan çok sonra tahsil edebilir. Garanti lokal niteliklerine göre döviz transfer garantileri, TL ödeme garantileri ve kur farkı garantilerinden meydana gelen üç gruba ayrılabilir.

LOKAVT

Alm. Aussperrung (f), Fr. Lock-out (m), İng. Lockout. İş yerinde faaliyetin tamâmen durmasına sebeb olacak tarzda, işveren ve işveren vekili tarafından, kendi teşebbüsü ile veya bir işveren kuruluşunun verdiği karara uyarak, işçilerin topluca işten uzaklaştırılması. Kelime olarak, İngilizcede lock-out “birinin yüzüne kapıyı kapama”dır.

Toplu iş sözleşmesinin işçi sendikası ile işveren veya işveren sendikası arasında yapılması sırasında, ihtilâf veya uyuşmazlık çıkması ve işçi sendikasının da kânuna uygun “grev” kararı alması hâlinde, kânun hükümlerine uygun olarak yapılan lokavta “kânûnî lokavt;” kânûnî lokavt için aranan şartlar gerçekleşmeden yapılan lokavta ise “kânun dışı lokavt” denir. Hâlen yürürlükte olan kânunlara göre, siyâsî maksatlı lokavt, genel lokavt, dayanışma lokavtı kânun dışı sayılmıştır.

Devletin ülkesi ve miletiyle bölünmez bütünlüğüne, millî egemenliğe, cumhûriyete, millî güvenliğe ters maksatlı lokavt yapılması, kânunlarla kesin olarak yasaklanmıştır. 1936’da çıkartılan 3008 sayılı iş kânununda, grevde olduğu gibi lokavt yapılmasının yasak olduğundan bahsedilmiştir. 1961 Anayasası ile grev hakkından bahsedilerek lokavta başvurulmasının ayrıca kânunla düzenleneceği hükmüne yer verilmiştir. Anayasaya bağlı olarak 1963 senesinde çıkartılan 275 sayılı, Toplu İş Sözleşmesi, Grev ve Lokavt Kânunu’nda grev ve lokavtın yapılma şartı ve esasları düzenlenmiştir. Bu düzenlenmeden sonra ülkemizde, 1980 senesine kadar sayısız ideolojik maksatlı yıkıcı grevler yapılmasına karşılık lokavta da başvurulmuştur; değeri milyarları bulan iş gücü ve millî servet kaybına sebeb olunmuştur. 1982 Anayasası’nda grev hakkı ile lokavta başvurma usûl ve şartları yeniden düzenlenmiştir. Yine 1982 Anayasası’nın 54’üncü maddesinde, “Grev hakkı ve lokavt iyi niyet kurallarına aykırı tarzda, toplum zararına ve millî serveti tahrib edecek şekilde kullanılamaz.” hükmüne yer verilerek, grevde olduğu gibi, lokavta başvurulmasında da ülke zararına olan durumlarda bir sınırlama getirilmiştir.

1982 Anayasası’na bağlı olarak 7.5.1983 târihinde 2822 sayılı Toplu İş Sözleşmesi, Grev ve Lokavt Kânunu yürürlüğe konmuştur. Bu kânuna göre, (can ve mal kurtarma), (cenâze ve tekfin), (su, elektrik, havagazı, kömür, tabiî gaz ve petrol sondajı, üretimi, tasfiyesi ve dağıtımı) işleri ile (banka ve noterlik hizmetleri), (demiryolu, itfaiye, temizlik ve şehir içi deniz hatlarında) grev yapılamayacağı gibi lokavta da başvurulması yasaklanmıştır. Eğitim ve öğretim kurumları, çocuk bakım yerleri, huzurevleri, Millî Savunma Bakanlığı ile Jandarma Genel Komutanlığı ve Sâhil Güvenlik Komutanlığınca doğrudan işletilen iş yerleri ile hastane, klinik ve sağlık müesseseleri gibi yerlerde de lokavta başvurulması yasaklanmıştır. Ayrıca genel sağlığı veya millî güvenliği bozucu özellikte lokavtlar Bakanlar Kurulu tarafından 60 gün süreyle ertelenebilir. Bu karara karşı Danıştay’da iptal dâvâsı ve yürütmeyi durdurma dâvâsı istenebilir.

Yukarıda sayılan yasak işlerle, işyerlerinde yürütülen toplu iş sözleşmelerinde, uyuşmazlık çıkması hâlinde nihaî çözüm mercii olarak Yüksek Hakem Kurulu, teşekkül ettirilerek bu kurulun yaptığı sözleşme, iş yeri toplu iş sözleşmesi olarak kabul edilmiştir. Ayrıca taraflar arasında ihtilaf çıkması hâlinde, grev ve lokavta başvurmadan sözleşmenin yapılması için Yüksek Hakem Kurulu’na başvurabilecekleri hükmü de getirilmiştir. Bu yola başvurulması hâlinde grev ve lokavt yapılması yasaklanmıştır.

LOKMAN HAKÎM

Peygamber veya velî. Dâvud aleyhisselâm zamânında, Arabistan’ın Umman tarafında yaşadı. Dâvud aleyhisselâmla görüşüp ondan ilim öğrendi. Dâvud aleyhisselâma peygamberlik bildirilmeden önce, müftî olan Lokman Hakîm, Dâvud aleyhisselâma peygamberlik bildirildikten sonra fetvâ vermeyi bıraktı. Dâvud aleyhisselâma ümmet oldu. Kendisine hikmet verildi. Eyyûb aleyhisselâmın teyzesinin oğlu olduğu da rivâyet edilmektedir. Fransız bilginlerinin, Calinos’un (Galen’in) bir adı da Lokman Hakîm idi demeleri yanlıştır. Çünkü Lokman Hakîm, Dâvud aleyhisselâm zamânında; Calinos (Galen) ise, ondan bin yıl kadar sonra yaşamıştır. Lokman ismi Kur’ân-ı kerîm’de geçmekte olup, bir sûreye (otuz birinci sûre) Lokman ismi verilmiştir. Bu sûrenin on ikinci âyetinde meâlen; “Biz Lokman’a hikmet verdik.” buyrulmaktadır. Buradaki hikmet tâbirinin; akıl, anlayış, ilim, ilimle amel etmek ve doğru karar vermek demek olduğu tefsîr kitaplarında yazılıdır.

Lokman Hakîm tabiplerin pîridir. Hikmetli sözleri ve oğluna verdiği nasîhatlar meşhurdur. Kur’ân-ı kerîm’de Lokman sûresi 3. âyet-i kerîmede meâlen; “Bir vakit Lokman oğluna öğüt vererek şöyle demişti: Yavrum! Allah’a ortak koşma, çünkü şirk çok büyük zulümdür.” buyrulmaktadır.

Lokman Hakîm’e sen bu hâle nasıl geldin dediklerinde; “Doğru sözlü olmak, emâneti yerine getirmek, lüzumsuz söz ve işi terk etmekle.” cevâbını verdi. İnsanlar ondan nasîhat istediler, o da şöyle nasîhat etti: Öncekilerin ve sonrakilerin ilimleriyle amel edilebilmesi için sekiz şeye dikkat etmek herkese lâzımdır. Dört zamanda dört şeyi korumak gerekir; Namazda gönlü, halk arasında dili, yiyip içmede boğazı, bir kimsenin evine girince de gözü korumaktır. İki şeyi hâtırdan hiçbir zaman çıkarmamalıdır. Bunlar; Allahü teâlânın büyüklüğü ve ölümdür. İki şeyi de tamâmen unutmaya çalışmalıdır. Bunlar da; bir kimseye yapılan iyilik ile dost ve yakınlardan görülen kötülüktür.””

Lokman Hakîm’in oğluna nasihatlarının bir kısmı şöyledir: “Ey oğlum! Dünyâ derin deniz gibidir. Çok insanlar onda boğulmuştur. Gemin takvâ, yükün îmân, hâlin tevekkül olsun, umulur ki kurtulursun.”

“Ey oğlum! Âlimlere karşı öğünmek, akılsızlarla inatlaşmak ve meclislerde, toplantılarda gösteriş yapmak için ilim öğrenme! İhtiyâcım yok diyerek de ilmi terk etme.”

“Ey oğlum! Allahü teâlâyı anan (hâtırlayan) insanlar görürsen onlarla otur. Âlim olsan da, ilminin faydasını görürsün ve ilmin artar, sen ehil isen sana öğretirler. Allahü teâlâ onlara olan rahmetinden seni de faydalandırır. Allahü teâlâyı zikretmeyenleri görürsen onlardan uzak dur.”

“Ey oğlum! Horoz senden daha akıllı olmasın!O, her sabah zikir ve tesbih ediyor, sen ise uyuyorsun.”

“Ey oğlum! Seçilmiş kullara teslim ol, kötülerle dost olma.”

“Ey oğlum! İnsanlara iyilikleri emir ve nasîhat edip kendini unutma! Yoksa mum gibi olursun. Mum insanları aydınlatır, fakat kendini yakıp eritir.”

“Ey oğlum! Yalandan çok sakın! Çünkü dînini bozar ve insanlar yanında mürüvvetini azaltır. Bununla hayânı, değerini ve makâmını kaybedersin.”

“Ey oğlum! Kötü huydan, gönül dağınıklığından sakın. Sabırsız olma, yoksa arkadaş bulamazsın. İşini severek yap, sıkıntılara katlan. Bütün insanlara karşı iyi huylu ol.”

“Ey oğlum! Hep üzüntülü olma, kalbini dertli kılma. İnsanların elinde olana tamâ etmekten sakın. Kazâya râzı ol ve Allahü teâlânın sana verdiği rızka kanâat et.”

“Ey oğlum! Dünyâ geçici ve kısadır. Senin dünyâ hayâtın ise azın azıdır. Bunun da azının azı kalmış, çoğu geçmiştir.”

“Ey oğlum! Tövbeyi yarına bırakma, çünkü ölüm ansızın gelip yakalar.”

“Ey oğlum! Sükût etmekle pişmân olmazsın. Söz gümüş ise sükût altındır.”

“Ey oğlum! Helâl lokma ye ve işlerinde âlimlere danış, işlerini nasıl yapacağını onlara sor.”

“Ey oğlum! Âlimler meclisine devâm et. Bahar yağmuru ile yeryüzünü yeşillendiren Allahü teâlâ, âlimlerin meclisindeki hikmet nûru ile de müminlerin kalbini aydınlatır.”

“Ey oğlum! Amel ancak yakîn (Allahü teâlâya olan ilim ve mârifet) ile yapılır. Herkes yakîni nisbetinde amel eder. Amel noksanlığı, yakîn noksanlığından gelir.”

“Ey oğlum! Bir hatâ işlediğinde hemen tövbe et ve sadaka ver.”

“Ey oğlum! Ölümden şüphe ediyorsan uyku uyuma. Uyuduğun ve uyumak mecbûriyetinde kaldığın gibi, ölüme de mahkûmsun. Dirilmekten de şüphe ediyorsan, uykudan uyanma. Uykudan uyandığın gibi öldükten sonra da dirileceksin.”

“Ey oğlum! Helâl kazanç ile yoksulluktan korun. Yoksul kimse şu üç musîbetle karşılaşır: Din zayıflığı, akıl zayıflığı ve mürüvvetin kaybolması.”

“Ey oğlum! Merhamet eden merhamet bulur. Sükût eden selâmete erer, hayır söyleyen kâr eder, kötü konuşan günahkâr olur, diline hâkim olmayan pişmân olur.”

“Ey oğlum! Dünyâ malından yetecek kadarını al, fazlasını âhiret için hayra sarfet, Sıkıntıya düşecek ve başkasının sırtına yük olacak şekilde de tembellik etme.”

“Ey oğlum! Sakın kimseyi küçük görüp hakâret etme. Çünkü onun da senin de rabbimiz birdir.”

Lokman Hakîm’in oğlu: “Babacığım, insanda hangi haslet daha iyidir?” diye sorunca; “Temiz, hâlis din.” buyurdu. Eğer iki haslet olursa? “Din ve mal”, üç haslet olursa? “Din, mal ve hayâ.” buyurdu. Dört haslet olursa? dedi. “Din, mal, hayâ ve güzel ahlâk.” buyurdu. Beş haslet saymak icâbederse diye sorunca; “Din, mal, haya, güzel huy ve cömertlik.” buyurdu. Altı haslet sayarsak deyince; “Ey oğlum! Allahü teâlâ her kime bu beş iyi hasleti verdiyse, o kimse mümin ve müttekîdir. Allahü teâlâ katında velî ve sevgilidir. Şeytanın şerrinden uzaktır.” buyurdu. Oğlu: “Babacığım, insanda en kötü haslet hangisidir?” dedi. “Allahü teâlâyı inkârdır.” buyurdu. İki olursa dedi. “İnkâr ve kibirdir.” buyurdu. Üç olursa dedi. “İnkâr, kibir ve şükür azlığı.” buyurdu. Dört olursa dedi. “İnkâr, kibir, şükür azlığı ve cimrilik.” buyurdu. Beş olursa diye sorunca; “İnkâr, kibir, şükür azlığı, cimrilik ve kötü ahlâk.” buyurdu. Altı olursa deyince; “Ey Oğlum! Bu beş kötü hasletin bulunudğu kimse münâfıktır, şakîdir ve Allahü teâlâdan uzaktır.” buyurdu.

Lokman Hakîm’e“Hikmete nasıl kavuştun?” diye sorulduğunda; “Benden gizlenen şeyi araştırmadım. Vazîfem olmayan şeyin üzerinde durmadım.” buyurdu.

Hafs bin Ömer’den rivâyet edildi ki: Lokman Hakîm, yanına bir hardal torbası koydu ve oğluna nasîhat etmeye başladı. Her bir nasîhatte bir hardal tânesini çıkardı. Nihâyet hardalları tükendi. Sonra da; “Ey oğlum! Sana o kadar nasîhat ettim ki, şâyet bu nasîhatler bir dağa verilseydi, dağ yarılır, parça parça olurdu.” buyurdu. Oğlu da bu nasîhatleri tuttu.