LİPİTLER

Alm. Lipiden (pl), Fr. Lipide, İng. Lipids. Yağ asitleriyle ilişkili olan ve çeşitlilik gösteren bir grup bileşik. Ortak özellikleri, suda çözünmemeleri ve eter, kloroform, benzen gibi çözücülerde çözünmeleridir. Lipitler, vücut için hem enerji kaynağıdırlar hem de yağda çözünen vitaminlerin vücûda alınmasını sağlarlar.

Lipitlerin sınıflanması:

1. Basit lipitler: Yağ asitlerinin, çeşitli alkollerle esterleridir. Bunlar, yağ asitlerinin gliserol esterleri olan yağlar ve yağ asitlerinin yüksek monohidrik alkollerle esterleri olan mumlardır.

2. Bileşik lipitler: Bir alkol ve bir yağ asidine ilâveten, yağ asidinin bir grup taşıdığı esterlerdir. Bunlar alkol, yağ asidi, fosforik asit grubu şeklinde meydana gelen fosfolipitler ve yağ asidinin azot taşıyan bir karbonhidratla birleşmiş olduğu cerebrosidelerdir.

Bileşik lipit grubunda sulfolipit, aminolipit ve lipoproteinler de bulunur.

3. Yukarıdaki grupların yakımından ortaya çıkan lipitler.

İnsan vücûdu ve gıdâlardaki başlıca lipitler; nötral yağlar (trigliseridler), fosfolipitler, kolesterol ve diğerleri şeklinde sıralanabilirler.

Lipitler, yüksek enerji değerleri olduğundan önemli besin kaynaklarıdır. Gıdalarla alınan lipitler insan metabolizması için esansiel (dışardan alınması gereken ve vücutta başka bir yoldan sentezlenemeyen) ve nonesansiel (vücutta başka yollardan sentezlenebilen) olarak ikiye ayrılır. Metabolik önemi olan üç esansiel yağ asidi linoleik, linolonik ve arachidonik asittir. Bu esansiel yağ asitleri, hücrenin ve organellerinin yapısal bütünlüğü için lüzumludurlar.

Diyetle alınan yağlar, lenfatik kanallarla emilirler. Sindirim sisteminde trigliseritlerin büyük kısmı, gliserol ve yağ asitlerine veya monogliserit ve yağ asitlerine parçalanırlar. Sindirim sisteminin epitelinden geçerken bu moleküllerden yeni trigliseritler sentez edilir ve bunlara şilomikron denir. Şilomikronların dış yüzeylerine az miktarda protein bağlanır ve bu, onları lenfatik damarlarının duvarlarına yapışmaktan korur. Sindirim sisteminden emilen kolesterol ve fosfolipitler de şilomikronlar meydana getirirler. Sonra şilomikronlar torasik lenfatik kanalla, venöz kana (kirli kan) karışırlar.

Yemekten sonra hızla yükselen plazma şilomikron seviyesi, 2-3 saat içinde normale iner. Şilomikronlardaki yağlar, iki yolla alınır:

1. Kandaki lipoprotein lipaz enzimi, şilomikronlardaki trigliseritlerin büyük kısmını gliserol ve yağ asitlerine parçalar. Gliserol, glikoz gibi metabolize edilir. Yağ asitleri ise albümine bağlanarak taşınır veya direkt enerji üretimi için okside edilir veyahut da yağ dokularında tekrar trigliseritlere çevrilerek depolanır. Yağ dokusu, kalb kası, çizgili kaslar lipoprotein lipaz enziminden bol miktarda bulundurur. Bu dokulara giren şilomikronlar hızla yağ asitlerine parçalanır ve bu hücreler tarafından kullanılır.

2. Şilomikronlar, kılcal damarlardan karaciğer hücrelerine geçer ve enerji veya başka lipit bileşiklerinin üretiminde kullanılırlar.

LİPOM

Alm. Lipome, Fr. Lipome, İng. Lipoma. Yağ dokusunun iyi huylu tümörü. İnsan vücûdunda, yağ dokusunun bulunduğu her yerde olabilir. Genellikle ince fibröz (kıkırdaksı) bir kapsülü vardır. Teşhis metodları, vücutta bulunduğu yere göre değişir. Bu bakımdan en kolay cilt altı yağ dokusundan menşe olan lipomlar teşhis edilir. Bunlar, dışardan gözle görülebilen veya görülemeyen yuvarlak-oval, üzerinde renk değişimi olmayan, muayene ile ağrılı olmayan, büyüklükleri çok değişiklik gösterebilen kitlelerdir. En sık iki omuz arasında ve ensede bulunurlar. Nâdiren kötü huylu tümörlere dönüşebilirler.

Cilt altı yağ dokusunun lipomlarından başka barsak zarlarından (mezenter), göğüs kafesi içindeki yağ dokularından, çok nâdiren kalb dokularından (endokard ve epikard) gelişen lipomlar da vardır. Bunlardan mezenterik (barsak çevresi) ve göğüs kafesi içindeki lipomlar, kitle etkisi ile çevre organlara baskı yapmadan pek belirti vermezler. Mezenterik lipomlar, genellikle karnın sağ alt kadranında bulunurlar ve alışılmış muayene esnâsında tesâdüfen hareketli kitleler olarak tesbit edilirler. Karında dolgunluk hissi, iştahsızlık, barsak alışkanlıklarında değişiklikler yapabilirler. Röntgen tetkikleriyle sâdece teşhise yaklaşılabilir.

Genel olarak lipomların teşhis ve tedâvisi, cerrâhî usullerle yapılır. Kitlenin tam olarak çıkarılması tedâvi için yeterlidir.

LİR

Alm. Lyra, Leier (f), Fr. Lyre (f), İng. Lyre. Kaynağı eski Yunanlılara dayanan “U”harfi şeklinde ağaçtan oyulan, çırpma telli bir çalgı âleti. Tıp ilminde, beyin üçgeninde, iki arka kordonların boş kısımlarına ve ammon boynuzlarını birleştiren enine liflerin hepsi bu isimle anılmaktadır.

Bu müzik âleti, ilk önce yarım küre şeklinde, içi boşaltılmış kaplumbağa kabuğunun iki ucuna karşılıklı olarak yerleştirilen 3 kirişin gerilmesiyle ortaya çıkmıştır. Daha sonra modern hâle sokulan, lirin kirişleri (telleri) beşe çıkarılmıştır.

Lir; on üçüncü yüzyılda İtalya’da kullanılmıştır. Bâzı rivâyetlerde keman bu müzik âletinin kaynağı olarak anlatılır. Şekil îtibâriyle kemana benzer. On dördüncü yüzyıllarda Pleiçde şâirleri şiir okurken telli ve yaylı olan bu müzik âletini kullanmışlardır.

Lirin özelliği parmaklarla çalınır ve kucakta iki diz arasında tutularak ses verdirilir. “İnsanların duygularını anlatma” anlamına gelen “lirik” kelimesinin şiir dünyâsında yer alması, bu müzik âletine dayanır. Daha sonra bu şiir türü de şâirler arasında yayılmıştır.

Lir sözü, 18. yüzyılın yarılarına doğru motif ve dekoratif sanatına da girerek “Lir motifi” olarak ahşap binâ duvarlarını süslemede kullanılmıştır.

LİRA (Türk Lirası)

Türk para birimi. Türk lirası (TL). İngiliz kültürünün hâkim olduğu Batı ve Doğu Afrika ülkelerinin ve diğer bâzı devletlerin para birimi. Doğu Afrika lirası, İngiliz lirası, Mısır lirası gibi...

Osmanlı Devletinde ilk lira, Sultan Abdülmecîd Han zamanında Tashih-i Ayar-ı Sikke kararıyla 5 Ocak 1843 senesinde basıldı. Kâğıt para basılmadan önce kullanılan bu Osmanlı altın parasına Sarı lira denirdi. Bir altın lira yedi gram yirmi santigram (7,20) ağırlığındaydı. Piyasada bulunan altın liralar hâlen aynı ağırlık esasına göre basılmaktadır. İlk sikke kararıyla sarı lira ve yarım lira basıldı. Yaklaşık 10 sene sonra 2 Haziran 1854’de çeyrek lira ve 18 Şubat 1855’de ikibuçukluk ve beşibiryerdelerin basılmasına başlandı.

Cumhûriyetin îlânından sonra 12 Ocak 1926’da çıkarılan bir kânunla, piyasada bulunan Osmanlı paralarının yerini almak üzere yeni kâğıt para bastırılması kararlaştırıldı. Londra’da bastırılan 1, 5, 10, 100, 500 ve 1000 TL değerindeki kâğıt paralar 5 Aralık 1927’den îtibâren eskileri ile değiştirilmeye başlandı. Cumhûriyet döneminde bastırılan paralar üzerinde Lâtin harfleri 1937’den itibaren kullanılmaya başlanmıştır.

Zamanla fiyat artışlarına ve enflasyona bağlı olarak Türk lirasının alt birimi olan kuruş kullanımdan kalktı ve daha büyük değerlerde kâğıt paralar basıldı. Günümüzde 100, 500, 1000, 2500 ve 5000 liralık mâdenî paralar ile 5000, 10.000, 20.000, 50.000, 100.000, 250.000 ve 500.000 liralık kâğıt paralar piyasada dolaşmaktadır. Mâdenî paraları Hazine ve Dış Ticâret Müsteşarlığına bağlı Darphâne ve Damga Matbaası, kâğıt paraları ise Merkez Bankasına bağlı Banknot Matbaası basmaktadır.

Bir Türk lirası yüz kuruş olup, paranın kıymetli olduğu zamanlarda birçok şeyler kuruşlu paralarla alınıp satılabilirdi. Türk lirasının nereden nereye geldiğini görebilmek için 100 TL’ye muhtelif senelerde neler satın alınabildiğini bilmek gerekir.

1930 yılında: 883 kg ekmek, 142 kg et, 10.000 adet yumurta, 400 kg süt. 1953 yılında: 296 kg ekmek, 24 kg et, 930 adet yumurta, 166 kg süt. 1963 yılında: 104 kg ekmek, 12 kg et, 285 adet yumurta 63 kg süt 1985 yıl başlarında: 1 kg ekmek, 100 gr et, 4 adet yumurta 750 gr süt 1991 yılında: 1 kutu kibrit.

Diğer taraftan, bir sarı lira 1930’lu yıllarda 8,5 lira, 1950’lerde 20 lira, 1960’lı yıllarda 105 lira, 1985 yılı başında 30.000 lira, 1993 yılında 1.000.000 lira olmuştur.

LİRİZM

Alm. Lyrismus, Fr. Lyrisme, İng. Lyrism. Edebiyatta bir şâirin hislerini içinden geldiği gibi coşkunlukla şiirine aktarması. Diğer sanat türlerinde de aynı mânâda kullanılır. Lirizm kelimesi dilimize Fransızcadan girmiştir. Lir ve lirik kelimeleri de aynı kökten türemiştir. Lir, Eski Yunanlıların kullandıkları “U” harfine benzeyen bir çalgı, telli ve yaylı bir saz olup “harp”ın basit bir çeşididir.

Edebiyatımızda lirizmi; Yûnus Emre, Bâkî, Fuzûlî, Nedim, Şeyh Gâlip, Yahya Kemâl en yüksek seviyeye çıkarmışlardır. Dünyâda ise Fransız şâirlerinden Lamartine, Paul Valéry; İngiliz şâirlerinden Milton, Shakespeare, Shelley, Byron, Keats; Alman şâiri Goethe tanınmış lirik şâirlerdendir.

Türk edebiyatında lirizm, Türklerin İslâmiyeti kabul etmelerinden önceki hayatlarında, bâtıl dinlerin tesirinde gelişir.

Yedinci asır Mani dîninin tesirinde yazılan, anonim, “Tan Tanrı” şiiri; on birinci asırda Kaşgarlı Mahmud’un Divanü Lugati’t-Türk isimli eserinde Alp Er Tunga sagusu (ağıt); 16. asırda yazıya geçirilen Dede Korkut kitabında yer alan bâzı manzûm parçalar ile 9 ve 10. asırlarda ortaya çıkan ve 19. asırda yazıya geçen Kırgızların Manas destanı lirik şiir örnekleri sayılırlar. Halk edebiyatında kahramanlık destanları; aşk şiirleri; ağıtlar; Klasik Türk edebiyatında mersiyeler (Bâki’nin Kânûnî Mersiyesi), münâcaat ve na’tlar (Fuzûlî’nin Su ve Gül redefli kasideleri) daha sonraki devirlerin lirik şiirleridir. Klâsik Türk edebiyatı (Divan edebiyatı)nda kullanılan gazel, rubâî ve tuyuğ gibi nazım şekilleri de lirik manzume örnekleridir.

Türk edebiyatında lirik şiirleri ile tanınan şâirler arasında şu isimleri sayabiliriz: Dehhânî (13. asır), Yûnus Emre (12. asır), Kâdı Burhâneddin (ölm. 1398), Nesimî (ölm. 1404), Ali Şir Nevâî (ölm. 1501), Bâbür Şah (ölm. 1530), Fuzûlî (ölm. 1556), Bâki (ölm. 1600), Karacaoğlan (17. asır), Nedim (ölm. 1730), Ahmet Hâşim (ölm. 1933), Yahya Kemâl (ölm. 1958), Câhit Sıtkı (ölm. 1956), Orhan Veli (ölm. 1950), Ahmed Hamdi Tanpınar (öl. 1962), Ahmed Muhip Dranas, Necip Fazıl (ölm. 1983).

Lirizm, yalnız edebiyata âit bir anlatım yolu değildir. Günümüzün tiyatro, mûsikî ve şiir gibi sanat türlerinde de kullanılmaktadır: Lirik sanatçı, lirik dram (müzikli dram), lirik tiyatro, Hıristiyan dînî şiirleri, od’ları, korolar gibi. Lirik kelimesi zamanla “Bir kimsenin hislerini içli, duygulu, coşkulu, ilhâmla dolu bir dille anlatması” mânâsını da kazanmıştır.

LİRKUŞU (Menura)

Alm. Leierschwanz,  Fr. Menure lyre, İng. Lyre bird. Familyası: Lirkuşugiller (Menuridae). Yaşadığı yerler: Avustralya ormanlarında. Özellikleri: Kuvvetli bir gaga, kısa ve yuvarlak kanatları mevcuttur. Kuyrukları zarif bir lir şeklindedir. Çeşitleri: İki türü vardır.

Lirkuşugiller familyası türlerinin genel adı. İsmini eski zamanlarda kullanılan bir müzik âletinden alan lirkuşunun erkeklerinin, çok uzun ve yelpâze biçiminde açılan kuyrukları vardır. Kuyruğunun açılmış hâli “lir” denen müzik âletini andırır. Böcekler ve solucanlarla beslenir. Kuşlar içinde en güzel şakıyanlardandır. Bir başka özellikleri de diğer kuşların seslerini kolaylıkla taklit edebilmesidir.

İki ayrı türü bilinmektedir. Bunlardan “Menura superba” türü Avustralya’nın doğusundaki ormanlık alanlarda yaşar. Kuzeydoğu Avustralya’daki astropikal bölgede bulunan (M. alberti) türlerinden daha iridir. Boyu 75 ile 100 cm kadardır.

LİSÂNÜDDÎN İBNİHATÎB

İspanya’da yetişen meşhur Müslüman tabip ve târihçi. İsmi, Muhammed bin Abdullah bin Saîd, künyesi Ebû Abdullah, lakabı Lisânüddîn’dir. 1313 (H.713) senesinde Gırnata yakınlarındaki Lûşe kasabasında doğdu. 1374 (H.776) senesinde Fas’ta zindanda öldürüldü.

Lisânüddîn ibni Hatîb, Sûriye’den Endülüs’e hicret eden ve Veziroğulları diye meşhûr olan bir âiledendir. Gırnata’da yetişti. Kur’ân-ı kerîm’i, hat muallimi Sâlih Ebû Abdullah bin mevlâ’dan okudu. Ebü’l-Hasan Kaycâtî’den Arapça öğrendi. Zamânında Endülüs’ün en büyük nahiv âlimi olan Ebû Abdullah bin el-Cahhâr el-Bîrî’den fıkıh ve tefsîr dersleri aldı. Ebû Zekeriyyâ Yahyâ bin Hüzeyl’den tıp ilmini öğrendi. Devrinin önde gelen âlimlerinin ders ve sohbetlerine katıldı.

O sırada en karışık günlerini yaşayan Endülüs’te bâzı devlet vazîfelerinde bulunan Lisânüddîn ibni Hatîb, vezirlik de yaptı. Hakkında çıkan söylentiler üzerine Cebel-i Târık’dan geçerek Tlemsan’a gitti. Daha sonra tekrar Endülüs’e döndü.

İbn-i Hatîb; edebiyat, tıp, târih ve çeşitli ilimlere dâir eserler yazdı. Ömrünü geceleri eser yazmakla, gündüzleri de memleket işleriyle uğraşmakla geçirdi. Bu sebeble Zül-umreyn denildi. Bir diğer lakabı da Zül-vizâreteyn’dir. Altmış civârında eseri vardır. Bunlardan bâzıları şunlardır:

1) El-İhâta fîmâ Teyessere min Târih-i Gırnata: Gırnata târihinin teferruâtlı olarak anlatıldığı bu eser, altı ciltten ibârettir. Eserde meşhûr kimselerin hayâtlarına da yer verilmiştir. 2) El-Hilâl-ül-Merkûme, 3) El-Lumhat-ül-Bedriyye fid-Devlet-in-Nasriyye: 1363 senesine kadar olan Gırnata târihini anlatan bir eserdir. 4) Et-Tâc-ül-Muhallâ: Nasrî Hânedânından, 1232’de Benî Ahmer idâresinin başlangıcından îtibâren İspanya târihidir. 5) Mi’yâr-ül-İhtiyâr: İspanya’daki yüz meşhur kimsenin hayâtı anlatılır. 6) Müfâharatü Melâka, 7) Nufâdet-ül-Cirâb fî Ulâkat-il-İğtircâb: İspanya’daki şehirler ve oralardaki ilim adamları anlatılır. 8) Hatarat-üt-Tayf fî Rihlet-üş-Şitâ ves-Sayf: Seyâhatlerini içine alan bir eserdir. 9) Reyhânet-ül-Küttâb ve Mecmûat-ül-Müntehâb, 10) Menfeât-üs-Sâil anil Murâd-il-Hâil: 1348 senesinde Gırnata’da meydana gelen vebâ salgınını anlatan bir eser, bu konuda ilk defâ yazılmıştır. Lisânüddîn ibni Hatîb, hastalığın yayılma sebeblerini anlatmakta ve hastalığın limandaki yabancı bir gemiden yayıldığını bildirmektedir. 11) Amelü men Tabbe limen Habbe: İki bölümdür. Birinci bölümde; genel ve özel patoloji, her bir hastalığın târifi, teşhisi, sebebleri, tedâvisi, ilâçları ve perhizi anlatılır. Göz hastalıkları hakkında tafsîlâtlı bilgiler vardır. İkinci bölümde; ateşli hastalıklar, ameliyât, kozmetikler ve çocuk hastalıkları ile son kısımda dikkat çekici soru ve cevaplar bulunmaktadır. Ayrıca kadınlar için çocuk düşürmenin hayâtî tehlikeleri bildirilmektedir. 12) Manzûme fit-Tıb: Tıbbî şiir. 13) El-Usûl li Hıfz-is-Sıhha fil Fusûl: Mevsimlere âit sıhhat bilgileri vardır. 14) El-Yûsufî fî Sanâ’at-it-Tıb, 15) İstinzâl-ül-Lutf-il-Mevcûd, 16) El-İşâre ilâ Adâb-il Vüzerâ, 17) İ’lâm-ül A’lâm, 18) El-İklîl-üz-Zâhir, 19) Elfiyye (Usûli fıkha dâirdir), 20) Bostan-üd-Düvel, 21) El Beyzerâ el-Beytarâ, 22) Ed-Dürret-ül-Fâhire vel-Lücec-ül-fâhire, 23) Er-Reddü alâ Ehl-il-İbâha, 24) Rakam-ül Hulel fî Nazm-id-Düvel, 25) Ravdat-üt-Ta’rif, 26) Seddüz-Zerîa fî Tafdîl-iş-Şerîa, 27) Siyâset-ül-Medîne.

LİSE

Alm. Gymnasium (n), oberschule (f), Fr. Lycée (m), İng. High school, lycée. Ortaokuldan sonra üç yıllık öğretim yapan ve üniversiteye hazırlayan ortaöğretim kurumu. Eski adı “idâdî”dir. Sultânî de dendiği olmuştur. Türkiye’de lise, bu adla 1924 târihinde kurulmuştur. Liseye eşdeğer okulların kurulmasına ise 1839’da Sultan İkinci Mahmûd Hanın fermânıyla başlanıp, askerî ve idârî merkezlerden biri olan Bosna’da üç yılı mahallinde olmak üzere, dördüncü yılı İstanbul’da öğretim yapacak idâdîler (lise) açılmıştır (1845). Bundan sonra 1867’de Fransızlar, Osmanlı Devletine müracaat ile, İstanbul’da Fransızca öğretim yapmak üzere, Fransa’nın yardımda bulunacağı bir okul açılmasını teklif etmişlerdir. Bu teklif kabul edilince, Galatasaray Sultânîsi (Bugünkü Galatasaray Lisesi) açılmıştır.

Bu arada yeni çıkarılan ve eğitim alanında yenileşmeyi öngören “Maârif-i umûmiye” nizâmnâmesinde, orta öğretim kuruluşları, ortaokul karşılığı “rüşdiye” ve lise karşılığı “idâdî” ile “sultânî” adı altında sınıflandırılarak, önce askerî tıbbiye ve harp okullarına öğrenci hazırlayacak idâdîler (liseler) açılmıştır(1869). Aynı yıl, liselerin bütün vilâyet merkezlerinde açılması kararlaştırılmıştır. Rüşdiyeden sonra, üç yıllık öğretim yapan îdâdileri (liseleri) dil ve ırk ayrımı yapmaksızın, bütün Osmanlı tebaasının faydalanabilmesi için “Mülkî idâdî” adıyla vilâyetlerde faaliyete geçirilmesi ve öğretimin iki dil üzerinden yapılması uygun görülmüştür (1873). Ayrıca Münif Paşanın maârif vekilliği zamanında İstanbul’da kız öğrencilerin okuyacağı idâdî (lise) açılmış ve burada öğretim, Türkçe genel kültür dersleri dışında Fransızca, İngilizce ve Almanca olarak yapılmıştır. Bu okul, iki yıl tedrisât yaptıktan sonra kapatılmıştır. Bu arada bütün vilâyet merkezlerinde, rüştiye ile birlikte yedi yıl, sancaklarda ise rüştiye ile birlikte beş yıl öğretim yapacak idâdîlerin (lise) açılmasına karar verilmiştir. İkinci Meşrutiyet döneminde rüştiyelerin (ortaokul) kaldırılması, idâdîlerde de altı yıl öğrenim yapılması ve öğrenimin de mesleğe yöneltici şekilde olması cihetine gidilmiştir.

Bunlardan başka, Cumhûriyet döneminde de eğitim konusu üzerindeki çalışmalara, ilk Türkiye Büyük Millet Meclisi hükümeti zamanında başlanarak 1923 yılında toplanan Birinci Heyet-i İlmiyede bugünkü ortaöğretim sistemi üzerinde durulmuştur. Netice olarak bugün uygulanan temel ilkeler benimsenmiş, Tevhid-i Tedrisât Kânunu’nun yürürlüğe girmesinden sonra, yeni bir programla, ortaokula dayalı bu kurumlarda, genel kültüre ve akademik bilgiye ağırlık verilmiştir. Bu arada öğrencilerin haftada otuz iki saat ders görmesi kabul edilmiş, okuldan mezun olmak ise, imtihan kaydına bağlanmıştır.

1923-1924 yıllarında Türkiye’de yirmi üç lise vardı. Aynı yıllarda mezun olanların sayısı 189 kişiydi. Sonradan liseler il, ilçe ve bucaklara kadar yayılıp sayıları artmıştır.

1949-1950 ders yılından îtibâren programların ağırlığı ve bu sebepten öğrencilerin iyi yetişemedikleri dikkate alınarak lise öğrenimi dört yıla çıkarılmıştır. Fakat bunun daha sonra mahzurları görülerek, dört yıl sonra tekrar üç yıllık öğrenim sistemine dönülmüştür. Aynı sistem bugün de devâm etmektedir.

1950’den sonra bâzı liselerde yeni öğretim programları uygulanmaya başlandı ve bu liselere Deneme Lisesi adı verildi. 1964’te Ankara’da fen dersleri ağırlıklı program uygulayan bir Fen Lisesi açıldı. Türkçe ve Türk kültürüyle ilgili dersler dışında yabancı dille öğretim yapan ve imtihanla hazırlık sınıfına öğrenci alan Galatasaray ve İstanbul Erkek Liselerini 1955’ten sonra Kadıköy, Maarif, Adana, Ankara, Diyarbakır, Eskişehir, İzmir, Konya ve Samsun kolejleri takib etti. 9 Eylül 1974’te çıkarılan bir genelge ile lise adını alan yabancı dille öğretim yapan devlet okulları 1 Aralık 1975’te Anadolu Lisesi olarak adlandırıldı. Bu okulların hazırlık sınıflarına merkezî sistemle öğrenci alınmaya başlandı. Bu imtihan sistemi daha sonra özel liseleri de içine alacak şekilde genişletildi.

Endüstrinin onarım, bakım ve üretim gibi hizmetlerinde görev alacak bilgili ve beceri sâhibi teknik elemanlar yetiştiren bir kurum olarak, eğitim süreleri ortaokuldan sonra üç yıl olan endüstri meslek liseleri de açılarak faaliyete geçirilmiştir. Bu okulların çeşitli şubeleri vardır. Ayrıca tek gâyeye dönük; yapı, motor, kimyâ, ağaç, metal işleri, tekstil, matbaa, balıkçılık gibi konularda eğitim yapan liseler de açılmıştır. Bunlardan başka ev ekonomisi ve el sanatlarını öğreten kız meslek liseleri, ticâret, turizm, otelcilik ve sekreterlik meslek liseleri, ülkemizde din hizmetlerini görecek kişileri yetiştiren imam hatip liseleri; sağlık memuru, ebe, hemşire, laborant yetiştiren sağlık kolejleri (bunlar ortaokuldan sonra gidilen dört yıllık lisedir), zirâat meslek liseleri, orman okulları (ormanlar için gerekli teknik elemanları yetiştiren ortaokuldan sonra üç yıllık okul) açılmıştır. Bu okulların hepsi 1974 yılında çıkarılan kânunla Meslekî ve Teknik Liseler adı altında toplanmıştır. Adı geçen liselerin açılması ve eleman yetiştirmeleri sebebiyle son yıllarda ülkemizde teknik açıdan gelişme büyük hız kazanmıştır. 1983’e kadar liseler, ortaokulla beraber ortaöğretimin bütününü meydana getirirken, bu târihten sonra Millî Eğitim Temel Kânunu’nda değişiklik yapılarak ortaokullar, ilköğretim kurumları arasında sayılmıştır. (Bkz. Eğitim)

LİSTERİYOZ

Alm. Listeriosis, Fr. Listèriosis, İng. Listeriosis. Listeria Monocytogenes isimli bakteri tarafından meydana getirilen bir infeksiyon hastalığı. İnsanda olduğu kadar fâre ve evcil hayvanlarda, sığırlarda, koyunlarda, ayrıca diğer bâzı memelilerde de bulunur.

Doğumdan önce veya doğumdan hemen sonra çocuğa bulaşırsa, genel bir iltihâbî tablo husûle getirir. Bu hâle tıp dilinde “perinatal listeriyoz” denir. Yetişkin listeriyozu ise bir vücut bölümüne lokalizedir. Beyin zarlarını hastalandırıp menenjit, gözde iltihap, kalpte endokardit yapabilir. Bu arada deriyi de tutabildiğini unutmamak gerekir.

Listeria monocytogenes, tabiatta yaygın olarak bulunur. Hemen her ülkede görülmektedir. Mikrobu insana taşıyan vâsıtalar tam olarak aydınlatılmış değildir. Bilinen, listeriyozun bir kabakulak veya kızamık kadar bulaşıcı olmadığıdır. Bâzı formları, meslek hastalığı olarak kendisini gösterir; meselâ, deri listeriyozu veterinerlerde, özellikle düşük yapmış sığırlarla uğraşanlarda çok görülür. Gözde rastlanan şekli de tavuk çiftliklerinde çalışanlar, özellikle buralarda kesilmiş piliçleri satışa hazır hâle getirenlerde fazladır.

Doğumdan önce bulaşma vukûbulmuşsa, umûmiyetle bebek ölür. Doğum sırasında bulaşırsa antimikrobik ilâçlarla tedâvi imkânı vardır. Tedâvi edilmeyen listeria menenjiti vakalarının % 95’i öldürücüdür. Diğer yetişkin tipleri antibiyotiklerle kolayca tedâvi edilirler.

LİTARJ

Alm. Lithargyrum (n), Bloigläte (f), Fr. Litharge (f), İng. Litharge. Kurşun-2-oksidin a (alfa) şekli, sarı, kristalize bir bileşik. Mürdeseng olarak da bilinir. Tetragonal kristal yapıya sâhiptir. Yoğunluğu, 9,32 g/cm3 olup, erime noktası 888°C’dir. Amfoter oksittir.

Kurşun oksidin molekül formülü PbO olup, çok yaygın kullanımı ve buna bağlı olarak da ticârî önemi çok olan bir metalik bileşiktir. Litarj, az miktarda kırmızı kurşun (Pb3O4) ile, akülerin plakalarının yapımında kullanılır. Diğer başka maddeler ile eritilerek kurşun camlarının yapımında kullanılır. Böyle camlardan X ve gamma ışınları geçmez. Bu ışınlara engel olan litarjdır. Bu yüzden kurşun camları, X ışını üretilen odaların pencerelerine takılır.

Litarj, çömlekçiliğin bütün çeşitlerinde, yemek takımlarının sırlanmasında ve bâzı porselenlerin minelenmesinde kullanılır. Krom sarısı ve krom yeşili denilen renklerin îmâlâtında da kullanılır. Kauçuk sanâyiinde aktivatör olarak kullanılır. Verniklerde kullanılan yağlardaki yağ asitlerinin daha hızlı polimerleşmesi için kullanılır. Kostik soda ile karıştırılarak petrol sanâyiinde kullanılır. Bu karışımdan elde edilen sodyum pulimbit, bâzı kükürtlü kompleks organik bileşiklerin parçalanmasında işe yarar.

LİTOPON

Alm. Lithopone (f), Fr. Lithopone (f), İng. Lithopone. Çok ince beyaz bir toz olup, çeşitli oranlarda çinko sülfür ve baryum sülfat ihtivâ eden bir karışım. Yağ ile litopon karıştırılırsa örtme gücü yüksek olan bir hamur karışımı elde edilir. Hidrojen sülfür tesiri ile kararmaz ise de baryum sülfat oranına bağlı olarak gün ışığında kurşunî bir renk alabilir. Bu sebepten dolayı litoponun kalitesi, ihtivâ ettiği çinko sülfür oranına bağlıdır. Çinko sülfür oranı arttıkça litoponun kalitesi de artar. Piyasada satılan litoponlar, % 51 ile 60 arasında çinko sülfür ihtiva eder.

Elde edilişi: Prensip olarak baryum sülfatla çinko sülfürün aynı zamanda çöktürülmesi esasına dayanır:

ZnSO4 + BaS Æ BaSO4 Æ ZnS

Karışımdaki baryum sülfat ve çinko sülfür, arzuya göre ayarlanabilir. Çinko sülfür oranını arttırmak için çinko sülfat yerine kısmen çinko klorür kullanılır:

ZnSO4+ZnCl2+2BaS Æ 2ZnS+BaSO4+BaCl2

Bu reaksiyon sonucu % 45-50 kadar çinko sülfür ihtivâ eden bir ürün elde edilir. Çinko sülfür oranı düşürülmesi, yâni nisbeten ucuz bir litopon elde etmek için çinko sülfat yerine bir miktar sodyum sülfat ilâve edilir.

Litoponun üretimi iki kademede gerçekleşir:

1. İlkel maddelerin hazırlanması: Çinko sülfat, çinko oksidin ve karbonatın veyahut doğrudan doğruya kavrulmuş çinko blendin, sülfat asidi ile muâmelesinden elde edilir. Çinko klorür ise, çinko okside veya karbonata, hidroklorik asidin etkisiyle elde edilir. Baryum sülfür, tabiî baryum sülfatın (baritin) kömürle (karbonla) indirgenmesinden elde edilir:

BaSO4 + 4C Æ BaS + 4CO

Bu reaksiyon kapalı kaplarda yapılır. Çünkü baryum sülfür havadan etkilenir.

2. Litoponun üretimi: Yukarda elde edilen ilkel maddelerin çözeltileri, reaksiyon kabına dökülür ve karıştırılır. Bir süre sonra karışım süzülür ve karışım bir tünel fırınında kurutulur.

Litopon, beyaz pigment olarak kullanılır. Ucuz olduğu için çinko üstübeci ve titanoksit yerine kullanılır. Yanlış olarak çinko üstübeci de denir. Örtme kâbiliyeti az olmakla beraber, kararmama özelliği vardır.

LİTOSFER

(Bkz. Dünyâ)

LİTRE

Alm. Liter (m), (n), Fr. Litre (m), İng. Liter. Metrik sistemde temel hacim birimi. Bir desimetre küp olup, 1000 cm3e ve 0.001 m3e eşittir. (l) sembolü ile gösterilir.

LİTVANYA

DEVLETİN ADI       

Litvanya Cumhûriyeti

BAŞŞEHRİ    

Vilnius

NÜFÛSU       

 3.750.000

YÜZÖLÇÜMÜ 

 65.200 km2

RESMÎ DİLİ   

Litvanca

DÎNİ  

Hıristiyanlık

PARA BİRİMİ 

Ruble

Baltık Denizi kıyısında yer alan bir Avrupa devleti. Kuzeyinde Letonya, doğusunda Beyaz Rusya, güneyinde Polonya, batısında Baltık denizi yer alır.

Târihi

Ülkenin yerleşik halkı olan Litvanlar, Baltık kıyısına M.Ö 3000 yıllarında gelip yerleştiler. Uzun yıllar ticâretle uğraşarak geçimlerini temin ettiler. Baltık ülkeleri M.S. 9. asırda Vikinglerin istilâsına uğradı. Fakat Litvanya bağımsızlığını korudu. Litvanlar 1236’da Mindavgas’ın idâresinde bir birlik sağladılar. Mindavgas, Hıristiyanlığı kabul ederek kendini kral îlân etti ise de Litvanlar Hıristiyanlığı kabul etmedi ve 1263’te Mindavgas’ı öldürdüler. Litvanya Grandüklüğü 1290’da yeniden birleşti. On dördüncü asır boyunca topraklarını genişlettiler ve bölgede en önemli güçlerden biri oldu. Litvanlar ancak 1387’de Hıristiyanlığı kabul ettiler. Litvanların Hıristiyanlığı kabul etmeleri Polonya ile sıkı ilişkilere girmelerine sebeb oldu. Bu ilişkiler neticesinde 1569’da Litvanya Polonya’ya bağlı bir bölge hâline geldi. On sekizinci asrın sonlarında Polonya’nın parçalanması üzerine Rusya Litvanya topraklarını ilhak etti.

Birinci Dünyâ Harbi sırasında Litvanya topraklarının büyük bölümünü Almanlar işgâl etti. Aralık 1917’de Litvanya Ulusal Konseyinin bağımsız Litvanya Devletini kurmasına ses çıkarmayan Almanya, tam mânâsıyla bağımsız olarak hareket etmelerine izin vermedi. Ertesi sene Litvanya Almanya ile ilişkisini keserek yeniden bağımsızlığını îlân etti ve aynı sene Kasım ayında Augustinan Voldemanas başkanlığında bir hükûmet kuruldu. Bu sırada Ruslar bölgede sosyalist bir idâre kurmak için Baltık ülkelerini işgâl ettiler. Kızılordu Litvanya,Estonya ve Letonya tarafından mağlup edilerek geri çekilmek mecbûriyetinde bırakıldı.

Litvanya bu sırada bölgede egemenliği kurmak isteyen Almanlara bağlı kaldı. Almanlar Litvanyalıların düzenli ordu kurmasına mâni oldu. Alman orduları 15 Aralık 1919’da Litvanya’dan çekildi. Bir süre sonra Litvanya ve diğer Baltık ülkelerini tanıyan Rusya bir seri antlaşma imzâladı.

Litvanya’da 1926 senesi Aralık ayında otoriter bir başkanlık rejimine geçildi. Milliyetçi tek parti yönetimi, Cumhurbaşkanı Antanas Smetona’nın 1929’da başbakanı görevden alarak kendini halkın lideri îlân etmesi ile iyice otoriter bir hal aldı.

Almanya’nın 1939’da Polonya’yı yenmesinden sonra Rusya Baltık ülkeleri ile karşılıklı yardımlaşma anlaşmaları imzâladı ve bu ülkelerde askerî üsler kurmak için izin verilmesini istedi. Diğer Baltık ülkeleri gibi Litvanya da uluslararası alanda bir müttefik bulamayınca Ruslara üs kurması için izin verdi. 14-15 Temmuz 1940’ta yapılan seçimleri Sovyet yanlısı adaylar kazandı. Seçimler sonrası kurulan Litvanya hükûmeti ve parlamentosu Sovyetler Birliğine katılma kararı aldı. SSCB Yüksek Sovyeti bu isteği onayladı ve Litvanya Sovyetler Birliği cumhûriyetleri arasına girmiş oldu.

İkinci Dünyâ Harbi sırasında Almanya’nın işgâline uğrayan Litvanya’da 473.000’e yakın insan öldü. Savaşın ardından bölgeye hâkim olan Sovyet hükûmeti çok sayıda Litvanyalıyı sürgüne gönderdi. Sosyalist rejim yeniden kurulunca Litvanya’da 1951’e kadar gerilla harbi devâm etti. 1951’den sonra iç karışıklıklara kesin olarak son verildi ve Sovyetler Birliği tamâmen Litvanya’da hâkimiyeti ele geçirdi.

Litvanya 1991’e kadar Sovyetler Birliğini meydana getiren 15 cumhûriyetten biri olarak kaldı. Rusya’da başlayan reform hareketleri neticesinde 1991’de Litvanya bağımsızlığını îlân etti. Rusya Federasyonu dâhil Avrupa devletleri Litvanya Cumhûriyetini tanıdı.

Fizikî Yapı

Yüzölçümü 65.200 km2 olan Litvanya topraklarında, geçmişteki buzulların tesiri yaygın olarak görülür. Genelde ülke toprakları düzdür. Kıyı düzlüklerinin ardından kum, çakıl ve çakıl taşlarından meydana gelen Ziezmariai Ovası yer alır. Ovadaki kum tepeleri sık çam ormanları ile kaplıdır. Ülke topraklarını sulayan akarsular Menderes meydana getirerek Baltık Denizine dökülür. Beyaz Rusya sınırında irili ufaklı göller vardır.

İklim

İklimi ılımandır. Atlas Okyanusundan gelen hava kütlelerinin etkisi altındadır. Yazlar genelde serin ve yağışlı geçer.

Tabiî Kaynaklar

Mâdenler: Ülke topraklarında çeşitli mâdenler bulunur. Denizde petrol arama çalışmaları devam etmektedir. Başlıca mâdenleri sülfat, alçıtaşı, kireçtaşı, demir cevheri, turba, dolomit’tir.

Bitki örtüsü ve hayvanlar: Ziezmariai Ovasında bulunan kum tepeleri çam ormanları ile kaplıdır. Yabânî hayvan bakımından ülke toprakları çok zengindir. Başlıca av hayvanları sığır, mink, vaşak, yaban domuzu, geyik, kurt, tilki, susamuru, porsukdur. Ayrıca 300’den fazla kuş türü yaşar.

Nüfus ve Sosyal Hayat

3.750.000 olan Litvanya nüfûsunun % 80’ini Litvanlar, % 9’unu Ruslar, % 8’ini Polonyalılar, % 2’sini Beyaz Ruslar meydana getirir. Nüfûsun büyük kısmı tarımla uğraşır. İlk ve orta öğretim mecbûri olup parasızdır. Ülkede 12 yükseköğretim kurumu vardır. Seramik, ahşap oymacılığı ve dokumacılık gibi el sanatları yaygın olarak yapılır.

Ekonomi

Ülke ekonomisi tarım ve sanâyiye dayalıdır. Hayvancılık gelişmiş olup genelde mandıracılığa ve domuz besiciliğine dayanır. Başlıca tarım ürünleri keten, şekerkamışı, patates ve yem bitkileridir.

Ülke dört ekonomik bölgeye ayrılmıştır. Doğu Litvanya’da metal işleme, ahşap işleme, genel îmâlât ve hafif sanâyiden meydana gelen bir sanâyi sektörü vardır. Güney Litvanya’da metal işleme, îmâlât ve gıdâ işleme sanâyiinden meydana gelen bir sanâyisi vardır. Hayvan yetiştiriciliği ve şekerkamışına dayalı tarım yapılır. Ülkenin elektrik üretimini karşılayan hidroelektrik santralleri bu bölgededir. Kuzey Litvanya tarım bölgesidir. Batı Litvanya ekonomisi ise gemi yapımı ve tâmirâtı ile balık işlemeciliğine dayanır.

LİTYUM

Alm. Lithium (m), Fr. Lithium (m), İng. Lithium. Kimyâda Li sembolü ile gösterilen, metaller arasında atom ağırlığı en küçük olan, metalik bir element. 1817’de J. August Arfvedson tarafından keşfedildi. Grekçe kaya mânâsına gelen “Lithos” kelimesinden, Lityum ismi verilmiştir. 1818 yılında Sir Humphry Davy tarafından saf olarak elde edildi.

Özellikleri: Periyodik cetvelde I A grubundadır. Alkali metaller içinde atom ağırlığı en küçük olanıdır. Atom numarası 3, atom ağırlığı ise 6,939’dur. Kütle numaraları 5 ila 9 arasında değişen 5 tâne izotopu vardır. Tabiatta bulunan Lityum elementinin % 92,61’i 9L, % 7,30’u da 6L, izotoplarıdır. Diğer izotoplar radyoaktif olup, yarılanma süreleri oldukça kısadır. Yumuşak bir metal olup, gümüş beyazı rengindedir. Mohs ölçüsüne göre sertliği 0,6’dır. Yoğunluğu 0,534 g/cm3, ergime noktası 179°C, kaynama noktası 1814°C, spesifik ısısı 1,23 kal/g’dır. Elektron dizilişi 1s22s1 şeklinde olup, bileşiklerinde 1+ değerliklidir. Oldukça elektropozitiftir. Havada hemen reaksiyon verir. Hatta alevlenerek Li2O meydana getirir. Bu yüzden gaz yağı veya inert gaz ortamında saklanır.

Bulunuşu: Lityum, yer kabuğunun yaklaşık olarak % 0.0065’ini meydana getirir. Kayaların çoğunda eser miktarda bulunur. Spodumen LiAl (SiO3)2 en önemli Lityum cevheridir. Ticârî önemi olan cevheri bir de Lepidahttir [(Li,K,Mg)2Al2(F,OH)2(SiO3)3]. Diğer cevherleri ise ambligonit, trifilit ve petalittir.

Elde edilişi: Metalik lityum, % 40-50 lityum klorür bulunduran erimiş potasyum klorür-lityum klorür karışımının elektrolizinden elde edilir. Ayrıca lityum klorünün piridinde, etanolde veya asetondaki çözeltilerinin elektrolizinden de saf lityum elde edilir. Elektroliz kabı olarak paslanmaz çelik, anot olarak da grafit kullanılır.

Lityum minerallerinden lityum bileşiklerini elde etmek için çeşitli metodlar kullanılır. Spodume cevheri 1100°C’a kadar ısıtılır. Bu derecede kavrulan cevher, sert halden yumuşak hâle geçer. Kavrulan cevher, derişik sülfat asidi ile karıştırılır ve 150-250°C’a kadar ısıtılır ve böylece çözünebilen lityum sülfat elde edilir. Lityum sülfat soda ile eritilir ve lityum karbonat elde edilir. Bu da hidroklorik asit ile muâmele edilir ve lityum klorür elde edilir.

Petalit cevheri, kireçtaşı ile karıştırılıp yaklaşık 1100°C’a kadar ısıtılarak kavrulur. Cevher ve sönmemiş kireç, toz hâlindedir. Bu iki karışım sıcak su ile karıştırılıp filitre edilir. Çözeltide, lityum hidroksit bulunur. Bu çözelti, hidroklorik asit ile reaksiyona sokulur ve lityum klorür elde edilir. Fosfatlı minerallerindeki lityum ise klorür ve nitrat asidi karışımı ile çözeltiye geçirilir. Çözelti nötralleştirildikten sonra amonyum karbonat ilâvesi ile lityum karbonat çöktürülür. Çökelti süzülür ve klorür asidi ile muamele edilerek lityum klorür elde edilir.

Bileşikleri: Lityum, 500 ilâ 800°C arasında hidrojen ile birleşerek lityum hidrür bileşiğini verir. Lityum hidrür, kristal yapıya sâhip beyaz bir katıdır ve 688°C’da erir.

Lityum, oda sıcaklığında bile azot ile birleşerek, siyah renkli lityum nitrürü verir.

Lityum karbonat, diğer lityum bileşiklerinin elde edilmesinde kullanıldığı gibi seramikçilikte, camcılıkta, tütün zirâatinde ve tıpta kullanılır. Lityum bikarbonat suda çözünür. Lityum florür en kıymetli kararlı bileşiğidir ve infrared spektrofotometresinde kullanılır. Lityum bromür ve klorür, nem çekici olarak kullanılır. Lityum iyodür, fotoğrafçılıkta kullanılır.

Metalik lityum en çok organik-lityum bileşiklerinin elde edilmesinde kullanılır. Lityum, doğrudan doğruya karbon ile kovalent bağ meydana getirir. Bu bileşikleri prolardır. n-butillityum, en önemli bileşiklerindendir. Polibutadienin elde edilmesinde bu bileşik, katalizör olarak kullanılır. Lityum asetat, organik sentezlerde ve alkit reçinelerinin sentezinde katalizör olarak kullanılır. Lityum asetilsalisilat, tıpta kullanılır. Lityum amit, antihistaminlerin elde edilmesinde kullanılır. Lityum borat özel camların ve emayelerin îmâlinde kullanılır.

Kullanılışı: Bâzı alaşımlarda çok az miktarda bulunur. Lityum, oksijen ve kükürt temizleyicidir. Bu yüzden çelik, bakır ve bakır alaşımlarında gaz giderici olarak, yüksek voltajlı bataryalarda anot olarak kullanılır. Isı iletkenliğinin yüksekliği sebebiyle nükleer reaktörlerde soğutucu olarak kullanılır. Erimiş lityum çok çürütücü olduğu için erimiş lityumun konulduğu kabın özel metalden yapılmış olması gerekir. Lityum-6 izotopundan trityum ve helyuma dönüşür. Hidrojen bombası, lityum ihtivâ eder. Bombanın infilak etmesine sebep olur. Nötron yakalama özelliğinden dolayı reaktörlerin çevresi, lityum ile kaplanır.

LİVÂTA

Alm. Päderastie, Fr. Pédérastie, İng. Pederasty. Erkekler arası, cinsî ilişki. Halk arasında “puştluk”, “oğlan kirletmek” “gulamparelik” gibi adlarla da bilinen ve cinsî sapıklık olan bu çirkin ve iğrenç fiili ilk defa Lût aleyhisselâmın kavmi işlediği için livâta denilmiştir.

Lût aleyhisselâmın kavminden önce hiçbir kavmin işlemediği bu çirkin ve iğrenç fiil hakkında Kur’ân-ı kerîmin Enbiyâ sûresi 74. âyetinde meâlen; “Habîs iştir.” buyurulmuştur. İslâmiyetin bildirdiği büyük günahların en büyüklerinden olan bu çirkin fiil Lût aleyhisselâmın kavminin helâk olmasına, yerin dibine batırılmasına sebep olmuştur. Allahü teâlâ Kur’ân-ı kerîmin A’râf sûresi 80. âyetinde meâlen;“Sizden önce âlemlerin hiç birinin yapmadığı hayasızlığı (livâta)mı yapıyorsunuz.” buyurarak çirkin bir fiil olduğunu bildirmiştir. Peygamber efendimiz de; “Lût kavminin yaptığı çirkin işi yapanı görürseniz fâili (yapanı) de, mefûlü (yapılanı) de öldürünüz.” ve; “Lût kavminin işini(livata) yapan mel’ûndur.” ve; “Benden sonra ümmetim hakkında en çok korktuğum şey, Lût kavminin yaptığını yapmalarıdır.” ve; “Livâta yapan ile yapılanın ikisi de zinâ yapmış olur.” ve; “Ümmetimden Lût kavminin amelini (livâta) yaptığı halde ölen kimseyi Allahü teâlâ onlarla (Lût kavmiyle birlikte) haşr eder.” ve; “Lûtî olanlar (livâta yapanlar) kıyâmet gününde maymun ve domuz sûretinde haşr olunacaklardır.” ve; “Erkek erkek ile livâta yaparken arş titrer, sallanır. Melekler de bu iğrenç işe muttalî olup, «Ya Rabbî emr etsen de yeryüzü o ikisini ta’zir etse, gökyüzü onların üzerine taş yağdırsa.» derler. Allahü teâlâ; «Ben halîmim, acele etmem. Benden bir şey kaçmaz.» buyurur.” buyurarak livâtanın kötü ve iğrenç iş olduğunu bildirmiştir.

Büyük İslâm âlimlerinden İmâm Mücâhid rahmetullahi aleyh; “Lûtî olan (livâta yapan) kimse, tövbe edip, bu pis fiilden vazgeçmedikçe, gökte ve yerde olan bütün sularla yıkansa, yine temizliği noksan olur.” buyurdu. Mâlik bin Dinar hazretleri de; “Geçmiş ümmetlerden hiç birinde erkeğin erkeğe yaklaştığı işitilmedi. Ancak bu çirkin fiil, Lût kavmi arasında zuhûr etti. Onlara şeytan gelip bu fiili öğretti. İnsan tabiatına aykırı olan bu çirkin fiili yaptıkları için Allahü teâlânın gazâbına uğradılar” buyurarak livâtanın kötülüğünü bildirmiştir.

Allahü teâlâ insan neslinin çoğalması için erkeklere değil kadınlara yaklaşmak gerektiğini, nikahla olan evlilikten nesebi sahih kız ve erkek evlatların olacağını bildirmiş ve şehveti de bunun için vermiştir. Fakat şehvetin veriliş gâyesinden ve hikmetinden gâfil olan insanlar cehâlet ve azgınlıkları sebebiyle livâtâ denen çirkin işe yönelmişlerdir.

Homoseksüellik veya eşcinsellik adıyla da bilinen livâta eski Yunan toplumunda da vardı. Hattâ bu sebeple aynı cinse karşı duyulan ilgi ve yakınlık karşı cinse karşı duyulan sevgiden üstün tutulmuştu. Yahûdî ve Hıristiyan kültüründe günah kabul edilerek yasaklanmış olan eşcinsellik günümüz batı toplumlarında normal kabul edilmekte kânûnî ve idârî düzenlemeler bu doğrultuda yapılmaktadır. Yetişkinler arasında birbirinin rızâsıyla yapılan livâtayı yasaklayan kânunların kaldırılmasını, bu tür cinsî sapıklık içinde bulunanların işe girme, kredi ve ev bulma, kamu hizmetlerinden ayrım olmadan faydalanma gibi konularda düzenlemeler yapılmasını isteyen “Eşcinsel Hakları Hareketi” ortaya çıktı. 1897’de Berlin’de toplanan eşcinseller, “Bilimsel Yardımlaşma Komitesi” adında bir birlik kurdular. Eşcinsellere eşit haklar verilmesini savunan yayınlar yapıp, toplantılar düzenlediler. 1922 de 25 dolayında şûbesi olan komite, çeşitli ülkelerde faaliyetlerini yaygınlaştırdı. 1934’te Edward Carpetner ve Havelock Ellis“İngiliz Cinsel Psikoloji Araştırmaları Derneği”ni kurdular. 1966 da Amsterdam’da kurulan ve kısa zamanda eşcinsel faaliyetlerin önemli merkezlerinden biri durumuna gelen Kültür ve Dinlenme Merkezi (COC) Avrupa’da hâlâ faaliyetini sürdüren önemli eşcinsel teşkilâtları arasındadır. ABD’de erkek eşcinsellerin ilk önemli teşkilatı 1950-51 yıllarında Los Angeles’ta kurulan Mattachine Derneğiydi. Daha sonra pekçok şehirde şûbeler açan dernek faaliyetlerini sürdürmektedir. Gerek Avrupa’da gerek Amerika’da eşcinsellerin özgürlüğünü savunan teşkilâtların sayısı 1970 ve 1980’lerde daha da arttı. ABD’deki çeşitli şehirlerin yanı sıra başka ülkelerdeki birçok şehirde de her yıl haziran ayının sonlarında Eşcinsel Gurur Haftası düzenlenmektedir.

Yirminci yüzyılın sonunda eşcinsellik hareketleri açık bir biçimde dile getirilmeye başlamıştır. Avrupa ve ABD kânunlarındaki eşcinselliği yasaklayan hükümler yürürlükten kaldırılmış, eşcinsellik suç olarak kabul edilmez hâle gelmiştir. Ayrıca Norveç’te eşcinsellere karşı cinsî ayırımcılığı yasaklayan bir kânun da çıkarılmıştır. Türkiye’de ise 1980’lerde eşitlik istekleriyle teşkilatlanmaya başlayan eşcinsellerin uluslararası sembolü Yunan alfabesindeki lamda (l) harfi olarak kabûl edilmiştir. Ülkemizdeki kânûnî düzenlemelerde belirli bir yaş sınırını aşmış bulunan kimseler arasında rızayla gerçekleştirilen livâta suç teşkil etmemektedir. Yürürlükteki hükümler daha çok küçükleri korumaya yöneliktir. Bu fiilin zorla yapılması, ırza geçme suçunu teşkil etmektedir. Askerî Cezâ Kanûnu’nda bu fiille ilgili olarak ordudan çıkarma, erbaşlar için de rütbe geri alma gibi disiplin cezâlarını öngörmektedir.

Her dinde haram ve büyük günah olduğu bildirilen ve insan tabiatına ters olan livâta bugün sür’atle yayılan korkunç Aids hastalığına sebep olmaktadır. Livâta eden insanda it uru ve aids hastalığı ortaya çıkmaktadır. 1985 yılında virüsü teşhis edilen bu hastalığın domuz eti yiyenlerde de görüldüğü tesbit edilmiştir. Ekseriyetle pop şarkıcısı, balet, modacı, dansçı, sinema artisti gibi sanat dünyâsından ve entellektüel kesimden kimselerin yakalandığı tedâvisi ve ilâcı henüz bulunamamış olan aids hastalığından pekçok kimse hayâtını kaybetmiştir. Dünyânın en meşhur grafiti artisti Keith Haring, Arjantinli dansçı Jorge Donn, Oscar ödülü sâhibi film yönetmeni Tony Richardson, savaş sonrası yıllarının en tanınmış Fransız filozofu Michel Foucault, Episkopal Kilisesinin homoseksüel olduğunu açıklamaya cesâret eden papazı Robert Williams, ünlü sinema artisti Rock Hudson, Amerikalı modacı Patrick Kelly, Tatar asıllı ünlü balet Nurayev, Aids hastalığından hayâtını kaybeden dünyâca meşhur kimselerden bâzılarıdır. (Bkz. Aids)

Bilhassa livâta ve fuhşun yaygın olduğu cemiyetleri tehdit eden, Amerika ve Avrupa’da korkunç şekilde yayılan Aids hastalığının ilâç ve tedâvisi için çalışmalar sürdürülmektedir. Şubat 1993’te BM-AIDS programı başkanı Dr. Michael Merson tarafından Aids hastalığının son durumuyla ilgili olarak şu bilgiler verilmiştir: “Dünyâ üzerinde 13 milyon kişiye Aids bulaşmış durumda olup, bunların 2,5 milyonu tam olarak hastalığın pençesine düşmüş haldedir. Bu hastalıktan şu ana kadar 2 milyon kişi ölmüştür. 2000 yılına kadar ise 30 veya 40 milyon kişiye aids virüsü bulaşmış olacaktır. Yüzde yüz öldürücü olan bu hastalık yalnız belli yaşlardaki yetişkinleri değil çok daha küçük yaşlarda hattâ bebekleri bile kan nakli, cinsel temas, anneden vb. sebeplerle yakalıyor. Aids’e sebeb olan HİV virüsüne yakalanan bir kişi 8 veya 10 yıl içinde tamâmiyle hastalığın etkisi altına girip ölmektedir. 10 yıl önce Afrika’da, Kuzey Amerika’da ve Avrupa’da başlayan bu hastalık Asya ve Latin Amerika’da da yayılmaya başlamıştır...”