LAUE (Max Teodor Felix Von)

Alman fizikçisi. Işığın farklı dalga boylarının ayrılmasını (tayf) buldu. 1914’de Nobel fizik mükâfâtını kazandı. Röntgen şualarının tayfını yapmak için cam pirizma yerine, kaya tuzu billuru kullanan Laue, elde ettiği tayf ile ilmin yeni bir buluşunu ortaya çıkardı. Böylece röntgen şualarının elektromanyetik dalga olduğu anlaşıldığı gibi, billurdaki atomların dizilişi de meydana çıktı.

Laue, 1950’de Berlin’deki fiziko-kimyâ araştırmaları yapan, Max Planck Enstitüsünün müdürü oldu. Albert Einstein’in izafiyet teorisini kabul ederek, bunu yaymaya çalıştı ve Einstein-Bohr denklemi ve atomların parçalanması ile de uğraştı. 1960 yılında Berlin’de öldü.

Eserlerinden bâzıları: Das Relativitätsprinzip (İzafiyet Prensibi), Die Relativitätsheorie (İzafiyet teorisi), Geschichte der Physik (Fizik Târihi).

LAV

Alm. Lava (f), Fr. Lave (f), İng. Lava. 900°C ile 1200°C arasında bir sıcaklıkta yeryüzüne fışkıran, erimiş kayalar. Lavlar yerin sıcaklığı çok olan derinliklerinden gelir. Yeryüzüne çıktığı anda akkor hâlinde kıpkırmızıdır. Yanardağlardan koyu veya sıvı hâlde dışarıya çıkar.

Lavlar iki çeşittir: Bir kısmının yoğunluğu fazladır. Bunlar yavaş akar; havayla temas ettiği zaman kısa bir müddet içerisinde donar. Diğeri su gibi sıvıdır. Öyle hızlı akar ki bir atlı bile lavlara yakalanabilir. Bunun önemli misali Vezüv Yanardağında görülmüştür. Vezüv Yanardağının 1805’teki patlamasında akan lavlarının hızı, saatte 80 km’yi geçmiştir. Her iki cins lavın havayla temas eden yüzeyi, çabucak donarak katılaşır. İç kesimler daha geç soğur, hattâ bâzan kabuğunu parçalayarak yeniden akar. Lavlar akarken önüne gelen malzemeyi parçalar, kırar, eriyebilen, yanabilen cisimleri yakar, eritir. Normal akarsuların taşıyabileceği büyüklükteki cisimlerin, beş on kat daha fazla büyüklüktekilerini rahatlıkla taşır, sürükler. Yüzyıllarca önce patlayan yanardağlardan akan lavlar, dünyânın birçok yerini kaplamıştır. Bu lavların kapladığı topraklar çok verimlidir. Çok fazla mahsül alınmaktadır. Bunun sebebi de, lavlarda bulunan bitkileri besleyici maddelerin akarken toprağa karışıp verimini artırmasıdır. Böyle lavlarla kaplanmış bölgeler, mâden bakımından çok zengindir. Bu donan sert lavlardan çeşitli alanlarda da faydalanılmaktadır.

Fransa’da, lavlardan, ilgi çekici eşyâlar yapılmıştır. Lavların birçok çeşidi, bâzı ülkelerde inşaatçılıkta kullanılmaktadır. Volvic lavı inşaatlar için en makbul lav çeşididir. Toz hâline getirilen lavlar, kireçle, değerli yapı harcı olarak da kullanılır.

En sık rastlanan lavlar, andezit ve bazalttır. Sık rastlanan lavların bileşimleri tabloda verilmiştir.

Lav

S2O2

Al2O3

FeO

MgO

CaO

Na2O

K2O

Diğer

Riolit

73

13

2

0.4

1

3

5

2.6

Dasit

66

16

4

1

4

4

3

3

Trasit

61

18

5

1

4

4

6

2

Andesit

60

17

6

3

6

4

2

2

Bazalt

49

15

12

6

9

3

1

5

Bu hâlde, lavların kalınlığı bâzı yerlerde 1000 metreyi bulmuştur. Bu olay, pekçok hayvanın telef olmasına sebeb olmuştur.

LAVAJ

Alm. Waschung, Fr. Lavage, İng. Lavage. İnsan vücûdundaki mukoza veya epitelle döşeli bâzı organlarda teşhis veya tedâvi maksadıyla uygulanabilen yıkama işlemi. Lavaj, bir takım özel araç ve gereçlerin yardımı ile bâzı özel sıvıların veya ilâçlı çözeltilerin istenilen organlara iletilmesi ile sağlanır.

Kulak lavajı: Kulağa kaçan çeşitli yabancı cisimleri, böcekleri veya kulakta kendiliğinden husule gelip dış kulak yolunu tamâmen tıkayan buşonların (kulak kiri) temizlenmesi için uygulanır. Bunun için üç halkası bulunan özel mâdenî şırıngalar kullanılır. Vücut sıcaklığına kadar ısıtılmış olan su ile kulak yıkanır. Daha sıcak ve daha soğuk su baş dönmesi yapar.

Plevra (göğüs zarı) lavajı: İltihaplı plöreziler (zatülcenp) de uygulanır. Önce bir şırınga ile plevra boşluğuna girilir ki buna “toransentez” denir. Plevra boşluğuna girildikten sonra, mevcut iltihabî sıvı, “irin” boşaltılır ve bilâhare, mikrop öldürücü sıvılarla plevra lavajı yapılır. Yâni göğüs zarı boşluğu yıkanır.

Göz lavajı: Su akıtıcı araçlar ve damlalıklar vâsıtasıyla yapılır veya ilâçlı suya batırılmış bir pamuk parçası göze tatbik edilir. Gâye konjonktivit gibi bâzı iltihâbî göz hastalıklarında, gözün dezenfeksiyonunu temin etmektir.

En mühim bir lavaj türü de mîde lavajıdır. Özellikle ağız yoluyla olan çeşitli zehirlenmelerde, bir ilk yardım usûlü olarak kullanılmaktadır. Zehirlenmenin üzerinden 6 saatten fazla bir zaman geçmişse mîde lavajının pek faydası olmaz, çünkü bu süre zarfında zehirli maddeler mîdeden, barsaklara geçmiş olurlar. Zamanında yapılan mîde lavajı ile, mîde içindeki bütün maddeler dışarıya tahliye edilir ve mîde yıkanmış olur. Mîde lavajı için, hasta başı öne eğik olarak oturtulur, ağız yoluyla mîde sondası itilerek mîdeye gönderilir.

Sondanın dışardaki ucuna takılı olan huniden 400-500 mililitre kadar sıvı boşaltılır. Bu sıvı boşalır boşalmaz sondanın ucu aşağı eğilir ve sondanın ortasında bulunan puarı yardımıyla da mîde boşaltılır. Bu işlem birkaç kez tekrar edilir.

Vajinal lavaj (dölyolu lavajı): Dölyolu mukozasının iltihabî hastalıklarında veya doğum kontrolü maksadıyla uygulanır. Bunun için özel lâstikli enjektörler lavaj sıvısı olarak da dejenfektan sıvılar veya çeşitli ilâçlar kullanılır.

Mesane lavajı: İdrar yolundan mesaneye sokulan bir sonda ve enjektör vasıtasıyla yapılır. Özellikle mesane iltihaplarında tedâvi maksadıyla uygulanır.

Peritoneal lavaj (Karın zarı boşluğu lavajı):Özellikle kazâlar ve travmalar neticesi karın boşluğundaki organların yaralanıp yaralanmadığını anlamak gâyesiyle yapılır. Karın boşluğuna özel bir torakarla girilir ve buradan serum fizyolojik gönderilir. Bir müddet beklendikten sonra verilen sıvı alınarak mikroskop altında incelenir ve kanama olup olmadığı kontrol edilir.

LAVANTA ÇİÇEĞİ (Lavandula)

Alm. Lavendel (m), Fr. Lavande (f), İng. Lavender. Familyası: Ballıbabagiller (Labiatae). Türkiye’de yetiştiği yerler: Kuzeybatı-batı ve güneybatı Anadolu.

Haziran-ağustos ayları arasında mâvi veya mor renkli çiçekler açan, 20-60 cm boylarında, aromatik kokulu, çok yıllık, otsu veya çalımsı bitkiler. Daha çok deniz ikliminin bulunduğu batı bölgelerimizde yaygın olan lavantanın, Türkiye’de yetişen iki türü vardır. Bunlar, Lavandula stoechas ve L. angustifolia’dır. Ayrıca daha ziyâde kültürü yapılan, İngiliz lavanta çiçeği (L. spica) olarak bilinen türü de bulunur.

İngiliz lavanta çiçeği (L. spica): Haziran-ağustos ayları arasında mâvi renkli çiçekler açan, 20-50 cm boylarında çok yıllık otsu bir bitki. Gövdeleri dik ve odunludur. Dallar, yalnız alt kısımlarında yaprak taşır. Yapraklar kısa saplı, dar ve uzunca, tüylü, beyazımsı-grimsi-yeşil renklerdedir. Çiçekler dalların ucunda, uzun saplar üzerinde toplanmışladır. Çiçekler küçük ve çok kısa saplıdır. Çanak ve taç yaprakları tüp şeklindedir. Meyveleri parlak siyah renklidir.

Kullanıldığı yerler: Çiçekleri kullanılır. Çiçekleri açmadan toplanır ve su buharı ile distile edilerek, hemen uçucu yağ elde edilir. Uçucu yağında organik asitler, pinen, kâfur, camphen vs. gibi maddeler bulunur. Lavanta çiçeği, kuvvet verici, idrar söktürücü ve romatizmaya karşı çay hâlinde kullanılır. Çok iyi bir koku vericidir. Hâricen yatıştırıcı olarak da kullanılır. Parfümeri sanâyiinde kullanılan önemli bir bitkidir. Lavanta çiçeğinin bir türü olan Lavandula stoechas, Karabaş olarak bilinir. (Bkz. Karabaşotu)

LAVMAN

Alm. Klistier (m), Fr. Lavement, İng. Enema. Makattan, teşhis, tedâvi veya ameliyata hazırlamak maksadıyla mâyi verilmesi işlemi. Verilen mâyinin vasıfları ve miktarı, maksada göre değişir.

Teşhis için: Bu gruba baryumla yapılan röntgen tetkikleri misal olarak verilebilir. Kalın barsakları ilgilendiren polipler, tümörler, doğuştan olan hastalıklar bu yolla teşhis edilebilir.

Tedavi için: 1) Konvülsion (havâle) tedâvisinde kloralhidratlı lavman kullanılması.

2) Hepatik komada (Karaciğer komasında) neomisinli lavman kullanılması.

3) İnvajinasyonlar (barsakların iç içe geçerek tıkanması) da baryumlu lavman kullanılması.

Ameliyata hazırlık için: Doğumdan önce deterjanlı su ile boşaltıcı lavman yapılması gibi.

Lavman için kullanılacak mâyi miktarı fazla ise, hastaya rektal tüp tatbikinden sonra mâyi, yer çekimi etkisi ile makattan verilir. Sâdece ilâç tatbiki gibi az miktarda mâyi ile yapılan lavmanlar rektal tüpten enjektörle verilebilir.

LAVOISIER (Antoine Laurent)

Fransız kimyâger. 1743 yılında Paris’te doğdu ve aynı yerde 1794’te îdâm edildi. O devrin meşhur kimyâcısı Guilaume-Francois Rouelle’nin (1703-1770) tesiri altında kaldı. Zengin bir âilenin çocuğu olan Lavoisier, Mazarin Kolejinden mezundur. Babasının yerini almak düşüncesiyle hukuk tahsiline başladı ve çok iyi bir eğitim görerek 1764’te mezun oldu. Fen bilgilerine duyduğu alâkadan dolayı zamanın belli başlı fen derslerine ve laboratuvarlarına devam etti. 1765 senesinde ilk araştırmasını yayınladı. 1768’de Fen Akademisine üye seçildi. Hayatı boyunca ticâret, ekonomi ve toplum refahı konularında faaliyette bulunmuş, 23 yıl mâliyede vazife yapmıştır.

Fransız İhtilâlini hazırlayan siyâsî olaylarda faal rol oynamıştır. Fransa’da köklü bir sosyal reformun yapılmasına inanmaktaydı. Bu arada sosyal şartları ve zirâati incelemek için seçildiği komisyonlarda yaşlılık sigortası ve vergi reformu gibi çok köklü teklifler yapmıştır.

İhtilal sırasında Fransız mâliyesi ve ekonomik kaynaklar hakkında bir rapor hazırlamıştır. Ölçülerde metrik sistemin ortaya çıkmasında da faal rol oynamıştır. Bütün bu hizmetlerine rağmen ihtilalcilerin devamlı saldırılarına mâruz kalmış ve önce hapsedilmiş, daha sonra mahkeme edilip, suçlu bulunarak 1794’te ölüme mahkûm edilmiştir.

Çalışmaları: Lavoisier kimyâ çalışmalarına başladığında Avrupa’da kimyâ konusu ilim kabul edilmiyordu. Teorik temel okutu. Lavoisier Avrupa’da kimyâ ilminin mîmârı oldu. Kimyâyı ilmî bir temele oturttu. Lavoisier, yanma olayında oksijenin rolü ile ilgili çalışmaları ile tanınmıştır. Maddenin Korunumu Kânunu’nun sâhibi olan Lavoisier eski flogiston fikrini kaldırarak, modern kimyânın temelini atmıştır.

Lavoisier’in nazariyesine göre ürünlerin ağırlığı reaktonların (reaksiyona girenlerin) ağırlığına eşit olmalıdır. On sekizinci yüzyılda flogiston teorisine göre yanan maddelerin farazi bir ağırlık kaybettiği kabul ediliyordu. Oksit bilinmediği için metal maddelerin havayla teması neticesi meydana gelen kızarıklığa calx deniyordu. Tatminkâr olmayan bu açıklamalar Lavoisier’i bütün bunların hava-metal birleşimiyle olduğu neticesine götürdü. Reaksiyon esnâsında, sonradan oksijen ismini verdiği bir gaz çıktığını tesbit etmiştir. Oksijenin keşfi ile yanma-oksitlenme hâdisesi aydınlandı.

Lavoisier solunum esnasında oksijen alınıp, karbondioksit verildiğini tesbit etti. Deneyler sonucu solunumun da bir nevi yanma olduğunu anladı ve kalorimetre yardımı ile kimyevî reaksiyonların ısısını ölçtü. Biyokimyâ alanında birçok deneyler yaptı. Herhangi bir maddenin katı, sıvı veya gaz halden birinde olduğunu söyleyen Lavoisier’dir. Havayı analiz ederek azotla-oksijeni ayırmış, hidrojeni yakarak su elde etmiştir. Çağdaşlarıyla yaptığı temaslar neticesi “Kimyevî İsimlendirme Metodu”nu geliştirmiştir. Bu arada barut ve güherçile îmâlinde hükümete yardımcı olmuştur.

Bugün kimyânın babası ismi verilen ve kimyâya terâziyi sokmakla, Aristo’nun yanlış nazariyelerini temelinden yıkarak, tecrübî ilimlere, yeni müsbet bir çığır açan Lavoisier, bir taraftan fennin bugünkü dereceye ilerlemesine çok hizmette bulunmuş bir taraftan da mütehassıs olduğu kimyâ ilminde büyük hatâlar yapmıştır. Onun buluşu olduğu için, kitaplara geçen, üniversitelerde okutulmuş olan bu sözleri, bugün bir orta mektep talebesi söylerse sınıfta bırakılır. Meselâ klor gazına bileşik cisim bir oksit, diyordu ve asitleri (hamızları) yanlış anlatıyordu.

Lavoisier’in en büyük hatâsı, doğru tecrübesini, kıymetli buluşunu îzah ederken, dîne inanmıyanların eskidenberi söylemekte oldukları bir sözü tekrarlaması idi. Yâni “kimyâ tepkimelerinde, madde gayb olmaz ve yoktan meydana gelmez” hakikatini deney ile ispat etmiş ise de, her şeyin kimyâ tepkimesi, kimyâ kânunu ile yapıldığını sanarak, aldanmış ve kendisini lekeleyen başka sözlerine çok çirkin birini daha eklemiş; kimya tepkimelerinde ağırlık değişmediğini görerek Ağırlığın Sakınımı Kânununu kurunca, “Tabiatta bir şey yaratılmaz ve hiçbir şey yok edilemez.” deyivermiştir. Bunu duyan fen taklitçileri “Yoktan birşey yaratılmaz. Hiçbir şey yok olmaz.” diye iddiada bulundular ve dinlere, bu arada İslâmiyete hücum ettiler.

Lavoisier’in kimyâ olaylarında, maddenin artmadığını ve azalmadığını görmesi “İnsanlar hiçbir şey var edemez ve yok edemez.” hakikatını meydana çıkarmaktadır. Halbuki o da başka din düşmanlarının düştüğü büyük hataya düşerek tecrübesinden yanlış netice çıkarmış ve dîne saldırmıştır. Fakat, böylece ancak kendini lekeledi. Çünkü, bugünkü fizikokimyâ bilgisi, kimyânın ulaşamadığı atomun derinliklerine girerek, Lavoisier’in aldandığını ispat etmiştir. Nitekim Einstein’in relativite nazariyesi, kütlenin korunması kânununu bile madifie etmiş, yâni değiştirmiştir.

Bu sûretle anlaşılmıştır ki madde, Lavoisier’in sandığı gibi dünyânın temeli değildir. Bugün, yeni keşfedilen çekirdek olayları, nükleer reaksiyonlar, maddenin enerjiye döndüğü ve yok olduğu hâdiseleri Lavoisier’in aldandığını göstermektedir.

LAWRENCE (Thomas Edward)

İngilizlerin Orta Doğu’daki meşhur câsus subaylarından. İngilterenin Galler bölgesinde 1888 yılında doğdu. Thomas Edward’ın âile adı Chopman olmasına rağmen, İskoçyalı bir râhibeyle evlenebilmek için Lawrence (Lavrens) soyadını aldı. Hıristiyanlığın koyu bir taassuba sâhip Cizvit Tarikatının okuluna girdi. Burada iyi bir eğitim ve öğretim gösterilerek, yetiştirildi.

İngilizlerin Orta Doğu’ya yayılma siyâseti istikametindeki faaliyetlerine katılıp, 1910 yılında Türkiye’ye geldi. Fırat Nehri kıyısında arkeolojik araştırmalar adı altında, petrol etüdü, siyâsî ve etnolojik bilgiler topladı. Mezopotamya, Suriye, Filistin ve Mısır’ı gezip, Arapça ve İslâm âdetlerini öğrendi. İngiltere’ye dönüp, 1911’de Oxford’da doktorasını verdi. Tekrar Orta Doğu’ya dönüp, Arap ülkelerinde çalışmaya başladı.

Birinci Dünyâ Harbinde İngiliz ordusunda vazife aldı. İslâm âleminin en büyük devleti ve hilâfet makâmına sâhip Osmanlı Devleti de, İttihatçılar tarafından savaşa sokulunca, câsusluk vazifesiyle tekrar Orta Doğu’ya gönderildi.

Birinci Dünyâ Harbinde yüzbaşı rütbesiyle, İngiliz İstihbârât Teşkilâtı olan İntelligence Service’te câsus olarak çalıştı. Vazifesi, İttifak Devletleri safında harbe sokulan Osmanlı Devleti hâkimiyetindeki Arap ülkelerinde isyan çıkartmaktı. Yüzyıllardır Osmanlı hâkimiyetinde sulh, sükûn ve huzur içinde yaşayan Araplara, kavmiyetçiliğin dînî bağlardan daha önemli olduğu propagandasını yaptı. Kendisini Arap Dâvâsına inanmış birisi olarak tanıtıyordu. Arap liderleriyle görüşüp, Osmanlı Devletinden kurtulma zamanının geldiği istikâmetinde faaliyetlerde bulunuyordu. Vehhabî Abdülaziz bin Sü’ûd ile münâsebet kurup, onun yakın adamı oldu. Abdülaziz bin Sü’ûd’a, İngiltere’den külliyetli miktarda para, silâh, cephâne, teçhizât ve levâzım malzemesi sağladı. İttihatçı subayların Arap ülkelerindeki zulüm ve ahlâksızlıklarını kendine malzeme yapıp, bölgeyi Osmanlı Devletine karşı isyân hâline getirmeyi başardı. Âsi Arapları da Yemen, Filistin, Irak cephelerinde İngilizlerin safında yer aldırttı.

Lawrens, gerilla harpleri yaptırarak Türk kuvvetlerine çok zarar verdirdi. Türk kuvvetlerinin Hicaz’a ulaşımını sağlayan Şam-Hicaz demiryolunu kısmen tahrib ettirdi. Demiryolu istasyonlarına gece baskını yaptırdı. Osmanlıya bağlı Hicaz ahâlisi dışında Vehhabîleri ve âsileri Türk düşmanlığı ile körükleyip, Mekke ve Medine’de de hiyânetlere sebeb oldu.

Arap âlemini Osmanlılardan ayırıp, İngiltere’nin sömürgesi hâline soktu. Dünyâya Arap kahramanı olarak tanıtılıp, İstiklâl dâvâsı adı altında Müslümanlara, meşru devlete karşı isyân fikirleri ekti.

Kitap yazıp, konferanslar vererek kendini şeyh, diye tanıttı. Kuvvetli hitâbeti, cin fikri ve İslâm düşmanlarından aldığı bol yardımlarla pekçok kimseyi etrâfında topladı. Müslümanların îmânını bozucu fikirlerini yaydı. Çölde İsyan, Darphâne, Hikmetin Yedi Direği adlı kitaplarını ve mektuplarını yayınladı.

Lavrens, Birinci Dünyâ Harbinden sonra Osmanlı Devleti yıkılınca, vazifesini tamamlamış olarak İngiltere’ye döndü. Orta Doğu’ya empoze ettiği fikirleri Arap milliyetçiliği ötesinde yayıldı. Arap âleminde, aynı din, dil, ülke ve ırka mensûb olmalarına rağmen birbirine düşman pekçok devlet kuruldu. İsrâil Devletinin kurulmasına fırsat verdirip, Arap âlemini birbirine düşman hâline getirdi. Birkaç kere adını değiştirdi. John Hume Ross adıyla İngiliz Hava Kuvvetlerine girdi. Câsus olduğu anlaşılınca, uzaklaştırıldı. Thomas Edward Shaw adıyla önce tank birliklerinde, sonra da tekrar Hava Kuvvetlerinde vazife aldı. 1935’te İngiliz ordusundan emekli oldu. Aynı sene Dorsetshire’de motosiklet kazâsında öldü.

LEASING

Alm. Leasing, Leasinggenschaeft, Fr. Credit-bail, İng. Leasing. Belli bir süre için bir varlığa sâhib olmaksızın onun kullanım hakkını elde etmek. Orta ve uzun süreli fon kaynağı olarak finans yöneticilerinin giderek ilgisini çeken leasingin mâzisi eski çağlara kadar uzanmaktadır. İkinci Dünyâ Savaşı esnâsında Amerikalıların Ruslara savaş malzemesi satışı yerine kiralama fikirleri savaş sonrası için parlak ilhamlar vermiş; ekonomik canlanmanın getirdiği dev yatırımlar, başdöndürücü teknolojik gelişmelere karşılık yetersiz banka kredileri “makinenin değeri ona sâhip olmak değil, kullanmaktır” ilkesini benimseyen pekçok şirketin, verginin de özendirici etkisiyle leasing geniş bir uygulama alanı kazanmıştır.

Başlangıçta yalnızca emlâk için kullanılan bu kelime günümüzde ulaşım araçlarından bilgisayarlara, tıbbî gereçlerden mâdencilik ve sanâyide kullanılan özel aygıtlara kadar yayılmıştır. Leasingin en gelişmiş olduğu ABD’de akla gelebilen her türlü varlık kirâlama söz konusu olabilmektedir. Üç bin dolaylarında leasing şirketinin faâliyette bulunduğu bu ülkede yılda 50 milyar doları aşan bir kirâlama hacmi mevcuttur. Baş döndürücü bir hızla yeni teknoloji üreten Japonya’da da leasing vazgeçilmez bir finansman metodudur. İlk petrol şoku sonrası yıllık yüzde 20’lik artışlarla leasing pazarı 10 milyar dolarlık bir boyuta ulaşmıştır. Almanya’da toplam yatırımların yüzde 30’u leasing yolu ile finanse edilirken, İsviçre’de şirketlerin üçte ikisinin bu imkândan faydalandıkları anlaşılmaktadır.

Bellibaşlı leasing türleri ve bunların temel nitelikleri şöylece özetlenebilir:

1. Sat ve geri kirala (sale and leasebeck):

Nakit sıkışıklığının ön plânda olduğu devrelerde başvurulan bir leasing metodudur. Buna göre arâzi, binâ veya teçhizat sâhibi şirket, sâhib olduğu varlığı bir finans kurumuna satıp aynı anda belirli bir süre için kirâlamakta, böylece varlığın kullanımını elde ederken nakte de kavuşmaktadır. İşlem sonucundaki tek değişiklik şirketin bilançosundaki varlık kompozisyonu olmakta, duran varlıklardaki azalışa paralel olarak dönen varlıklarda bir artış söz konusu olmaktadır.

2. Faaliyet kirâlaması (operating lease):

Kirâlanan varlığın bakım yükümlülüğünü kirâlayana bırakan leasing türüdür. Uygulamada bakım masraflarının ya leasing ödemeleri içinde yer aldığı veya ayrı bir sözleşme ile düzenlendiği gözlenmektedir. Bu türün en yaygın örnekleri bilgisayar, büro makinaları ve taşıt araçlarıdır. Faâliyet kirâlaması genelde kirâcıya sözleşmeyi iptal hakkı da tanımaktadır. Bu da kirâcı için teknolojik bakımdan modası geçmiş malları geri verme hakkı demektir.

3. Finansal kirâlama (financial lease):

Bu modelde kirâcı belirli malları seçip, fiyat ve teslim şartlarını satıcı ile belirlemekte, daha sonra bir leasing kurumu bulup bu malları satıcıdan satın alarak kendisine kirâlamasını sağlamaktadır. Finansal kirâlama sözleşmeleri genelde net bazda olmakta, yâni bakım, sigorta ve diğer masraflar kirâcı tarafından karşılanmaktadır. (Bkz. Finansal Kirâlama)

LEBLANC METODU

1742-1806 yılları arasında yaşamış, Fransız endüstri kimyâcısı Nicolas Leblanc’ın geliştirdiği ve kendi adı ile isimlendirilen, sodanın elde edilme yollarından biri. Bu metodda, önce sodyum klorür, sülfürik asitle tepkimeye sokularak, sodyum sülfat ve hidroklorik asit elde edilir. Elde edilen sodyum sülfat, yüksek sıcaklıkta karbonla, sodyum sülfüre indirgenir. Üçüncü adımda sodyum sülfür, kalsiyum karbonatla reaksiyona sokularak sodyum karbonat ve kalsiyum sülfür elde edilir. Bütün bu işlemler 900°C’nin üzerinde ve özel fırınlarda yapılır. Bugün hemen hemen uygulanmayan bu metod, yerini solvay metoduna bırakmıştır.

LEEUWENHOEK (Anton Van)

Alman tabiat bilgini. 1632’de Delft şehrinde doğdu. Ayakkabı ticâreti, amatör olarak lens ve mikroskop tâmirâtı ile meşgul oldu. Mikroskop vâsıtası ile 1674 yılında tek hücreli hayvanların ve 1676’da da bakterilerin şeklini çizmiştir. Bakteriyoloji ve protozooloji (tek hücreliler bilimi) ilimlerine katkısından dolayı, mikrobiyolojinin babası kabul edilmiştir. Leeuwenhoek, 1680’de Londra’da Royal Society cemiyetine uzman seçildi ve bu cemiyetin felsefî kayıtlarında 375 keşfi kaydedildi.

Leeuwenhoek’in araştırmaları, biyolojik materyaller, anatomi, psikoloji, embriyoloji, botanik hattâ fizik, kimyâ alanlarında idi. Kan hücrelerini ve kılcal damar çevrimini açıklayan çalışmaları, klâsik çalışmalardandır. Kandaki alyuvarlar ve spermalar, denizde yaşayan kabuklu hayvanlar, bit, karınca vb. hayvanlar üzerinde yaptığı çalışmalarda, bu hayvanların meydana gelişi hakkında o ana kadar kabul edilen inanışın yanlış olduğunu ortaya koyarak büyük ün kazandı. 1699’da Paris’te Académie des Sciences’e üye oldu. Delft’te 1723’te öldü.

LEGION D’HONNEUR

Napolyon Bonaparte tarafından 1802’de başlatılan ve dikkate değer hizmet yapan kimselere ırk ve din farkı gözetilmeden verilen Fransızların en yüksek onur nişanı. Beyaz bir desen üzerinde bir çift çizgili yıldız şeklindedir. Ön kısmında “République Française” ve arkada “Honneur et Patrie” ibareleri yazılıdır. Bizzat Napolyon tarafından 48.000 kişiye verilmiştir.

LEĞEN

Alm. Becken (n), Fr. Bassine (f), İng. large bowl; basin. Abdest almaya, el-yüz, çamaşır yıkamaya mahsus kap. Abdest almak ve el yüz yıkamak için kullanılan leğene “el leğeni” adı verilir. Bu leğenler genel olarak ibrikle beraber kullanılır.

Türk-İslâm örf ve âdetinin en güzel örneklerinden olan leğende el yıkamak ve ona usûlüne göre su dökmek, bugün unutulmuş gibidir. Kenarları yüksek, kapaklı el leğenleri yanında bakır, pirinç gibi çeşitli mâdenlerden yapılanları vardı. İbrik de aynı mâdenden yapılır üzerine nâdide işlemeler konulurdu. Leğen kapakları, suyun içeri akması için delikli olur, tam orta yerinde sabun konacak özel yeri bulunurdu. Dökülen suyun üste, yere sıçramaması için bu kapak çok îtinâlı yapılırdı. Eski evlerde, müzelerde ve bâzı yörelerdeki gelinlik kızların çeyizlerinde çok çeşitli bakır leğenler ve ibrikler bulunmaktadır. Bunlardaki ince zevk ve sanat, insanı hayran bırakmaktadır.

Bugün bakır leğenlerin yanında alüminyum ve plâstikten yapılmış çamaşır v.s. gibi yerlerde kullanılan leğenler de vardır.

LEĞEN KEMİĞİ

Alm. Becken (m), Fr. Bassin, İng. Pelvis. Çok az hareket edebilen eklemler ve bağlar ile birleşmiş, dört kemikten meydana gelen bir iskelet yapısı. Leğen, bir adet sacrum kemiği, iki adet coxae kemiği, bir adet coccygis kemiğinden ibârettir.

Önde coxae kemikleri (kalça kemikleri) symphsis pubica denen bir eklem kemiği aracılığı ile birleşmişlerdir. Arkada bu iki kemik, sacrum kemiği ile eklem yapar. Coccygis kemiği sacrumun altında onunla eklem yapar. Kadın ve erkeklerde leğen kemiği, esas îtibâriyle aynı olmakla birlikte biraz farklılık gösterir.

Leğen kemiği omurga ile bacaklar arasında bağlantıyı sağlayan ve fazla ağırlık taşıyan bir kemiktir. Altta uyluk kemikleri üstte omurgalarla eklem yapar. Leğen kemiğine bacak ve vücut hareketlerinin önemli bir kısmını sağlayan kaslar yapışır. Önde karın ön duvarı ile birleşen leğen kemiği, iç organların yerleştiği karın boşluğunu alttan sınırlar. Leğen kemiğinin meydana getirdiği pelvis boşluğu kadınlarda doğum yolunun önemli bir kısmını teşkil eder.

LEHÇE

(Bkz. Diyalekt)

LEHİM

Alm. Lötmetall (n), Lötmasse (f), Fr. Soudure (f), İng. Solder. İki metal parçasını birbirine bağlamak için erimiş hâlde kullanılan, tatbik edildiği metalden daha düşük sıcaklıkta eriyen, bir metal veya alaşım. Lehimleme, bir bağlantıdaki iki veya daha fazla metal parçayı, bir metal bağlantı alaşımı (lehim) ile ısı yardımıyla birleştirme tekniğidir. Lehim alaşımı, erime noktasının üstünde ısıtılarak eritilir ve bu sıvı parçaların birleşme yüzeyleri arasını doldurur. Bu işlem sırasında metal yüzeyleri de kısmen erir ve kimyevî bir değişme göstererek lehim alaşımı ile birlikte yeni bir alaşım meydana getirir. Erimiş alaşımın donması ile parçalar birleşmiş olur. Lehim bağlantılarının, kaynağa göre en önemli üstünlükleri kalıcı olmaları, istenildiğinde kolayca sökülebilmeleridir. Lehim, yumuşak ve sert lehim olmak üzere iki türlüdür:

Yumuşak lehim: Yumuşak lehim ile 430°C nin altında lehim bağlantısı gerçekleştirilir. Burada maksat, parçaları lehim bağlantısı ile birleştirmek veya tutturmaktır. Bağlantıya kuvvet taşıtılacağı durumlarda kullanılmaz. Alçak sıcaklıklarda gerçekleştirilen bu tür lehim işlemi, ısıya karşı hassas malzeme kullanılan konstrüksiyonlarda en uygun ve kolay bağlama şeklidir.

Yumuşak lehim alaşımlarında malzeme olarak genellikle kalay-kurşun alaşımları kullanılır. Kalay oranı % 5-70 oranında değişerek, 183°C’den 312°C’ye kadar bir erime aralığı sağlar. Bakır, pirinç, nikel, demir ve diğer kaplanmış metallerin birleştirilmesinde kullanılır. % 63 kalay, % 37 kurşun alaşımlı yumuşak lehim, en düşük (183°C) erime noktasıyla kolayca kullanılabildiğinden elektronikte yapılan bağlantı ve fabrika montaj işlemlerinde geniş bir şekilde kullanılır. % 60 kalay, % 40 kurşun ve % 50-50 kurşun-kalay alaşımları elektrik ve diğer genel kullanım alanlarında yaygın olarak kullanılır.

Sert lehim: Sert lehim işlemi, 595°C’den 1175°C’ye kadar sıcaklıklarda eriyen lehim alaşımları ile lehimleme işlemidir. Sert lehim, yumuşak lehime göre daha kuvvetli bir bağlantı yapar. Lehim alaşımı olarak alüminyum, bakır, gümüş, çinko, nikel, mağnezyum, altın gibi metallerin alaşımları kullanılır. Isıtma işlemi alev, indüktif, elektrik direnç veya erimiş metal banyoları yardımıyla yapılır.

Lehimleme işlemi: Lehimleme işlemi aşağıdaki merhalelerle gerçekleştirilir:

1. Birleştirilecek yüzeyler, mekanik veya kimyevî usüllerle temizlenir.

2. Asitli lehim pastası (lehim tozu) tatbikiyle yüzeylerdeki oksitlenme önlenir. Lehim alaşımının metal yüzeylerle teması sağlanır.

3. Parça yüzeyleri arada 0,05-0,13 mm (50-130 mikron) kalacak şekilde birleştirilir. Lehim eritilince kılcallık sebebiyle ince bir tabaka meydana getirecek bir şekilde bu boşluğa nüfuz edecektir.

4. Alev veya havya yardımıyla ısı tatbik edilir. Havya olarak herhangi bir sıcak metal parçası kullanılabilir. Pirinç lehimi için gaz alevi kullanılır. İndüktiv, elektrik direnç, fırında ısıtma ve erimiş metal banyoları, kullanılan diğer metodlardır.

5. Lehim ya elle veya birleştirilecek bağlantı noktalarına evvelden yerleştirilerek tatbik edilir.

6. Bağlantı kıpırdatmadan soğutulur.

7. Korrosiv bir özellik gösteren lehim pastası ve artıkları temizlenir.

Elektronikte, mikro elemanların bağlanmasında, özel lehim çubuklarının ucunda erimiş hâlde bulunan küçük lehim parçalarının, bağlantıya dokundurularak tatbiki ile lehimleme sağlanır. Endüstri alanında lehimleme, seri üretim ilkesine göre gerçekleştirilir. Yalnızca iç bölümdeki elle lehimlenen birkaç nokta dışında ötekiler, sisteme monte edilir ve asılı parçaların otomatik olarak birleştirildiği, erimiş lehim banyosu içinden geçirilir. Bir başka usülde de soğuk lehim parçalarının bağlantı yerlerine yerleştirilip, noktasal dirençle ısıtılan ana metal üzerinde eritilmesiyle olur.

Lehim pastaları: Metaller havayla temas ettiklerinde ve ısıtıldıklarında oksitlenme eğilimi gösterdiklerinden, bu okside mâni olmak ve metal yüzeyini temizlemek için lehim yaparken lehim pastası kullanılır. Bunlar ticârî olarak bulunabilirler. Çabuk etkili bir pasta, su içinde üç kısım çinko klorit ve bir kısım amonyum klorit eriyiği şeklindedir. Paslanmaz çeliklerin lehimlenmesinde hidroklorik aside veya kalay kloride, çinko klorit ilâvesiyle elde edilen lehim tozu kullanılır. Taşıyıcı olarak alkol kullanılan reçine kökenli eriticiler bu işlemde iyi bir bağlantı elde edilmesini sağlar ve elektronik cihazların ve kolay lehimlenen metallerin bağlanmasında kullanılır.

LEİBNİZ (Gottfried Wilhelm)

Ünlü Alman filozofu. Modern çağın sistemli düşünürlerindendir. Matematik, mantık ve metafizik alanlarında yaptığı çalışmaları önemlidir. 1 Temmuz 1646 senesinde Leipzig’de dünyâya geldi ve 14 Kasım 1716 yılında terk edilmiş olarak Hannover’de öldü. Babası Leipzig’de felsefe profesörü idi. Babası ölünce kendi kendisini yetiştirmeye başladı. Târihe karşı ilgisi fazla olduğundan Lâtince ve Yunancayı öğrendi. Mantıkla ilgilenmeye başladı.

Leibniz 15 yaşında iken Leipzig Üniversitesinde hukuk öğrencisi idi. Hazırladığı bir tez konusunda Fransa’nın Mısır’da Türklerle çarpışacaklarını savunuyordu. Napolyon bu tez konusunu Mısır’a asker çıkarmadan önce incelemediğine çok pişman olduğunu ifâde etmiştir.

Leibniz teoloji, hukuk ve politika alanında olduğu kadar tabiî ilimlerde de çalışmalar yaptı. Matematik, optik, mekanik, pnömatik üzerinde çalışmaları yanında toplama, çıkarma, bölme, karekök işlemleri yapan makinayı yapmayı başardı. Bu makina, 1673 senesinde Paris İlimler Akademisi ile Londra’da sergilendi.

1700 senesinde bir dâvet üzerine Berlin’e gitti. Berlin Üniversitesinin kurulmasını sağladı ve oraya müdür oldu. 1711 senesinde bu görevinden ayrıldı.

Leibniz, kozmoloji ilmini Allah’ın varlığını ispat etmek için kullanmıştır. Kozmolojik îzahlar “Yeterli sebepler prensibi” olarak isimlendirilmiştir. “Yeterli sebepler prensibi” ile “tezat kânununu” gerçeği bulmakta kâide olarak kullanmıştır. Leibniz’in savunduğu düşünce şekli özetle şöyle idi:

Gerçek dünyânın varlığı için yeterli sebep Allah’tır. 1840 senesinde basılan De Rerum Originatione Radicali adlı kitâbında Allah’ın varlığını ispata çalışmıştır.

Leibniz Katolik, Protestan mezheplerini birleştirmek için çok gayret sarfetti.

1712-1714 seneleri arasında Viyana’da kalan Leibniz’e baron pâyesi verildi. Daha sonra Hannover’e yerleşen Leibniz orada öldü. Cenâzesine yalnız sekreteri J.G.Von Eckhart gelmişti. Eckhart, 1726 senesinde yazdığı Memoirs of John Ker of Kersland adlı kitabında ondan bahsederken “Memleket için bir cevher olduğu halde onu bir hırsız gibi çukura attılar.” demiştir.

LEJYON

Alm. Legion (f), Fr. Légion (f), İng. Legion. Eski Romalılarda bâzı askerî birliklere verilen ad. Sezar ve imparatorluk döneminde altı bin kişilik askerî kuvvetlere, 16. yüzyıl ile 19. yüzyıllar arası Fransız piyade birliklerine de lejyon adı verilirdi. Bilhassa 20. yüzyılın ilk yarısında Fransa’nın yabancı uyruklu askerlerden meydana gelen özel kıyâfetli birliklerine lejyon denmektedir. Bâzı subayları Fransız olan bu askerlere, Fransa’nın deniz aşırı sömürgelerinde esas birlik olarak vazife yaptırılmıştır. Bilhassa Cezayir’in bağımsızlık savaşında çok mikdârda kullanılan lejyonlar, acımasızlıkları ile meşhurdurlar. Fransa’nın sömürge imparatorluğu yıkılınca bunlar da önemini kaybetti. Bugün sembolik bir birlik hâlinde kalmıştır. Bu birlik elli iki milletten sekiz bin civârında askerden meydana gelmektedir.

LEKE

Alm. Flecken (m), fleck (m), Fr. Tache (f); defaut (m); honte (f), İng. Stain; mark; speck; shame. Sıvı maddelerin damlaması veya dökülmesi neticesinde, sınırları belli bir yüzeyde kalan izler. Bir yüzeyde çeşitli sebeplerden dolayı ortaya çıkan renk değişiklikleri, parlak ve şeffaf cisimler üzerinde görülen karanlık veya beyazlık, değerli taşların üzerinde bulunarak onların değerlerini arttıran veya düşüren benekler, gözün ağ tabakasında bulunan ve görmeyi en iyi şekilde sağlayan noktalara da leke denir.

Cemiyet içerisinde, kişilerin izzet ve şereflerini düşürecek ve zedeleyecek şekilde yüz kızartıcı davranış ve karakterlerde bulunmalarına da bu ad verilir. Ay, güneş ve diğer gezegenler üzerinde hafif karanlık şekilde görülen kısımlara da leke denir.

Çiçek ve tifo hastalıklarının başlangıcında meydana gelen kabarcıkların dökülmesi sonucu bıraktıkları izlere; bitki hastalıklarının belirtisi olarak yaprakların sap kısımlarında, meyvelerin üzerinde mantarlar ve asalak bakterilerin bulunması, onların asıl renklerinin değişmesine sebeb olarak üzerlerinde meydana gelen görünüm bozucu beneklere de leke denmektedir.

Lekelerin cinslerine göre çıkarma şekilleri vardır; emici, eritici ve renk açıcı “leke çıkarıcılar” kullanılarak lekeler temizlenir.

İnsanları en çok üzen ve düşündüren, giyim ve ev eşyâları üzerinde ortaya çıkan lekelerdir. Bu lekeleri temizlemek için kumaş ve eşyâların cinslerine göre kullanılacak ilaçlara çok dikkat etmelidir. Bilhassa ipek, sun’î ipek ve bundan yapılan kumaşların temizlenmesinde daha titiz davranılmalıdır.

Leke çıkarmada iyi sonuç alabilmek için lekenin ve kumaş cinsinin tesbiti çok önemlidir. Lekelerin çıkarılmasında kumaşların, pamuklu, yünlü, ipekli, renkli ve boyalı oluşlarına göre değişik metodları vardır.

Leke çıkarmada dikkat edilecek genel kaideler:

Yünlü, ipekli, pamuklu ve diğer kumaşlarda leke çıkarılırken lekeyi ışığı bol ve aydınlık bir yerde çıkarmalı.

İki katlı kumaşlarda, lekeli olmayan tarafın korunması için, katları birbirinden ayıracak şekilde çalışmalı, katlar arasına sert ve su geçirmeyen cisimler (tahta, kalın bez) koymalı.

Lekeler çıkarılırken koyu renkli kumaşlar kullanılmalı veya kendi renginden bir parça ile lekeli yeri silmelidir.

Uçucu maddelerle temizlenen lekeleri, ânında bir tamponla uçurmalı, yoksa bu maddeler kendi hâline bırakılırsa kalıcı iz yapabilirler.

Belli başlı lekeler ve çıkarma metodları:

Çay lekesi: Herhangi bir yere çay dökülmesi telaşlanılacak bir olay değildir. Çay lekesi, bekletilip kurursa ve yerleşirse çıkmaz. Lekenin çıkması için, çay dökülen yerin üzerine bolca kolonya dökmek gerekir. Hemen yıkamak lekeyi alır.

Kahve lekesi: Kahve lekesini çıkartmak için, kahve dökülen yerin soğuk suya tutulması ve sonra ılık sabunlu suyla yıkanması gerekir.

Yıkanabilir kumaşların üzerindeki kahve lekelerini çıkarmak için, kumaş saf gliserinle iyice ovulur. Bir müddet bekletildikten sonra her zamanki gibi yıkanır. Böylece lekeden eser kalmaz. Kahve ve çay lekeleri için sirke veya çamaşır suyu da kullanılabilir.

Süt lekesi: Yıkanabilen kumaşlardaki süt lekesi, sabunlu suyla silinir. Yıkanamayan kumaşlardaki süt lekesini çıkartmak için, kumaş temiz benzinle hafiften tampon yaparak silinir. Benzin uçtuktan sonra, tersinden bir bez koyarak ütülenir.

Yağ lekesi: Makina yağı gibi kirli yağ lekeleri benzinle temizlenir, sonra elbise havalandırılır. Eğer, zeytinyağı, tereyağı ve sâdeyağ gibi temiz bir yağsa, vakit geçirmeden bu yağın üzerine bir parça kurutma kâğıdı konur, kâğıt yoksa biraz un serpilir. Bunların üzerinde sıcak ütü gezdirilir. Eğer bir defâda çıkmazsa tekrar edilir. Lekeleri geciktirmemek, hemen çıkarmak lâzımdır.

Yünlü kumaşlardaki yağ lekesini çıkarmak için, lekenin üzerine un serpilir ve bir kurutma kâğıdı konulur. Daha sonra çok kızgın bir ütüyle ütülenir. Un, bütün yağı emip kâğıda geçirecek, böylece kumaş tertemiz olacaktır.

Dikiş makinası ile dikiş dikerken, kumaş yağlanırsa üzerine birkaç saat biraz terzi tebeşiri bırakılır, sonra fırçalanır.

Pas lekesi: Kumaşlardaki pas lekesi, oksalit asitle çıkartılır. Lekeli kısım kaynar suyun buharına tutulur. Bir parça oksalit asit leke üzerine sürülür, leke çıktıktan sonra o kısım ılık su ile yıkanır. Leke, beyaz pamuklular üzerinde çok sayıda veya büyükse, oksalit asit katılmış su içine batırılarak çıkarılır. (1 litre suya 1 çay kaşığı oksalit asit konur.) Daha sonra bol su ile çalkalanır.

Kan lekesi: Lekeler tâze iken çıkarılmalıdır. Sıcak su kullanılmamalıdır. Bitkilerden elde edilen kumaşlar önce amonyaklı sonra sabunlu suyla; yünlü, süet ve ipek kumaşlar ise amonyaklı ve oksijenli su veya amonyaklı ve oksalik asitli suyla, sonra da sabunlu suyla yıkanır. Renkliler ve sentetik kumaşlar önce saf soğuk su, sonra da sabunlu su ile yıkanmalıdır.

Yünlerdeki kan lekesini çıkarmak için aspirinden faydalanılabilir. Bir aspirin ılık suda eritilir ve leke bununla ıslatılır. Sonra da bir saç kurutma makinesiyle kurutulur. Daha önce, lekeli kısmın altına bir pamuk parçası koymak gerekir.

Yağlı boya: Yıkanabilir kumaşlardaki yağlı boya lekelerini çıkarmak için terebentin kullanılır. Kumaş önce terebentin ile silinir, sonra yıkanır. Yıkanmayan kumaşlarda ise karbon tetra klorür iyi netice verir.

Çimen lekeleri: Eterle, kloroformla, sabunlu su ve oksijenli su ile silinir.

Balıkyağı lekesi: Kireçli suyla veya sıcak ve sabunlu suyla silinir.

Kakao lekesi: Kolay çıkan bir leke cinsidir. Tuzlu suyla iyice yıkanır. Sıcak ve sabunlu suyla da çıkarılabilir.

Nikotin lekesi: Pamuklu kumaşlarda javel suyu, yünlü kumaşlarda oksijenli suyla temizlenir. Sentetik kumaşlarda ise kolonya sürülerek çıkarılır.

Ruj lekesi: Lekenin bulunduğu yerin üzerine tereyağı sürülür. Daha sonra ılık sabunlu su veya klorlu eriyikle yıkanır, kalan izlerin ise oksijenli su ile silinmesi gerekir.

Ciklet lekesi: Kuruması için beklenir. Bunun için de üstüne buz parçası konur. Leke kuruduktan sonra tırnakla kazınır veya ılık suyla iyice yıkanır.

Küf lekesi: Kumaşlardaki yeni küf lekeleri yıkanarak temizlenebilir. Eski lekeler için ise permanganatlı su hazırlanıp, kumaşın lekeli kısmı bu suda biraz bekletilir, daha sonra normal olarak yıkanır.

Tentürdiyot lekesi: Lekeli kısım, içine bir kaç damla amonyak ilâve edilmiş soğuk suya batırılarak çıkarılır.

Katran lekesi: Elbiselerdeki katran lekesi, sulandırılmış ispirto ve sabun karışımından elde edilen bir mâyi ile ovularak temizlenir.

Leke hususunda pratik bilgiler:

Koltuklara sürülen çikolata lekeleri, birkaç damla nişadır ruhu konmuş suyla silinerek çıkarılır.

Masalara dökülen meyve suyunun leke yapmasına meydan vermemek için üzerine tuz dökülür.

Oda kapılarındaki parmak izi lekeleri, önce ılık, sabunlu, sonra da temiz suyla silinip kurulanır.

Pencere camlarındaki lekeler, cam silinen suya bir fincan amonyak katılarak giderilebilir.

Sobalardan damlayan is sularını çıkarmak için, lekenin üzerine önce limon sıkıp, tuz ekilir, sonra ovalanıp, yıkanır.

Süet ayakkabıların temizlenmesi için, üzerine bir mikdâr talk pudrası döküp ovalanır, ardından bir fırça ile fırçalanır.