LAPAROSKOPİ
Alm. Laporoskopie (f), Fr. Laparoscopie, İng. Laporascopy. Karın zarı boşluğunun ve özellikle kadın cinsel organlarının özel bir optik âlet vâsıtasıyla incelenmesi.
Bu iş için kullanılan ve Laparoskop ismi verilen optik bir âlet geliştirilmiştir. Laparoskopi uygulanmasında, sistemin dört ana bölümünden faydalanılmaktadır. Bunlar ensüflatör (hava verici), optik cihaz, kanüllü trokar (iğne) ve ışık sistemidir. Laparoskopi, son senelerde geliştirilerek yeni bölümler eklenmiş ve geniş bir ekipman sistemi ortaya çıkmıştır. Laparoskopi uygulamaları günümüzde, teşhis ve tedâvi alanında daha da geçerlilik kazanmış hattâ görülen, tespit edilen bulguların kamera aracılığı ile filme çekilme veya fotoğrafının alınması imkânı doğmuştur.
Laparoskopi özellikle nisaiye kliniklerinde, kısırlaştırma, kadın cinsel organları ile ilgili şüpheli ağrıların, kısırlık sebeplerinin araştırılmasında, kanserlerin safhalarının tespitinde, endometriozis hastalığının teşhisinde, dış gebeliğin kesin teşhisinde, tümörlerden biopsi alınmasında, karın içindeki yapışıklıkların giderilmesinde, küçük yumurtalık kistlerinin boşaltılmasında, karın zarı boşluğuna kaçmış spiralin çıkartılmasında kullanılmaktadır. Laparoskopinin; aşırı şişmanlara, önceden büyük karın ameliyatı geçirmiş olanlara, yaygın karın zarı iltihâbı (peritonit) bulunanlara, ciddi akciğer ve kalb hastalığı bulunanlara, barsak tıkanıklığı olanlara uygulanması zararlı olabilir.
Laparoskopi için hastaya narkoz verilerek uyutulur. Gerekli vücut temizliği yapıldıktan sonra göbek çukuru içinden özel bir iğne ile girilerek ensüflatör yardımı ile karın zarı boşluğuna 2-2,5 lt karbondioksit gazı verilir. Sonra, optik ve ışık sisteminin yardımı ile karın içi gözle incelenir. İnceleme bittikten sonra; optik, ışıklı bölüm ve kanül geri çekildikten sonra karın içindeki gaz boşaltılarak cilde 1-2 tane dikiş atılır.
Bu tekniğin nâdiren görülebilen mahzurları kanama, ağrı ve organ delinmelerine yol açabilmesidir.
Alm. Laparotomie (f), Fr. Laparotomiè, İng. Laparotomy. Cerrahî olarak karın duvarının açılması işlemine verilen ad. Karın duvarı, laparotominin gayesine göre değişik istikametlerde ve büyüklükte açılabilmektedir. Meselâ apandisit ameliyatı için, karnın sağ alt kadranında, küçük ve oblik (çapraz) bir kesi yapılır. Safra kesesi ameliyatlarında, karın sağ üst kadranında, sağ üst kaburga yayına paralel bir kesi yapılır. Orta hattan yapılan kesiler; kas, sinir ve diğer dokuları daha az tahrip edicidir. Ameliyat biterken, kesilen yerdeki dokular karşı karşıya gelecek şekilde uygun olarak katgüt ve ipek kullanılmak suretiyle dikilir. Gerekli yerlere iltihap ve kan boşaltıcı drenler konur.
Laparotomi, hem teşhis, hem de tedâvi gâyesi ile yapılmaktadır. Yeri bulunamayan mide-barsak kanamalarında yerin tesbitinde; tıkanma sarılığının teşhis ve tedâvisinde; karın delici, kesici, künt darbelerle veya ateşli silah yaralanmalarında; bütün araştırmalara rağmen sebebi bulunamayan ishallerin araştırılmasında; karın zarı iltihaplarında, had karın sendromlarında (apandisit, barsak tıkanması vb); sezaryen operasyonunda laparotomi yapılmaktadır.
Laparotomi yapılırken sırasıyla cilt, ciltaltı yağ dokusu, fasia (zarlar), kaslar ve periton kesilmektedir.
LAPİNA BALIĞI (Crenilabrus pavo)
Alm. Schwarzangiger Lippfisch, Fr. crénilabre paon, İng. wrasse. Familyası: Lapinagiller (Labridae). Yaşadığı yerler: Tropik ve ılık denizlerde. Akdeniz’in kıyılarında yaşar. Özellikleri: Dudağı ve derileri kalındır. Vücûdu yumurtamsı ve yassıdır. Çeşitleri: Akdeniz’de tek türdür.
Kemikli balıklar takımının Lapinagiller âilesinden, Atlas Okyanusu ve Akdeniz sularında yaşayan bir balık. Vücûdu yumurta biçiminde ve yassıdır. Boyu 25-35 cm uzunluğundadır. Derileri ve dudakları kalındır ve hava keseleri mevcuttur. Çok değişik ve canlı renkleri, bulunduğu bölgeye, mevsime, yaşa göre çok farklılıklar gösterir. Çoğunlukla yeşil-sarıdır. Göğüs yüzgeçlerinin üst kısmı mavi ve kuyruk kısmı siyah lekelidir. Çırçırbalığı veya yahudibalığı da denir.
Lapina balığı, Akdeniz’in kıyı bölgelerinde kaya ve mercanların aralarında barınır. Yosunlardan ve çeşitli deniz bitkilerinden yuva yapar. Yumurtalarını yaptıkları bu yuvalara bırakır. Yumurtalar döllendikten sonra, erkek lapina yumurtalara bekçilik yapar ve onları dış tehlikelere karşı korur.
Erkek lapina ile dişi lapina renk bakımından birbirinden farklıdır. Üreme zamânı çok canlı renklere bürünürler.
Lapina balığı yosun, su solucanları, küçük balıklar ve ufak deniz yumuşakçalarıyla beslenir.
Alm. Lippfische (pl), Fr. Labrides (pl), İng. wrasses. Omurgalı hayvanlardan balıklar sınıfının, kemikli balıklar takımının dikenliyüzgeçliler alt takımına giren bir familyası. Bu familyaya giren balıklara daha çok tropikal denizlerin sıcak sularında rastlanır. Mercan kayalıklarının etrafında yaşarlar ve kıyı bölgelerde kalabalık sürüler hâlinde dolaşırlar. Bu familyaya giren balıkların yüzgeçleri dikenlidir ve karın yüzgeçleri oldukça öndedir. Çene dişleri güçlü ve iridir. Boğazlarında tabiî bir değirmen yer alır. Birbirine kaynamış boğaz kemiklerinden, yutağın tepesinde ve dibinde olmak üzere besinleri öğütmeye yarayan bir seri yarımküre şeklinde diş bulunur. Dudakları kalındır ve hava kesecikleri vardır.
Lapinagiller âilesinin yaklaşık olarak 450 türünden çoğunun uzunluğu 30 cm’yi geçmez. Erkeklerle dişiler, renk ve şekil bakımından farklıdırlar, çiftleşme zamanında çok değişik ve canlı renklere sâhib olurlar. Bu familyaya giren balıkların bâzıları etçil, bâzıları da otçuldur. Yumuşakçalar katı kabuklu canlılar ve sularda bulunan yosunlar bunların temel besin kaynaklarıdır. Bu familyaya giren balıkların bâzıları şunlardır: Ördek balığı, çurçurbalığı, günbalığı, lapina balığı, kikla, papağanbalığı.
Fransız astronomi ve matematikçisi. Normandiya’da 1749 yılında doğdu. Fakir bir çiftçinin oğlu olup, köyünde okudu. Caen’deki üniversiteye varlıklı komşuları tarafından gönderildi. Burada okuduğu müddetçe matematik derslerinde başarılı olduğundan Paris’e devrin büyük matematik bilgini olan D’Alembert’e, tavsiye mektubu ile gönderildi.
D’Alembert tavsiye mektubuna rağmen, meşguliyetini ileri sürerek görüşmek istemeyince Laplace, matematik ile ilgili prensiplerinin bir şemasını ona gönderdi. Bunun üzerine Laplace ile hemen görüşüp, askerî okula matematik profesörü olarak tâyin edilmesini sağladı. Burada ilmî çalışmaları ile tanınmaya başladı. 1784’te Topçu müfrezesi denetleyicisi oldu. Öğretmen okulunda profesörlük yaptıktan sonra, birinci konsül tarafından İçişleri Bakanlığına getirildi. Fakat siyâsetle pek uğraşmadığı için bu görevden alındı. 1799’da senatoya girdi ve 1803’te senato başkan yardımcısı oldu. Napolyon, 1806’da kendisine, imparatorluk kontu ünvanını verdi.
Genellikle gök mekaniği ve ihtimaller hesâbı üzerine çalışmalarda bulunan Laplace, o güne kadar yanlış olan pekçok düşüncenin doğrusunu ortaya koydu. O zamana kadar Avrupa’da, Ay’ın bir gün gelip, Dünyâ’ya çarpacağı fikri benimseniyordu. Laplace ise Ay’ın yörüngesini değiştirdiği zaman Dünyâ’nın dolanma yönünü değiştirdiğini ortaya koydu. Onun tarafından konan kânuna göre, gezegenlerin hareketlerinde olan değişmeler belli bir düzen içinde meydana gelir ve bunlar önceden tesbit edilebilirdi. AyrıcaJüpiter ve Satürn’ün hareketlerinin görünür düzensizliklerini ve Ay’ın hareketini inceledi. Med-Cezir olayını, matematik bir temele dayandırdı. Çalışmalarını açıkladığı beş ciltlik Traité de Mécanique Céleste adlı eserinin modern bilimde önemli bir yeri vardır. Ayrıca güneş sisteminin meydana gelmesi hakkındaki bulut hipotezi ve astronomi târihi üzerindeki yayınları ile dikkati çekti. Diğer uğraştığı bir konu da ihtimaller hesabıdır.
Laplace, 1827’de öldü. “Bildiklerimiz çok az, bilmediklerimiz sınırsızdır.” sözü meşhurdur.
Alm. Kehlkopf (f), Luftröhrenent zündung, Fr. Laryngife (f), İng. Laryngitis. Larenks’in (gırtlağın) iltihâbî hâdisesi. Larenjit, (had) ve (müzmin) olarak ikiye ayrılır.
a) Akut larenjit (Had larenjit): Mikroorganizmalar, zedeleyici kazalar (travmalar), bâzı kimyevî maddelerin tahrişi, aşırı ısı, iyonize edici radyasyon ve antijenantikor reaksiyonlarıyla olabilir. Bunlardan, akut larenjitlere örnek olarak, mikroorganizmalarla olan akut larenjit en önemlisidir.
Mikrobik larenjit (infektif larenjit): Genellikle burun ve boğazın akut iltihabî olaylarına bağlı olarak gelişir. Mikrop, çoğunlukla virüstür ve üzerine bakteriyel infeksiyon eklenir. En çok rhinovirüs ve influenza virüsleriyle olur. Adenovirüslerle de olduğu gösterilmiştir. Virüs tarafından hasara uğratılan sümüksü zarlarda (mukozalarda), beta hemolitik streptekok, hemofilus influenza ve daha az olarak pnömokok cinsi bakteriler üreyebilir.
Klinikte ateş, üşüme, iştahsızlık ve halsizlik, boğazda kuruluk ve yanma hissi olur. Larenjite has olarak, ses değişikliği en önemli bulgudur. Ses tonunda düşme, uykudan uyanıldığında belirginleşen ses kısıklığı olur. Konuşmak ağrılı olabilir ve hasta hiç konuşamaz hâle gelebilir. Bu bulgu, ses tellerinde şişme ve iltihabî hadiseye bağlıdır. Solunum, erişkinlerde etkilenmez, çocuklarda larenks mukozası, altındaki dokulara daha gevşek bağlandığından nefes almakta güçlük ve genellikle gece başlayan, havlar tarzda öksürük ortaya çıkar. Üst solunum yolu, kalem ucu kadar daralabilir. Bu hâlde âcil tedâvi, hattâ soluk borusuna boyundan delik açmak (trakeotomi) gerekir.
Birkaç gün sonra mukozadaki birikim daha yumuşak hâle gelir ve öksürükle artabilir. Hasta, birikimi attığı zaman rahatlamaya başlar ve hastalık 7-10 günde iyileşir.
Hasta sesini kullanmakta ısrar eder veya biraz iyileşince eskisi gibi kullanmaya çalışırsa iyileşmesi uzar. Bunun dışında virüsün tipi sebebiyle de iyileşme uzayabilir.
Erişkinlerin tedâvisinde en önemli nokta hastanın bir süre sesini kullanmamasıdır. Çünkü ses çıkarılırken larenks mukozası kolayca tahriş olur ve iyileşmesi tam olmazsa müzmin larenjite gidiş olabilir. Mikroba uygun antibiyotikler verilir. Ayrıca hastayı rahatlatmak için buhar, ağızdan fazla miktarda sıvı, aspirin ve öksürük şurupları verilebilir.
Çocuklarda oksijenli soğuk buhar, damar yoluyla verilen steroitli ilâçlar genellikle yeterli olur. Nâdiren trakeotomi açılır. Gerekli görülürse, mikroba uygun antibiyotikler ve sâkinleştirici ilâçlar kullanılır.
Akut larenjit teşhisi konulurken difteri, mikrobik olmayan larenjitler ve mikrobik olanların ayrımı, tedâviyi belirlemekte son derece önemlidir.
b) Kronik larenjit (Müzmin larenjit): Bu başlıkta çok sayıda hastalık vardır. Herbirinin teşhis ve tedavisi ayrı olduğundan, sadece uzun süreli ses kısıklığı ortak özellik olarak belirtilip bu hastalıkların sınıflanması kısaca şöyledir:
Müzmin özel olmayan larenjitler:
Dokuda büyüme yapmayan larenjit; dokuda müzmin büyüme yapan larenjit; doku küçülmesi yapan larenjit; ses teli polipleri (saplı tomurcuk); ses tellerinin polip benzeri yozlaşmaları; sapsız tomurcuk (nodül).
Müzmin özel larenjitler:
Larenks tüberkülozu; larengeal kupus hastalığı; larenks frengisi; larenks cüzzamı; larenks mantar hastalıkları.
Alm. Laryngoskopie (f), Fr. Laryngoscopie (f), İng. Laryngoscopy. Lareks (gırtlak) muayene metodlarının en önemlisi. İndirekt ve direkt laringoskopi olmak üzere iki çeşidi vardır.
İndirekt laringoskopi: On sekizinci asırda, İtalyan müzik hocası olan Manuel Garcia tarafından keşfedilmiştir. Sesin meydana gelişini anlamak için, ağız içine konan küçük bir aynadan yansıyan hayalleri, önündeki başka bir aynada görebilme fikrinden istifâde etmiştir. Bugün, Manuel Garcia’nın kullandığı ışık kaynağı yerine, doğrudan alın aynasından veya masa lâmbasından akseden elektrik ışığı kullanılmaktadır.
Bu metod ile muayenedeki gerekli malzemeler şunlardır: Alın aynası ve ışık kaynağı, kare şeklinde kuru gaz bezi parçaları, larenks aynaları, sıcak su veya alkol lambası, anestezik sprey.
Hasta, muayene koltuğuna, sırtı arkaya tam dayanmış şekilde, dik olarak oturtulur. Hastanın elleri, muayene koltuğunun kenarını tutacaktır. Alkol lâmbası alevinde veya sıcak suda ayna ısıtılır. Aynanın metal kısmını hekim kendi eline temas ettirerek sıcaklığını kontrol eder. Bunu müteakip bir gaz bezi parçası ile hastanın dili ucundan tutulup dışarı çekilir. Hekim larenks aynasını dikkatli bir şekilde hastanın ağzından içeri sokar, fakat dil köküne ve yutak arka tarafına değdirmemeye çalışır. Larenks önce istirahat hâlinde görülmeye çalışılır. Daha sonra hastaya “A” ve “Hi” seslerini çıkarması söylenerek, ses tellerinin durumu incelenir.
Yutak arka duvarına % 2’lik pantocain veya kokain gibi lokal anestezik madde hafifçe püskürtülürse, hasta için pek hoş olmayan öğürtü refleksi kontrol altına alınabilir.
Muayene, dâimâ bir sıra tâkip edilerek yapılmalıdır. Önce dil kökü, epiplot kıkırdağı, sinüs piriformisler, aritenoit kıkırdaklar, ses telleri, ses teli kıvrımları ve bunların ön arka kısımları detaylarıyla görülmelidir.
Direkt laringoskopi: Eğer indirekt laringoskopik muayene ile larenks yeteri kadar görülemiyorsa (bâzı çocuklar, uyum sağlayamayan büyükler, larenksin görülmesine engel teşkil edecek marazî durumları olan hastalarda), o zaman özel eğitimi ve âleti gerektiren direkt laringoskopik muayene yapılarak, detaylı bilgi elde edilebilir. Laringoskop denilen, ışığı üst veya alt uçta bulunan boru şeklinde âletle muâyene olunur.
Her yaş ve cinsteki kişilere kolaylıkla uygulanabilir. Genellikle hastâne şartlarında ve sırtüstü yatar pozisyonda yapılır. Hastaların durumuna ve cerrahın tercihine bağlı olarak genel veya lokal anestezi uygulanabilir.
Yapılış şekli: Mîdenin boş olması ve hastanın önceden hazırlanması(Bir önceki akşamdan antihistaminikle beraber müsekkin verilir.) gerekir. Anestezi de yapıldıktan sonra muâyene masasına yatırılır. Kollar tamamen gevşek olarak iki yana tespit edilmelidir. Bu, omuz ve ense adalelerinin gevşetilmesi için şarttır. Baş, muayene masasında 15 cm yüksekte olmalıdır. Bunun için başın altına yastık konabilir. Laringoskop sağ elle ve dilin sağ tarafından epiplot görülünceye kadar içeriye sokulur. Sol el hastanın ağzını açmakta ve dili korumaktadır. Epiglotun ucu görülünce laringoskop orta hattâ getirilir ve çevre dokuları incelenir.
Bu şekilde yapılan direkt laringoskopide bütün yapılar yukarıdaki sırayla görülebildiği gibi bunlara temas etmek ve laringoskop içinden geçirilen hususî penslerle larenks içindeki yabancı cisimleri almak, biyopsi yapmak, tetkik için ifrazat aspire etmek (emmek) ve hücre toplamak mümkündür.
Günümüzde süspansiyon laringoskopları ve cerrahî mikroskoplarının yardımıyla larenks içinde, mikrocerrâhî müdâhale yapma imkânı mevcuttur.
Alm. Larve, Fr. Larve, İng. Larva. Gelişim devreleri gösteren hayvanların yumurtadan çıkan ve kendisini üreten ergin bireylere benzemeyen ilk şekli. Sürfe olarak da bilinir.
Kelebeğin larvası, kendisine hiç benzemeyen tırtılıdır. Kurbağanın yumurtadan çıkan siyah renkli ve kuyruklu larvalarına “tetari” veya “iribaş” denir. Larvalar erginlerinden farklı hareketlere sâhiptirler.
Denizdeki omurgasızların larvalarının çoğu etraflarındaki “cilia” olarak adlandırılan küçük tüylerin titreşimiyle hareket ederler. Bu larvalar erişkinlerden farklı derinliklerde yaşar ve besin ararlar. Gelişim sonucu değişikliğe uğrayarak ergin şekle dönüşürler.
Kelebek larvası pupa (koza) döneminden sonra kanatlanarak erginleşir. Bir kaç safhada olan bu başkalaşmaya “değişim” (metamorphosis) denir. Değişimi tiroit bezleri kontrol eder. Tiroit bezinin salgısı, vücûdun gelişerek değişimini düzenler. O şekilde kontrol eder ki, hayvan ne küçük kalır ne de çok büyür. Tiroit bezi alınmış bir kurbağa larvası büyümeye devam eder. Fakat hiçbir zaman bir kurbağa biçimi almayıp büyük bir iribaş olarak kalır.
Kızböceği, yumurtalarını bir su birikintisi yanına bırakır. Larva, yumurtadan çıkar çıkmaz suya atlayarak, orada besin arar. Bu, hiçbir zaman kızböceğine benzemez. Gelişme sonucu, deri değiştirerek kanatlı hâle geçerek uçmaya başlar.
Su larvaları, çoğunlukla kendilerinden küçük mikroorganizmalarla beslenirler. Mikroskobik diatomlar, bunların belli başlı besinlerindendir. Yumurtalarını karada bırakan böcek cinsi hayvanların larvalarının bir kısmı ipekböceğindeki gibi bitkisel besinlerle beslenir. Balarıları ve yabanarıları sürfelerini kendileri beslerler. Leşçil olan larvalar da vardır.
Memeliler, kendilerine benzer yavrular, doğurdukları için bunların larva dönemleri yoktur. Başkalaşım geçiren hayvanların çoğunda larva dönemini, pupa (koza) ve onu da ergin devre tâkip eder. Bu tip canlılara “tam başkalaşım geçirenler” denir. Bâzılarında ise ara devrelerden biri eksik olabilir. Bunların gelişimine de “yarı başkalaşım” adı verilir. Larvaların gelişim süreleri türlere göre birkaç saatten birkaç yıla kadar değişebilir.
Alm. Laser (m), Fr. Laser (m), İng. Laser. Monokromatik (tek renkli), oldukça düz, yoğun ve aynı fazlı paralel dalgalar hâlinde genliği yüksek güçlü bir ışık demeti üreten âlet. Laser İngilizce; Light Amplification by Stimulated Emission of Radiation (uyarılmış ışın neşriyle ışık kuvvetlendirilmesi) cümlesindeki kelimelerin baş harflerinin alınmasından türetilmiş, bir kelimedir.
1960 senesinde ABD’de Theodore H. Maiman tarafından keşfedilmiştir. Normal ışık, dalga boyları muhtelif, rengarenk, yâni farklı faz ve frekansa sâhip dalgalardan meydana gelir. Laser ışığı ise yüksek genlikli, aynı fazda, birbirine paralel, tek renkli, hemen hemen aynı frekanslı dalgalardan ibârettir. Laser, Frekans spektrumunun mikro dalga bölgesinde tatbik sahası bulan maser’in optik dalga bölgesindeki benzeridir. Optik frekans bölgesi yaklaşık olarak bir trilyon hertz (sâniyede salınım) ile üç bin trilyon hertz (sâniyede salınım) arasında yer alır. Bu bölge, kırmızı ötesi ışınları, görülebilen ışınları ve elektromanyetik spektrumun morötesi ışınlarını kapsar. Buna karşılık mikro dalga frekans bölgesi yaklaşık olarak 300 milyon hertzden 300 milyar hertze kadar uzanır. Yâni maser ve diğer mikro dalga âletlerine göre, laser çok yüksek frekanslarda (çok kısa dalga) boylarında çalışır.
Laserin önemi uygulamasının yaygın olmasında ve onun daha da genişlemesinin beklenmesinde yatmaktadır. Özellikle uygulamanın genişliği, ışınların frekansların hassas bir şekilde kontrolünden, yayılan ışının yayılma düzeninden veya ışınların olağan üstü yoğunluğundan kaynaklanmaktadır. Laser dolayısıyla, holografide, metrolji (ölçme bilimi) ve opektraskopide çok önemli gelişmeler ortaya çıkmıştır. Bunlar yoluyla laser diğer bilimsel ve teknolojik alanlarda da etkisini göstermektedir.
Laserin çalışma prensibi: Optik bakımdan saydam, bir ucunda tam sırlı ve yansıtıcı, diğer ucunda yarı sırlı kısmen yansıtıcı iki ayna bulunan bir tüp alınır. Buna gaz, sıvı veya katı bir madde doldurulur. Dışarıdan ışık verme, elektrik akımı geçirme sûretiyle veya kimyâsal bir yolla elde edilen enerji, ortamdaki atomlara ulaşır. Bunların bâzısı bu enerjiyi emerler. Fazla enerji, atomları kararsız hâle getirir. Kendisine bir foton (enerji paketçiği) çarpan, uyarılmış ve kararsız atom, fazla enerjiyi foton neşrederek verir. Fotonlar, benzer şekilde diğer fotonların neşrini sağlar. Uçlara ulaşan fotonlar, aynalardan yansıyarak geri dönerler ve olay devam eder. Uyarma ve tahriklerle ortamdaki fotonlar artar. Atomların hemen hemen hepsi, foton yaymaya başlayınca kuvvetlenen ışık, yarı sırlı uçtan dışarı çıkar. Bu, laser ışınıdır. Laser dalgalarını, uygun adım giden aynı üniforma ve şekle sâhip askerlere, normal ışığı ise rastgele karakterli başıbozuk bir orduya benzetmişlerdir. Normal ışıkta dalgalar, birbirini zayıflatıcı karakterde olmasına rağmen, laserde birbirini kuvvetlendirici olurlar. Laser ışınları yüksek frekanslı olduklarından güneş ışını özelliklerine sâhiptir. Ancak laser ışınları tek frekanslı yâni, monokromatik olduğu için, kayıpları azdır. Ayrıca laser ışınları aynı fazda yapılan ışık dalgaları olduğu için yâni, koherent özellik taşıdığı için, şiddeti büyük olur. Bu yüzden laser ışınlarının şiddeti güneş ışınlarının şiddetinin bir milyon katıdır. Güneş ışınının şiddeti 10.000 watt/metrekare olduğu hâlde, zayıf bir laser ışınının şiddeti 10 milyar watt/metrekareyi bulmaktadır.
Elektromanyetik dalga paketçiği de denen foton, güneş ışığı füzyon reaksiyonu ile meydana gelip, bu şekilde yayılan foton enerjisidir. Laser ışını da foton yayılmasından ibârettir. Laserde foton üretimini anlayabilmek için atomların değişik enerji seviyelerinde ne gibi hâdiseler olduğunu bilmek gerekir. Bir atomun uyarılmış durumda bulunduğu kısa zaman aralığında üzerine belirli bir dalga boyunda foton (ışık) düşürülürse, atom aynı fazda foton yayar. Bu işlem peşpeşe tekrarlanırsa, tamâmen aynı fazda olan bir ışın demeti elde edilir. En düşük enerji seviyesinde bulunan bir atoma dışardan bir foton verilirse, atom enerjisi kazanarak E1 enerji seviyesinden E2 enerji seviyesine uyarılmış olur. Bu atom kendi hâline bırakılırsa, uyarılmış bulunduğu E2 enerjisinden bir foton vererek tekrar E1 enerji seviyesine döner. Uyarılarak enerji seviyesi E1’den E2’ye yükseltilen atom enerjisini geriye foton olarak yaymağa başlarken bir foton daha çarptırılırsa atomu birbiri ile aynı özellikte iki foton terkeder. Bu şekilde atom kat kat enerji seviyelerine çıkarılırsa bu seviyelerden düşerken de katlar hâlinde foton ürer. Bu işlem iki paralel ayna arasında aynı fazda olan fotonların toplanması şeklinde devam eder. Laser ışını dalgasının dalga boyu aynalar arasındaki mesafe ile uyumludur. Aynı frekansta yâni, aynı dalga boyunda yapılan foton üretimine uyarılmış yayılma işlemi denir. Milyonlarca atom için bu işlem yapılırsa aynı yöne doğru milyonlarca foton paralel ışınlar hâlinde bir noktadan yayılır. Bu ışınlar aynı fazda (paralel), aynı frekansta ve aynı istikâmette olduklarından âdeta birbirine yanyana ve ardarda yapışıktır. Paralel aynalar arasında şiddeti bu şekilde bir çığ gibi artan ışınlar, ışık frekansına eş bir frekansta sâniyenin 10 milyonda biri süreli darbeler hâlinde oldukça parlak ışık hüzmesi olarak yayılır. Laser ışınındaki enerjisinin büyümesinin esası işte bu milyonlarca küçük enerji kaynaklarının çok dar bir hüzme hâlinde aynı yönde hem yanyana hem de ardarda birleşmesi neticesidir. Laserin çalışması için enerji seviyesi düşen atomlarda daha fazla sayıdaki atomların uyarılacak enerji seviyelerine yükseltilmesi gerekir. Bu durum ise normal olarak atomların enerji seviyesi dağılımının tersidir. Bu sebepten laserin çalışması için gerekli durum tersine çevrilmiş dağılım olarak isimlendirilir. Tersine çevrilmiş dağılımı ortaya çıkarmak için pompalama işlemi kullanılır. Optik pompalama ise, yüksek frekanslı yoğun ışınların neşriyle yapılabilir. Yarı iletkenli laserlerde pompalama elektrik akımı yardımı ile gerçekleştirilir ve işlem elektriksel pompalama olarak isimlendirilir. Gaz laserlerinde ise pompalama işlemi elektron-atom veya atom-atom çarpıştırılması ile ortaya çıkarılır ve çarpışma pompalaması olarak bilinir. Kimyâsal pompalama işleminde ise kimyâsal laserlerde kimyâsal reaksiyonlarla atom ve moleküller uyarılır. Gaz-dinamik laserlerde de pompalama ses hızı üstü gaz genişlemesi yoluyla gerçekleştirilir ve gaz genişleme pompalaması olarak isimlendirilir.
Osilasyon: Yukarıda açıklanan şekilde tersine çevrilmiş dağılım elde edildikten sonra, bu ortamdan geçen ışık rezonans durumuna getirilir. Optik asilator olarak da isimlendirilebilecek bu ortam yansıma, kırılma ve diğer kayıpları karşılayacak durumda olmalıdır. Bu amaçla laser ortamı, uzunluğuna doğru bir parça şeklinde düzenlenir ve iki ucuna çok kuvvetli yansıtıcılar konarak ışının bunlar arasında ileri-geri yansıması sağlanır. Bu yansıtıcılardan biri bir ölçüde saydam yapılarak rezonans frekansına ulaşan ışının laser ışını olarak ortamından dışarı çıkmasını sağlar.
Q- Anahtarlaması: Çok kısa ve çok güçlü çıkışlar Q-anahtarlaması kullanılarak depo edilmiş laser ışınından elde edilebilir. Bu tür teknikte yansıtıcılardan biri pompalama aralığının bir kısmında yansıtmayacak şekilde düzenlenir. Daha sonra yansıtıcı hâle getirilir. Bu düzenleme sonucu pompalama devresinin bir kısmında depo edilen enerji diğer kısmında büyük bir darbe olarak yayılır. Bu darbe ancak sâniyenin 10 milyarda biri kadar devam eder. Q-anahtarlamasının en kolay şekli bir aynanın çok hızlı dönmesi ile gerçekleştirilebilir. Bu aynanın diğer ayna ile aynı eksene geldiği zaman da laser yayılımı ortaya çıkar. Bu konuda uygulanabilecek diğer bir teknik laser frekansında ışık absorbe eden seyreltilmiş bir çözelti ortamı kullanmaktır. Bu şekildeki absorbsiyon enerjinin depo edilmesini sağlar. Ancak çözeltinin daha fazla enerji absorbe edememesi durumunda, laser yoğun bir darbe yayınlayarak depolanan enerjiyi boşaltır.
Mode kilitlenmesi: Çözelti kullanılarak ve anahtarlama ile elde edilen laser ışınının gücü mode kilitlenmesi yoluyla daha da arttırılabilir. Böyle bir durumda birbirine yakın ve aralarında belirli bağıntının bulunduğu “kilitli” frekanslarda aynı zamanda titreşim meydana gelir. Böylece çok daha kısa zamanda yüz trilyon watt’a yaklaşan güç elde edilir ki, bu dünyâdaki bütün elektrik santrallerinin toplam üretiminden daha fazladır.
Laser ışınının özellikleri:
1. Laser ışınının en büyük özelliği dağılmaz (koherent) olması ve yön verilebilmesidir. Bu özelliğinden istifâde ile mesafe ölçme ve fiber optik teknolojisi geliştirilmiştir. Dalga boyunun küçük olması saçılmayı da büyük ölçüde azaltır. Uyarılan atomlar her yön yerine belirli bir yönde hareket ederler. Bu, laserin çok parlak olmasını doğurur.
2. Laser ışını, dalga boyu tek olduğundan monokromatik özellik taşır. Frekans dağılım aralığı, frekansının bir trilyonda biri civarındadır. Bu sebepten istenilen frekansta çok sayıda dalgalar laser dalgası üzerine bindirilmek sûretiyle haberleşmede iyi bir sinyal jeneratörü olarak iş görür. Aynı anda birçok bilgi bir yerden diğer yere gönderilebilir.
3. Laser ışını dağılmaz olduğundan kısa darbeler (pulslar) halinde yayınlanabilmesi mümkündür. Kayıpsız yüksek enerji nakli yapılması bu özelliği ile sağlanabilir. Laser kendisinde bulunan yüksek enerji sayesinde kesme, kaynak ve delme endüstrisinde kullanılır. Tek dalga boyuna sâhib olması spektroskopide çok önemlidir. Ayrıca laser darbesinin çok kısa olmasından yüksek hız fotoğrafçılığında faydalanılır. Yönlü bir hareket olmasından ise holografi ve ölçüm biliminde yararlanılır. Bütün özellikleri ile uzak mesâfe (ayın dünyâya mesâfesi gibi) ölçümlerini mümkün kılar.
4. Laser ışını tek dalga boyuna sâhib olduğu için laser cinsine göre çeşitli renkte ışınlar elde etmek mümkündür.
Laser türleri:
Katı laserler: İlk bulunan laser yakut laseridir. Yakut, az miktarda krom ihtivâ eden alüminyum oksit kristalidir. Kırmızı laser ışınlarını yayan, bu kristal içindeki krom atomlarıdır. Krom atomları optik olarak yeşil ve mor ışıkla uyarılır. Bu şekilde elde edilen yakut laserinin dalga boyu 0,6927 mikrondur. Bu tür laser ile sâniyenin milyarda biri gibi kısa bir sürede birkaç milyon wattlık güç nakledilebilir. İlk yakut laser sadece bir darbe ile çalıştırılırdı. Daha sonra bunun oda sıcaklığında ve sürekli biçimde çalıştırılması mümkün olmuştur. Darbenin gücünün yükseltgendiği ikincil bir laserle birlikte kullanılan Q-anahtarlı laser moduyla sâniyenin birkaç milyarda biri kadar devam eden birkaç milyar wattlık güç üretilebilir. Günümüzde kullanılan laser, sert şeffaf kristalden meydana gelir. Kristalde küçük miktarda genellikle nâdir toprak elementleri mevcuttur. Bu kristalin işlem için oda sıcaklığının çok altına indirilmesi gerekir. Bu laserler optik pompalama gerektirirler ve darbeli olarak çalışarak ısınmayı önlerler. Sıcaklık ve manyetik alanda yapılacak değişiklikle çalışma frekansı ayarlanabilir.
Neodimium çeşitli kristallerde kullanılan nâdir toprak elementlerinden biridir. Enerji düzeyi sebebiyle fazla optik pompalamaya ihtiyaç göstermez ve bu sebepten dolayı tercih edilir. Neodimium’a en uygun kristal yttrium aluminum garnet (YAG) olarak bilinir. Oda sıcaklığında 100 wattlık lambadan veya ışık veren yarı iletken diottan çıkan ışıktan veya doğrudan güneş ışığından yararlanarak sürekli laser çalışması gerçekleştirilebilir. Güneş ışığının kullanılması uzay uydusuna yerleştirilen haberleşme sisteminde muhtemel laser kullanımını mümkün kılmaktadır.
Yarı iletken laserleri: Yarı iletken malzemelerden elde edilen kristallerle de laser yapılmıştır. Galyum arsenik (GaAs) kristali yarı iletken laser örnektir. Yarı iletken diod gibi p-n malzemenin birleşmesinden meydana gelmiş olup, p-n malzemenin birleştiği yüzey yakut laserindeki aynalar görevini yapar. Birleşim yüzeyinde pozitif voltaj p tarafına ve negatif voltaj n tarafına verildiği zaman elektronlar n malzemesinden p malzemesine geçerken enerjilerini kaybeder ve foton yayarlar. Bu fotonlar tekrar elektronlara çarparak bu elektronların daha çok foton üretmesine sebeb olurlar. Neticede yeterli seviyeye ulaşan foton neşri, laser ışınını meydana getirmiş olur. Bu tür laserler verimli ışık kaynaklarıdır. Genellikle boyutları bir milimetreden büyük değildir. Ancak çok verimli çalışma için ortam sıcaklığı oda sıcaklığının çok altına düşürülmelidir. Meselâ bir GaAs laserden -253°’de % 50 verimli birkaç wattlık sürekli çıkış alınmıştır. Yarı iletken laserlerde dalga boyu 0,64 mikron ile 32 mikron arasında olup, 10 wattlık bir güç elde edilir.
Gaz laserleri: İlk gaz laser helyum ve neon karışımı şeklinde kullanılmıştır. Bu karışım uzun bir tüpe ve iki küresel ayna arasına yerleştirilmiştir.
Helyum ve neon gazı ile çalışan laserde bu gazlar yüksek voltaj altında iyonize hâle gelir. Helyum atomları elektrik deşarjı esnasında elektronların çarpması ile ikazlanarak yüksek enerji seviyelerine çıkar. Bunlar, kazandıkları enerjilerini neon atomlarındaki eş enerji seviyelerine aktarırlar. Bu enerji aktarma işlemi fotonun yayılmasına sebeb olur. Aynalar vâsıtasıyla yeterli seviyeye ulaştıktan sonra laser ışını elde edilmiş olur. Bu tür laser ışınının dalga boyu 1,15 mikrondur.
Kimyâsal laserler: Kimyâsal laserlerde bir gaz meydana getirilir ve kimyâsal reaksiyon yoluyla pompalanır. Kimyâsal pompalama bir eksotermik kimyâ reaksiyonunda enerji açığa çıkmasıyla olur. Buna bir örnek hidrojen ve flüor elementleri tersine çevrilmiş bir toplumda hidrojen flüorur meydana getirmek üzere reaksiyona girdiklerinde laser etkisi ortaya çıkar.
Sıvı laserler: En çok kullanılan sıvı laser türü, organik bir çözücü içindeki organik boyanın seyreltik bir çözeltisidir. Bunlarla mor ötesine yakın (0,32 mikron dalga boyu) ve kırmızı ötesine yakın (1,2 mikron dalga boyu) arasında laser türleri elde edilebilir. Genellikle pompalama başka bir laserle optik olarak ceryan eder. Birkaç laser paralel olarak çalıştırılabilir. Böylece sâniyenin birkaç trilyonda biri devam eden laser darbeleri elde edilebilir. Boya laserlerinin en önemli özelliği dalga boyunun geniş bir alanda hassas bir şekilde ayarlanabilmesidir.
Laser ışınının kullanıldığı yerler:
Laser, haberleşmede kullanılabilecek özelliklere sâhiptir. Laser ışını da güneş ışını gibi atmosferden etkilenir. Bu sebeple atmosfer, radyo yayınlarında olduğu gibi laser yayını için uygun bir ortam değildir. Bu bakımdan laser ışınları, içi ayna gibi olan lifler (fiber) içinden gönderilirse, lifler ne kadar uzun, kıvrıntılı olursa olsun kayıp olmadan bir yerden diğerine ulaşır. Bu liflerden istifâde edilerek milyonlarca değişik frekanstaki bilgi aynı anda taşınabilmektedir. Bu maksatla foto diyot kullanılmakta ve elektrik enerjisi foto diyot da ışık enerjisine çevrilmektedir. Dünyânın birçok telefon şirketleri bu tatbikata geçmişlerdir.
Karbondioksit laserleri metal, cam, plastik kaynak ve kesme işlerinde kullanılır. Meselâ laser 19 mm kalınlıktaki iki çelik sacı 16 kw’lık ışınla dakikada 50 cm hızla birbirine kaynak eder. Aynı sacı aynı ışınla dakikada 4,25 cm hızla keser. Bu tip laserle üstüste 50 adet elbise kumaşı aynı anda çabucak kalıbına uygun olarak biçilir.
Laser, uzayda mesâfe ölçümünde kullanılır. Peykler arasındaki mesâfeyi 25 cm hatâ ile ölçebilmektedir. Laserle ilk mesâfe ölçümü, 1962 senesinde, Ay’a yerleştirilen argon-iyon laseri ile yapıldı. Ay’la Dünyâ arasındaki mesâfe devamlı laser ışını ile ölçülmektedir. Laser, inşaatlarda, boru ve tünel yapımında, yön ve doğrultu tâyininde ve tespitinde klasik teodolitlerden çok daha mükemmel ve kullanışlıdır.
Laserin askerî alanda tatbikatları çoktur. Mesâfe bulma ve yer tanıma maksadı ile kullanıldığı bilinmektedir. Hedefe gönderilen güdümlü mermiler, hedef yakalanınca laser ışını ile infilâk ettirilmektedir. “GaAs” laserleri, helikopterlerde ve tanklarda hedef aydınlatmada kullanılır. Gece karanlığında gece görüş dürbünleri sâyesinde gündüzmüş gibi operasyon yapılabilir. Çok başlıklı füzelerin hâfızalarına yerleştirilen hedef resmi, füze hedefe yaklaşınca laser ışını ile tanınır. Delici ve kesici özellikleri ile ilgili silâhlar henüz bilinmemektedir. Ancak ABD’nin 1984’te geliştirdiği füze savunma sistemi, düşman füzesini havada iken uzaydan gönderilen laser ışını ile tahrip edebilmektedir.
Holografi ve fotoğrafçılıkta çok mühim yeri vardır. Laserle görüntü kaydetme süresi sâniyenin 10 trilyonda biri zamanda mümkün olur. Halbuki en mükemmel mekanik ve elektronik fotoğraf makinalarında bu süre sâniyenin 5 binde biridir. Halografi, laser ışınları ile üç boyutlu resim çekme ve görüntüleme tekniğidir.
Tıbta laser “kansız ameliyat” maksatları ile kullanılır. Yırtılmış göz retinası, laser ışını ile acısız ve süratle dikilir. Göz tansiyonunun (glokomun) ilerlemesi laser tedâvisi ile durdurulabilmektedir. Vücûdun çeşitli bölgelerindeki tümörler bıçakla açılmadan yerinde kesilerek tedâvi edilebilir. Damardaki dokular, laser ışını ile kaynar ve kanama olmaz. Çürük diş çukurları dolgu yapılmak üzere acısız delinebilir.
Laserle ilgili beklenen gelişmeler:
Nükleer enerji alanında laserin çeşitli gelişmelere yol açacağı umulmaktadır. En önemlisi başlatılması zor olan termonükleer-füzyon olayının (hidrojen bombası ve güneşte her an meydana gelen reaksiyon) laser ile tetiklenmesidir. Böylece dünyâ enerji problemi ortadan kalkacaktır.
Laser ışınının darbe süresinin daha da kısaltılması üzerinde çalışmalar devâm etmektedir. Laser ışınının darbe süresi sâniyenin 10 milyonda biridir. Bu sürenin sâniyenin trilyonda birine düşürülmesi halinde kısa bir sürede üretilecek enerji bugün dünyâda aynı müddette üretilmekte olan enerji toplamından fazla olacaktır. Laser ışını ile çalışan silahların yapılması ile çok uzaklardan mühimmat, akaryakıt, karargah binâları imhâ edilebilecektir. Daha şimdiden ABD’de bir fabrikanın 5 kiloyu geçmeyen laser tüfeği imâl ettiği bilinmektedir. Bilgisayar teknolojisinde hâfıza kapasitesinin arttırılması için bilim adamları holografi üzerine çalışmalarını yoğunlaştırdılar. Milimetrenin onda biri kadar dalga boyuna sâhip laser ışınları kendi dalga boyları kadar bir alana bilgi depolayabilmektedirler. Bilgi depolama, bilgi okuma işlemi laser ışınının lityum niobat kristaline çarptırılması ile olmaktadır. Laserin bu özelliği bilgisayar kapasitelerinin büyük ölçüde artmasına sebep olacaktır.
Alm. Gummi, Radreifen (n), Fr. Ceoutchouc, pneumatique, pneu, İng. Rubber, tire. Ham kauçuğun işlenmesiyle elde edilen esnek madde. Tabiî veya sun’î kauçuk, kükürtle vulkanize edilerek lâstiğe dönüştürülür. (Bkz. Kauçuk)
Lâstiğin elde edilmesi sâdece vulkanizasyonla gerçekleşmez. Bu esas işlemin yanında kauçuğa katılan katkı maddeleri de büyük ehemmiyet taşır. Çünkü lâstiğin geniş bir kullanılma sahası olup, bu sahaların gerektirdiği özellikler de farklıdır. Meselâ bir araba lâstiği ile su hortumu farklı özelliklere sâhiptir.
Lâstiğin ayakkabıcılıkta ve konfeksiyon eşyâsında kullanılmasıyla başlayan lâstik sanâyii, motorlu taşıtların gelişmesinden sonra önem kazandı. Lâstiğin özelliklerini geliştirmek için, içine başka maddeler konmaya başlandı. Çinko oksit ve kurşun oksit ilâvesiyle vulkanizasyon çabuklaştırılır. Çeşitli boyar maddelerle renkli lâstikler imal edilir. Havanın etkisine karşı uzun ömür kazandırmak maksadıyla, antioksidan adı verilen fenoller, aminler ve bâzı tuzlar konulabilir. Özellikle araba lâstikleri için sağlamlığı arttırmak maksadıyla is (amorf karbon) konur. Yumuşaklık vermek için stearik asit gibi maddeler ilâve edilir.
Makina kayışları ve basınca dayanıklı hortumlar yapmak için, sağlam kumaşlara lâstik maddesi emdirilir. Yanmayı önlemek için de lâstiğe amyant konur. Otomobil lâstiklerine, yine sağlamlığı arttırmak için naylon iplikler katılır.
Lâstik, kauçuğa göre daha esnek bir üründür. Daha fazla uzar. Kolay kopmaz ve mekanik sağlamlığı daha çoktur. Isı ve elektriği iletmez. Organik sıvılarda pek çözünmez. Kimyevî maddelere karşı dayanıklı olup, havada kalmayla da bozunmaz.
Çeşitli lâstiklerin özellikleri kükürt nispeti ve diğer katkı maddelerine göre farklıdır. Meselâ % 3-5 nispetindeki kükürt bulunan lâstikler çok esnek ve yumuşak olup, kükürt nispeti arttıkça sertlik artar. % 30-50 arasında kükürt bulunduğunda sert lâstik elde edilir. Buna ebonit denir ve akümülatör kutuları, tarak, düğme vs. eşyâ yapımında kullanılır.
Taşıt lâstikleri: Lâstik esnek olduğu için, tekerleğin karşılaşdığı darbelerin etkisini azaltır. Tekstil iplikleriyle (pamuk, naylon vs.) veya çelik tellerle örülen bir iskelet, sun’î lateks, kauçuk veya sentetik reçinelerle kaplanır. Bu çatı üzerine, tekerlek sırtına gelen, yanında yapışmayı çoğaltıcı dişler bulunan bir lâstik tabakası geçirilir. Eskiden iç lâstiğin delinmesini önlemek için, bu lâstik tabakası üzerine tel ve kauçuktan yapılmış ek bant konurdu. Günümüzde iskeleti çelik telden yapılan lâstiklerin tabanı çok az şekil değiştirmektedir ve ömürleri daha uzundur.
Taşıtlarda kullanılan lâstikler dolma ve havalı olmak üzere iki kısma ayrılır. Dolma lâstikler ilk olarak 1881’de Londra’da kullanılmaya başlandı. Çok sert olan bu lâstikler zamanla önemini kaybetti ve yerini havalı lâstiklere bıraktı. Günümüzde fabrikalarda kullanılan taşıyıcılarda ve traktörlerde kullanılmaktadır. Havalı lâstik ilk olarak 1845’te İngiltere’de kullanılmaya başlandı. Bu lâstik, bozulmayan bir dış lâstik ile, havanın dışarı kaçmasını önleyen kauçuk bir iç lâstikten meydana geliyordu. 1950’lerden sonra iç lâstik kullanılmayan dublex lâstikler kullanılmaya başlandı.
Ülkemizde lâstik sanâyii 1927’de yürürlüğe giren Teşvik-i Sanâyi Kânunu ve 1929’da kabul edilen Gümrük Korumaları Kânunu ile gelişmeye başladı. 1932’de İstanbul’da bir İsveç firmasının yardımları ile ilk lâstik fabrikası kuruldu. Türkiye’de otomobil lâstik sanâyii 1954’teki Yabancı Sermâyeyi Teşvik Kânunu ile büyük bir gelişme gösterdi. Bu kânunun ardından Pirelli, Goodyear, Uniroyal lâstik fabrikaları kuruldu. Bunların ihtiyacı karşılamaması üzerine 1978’de Lassa Lâstik Sanâyii bir süre sonra da devlete âit Petlas Lâstik Fabrikası kuruldu. Ülkemizdeki bütün lâstik üreten tesisler yabancı teknoloji ve patentlerle üretim yapmaktadır.
Alm. Latex (m), Kautschukmilch (f), Fr. Latex (m), İng. Latex. Daha ziyâde Asclepiadaceae familyası bitkilerinde bulunan, sütümsü bir sıvı. (Bkz. Kauçuk)
On altıncı asır dîvân şâiri ve tezkire yazarı. Asıl adı Abdüllatîf’tir. 1491 yılında Kastamonu’da doğdu. Hatipzâdeler adı verilen bir âileye mensuptur. Dedesi Fâtih Sultan Mehmed Han devri şâirlerinden Hamdi Çelebi’dir. Öğrenimini Kastamonu’da yaptı. Daha sonra muhâsebe ve kitâbet işinde vazife aldı. İskender Çelebi’ye sunduğu kasidenin beğenilmesi üzerine imâret kâtibi olarak Belgrad’a tâyin edildi. Bir süre sonra İstanbul’a geldi ve imâret kâtipliğine devam etti. Daha sonra bu görevden alınarak Rodos’taki Kânûnî imâretine gönderildi. Oradan da Mısır’a giden Latîfî, buradan Yemen’e giderken bindiği geminin batması üzerine boğularak öldü(1582).
Latîfî çeşitli eserler yazmıştır. Bunlardan en meşhuru 1546’da tamamlayıp Kânûnî Sultan Süleyman’a sunduğu Tezkiret-üş-Şuarâ adlı eseridir. Tezkirecilik târihimizin en önemli örneklerinden olan eser bir mukaddime üç fasıl ve hâtimeden meydana gelmiştir. Birinci faslıda, Anadolu’da yetişen şâir şeyhler; ikinci fasılda şâir pâdişahlar; üçüncü fasılda ise harf sırasına göre Sultan İkinci Murâd Han devrinde 1543’e kadar yetişen üç yüzden fazla şâir yer almaktadır. Tezkirede yer alan şahıslar alfabetik olarak verilmiştir. Şâirler hakkında edebî tenkid ve değerlendirmelere yer vermesi esere orijinallik kazandırmıştır. Ancak birçok mühim şahsiyeti de ilgisi olmadığı halde Kastamonulu olarak göstermiştir. Eser 1896’da Ahmed Cevdet tarafından yayınlanmıştır. H. Theodor Chabet tarafından kısaltılarak Almancaya çevrilmiştir (1800). Latîfî, tezkiresinde; 500 gazel ve 33 kasideden meydana gelmiş bir Dîvân’ı olduğunu yazarsa da, henüz bu eser ele geçmemiştir.
Diğer eserleri ise şunlardır: 1) Risâle-i Evsâf-ı İstanbul: İstanbul’un birçok semtini, devrin yaşayış ve düşünce hayâtını anlatan bir eserdir. Eser 1977’de İstanbul’da yayınlandı. 2) Fusûl-i Erbaa: Dört mevsimin özelliklerinin anlatıldığı bir eser olup 1870’te Münâzarâ-i Latîfî olarak yayınlandı. 3) Subhat-ül-Uşşâk: Yüz hadîs-i şerîfin tercümesidir. 4) Nazm-ül-Cevâhir. 5) Ahvâl-i İbrâhim Paşa. 6) Vasfı Âsaf-nâme. 7) Enis-ül-Fusehâ. 8) Esmâ-üs-Suver-il-Kur’ân.
Alm. Latiner (-in f) (m); lateinisch; römisch, romanisch, Fr. Latin, İng. Latin. Avrupa’daki ırk ve dil gruplarından. Lâtin kelimesinin aslı, İtalya’daki Latium bölgesinden gelmekte olup, zamanla bölge adından çok, Lâtince konuşan kavimler mânâsını almıştır.
Latium bölgesindeki küçük şehirler, iktisadî ve dînî sebeplerle birlik hâline gelince; Roma, Alba Longa, Aricia, Gabü, Fidene, Lanuvium, Pedo, Praenerte, Tebur, Tasalum içinde, en fazla Roma, gelişme gösterdi. Roma, zamanla diğer şehirlere de hâkim olarak, merkezileşip, kuvvetlendi. Roma Birliğine dâhil olan şehirlerin konuştuğu, Hind-Avrupa dil grubundan Lâtince, Akdeniz kıyısındaki diğer şehirlere de yayılarak bugünkü Fransızca, İspanyolca, İtalyanca, Katalanca, Portekizce ve Romencenin de kökünü teşkil etti. Lâtince konuşan bölge halkı, önceleri birlik hâlindeyken, Romaİmparatorluğundan sonra birliklerini koruyamadılar. Coğrafî farklılık sebebiyle Roma Lâtincesinden ayrı lehçeyle konuşan Fransa, İspanya, Portekiz ve Romanyalılar Lâtinlerden ayrıldılar. Papalığın resmî lisanı hâline gelen Lâtince, mâhiyetini daraltmasına rağmen, Haçlı Seferlerinde korsanlıkta ve kolonicilikte, dînî ve iktisâdî sâhalarda fonksiyonunu bütünüyle kaybetmemiştir.
Zamânımızda Lâtinlerin siyâsî hâkimiyetinin unutulmasına rağmen, dili ve edebiyatı fonksiyonunu hâlâ sürdürmektedir. Katolik mezhebinin rûhanî mensupları, Lâtince konuşup yazışmaktadır. Bâzı kelimeler, bilimde, hukuk, tıp, kimyâ, biyoloji sahalarında Lâtince aslı ile kullanılmaktadır. Eskiden Avrupa kıtasında ve Romaİmparatorluğunun hâkim olduğu sahalarda, Lâtince yazılmış birçok kitap ve kitâbe mevcuttur.