LÂLELİ CÂMİİ

Sultan Üçüncü Mustafa Han (1757-1774) zamanında yapılan, sanat değeri büyük bir câmi. Yapımına 1759 yılında başlanılan Lâleli Câmii 1763 yılında bitirildi. Kemerler üzerine kurulan bu ibâdethâneyi, Mehmed Tâhir Ağa yaptı.

Merkezî kubbe sekiz sütuna dayalı kemerler üstünde olup, altı yarım kubbe ile çevrilidir. Câminin iç duvarı somaki mermerlerle kaplıdır. Yapım tarzı ve konuluş şekliyle ayrı bir özelliği olan 105 penceresi vardır. Hünkâr mahfili sol taraftadır. İç avlusunda kemerler, esas yapıda olduğu gibi kendini gösterir. Burada, 16 sütuna dayalı 18 kubbe bulunur. Ortada sekiz sütunlu şadırvan vardır.

Tek şerefeli zarîf iki minâreden sağdaki, câmi ile berâber, diğeri altı sene sonra yaptırılmıştır. 1765 depreminde zarara uğrayan câmi, 1783’te tâmir edildi. Bundan sonraki senelerde tâmirat görmüş ve 1958 yol yapımı zamanında cümle kapısı geriye doğru çekilmiştir. Câminin etrâfında imâret, sebil, türbe, muvakkıthâne, han, hamam ve dükkanlar vardı.

Câmiyi yaptıran Sultan Üçüncü Mustafa Hanın türbesi, güney yöndeki dış kapı yanındadır. Hanımları Âdilşah ve Aynülhayat Kadınefendiler, oğlu Üçüncü Sultan Selim Han ile kızları Hibetullah Mihrimah ve Mihrişah sultanlar da bu türbededir.

LAMA

Alm. Klinge (f); Blatt (n), Fr.  Lame (f), İng. Sheet of metal; lamina; plate; blade; knife. Tıraşlamada, dilmede, kesmede, kazmada kullanılan bütün âletlerin mâdeni kısımları. Köprü ve tren raylarının yapımında, elektrik hatlarını bir yerden bir yere taşımak için aralıklı olarak dikilen uzun ve yassı demir veya çelik parçalarına da bu isim verilir.

İnşaatçılık sektörü ve mîmârîde sütunun iki tamburası arasına ve her tamburayı meydana getiren taşların birbirleri üzerine binerek ezmemesi için aralarına konan kurşun levhalara, demircilerin çeşitli çap ve büyüklükteki demir parçalarını tutmak için kullandıkları “demir kıskaca”, vida ve civataların adımlarını yapmak için kullanılan âlete de “lama” adı verilir.

Marangozlukta, odun, mâden ve hızarcılıkta kullanılan testerelerin kesici kısımlarını meydana getiren, üzerine dişler açılan çelik levhalara da “lama” denmektedir. Testerelere yol veren el âletlerine de “lama” ismi verilir. Mikroskopla inceleme yapmak için ince ince kesilen metal parçalarına, sondajlarda kullanılan, sonda saplarının çıkarılmasına yarayan takıma da “lama” denir.

Lama tâbiri kömürlerin kalite, kalori ve cinslerini belirlemek için yapılan işlemde de kullanılır. İncelemesi yapılacak kömür cinsinin bir yüzeyi asitle iyice yumuşatılır. Daha sonra aynı yüzey jiletle güzelce kesilip laboratuvarda kimyasal ve fiziksel yönden incelenerek kömürün kalitesi ortaya çıkarılır. Bu şekilde incelemeye ise “Kömür inceleme laması” denir.

Torna, matkap ve diğer delicilerin birbirlerinden farklı düz veya yuvarlak zemin meydana getirmeleri için de lamalar kullanılır.

Başlıca lama çeşitleri:

1. Parlatma laması: Bunların ağızları düz ve keskindir. Perdah ve düzeltme işlerinde kullanılır.

2. Şekil verme laması: Kendi ekseni etrafında dönen lamalar, şekil verilmek istenen parça ve maddelerin içine daldırılır ve istenilen şekiller böylece elde edilir.

3. Delgi laması: Dönen delgi çubuğunun etrafına bağlanarak, yuvarlak ve silindir şeklindeki çaplı delikleri ayarlamak için işlem yapılır.

Güneşten ve soğuktan korunmak için ev camlarına çekilen ve birbirini ardarda kapamakla, aralarında dışa doğru hafif eğik olarak konan küçük atmalardan herbirine de “lama” denir. Binalara ve çeşitli yerlere döşenen boruların altlarına konan askı demirlerine de bu isim verilir. Bundan başka lama Amerika’da yetişen ve devegiller familyasından olan bir hayvanın ismidir (Bkz. Lama). Tibet ve Moğolistan’da Buda rahibi ve üstad, üstün kişi anlamlarına da gelmektedir. (Bkz. Lamaizm)

LAMA (Lama glama)

Alm. Lama, Fr. Lama, İng. Lama. Familyası: Devegiller. (Camelidae). Yaşadığı yerler: Güney Afrika’daki Peru, Bolivya ve Arjantin’in 5000 metreye kadar olan dağlık bölgelerinde evcil olarak beslenir. Özellikleri: Nârin vücutlu, uzunca boyunlu ve ince bacaklıdır. Deveden küçük olup, hörgücü yoktur. Geviş getirir. Kızınca tükürür. Ömrü: 40-50 sene. Çeşitleri: Yeni Dünyâ’da yaşayan bir türdür.

Güney Amerika’da yaşayan deve görünüşlü, geviş getiren büyük bir memeli. Güney Amerika’nın dağ ve çayırlarında toplu halde yabânî olarak yaşayan Guanako’dan evcilleştirilmiştir. Lama genel olarak 1-2 m boyunda olup, 15 cm uzunluğunda bir kuyruğa sâhiptir. Omuzları yerden 1-2 metre yüksektir. Ağırlığı 70-140 kg civârında olup, nârin bir vücudu, uzun bir boynu ve uzun ince bacakları vardır. Develerden farklı olarak sırtında hörgüç bulunmaz. Başı küçüktür, uzun bir çene kısmı, uzun kulakları ve fırlamış gözleri vardır.

Postu kaba ve yünlüdür. Dişilerde tüyler boyun ve ayaklarda kısadır. Beyazdan siyaha kadar çok değişik renkleri vardır. Daha çok kırmızı kahverengi ve benekli olanları yaygındır. Ant Dağlarında yaşayan yerliler bin yıldan beri evcil olarak lama yetiştirmektedir.

Deniz seviyesinden 5000 metreye kadar olan bölgelerde lamaya rastlanır. Görünüş bakımından deveye benzemesine rağmen, kolayca yüksek seviyelere uyum sağlayabilirler. Kandaki hemoglobinlerinin yüksek olması sâyesinde az oksijenli ortamlarda yaşayabilirler. Lama geviş getirir ve yarı çöllerde dağlarda bulunan otlarla beslenir. Bütün devegiller gibi boynuzsuz safra kesesiz ve mîdeleri üç gözlü olup, kırkbayır bulunmaz. Lama, deve gibi fazla su ve yiyecek istemez. Açlığa ve susuzluğa diğer devegillerin hepsinden daha çok dayanıklıdır. İyi koşar ve pas verir gibi yürür. Dar ve dik dağ yollarında keçi gibi rahat hareket edebilen evcil hayvanlardır. Nârin ve sâdık olup, çok çalıştığı zaman yorulduğunda kızar ve tükürür. Deve gibi göğüs ve ayakları üzerine oturarak dinlenir.

Ağustos ve eylül aylarında çiftleşirler. Erkekleri dişiler uğruna birbirleriyle dövüşürler. Gebelik 11 ay sürer. Yeni doğan yavru anne tarafından dört ay emzirilir. Lama 2,5-3 yaşlarında üremeğe başlar. Devegiller âilesinin diğer hörgüçsüz üyeleri ile eşleştirilebilirler. “Lama”, “alpaka”, “guanako” ve “vikunya” devegiller âilesinin Yeni Dünyâ’da yaşayan hörgüçsüz dört türüdür. Hepsi aynı cinsin farklı bireyleridir. Bâzan yanlış olarak hepsine “lama” denilmektedir.

Lamaların erkekleri daha kıymetlidir. Erkekleri 45-60 kg yük ile dağ yollarında günde ortalama olarak 32 km yol yürürler. Lamalardan yük taşımacılığı yanında, etinden, sütünden ve yününden faydalanılır. Derisi çok kalitelidir. Her zaman alpaka gibi gübresini ayrı bir yere yığın yapar. Gübresi yeteri derecede yığın hâline gelince bunun yanına ikinci bir yığın yaparlar. Yerliler bu hayvanın dışkısını tezek olarak kullanırlar. Evcil olanlarının boyu yabânîlerinden daha fazladır.

LAMAİZM

Alm. Lamaismus (m), Fr. Lamaisme (m), İng. Lamaism. Tibet ve Moğolistan’da halkın çoğunluğunun inandığı bozuk bir inanç. Tibetçede bulunan “La-ma” (= üstün) dan doğan bu kelime, aynı zamanda bir ünvan olarak da kullanılır. Lamaizm, Budizm ile tabiata tapınmanın, bir tür karışımıdır.

Tibet’e Budizm, M.S. 5. yüzyılda girmiş ve 7. yüzyılda Tibet Kralı Srongtsen Campo tarafından yaygın hâle getirilmiştir. Sekizinci yüzyılda ilk defa, Tibet budistleri müesseseleşmiştir. Bugün bile kırmızı şapkalı Tibet papazları, bu ilk teşkilâtın kalıntılarıdır. Lamaizmin tatbik edilen şeklinde, Budist kitaplarının okunup öğrenilmesi, nefsle mücâdele, ahlâkî öğütler ve tefekkür önemli yer tutar. (Bkz. Budizm)

On birinci yüzyılda bir Hintli Budist olan Atisa ve 14. yüzyılda Çinli Tsong-k’a-pa, çeşitli reformlar yaparak, taraftarlarının sarı şapka giydiği bir inanç ortaya çıkardılar.

Lamaizm’de ibâdet şekli, Hıristiyanlığın tesiri altında kalmıştır. Büyük dînî lider olan Lama’nın ölümünden 18 ay sonra onun rûhunun geçtiği kabul edilen bir genç seçilerek yetiştirilir. Lamaizm, 13. yüzyıldan beri önem kazanmasına rağmen, tesiri 17. yüzyılda görülmüştür. Tibet ve Moğolistan’ın bir bölümünde, bu bozuk inanç topluma hâkim olmuş, idârî sistem olarak hâkimiyetini devam ettirmiştir. 1950’de Çin komünistlerinin Tibet’i işgâli ve büyük Lama’lardan Dalay Lama’nın 1959’da Hindistan’a kaçmasıyla, bu tür idâre son bulmuştur. (Bkz. Dalay Lama)

LAMARCK

Fransız doktoru. Bazentin’de 1744’te doğdu. Papazlığa olan merakı yüzünden askerlikten ayrıldı. Sonra ilmî çalışmalara döndü.

1778 yılında ilk eserinin yayınlanması ile ilmî hayatı başlayan Lamarck, 1783’ten îtibâren Botanik Ansiklopedisi adlı eserini yayınlamaya başladı. 1793’te Paris Muséum’unda omurgasızlar zooloji profesörü oldu. Ölüm yılı olan 1829’a kadar bu görevde kaldı. Lamarck, o zamana kadar olan düşüncelerin aksine, canlıların basitten mükemmele doğru değiştiğini ilk defa ortaya attı. 1809’da neşrettiği Filozofî Zoolojik ismindeki kitabında “canlıların bir asıldan türeyebileceğini” yazdı. Fakat aynı asırdaki biyologlar, Lamarck’ın verdiği misallerin, hayvanların birbirine dönmesini değil, canlıların, bulundukları muhite intibak etmelerini (adaptasyonu) göstermekte olduğunu söylediler. Daha sonra gelen bilim adamları da canlıların yapısında, en basidinden en mükemmeli olan insana doğru düzgün bir tekâmül bulunduğunu bildirdiler. Yalnız bunun türlerin değişmesi demek olmadığını izah ettiler. Zîra rûhu olan insan ile rûha sâhib olmayan hayvan birbirinden tamâmen farklıdır. İnsan ile hayvan arasında geçit olmadığıİslâmiyetin temel kitaplarında açıkça ifâde edilmektedir. (Bkz. Darwinizm)

LAMARTİNE, Alphonse

Fransız şâir ve devlet adamı. 21 Ekim 1790’da Mâcon’da dünyaya geldi ve 28 Şubat 1869’da Paris’te öldü. Pierre de Lamartine’in ilk oğludur.

Fransız İhtilâlinden dört sene sonra Milly yakınında bir çiftliğe taşınarak, mütevâzî bir hayat içerisinde okumaya devam etti. 1811’de İtalya’ya gitti. Hıristiyanlık dîninin tezatlarını görünce, transandantalizm (görünüşte kaliteli olma, kalpte temizlik) felsefesine kapıldı. Savurgan bir hayat yaşadığı için, para kazanmak ve aristokratça hayatını sürdürmek maksadıyla politikaya girmeye çalıştı. 1820’de evlendi ve hemen Napoli elçilik kâtipliğine tâyin edildi. Burada ilk büyük eserini, “Şâirce Düşünceler” (Méditations Poétiques) yayınladı. Edebî çalışmalarını hızlandırdı ve “Sokrat’ın Ölümü” (La Mort de Socrate), “Şâirce Dînî Ahenkler” (Harmonies Poétiques iet Religieuses) ve daha birkaç eser yayınladı. Louis Philippe’nin kral olması ile Napoli’deki görevinden istifâ ederek Ortadoğu memleketlerini gezmeye çıktı. Görevle bütün Avrupa ve Amerika’yı dolaşmış, Sultan Abdülmecîd Han zamanında Türkiye’ye gelmiştir. Pâdişah tarafından büyük dostlukla kabul edilen Lamartine’e Aydın vilayetinde bir çiftlik hediye edilmiştir. Türkiye’de politika ve dînî konular üzerine araştırmalar yaptı. İslâmiyetin, Hıristiyanlık yanında ne kadar ileri ve mükemmel olduğunu gördü. Hıristiyanlığı terk ederek tenkide başladı. Bu husustaki düşüncelerini Histoire de Turquie (= Türkiye Târihi) kitabında şu ifâdelerle açıklıyordu: “Hazret-i Muhammed, bir yalancı peygamber miydi? O’nun eserlerini ve târihini inceledikten sonra bunu düşünemeyiz. Çünkü yalancı peygamberlik iki yüzlülüktür. Yalanda doğruluğun kudreti bulunmadığı gibi, iki yüzlülüğün de inandırma kudreti yoktur.

Mekanikte, bir cisim atıldığı zaman onun varabileceği yer, fırlatma gücü ile orantılıdır. Bir mânevî ilhâmın gücü de, onun yaratabildiği eser ile orantılıdır. Bu kadar çok şey taşıyan, bu kadar uzaklara kadar yayılan ve bu kadar uzun zaman aynı kudrette devam eden bir fikir (yâni İslâmiyet) yalan olamaz. Bunun çok samimî ve çok inandırıcı olması gerekir. Onun hayatı, mücadeleleri, memleketinin hurafelerine ve putlarına kahramanca saldırıp onları parçalaması, puta tapan çoğunluğun hiddetlerine karşı koymak ataklığı, kendine saldırdıkları hâlde, on üç sene Mekke’de buna dayanması, hemşehrileri arasında türlü hâdiseler çıkartmak ve kendini âdetâ kurbân yerine koymak gibi hâllere tahammülü. Medine’ye hicreti, durmadan yaptığı teşvikler ve verdiği vaazlar, çok üstün düşman kuvvetleriyle yaptığı savaşlar, kazanacağına olan îtimâtı, en büyük felâket zamanında bile duyduğu insan üstü güvence, zaferde bile gösterdiği sabır ve tevekkül, sözlerini kabul ettirme hırsı, sonsuz ibâdeti, Allah’la mukaddes konuşmaları, ölümü, ölümünden sonra da devâm eden şan, şeref ve zaferleri, O’nun hiçbir zaman bir yalancı peygamber olmadığını tam aksine büyük bir îmâna sâhip bulunduğunu gösterir. İşte bu inancı O’na ortaya iki yeni dogma koymasını sağladı; bu dogmalardan biri “Tek ve ebedî bir varlık olan bir Allah’ın bulunduğu”, ikincisi ise “Putların tanrı olmadığı” kaziyesi (önermesi) idi. Birincisi ile Araplara o zamana kadar tanrı bilmedikleri tek Allah’ı tanıtıyor, ikinci dogma ile de o zamana kadar tanrı sandıkları putları ellerinden alıyordu. Kısaca bir kılıç vuruşu ile yalancı ilahları, putları kırıyor, bunun yerine onlara “Tek Allah” fikrini veriyordu.

Filozof, hatib, peygamber, kânun koyucu, cenkçi, insan düşüncelerini sihirleyici, yeni dogmalar koyan ve yirmi büyük dünyâ imparatorluğu ile bir büyük İslâm devleti kuran adam: İşte Muhammed budur! İnsanların, büyüklüğü ölçmek için kullandıkları bütün mikyaslarla ölçülsün! Acaba ondan daha büyük biri var mıdır? Olamaz!”

1833’te tekrar meclise milletvekili olarak girdi. 1848’de Dışişleri Bakanlığı da yaptı. Louis Napoleon’un başkan seçildiği seçimlere o da adaylığını koydu, ama çok az oy alabildi. Politikadaki yenilgisi onu fakirliğe sürükledi. Devamlı eserler yazarak borçlarını ödemeye çalışıyordu. Türkiye ve Rusya üzerine yazdığı târih kitaplarından çok para kazandı. Fakat borçlarını bir türlü bitiremedi. Ömrünün sonuna doğru tamâmen unutuldu.

Lamartine “soluk alır gibi şiir yazan” bir şâirdir. Şiir ve metinlerinde renkli, ışıklı tablolara rastlanmaz. Kesin hatlarla ayrılmayan duygular, kapalı bir sis perdesi arkasından anlatılır. Romantizm akımının temsilcilerindendir.

Eserleri arasında en meşhurları: Şairce Düşünceler, Yeni Şairce Düşünceler (Nouvelles Méditations Poétiques), Sokrat’ın Ölümü, Jocelyn, Görüntüler (Les Visions), Bir Meleğin Düşüşü (Chuted’un Ange), Şâirce İçekapanışlar (Recuillements Poétiques); târih kitaplarından: Sırdaşlıklar (Les Canfidences), Jinondenler Târihi (L’Histoire des Girondins), Türkiye Târihi (Histoire de Turquie); roman: Greziella.

LÂMBA

Alm. Lampe (f), Fr. Lampe (f), İng. Lamp. Aydınlatma aracı. İçinde petrol gibi yanıcı bir madde yakarak veya elektrik akımının geçmesi ile aydınlık veren cihazların hepsine verilen ad. Gaz lâmbası, havagazı lâmbası, asetilen lâmbası, elektrik lâmbası, flüoresan lâmba. X ışınlı lâmbalar en çok kullanılan lâmba çeşitleridir. Çok eski zamanlardan beri lâmba, değişik şekillerde kullanılmaktaydı. Mezopotamya ile İsviçre’nin göller bölgesinde yapılan arkeolojik kazılarda kandil biçiminde, ateşte iyice pişirilmiş tuğladan lâmbalara ve tunçtan yapılmış madenî lâmbalara rastlanmıştır.

Yunanlılar ve Romalıların kullandıkları lâmbalar, pişirilmiş tuğladan ve tunçtan idi. Bunların içinde zeytinyağı yakılıyordu.

On sekizinci asırda, İsviçreli kimyager olan Aime Argand, mevcut lâmbalar üzerinde çalışmalar yaparak, tüp şeklinde bir fitil yaptı. Birbiri içine geçmiş mâdenî iki silindir arasında sıkıştırılan fitil, yanıyor ve is az çıkıyordu. İsviçreli kimyâgerin yardımcılarından biri, bu şekildeki lâmbanın üzerine bir cam şişe takmayı başardı. Cam, hem insanı rahatsız eden isin dışarı çıkmasını önlüyor, hem de ışığın daha parlak görünmesini ve sönmemesini sağlıyordu.

1845 yılına gelinceye kadar lâmbalarda, eritilmiş hayvan yağları, bitkisel yağlar kullanılırdı. Daha sonra terementinden yapılan neftyağı kullanıldı. Bu yağın yakarken birden parlaması çok tehlikelere sebeb oluyordu. Bu durum petrolün lâmbalarda kullanılmaya başlamasıyla ortadan kalktı ve lâmba yapımında da yeni gelişmeler kendini gösterdi. Bunlardan idâre, tek fitilli, çift fitilli, aynalı, yuvarlak fitilli, asma ve köşe lâmbaları gibi çeşitleri yapıldı. Bir de evlerin dışında kullanılan yandan pompalı lüks ve karpit lâmbaları vardır.

Elektriğin aydınlatmada kullanılmasıyla, gaz lâmbaları eski önemini kaybederek, yerlerini ampüllere bıraktılar.

Elektrik (Akkor) lâmbası: Elektrikle ısındığı zaman ışık veren filaman telli ve camla çevrili lâmba. Akkor ve flöresan lâmba iki önemli ışık kaynağıdır. Günümüzde kullanılan akkor lâmba tungsten filamanlı olup, elektrik akımıyla 2600°C’ye kadar ısınır. Tungsten filaman 3382°C gibi çok yüksek bir erime noktasına sâhib olduğu için, saatlerce erimeden ve kırılmadan ışık vermeye devam eder. Filamanın bulunduğu cam kısmın içi boşaltılmış ve azot-argon karışımı bir gaz doldurulmuştur. Bu karışım filamanla kimyâsal reaksiyona girmez ve basıncı ile lâmba ışık verirken filamanın buharlaşmasını önler. Buharlaşmanın meydana gelmesi lâmbanın iç kısmının siyahlanmasına ve muhtemelen lâmbanın ömrünün sona ermesine sebeb olur. Akkor lâmbaların ortalama ömrü 1000 saattir.

Târihçesi: 1802’de Humphry Davy, elektrik akımını platin telden geçirerek onu akkor hâline getirdi. Ancak bunun ışıklandırmadaki imkanlarını araştırmadı. Bu imkanı açık olarak fark eden ilk araştırmacı J.W. Starr sayılabilir. Starr’ın lâmbalarının birinde elektrikle ısıtılan karbon çubuk vakum cam tüp içindeydi. Starr, 1846’da 25 yaşında öldü. 1848-1860 yılları arasında da Swan, flaman olarak karbonize edilmiş bir kâğıt şerit kullandı. Kullanılan lâmba havası boşaltılmış camdan mâmul bir ampuldü. İletken teller lâmbanın boynundan çıkarken aralarındaki kauçuk malzemeyle izole (yalıtılmış) oluyordu. Swan bu zaman peryodunda da pratik bir lâmba yapamamıştı.

Ev ve işyerlerinde kullanılan lâmbaların yapımı Edison ve Swan’la gerçekleşecekti. Edison çalışmalarına 1877’de başladı. Swan da 17 yıl sonra bu işe tekrar döndü. Edison flaman olarak birçok malzeme kullandı ve sonunda 21 Ekim 1879’da yaklaşık iki gün aydınlatma yapabilen karbonize edilmiş pamuk flamanlı lâmbayı geliştirdi. Ancak patenti 1882’de Swan aldı. 1883’te de Edison ve Swan elektrikle aydınlatma şirketi kurdu.

Bu tür lâmbalar 1904’e kadar kullanıldı. Bu târihte Avusturyalı Alexander Just ile Franz Hanaman Tungsten telin kullanıldığı lâmbayı geliştirdiler. 1907’de ABD’de üretim başladı. 1908’de de haddeden geçirilmiş tungsten elde edildi. Böylece bugünkü lâmbalar üretilmeye başlandı.

Ark lâmbası: İki iletken arasında elektrik arkı meydana getirilmesi sûretiyle çalışan lâmba çeşididir. İletken olarak genellikle karbon çubuklar kullanılır. Işık kaynağı elektrik arkı ile karbon çubukların ısınan uçlarıdır. Çok parlak ışığa ihtiyaç duyulan yerlerde, meselâ film projektörlerinde ve ışıldaklarda ark lâmbasından faydalanılır. Ark lâmbası terimi genellikle, aralarında bir hava boşluğu bulunan yavan karbon elektrotlardan meydana gelen lâmbalar için kullanılır. Halbuki floresan lâmba türünden olan lâmbalar da gaz ortamlı tüplerde meydana getirilen elektrik arkıyla ışık verirler. Bâzı morötesi lâmbalar da ark lâmbası sınıfındandır.

LAMBLİYAZİS

Alm. Lambliase, Fr. Lambliase, İng. Lambliais. Giardiasis. Safra kesesi ve onikiparmak barsağında yerleşerek, tekrarlayan müzmin ishallere yol açan bir paraziter hastalık. Bu hastalığın âmili, giardia lamblia veya giardia intestinalis ismi verilen bir parazittir. Bu parazit, 11-18 mikron uzunluğunda ve 6-10 mikron genişliğindedir. Armut şeklinde olup, içinde oval şekilde iki çekirdek bulundurduğundan gözlüklü parazit olarak da bilinmektedir.

Lambliyazis, dünyânın her yöresinde yaygındır. Parazitin kistleriyle kirlenen su ve çiğ yenen besinlerle insanlara bulaşır. Daha ziyade çocuklarda rastlanır. Parazit, safra kesesinde yerleşir. Hafif müzmin safra kesesi iltihâbı belirtilerine yol açar. Tekrarlayıcı müzmin ishallere sebeb olur. Büyük abdestte kan, mukus ve iltihap artıkları görülebilir.

İştahsızlıktan yeterli yiyememek ve ishal ile meydana gelen beslenme bozuklukları, hastayı zayıflatır. Vücudun direncini azaltır. Kansızlık, huysuzluk, neşesizlik yapar. Bâzan sarılığa da yol açabilir. Lambliyazis, bâzan amipli dizanteri ile de berâber bulunabilir.

Tedâvide, bir hafta süreyle metranidazole, terramycin, resochine gibi ilâçlar kullanılır.

Korunmada en önemli husus: Hastaları tedavi etmek, portörlüğe (taşıyıcılığa) ve kişilerin kist ile bulaşmasına engel olmaktır. Karasineklerle mücadele edilmelidir. Hastalık bir bölgede görüldüğünde büyük abdestin incelenmesi sûretiyle yapılacak taramalarla, portörler tesbit edilip, tedâvi yoluna gidilmelidir.

LAME

Alm. Brokat, Lamé, Fr. Lamé (m), İng. Lame. Mâdenî ipliklerle veya bu görüşü veren polyester ipliklerle dokunmuş kumaş. Metal parlaklığı verilen deri veya kumaştan yapılan eşyalar da bu isimle anılırlar. Lame çanta, lame ayakkabı gibi. Eskiden ekseriya altın, gümüş gibi mâdenlerin telleri ile dokunan kıymetli kumaşlara “zerbaft” veya “zertârî” adı verilirdi.

Osmanlılarda çok ileri olan dokuma sanatında, birbirinden güzel ve kıymetli kumaşlar dokunurdu. Hepsi ayrı ayrı birer sanat eseri kabul edilen bu kumaşlardan biri de altın ve gümüş tel ile dokunan “seraser” denilen cinslerdi. Bunlar, ihsan olunan hil’atlerde kullanıldığı gibi, arz odası yastık ve döşemelerini de süslerlerdi. Bu kumaşlardan kalan çok güzel bir parça, Topkapı Sarayı hazine dâiresinde bulunmaktadır. Lame cinsi kumaşların bir de “diba” adı verilen çeşidi vardı. Altın veya gümüş karışık dokunmuş, çiçekli, ipekli kumaşlara ise “diba-i munakkaş” denilirdi. Bunların Acem dibası, Venedik nakışlı dibası, frengi nakışlı telli diba, İslambol’un telli al dibası gibi isimler alan cinsleri bulunurdu.

LAMİ, Giovanni

İtalyan bilgini ve yazarı (1697-1770). Piso’da hukuk doktorası yapmış, felsefe ve Yunanca çalışmıştır. Fizikte kesişen üç kuvvetin denge hâlini formüllendiren, kendi ismiyle anılan bir teoremi vardır. (Bkz. Lami Teoremi)

Genova’da, Pyollavicini Kütüphânesinin müdürlüğünü yapmış, Viyana ve Paris’te bulunmuştur. 1733’te Studio’da kilise târihi profesörü ve Dükanın ilâhiyât müşâviri oldu. Çok geniş kültürü ve Katolik mezhebine bağlılığı ile meşhurdur. Latince ve İtalyanca pekçok eser vermiştir.

LAMİ TEOREMİ

Kuvvetlerin dengede olması hâlini formüle eden, bir statik teoremi. Bir cisme, üç farklı doğrultu ve yönde kuvvet tatbik edildiğinde, bu cisim dengede ise, yâni hareket etmiyorsa, kuvvetlerle, aralarındaki açıların sinüsleri orantılıdır. Yazılan bu eşitlik Lami teoreminin kendisidir. Lami teoremi, gerçekte, geometrideki Sinüs teoreminin bir başka türlü yazılmış şeklidir. Şöyle ki:

Cisme uygulanan kuvvet sayısı 3’ten az veya çok ise, cisim dengede olsa dahi bu teorem geçerli değildir.

LÂMİÎ ÇELEBİ

Osmanlılar zamânında yetişmiş âlim, şâir ve velîlerden. İsmi, Mahmûd bin Osman bin Ali en-Nakkâş bin İlyâs Lâmiî’dir. Babası Sultan İkinci Mehmed Hanın ve Sultan İkinci Bâyezîd Hanın hazîne defterdârlıkları vazîfesinde bulunmuş, dedesi Nakkâş Ali Efendi, Sultan Tîmûr Han tarafından Semerkand’a götürülmüş, orada nakkâşlık öğrenmiştir. Lâmiî Çelebi veya Lâmiî diye meşhûr olmuştur. 1472 (H.877) senesinde Bursa’da doğdu. 1531 (H.938) senesinde orada vefât etti.

Düzenli bir âile terbiyesi alan Lâmiî Çelebi, devrinin büyük âlimlerinden olan Molla Ehaveyn’den ve Molla Muhammed Hasanzâde’den tefsîr, hadîs, fıkıh ilimlerini öğrendi. Tasavvufa karşı oldukça ilgi duyup, Nakşîbendiyye yolu büyüklerinden Seyyid Emir Ahmed Buhârî’nin talebesi olup, onun sohbetlerinde kemâle geldi.

Fettâh-ı Nişâbûrî’den Hüsn ü Dil’i, Yavuz Sultan Selîm Han adına tercüme edince 35 akçe yevmiye ile mükâfâtlandırılmış Ferhâd-nâme’yi yazınca da kendisine bir köy bağışlanmıştır.

1512’de dört bin akçelik bir vakıf kurdu. Ölünce dedesi Nakkaş Ali’nin yaptırdığı mescidin avlusuna gömüldü. Yalnız baş taşı kalan mezarında girift sülüsle “El-merhûm Şeyh Lâmi’î bin Osman” yazısı vardır. Nakşibendî tarîkatında şeyhlik pâyesi verilmiştir. Bu yüzden Nefehât Tercümesi’nde kendisine “Hâdimü’l-Fukarâ” demektedir. Büyük âlim Molla Câmî’nin Şevâhidü’n-Nübüvve’sini ve bilhassa Nefâhât’ını tercüme ettiği için zamânında Câmî-i Rûm diye şöhret bulmuştur.

Lâmiî’nin nesri de güzeldir. Cümleleri sâde, kısa ve canlıdır. Nesir eserlerinde zamânın âdetine uyup, arada bir şiir de söyler. Tercüme ettiği eserlerde manzum olanları yine manzum olarak, hattâ bâzı kere, aynı vezinle Türkçeye çevirmiş ve bunda da çok başarılı olmuştur. Bu bakımdan, Lâmiî, Türk edebiyâtının, nesir ve tercüme alanlarında birinci dereceyi alan güzîde üstâdıdır.

Lâmiî’nin eserleri:

1. Şevâhidu’n-Nübüvve li Takviyyet-i Ehli’l-Fütüvve (1480).

2. Şerh-i Dîbâce-i Gülistan (1505).

3. İbretnâme (1525): Kânûnî Sultan Süleymân için yazmıştır.

4. Şerefü’l İnsan (1526): Yine Kânûnî’ye ithâftır.

5. Hüsnü Dil Tercümesi: Yavuz Sultan Selim’e ithâftır.

6. Nefehât Tercemesi.

7. Münâzarât-ı Bahârü Şitâ.

8. Münşeât-ı Mekâtîb.

9. Muammâ-ı Mir Hüseyin.

10. Maktel-i İmâm Hüseyin.

11. Salâmân ü Ebsâl: Câmî’den tercümedir.

12. Şem ü Pervâne: Ehl-i Şîrâzi’den tercümedir.

13. Gûyu Çevgân.

14. Ferhâtnâme.

15. Vâmıku Azrâ.

16. Kıssa-i Evlâd-ı Câbir.

17. Lugat-i Manzûme: Küçük bir sözlüktür.

18. Risâle-i Bâl.

19. Şehrengiz-i Burûsa: Bursa’yı ve şâirliğin özelliğini anlatan eserdir.

20. Dîvân: Dîvân’ında 3 tevhid, 1 mirâciyye, 2 na’t, 1 Eshâb hakkında methiyye, Birinci Selim ve Kânûnî’ye yazılmış 28 kasîde, 3 terci-i bend, şehzâdeler hakkında 3 mersiyye, 5 tezkiye, hazâna dâir 1 terci-i bend, 1 müsebba, 65 murabba, 1 muhammes, 1 şerh, 135 gazel, 12 kıt’a, 16 târih ve 4 muammâ ile lügatlar vardır.

Lâmi’î’nin eserlerinin sayısı 40’ı bulmaktadır.

Lâmiî’den:

Senin gitmez başından bû havâlar,

Dimağın cümle toprak dolmayınca.

Bu sergerdanlığın pâyânı yokdur,

Vücûdün serteser hâk olmayınca.

LANOLİN

Alm. Lanolin (n), Fr. Lanoline (f), İng. Lanolin (e). Koyun yünününyağından istihsâl edilen bir yağın ticarî adı. Bütün yağlar gibi bir esterdir. Lanolinin başlıca meydana getiricisi olan klesteral esterleri ve yüksek yağ asitlerinin (palmitat, stearat ve aleat) bir karışımıdır.

Lanolin, açık sarı renkte merhem kıvamındadır. Hafif kokuludur. Petrol eterinde, eterde, kloroformda ve sıcak susuz alkolde çözünür. Lanolinin erime noktası 40-42°C’dir. Lanolin ışık ve havadan zarar gördüğü için korunmalıdır. Uzun saklama sonucu veya lanolinin sulu emülsiyonu hidrolize ve okside olabilir. Antioksidanlar kullanılarak uzun süre korunabilir. Lanolin iki çeşittir. Biri hidrate (sulu) lanolin olup, sarımsı beyaz renktedir. Sulu lanolin, yaklaşık % 30 kadar su ihtivâ eder ve suda çözünmez. Kloroform ve eterde çözünür. İkincisi ise susuz lanolin olup, yarıkatı ve sarımtrak bir maddedir. Suda çözünmez, fakat kendi ağırlığının iki misli su ile bir karışım verir ve bu karışımdaki lanolin, sudan ayrılmaz. Diğer organik çözücülerde ve sıcak alkolde çözünür.

Lanolin koyun yününden elde edilir. Koyun yünü, basit yıkama ile madenî tuzlarından temizlenir. Sonra sabunlu su veya alkali çözeltisi ile yıkanır. Bu yıkamada lanolin, yünden alınmış olur. Bu sabunlu su, % 0,5-5 miktarında lanolin bulundurur. Bu karışımda lanolin emülsiyon şeklinde olup, çok küçük tanecikler hâlinde karışımdan ayrılır. Bu emülsiyonrdan lanolini ayırmak için, santrifüj, asitle çöktürme veya Ca ve Mg tuzu hâlinde çöktürme metodları kullanılabilir.

Arıtmak için, özel toprak süzgeçlerden süzülür. Rengi ağartılır. Bu işlem için sülfat asidi, potasyum bikromat, klor ve hidrojen peroksit kullanılır.

Ticârette en çok sulu (hidrate) lanolin kullanılır. Lanolin, merhemlerin yapımında, kozmetikte, el kremlerinde, traş kremlerinde, kıl dökücü kremlerde ve kolloidal gümüş merhemi gibi nüfuz edici merhemlerde kullanılır. Türk kodeksine göre lanolinin terkibi, 13 kısım lanolin, 4 kısım su ve 3 kısım sıvı parafindir. Hafif antiseptiktir, saçların kırılmasını önler (şampuanlara katılır), cildi güzelleştirir.

LANTAN

Alm. Lanthan (n), Fr. Lanthane (m), İng. Lanthanum. La sembolüyle gösterilen, metalik bir element. İsveçli kimyacı Carl G. Mosandes tarafından 1839’da, serit (cerite) minerali içinde keşfedildi. Başlıca serit ve samarkit olmak üzere bâzı minerallerde bulunur.

Özellikleri seryum’unkine benzer. Atom numarası 57 ve atom ağırlığı da 138,9’dur. Erime noktası 920°C, kaynama noktası ise 3469°C’dir. Oksidasyon sayısı 3+’dır.

Metalik lantan, mavimsi beyazdır, kolayca oksitlenir. Su ile yavaşça reaksiyona girer. Seyreltik asitlerde çözünür. Mutlak sıfır dereceye yakın sıcaklıklarda süper iletkenlik gösterir. Uranyum, toryum ve plutonyumun radyoaktiv bozunmaları sonucu ortaya çıkan bir üründür.

Lantan cam îmâlinde, özellikle kırılma indisi yüksek olan merceklerin îmâlinde kullanılır.

LANTANİTLER

Alm. Lanthaniden (n.pl.), Fr. Lanthanites (m.pl.), İng. Lanthanids. Periyodik sistemin III’üncü yan grubunda bulunan “nâdir toprak metalleri” olarak isimlendirilen metaller sınıfı.

Bu metaller şunlardır:

Ce Seryum - Pr Praseodim - Nd Neodim - Pm Pometyum - Sm Samaryum - Eu Europyum - Gd Gadolinyum - Tb Terbiyum - Dy Disprosyum - Ho Holmiyum - Er Erbiyum - Tm Tulyum - Yb İtterbiyum - Lu Lutetyum.

Bu elementlerden yalnız Ce, Tb ve Pr 4+ oksidasyon sayısı da alabilirler. Diğerleri yalnız 3+ oksidasyon sayılı olabilirler. Nâdir toprak metalleri, 3+ değerlikli hâlde birbirlerine çok benzeyen özellikler gösterirler. Elementlerin birinden diğerine geçişinde elektron değişimi 5 ve 6’ncı yörüngede olmayıp, sadece 4’üncü yörüngeye (4f) elektron katılması ile meydana geldiğinden, kimyasal karakter yönünden birbirlerine çok benzerler. Tabiatta çok az oranda monazit kumunda nâdir toprak fosfatları hâlinde bulunurlar. Monazit, nâdir toprakların ve toryumun bir ortofosfatı olup, (Ce, Nd, Pr, La) PO4(Th3[PO4]4) formülü ile gösterilir.

3+ değerlikli nâdir toprak metalleri beraber bulunduklarında bunlardan birini saf bir bileşik hâlinde izole etmek için, önce bu elementin bulunduğu grubu konsantre hâle getirmek ve sonra elementi grup komşularından ayırmak gerekir.

Nâdir toprak metallerinin ayrılmaları, genel olarak, tuzlarının çözünürlüklerinin atom numarasını takiben artması veya azalmasına bağlıdır. 3+ değerlikli olan bu tür metalleri ayırmak için, ayrıca fraksiyonlu kristallendirme denilen ticarî metoda da başvurulur.

Nâdir toprak metallerinin atom numaralarının artması ile bazik karakter azalır ve tuzlarının çözünürlükleri de artar.

Bu metaller, kuvvetli elektropozitif olduğundan, üretimleri çok güçtür. Genellikle oksid ve fluorürleri karışımının elektrolizi ile karışım hâlinde elde edilirler. Bir çoğunun iyonlarının karakteristik renkleri vardır. Ayrıca birçok bileşikleri paramagnetik özellikler gösterir.

Elde edilmeleri: Bu metallerin elde edilmelerinde erimiş klorürlerin elektrolizi, erimiş susuz klorürlerin metalik sodyum, potasyum, kalsiyum, mağnezyum veya alüminyumla indirgenmesi, amalgamların termik bozunmaları gibi metodlara başvurulur. Termik indirgeme ile ya metal veya alaşımlar elde edilir.

Metallerin teknik ölçüde elde edilmelerinde kullanılan metod, erimiş halde bulunan ve kalsiyum, sodyum veya potasyum klorür ihtiva eden metal klorürlerinin elektrolizidir.

Ticârî ölçüde olmamak üzere, en saf metal veren metod, erimiş metal klorürlerinin, metalik kalsiyum ile indirgenmesidir. Erimiş metalde kalan kalsiyum, endüksiyon fırınında vakum tatbik edilerek uçurulur.

LAOS

DEVLETİN ADI

Laos Demokratik Halk Cumhûriyeti

BAŞŞEHRİ    

Vientiane

NÜFÛSU      

  4.409.000

YÜZÖLÇÜMÜ 

 236.800 km2

RESMÎ DİLİ   

Lao dili

DÎNİ  

Budizm

PARA BİRİMİ 

Kip

Güneydoğu Asya’da Çin Hindi Yarımadasında bulunan bir ülke. Kuzeyinde, Çin; doğusunda, Vietnam; güneyinde, Kamboçya; batısında, Tayland ve Birmanya yer alır.

Târihi

Çin Hindi Yarımadasına göç eden Laos halkının asıl vatanı, Çin’dir. Laos’un, 14. asırdan önceki târihi hakkında vesîka yoktur. İlk Laos krallığı, 14. asır ortalarına doğru kurulmuştur. 1453 senesinde Fraya Fa Ngum, Lanxang (milyonlarca fil) krallığını kurdu. On altıncı asrın sonunda bu krallık, “İngiliz Milletler Topluluğu”nun bir üyesi (sömürgesi) oldu.

Ülkede patlak veren bir iç savaş netîcesinde krallık, Kraliyet Devleti ve Şampasak Prensliği olmak üzere ikiye bölündü. On dokuzuncu yüzyıl başında Kraliyet devleti, Siyam’la birleşti. 1893 yılında imzâlanan, Fransız-Siyam Antlaşması ile Siyam’la birlikte Laos da Fransa’nın bir sömürgesi hâline geldi.

1942 senesinde Japonlar, Mekong Nehri ve çevresini ele geçirdi. İkinci Dünyâ Harbi sonunda Japonya mağlub olunca, Mayıs 1946’da Laos, bağımsızlığını îlân etti. Fransa buna engel olmak istediyse de başarılı olamadı. 1953 yılında Fransa ve ABD, 1962 senesi Temmuz ayında yapılan Cenevre Milletlerarası Konferansında ise bütün ülkeler Laos’un bağımsızlığını tanıdı. 1963 Nisanına doğru ülkede karışıklıklar başgösterdi. Uzun koalisyon hükûmetleri sonunda, komünizm yanlısı Potent-Lao, 1975’te Laos Demokratik Halk Cumhûriyetini kurdu. Günümüzde hâlâ komünist idâre başta bulunmakta olup, sosyalist yönetime geçmesinden bu yana ilk seçim 1989 Martında yapılmıştır.

Fizikî Yapı

Laos’un büyük bölümü ormanlık ve dağlıktır. Doğuya doğru 2700 metre yüksekliğe ulaşan Anmamite Cordillerası (dağ silsilesi), kuzeydoğu hâriç ülkenin Vietnam’la hudûdunu teşkil eder. Güneydeki sıra dağlar, takriben 1500 metrelik bir yüksekliğe erişir. Derin geçitler ve dar vâdiler, dağları birbirinden ayırır. Güneyde Balovenler Yaylası ve Luang Prabang yakınında Jarlar Ovası gibi bâzı yüksek yaylalar bulunur.

Mekong Nehri, ülkenin batı sınırının büyük bölümünü teşkil eder. Bütün Laos, kuzeydoğu uç kısmı hâriç, Mekong Havzası boyunca uzanır. Bu nehir, Laos’un ulaşımında önemli bir yer tutar. Mekong Nehrine karışan kollar, Nam Thai ve Nam Hai nehirleridir. Mekong Nehri ve kolları etrâfındaki ovalar, güneyde oldukça geniştir. Her ne kadar Vientiane’de önemli bir ova bulunuyorsa da, nehrin orta kesimine yakın yerlerde ovalar daha sınırlıdır.

İklim

Laos’un iklimi sıcak ve nemli olup, subtropikal ve tropikal iklim arasında değişir. Mayıs ayından ekim ayına kadar muson yağmurları yağar. Rüzgar, güneybatıdan estiği zaman, aylık yağış miktarı, 280-300 mm’dir. Fakat, kışın rüzgâr ters yönden estiği için, bu miktar 13 mm’ye düşer. En fazla yağış. Balovenler Yaylasında görülür. Burada yıllık yağış miktarı, 4000 mm’nin altına düşmez.

Sıcaklığın en fazla olduğu aylar, nisan ve mayıstır. (32°C-38°C). Sıcaklığın en düşük olduğu ocak ayında kuzeydeki dağlarda ısı -3°C’ye kadar düşer.

Tabiî Kaynaklar

Laos, mâden bakımından pek zengin olmamakla birlikte, kalay ve demir, önemli ölçüde çıkarılmaktadır. Bundan başka bakır ve kurşun çıkarılan ülkede, antharasit ve petrol de bulunmaktadır.

Laos, diğer tropikal iklim bölgesindeki ülkeler gibi ormanlarla kaplıdır. Ülkenin % 70’i ormanlıktır. Ormanlarda filler, leoparlar, kaplanlar, panterler, zehirli kertenkeleler, kobralar, timsahlar, çeşit çeşit kuşlar ve böcekler bulunur.

Nüfus

Nüfûsu 4.409.000 olan Laos’un nüfus yoğunluğu, km2 başına 16’dır. Laos halkının yarısını meydana getiren Lao asıllılar, komşu Tayland halkına, dil ve orijin bakımından benzerlik gösterirler. Daha gelişmiş ve modern olan Mekong Nehri ovasındaki halk, kuzeyde olup, nüfusun % 15’ini meydana getiren Tal asıllı halktan hem yaşayış hem de şekil bakımından farklılık gösterir. Nüfusun % 10 kadarı, Çin’in güney kesiminde yaşayan Meo ve Man halklarıyla aynı menşeye (köke) sâhiptir. Bunlar, Lao ve Tai halkına pek benzemezler. 900 m yüksekliğindeki kuzey kısmın dağlık bölgesindeki tek tük köylerde yaşarlar. Ülkenin geri kalan halkı, çeşitli topluluklardan meydana gelmiştir ve bir Kamboç şîvesi olan, Mont-khmer şîvesini konuşurlar. Bunlar dağlık bölgelerde yaşarlar. Zirâatle uğraşırlar. Laos’taki diğer halk bunlara Kha (köle) demektedir.

Budizm, Laos’un resmî dînidir. Phi adındaki başka bir inanç da, ilkel kabîleler arasında yaygındır. Lao menşeli olmayanlar, genellikle Budist değildir.

Halk, ekseriyâ kırsal kesimde yaşar. Şehircilik geri durumdadır. Vientiane en büyük şehir ve başkent olup, nüfûsu 150.000’dir. Bütün gelişmiş bölgeler ve önemli şehirler, Mekang Nehri etrâfında veya yakınındadır.

Laos’un resmî dili, Lao dilidir. Ülkede 1946 yılından beri eğitime önem verilmesine ve 1951’de mecbûri eğitim konulmasına rağmen, eğitim seviyesi çok düşüktür.

Siyâsî Hayat

Laosluların çoğunun siyâsî hayatla alâkaları yok gibidir. Siyâsî faâliyetlerle, sâdece yüksek tabaka ilgilenmekte ve partiler, liderlerin etrâfında kümelenen insanların meydana getirdiği teşkilâtlardan başka bir şey değildir. Uzun süren siyâsî istikrarsızlık sonucunda, Pathet Lao iktidârı ele geçirerek 1975’te Laos Demokratik Halk Cumhûriyetini kurmuştur. Bu târihten sonra ilk seçim 1989 Martı’nda yapılmıştır.

Anayasaya göre yasama yetkisi mahallî hükûmet organlarının seçtiği 264 üyeden meydana gelen Halk Temsilcileri Ulusal Kongresindedir.

Siyâsî hayatta en yüksek kademe, İçişleri Bakanı tarafından tâyin edilen vâlilerin idâre ettiği 20 eyâletten meydana gelen mahallî hükûmettir. Bâzı durumlarda tâyinler geleneklere göre yönetilen mahallî âilelerin üyelerine bırakılır. Eyâletler Kantonlara, bunlar da birçok köylere ayrılmıştır. Kabîle hayâtının sürdüğü yerlerde, köy liderleri genellikle mahallî otoritenin de başkanıdır ve özel idârî kademelere tâyin edilebilirler.

Kuzeyde dağlık bölgelerde yaşayan Meo halkına, mecliste özel olarak temsil edildikleri gibi, özel mahallî otonom sistem verilmiştir.

Ekonomi

Laos halkının % 90’ı tarımla uğraşan, tarımı yiyecek maddelerine ve özellikle pirince dayanan bir ülkedir. Tarıma elverişli olan arâzinin büyük bölümü pirinç tarlaları ile kaplıdır. Yaklaşık 50.000 tonun üzerinde pirinç üretilir. Üretilen pirinç üreticiler tarafından tüketildiğinden dolayı, şehirli halk için pirinç ithal edilmektedir. Pirinçten başka mısır, pamuk, kahve, tütün, kenevir, çeşitli baharat ve haşhaş üretimi yapılmaktadır. Yağ ihtiyacı köylerde hindistancevizinden sağlanmaktadır.

Laos’ta hayvancılık, gelişme imkânına sâhip bir sektördür. Güneyde sistemli olarak büyükbaş hayvan yetiştirilir. Kümes hayvanları ve evcil fil de yetiştirilir. Dağlarda vahşî hayvan avcılığı yapılır. Mekang Nehri kıyısında oturanların bir kısmı balıkçılık yapmaktadır.

Laos, bağımsızlığını îlân ettiğinden bu yana ticâreti açık vermekte olan bir ülkedir. Dış ticâret münâsebetleri çok sınırlıdır. Sâdece komşu ülkelerle, Japonya ve ABD ile ticâret yapar. Kalay, pamuk, deri, kereste, kakule, aselbent sakızı, ağaç lakı ve gri kahve ihraç eder. İhrâcâtının yarısını kalay teşkil eder. Dışarıdan tekstil ürünleri, gıdâ maddeleri, tütün, petrol ve makina satın alır. Gelirlerinin % 60’ını dış yardımlar meydana getirir. Kaçakçılık, özellikle haşhaş kaçakçılığından 12 milyon dolara yakın bir gelir sağlamaktadır.

Laos sanâyi yönünden geri kalmış bir ülkedir. Ülkede sâdece el sanatları mevcut olup, bunlar da ilkel metodlarla yapılmaktadır. Bununla birlikte, az da olsa sigara, kibrit ve sandal îmâlâtı yapılmaktadır. Dış yardımlarla 1971’de kurulan Nam-Ngum hidroelektrik santrali ve barajı ülkenin elektrik ihtiyacı için yetersizdir.

Ulaşım: Laos’ta hiç demiryolu yoktur. 7000 km’nin üzerinde olan karayollarının çoğu toprak olup, yağmurlu havalarda yolların çoğunda ulaşım mümkün olamamaktadır. Akarsu ulaşımı daha çok kullanılmaktadır. Büyük şehirlerde (Vientiane, Pakse, Luang, Prabang, Seno) bulunan havaalanları ile hava ulaşımı sağlanmaktadır.