KÜTLE

Alm. Masse (f), Fr. Masse (f), İng. Mass. Bir cismi meydana getiren madde miktarı. Kütle, ağırlığın bir sebebidir. Yerçekiminin kütleye olan etkisine de ağırlık denir.

Kütle birimleri gram-kilogram-ton’dur. Diğer bir deyişle cismin hızlanmaya gösterdiği dirençtir. Bütün maddî cisimlerin bir ataleti (kütlesi) mevcuttur. Bunlar hareketlerini değiştirecek her türlü müdahaleye karşı direnç gösterirler. Bir cismin kütlesi kendisinin temel ve dâimî bir özel değeri olup, değişmez. Meselâ; ağırlık yere göre değişen bir büyüklük olduğu halde, kütle değişmez.

Newton’un ikinci hareket kanunu F = m.a şeklinde olup, bir cisme bir a ivmesi verilmesi için tatbik edilecek F kuvveti, m kütlesi ile orantılıdır. Yâni, kütle büyüdükçe gerekli kuvvet de büyüyecektir.

Kütlenin bir özelliği de konumunun varlığıdır. Yâni, kütle insanlar tarafından yoktan var edilemez ve mevcut olan da yok edilemez. Ancak bu enerjiye çevrilebilir. Yâni, yeni bir kütle veya enerji ortaya konulamaz ancak birbirine çevrilir.

Einstein kendisinin kurduğu özel Relativite (izafiyet) teorisiyle, kütle ve enerji arasındaki ilgiye modern bir açıklama getirmiştir. Bu teoriye göre bir cismin enerjisi arttıkça ataletinin (kütlesinin) büyüyeceğini öne sürmüştür. Bu, daha sonra deneylerle de gerçekleşmiştir. Buna göre, bir cismin, enerjisi arttıkça, kütlesi de artar. Meselâ, bir cisim ışık hızına yakın bir hızla hareket ederse, onun kinetik enerjisi ve dolayısıyla kütlesi artacaktır. Einstein’in meşhur formülü E= m.C2, kütlede meydana gelen değişikliğin ışığın hızının karesiyle çarpımı enerjide meydana gelen değişikliğe eşit olduğunu bildirir. Ancak bu değişimler normal hızlarda oldukça düşüktür. Önemli farklar, cismin hızının ışık hızı ile mukayese edilebilecek seviyede olması hâlinde ortaya çıkar.

KÜTÜB-İ SİTTE

(Bkz. Hadis)

KÜTÜPHÂNE

Alm. Bibliothek, bucherei (f); buchnadlung (f), Fr. Bibliotheque (f), librairie (f), İng. Library; bookshop. Belli bir sisteme göre tasnif edilen kitap ve benzeri materyallerin toplandığı, saklandığı, okuyucu ve araştırmacıların istifâdesine sunulduğu yer. Farsçada ev mânâsına gelen “hâne” ile Arapçada kitaplar mânâsına gelen “kütüb” kelimelerinin birleşmesinden meydana gelen “hâne-i kütüb” (kitaplar evi) isim tamlamasındaki tamlama “i”sinin düşmesi ve kelimelerin yer değiştirerek birleşmesinden meydana gelmiş, Kütüphâne şeklinde söylenen birleşik bir isimdir. Günümüzde yeni ilmî materyallerin çeşitlenip çoğalması neticesinde ortaya çıkan, süreli yayın, grafik, sesli ve görüntülü yayınların meydana getirdiği koleksiyonlardan meydana gelen kütüphâneler de bulunmaktadır.

Bir fikir gayretinin sonucu olarak yazılmış eserleri korumak, toplamak, organize etmek, onları insanların faydalanmasına hazır hâle getirmek için kurulmuş olan kütüphâneler, yapılmış ve yapılacak olan ilmî araştırmaları, zamânımızda ve gelecekteki araştırıcıların istifâdesine en ucuz en çabuk ve kolay şekilde sunulmasını sağlar. Kütüphâneler eğitim ve öğretime de yardımcı olurlar.

İlkokuldan üniversite bitinceye kadar çeşitli okullarda okuyan öğrenciler, öğrencilerin yetişmesinde emek sarf eden öğretmenler ve ilmî ve teknik gelişmeleri tâkib eden kimseler de kütüphânelerden faydalanmaktadır.

Kütüphânelerin varlığı insanlık târihi kadar eskidir. Çünkü ilk insan ve ilk peygamber olan Âdem aleyhisselâma Allahü teâlâ emir ve yasaklarını bildirmek için kitap göndermiştir. Hazret-i Âdem’den sonraki bâzı peygamberlere de kitaplar göndermiştir. Zamanla kitapların korunması, saklanması için kütüphâneler kurulmuştur. Asur, Bâbil ve Hitit medeniyetlerinden günümüze ulaşan ve yazı yazmak için kullanılan kil tabletler çok eski devirlerdeki kitap ve kütüphânecilikle ilgili bilgi vermektedir. Kütüphâneyle ilgili olarak yapılan araştırmalar ve kazılarda elde edilen bilgiler M.Ö. 2400 yıllarına kadar uzanmaktadır. Asur Devleti Hükümdarı Asurbanipal tarafından M.Ö. 625 yılında kurulan Ninova Kütüphânesi bilinen en eski kütüphânedir. Yapılan kazılar neticesinde elde edilen ve bu kütüphânede bulunan çivi yazısıyla yazılmış kil tabletlerden 20.000 kadarı bugün İngiltere’deki British Museum koleksiyonları arasında yer almaktadır. Son zamanlarda Irak’ta yapılan kazılar, Nippur civârında Mîlattan 3000 sene öncesine âit olduğu tahmin edilen zengin bir kütüphânenin enkazını ortaya çıkarmıştır. Mısır Hükümdarı S.Ptolemeus tarafından M.Ö. 3. yüzyılın ilk yarısında kurulmuş olan İskenderiyye Kütüphânesi devrinin en büyük kütüphânesidir. Bu kütüphânede 700.000’e yakın papirus tomarıyla porşömen bulunuyordu. Sezar’ın M.Ö. 47’de İskenderiye’yi işgâli sırasında büyük ölçüde zarar gören kütüphâne M.S. 391 senesinde Mısır piskoposunun emriyle tamâmen ortadan kaldırılmıştır.

M.Ö. 165’te kurulmuş olan Pergamon (Bergama) Kütüphânesi, Roma’daki Bibliotheca Ulphia ve M.S. 355’te Büyük Konstantin (Constantinus-I)in (İstanbul’da kurduğu imparatorluk kütüphâneleri ilk çağların önemli kütüphâneleri arasında yer almaktadır. Ortaçağ’da manastırlarda kitap sayısı 1000’i geçmeyen küçük kütüphâneler kuruldu.

Daha önce Çinliler tarafından keşfedilen matbaa, Türkler ve Müslüman Araplar tarafından geliştirilerek kullanıldı. On beşinci yüzyıldan îtibâren Avrupa’da birtakım ilmî ve teknik gelişmeler başlayınca Endülüslü Müslümanlardan matbaayı alan ve bâzı baskı teknikleri geliştiren Avrupalılar kitap basımına önem verdiler. Bu sebeple kütüphâneler de yaygınlaştı. 17. ve 18. yüzyılda büyüyen özel koleksiyonlar Fransa’da Bibliotheque National, İngiltere’de British Museum, ABD’nin Washington şehrinde Kongre Kütüphânesi (Library Of Congrers) gibi dünyânın en zengin kütüphâneleri ortaya çıktı. Moskova’daki Milli kütüphâne hüviyetindeki Lenin Kütüphânesi ise 1917’de kuruldu. Diğer bâzı ülkelerde de millî kütüphâneler ve üniversite kütüphâneleri kuruldu.

Bir fikir gayreti ve düşünce îmâlinin sonucu olarak yazılan kitapların korunduğu, insanların istifâdesine sunulduğu yer olan kütüphânelerin İslâm târihinde büyük önemi vardır. Çünkü yüce dînimiz İslâmiyet ilme ve âlimlere çok önem vermiştir. Kur’ân-ı kerîmin Zümer sûresi 9. âyetinde meâlen; “De ki; hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” ve Nahl sûresi 43. âyetinde meâlen; “Şâyet bilmiyorsanız ilim ehline sorunuz.” buyrulmuştur. Sevgili Peygamberimiz de; “İlim ve hikmet müminin kaybettiği malıdır. Nerede bulursa alsın.” ve “Beşikten mezara kadar ilim tahsil ediniz.” buyurmak sûretiyle ilim öğrenmenin önemini işâret buyurmuştur. Bu emirler doğrultusunda hareket eden Müslümanlar, ilme, âlime ve ilmin kaydedildiği kitaplara çok önem verdiler. Peygamberimizin vefâtından hemen sonra Kur’ân-ı kerîm toplanarak kitap (mushaf) hâline getirildi ve daha sonra çoğaltılarak çeşitli İslâm memleketlerine dağıtıldı. Peygamber efendimizin hadîs-i şerîfleri toplanarak kitaplara yazıldı. Emevîler zamânında ilimler çeşitli kısımlara ayrılarak tasnif edildi. İslâm târihindeki ilk kütüphâne de hazret-i Muâviye’nin halîfeliği zamânında kuruldu. Abbâsîler zamânında ise ilmî çalışmalara dînî ilimler yanında felsefe, astronomi, geometri, tıp, kimyâ, târih, coğrafya ilimleri de eklendi. Bu ilimlerle ilgili olarak yazılan binlerce kitap, ilk zamanlar âlimlerin özel kütüphânelerinde korundu. Zamanla elinde kitap bulunmayan kimselerin de faydalanabilmesi için umûmî kütüphâneler kuruldu. Abbâsî Halîfesi Hârun Reşîd Beytü’l-Hikme adlı bir kütüphâne kurdu. O zamana kadar çeşitli ilimlerle ilgili yazılan, Arapçaya tercüme edilen ve fethedilen yerlerde ele geçirilen kitapları da bu kütüphâneye koydu. Halîfe Me’mun tercüme heyetleri kurarakArapça kitaplardan başka Yunanca, Süryânice, Farsça, Hintçe ve Kıptice yazılmış eserleri de toplattı. Kütüphâneyi personel ve kapasite yönüyle daha geniş düzeye getirip, mütercimler, müellifler (yazarlar) ve okuyucular için ayrı oturulacak yerler ve çalışma salonları tahsis ettirdi. Daha sonra Bağdat’ta şahıslar tarafından da birçok kütüphâne kuruldu. Buna paralel olarak câmi ve medreselerde kütüphânelere yer verildi. Ayrıca eserlerin vakfedilmesiyle vakıf kütüphâneleri ortaya çıktı. Hattâ âlim ve yazarlar eserlerinin birer nüshasını, isteyenlerin okuması için bulundukları şehrin veya mahallenin câmi ve medreseleri bünyesindeki kütüphânelere bıraktılar.

Endülüs Emevî Devleti hükümdarları da ilme, âlimlere ve kitaplara çok önem verdiler. Sultan İkinci Abdurrahman devlet bütçesinden tahsisat ayırarak âlimleri teşvik edip, kıymetli kitaplar yazdırdı. İslâm târihinde emsâli görülmemiş miktarda kitaplar toplatıp Kurtuba Sarayında kurduğu kütüphâneye yerleştirdi. Daha sonra gelen Endülüs Emevî hükümdarları zamânında da kütüphânelere çok önem verildi. Kitapların muhâfazası ve kütüphânelerin idâresi için müdürler ve memurlar tâyin edildi. Ülkenin en iyi ciltçilerini, sanatkârlarını ve tezhipçilerini saray kütüphânesinde vazifelendirdiler. Kitaplar ilimlere ve konulara göre tasnif edildi. Sâdece saray kütüphânesindeki kitap mevcudunun dört yüz bin cilt olduğu kaynaklarda bildirilmiştir. Endülüs’ün diğer şehirlerinde de kütüphâneler kuruldu. Yalnız Gırnata’da yetmiş kadar umûmî kütüphâne vardı. Kurtuba Sarayı Kütüphânesindeki ve diğer kütüphânelerdeki kitapların bir kısmı Endülüs’e tecâvüz eden Berberiler tarafından satıldı, geri kalanı ise İspanyolların eline geçti. Avrupa’da meydana gelen Rönesans hareketlerinde ve diğer ilmî gelişmelerde bu kitaplardan çok faydalandılar.

Mısır’da hâkimiyet kuran Şiî Fâtımîler de pekçok para sarf ederek kitaplar yazdırdılar ve topladıkları binlerce kitapla kütüphâneler kurdular. Kâhire’de kurulan Dârü’l-Hikme bu kütüphânelerin en önemlisidir. Fâtımî Devletini yıkıp Mısır’da iktidarı eline alan Selâhaddîn-i Eyyûbî de yeni medreseler ve kütüphâneler yaptırarak İslâmiyete hizmet etti. Bu kütüphânelerde bulunan üç milyon cilt kitap Haçlı seferlerinden sonra yağmalanarak tahrib edildi.

Mısır’da hüküm süren Memlûkler devrinde de kitap yazma, kitap toplama ve kütüphâne kurmaya önem verildi. Medrese ve câmiyi yaptıran sultan bu müessesenin yanında çeşitli ilimlere dâir kitapların yer aldığı bir kütüphâne kurdu. Büyük Selçuklu Hükümdarı Melikşah’ın veziri Nizâmülmülk Nişâbur, Bağdat ve diğer şehirlerde kurduğu medreselerin yanına ilim ehlinin istifâde edebileceği kütüphâneler kurup, kitap yazdırmak ve temin etmek için her türlü imkânı seferber etti. Kendi adına Bağdat’ta kurduğu Nizâmiyye Medresesinin yanına diğer sosyal tesislerle birlikte bir de kütüphâne yaptırdı. Bu kütüphânede din ilimleri, astronomi, coğrafya, matematik, tıp, geometri ve târihe dâir binlerce cilt kitap topladı. Karahanlılar, Gazneliler, Timurlular, Bâbürlüler ve diğer Müslüman-Türk devletleriyle hanedanları da Türkistan ve Mâverâünnehr’de önemli ilim merkezleri olan Buhara ve Taşkent gibi şehirlerde kütüphâneler kurdular. Bu kütüphânelere gerek devlet adamları, gerekse âlimler tarafından binlerce cilt kitap vakfedildi. Anadolu Selçukluları zamânında Türkiye’de önemli kütüphâneler kuruldu. Diyarbakır (Âmid)daki Ulu Câminin bitişiğindeki kütüphânede 1.040.000 cilt kitabın mevcut olduğunu devrin târihçileri yazmaktadır. Konya’da Altun Aba’nın İplikçi Medresesinde kurduğu iki kütüphânenin çalışması 1201 târihli vakfiye ile tesbit edilmişti. Birçok ilim ehlinin faydalandığı Sadreddîn-i Konevî Kütüphânesinden günümüze 100’e yakın eser gelebilmiştir. Erzurum’da Saltuklu, Diyarbakır ve Mardin’de Artuklu, Kastamonu’da Candaroğlu kütüphâneleri Beylikler döneminden kalan kütüphânelerdi.

Orta Asya’dan Endülüs’e (İspanya’ya) kadar olan İslâm memleketlerinde kurulan kütüphânelerin pekçoğu Moğol istilâsı sırasında yok olmuştur. Moğol hükümdarı Hülâgu Bağdat’ı istilâ ettiği zaman halîfe ve berâberindekileri îdâm ettirdi. Dört yüz binden fazla Müslümanı kılıçtan geçirtti. Asırlardan beri İslâm âlimlerinin büyük emek ve gayretler sarf ederek her ilme ve her fenne dâir yazdıkları, câmi ve medreselerin yanındaki kütüphânelerde ve umûmî kütüphânelerde bulunan milyonlarca İslâm kitabını yaktırdı veya Dicle Nehrine attırdı. İlim ve kültür merkezi olan güzel Bağdat harâb oldu. Atılan kitaplar sebebiyle Dicle Nehri günlerce mürekkep renginde aktı. Târihte yaşanan en büyük ilim ve kültür katliamı sebebiyle tek nüsha olan orijinal kitaplar zamânımıza kadar ulaşamadı.

Osmanlıların ilk dönemlerinde kütüphâneler câmi, medrese, imâret ve tekke gibi hayır kurumlarının bünyesinde kuruldu. Daha sonra müstakil ve düzenli kütüphâneler kurularak ilim mîrası sonraki nesillere nakledildi. Vakıflar tarafından kurulan bu kütüphânelerin idâre ve hizmet verme şekilleri vakıf kurucuları tarafından hazırlanan vakfiyelerde tesbit edildi. Bu vakfiyelerde yalnız vakfedilen bina gelirleri ve kitap sayısı değil çalışacak elemanların özellikleri, kütüphânenin hizmet verme süresi, kataloglama ve denetim işlerinin nasıl yapılacağı, okuyuculara nasıl davranılacağı bile tesbit edilmişti.

Osmanlılar döneminde ilk kütüphâne Osman Bey zamânında İznik’te, ikincisi ise Edirne’de Lala Şahin Paşa tarafından kuruldu. Yıldırım Bâyezîd Han zamanında Bursa’da Eyne Subaşı Medresesinin üst katında bir kütüphâne ile Eyne Subaşının Balıkesir’de yaptırdığı medresede bir kütüphâne  kuruldu. Fâtih Sultan Mehmed Han İstanbul’u fethettikten sonra çeşitli îmar faaliyetleri arasında önemli kütüphâneler yaptırdı. Ayasofya yakınında yaptırdığı ilk medresenin yanında halka açık bir kütüphâne kurdurdu. Fâtih Câmii Külliyesi içinde yaptırdığı kütüphâne, Zeyrek Câmii Kütüphânesi,Eyüp Sultan Câmii yanındaki kütüphâneler bu kütüphânelerin en meşhurlarıdır. Daha sonraki pâdişahlar tarafından İstanbul’un yanında Amasya, Edirne, Bursa, Manisa,Trabzon ve başka şehirlerde de kütüphâneler kuruldu. Topkapı Sarayı bünyesinde kurulan Saray Kütüphânesi, Ayasofya, Süleymâniye, Şehzâdebaşı ve Bâyezîd kütüphâneleri zenginleştirilerek zamânımıza kadar gelmişlerdir.

Osmanlılar devrinde mîmârî açıdan müstakil bir binâya sâhip olan ilk vakıf kütüphânesi Köprülü Fâzıl Ahmed Paşa tarafından yaptırılan ve Köprülü Fâzıl Mustafa Paşa tarafından vakfiyesi hazırlanarak tanzim edilen Köprülü Kütüphânesidir. Şehid Ali Paşa tarafından Vefâ’da yaptırılan kütüphâne, Âtıf Efendi tarafından Süleymâniye civârında yaptırılan Âtıf Efendi Kütüphânesi, Nûruosmaniye Kütüphânesi ve Koska’da Koca Ragıb Paşa tarafından kurulan Ragıb Paşa Kütüphânesi de belli başlı Osmanlı kütüphâneleridir.

Sultan İkinci Mahmûd Han devrinde kurulan yeni kütüphânelerin, kitap vakıflarının yanında kütüphânelerin devlet tarafından kontrolünün ve düzenleme çalışmalarının yaygınlaştığı da görülmektedir. Bu devirde İstanbul’da kurulan kütüphânelerin çoğunluğu tekke kütüphâneleridir. Fâtih Kütüphânesi, Çarşamba’daki Murâd Molla Kütüphânesi, Sultan İkinci Mustafa’nın kızı Hadîce Sultan tarafından Unkapanı’nda kurulan Şâzeliyye Tekkesi Kütüphânesi, Galata Mevlevihânesi Kütüphânesi bu devirde kurulan kütüphânelerdendir. Sultan İkinci Mahmûd Han Medîne-i münevverede Mahmûdiye adıyla bir kütüphâne, Kıbrıs’ta Ayasofya Câmiinde bir kütüphâne kurdurdu. İlme, ilim adamlarına ve kitaba karşı aşırı merakı olan Sultan İkinci Abdülhamîd Han İstanbul ve başka Osmanlı ülkelerindeki kütüphâneleri tertip ve tanzim ettirerek fihristler düzenletti. Yıldız Sarayındaki Çit Kasrını kütüphâne olarak tahsis ettirerek zamânının çoğunu burada geçirdi. Mısır’daki dağınık kütüphâneler toplanarak bugünkü adıyla Dârü’l-Kütübü’l-Mısrıyye diye bilinen Hidiv Kütüphânesi meydana getirildi.

1882’de Kütüphâne-i Umûmî-i Osmanî adıyla nizamnâme çıkarılarak herkesin faydalanabileceği umûmî kütüphâneler kuruldu. Bâyezîd Devlet Kütüphânesi, İzmir, Kayseri, Konya, Eskişehir, Diyarbakır ve Bursa’da Millî Kütüphâne adıyla kütüphâneler kuruldu. 1911’de temeli atılan Türk Ocağı ve taşra teşkilâtlarında kurulan kütüphâneler bir nevi halk kütüphânesi vazifesi gördü.

Cumhûriyet döneminde 1924’te çıkarılan Tevhid-i Tedrisat Kânunu’yla vakıf kütüphânelerindeki koleksiyonlar, 1927’de çıkan kânunla tekke ve zâviyelerde bulunan eserler Maârif Vekâletine (Millî Eğitim Bakanlığına) bağlı kütüphânelere devredildi. Maarif Vekâletine bağlı olarak faaliyet gösteren Kütüphâneler Müdürlüğü 1960’da genel müdürlük oldu. Kültür Bakanlığının kurulmasından sonra bu bakanlığa bağlandı. Günümüzde devlete bağlı ve özel olarak faaliyet gösteren 812 kütüphâne bulunmaktadır. Bu kütüphânelerdeki kitap sayısı 10 milyonun üzerindedir. Çeşitli il ve ilçelerdeki yazma eserler, halk ve çocuk kütüphâneleri Kültür Bakanlığı Kütüphâneler ve Yayımlar Genel Müdürlüğüne bağlıdır.

Eğitim ve öğretimin bölünmez bir parçası olan kütüphâneler özel mâhiyette yapılan binâ ve bölümlerde kurulmuştur. Umûmiyetle ortada uzun bir koridorun, yanlarda okuma odalarının ve kitapların muhâfaza edildiği odaların yer aldığı kütüphânelerde dinlenme ve diğer ihtiyaçların karşılandığı özel bölümler yer almıştır. Kitaplar her ilim dalına veya belli konulara göre tasnif edilmiş ve fihristleri düzenlenmiştir. Bu fihristler (kataloglar) kütüphânedeki kitaplardan kolayca istifâde edebilmek için hazırlanmıştır.

Kütüphânelerde umûmiyetle şu personele görev verilmiştir; 1) Hâzin (Hâfız-ı Kütüb): Kütüphânenin ilmî ve idârî işlerini yürüten, yüksek ilmî kariyere sâhip vazifelidir. 2) Mütercimler: Diğer dillerde yazılan kitapları kendi dillerine tercüme eden kimselerdir. 3) Müstensihler: Yeni çıkan bir kitaptan başka nüshalar yazmakla vazifelendirilmiş yazısı güzel, kusursuz ve titiz kimselerdir. 4) Mücellidler: Kütüphânelerde bulunan ciltsiz veya ciltleri yıpranmış kitapları ciltlemekle vazifeli kimselerdir. 5) Münaviller: Kütüphânelerde kitap bulma tekniğini bilmeyen okuyuculara, kitapların raflardaki yerini göstermek veya kitapları dolaplardan alıp, okuyuculara getirmekle vazifeli kimselerdir. Bu vazifelilerden başka kütüphânelerin temizliği, döşemesi ve bâzı hizmetlerini yürüten başka vazifeliler de vardır.

Kütüphâneler hizmet şekillerine göre; millî kütüphâneler, umûmî veya halk kütüphâneleri, çocuk kütüphâneleri, okul kütüphâneleri, üniversite kütüphâneleri, özel kütüphâneler, şehir kütüphâneleri ve gezici kütüphâneler diye kısımlara ayrılabilir. Bunlar dışında yazma eser koleksiyonlarına sâhip kütüphâneler de vardır. Türkçe, Farsça ve Arapça el yazmalarının en zengin koleksiyonları Türkiye’de özellikle İstanbul’daki kütüphânelerde bulunmaktadır. 150.000 yazma kitabı, mikrofilm atölyeleri ve modern tesisleriyle Süleymâniye Kütüphânesi bütün yazma eser kütüphânelerinin önde gelenidir. Ayrıca câmi ve diğer yerlerdeki yazma kitaplar da Süleymâniye Kütüphânesinde toplanmıştır. Bâyezîd Devlet Kütüphânesi, Millet Kütüphânesi, İstanbul Üniversitesi Merkez Kütüphânesi, Âtıf Efendi Kütüphânesi, Hacı Selim Ağa, Köprülü ve Ragıb Paşa kütüphâneleri de yazma eser bakımından zengin kütüphânelerimizdir.

Yüzyıllar boyunca yazılan ve bugün basılan milyonlarca kitap kütüphânelerimizi doldurmaktadır. Ancak Osmanlılar ve daha önceki devirlerde yazılmış olan kitapları okuyacak ve anlayacak pek az kimse kaldığı ve günümüzdeki teknolojik gelişmeler neticesinde ortaya çıkan sesli ve görüntülü yayınlara fazla rağbet gösterildiği için kütüphânelerden faydalanan kimseler azalmıştır.

KÜTÜPHÂNECİLİK

Alm. Bibliothekarberuf (m), Fr. Proession (f) de bibliothécaire, İng. Librarianship, library profession. Kütüphâne idâresi, kütüphâneye yayın temini, bu yayınların kataloglanıp sınıflandırılması, muhâfazası ve araştırmacıların faydalanması için ilgili kural ve uygulamaları tesbit eden ve kütüphânelerle ilgili problemleri çözmekle uğraşan bir uzmanlık ve bilim dalı.

Kütüphâneler eski çağlardan beri bulunmasına rağmen kütüphânecilik adıyla bir ilim ve uzmanlık dalı mevcut değildi. İslâm ülkelerinde kütüphâneler hâzin veya hâfız-ı kütüp denilen yüksek ilmî kariyere sâhib olan uzman kütüphâneciler tarafından idâre edilirdi. Umûmî kütüphânelerde vazîfe yapan hâfız-ı kütüpler belli kâidelere göre seçilirdi. Hâfız-ı kütüp yeni çıkan kitapları kütüphâneye alır, katalogların titizlikle yapılmasına, güzel tanzim ve tertib edilmesine rehberlik eder, mümkün olduğu kadar bütün okuyuculara her türlü kolaylığı sağlardı. Kitapları yıpranmaktan korumak, tâmire ihtiyâcı olanları tâmir ettirmek, ciltletmek, ehli olmayan kimselere karşı kitabı esirgemek onun vazifelerindendi. Kütüphânelerin idârî âmiri olan hâfız-ı kütüpler bütün kitapların konularıyla ilgili bilgilere sâhip kimselerdi. Kütüphânelerde diğer dillerde yazılan eserleri kendi dillerine çevirmekle vazifeli çeşitli dilleri bilen mütercimler bulunurdu. Peygamber efendimizin; “İlim, Çin’de de olsa alınız.” hadîs-i şerîfine uyan Müslüman mütercimler her asırda Müslüman olmayan diğer milletlerin ortaya koyduğu ilmî eserleri kendi dillerine tercüme etmek sûretiyle ilme ve Müslümanlara hizmet etmişlerdir. Matbaanın yaygın olmadığı devirlerde, yeni çıkan bir kitaptan başka nüshalar yazmak için kütüphânelerde çalışan yazısı güzel, kusursuz ve titiz kimseler bulunurdu. Müstensih adı verilen bu vazifeliler kütüphânelere yeni ve çok kıymetli eserler kazandırmışlardır.

Kütüphânelerde, ciltsiz veya ciltleri yıpranmış olan kitapları ciltlemekle vazifeli kimseler bulunurdu. İlk zamanlar kuru deri ile cilt yapan ve mücellit adı verilen bu vazifeliler daha sonraki devirlerde tezhib ve süsleme sanatıyla da zirveye ulaşarak ilme ve İslâmiyete hizmet etmişlerdir. Kütüphânelerdeki kitapları okuyuculara bulup getirmekle, kitapların raflardaki yerini göstermekle ve kütüphânelerin temizlik döşeme ve bazı hizmetlerini yürütmekle vazifeli kimseler de bulunurdu.

Emevîler, Abbâsîler, Endülüs Emevîleri, Karahanlılar, Gazneliler, Selçuklular, Memlükler ve Osmanlılar devirlerinde devlet, vakıflar ve şahıslar tarafından kurulan kütüphânelerin belli çalışma şartları vardı. Kütüphânelerin açılış ve kapanış saatleri, okuyuculara ne şekilde hizmet verileceği, kitapların korunması, kataloglanması, kütüphânede vazife yapan personelin hangi kâbiliyetlere sâhip olması gerektiği, vazifeleri ve ücretleri en ince teferruatına kadar sağlam bir şekilde tesbit edilmişti. Bu çalışmalar her ne kadar kütüphânecilik adıyla bilinmiyorsa da birçok hususlarda bugünkü modern kütüphânecilikten üstün durumdaydı.

İslâm dünyâsında eskiden beri mevcut olan kütüphâneciliğin Avrupa’da ortaya çıkışı ise 19. yüzyılın ikinci yarısındadır. Kütüphânecilik 19. yüzyıla kadar Anatol France, Leibniz, Voltaire gibi bilgin, yazar ve edebiyatçılar tarafından ek görev olarak yapılıyordu. Kitap sayısında hızlı artış ortaya çıkınca kütüphânecilik hizmetlerinde de gelişme ihtiyacı duyuldu. Kütüphâne ve kütüphâneciliğe daha çok önem verilmeye başlandı. Uzman kütüphâneciliğe duyulan ihtiyaç sebebiyle birçok ülkede kütüphânecilik okulları açıldı. 1829’da Paris’te “Ecoles de Chartes” adıyla açılan arşiv okulu kütüphânecilik okullarının ilki sayılır.

Kütüphâneciler için eğitim proğramı hazırlayan Melvil Dewey’in öncülüğünde 1887’de Kolombiya’da ilk Amerikan kütüphânecilik okulu “School of LibraryEducation” açıldı. İngiltere’de ise ilk kütüphânecilik okulu 1919’da açıldı.

Avrupaî tarzda kütüphânecilik öğretimi Türkiye’de 1925 yılında açılan kurslarla başladı. Fehmi Edhem Karatay tarafından İstanbul’da Süleymâniye Medresesinde açılan kütüphânecilik kursuna İstanbul kütüphânelerindeki memurlar katıldı. F. E. Karatay bu kurs süresince anlattıklarını içine alan notlarını Osmanlıca taş basması olarak Kütüphânecilik, Tasnif-i Âşârî Kavâidi ve Kitabiyât adlarıyla neşretti. 1936’da Millî Eğitim Bakanlığı Kütüphâneler Dâiresi Başkanlığı tarafından Ankara’da ikinci bir kütüphânecilik kursu açıldı. Daha sonra Millî Eğitim Bakanlığı Yayın Müdürü Adnan Ötüken 1942-52 yılları arasında Ankara Üniversitesi Dil ve Târih Coğrafya Fakültesinde kısa süreli kurslar açarak halk evleri kütüphâne personelini yetiştirmeye çalıştı. 1952’de MillîEğitim Bakanlığı KütüphânelerGenel Müdürlüğü tarafından İstanbul Şarkiyat Enstitüsünde kurs açıldı. Daha sonraki yıllarda açılan hizmetiçi eğitim kursları devam etmektedir.

Ankara’da Dil ve Târih Coğrafya Fakültesinde 1954-55 yılında yüksek öğrenim düzeyinde kütüphânecilik bölümü açıldı. 1964-65 ders yılında da İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesinde Kütüphânecilik bölümü öğretime başladı. Uzun müddet Prof. Dr. Fâruk Kadri Timurtaş’ın başkanlığında gelişmesini tamamladı. Ankara Hacettepe Üniversitesinde 1972’de açılan Kütüphânecilik ve Dökümantasyon Enstitüsü yüksek lisans öğretimi vermekteyken 1974’te lisans öğretimine geçti.

Türkiye’de kütüphâneciliğin geliştirilmesi ve çağdaş düzeye çıkarılması, meslek çalışanları arasında iletişimin sağlanması, kütüphânecilerin özlük haklarının iyileştirilmesi ve bilgi alışverişinin temini gâyesiyle 1949’da Türk Kütüphâneciler Derneği kurulmuştur. Dernek 1952’den beri Türk Kütüphâneciler Derneği Bülteni adıyla meslekî bir dergi yayınlamaktadır. Ayrıca 1964’ten bu yana her yılın Mart ayının son haftası Kütüphâne Haftası olarak kutlanmaktadır.

Çağın ihtiyaçlarına göre yeni teknik gelişmeler doğrultusunda yönlendirilen kütüphânecilikte bilgisayar kullanımına önem verilmektedir. Birçok ülkede kütüphâneciliğin gelişmesi ve uzman kütüphânecilerin yetişmesiyle ilgili, milletlerarası, millî ve mahallî kuruluşlar vardır. 1876’da kurulmuş olan Amerikan Kütüphâne Birliği (ALA), 1895’te çalışmaya başlayan Milletlerarası Dökümantasyon Federasyonu(FID), 1927’de kurulan Milletlerarası Kütüphâne Dernekleri Federasyonu(IFLA), 1963’te kurulan pekçok devletin ve çok sayıda milletlerarası kuruluş kütüphânelerinin bağlı olduğu Milletlerarası Kütüphâneler Birliği (AIL) bu kuruluşların başlıcalarıdır. Milletlerarası Standartlaşma Organizasyonu (ISO) ve Birleşmiş Milletler Eğitim Bilim ve Kültür Teşkilâtı (UNESCO) bu kuruluşların çalışmalarına çeşitli şekillerde katkıda bulunmaktadır.