KUTBÜDDÎN-İ BAHTİYÂR KÂKÎ

Hindistan’da yetişen evliyânın büyüklerinden. Asıl ismi, Bahtiyâr el-Ûşî Dehlevî, lakabı Kutbüddîn’dir. Ayrıca Kutb-ül-İslâm, Melik-ül-Meşâyih, Sultân-üt-Tarîkat diye de tanınır, Seyyiddir. Nesebi, hazret-i Ali efendimize kadar ulaşmaktadır. 1173 (H.569) senesinde, Mâverâünnehr’de Ûş denilen kasabada doğdu. 1235 (H.633) senesinde Hindistan’da Dehlî’de vefât etti.

Küçük yaştayken babası vefât eden Kutbüddîn Bahtiyâr Kâkî beş yaşında ilim tahsiline başladı. İlk derslerini Mevlânâ Ebû Hâfız’dan aldı. On yedi yaşında Hâce Muînüddîn Hasen Çeştî hazretlerine talebe oldu. Onun sohbeti ve terbiyesi bereketiyle tasavvuf yolunda ilerledi. İlim öğrenmek için Irak, İran, Afganistan ve başka yerlere gidip, bir çok âlimden ders aldı. İlimde ve velilikte yüksek dereceye ulaştı, ilim öğretip, talebe yetiştirdi. Ferîdüddîn-i Genc-i Şeker, Bedreddîn-i Gaznevî, Burhânüddîn-i Belhî, Ziyâüddîn-i Rûmî, Sultan Şemsüddîn İltutmuş ve Kâdı Hamîdüddîn-i Nâgûrî gibi pek çok velî yetiştirdi.

Moğol işgâlleri sırasında Multan’da bulunan Kutbüddîn Bahtiyâr Kâkî, daha sonra Ecmîr ve Dehlî’ye gitti. Dehlî emîri Sultan Şemseddîn İltutmuş kendisine çok alâka gösterdi. Dehlî’nin hemen yakınında bulunan Kelû Kheri denilen yerde yerleşti. Sultan Şemseddîn İltutmuş onun talebelerinden oldu. Kutbüddîn Bahtiyâr Kâkî burada bulunduğu sırada, sohbetlerine pekçok kimse gelip mânevî feyzlerinden istifâde ettiler. Sultan İltutmuş’un ona yakınlığını ve bağlılığını çekemeyenler, Dehlî’den uzaklaştırmak için, çeşitli çirkin iftirâlarda bulundular. Bunun üzerine fitnenin yayılmasından çekinen Kutbüddîn Bahtiyâr Kâkî Dehlî’den ayrılarak Ecmîr’e gitmek istediyse de Sultan Şemseddîn İltutmuş’un ve halkın ısrârlarına dayanamayarak, Dehlî’de kaldı. Sözünü dinleyenlere, dünyâ ve âhiret seâdetine kavuşacakları çok kıymetli nasîhat ve tavsiyelerde bulundu. Zamânın sultânına, hazret-i Ömer ve Ömer bin Abdülazîz gibi sultan olmasını, âdil olmakta, mazlûmun hakkını korumakta, insanların ihtiyâçlarını gidermekte, onlar gibi olmaya gayret etmesini, geceleri uyanık kalmasını, ibâdet ve tâatle meşgûl olmasını, uyku bastıracak olursa abdestini tâzelemek sûretiyle bunu gidermesini, böylece namaz kılmaya, ibâdet ve tâat yapmaya devâm etmesini söyledi. İnsanların dünyâda ve âhirette seâdet (mutluluk) içinde yaşamaları için her türlü tedbirin alınmasını tavsiye etti.

Hâce hazretleri, vefâtından birkaç hafta evvel, bayram namazından dönerken, bir yerden geçiyordu. Orada durdu ve yanındakilere; “Burada aşkın kokusunu duyuyorum. Buradan muhabbet kokusu geliyor.” buyurdu. Hemen arâzinin sâhibi çağrılarak bu arâzi kendisinden satın alındı. Hâce hazretlerinin kabr-i şerîfinin orada hazırlanması için çalışmalara başlandı. 1235 (H.633) senesinde Allahü teâlâyı zikrederken Dehlî’de vefât etti. Oraya defnolundu.

Kutbüddîn-i Bahtiyâr Kâkî hazretleri, devamlı ibâdet eder, bir an Allahü teâlâdan gâfil olmazdı. Devamlı namaz kılardı. Her gece, Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem efendimize üç bin salevât-ı şerîfe okurdu. Zamânın sultânı dâhil, birçok kimse, kendisine her türlü maddî imkânı sağlamak için sâdece bir işâretini bekledikleri hâlde, Hâce hazretleri fakirlik içinde yaşamayı tercih ederdi. Bir şey veren olursa, onunla iktifâ ederlerdi. Hâce hazretleri, çok cömert ve eli açık bir zâttı. Kendisini tanıyan ve seven varlıklı kimseler tarafından dergâhına gönderilen yiyecek ve giyecek gibi ihtiyâç maddelerini, ihtiyâcı olanlara dağıtırdı. Kendisi bol bol kullanmak imkânına sâhib olduğu hâlde, sıkıntı ve fakirlik içinde yaşamayı sever, başkalarını kendisine tercih ederdi. Gelenlere ikrâm ve ihsânda bulunmaya o kadar ehemmiyet verirdi ki, mutfakta hiçbir şey bulunmadığı zamanlar, ziyârete gelenlere hiç olmazsa su dağıtılmasını hizmetçilere emrederdi. İsteseydi fevkalâde bolluk ve şâşaa ile yaşardı. Fakat böyle fakir olmak, kendisine daha çok sevimliydi ve bu sıkıntılara sabretmek, mânevî nîmetlerin gelmesine, bu yolda yükselmeye vesîle oluyordu. Hâce hazretleri de fakr (yokluk) ve sıkıntı yolunu tercih ediyor, diğer taraftan (mânevî olarak) daha çok şeyler kazanıyordu. Kanâat ediyor, hâlinden aslâ şikâyetçi olmuyordu. Allah korkusunu ve O’na hakîkî kul olmayı, Muhammed aleyhisselâma tam tâbi olmayı, O’nun yoluna sımsıkı sarılmayı teşvik edici, çok güzel ve tesirli sözler söylerdi. Bütün saâdetlerin, rahatlıkların başının, Muhammed aleyhisselâma uymak olduğunu bildirdi.

Hâce hazretlerinin söylediği kıymetli şiirlerinin toplanarak kitap hâline getirildiği bir Dîvân’ı vardır. Ayrıca, sözlerinden ve sohbetlerinden bir kısmını, talebelerinin en yükseği ve halîfesi Ferîdüddîn-i Genc-i Şeker hazretleri toplayarak kitap hâline getirdi ve Ferâid-üs-Sâlikîn ismini verdi. Bu eserde, tasavvuf yolunda ilerlemek isteyen bir sâlik için lâzım olan bâzı hassas noktalar ve başka kıymetli bilgiler bulunmaktadır. Bu kıymetli kitaptan bâzı kısımlar, özetlenerek aşağıya yazılmıştır:

Çok yemek yiyen, nefsinin kölesi olur. Bunun için az yemelidir. Bedeni ayakta tutacak kadar ve ibâdette kuvvetli olacak kadar yemek ile yetinmelidir. Normal giyinmeli, süsten gösterişten uzak olmalıdır. Süslü elbiseleri gösteriş için giyen, kendini aşağılamak yolunda silâhlı bir soyguncu gibi olur. Az uyumalıdır. Değersiz ve kıymetsiz dünyâ işlerine gönül vermek şöyle dursun, bunları konuşmaktan, böyle şeylerden bahsetmekten bile çok sakınmalıdır. Böyle dünyâlık şeylerin yanında bulunmasını bile, kendisi için kusûr, kabahat ve bu yolda ilerlemeye mâni bilmelidir.

Tasavvuf yolunda ilerlerken görülen mânevî hâlleri, garib mânâları, ve anlaşılması zor şeyleri, insanların anlayacakları şekilde söylemelidir. Zîrâ insanların anlıyamayacağı bir şeyi söylemek, onların yanlış anlamasına, böyle şeyleri söyleyen zata düşman olmalarına sebeb olur.

Dînin emirlerini yerine getirmekte çok gayretli olmalıdır. Zîrâ bu olmayınca, bu yolda ilerlemek olmaz. Bir kimse hem bu yolda ilerlediğini söylüyor, hem de dînimizin emir ve yasaklarına uymakta gevşek davranıyorsa, o kimsenin yalancı olduğunu biliniz. Bu yolda olanlarda bulunan hâllerden biri veya bir kaçı o kimsede bulunursa, biliniz ki, o hâller şeytandandır, onu aldatmaktadır.

KUTBÜDDÎN-İ İZNİKÎ

On dördüncü ve on beşinci yüzyıllarda yaşamış Hanefî mezhebi fıkıh âlimlerinden ve tasavvuf büyüklerinden. İsmi, Muhammed bin Muhammed Rûmî’dir. Kutbüddîn-i İznikî diye meşhûr olmuştur. İznik’te doğmuş olup, doğum târihi bilinmemektedir. 1418 (H.821) senesinde İznik’de vefât etti. Halil Paşa Câmii bitişiğindeki türbeye defnedildi.

Zamânının âlimlerinden dînî ilimleri ve zamânının fen bilgilerini Mevlânâ Hasan Paşadan öğrendi. Her ilimde mütehassıs bir âlim oldu. Tasavvufda da yükselip evliyâlığın yüksek derecelerine kavuştu. Devlet adamlarının iltifât ve ihsânlarına kavuştu. Bilhassa Tîmûr Han, din ilimlerindeki yüksekliği sebebiyle ona çok saygı gösterdi. İlim öğretip, talebe yetiştirdi ve eserler yazdı.

Buyurdu ki: “Eğer bir kişi bütün yer ehli kadar ibâdet ve bütün gök ehli kadar tâat etse, îmânı Ehl-i sünnete uygun değilse kabul olmaz. Zîrâ amelin kabul ve îmânın dürüst olması takvânın şartıdır. Dînin ve îmânın aslı ve ilmin temeli, Allahü teâlâyı bilmek ve birliğini kalple tasdik etmektir.”

“Ey kardeşim! Bir kişinin sana ihtiyâcı olsa, sen o ihtiyâcı giderirsen, Allahü teâlâ senin yetmiş türlü dünyâ ve âhiret hâcetini giderir.

Oğlu Muhammed İznikî de derin âlim olan Kutbüddîn-i İznikî’nin birçok kıymetli eseri vardır. Türkçe yazdığı Râhat-ül-Kulûb ile Mukaddimet-üs-Salâh kitapları eserlerinin meşhurlarıdır. Tefsire dâir ve başka eserleri de vardır.

KUTLUĞ KAĞAN (İLTERİŞ KAĞAN)

İkinci Göktürk Hâkanlığının kurucusu. Asena soyundandır. Batı ve Doğu Göktürk devletleri yıkılınca M.S. 630’dan 680’e kadar Türkler Çin esâretinde yaşadılar. Kutluğ Kağan, Tonyukuk’un da desteği ile Türkleri teşkilâtlandırıp 680 yılında kurtuluş hareketini başlattı. Çinlilere ve Çin hizmetindeki Türk boylarına karşı kazanılan zaferlerden sonra Ötüken’e hâkim oldu. Kutluğ, İlteriş Kağan ünvanıyla hakan îlân edildi. Bilge Tonyukuk’u kendisine vezir ve müşâvir (Aygucu) yaptı. Kardeşi Kapağan’ı şad, Torsi-fu’yu yabgu îlân etti. Çin üzerine ardı arkası gelmeyen seferler düzenleyip önemli zaferler kazandı. Eski Göktürk Devletine bağlı kavimlere hâkimiyetini kabul ettirdi. 692 yılında ölünce yerine kardeşi Kapağan geçti. Kapağan’dan sonra Kağan olan Bilge ve başlıca yardımcısı Kültegin İlteriş’in oğullarıdır.

KUTLUK DEVLETİ

İkinci Göktürk İmparatorluğunun diğer adı. 552’de kurulan Birinci Göktürk İmparatorluğu 630 yılında Çin hâkimiyetine girmişti. Göktürk liderlerinden Kutluğ yeniden istiklâl kazanmak için 680 yılında Türkleri teşkilâtlandırdı. Çinlilerle savaşarak bağımsızlığını îlân etti. Ötüken’i başkent yapmaya muvaffak oldu. Kutluğ, İlteriş ünvânı ile kağan îlân edildi. Bilge Tonyukuk da vezîri oldu. Çinlilere karşı ardı, arkası gelmeyen baskınlar düzenlediler.

İlteriş Kağan 692’de ölünce yerine kardeşi Kapagan Kağan geçti. 716 yılında ölen Kapagan Kağan’ın yerine oğlu İnal Bögü geçti. İnal’ın başarısız olması üzerine İlteriş Kağan’ın oğlu Bilge, kağan oldu. Bilge’nin 734’te ölümünden sonra, Türk Bilge ve Tengri Han kağanlığa getirildilerse de gerekli otoriteyi temin edemediler. Kağanlık mücâdelesi başgösterdi. Türk boyları merkezden ayrılarak bağımsızlıklarını îlân ettiler. 745’te devlet dağıldı. (Bkz. Göktürkler)

KUTUBŞÂHÎLER

On altıncı ve on yedinci yüzyıllarda Güney Hindistan’da hüküm süren bir devlet. Behmenîlerin Gülkende umûmî vâlisi olan Sultan Kulu Han tarafından 1512’de kuruldu. Soylarının Karakoyunlu Türklerine dayandığını iddiâ eden hânedân, Şiî İsnâ Aşeriyye İmâmiyye fırkasına mensuptur. Haydarâbat bölgesinin kuzey taraflarında kurulan devletin başşehri Gülkende şehri idi. Buraya 8 kilometre uzaklıkta kurulan Haydarâbat daha sonra başşehir oldu.

1527’de ortadan kaldırılıncaya kadar Behmenîlere tâbi olan Kutubşâhîler bu târihten sonra tam istiklâllerini kazandılar. 1634’te Bâbürlülere tâbi oldular. 1687’de Âlemgir Şah tarafından Bâbürlü topraklarına ilhak edildiler.

Devletin son zamanlarında inşâ edilen Haydarâbad’daki Mekke-Mescid ve hükümdârların medfun olduğu yedi ihtişamlı türbe, belli başlı mîmârî eserlerindendir.

Kutubşâhîler:

Sultan Kulu Han      

 1512-1543

Cemşid Kutub Şah   

 1543-1550

Sübhân Kulu Kutb Şah    

1550

İbrâhim Kutub Şah   

 1550-1580

Muhammed Kulu Kutub Şah 

1580-1596

MuhammedKutub Şah        

1596-1612

Abdullah Kutub-Şah 

1612-1672

Ebü’l-Hasan Kutub Şah      

1672-1687

 KUTUP YILDIZI

Alm. Polastern (m), Fr. Etoile (f) polaire, İng. Polaris (veya) North Star. Dünyânın kuzey kutbunun tam dikey doğrultusunda kuzey kutbundan 1°den az bir mevkide yer alan, beyazımsı sarı, parlak bir yıldız. Kutup Yıldızı, kuzey yarımküredeki herhangi bir noktadan bakıldığında sâbit olarak kuzeyi gösterdiği için, kara, deniz ve hava seyrinde çok önemli bir kerteriz noktasıdır. Büyük ayı, yıldız kümesinin üstteki iki yıldızının doğrultusunu takip ederek kolayca bulunur. Küçük ayı, yıldız kümesinin kuyruğundaki yıldızların sonunda yer alması sebebiyle de kolayca tespit edilebilir. Kutup Yıldızı, dünyamızdan 650 ışık yılı uzakta ve Güneş’ten 3000 defa daha parlak bir yıldızdır.

Kutup yıldızı, dünya dönme ekseninin yavaş yavaş yönünü değiştirmesi ile kuzey kutub doğrultusundan çok az kayar. Bu harekete göre, 2000 yıl sonra Büyük Ayı takım yıldızındaki Gama Sefe Yıldızı ve 13.000 yıl sonra da Vega Yıldızı, Kutup Yıldızı olacaktır.

KUTUPLAR

(Bkz. Antarktika, Kuzey Kutup Bölgesi)

KUVANTUM TEORİSİ

Alm. Quanten theorie (f), Fr. Théorie (f) des quanta, İng. Quantum theory. Atomik olaylardaki enerjiyi açıklamaya yarayan bir fizik teorisi. Kuvantum kelimesi yalnız başına kullanıldığında bir sistemin değiştirebileceği enerjinin küçük bir kısmı anlamına gelir. Mesela foton, elektromanyetik radyasyon kuvantumudur. Kuvantum teorisi enerjinin devamlı olmadığını ve seviyelere sahip olduğunu, bu seviyelerin küçük kademeler halinde değişebileceğini matematik ifâdelerle açıklar. Mesela; bir atomda elektronların çekirdek etrafında kendi yörüngelerindeki hareketleri, siyah cismin küçük miktarlar hâlinde ısı yayması(Max Planck’ın siyah cismin radyasyonunu buluşu), fotonun elektromanyetik radyasyonu (Bohr teorisi), fotoelektrik olayı, atom spektrumu (tayfı) kuvantum teorisi ile izah edilebilir. Kuvantum teorisi üzerine yapılan çalışmalar şunlardır:

Plank’ın radyasyon teorisi: 1901 senesinde Alman fizikçisi bir cismin ufak bir oyuğundan yaydığı ısı enerjisinin frekans dağılımını (radyasyonunu), ışığın elektromanyetik teorisine benzeterek, cisme âit en küçük parçalarının titreşimler yaparak yaydığı enerjisine benzetmiş ve matematik olarak bunu ifade etmiştir. Yaptığı hesaplardan, bu titreşimlerin genliklerinin sınırlı olması gerektiğini anladı. Meselâ bir salınımın veya titreşimin genliği 1 m veya 2 m olabilmekteydi, arada bir değer alamamaktaydı. Bunun sonucu olarak, sadece belirli genlikteki salınımlara müsaade edildiğinden dolayı, enerji artık düzgün bir şekilde alınamamaktaydı veya yayılamamaktaydı. Böylece işlem sarsıntılı olarak, müsâade edilen bir genlikten diğer genliğe sıçrayarak ortaya çıkacaktı. Böyle bir sıçramayı ortaya çıkarmak için gerekli olan enerji miktarını bir “kuvantum”luk enerji olarak isimlendirdi. Ayrıca bir kuvantumluk enerjinin, salınımın frekansı ile, planck sâbiti denen sabit bir sayının çarpımına eşit olduğunu kabul etti. Bu sabite h=6,62x10-27 erg. sâniye şeklinde çok küçük bir değer olduğu için sıçramalar da çok düşüktür.

Bu kabuller o kadar değişiktir ki, Planck bile geçerliliğinden şüpheye düştü. Ancak 1905’te Albert Einstein, önemli bir adım atarak, bunları ciddi bir şekilde inceledi. Işığın kendisinin kuvantumların birleşmesinden meydana gelen tâneciklerden ibâret olduğunun kabul edilmesi gerektiğine işâret etti. Yoksa, teoride bir dengesizlik ortaya çıkmaktaydı. Şimdi bu tâneciklere “foton” denilmektedir ve bunların enerjileri, frekansları ile Planck sâbitinin çarpımına eşittir. E=hxf. Bu kabul, metalik bir yüzeye ışığın çarpmasıyla bu yüzeyden elektronların koparılması olayını açıklayarak pekiştirdi. Buna “fotoelektrik” olayı denilir. (Bkz. Fotoelektrik olay)

Dalga ve parçacık teorisi: On yedinci yüzyılda Isaac Newton, ışığın parçacıklardan meydana geldiğini kabul etmiş ve bir geometrik optik geliştirmişti. Ancak daha sonra meydana gelen gelişmeler ve ışığın hızının diğer şeffaf cisimlerde ölçülmesi, James Clerk Maxwell’in geliştirdiği elektromağnetik dalga teorisinin kabulünü zorlamıştı. Ancak Einstein’in çalışmasıyla parçacık teorisi canlanmış ve dalga teorisiyle rekabet eder duruma gelmiş oldu.

Atom spektrumu (tayfı): 1993’te Danimarkalı Niels Bohr kuvantum fikrini, klâsik teorilerin o zamana kadar açıklayamadığı, atom spektrumu teorisine tatbik ederek önemli bir adım attı. İngiliz Ernest Rutherford’un yaptığı deneylerden, atomun minyatür güneş sistemi gibi, ortasında pozitif yüklü bir çekirdek etrafından dönen elektronlardan ibâret olduğu kabûlünü getirdi. Ancak atomu tutan elektriksel kuvvetlerin, kütle çekim kuvvetlerinden farklı olduğunu iddia eden Maxwell, elektronların yörüngelerinde kararlı olmayacağını bildirdi. Buna göre elektronlar enerjilerini sürekli frekansa sâhib olan ışık şeklinde yayacaklardı. Bu ise atom spektrumunda görülen ayrık frekansları açıklamaktan uzaktı. Hattâ atomların kararlı durumu bile açıklanamıyordu.

Bohr klâsik teorinin kabullerinden ayrılarak bâzan eskiye taban tabana zıt yeni kabuller yaparak işe başladı:

a) Elektronlar kararlı yörüngeye sâhipptirler.

b) Yörüngelerinde bulundukça enerji yaymamaktaydılar.

c)Sâdece belirli yörüngeler mümkündür. (Aynen Planek belirli salınım genliklerine izin verdiği gibi.)

d) Elektronlar bir yörügneden diğer yörüngeye sıçrayabilmektedirler. Ancak bu halde meydana gelen enerji farkı, foton yaymak veya almakla karşılanacaktır. Bu fotonun “f” frekansı da “E” enerji farkının “h” Planck sâbitine bölünmesiyle elde edilecekti: f=E/h

Bu kabuller şaşırtıcı sonuçlar çıkardı. Bohr, yüksek bir yaklaşımla hidrojen atomunun spektrum frekanslarını hesapladı. Eski ve yeni kabullerin karışımı olan bu teorinin sonuçları artık herkesin dikkatini çekmekteydi.

Bir elektronun hareketinin kuvantum sayıları denilen belirli sayılara bağlı olduğu anlaşılmıştı. Kuvantum sayıları tam sayılar veya tek sayıların yarılarından ibâretti. Bu sayılar Bohr teorisindeki müsâade edilen yörüngelerle ilgiliydi. Bohr’un teorisiyle atomun içine nüfuz edilmekte olduğu için, bu teorinin önemi büyüktür. Ancak seneler sonra bilim adamları, bunun da açıklayamayacağı olaylarla karşılaştılar. Bunun sonucu olarak iki farklı yönden gelinerek bir modern teori geliştirildi.

Dalga mekaniği: 1923’te Fransız Louis de Broglie, ışığın dalgalar tarafından iletilen fotonlardan ibâret olduğunu iddiâ etti. Ona göre elektron ve diğer atomik parçacıklar da dalgalarla hareket etmekteydi. Ayrıca iddiâsının Bohr’un müsâade edilen yörüngeler kabûlüyle de uyuştuğunu gösterdiyse de pek dikkati çekmedi.

Erwin Schrödinger 1925’de bu iddianın dalga kısmını alarak, Newton’un mekaniğine tatbik etti. Bu yeni ortaya çıkan “Dalga Mekaniği”ne göre elektronlar parçacıklar olarak değil, farazi bir matematiksel uzayda yayılı dalgalar olarak belirmekteydi. Bu kabuller, Planck’ın salınımlarının kuvantum davranışlarını, hidrojen atomunun spektrumunu açıklaması ve çok önemli kuvantum sayılarını doğrudan doğruya ortaya çıkarması yönünden, ciddiye alındı. Daha sonra yapılan deneyler De Broglie’nin madde dalgalarının mevcûdiyetini de göstermiştir.

Madris mekaniği: Werner Heisenberg de 1925’de tamâmen farklı bir yol takip ederek, temel fiziksel büyüklükleri düzenli bir şekilde tablolar halinde yazdı. Bunlara matris denildiği için, teorisi de “Matris Mekaniği” olarak isimlendirildi. Bir parçacığın koordinatını ve momentumunu (kütlesiyle hızının çarpımı) q ve p ile gösterdiğinde p kere q nün, q kere p olmadığını ve aradaki farkının Planck sâbitiyle ilgili olduğunu keşfetti. Bu, günümüzde modern atom teorisinin temel taşlarından birini teşkil etmektedir. Heisenberg’in teorisi görünüşte çok farklı zannedilen Schrödinger’inkiyle aynı sonuçları vermekteydi. P. A.M. Dirac ise, her ikisinin klâsik mekaniğe çok benzeyen kuvantum mekaniğinin özel bir şekli olduğunu gösterdi.

Belirsizlik prensibi: Yukarıdaki gelişmeleri anlatan kuvantum teorisi bir başarıdan diğerine gitmekteydi. Ancak temelinin fiziksel bakımdan tutarlı olduğunda hâlâ şüpheler mevcuttur. Meselâ “p” momentum ile “q” koordinatlarının çarpımında eğer qxp çarpımı, pxq çarpımına eşit değilse bu büyüklükler alışılagelen değerler alamamaktaydılar. 1927’de Heisenberg, belirsizlik prensibini ortaya koyarak bu konuda rahatlık sağladı. (Bkz. Belirsizlik Prensibi)

KUVARS

Alm. Quarz (m), Fr. Quartz (m), İng. Quartz. Kristalize silika (SiO2) minerali. Oldukça geniş bir şekilde yayılmış olup, sadece damarlar veya ayrılmış kütleler hâlinde değil, aynı zamanda volkanik kayaların yapısında bulunur. Kum ve kum taşlarının büyük bir kısmını meydana getirir. Renksiz, cam gibi duru ve saydamdır.

Kristalleri bir takım karışımlarla renklenir ve özel adlar alır. Renkli kuvars türleri, süs taşları olarak mücevher yapımı işlerinde, cam durusu kaya kristali ise bâzı optik âletlerde ve elektronikte de devre elemanı olarak kullanılır. Bu eleman özellikle elektronik osilatörlerde rezonans elemanı olarak kullanılır (Bkz. Rezonans). Çok kararlı bir osilasyon (salınım) yapar. Özellikle saatlerde, vericilerde ve hassas elektronik devrelerde çok geniş çapta kullanılır. Âdi kuvars, bileme, cilalama ile cam ve porselen yapımında kullanılır. Eritilmiş kuvars, termik (ısıl) genleşme katsayısının küçük olması sebebiyle, ısıya dayanıklı cam olarak, kimya ve elektrikte kullanılan âletlerde; son derece ince tel hâlinde çekilen kuvars ise, aynalı galvanometre gibi hassas âletlerde kullanılır. Keza kuvarstan, zımpara taşı ve kum tozu olarak taş, ahşap ve deri işlemelerinde istifâde edilir. Toz olarak sabuna katılınca bir yıkama malzemesi olur.

Hemen hemen bütün kuvars türlerinin sertlik derecesi yaklaşık 7’dir. Yâni pencere camını çizebilecek sertliktedir. Yoğunlukları da 2,6 g/cm3tür. Kuvars romboedrik sistemde kristallenir. Umumiyetle her duvarında altı kenarlı bir priramit bulunan, altı kenarlı bir prizma şeklindedir.

Süs taşı olan kuvarslar: Billurları (kristalleri) belirgin olan kuvars tipleri şunlardır:

1. Renksiz saydam kuvars veya “dağ billuru”.

2. Sarı ile kahverengimsi sarı renkteki “sitrin”.

3. Menekşe renkli “ametist”.

4. Kahverengi veya koyu gri renkteki “dumanlı kuvars”.

5. Siyah veya koyu kahverengimsi “morion”.

6. Kırmızımsı kahverengi saydam olmayan “yassı kuvars”.

7. Beyaz renkteki “mat kuvars”.

8. Açık yeşil renkteki “kloritli kuvars”.

Ametist, takı eşyalarında kullanılan popüler bir kuvarstır. Sitrin, kuyumcularca safir olarak adlandırılır. Bunun safirden ayırt edilmesi sertlik derecesinden anlaşılır.

Birçok kuvars kristali, içinde boşluklar ihtiva eder. Bu boşluklar bir sıvı ile (ekseriya su ile) dolu olur. Bazen karbonik asid de bulunur.

İçinde belirgin hava borucukları ihtivâ eden kuvars türleri de vardır. “Kedi gözü”: İçinde paralel amyant lifleri bulunan çeşitli renklerde olabilen bir kuvarstır. Kahverengi “dumanlı kuvars” içinde, genellikle pul ve tabakalar hâlinde demir bulunmaktadır. Hafif parıltılıdır.

Önemli bir kuvars da “kalseduan” olup, bunun da pekçok türü bulunmaktadır. Kalseduan, zarif billurlar hâlinde olup, kenarları da saydamdır. Bazı türleri şunlardır:

1. Adi cins kalseduan: Süt beyaz, gri, açık mavi, sarımsı renklerde olup, saydam veya mattır.

2. Mavi kalseduan: Gök mavisi renktedir.

3. Krisopras: Çimen yeşili renktedir.

4. Karneol: Açık kırmızımsı renktedir.

5. Plazma: Koyu ve açık yeşil renklerde görülür.

6. Kan rengindeki jaspis: Kan damlaları gibidir.

7. Ahat: Sicilya’daki bir nehir isminden bu isim verilmiş olup, lifli veya dalgalı olabilmektedir. Renk kombinasyonlarına göre görülen “ahat” türleri de şunlardır:

1. Siyah-beyaz renkteki onyx (oniks) damarlı akik.

2. Sardoniks: Beyaz ve kahverengi damarlı akik.

3. Karneoloniks: Beyaz ve kırmızı damarlı akik.

Süt beyazı kuvars, porselen sanayiinde kullanılır.

KUVASAR

Alm. Quasar (m), Fr. Quasar (m), İng. Quasar. Yakın zamanda keşfedilen, güçlü ışık saçan gök cisimleri. Fizikî yapıları normal bir yıldız gibi görülürse de, yakın incelemelerle yıldızdan çok, bir galaksi olduğu zannedilmektedir.

Kuvasarın mevcudiyeti, 1960’larda dev teleskoplarla gözlemi yapılan parlak radyo kaynaklarının, optik olarak tespiti ile fark edildi. 15 Eylül 1983’te keşfedilen PKS 2000-330 isimli kuvasar, dünyamızdan 15 milyar ışık senesi uzaktadır. Ancak en büyük teleskopların görebildiği bu gökcismi, Yay takım yıldızında mavimtrak ve çok küçük bir nokta olarak gözükmektedir. Ancak bu noktanın bir kuvasar olup olmadığı bir radyo teleskopunu o noktaya doğru yöneltmekle anlaşılabilmektedir. En büyük teleskop merceklerinin çapı en çok üç metreyi aşmazken modern teleskop sistemlerinde mercekler birbirine eklenerek toplam çapları 20, 30 hatta 50, 100 metreye çıkartılabilmektedir.

Kuvasarlar akıl almaz uzaklıkları ve parlaklıkları yüzünden fezada (uzayda) bulunan diğer gök cisimlerini ışıklandırmakta projektör vazifesi görmektedir. Astronomlar kuvasarların fezanın en diplerinde bulunan fenomenler olduğunu öne sürüyorlar. Bize en yakın olan kuvasarın, dünyaya ortalama iki milyar ışık senesi ötede bulunduğu sanılmaktadır. Buna bir istisna gözüyle bakılıyor. Zira kuvasarlar ekseriya dünyâdan beş on milyar ışık senesi uzaklarda bulunmaktadır. Bâzı kuvasarların yaydığı ışık, Samanyolu’ndaki 200 milyar yıldızın toptan yaydığı ışıktan 100 kat, neşrettiği radyo dalgası ise bir milyon kat daha fazladır. Şimdiye kadar 683 kuvasar keşfedilmiştir. Fakat daha 15 milyon kadar kuvasarın var olduğu tahmin edilmektedir. Kuvasarlar ile galaksiler arasında bulunan bâriz farklardan birise de, bu ikincisinde etrafa yayılan şuaların (ışınların) merkezine doğru aşağı yukarı eşit biçimde yoğunlaşması, birincisinde, yâni kuvasarlar da ise enerji şualarının bir tek merkezden, yâni ufak bir noktadan kaynaklanmasıdır. Kuvasarlar’dan yayılan şualara radyo dalgaları denmektedir, zira dalga ölçüleri santimetre ilâ kilometre arasında değişmektedir. Kuvasarların radyo grafiğinde görülen tipik sivri merkezinde bulunan küçücük bir odak noktasından, son derece güçlü bir radyasyonun intişar ettiği anlaşılmaktadır. Bu enerji merkezinin potansiyeli bir galaksinin bütününün enerjisine eşit olduğu, fakat kapladığı saha yönüyle galaksinin ancak milyarda birine benzetilebileceği ileri sürülmektedir. Kuvasar araştırmacıları bunun açıklamasını yapmakta uzun seneler aciz kalmışlardır.

Neticede bilim adamları, kuvasarların neşrettiği olağanüstü enerjinin kaynağını anlamakta çaresiz kaldıkları gibi, bunca uzak mesâfede bulunmalarının sebebi hikmetini de anlayamıyorlardı. Normal bir ampul geceleyin on metre ötesini aydınlatmazken, nasıl oluyordu da kuvasarlar bütün fezayı arkadan birer far gibi aydınlatıyorlardı? Acaba nokta gibi bir merkezden kaynaklanan bu muazzam enerji kaynağı hangi bilinmeyen bir formül neticesinde meydana gelmişti? Belki de milyarlarca seneden bu yana, fezanın diplerinde, son derece güçlü ve mâhiyeti henüz anlaşılamayan enerji santralleri durmadan çalışıyordu. “Kuvasarlar dünyâsında” seneler hattâ ışık seneleri bile bir yerde anlamsız oluyordu. Gerçi kuvasarlar şekil itibarıyla bir galaksiye benzetilebilir, ama niçin tam merkezlerinde güçlü bir enerji kaynağı (parlaklık) bulunuyor? Belki de kuvasarların bütün sırrı bu parlak “delikler” veya başka bir ifâdeyle kara deliklerdedir. Bütün bu suallere mantıklı cevaplar araştıran bilim adamları son zamanlarda şu neticeye varmışlardır: Kuvasarların merkezinde bulunan parlaklığın sırrını tam tersinde aramalıdır. Zîra bu parlaklığın perde arkasındaki zifiri karanlıkta bir yıldız girdabı bulunmaktadır. Aşırı derecede bir hızla devamlı dönen bu girdap çevredeki yıldızları kendine doğru çekmekte ve içine almaktadır. Yıldızlar, kuvasar “santralına” doğru yaklaştıkça, maddeleri, kendi ekseni etrafında hızla dönen bir yuvarlak levha hâlini almakta, daha sonra da bu levha aşırı basınç altında kaynar hâle gelmektedir. (Bkz. Kara Delik)

Bir görüşe göre de kuvasarlar, kara deliklerde kaybolan enerjilerin tekrar meydana çıkmalarından başka birşey değildir.

Bilim adamları faal galaksileri incelerken, bunların da merkezinde aynen bir kuvasar gibi bir parlak noktanın mevcudiyetini keşfetmişlerdir. Yapılan çeşitli tecrübelerden sonra, kuvasarların, galaksilerin bir erken safhasını teşkil ettiği anlaşılmıştır.

Kuvasarlar üzerinde yapılan çalışmalardan ortaya çıkarılan bir husus da kuvasar çekirdeğinde güneşin 1000 milyon katı bir kütlenin çekimine eşdeğer kara delik bulunduğudur. Kuvasar uzmanlarının ortak fikri kuvasarların enerji santralını bir kara deliğin meydana getirdiği üzerine toplanmaktadır. Samanyolu galaksisi dışında olduğu 1963 senesinde anlaşılan 3C-273 kuvasarının teleskopla çekilen resminde merkeze doğru uzanan gaz hüzmeleri görülmüştür.

KUVERTÜR

Alm. Deckung onschaffen, Fr. Fournir la couventure, İng. Cover, Provision. İthâlat işlemlerinde kullanılan bir terimdir. Akreditif tutarı dövizin muhabir banka nezdinde hazır olduğunun ve mal belgelerinin teslimi karşılığında, satıcıya ödeme yapılması için yetki verildiğinin âmir bankaya bildirilmesidir.

KUVEYT

DEVLETİN ADI

 Kuveyt

BAŞŞEHRİ    

Kuveyt

NÜFÛSU       

1.190.000

YÜZÖLÇÜMÜ 

17.818 km2

RESMÎ DİLİ   

Arapça

DÎNİ  

Müslümanlık

PARA BİRİMİ 

Kuveyt dinarı

 Basra Körfezinin üst kısmında 17.818 km2lik bir alanı kaplayan bağımsız bir Arap devleti. Kuzeyinde ve batısında Irak, doğusunda Basra Körfezi, güneyinde Suudi Arabistan bulunur.

Târihi

On sekizinci yüzyıl başlarında, Arabistan Yarımadasının iç bölgelerindeki Anizah kabilesinden birçok âilenin göçebelikten vazgeçip, Basra Körfezi kıyılarına yerleşmesi Kuveyt şehrinin, buna bağlı olarak da devletin temelini teşkil etmiştir. 1756’da halk, as-Sabah soyundan bir şeyh seçti. Böylece, bağımsız Kuveyt Emirliği kurulmuş oldu.

On dokuzuncu yüzyılın sonralarından îtibâren, Rusya ve zamanın diğer güçlü devletleri Kuveyt’le ilgilenmeye başladı. O târihlerde Almanya, Berlin-Bağdat demiryolu hattını Kuveyt limanına kadar uzatmanın yollarını arıyordu. İngiltere’nin menfaatlerine ters düştüğü için Almanya’nın emellerine karşı çıkmaktaydı. Osmanlı Devletine karşı olan zamanın Kuveyt Emiri 1899’da dış ilişkilerinin kontrolunu İngiltere’ye devreden bir antlaşmayı imzâladı. İngiltere 1914’te Osmanlı Devletiyle harbe girdikten sonra Kuveyt’i himâyesine aldı.

Kuveyt’in Necd’le (yâni daha sonraki Suudi Arabistan’la) arasında meydana gelen meseleleri, 1922’de el-Ukayr Antlaşmasıyla çözümlendi. Bu antlaşmayla tarafsız bir bölge kuruldu. Irak’la olan kuzey sınırı, 1923’te belirlendi. 19 Haziran 1961’de İngiltere hükûmeti, emirliğin tam bağımsızlığını tanıdığını îlân etti. Altı gün sonraIrak Başbakanı Kuveyt’in Irak’ın ayrılmaz bir parçası olduğunu iddiâ etti. İddiâya göre; “Kuveyt, Osmanlı Devletinin bir parçasıydı. Etnik, coğrafî ve sosyal yapı bakımından Kuveyt ve Irak bütün bir ülkeydi, İngilizler tarafından geçici olarak bölünmüştü. İşgal tehlikesiyle karşılaşınca Kuveyt Emîri, askerî yardım almak maksadıyla İngiltere’ye yanaşmıştı.” Haziran başlarında Irak tehlikesine karşı İngilizler Kuveyt’e asker çıkardı. 20 Haziran’da Arap zirvesi Kuveyt Emirliğini üyesi olarak kabul etti. Böylece bağımsızlığını tanımış ve Irak’ın iddiâlarını reddetmiş oluyordu. Yaklaşık iki sene sonra 14 Mayıs 1963’te Kuveyt, Birleşmiş Milletlere üye oldu. Bu arada Irak’la olan anlaşmazlıkları hallolmaya başladı ve 1963 Ekiminde Irak, Kuveyt’in bağımsızlığını tanıdı. 1990’a kadar bağımsız olarak kalan Kuveyt, Ağustos 1990’da Irak birlikleri tarafından işgâl edildi. Bütün Müeyyidelere rağmen Irak Kuveyt’i boşaltmayınca, 15Ocak 1991’de Müttefik Birlikler, Kuveyt topraklarını kısa süren harekâttan sonra işgalden kurtardılar.

Fizikî Yapı

Kuveyt toprakları genelde düz veya hafif dalgalıdır. Bu monoton yapıyı tek tük tepeler veya hafif çukurluklar biraz değiştirir. Deniz seviyesinden îtibâren yükseklik, güneyde 305 m’ye ulaşır. Jâl az-Zawr arâzi bloku, Kuveyt Körfezinin kuzeybatı kıyılarını meydana getirir ve deniz seviyesinden en fazla 145 m yüksekliktedir.Kıyı kesiminde geriye kalan arâzi, büyük, tuzlu bataklıklarla kaplıdır. Kuveyt’in kuzey, batı ve merkez bölgelerinde “playas” denen çöl havzaları vardır. Bunlar kış yağmurlarıyla dolar. Böylece Bedevîlerin önemli su kaynaklarını meydana getirirler.

İklim

İklim, yarı tropikaldir. Körfezin sıcak sularının özellikle kıyılarda etkisi vardır. Eğer yeterince yağmur yağarsa çöl, mart ayının ortalarından nisan ayı sonuna kadar yeşillenir. Fakat nisan ve eylül ayları arasındaki kurak dönemde müthiş bir sıcaklık vardır. Normalde gündüz 52°C’dir. Bâzan 74°C’ye kadar yükselir. Hava kışın daha elverişlidir. İç kesimlerde ara sıra kırağı bile yağar. Ekim-nisan aylarına dağılan yıllık yağış ortalaması 3 ilâ 18 mm’dir. Ama bir sağanakta günde oldukça fazla yağmur yağabilir. Kuzeybatıdan sık sık esen rüzgârlar genellikle sıcak ve nemli olup, haziran ve ekim ayları arasında eser. Sıcak ve kuru güney rüzgârları, ilkbahar ve yaz başlarında hâkim olan rüzgârlardır. “Tauz” denen korkunç toz fırtınaları çoğunlukla kışın meydana gelir. Bu fırtınalar bazen günlerce sürer.

Tabiî Kaynaklar

Bitki örtüsü ve hayvanlar: Bitki örtüsünü son senelerde cadde başlarında ve parklarda yetiştirilen ve devamlı sulanan akasya ve hurma ağaçları ve Kuveyt şehrinin yeşil kuşağı hariç fundalık, küçük çalılık ve ilkbaharda çabuk gelip geçen otlar meydana getirir. Tuzlu bölge bitkileri kıyıdaki bataklıklar boyunca büyür. Yabanî hayvan olarak çöl ceylanı ve faresine rastlanır.

Mâdenler: Ülkede petrol hariç, herhangi bir mâden yoktur. Geniş bölgeleri kaplayan kumluklar ekonomik maksatlarla kullanılabilecek hâlde değildir.

Nüfus ve Sosyal Hayat

Ülke nüfûsu 1.190.000’dir. Yerli halk Arap’tır. Yerli halkı, topyekûn bir âile gibidir. Çalışmak için gelen yabancı işçi, teknisyen, işletmeciler, yerli halktan daha çoktur. İşgücünün % 80’ini yabancı işçiler meydana getirmektedirler. Bunlar Filistinliler, Suudi Arabistanlılar, Mısır, Irak, Hind ve Pakistanlılardır. Yabancılar, mülk sâhibi olamadıkları gibi, siyâsî hakları da yoktur.

Önemli şehirleri arasında Havalli, Salimiya yer alır. Başşehir Kuveyt, dünyânın en modern şehridir. Fakat 1991’de Irak’ın işgâliyle şehir büyük tahribât görmüştür. Petrolden sağlanan gelir yüzünden, ülkede hayat seviyesi çok yükselmiştir. Eğitim ve sağlık hizmetleri parasızdır.

Eğitimi: Kuveyt’te, son zamanda gelişen eğitim imkânlarından faydalanılmış, yetişkinlere sadece okuma yazma öğretilmekle kalmayıp, faydalı bir ihtisasın da kazandırıldığı eğitim ve öğretim merkezleri kurulmuştur.

Öğretim tamamıyla ücretsizdir. Öğrencilere, yemek, kitap, okul elbisesi, okula gidip gelmek için araç ve sıhhî bakım da karşılıksız olarak sağlanır. Devletin eğitim sistemi,  anaokulu, ilkokul, ortaokul, lise ve üniversite olarak 5 seviyede düzenlenmiştir. Ülkede 1962’de kurulan bir üniversite ve bir teknik okul vardır. Halkın % 36’sı okuma yazma bilmemektedir.

Dîni: Kuveyt halkının büyük bir çoğunluğu Müslümandır. Fakat bunun yanında Hindu ve Hıristiyanlar da vardır. Anayasayla tam bir inanç hürriyeti sağlanmıştır.

Dili: Halkın kullandığı dil ve resmi dil aynı olup, Arapçadır. Devlet okullarında ikinci temel lisan olarak İngilizce öğretilir. Hindu, Urdu ve Farisî dilleri de yaygındır.

Siyâsî Hayat

Bugün Kuveyt, hem devletin hem de hükümetin başında bulunan bir şeyh tarafından yönetilir. Şeyhin 14 bakanlı bir kabinesi vardır. 10 tânesi tayinle 4 tanesi seçimle belirlenir. 1962’de kabul edilen anayasaya göre, 21 yaşının üzerindeki bütün okur-yazar Kuveytli erkekler oy kullanabilir. Şeyh, kanunları yürürlüğe koyar ve uygular. 50 üyeli meclisin kısmen kanun yapma yetkisi vardır. Devlet, 3 yönetim bölgesine ayrılmıştır. Kuveyt, El-Ahmedi ve Havalli. Meclis için 4 yılda bir seçim yapılır.

Ekonomi

Kuveyt’in ekonomisine petrol hâkimdir.

Tarım: Ülkede tatlı su kaynağının az olması yüzünden tarım gelişmemiştir. Toprakların ancak % 3’ü tarıma elverişlidir. Halkın % 2’si tarımla uğraşmaktadır. Devlet tarafından desteklenen hayvancılık, ancak küçük çiftliklerde yapılmaktadır. Koyun, keçi ve kümes hayvanları yetiştirilmektedir.

Balıkçılık: Petrol bulunmadan önce balıkçılık başta gelen ve gelişen bir sanayi kolu idi. Basra Körfezinde bol miktarda balık avlanır. Halkın beslenmesinde balık önemli bir yer tutar. Yakalanan karidesler, Avrupa ve Amerika’ya satılır.

Sanâyi: Ülkede, petrol üretimi sanayie hâkimdir. Kuveyt, ABD, Rusya Federasyonu ve Venezuella’dan sonra dördüncü en büyük petrol üreticisidir ve ihrâcâtta Venezuela’dan sonra ikinci sırayı alır. Petrol rezervleri bakımından dünyâda başta gelir. Sanâyi tesislerinin büyük kısmını petrol rafineleri meydana getirir. Kuveyt’te yeni kurulan diğer sanayi dalları ise çimento, pil, elektrik kabloları, plastik tüpler, şekerleme, boya, sıvı, gaz ve tuğla sanâyiidir. Bunların çoğu küçük çaptadır. Mevcut yol, liman, santral ve su tesislerinin bulunduğu ash-Shuaybah sanâyi bölgesi inşâ hâlindedir.

Deniz mahsulleri pazarlama fabrikaları, amonyak-üre fabrikaları, Petro-kimya tesisleri ve çimento fabrikaları gibi büyük kuruluşları da vardır. Irak’ın 1991 işgalinden sonra bütün sanayi kuruluşları harap oldu.

Ticâret: Elde edilen petrolün büyük kısmı dışarıya satılır. Dışarıdan en çok besin ürünleri ve su ithal eder. Ülkede su petrolden daha pahalıdır. Kuveyt dış ticâretini ABD, Japonya ve Batı Avrupa ülkeleri ile yapmaktadır.

Ulaşım: Ülke ulaşım bakımından düzenli bir karayolu şebekesine sâhiptir. 3871 km’lik karayolunun tamamı asfalttır. Ülkede her beş kişiye bir otomobil düşmektedir. Demiryolu yoktur. Hava ulaşımı devlete bağlı Kuveyt Havayolları ile sağlanmaktadır. Deniz ulaşımı çok gelişmiş olup, büyük tonajlı tankerlerin yük alıp boşaltmak için yanaşacakları büyük limanlar vardır.