KURTUBÎ (Muhammed bin Ahmed)
Endülüs’te yetişen meşhur tefsir âlimlerinin büyüklerinden. İsmi, Ebû Abdullah Muhammed bin Ahmed’dir. Künyesi Ebû Abdullah olup, Kurtubî diye bilinir. Doğum târihi kesin bilinmemektedir. Mâlikî mezhebi âlimlerinden olan Kurtubî, Mısır’da, Münyet-i Benî-Hasîb’de ikâmet etti ve 1272 (H.671) târihinde aynı yerde vefât etti.
Kurtubî; İbn-i Revvâc, İbn-i Cümmeyzî, Ebû Abbâs Ahmed bin Ömer Kurtubî, Ebû Ali Hüseyin bin Muhammed bin Muhammed Bekrî ve başkalarının derslerini dinledi. Oğlu Şihâbüddîn Ahmed ondan rivâyette bulundu.
Kurtubî, sâlih bir zâttı. İlmiyle amel eden bir âlimdi. Zühdü çok olup, dünyâya düşkün değildi. Kendisini ilgilendiren, âhirette saâdetine vesîle olacak işlerle uğraşırdı. Haram ve haram olması muhtemel, şüpheli şeylerden sakınıp, mübahları lâzım olduğu kadar kullanırdı. Vaktinin büyük bir kısmını ibâdet ve kitap yazmakla geçirirdi.
Kurtubî; tefsir, hadis ve dört mezhebin inceliklerinde çok derin bir âlimdi. Tefsirinde rivâyet cihetine önem vermiş, dirâyet bakımından da muvaffakiyet göstermiştir. Bu tefsirinin mukaddimesinde Kur’ân-ı kerîmin fazîletlerine, kırâatlerine, tefsirine, i’câzına, derlenip toplanmasına ve başka hususlara dâir bilgi vermiş, müfessirlerin derecelerini bildirmiştir.
Kurtubî, El-Câmiu lî Ahkâm’il-Kur’ân adlı tefsirinde, tefsir ilmindeki yüksek derecesini göstermiştir. Tefsirinde, tefsirle ilgili nükteleri, lügatleri, i’râb ve kırâatleri bildirmiştir. Akîdeleri bozuk olan, bid’at sâhiplerine ve doğru yoldan sapanlara gereken cevapları vermiştir. Hükümlerle alâkalı pekçok hadîs-i şerîfi, âyet-i kerîmelerin nüzûl (inme) sebeplerini ve mânâlarını, mânâları ile ilgili olarak Eshâb-ı kirâm, Tâbiîn ve Tebe-i tâbiinden ve sonra gelen Ehl-i sünnet âlimlerinin açıklamalarını bildirmiştir. Hadîs-i şerîfleri ve diğer rivâyetleri bildiren kimseleri de açıklamıştır. Müfessirlerin tefsirlerinde bildirdikleri kıssalardan, târihçilerin verdikleri haberlerden sâdece lâzım ve mes’eleyi açıklığa kavuşturmak için zikredilmesi zarûrî olanları almıştır.
Kurtubî hazretleri bu kitabında, Selef-i sâlihînden, tefsir ve hükümlerle ilgili nakiller yapmıştır. Naklettiği her sözün sâhibini de bildirmiştir. Bilhassa bu rivâyetleri ahkâm ile ilgili kitap yazanlardan ve müfessirlerden nakil ile yapmıştır. İbn-i Cerîr Taberî, İbn-i Atıyye, İbn-i Arabî, Kiyâ el-Herâsî ve Ebû Bekr el-Cessâs bunlardandır.
Kurtubî tefsirinde, uzaktan ve yakından âyet-i kerîme ile alâkası olan ihtilâflı meseleleri delilleriyle birlikte ortaya koymaya çalışmıştır.
Kısaca söylemek gerekirse, Kurtubî, tefsir ve onunla alâkalı ilimlerde yükselmiş bir âlimdir. O, sözlerinde, tenkidlerinde ve ilmî münâzaralarında insâf ve adâlet sınırının dışına çıkmamıştır.
Eserleri:
1) El-Câmiu li Ahkâm-il-Kur’ân-il-Kerîm, 2) Şerhü Esmâ-il-Hüsnâ, 3) Kitâb-üt-Tezkâr fî Efdal-il-Ezkâr, 4) Kitâb-üt-Tezkire bi Umûr-il-Ahireti: Kurtubî’nin bu eserini İmâm-ı Şa’rânî (r.aleyh) kısaltmıştır. 5) Kitâbü Şerh-it-Tekâssî, 6) Kitâbü Kam-il-Hırs biz-Zühdî vel-Kanâati, 7) Et-Takrîb li Kitâb-it-Temhîd, belli başlı eserlerindendir.
(Bkz. İstiklal Harbi)
(Bkz. Pil)
Alm. Trockenreinigen (n), Fr. Nettoyage (m) à sec, İng. Dry cleaning. Buhar ve çözücü maddelerle yapılan temizleme. Zamanımızda tesadüfen keşfedilen buluşlardan biri de kuru temizlemedir. 1825 yılında bir Fransız, rastlantı sonucu gazyağının kirli örtüyü temizlediğini görünce, temizleme maddesini su ve sabundan ayırmak maksadıyla adını kuru temizleme koymuştur.
Suyun ve sabunun temizlik ameliyesi sonucunda yün ve pamuktan yapılmış elbiselerde kısalma, buruşma gibi istenilmeyen neticeler meydana getirmesi kuru temizlemenin bir anda her tarafa yayılmasına yol açtı.
Başlangıçta temizleyici madde olarak gaz, benzin kullanılmışsa da, sonradan benzinden, sıfır derece gibi düşük sıcaklıkta parlamayan maddelerden olan terebentin ruhu kullanılmaya başlandı.
Terebentinin parlama noktası 38°C olması benzine göre daha güvenliydi. Kuru temizleme, zamanla fabrikasyon biçiminde çıkıp, temizleme dükkânlarına dönüşünce, yanıcı olmayan çözücüye ihtiyaç hâsıl oldu. Bunlardan ilki, hem temizleyici, hem de çözücü olan triklor etilendi (CCl2:CHCl). Fakat reyondan yapılan kumaşların bu maddeden etkilenmesi perkloretilenin (CCl2:CCl2) kullanılmasına yol açtı. Bu madde hâlen günümüzdeki otomatik kuru temizleme makinalarında kullanılmaktadır.
Teknolojinin süratle ilerlemesi, kumaşların yapısını bozmayacak, hem de temizleyecek maddelerin keşfedilmesine sebeb olmuştur. Bu maddelerden biri de ince kumaşlara ve süsleme türü parçalara etki etmeyen freon sınıfından flüorlu bir çözücü olan “Çözücü 113”tür. Yine bâzı ülkelerde aynı sınıftan flüorlu bir hidrokarbon olan “Çözücü 11” kullanılmaktadır.
Kuru temizleme işlemi esnâsında sırasıyla; temizleme, kurutma, havalandırma, giyeceklerin düzenlenmesi, etiketlenmesi ve lekelerinin giderilmesi gibi işler yapılır. Bütün bu işler için modern kuru temizleme makinaları geliştirilmiştir. Makinalara konulan çözücünün görevi yağları çözmektir. Böylece kir tanecikleri gevşemiş olur. Bu işlem giyeceklerin konulduğu kazanın çalkalama ameliyesiyle süratlendirilir. Giyecekte bulunan alkol lekeleri suda çıkartılabildiği için, temizleme maddesinin içine ayrıca deterjanlı su ilâve edilerek bu lekelerden de kurtulunmuş olunur.
Makinada kullanılmış olan çözücü maddeler, içindeki katı kirlerin atılması için filtreden geçirilir. Daha sonra çözünmüş kirlerin atılmasını sağlayan damıtma işlemi yapılır. Böylece çözücü maddeden tekrar istifâde etmek imkânı olur.
Kuru temizleme makinasında temizleyici madde olarak perkloretilen kullanılırsa, bu da kaynatmaya benzer metodla kolayca damıtılır.
Temizlemeden ve çözücünün sıkılmasından sonra giyecekler kalan çözücünün atılması için santrifüjle yüksek hızlarda sıkılır ve kurumaları için sıcak havada döndürülür.
Temizleme ve kurutmadan sonra, makinanın içersindeki hava bir miktar çözücü ihtivâ eder. Giyecekler alınmadan önce çözücü ihtivâ eden hava, karbonlu bir çözücü toplama kulesine gönderilir. Bu kulede çözücü buhar tutulur. Bu işlem sırasında güvelere karşı elbiseleri korumak maksadıyla ayrıca koruyucu maddeler de katılabilir.
Alm. Konstituierende Versammlung, Fr. Assemblée constituante, İng. Constitutional assembly. Bir devletin bâzı kesintiler sebebi ile Anayasasını hazırlamak üzere kurulan, üyeleri askerî ve sivilden teşekkül eden meclis. Cumhuriyet devrinde 1960 ve 1980’den sonra olmak üzere iki Kurucu Meclisle karşılaşılmıştır. türkiye’de Kurucu meclisler, askerî müdahaleler sonunda ortaya çıkmıştır. Târihi îtibâriyle ele alınınca ilk Kurucu Meclis, 1960-61 Kurucu Meclisi’dir. Devletin meclis ve meşrû hükûmetini hiçe sayarak tek taraflı ve bir partinin kışkırtması ile yapılan 27 Mayıs 1960 ihtilâlî, Millî Birlik Komitesi’ni ortaya çıkardı. Bu komite, öğrenci gösterilerine öncülük eden öğretim üyelerinden bir komisyon kurdu. Bu komisyonun hazırladığı taslak tepkilere yol açınca, 13 Aralık 1960 târih ve 157 sayılı kânunla, Kurucu Meclis meydana getirildi. Bu meclis MBK ile Temsilciler Meclisinden meydana geliyordu. İlk toplantısını 6 Ocak 1961 târihinde yapan 272 üyeli bu meclisin hazırladığı Anayasa 9 Temmuzda halk oyuna sunuldu ve yüzde 61,5 evet oyu alarak yürürlüğe girdikten sonra hukûkî ve fiilî durumu sona erdi.
12 Eylül 1980 tarihinde Türk Silahlı Kuvvetlerinin harekâtı ile Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Anayasa feshedilmişti. Normal idâreye geçişi sağlamak ve anayasayı hazırlamak için 29 Haziran 1981 târih ve 2485 sayılı Kurucu Meclis Hakkında Kânun’la, Kurucu Meclis kuruldu. Bu meclis 160 kişiden meydâna geliyordu ve siyâsî partilere kapalı idi.
Kurucu Meclisin görevleri: Yeni anayasayı ve anayasanın halk oyuna sunuluş yasasını hazırlamak; halkoyuna sunulan ve kabul edilince kesinleşerek, geçici hükümlerine göre yürürlüğe girecek anayasanın ilkelerine uygun Siyâsî Partiler Yasasını, yeni anayasanın ve Siyâsî Partiler Yasasının hükümlerini gözönünde tutarak, Seçim Yasasını hazırlamak; Milli Güvenlik Konseyince kararlaştırılacak târihte yapılacak genel seçimlerde Türkiye Büyük Millet Meclisi kurulup, fiilen göreve başlayıncaya kadar, yasama görevlerini yerine getirmektir.
Kurucu Meclis; adı geçen yasalarla birlikte, ülkenin ihtiyacı olan birçok yasaları da hazırlamış ve yürürlüğe koymuştur. Bu meclisin hazırladığı Anayasa, 7 Kasım 1982’de yapılan halk oylamasında % 91,2 evet reyi ile kabûl edildi.
Alm. Körperschafttsteuer (f), Fr. İmpot (m) sur les sociétés de capitaux, İng. Corporation income tax. Kurum kazançları üzerinden alınan vergi. Kurum, tüzel kişiden farklı bir kavramdır. Genellikle sermaye şirketleri, (anonim, limited, kooperatif, hisseli komandit) kurum olarak kabul edilir. Şahıs şirketleri (kollektif ve âdi komandit) tüzel kişiliği olmasına rağmen kurum değildir. Bunun yanında özellikle Türkiye’deki uygulanmasından örnekler verecek olursak, kamu ekonomik kuruluşları (iktisadî devlet teşekkülleri), dernek ve vakıflara bağlı iktisâdî işletmeler de kurum olarak kabul edilmişlerdir. Kurum târifi böylece tüzel kişi tarifinden hem dar, hem de geniş olmaktadır. Tüzel kişiliği olmayan bâzı topluluklar da kurumlar vergisine tâbidir.
Gelir vergisinden ayrı, bir kurumlar vergisinin gerekçesi şöylece özetlenebilir:
Kurumlar vergisini, kuruma ortak hissedârlar öder. Kurumun kendisinin nihaî vergi mükellefi olması mümkün değildir. Dolayısiyle ayrı bir kurumlar vergisine niçin ihtiyaç vardır? Önce kurum olmanın diğer üretici birimlere oranla bir avantajı olduğu belirtilebilir. Kurumlaşma, üretim sürecinde kullanılan bir faktördür. Kurum olma hakkını devlet verdiğine göre, devletin bundan bir pay alması lâzımdır. Bu gerekçe pek güçlü değildir. Daha güçlü bir gerekçe, kurumların dağıtmadıkları kârlara dayanır. Kurumlar vergisi olmadığı takdirde, kurumlar kâr dağıtmayabilir ve böylece de hiç vergi vermez duruma gelebilir. Zira kâr dağıtılmayınca gelir vergisi de alınamaz. Bir başka izahla kurum hissedârları kurumdan temettü almak yerine, temettülerini kuruma bırakarak sâhib oldukları pay senetlerinin değerini (böylece sermaye kazançlarını) yükseltmek isteyebilirler.
İşte özellikle ikinci gerekçe ile ayrı bir kurumlar vergisine gerek duyulmuştur. Yalnız, kurumlar vergisinin belirtilen maksada hizmet edebilmesi için dağıtılmayan kârlardan alınan vergilerin, kârların dağıtılması hâlinde alınan vergilerle dengelenmesi gerekir. Bu yapılmadığı takdirde kâr dağıtmama ve kurumlaşma, kurumlar vergisine rağmen tercih edilen birşey olur.
Alm. Kurusch, Piaster (m), Fr. Piastre (m), İng. Piaster. Türk lirasının yüzde biri değerindeki para birimi. Osmanlılar zamanında kesilen paralardan birinin adı da kuruştur. Kuruş kelimesi o devirde yalnız başına kullanıldığı zaman gümüş mâdenî parayı ifâde ederdi. Avrupa’da aynı mânâ ile kullanılırdı. Fransa krallarından Saint Louis zamanında mâdenî paralarla islâhat yapılarak ihrac olunan gümüş sikkelere Gros tournois adı verilmişti. Avrupa devletleri yanında Osmanlılar da bu tâbiri kendi lisanlarına uydurmuşlar ve öyle kullanmışlardı. İtalyanlarGrosso, Almanlar Grechen, Osmanlılar ise Kuruş olarak benimsemişlerdir. Osmanlı sultanlarından Hüdavendigar Gâzi Murâd Hanın Bosna ve Sırbistan seferleri sırasında oralarda kullanılan gümüş paraları doğuya gönderdiği, kuvvetli ihtimâl olarak kabul olunmaktadır. Avrupa ile devamlı temas ve seferlerde bulunan Osmanlılarda onların kullandıkları paraların alınması tabiî bir olaydır. İkinci Sultan Süleyman Han (1687-1691) devrinde, Avrupalıların kullandıkları büyük gümüş paralar gibi sikkeler (para) bastırılarak, bunlara kuruş adı verilmiştir. Bunlar 833 ayarında, dört cm çapında altı dirhem (19,2 gr) ağırlığındaydı. Osmanlı kuruşu adı verilen bu gümüş paralara 1688 yılından sonra rastlanmaktadır. Çeşitli zamanlarda kuruşlar, çeşitli ağırlık ve büyüklüklerde tekrar basılmıştır. Sultan Abdülmecid Hân (1839-1861) devrinde bir kuruş, hâlis gümüşten olmak üzere yarım dirhemden az basılmıştı. Bunların ikilikleri olduğu gibi yarısı olan yirmi paralıkları da vardı. Osmanlılar devrinde Kuzey Afrika ülkelerinde de az sayıda kuruş basıldı.
Kuruşun küçük birimleri: Yarımlık, yirmilik veya yarım kuruşluk, onbeşlik, onluk ve beşlikler de vardı.
Kuruşun büyük birimleri: Altmışlık (birbuçuk kuruş), ikilik (iki kuruş), yüzlük (iki buçuk kuruş)tür.
İslâmiyetten önce Arabistan’da yaşayan İyâd kabîlesinin ileri gelenlerinden ve meşhur hatiplerden. Allahü teâlânın bir olduğuna inanır ve herkesi İsmâil aleyhisselâmın dînine uymaya çağırırdı.
Eski Arap edebiyâtında fesâhat ve belâgatta meşhur olan Kus bin Sâide, Peygamberimiz Muhammed aleyhiseslâmın, peygamber olarak gönderilmesinden birkaç sene önce, onun geleceğini müjdelemiş ve insanlara ona tâbi olmayı ısrarla belirtmiştir. Konuşurken kılıca veya bastona dayanarak hitâbederdi. Peygamber efendimiz geleceğini müjdelediği meşhur hutbesini o zaman kurulan ve Sûk-ı Ukaz (Ukaz Panayırı) denilen yerde büyük bir kalabalığa karşı, kızıl bir deve üzerinde okudu. Okuduğu bu hutbeyi, meşhur şâirler, Arap belâgatçıları ve Peygamberimiz aleyhisselâm orada bulunup dinlemişti. Henüz o sırada kendisine peygamberlik verilmemişti. Bu hâdise de peygamberimizin, peygamber olmadan önceki mûcizelerinden biriydi. Arap şâirleri ve edipleri arasında bu hutbesiyle çok meşhur olan Kus bin Sâide’nin okuduğu meşhur hutbe şöyledir:
“Ey insanlar! Geliniz, dinleyiniz, belleyiniz, ibret alınız. Yaşayan ölür. Ölen fenâ olur. Olacak olur. Yağmur yağar, otlar biter. Çocuklar doğar, analarının babalarının yerini tutar. Sonra hepsi mahvolup gider. Hâdiselerin ardı arkası kesilmez. Hemen birbirini tâkib edip kovalar. Kulak veriniz, dikkat ediniz! Gökte haber, yerde ibret alacak şeyler var. Yeryüzü bir ferş-i eyvân gökyüzü bir yüksek tavan. Yıldızlar yürür, denizler durur. Gelen kalmaz, giden gelmez. Acabâ vardıkları yerden hoşnud olup da mı kalıyorlar, yoksa orada bırakılıp da uykuya mı dalıyorlar.
Yemin ederim Allah’ın indinde bir din vardır ki, şimdi bulunduğunuz dinden daha sevgilidir ve Allah’ın gelecek olan bir peygamberi vardır ki, gelmesi pek yakın oldu. Gölgesi başınız üstüne geldi. Ne mutlu o kimseye ki, ona îmân edip de o dahi ona hidâyet eyleye. Vay ona isyan ve muhâlefet eden bedbahta. Yazıklar olsun ömürleri gaflet ile geçen ümmetlere!
Ey İyad halkı! Hani dedeler, nerede babalar, hani hastalar ve ziyâretçileri? Nerede o binâ kurup yükselten, yaldızlayıp süsleyen Âd ve Semûd kavimleri? Hani, mal, hani evlâd? Nerede o haddi aşıp azan, mal toplayıp biriktiren, hani dünyâ varlığına mağrur olup da kavmine: «Ben sizin tanrınızım!» diyen Firavun ile Nemrud? Onlar sizden daha zengin ve kuvvetli değil miydiler? Bu kara toprak onları değirmeninde öğütüp toz etti, dağıttı. Kemikleri bile çürüyüp dağıldı. Evleri yıkılıp ıssız kaldı. Yerlerini yurtlarını şimdi köpekler şenlendiriyor. Sakın onlar gibi gaflet yoluna gitmeyin. Her şey fânidir. Bâki olan ancak Allah’tır ki mâbud ancak O’dur. O’nun eşi, benzeri ortağı yoktur. O doğmamış ve doğurulmamıştır. Evvel gelip geçenlerde bize ibret alacak şey çoktur. Ölüm ırmağının girecek yerleri var ama, çıkacak yeri yoktur. Büyük, küçük hep göçüp gidiyor. Giden geri gelmiyor. Katiyetle anladım ki herkesin başına gelen benim de başıma gelecek, ben de öleceğim.”
Kus bin Sâide, Hâtem-ül enbiyâ olan sevgili Peygamberimiz Muhammed aleyhisselâmın geleceğini çeşitli hâdiselerden ve keşf yolu ile anlayıp, Ukaz Panayırında insanların arasında söylerken Peygamberimizin de orada olduğundan habersizdir. Aradan çok zaman geçmeden Muhammed aleyhisselâma peygamberlik verildi ve vahiy gelmeğe başladı. Fakat Kus bin Sâide vefât etmişti. Gelip görmek nasîb olmadı. Daha sonra Beniİyad kabîlesinden Cârud adındaki kişi ile birlikte bir cemâat Peygamberimizin huzûruna gelerek Müslüman oldular. Bu kavmin ileri gelenleri de hep Müslüman oldu. Onların bu hâlinden çok memnun olan Peygamberimiz; “İçinizde Kus bin Sâide’yi bilen var mı?” diye sordu. Cârud; “Yâ Resulallah hepimiz biliriz, ben dâimâ onun izinden gidenlerdenim.” diye cevap verdi. Peygamberimiz; “Kus bin Sâide’nin Sûk-ı Ukâz’da deve üzerinde; “Yaşayan ölür, ölen fenâ bulur, olacak olur.” diyerek hutbe okuduğu hâtırımdan çıkmaz. Bir hayli sözler daha söylemişti. Zannetmem ki hepsi hatırlarda kalmış olsun.” buyurdu. Hazret-i Ebû Bekr de bu mecliste bulunuyordu dedi ki: “Yâ Resûlallah ben de o gün Sûk-ı Ukâz’da hazırdım. Kus bin Sâide’nin söylediği sözler hep hâtırımdadır. Müsâade buyurursanız okuyayım diyerek onun hutbesini başından sonuna kadar okudu. Bundan sonra Cârud’un arkadaşlarından biri ayağa kalkıp, Kus bin Sâide’nin Muhammed aleyhisselâmın peygamberliğini müjdeleyip açıkça haber veren şiirlerini okudu. Peygamber efendimiz; “Ümid ederim ki Cenâb-ı Hak kıyâmet gününde Kus bin Sâide’yi ayrı bir ümmet olarak haşreder.” buyurdu.
Alm. Kleiner Tenfelszwirn (m), Fr. Cuscute (f), İng. Lesser Dodder. Familyası: Kuskutagiller (Cuscutaceae). Türkiye’de yetiştiği yerler: Türkiye’nin çoğu yerinde yaygın olarak yetişir.
Gövdeleri ipliksi, tırmanıcı, dallanmış, beyazımsı-kırmızı olan parazit bitkiler. Çiçekler küçük, 4-5 veya daha çok sayıda olup, kısa saplıdır. Taç ve çanak yaprakları tübsüdür. Beyazımsı veya çeşitli renklerdedir.
Memleketimizde 15 kadar türü vardır. Ziraatte çok zararlı olan bir tarla parazit otudur.
Parazit, tek veya çok yıllık otsu bitkiler. Genellikle krolofilsiz tırmanıcı veya sürünücüdürler. Gövdeleri havstoryum adını alan emici veya sömürücü kökleriyle yeşil bir bitkiye yapışmışlardır. Yapraksızdırlar veya yaprakları pul şeklinde iyice körelmiş gibidir. Çiçekler demet hâlinde, çiçek ekseni üzerinde başak şeklinde toplanmıştır. Taç veya çanak yaprakları altta bir küp şeklinde birleşmiş olup, 4-5 lobludur. Çiçekler beyaz, kırmızımsı veya sarımsı renklerdedir. Familyanın bir cins (kuskuta) ve 150 civarında türü vardır.
Alm. (Er) brechen, Übergeben, Auswerfen (n), Fr. Vomissement (m), İng. Vomiting. Mîde muhtevasını ağızdan çıkarma eylemi. Kusma, çok çeşitli sebeplerle olabilir. Sıklıkla bulantı ve öğürmeyi tâkip ederse de, kafa içi basınç artışı gibi hallerde âniden fışkırıcı tarzda da olabilir. Kusmada midenin rolü pasiftir. Özellikle, karın kaslarının kasılması ile mide muhtevası dışarı atılır.
Kusmanın altında yatan sebeple, mide ve oniki parmak barsağının ileri doğru kasılmaları azalınca midenin ağzı gevşer, diyafram kası ve karın kaslarının kasılması ile karın içi basınç artarak mide muhtevası yemek borusuna atılır. Göğüs içi basınç artışı ve yemek borusunun ters yönde kasılmaları ile de yutağa gelen materyel buradan da ağıza ve dışarıya ulaşır. Bu esnada soluk yolu kapanarak materyelin akciğere gitmesi önlenir. Merkezî sinir sisteminin baskılandığı hallerde bu olay önlenemez ve akciğer iltihabına yol açar.
Kusma mekanizması beyin sapındaki “kemoreseptör trigger bölgesi” esas olarak kusma merkezinin kontrolundadır. Sindirim kanalından, yüksek beyin merkezlerinden veya kemoreseptör trigger zon (bölge) den gelen uyarılara cevaben kusma merkezi de diyafram kası, karın kasları, mîde ve yemek borusunu uyararak kusma meydana gelir.
Kusmayı sağlayacak veya durduracak ilâçlar vardır, ancak kusma bazen önemli hastalıkların belirtisi olabilir. Bu bakımdan kusmanın altında yatan sebep, gerektiğinde araştırılıp, tedâvi edilmelidir. Kusmanın sebepleri; uzun süren hazımsızlık, apandisit, safra kesesi iltihâbı, karın zarı iltihâbı, barsak tıkanması, sistemik enfeksiyon hastalıkları, sindirim kanalının viral, bakteriyel, parazitik hastalıkları, karaciğer iltihâbı, beyin ödemi, beyin tümörü, beyine giden oksijenin azalması, migren başağrısı, beyin zarlarının iltihâbı, kafa içi basınç artması, kalp infarktüsü, kalp yetmezliği, hormonal bozukluk ve değişimler, gebelik, ilâç ve kimyevî maddeler psikolojik olabilir.
Tedâvi: Uygun hallerde kusmayı kesici ilâçlar kullanılır.
Alm. Vogelparadies und Nationalpark, Fr. Le Paradis d’oiseau et le jardin public national, İng. Bird paradise national public gardien. Balıkesir ilinin Bandırma ilçesinde Manyas Gölünün kuzey kıyısında, kuş topluluklarının korunması gâyesiyle kurulmuş olan millî park.
Parkın bulunduğu yere, “Kuş Cenneti” adını ilk olarak İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi Zooloji ve Hidrobiyoloji Enstitüsü Müdürü Curt Kosswig ile hanımı Leonore Kosswig verdiler. Eskisığırcı köyünün batısındaki Söğüt korusunda kuşların toplanıp, yuvalanması sebebiyle verilen bu ad gün geçtikçe yayıldı. 1952 senesinde parkın, bulunduğu yere bir istasyon kuruldu ve istasyon bekçisine yöreyi koruma vazifesi verildi. 27 Temmuz 1957 de Millî Park olarak kurulan ve korumaya alınan Kuş Cennetinde kuşların sayısı giderek arttı. Kuzeyden gelip Manyas Gölüne dökülen Sığırcı Deresinin ikiye böldüğü ve Bandırma-Balıkesir karayolunun yaklaşık 2 km batısında bulunan Kuş Cenneti çok sayıda ziyâretçinin hücûmuna uğradı. Kuşların ürkebileceği düşüncesiyle burada piknik yapmak yasaklandı. 1972 senesinde gözlem ve ilmî araştırma yapan Ornitologlar ile diğer ziyâretçilerin faydalanması için 40 kişi alabilen 15 metre yüksekliğinde gözetleme kulesi yapıldı. 1975’e kadar yapılan gözlemlerde 239 kuş türünün bulunduğu tesbit edilen Kuş Cennetine, her yıl 2-3 milyon kuşun geldiği görüldü. 66 kuş türünün parkta kuluçkaya yattığı, 173 kuş türünün buraya uğradığı, 21 kuş türünün de bâzı yıllar kuluçkaya yattığı tesbit edildi. 64 hektarlık bir alanı kaplayan ve alan bakımından Türkiyenin en küçük millî parkı olan Kuş Cennetine 15 Mart 1976 da Avrupa Konseyi tarafından A Sınıfı diploma verildi. Bu diploma 1981 ve 1986 da iki defa yenilendi. Ancak son yıllarda çevredeki sanâyi kuruluşlarının zehirli atıkları ile ekim alanlarındaki kullanılan çeşitli tarım ilâçları, akarsu ve yağışlarla göle ulaşarak suları hızlı bir biçimde zehirlemektedir. Manyas Gölünde tabiî dengenin giderek bozulması, Kuş Cenneti Millî Parkında devamlı yaşayan veya buraya uğrayan bâzı kuş türlerinin başka yerlere gittiği ve burada konaklamaktan vazgeçtiği görülmektedir.
Marmara bölgesinin ılıman iklimli bir yöresinde yer alan Kuş Cenneti Millî Parkı, pekçok kuşun göç yolu üzerindedir. Burası kuşlar için barınma, beslenme ve üreme yeri özelliğindedir. İlkbaharda suların yükselmesi, yırtıcı hayvanların Millî Parkta yuvalanan kuşlara ulaşmasını engellediğinden güvenli bir vasat hazırlamaktadır. Sık bitki örtüsü ise kuşlara barınma imkanı sağlar. Bunun yanısıra böcek, solucan, kurbağa ve balığın bol olması, kuşlara ve yumurtadan çıkan yavrulara zengin besin kaynağı sağlamaktadır.
Yaz ve sonbaharda göl sularının çekilmesi kıyıdaki köklerinin hava almasını sağlayarak ağaç hayâtının sürekliliğine; ilkbaharda gölün yükselmesi de sularla kaplanan ağaç altlarında suda yaşayan kuşların yuvalanmasına imkan sağlar. Binlerce kuşun gübresiyle zenginleşen topraklar, yazın gür ve yüksek otlarla kaplanarak sayısız küçük canlının üreyip geliştiği vasatı meydana getirir. Sığ bir göl olan Manyas’ın Kuş Cenneti kesiminde çok zengin bir tabiî bitki ve hayvan varlığı görülür. Göl suları devamlı bulanıktır.
Alm. Vogelschutz (m), Fr. Abri (m) d’oiseau, İng. Bird shelter. Kuşların barınmaları için evlerin ön yüzlerine özel olarak yapılan yerler. Kuşlar yüzyıllardır atalarımız tarafından sevilmekte, korunmakta ve beslenmelerine yardımcı olunmaktadır.
Türk mîmârisinde, bilhassa 16. yüzyıldan îtibâren kuş evleri, kendini göstermiştir. Serçe, saka, kırlangıç gibi korunmaya muhtaç küçük kuşlar için yapılan barınaklar, günümüzde hâlâ muhâfaza edilmektedir. En güzel örneklerinin İstanbul eserlerinde görüldüğü bu evler, Doğu Bâyezid, Tokat, Amasya, Kayseri, Niğde, Antakya, İzmir, Bolu, Bursa, Tekirdağ, Kırklareli, Edirne, Filibe, Tırnova gibi yerlerde de bulunmaktadır. Klasik devir Osmanlı mîmârîsi ile başlayan ve 19. yüzyıl sonlarına kadar rastlanan kuş evleri, Türk sanatkârlarının ince zevki, ustaca kompozisyonları ve kalplerindeki merhamet hissinin ortaya çıkması ile zamanla geliştirilerek ilgi çekici bir duruma getirilmiştir.
Kuş evleri genellikle, binâların en çok güneş alan, sert ve soğuk rüzgârları tutmayan cephelerinde, yüksekçe, emniyetli yerlere yapılmıştır. Bunlardan bâzıları:İstanbul’dakiler; Laleli’de Sultan Üçüncü Mustafa Türbesi, Üsküdâr Cedide Vâlide Sultan Câmii, Balat’ta bir evde, Üsküdar Ayazma Câmii, Çarşıkapı Kara Mustafa Paşa Medresesi, Amcazâde Hüseyin Paşa Medresesi, Bâyezîd’de Seyyid Hasan Paşa Medresesi, Veznecilerde Râgıb Paşa Mektebi, Ayasofya’da Sultan Birinci Mahmud Mektebi, Zeyrek’te Şebsefa Hâtûn Mekteb-i Fâtih’te SultanBirinci Mahmûd Kütüphânesi, Büyükçekmece Sokullu MehmedPaşa Köprüsü, Tokat’ta Ulu Câmi, Niğde Kığılı Câmii, AmasyaSultanBâyezîd Câmii, Hayrabolu Çorum Mustafa Efendi Câmii Antakya Ulu Câmi daha pekçok değişik binâ ibâdethâne gibi yerlerde rastlanmaktadır.
Atalarımız, ince duygularının ve sanat zevklerinin nişânesi olarak sadece kuş evleri, kuş sarayları yapmakla kalmamış, leylek, kurt gibi evcil olmayan diğer hayvanlar için de vakıflar ve hastahaneler kurmuşlardır. Öyle ki, soğuk kış günlerinde kurtların aç kalmamaları için kar-tipi demeden ıssız dağ başlarında et dağıtmışlardır.
Hindistan’ın kuzeyinde, Sakalı bir Türk hânedanı. Mîlâttan sonra 1. yüzyıldan 3. yüzyılın ortalarına kadar Hindistan’ın kuzey, kuzey-batısında, Afganistan ve Türkistân’ın bir kısmında hâkim oldular. Devletin kurucusu ilk defâ İmparator ünvanı alan Kucula idi. Kucula kısa sürede hâkimiyetini Yüeçi kabîlelerine kabul ettirdi. Kucula’nın ölümünde Kuşan İmparatorluğu Hindikuş’un ötesindeki Taksila (bugünkü Ravalpaindi)ya kadar yayılmıştı.
Kucula’nın ölümünden sonra yerine geçen Vina döneminde de Kuşanların genişlemesi devâm etti. Hindistan’da mathura’ya kadar olan bölgeler Kuşanların hâkimiyetine girdi. Kuşan İmparatorluğu en parlak zamânını Kanişka döneminde (78-120) yaşadı. Kanişka’dan sonra başa geçen hükümdarlar döneminde Kuşanlar, Akhunların hâkimiyeti altına girdi. Dördüncü yüzyılda ise Sasânîlerin baskısı altında tamâmen eriyip dağıldılar.
(Bkz. Biberiye)
Büyük velî, fıkıh, tefsir, hadis ve kelâm âlimi. Künyesi Ebü’l-Kâsım, adı Abdülkerîm bin Hevâzin bin Abdülmelik bin Talhâ bin Muhammed Nişâbûrî’dir. Kuşeyrî diye meşhur olmasının sebebi, Kuşeyrî bin Ka’b Sagsa’nın soyundan olmasıdır. Âilesi Arab asıllı olup, Horasan civârında yerleşmişti. Annesi de Sülemî âilesine mensuptur. Kuşeyrî, 986 (H. 376) senesinde Horasan’ın Üstuvâ nâhiyesinde doğdu. 1072 (H. 465) yılında Nişâbûr’da vefât etti.
Çocuk yaşta babası vefât eden Kuşeyrî, akrabâsı olan Ebü’l-Kâsım Yemânî’den Arapça ve edebiyat bilgileri öğrendi. Bu arada hubûbât ticâreti ile meşgul olan dayısından haksız vergi alındığını gördü. Bunun üzerine hesab öğrenerek mâliye memuru olup insanlara yardım etmek niyetiyle Nişâbûr’a gitti. Nişâbûr’da büyük velîlerden Ebû Ali Dekkâk ile karşılaşan Kuşeyrî, hükûmette vazife almaktan vazgeçerek, mânevî ilimlere yöneldi. Hocası Ebû Ali Dekkâk’a bütün kalbiyle bağlanarak, tasavvuf yolunda büyük merhaleler katetti. Hocasının emriyle Muhammed ibniBekr-i Tûsî’den fıkıh, Ebû Bekr ibni Fûrek’ten kelâm ve usûl-i fıkıh, Ebû İshâk İsferâînî’den kelâm ilmini öğrendi.
Kuşeyrî, İbn-i Fûrek ve Ebû İshâk İsferâînî’nin usûllerini iyice kavradıktan sonra, meşhur kelâm âlimlerinden Ebû Bekr el-Bâkıllânî’nin kitaplarını mütâlaa etti. Aynı zamanda hocası Ebû Ali Dekkâk’ın sohbetlerine katıldı. Bu arada hocası Ebû Ali Dekkâk’ın kızı, ilim, edeb sâhibi ve zamânın en çok ibâdet edenlerinden olan Fâtıma hâtunla evlendi. Fâtıma hanımdan altı erkek ve bir kız olmak üzere yedi çocuğu oldu.
Bu arada Nişâbûr’da ders vermeye başlayan Kuşeyrî hazretleri, Hatîb el-Bağdâdî, Ebü’l-Kâsım Nasrâbâdî, Ebû Ali Fârmedî gibi birçok âlim yetiştirdi. Ebû Ali Dekkâk’ın vefâtından sonra, Ebû Abdurrahmân es-Sülemî ile sohbet etti. 1056 yılında Nişâbûr’dan ayrılarak, Bağdat’a geldi. Bağdat’ta hadis ve fıkıh okuttu. Halîfeyi ziyâret etti ve onunla sarayında sohbette bulundu. Daha sonra, bozuk Mu’tezilî fırkasına mensup Selçuklu vezîri Amîdülmülk Kündürî’nin zulmü sebebiyle memleketlerinden ayrılan İmâm-ül-Harameyn Cüveynî ve Beyhekî gibi binlerce âlimle birlikte hacca gitti. Hacdan Nişâbûr’a dönen Kuşeyrî, buradan âilesi ile birlikte Tûs şehrine gitti ve Tuğrul Beyin 1063 târihinde vefâtına kadar orada kaldı. Alparslan’ın sultan, Nizâmülmülk’ün de vezir olmasından sonra Râfızîlerin çıkardığı fitne durdu. Bunun üzerine vatanlarını terk eden âlimler ve Kuşeyrî tekrar memleketlerine döndüler. Alparslan ve Nizâmülmülk, Kuşeyrî’ye çok hürmet ederlerdi. Hattâ İmâm-ül-Haremeyn ve Kuşeyrî gibi âlimler, sultan ve vezirin yanına serbestçe girerler ve onlarla sohbet ederlerdi. Kuşeyrî, Nişâbûr’da vefât edinceye kadar ders verdi. 1072 (H.465) de vefât eden Kuşeyrî, hastalığının en şiddetli ânında dahi namazlarını ayakta kılardı. Cenâzesi, hocası Ebû Ali Dekkâk’ın yanına defnedildi.
Kuşeyrî’nin hayâtı, fazîleti ve meziyetleri hakkında İslâm âlimlerinden; Ali bin Hasan, Abdülgâfir bin İsmâil, İbn-i Sübkî, Taşköprüzâde ve daha birçokları yazmış oldukları eserlerde geniş bilgi vermişlerdir.
İmâm-ı Kuşeyrî, tasavvufa dâir meşhur Risâle adlı eserinden başka, birçoğu tasavvufa, tefsir ve hadise dâir olmak üzere çeşitli eserler yazmıştır.
1) Letâif-ül-İşâret, 2) El-Mi’râc, 3) Şikâyetü Ehl-i Sünne, 4) El-Vasıyye, 5) Et-Teysir fî ilm-it-Tefsîr, 6) Tertîb-üs-Sülûk fî Tarîkıllah, 7) El-Luma’ fî Akâid-i Ehl-i Sünne, 8) Akîdet-ül-Kuşeyriyye, 9) En-Nahv-ul-Müevvel; 10) Et-Tabhîr fî ilm-it-Tezkîr, 11) Er-Risâle fit-Tevbe ve Ahkâmihâ, 12) Risâle fî Beyân-is-Sülûk, 13) Uyûn-ül-Ecvibe fî Meşhûr-il-Ebvâb, 14) Kitâbu Âdâb-is-Sûfiyye, 15) Nahv-ül-Kulûb, 16) Fasl-ül-Hitâb fî Fadl-in-Nutk-ül-Müstetâb, 17) El-Müntehâ fî Nükte-i üli’n-Nühâ, 18) El-Erbaûne Hadîsen, 19) Kitâb-ül-Cevâhir, 20) Kitâb-ül-Münâcaât, 21) Ahkâm-üs-Semâ, 22) Et-Temyîz fî İlm-it-Tezkîr, 23) El-Kasîdet-üs-Sûfiyye, 24) Et-Tevhîd-ün-Nebevî, 25) El-Makâmât-üs-Selâse, 26) İstifâdât-ül-Murâdât bunlardan bâzılarıdır.
İmâm-ı Kuşeyrî, aynı zamanda iyi bir şâir, mükemmel bir muharrir, muktedir bir hattât idi. Şiirlerine şu kıt’a bir misâldir:
Büyüklerin hizmetini terk etme.
Küçükle düşüp kalkan küçükdür.
Sana bereketli olanı ara.
Solu sana feyz, sağı nûr olur.
Alm. Spargel (m), Fr. Asperge (f), İng. Asparagus. Familyası:Zambakgiller (Liaceae). Türkiye’de yetiştiği yerler: Marmara bölgesi, Ege, Akdeniz ve Orta Anadolu.
Haziran-temmuz ayları arasında yeşilimsi sarı renkli çiçekler açan, 50-150 cm boyunda, çok yıllık otsu bir bitki. Sulak, kumlu ve killi, kuvvetli topraklarda, ormanlık yerlerde yetişir. Kültürü de yapılmaktadır. Gövdeleri dik, yeşil düzgün yüzlü ve yaygın dallıdır. Dallar dalcıklara ayrılmış olup, ince, yeşil renkli, 3-6 tanesi bir aradadır. Yapraklar küçük ve zarımsıdır. Çiçekler teker teker veya çift olarak yaprakların koltuğunda bulunur. Erkek çiçekler 6 parçalı ve parçalar çan şeklinde birleşmişlerdir. Meyveleri kırmızı veya siyah renklidir. Kuşkonmaz tohumla üretilir. İlkbaharda ekilir. Ancak ikinci yıl gelişen bitkiler kuvvetli olur. Bir kuşkonmaz tarlasından 12 yıl verim alınabilir.
Kuşkonmazlar, evlerin balkon ve salonlarında süs bitkisi olarak saksılarda yetiştirilir. Karanfil ve benzeri süs çiçeklerinin etrafına konarak bunlara zenginlik verir. Kuşkonmazın memleketimizde 10 türü vardır.
Kullanıldığı yerler: Kuşkonmaz (Asparagus) azotça zengin, iştah açıcı, genç sürgünleri lezzetli bir sebzedir. Tıbbî olarak bilhassa Asparagus officinalis türü kullanılır. Tıbbî olan bu türün kök ve rizomlarından faydalanılır. İdrar söktürücüdür. Yüksek dozlarda böbrek epitelini tahriş eder. Bu sebepten ancak böbrek ve idrar yollarından rahatsızlığı olmayana verilebilir. Bilhassa kalp kifâyetsizliklerinden ileri gelen ödemlerin boşaltılmasında kullanılır. Kuşkonmazlarda A, B, C vitamini bol miktarda bulunmaktadır.