KROMATOGRAFİ

Alm. Chromatographie (f), Fr. Chromatographie (f), İng. Chromatography. Bir karışımda iyon veya molekül hâlinde bulunan maddeleri ayrı ayrı bölgelerde toplamak suretiyle analiz etme metodu. Bu metodun esâsı, çeşitli maddelerin bir adsorban (tutucu) tarafından farklı hızla adsorbsiyonuna (tutulmasına) dayanır. Uygun bir adsorban üzerinden bir karışım geçirilmek suretiyle karışım komponentlerine (karışımı hasıl edenlere) ayrılır. Bu metod önceleri renkli maddelere uygulanmış olduğundan kromatografi ismini almıştır. Saf zannedilen birçok madde kromotografik analize tâbi tutulduğunda saf olmadıkları görülmüştür. Bu metodlar bugün en tesirli ayırma metodlarının başında gelir. Kimyâsal ve fiziksel özellikleri benzer olduğundan ayrılmaları çok güç olan nâdir toprak elementleri bu metodla birbirinden ayrılmışlardır.

Analiz edilecek karışımın özelliklerine bağlı olarak, kromatografi farklı şekillerde uygulanır. Bugün uygulanan usuller sütun (kolon) kromatografisi, ince tabaka kromatografisi, kâğıt kromatografisi ve gaz kromatografisidir.

Sütun kromatografisi:

Bir karışımda bulunan maddeleri birbirinden ayırmak ve saf olarak elde etmek için kullanılan bir usuldür. Bu usul ile çalışabilmek için araştırma laboratuvarlarında kullanılan apareyler, kromatografi sütunu (20-50 cm boyunda ve 1-3 cm çapında, dip kısmında musluk bulunan bir cam boru), çözücü deposu (bir ayırma hunisi) ve fraksiyon kabı (bir tromp erlenmayeri) olmak üzere üç kısımdan ibarettir. Bu kısımlar lastik tıpa veya zımparalanmış ağızlar (şilifler) ile birbirine bağlanmışlardır.

Ayırma yapmak için önce kromatografi sütunu uygun bir adsorban (alüminyum oksit, magnezyum silikat, sellüloz, iyon değiştirici reçine vs.) ile düzgün bir şekilde doldurulur ve adsorban madde kullanılacak olan çözücü ile ıslatılır. Sonra nümûne, çözelti hâlinde adsorban sütunun üzerine konulur.

Sütun üzerine konmuş olan maddenin, adsorban içindeki hareketi bir organik çözücü veya bir çözücü karışımının sütundan devamlı olarak geçirilmesiyle temin edilir. Maddelerin sütundaki süratleri maddenin cinsine göre değişik olacağından maddeler sütunda farklı yerlerde tabakalar hâlinde toplanır. Çözücü geçirmeye devam edildiği taktirde en çok sürüklenen en önce, bunu takiben de diğerleri olmak üzere sütunun altında fraksiyonlar hâlinde toplanır. Fraksiyonlar üzerinde yapılan tâyinler ile de nümûnenin taşıdığı maddeler tesbit edilir.

İnce tabaka kromatografisi (ITK):

Burada destek madde, ince bir tabaka hâlinde bir cam levha üzerine yayılmıştır.

Ayırma kâbiliyetinin yüksek olması ve kısa bir müddet içinde (15-45 dakika) netice alınması gibi sebepler yüzünden son senelerde kağıt kromatografisine tercih edilmektedir.

Aparey: 25x20x10 cm ebadında, üzerinde kapak bulunan, bir cam küvetten ibarettir. Bu küvet içine bir veya birkaç kromatografi plağı dik veya eğri olarak yerleştirilmiştir. Çözücü doğrudan doğruya küvetin dibine konur. 25x20x10 cm ebadındaki bir küvet için 100 ml civarında bir çözücü kâfidir.

Kromatografi plağı: Üzeri silisyum jeli, alüminyum oksit gibi bir adsorban madde ile kaplı 20x20 veya 5x20 cm ebadında cam plaklardır.

Çözücü: Organik çözücüler tek başlarına, karışımlar hâlinde veya suyla doyurulmuş olarak kullanılmaktadır. Kullanılmakta olan başlıca çözücüler, elüsyon kuvvetlerine göre şu şekilde sıralanırlar: Hekzan, benzen, kloroform, eter, etil asetat, izopropanol, etanol, metanol ve piridin.

Uygun çözücüyü bulmak için tecrübeye, önce benzen veya kloroform ile başlanır. Eğer madde kâfi derecede sürüklenmez ise elüsyon kabiliyeti daha yüksek olan çözücülere geçirilir veya çözücü karışımları denenir.

Kromatografinin yapılışı: Nümûne çözeltisi, kâğıt kromatografisinde olduğu gibi plağın alt kısmına çizilmiş olan hareket hattı üzerine bir mikropitet ile konulur. Damlanın kuruması beklenir. Bir iğne ile hareket hattından 10 cm uzaklıkta mesafe işaretlenir ve plak kromatografi küvetine, hareket hattı aşağı gelmek üzere konulur. Çözücü sınırı hareket hattının 10 cm üzerindeki işarete gelince plak küvetten çıkarılır ve bir müddet açık havada tutularak kurutulur.

Lekelerin yerleriUV(Uzun dalga 365 mikrometre veya kısa dalga 254 mikrometre) veya özel revelatörler kullanılarak tesbit edilir. Ayrıca sülfürik asit, nitrik asit gibi kuvvetli asitler ve kâğıt kromatografisinde kullanılmayan diğer yakıcı maddeler de burada kullanılabilir.

Basit ve kolay bir usûl de plâğa önce kesif sülfirik asit püskürtmek ve sonra bu plağı 200-250°C’de bir müddet ısıtmaktır. Bu suretle bütün organik maddeler kömürleşir ve beyaz zemin üzerinde siyah lekeler meydana gelir.

İnce tabaka kromatografisi usulü ile kimyasal maddeler ve drogların saflık ve müessir madde yönünden kontrolleri yapılabildiği gibi, belirli şartlar altında elde edilen, kromatogramların özellikleri (lekelerin adeti, UV altında verdikleri renkler vs.) ne dayanılarak teşhisleri de mümkündür.

Kâğıt kromatografisi: Bir karışımda bulunan maddeleri birbirinden ayırmak ve şâhit maddeler yardımı ile teşhis etmek için kullanılan bir usûldür. Burada destek madde olarak özel şekilde hazırlanmış bir kâğıt, sürükleyici olarak da bir çözücü karışımı kullanılır. Bu karışımda esas îtibâriyle biri “duran” (genel olarak su) ve diğeri “hareketli” (organik bir çözücü) olmak üzere iki faz vardır. Hareketli faz, kâğıt üzerinde kapillarite olayına uygun olarak yürür. Organik çözücüde çok ve suda az çözünen maddeler, organik çözücüde az ve fakat suda çok çözünen maddelerden daha hızlı sürüklenirler.

Aparey: Cam kavanoz veya küvetler kullanılır. Organik faz bu apareylerin üst kısmında bulunan küvete konulur ve kâğıdın bir ucu bu küvete daldırılır.

Kâğıt: Özel olarak hazırlanmış filtre kâğıdı tipinde olan kâğıtlardır. Memleketimizde bilhassa İngiliz whatman Wo 1,2,3 kullanılır.

Kromatografinin yapılışı: Kâğıdın bir kenarına 5-6 cm mesâfeden bir çizgi çizilir. Bir mikropipet yardımıyla numune ve şâhit çözeltiler tatbik edilir.

Bu sûretle hazırlanmış olan kâğıt, kromatografi apayreyine yerleştirilir ve bir ucu çözücü ile temasa getirilir. Çözücünün yükseldiği hudut, kâğıt apareyden çıkartıldıktan sonra kurşun kalemle, çizilerek belirlenir. Açık havada kurutulur. Nümûnede bulunduğu bilinen maddeler ile renk verecek reaktif püskürtülür. Etüvde kurutulur ve meydana çıkan lekeler tetkik edilir.

Gaz kromatografisi: Gaz hâlinde bulunan veya ısıtıldığı zaman bozulmadan gaz hâline geçebilen bileşiklerin teşhislerini ve birbirlerinden ayrılmasını mümkün kılan bir tekniktir.

Ayırmayı yapabilmek için geniş yüzeyli bir stasyoner faz (alüminyum oksit, silikajel, aktif kömür gibi katı bir madde veya kizelgur gibi inert bir maddeyle karıştırılmış, kaynama noktası yüksek bir sıvı) ve bir mobil faz (azot, helyum gibi inert bir gaz) kullanılmaktadır.

Gaz kromatografisi halen, bilhassa uçucu yağların tetkikinde kullanılmaktadır. Bu teknik ile organik asitlerin, bâzı alkaloitlerin, bâzı glikozitlerin (kardiotonik glikozitler ve saponin glikozitleri) ve bazı hormonların kontrol ve teşhisleri yapılabilmektedir.

KROMİK ASİT

Alm. Chromsaure (f), Fr. Acide (m) chromique, İng. Chromic acid. Anorganik bir asit. Hakikî kromik asid H2CrO4 olup, sâdece krom trioksidin (CrO3) suda çözünmesiyle elde edilir.

Kromid asidin anhidridi krom trioksit (CrO3) dir. Bu yüzden kromik asidi denilince akla CrO3 gelir. Burada krom (6+) değerliklidir. Kararlı olmayan bir bileşik olup, kendi kendine reaksiyona girerek di(bi) kromat asidi (H2Cr2O7) hâline dönüşür. Kromik asit anhidridi (CrO3) kırmızı pembe kristal olup spesifik gravitesi 2,67 ile 2,82 g/cm3 arasındadır. 197°C’de erir ve erimeden sonra yavaş yavaş bozunur. Havadan nem çeker. Su ve asetik asid, piridin ve eter gibi organik çözücülerde çok iyi çözünür. Ham CrO3 doymuş sülfat asidi ve doymuş sodyum bikromat karışımından çöktürülerek ayrılır. Bu çökelti kristallendirilerek veya eritilerek saflaştırılır.

Kromik asit, kuvvetli bir asit olup, aynı zamanda kuvvetli bir oksidasyon vâsıtasıdır. Bitki ve hayvan hücrelerini oldukça tahrip edicidir. Şâyet indirgeme vasıtasıyla veya organik bileşikle temas ettirilirse ciddî bir patlama meydana gelebilir.

Kromik asit, kimyâ sanâyiinde kromik asidin tuzu olan kromatların îmâlinde kullanılır. Kromik asidin çoğu krom kaplamada kullanmak için üretilir. Tıpta yakıcı olarak, oymacılık işlemlerinde, seramik sırı yapmakta, camları renklendirmede, metalleri temizlemede, mürekkep ve boya imâlinde ve kauçuk pigmenti olarak kullanılır.

 

formül

KROMOZOM

Alm. Chromosom (n), Fr. Chromosome (m), İng. Chromosome. Hücre çekirdeğinde bulunan, hücre bölünmesi sırasında belirli şekil alan, kendi kopyasını yapabilen ve bazik boyalarla koyu boyanabilen ipliksi yapılar. Bileşiminde DNA ve pekçok protein çeşidi bulunan nukleoprotein yapısında birimlerdir. En önemli özellikleri, kalıtım birimi olan genleri taşımaları ve yeni nesillere aktarmalarıdır.

Her canlıda farklı özellikte ve sayıda kromozom vardır.Kromozomların biyomoleküler yapısı Dezoksiribo Nükleik Asittir (DNA). Kromozomu teşkil eden DNA iplikleri, pürin bazları ile birleşmiştir. Pürin bazları; Adenin-Timin-Guanin-Cytosindir.

Bu pürin bazlarının her biri zıt bir baz ile çift iplikli RNA’dır (Ribo Nükleik Asit). Her zaman Adenin, Timin ile Guanin ise Cytosinle birleşir. İnsan kromozomlarını teşkil eden DNA ve RNA üzerinde sıralanan pürin bazlarından her üç tânesi bir geni kodlar. Gromozom, muazzam bir DNA molekülü olup, gen bulunmaktadır.

Bezelyelerde hücre başına 14 kromozom, insan hücrelerinde 46, barsak solucanında 4, bal arısında 32, fârede 40, sığırda 60, patateste 48, mısırda 20, kurbağada 26, çekirgede 30, sirke sineğinin hücrelerinde 8’er kromozom bulunur. Bu sayı 2n ile gösterilir. Diploid adını alır.

İnsan için 2n= 46’dır.

Kromozomlar, hücrenin dinlenme devrelerinde çekirdekte, ışık mikroskobuyla görülemeyecek kadar çok ince ipliksi ağ şeklinde bulunurlar. Hücre bölünmesi sırasında sıkı bir yay gibi şekil alarak kalınlaşırlar. Bu devrede bazik boyalarla boyandığında ışık mikroskobuyla görülebilirler. Kromozomların boyları 2-6 mikron, çapları ise, 0,2-2 mikron kadardır. Kromozomların büyüklüğü de her tür için sâbittir. Meselâ insan kromozomlarının uzunluğu 4-6 mikron kadardır.

Her ferdin kromozomlarının sayısı, şekli ve büyüklüğü onun karyotipini teşkil eder. Karyotip dölden döle korunur ve tür kendine has özellikleri devâm ettirir. Karyotipe dayanılarak bâzı türlerin kromozom haritaları çıkarılmıştır.

Kromozomlar “matriks” denen protein bir kılıf ve en az iki iplikten yapılmıştır. Bu ipliklerden her birine “kromatit” denir. Araştırmalar bu ipliklerin de iki veya daha çok sayıda iplikten yapılmış olduğunu göstermiştir. Kromatitleri meydana getiren ipliklere “kromonema” veya “kromatin iplik” adı verilir. Bu iplikçiklerin üzerinde “kromomer” veya “kromatin tânesi” denen şişkinlikler bulunur. Kromatin tâneleri yapılarında genleri taşırlar. Kromozomlarda “sentromer” veya “kinotokor” denen yapıların bulunduğu daralmış bölgeler vardır. Sentromerler hücre bölünmesi sırasında iğ ipliklerinin bağlandığı bölgelerdir. Kromozomlarda sentromerlerin bulunduğu “primer” boğumlardan başka “sekonder” boğumlar da mevcuttur. Ayrıca kromozomun uç kısmında kısa veya uzun bir sapçıkla bağlı “stallit” denen cisimler bulunur. Stallit taşıyan kromozomlara “sat kromozom”denir.

Sentromerlerin kromozomlarda bulunma yerleri değişik olabilir. T harfi şeklinde olan kromozomlarda sentromer uçta bulunur. Böyle kromozomlara “akrosentrik” denir. LJ şeklinde olanlarda sentromer uca yakındır. Böylelerine “submetasentrik” denir. UV şeklindeki kromozomların kolları eşittir. Sentromer ortada bulunur. Bunlara da “metasentrik” denir. Sentromeri olmayan kromozom hücrenin ekvator plağı üzerinde yerini bulamaz, atılır.

Eşeyli üreyen canlıların vücut hücrelerinde her kromozom çeşidinden iki tâne bulunur. O fert bunların birini anasından diğerini babasından almıştır. Şekil ve yapı bakımından birbirine benzeyen, biri anadan diğeri babadan gelen kromozomlara “homolog kromozomlar” denir. Homolog kromozomların karşılıklı yerlerinde alel (veya identik) genler bulunur.

Çift eşeyli canlıların vücut hücrelerinde diploid (2n) sayıda kromozom bulunmasına rağmen üreme hücrelerinde haploid (n) sayıda kromozom bulunur. Türlerde kromozom sayısını sâbit tutmak için cinsiyet hücreleri olgunlaşmadan önce mayoz (meios) bölünme geçirerek (2n) sayısını yarıya (n) indirger. Mayoz yalnız eşey hücrelerinde gözükür. Mayoz I ve onu tâkip eden mayoz II olmak üzere iki safhada gerçekleşir. Bir hücrede bir defâ mayoz olabilir. Mayoz I’in sonunda teşekkül eden yarı kromozom sayılı iki hücre mitoza uğrayarak mayoz II sonunda (n) kromozom sayılı dört eşey hücresi meydana gelir.

Mayoz I’in profaz safhası sırasında homolog kromozomlar birbirlerine yaklaşarak sarmal yaparlar. Bu hâllerine sinapsiz denir. Sinapsiz esnâsında kardeş olmayan kromotidlerin birbirine dokunan parçacıkları arasında gen değiş-tokuşu olur. Bu olaya Krosing over denir. Dolayısıyla, mayoz bölünme sonucu meydana gelen hücrelerin DNA’ları (kalıtımları) birbirinden farklıdır. Mayoz, türlerde kromozom sayısını sabit tuttuğu gibi, tabiatta çeşitliliği de sağlar.

İnsan vücut hücrelerinde 23 çift (46 adet), üreme hücrelerinde ise, 23 adet kromozom bulunur. Döllenme sonucu hâsıl olan zigot dişiden (n) ve erkekten (n) kromozom alarak (2n) sayısına ulaşmış olur. Böylece türlerin sâbit kromozom sayısı korunmuş olur.

Cinsiyet kromozomları: Kromozomların dâimâ bir çifti cinsiyeti belirler. Bunlara seks kromozomları da denir. Geri kalanlar ise eş çiftler hâlinde otozomal kromozomlardır. Cinsiyet kromozomları X ve Y diye iki tiptir. X dişilik, Y erkeklik kromozomudur. Y kromozomu X kromozomuna baskın (dominant)dır. Dişilerde cinsiyet kromozom çifti XX erkeklerde ise XY şeklindedir. X ve Y cinsiyet kromozomlarına “gonozom” veya “hetero kromozomlar” da denir. İnsanlarda vücut hücrelerinin kromozom formülü: 2n= 46’dır. Dişi bireylerde bunların 44 tânesi otozom ve 2 tânesi gonozom (XX) erkekte ise 44 otozom ve 2 gonozom (XY) bulunur.

O halde dişi bireylerin diploid kromozom sayısı 2n= 44+XX ve erkeklerin 2n= 44+XY olarak ifâde edilebilir. Diğer canlılarda da bu kâide geçerlidir. Drosophila’nın (sirke sineği) dişisinde 2n= 6+XX, erkeklerinde 2n=6+XY’dir.

Cinsiyet hücreleri mayoz sonucu kromozom sayılarını yarıya indirgediğinden (n) sayıda kromozom taşırlar. Dişilerin yumurta hücrelerinde dâimâ X cinsiyet kromozomu bulunur. Erkeklerin sperm hücrelerinin yarı sayısında X, diğer yarısında ise Y kromozomu bulunur. Yâni erkekte cinsiyet bakımından iki farklı sperm mevcuttur. n= 22+X kromozomlu olanlar dişilik, n=22+Y olanlar ise erkeklik özelliği taşırlar. Dişilerin yumurta hücreleri dâimâ n=22+X olduğundan her zaman dişilik özelliği gösterirler.

X kromozomlu bir sperm, yumurta hücresini döllerse, zigot 2n=44+XX olacağından yavru dişi doğar. Yumurta hücresi Y kromozomlu bir sperm ile döllenirse 2n=44+XY zigotu oluşur. Y kromozomu X’e dominant olduğundan yavru erkek olur. Görüldüğü gibi cinsiyetin tâyini erkeğe bağlıdır. Buna rağmen bu konuda yeterli bilgi sâhibi olmayan kimseler tarafından bâzı yörelerde, haksız olarak, kadınlardan erkek çocuk doğurması istenir. Hattâ erkek doğurmayan kadını boşayanlara da rastlanır.

İnsanda X’e bağlı, Y’e bağlı kalıtım şekilleri görülür. Meselâ miyop, renk körlüğü, hemofili genlerinin kalıtımı X’e bağlıdır. Erkek çocuklarda ikinci ve üçüncü ayak parmaklarının yüzücü kuşlar gibi perdeli oluşu Y kromozomu ile taşınır. Kulak içlerinin çok sayıda kıllı oluşu da Y kromozomu ile babadan oğula taşınır. Bu özellik kızlarda aslâ görülmez.

Her karakter en az iki genle tâyin edilir. Genetik biliminde her gen bir harf ile temsil edilir. Dominant (baskın) genler büyük harfle, resesif (çekinik) genler aynı harflerin küçükleriyle gösterilir. Homolog kromozomların karşılıklı yerlerinde bulunan ve aynı karakterler üzerine aynı yönde etki yapan genlere “identik genler”denir. BB, bb identik genlerdir. Aynı karakterler üzerine zıt yönlü etki yapan genlere de “alel genler”denir. B geni b’nin alelidir.

Kromozom hastalıkları: Bâzı hallerde mayoz (=meiosis)da kromozomlar eşit şekilde hücrelere gitmez. Dolayısı ile yeni doğan bireylerde 2n kromozom sayısında sapmalar gözükür. Bu durum hastalık hâli kabûl edilir.

Turner hastalığına sâhip olan dişilerde sâdece bir X kromozomu bulunur. (45, XO) olarak gösterilir. Cinsiyet gelişmeleri bozuk, aşırı şişman ve kısırdırlar. Klinifelter bozukluğuna sâhip olan erkekler ise iki X ve bir Y kromozomuna sâhiptir. (47, XXY) olarak ifâde edilir. Bunlar ince sesli, seyrek sakallı, iç üreme organları küçük, geri zekalı olurlar.

Nâdir hallerde XXX, XXXY, XXXXX, XXXXY cinsiyet kromozomlu bireylere de rastlanır. Bu durumda X kromozom sayısına bakmaksızın Y kromozom taşıyan bireyler erkektir.

Nesiller arasındaki genetik özellikler ana-babadan oğula üreme hücrelerinin çekirdeklerinde bulunan kromozomlar vâsıtasıyla aktarılır. Daha doğrusu kromozomların kromonema ipliklerinde dizili olan kromatin tânelerinde bulunan genlerle taşınır. Genler DNA yapısındadır. O halde kalıtsal özellikler nesiller arasında DNA molekülleri ile aktarılır. DNA molekülleri kendilerini eşleme özelliğine, yâni kopyasını yapabilme kâbiliyetine sâhiptirler. Ana babadaki DNA molekülleri kopyalarını üreme hücrelerine aktararak şifreledikleri kalıtsal özelliklerin oğula geçmesinde rol oynarlar. Kısaca DNA ile gösterilen deoksiribo nükleik asit, hücrenin çekirdeğinde bulunan irsiliğin temeli olan kromozomlarda bulunur. Kendinden önceki canlının bütün vasıflarına sâhiptir. Anne ve babanın bâzı husûsiyetleri DNA’da gizlidir.

Her canlıda kendine has DNA molekülü bulunur. Hurma ağacından portakal yetişmemesi, ineğin at yavrusu doğurmaması, insandan maymun, maymundan insan meydana gelmemesi hep bu DNA molekülündeki husûsiyettendir.

Beynimizde çeşitli bilgiler ve çeşitli insanların resmi bulunmaktadır. Beynimizi açsak bunların hiç birini görmek mümkün değildir. Konuşmamızla meydana çıkanları olur. Teyb bandındaki bilgileri de dışarıdan bakmakla, bir teyp olmadıkça anlayamayız. DNA’lar teyb bandına benzetilebilir. İçi sırlarla doludur. En akıllı kimse bile, DNA’daki hayat sırrını bilmekten âcizdir. İnsanların akıl ve ilim dereceleri yükseldikçe, DNA molekülünün muazzam yapısı karşısında hayranlıkları da o derecede artmaktadır.

Canlıların karakterlerinin (mâvi gözlülük, kıvırcık saçlılık, esmerlik, sarışınlık, çekik gözlülük vs.) cansız bir molekül içinde şifrelenmesi ve bu molekülün kendini otomatik olarak eşleyebilmesi, karakterleri nesilden nesile aktarabilmesi, daha açık bir ifâde ile hayat sırrını kendinde kapsaması özelliğine fen adamları hayretle bakmakta ve bunu kontrol eden sonsuz kuvvet sâhibinin varlığına inanmak zorunda kalmaktadırlar. Bu sebepten fen adamlarının çoğu, mutlak bir yaradana inanmıştır.

KRONOLOJİ

Alm. Chcronologie, Zeitrechnung (f), Fr. Chronologie (f), İng. Chronology. Zamanı bölümlere ayıran ve olayları târihlerine göre sıralayan bilim dalı. Hâdiseler, meydana geldiği zamana göre sıralanarak veya belirli zaman aralıklarına yerleştirilerek mütalaa edilir. Bu şekilde kronolojik zaman tâyini gerçekleştirilmeye çalışılır.

Günümüzde üzerinde târihi bulunmayan herhangi bir eski malzemenin târihini tesbit etmek için yeni usuller geliştirilmiştir. Bunlardan biri “radyo karbon”ile zaman tâyinidir. Bir canlının ölümünden sonra mevcut “karbon - 14” belirli bir oranda azalır. Bu bilgiden faydalanarak malzemenin ömrü anlaşılabilir. Yine kemiklerin yaşları, umûmiyetle sâhib oldukları florin noktasından hareket edilerek bulunur. Bu ve benzer metodlar her geçen gün daha hassaslaştırılmaktaysa da, netîceler hiç bir zaman kesin değildir.

Belli başlı kronolojiler şunlardır:

Mısır kronolojisi: Mısırlılarda olaylar, kralların devreleri ile alâkalı olarak tesbit edilmiştir. Daha sonra kralların hangi yıllarda yaşadığına bakılarak daha kesin zaman tesbitine gidilmiştir. Ancak kralların isimlerinin veya yaşadıkları târihlerin kesin bilinmemesi, mevcut belgelerin kullanılmasında zorluk çıkarmıştır. Her ne kadar çeşitli listeler elde edilmişse de bunlar tam değildir. Diğer bir çeşit Mısır kronolojisinde ise, aynı târihlerde cereyan eden hâdiseler ve astronomik gözlemler kayıt edilmiştir. Meselâ; Boğazköy’de bulunan kayıtlar, aynı târihli Mısır, Bâbil, Asur ve Hitit kayıtları arasındaki alâkayı sağlamıştır.

Daha ilk zamanlarda Mısırlılar, Sirius yıldızının yükselmesini, Nil’in taşmasının müjdecisi olarak kutlarlardı. Bunun sonucu, yılı 30 günlük 12 aya ayırıp, her yıl sonunda 5 günlük bayram yaparlardı. Ancak bu çeşit yıl, her 4 yılda bir gün kısa gelmekteydi. Bu aksaklık M.Ö. 238’de Mısırlılar tarafından anlaşıldı ve her dört yıla bir gün ilâve edildi. Bu düzeltme de, Julius Caesar (Jül Sezar)ın takvimine esas olmuştur.

Bâbil kronolojisi:

Sümer ve Akkadların kronolojisinde Hammurabi’nin hükümdarlık târihi esas alınmıştır.

Âsur kronolojisi:

Âsurlular devrinde M.Ö. 911-626 seneleri arasındaki târih bilgileri bir senelik bir hatâ ile oldukça doğrudur. 1068 ile 911 seneleri arasında ise 10 senelik hatâ vardır. 1068 senesinden evvelki devrede hatâ ihtimâli daha fazladır.

Mîlâddan önce 800 yıllarına rastlayan Bâbil ve Âsur târihleri, Bâbil İmparatorluğu hakkında oldukça geniş bilgi vermektedir. Bâbilliler, astronomik takvim kullanmışlardır. Takvim 19 senelik sayılardan meydana gelmiştir. Ayların gün sayısı değişiktir.

Yahûdî kronolojisi: Bâbil kronolojisi Âsur kronolojisinin karışımı tatbik edilmiş, hükümdârların hükümdarlık sürelerini esas alarak sıralama yapılmıştır. Yahûdî kronolojistleri hassâsiyetten ziyâde simetriye önem verirlerdi. İsrâil hükümdâr sene sayısı 240’tır.

Hint kronolojisi: Hint kronolojisinde güneş senesi esas alınmıştır. Üç cins güneş senesi vardır. Biri 365 gün 6 saat 12,5 dakikadır. Bu tespiti, Ömer Aryabhata yapmıştır. İkincisi 365 gün 6 saat 12 dakika 30,915 sâniyedir. Üçüncüsü 365 gün 6 saat 12 dakika ve 36,36 sâniyedir. Aryabhata senesi, Julian senesini 576 senede 5 gün geçer ve güneşin Aries yıldız kümesine girmesi ile başlar.

Çin kronolojisi: Milâddan 2000 sene öncesine dayanan ay senesi esâsına göre 365 gün 6 saatlik sene sistemi vardır. 4 senede bir, ayların gün sayısı ayarlanmaktadır. 1911’de Çin Cumhuriyeti kurulunca Gregorian takvimi kabûl edildi. 1930 senesine kadar eski ve yeni sistem birlikte kullanıldı.

Japon kronolojisi: Muhtelif usüller kullanılmıştır:

1. Milâddan 660 sene önce başlayan devamlı takvim.

2. İmparatorun idâreyi ele alması ile başlayıp, diğer imparatora kadar geçen süre.

3. Çin’den alınarak, Mîladdan sonra 645 senesinden îtibâren uygulanan takvim.

4. Gregorian takvimi.

Yunan kronolojisi: Eski Yunanlılarda, her Yunan şehrinin kendisine göre takvimi vardı. Fakat esas yapıları birbirinin benzeri idi. Sene 12 aya bölünmüştü. Her ay 29 veya 30 gün sürüyordu. Ay senesi ile güneş senesi birlikte kullanılıyordu. Ay senesi, güneş senesinden 11 gün 6 saat kısa olduğu için, 8 senelik peryodlarla 3 ayın gün sayısında ayarlama yapılıyordu.

Roma kronolojisi: Bütün Avrupa devletleri takvimlerini, Romalılardan aldılar. Roma kronolojisinde bir sene 366 gün 6 saattir. 4 senelik peryod boyunca, 1,465 günlük bir düzeltme yapılması gerekmektedir. Roma Takvimi, astronomik takvimden farklıdır. Bu fark bilinmesine rağmen din adamları siyâsî sebeplerle takvimde değişiklik kabûl etmemişlerdir. Julian Caesar karışıklığa son vererek Mîlâddan önce 46 senesinde tamâmen güneş senesini (Julian) kabûl etti. Sene 365 gün 6 saat olarak kabûl edilmekle berâber, her dört senede bir 366 güne ayarlandı. Böylece astronomik sene ile güneş senesi arasındaki fark azaldı. 1582 senesinde bu takvim astronomi senesi ile çalıştırıldı ve Gregorian takvimi ortaya çıktı. Yunan Ortodoks kilisesi hâlâ Julian takvimini kullanmaktadır.

İslâm kronolojisi: İslâm kronolojisi, hazret-i Muhammed sallallahü aleyhi ve sellemin Mekke’den Medine’ye göç ettiği Hicret gününü esas almıştır. Bu sistem, hazret-i Ömer zamânında hicretin on yedinci senesi yürürlüğe konuldu. Peygamberimiz, hicrette, Mîladın 622’nci senesi Eylül ayının yirminci Pazartesi günü Medîne şehrinin Kubâ kenar mahallesine ayak bastı. Gece ile gündüzün müsâvî (eşit) olduğu bu mesûd gün, Müslümanların “Hicrî Şemsi” senebaşısı oldu. O gün Rebîülevvel ayının sekizinci günü idi. O senenin Muharrem ayının başı da “Hicrî Kamerî” senebaşı kabul edildi. Bu Kamerî senebaşı, Mayıs ayının on altıncı Cumâ günü idi. Kamerî sene, ay senesi olup, aylar 29 ve 30 günlük olarak 12 tânedir. Aylar, yeni hilâl ile başlar. Hicrî seneye âit ayların isimleri şöyledir: Muharrem, Safer, Rebîülevvel, Rebîülâhir, Cemâzielevvel, Cemâzielâhir, Receb, Şâbân, Ramazan, Şevval, Zilkâde, Zilhicce. Bu aylar bâzan 29, bâzan da 30 gün çeker. Şemsî sene ise yılı 365 gün kabûl eden güneş senesidir. Ayları da 12 aydır. Hicrî Şemsî senenin ayları şunlardır: Harîf-i evvel, Harîf-i sânî, Harîf-i sâlis (Sonbahar ayları); Şitâ-i evvel, Şitâ-i sâni, Şitâ-i sâlis (Kış ayları); Rebi-i evvel, Rebi-i sânî, rebii sâlis (İlkbahar ayları); Sayf-ı evvel, Sayf-ı sânî, Sayf-ı sâlis (Yaz ayları).

KRONOMETRE

Alm. Chronometer (n), Präzisionsuhr (f); Stoppuhr (f), Fr. Chronomètre (m), İng. Chronometer; stop watch. Zamanı büyük hassasiyetle ölçen bir saat çeşidi. Kronometrelerde, normal saatlerden farklı olarak, hassasiyeti artıran bazı ilâve mekanizma yerleştirilmiştir. İlâve mekanizmalarla saatte sıcaklığın değişmesi ile ortaya çıkan tesirler dengelenir. Zemberek vasıtası ile iletilen güç, zaman içinde sâbit tutulur. Çevreden gelen sarsıntı ve titreşimlerin tesirini ortadan kaldırmak için özel kutular içinde muhafaza edilirler.

Kronometrelerin görünüşü, âdi saatlere benzer. Onlardaki gibi akrep ve yelkovanı vardır. Ayrıca, her yarım sâniyede bir hareket eden bir ibre ile başlangıçtan îtibâren kaç saat geçtiğini gösteren ikinci bir ibre daha bulunur. Kronometreler, hergün radyo saat ayarı ile kontrol edilir.

Denizcilik ve havacılıkta, bulunulan yerin tesbiti için kronometreden büyük ölçüde faydalanılır. Bunun için kronometre, Greenwich saatine göre ayarlanır. Sekstant yardımıyla bulunan mahallî saat ile kronometreden okunan Greenwich saati arasındaki fark, bulunulan yerin boylamını verir.

KRUP (Akut laringotrakea bronşit)

Alm. Krupp (m) Diphtheritis (f), Fr. Croup (m), İng. Crop. Gırtlağın, nefes borusunun ve hava yollarının akut iltihâbî hastalığı. Hastalık, parainfluenza denen virüsle meydana gelir ve özellikle hayatın erken dönemlerinde ortaya çıkar. Bu virüs, çocuklarda krup’a, erişkinlerde ise genellikle soğuk algınlığına yol açmaktadır. Sık olarak sonbahar, kış ve ilkbaharda görülür. Yeniden hastalanma sıktır. Kuluçka süresi 5-6 gündür. Çocuk ve bebeklerde çok ciddî seyreder. Ateş, hastalığın değişmez belirtisidir. Öksürük, hırıltı solunum vardır.

Hastalıkta önemli laboratuar belirtisi yoktur. Çocuklarda akyuvar değişiklikleri olursa da vakalara göre değişir.

Komplikasyon olarak, çocukta orta kulak iltihabı sıktır. Çok küçük veya kötü bakımlı çocukta öldürücü olabilir. Erişkinde ise bakteriyel sinuzit, önceden bronşit amfizem ve bronşiektazisi olan hastalarda bakteriyel zatürre gelişebilir.

Krup, gırtlak difterisi ile karışabilirse de solunum yolunun direkt muayenesi ile ayrılabilir. Gırtlak difterisine “krup difterik” de denir.

Krup’un has bir tedâvisi olmadığı gibi koruyucu aşısı da yoktur. Tedâvisi, ortaya çıkan belirtilere ve orta kulak iltihâbı, zatürre gibi komplikasyonların önlenmesine yöneliktir. Çocukta bakım önemlidir. Erişkinlerde ise ağrı kesici, antihistaminik ve öksürük için az dozda kodein verilir. Hastalar yatak istirahatine alınmalıdır.

KRUPP

Alman sanâyici âile. Krupp firması, 1811’de Friedrich Krupp (1787-1826) tarafından kuruldu. O zaman Krupp, küçük bir çelik döküm fabrikasıydı. Friedrich’in oğlu Alfred Krupp, (1812-1887) bunu genişletti ve dünyanın en büyük çelik döküm fabrikası hâline getirdi. Ayrıca, silah imâlâtına başladı. Kömür ve demir mâdeninden başlayarak çelik üretimine kadar bütün işlemler tek elde yapılmaya başlandı. Demir cevherine Bessemer metodunun geniş ölçüde tatbîkâtının öncülüğü de Alfred Krupp devrinde gerçekleşti.

Alfred’in oğlu Friedrich Alfred Krupp (1854-1902) zamanında ise harp gemileri inşâsı ve zırhlı levha îmâlâtına başlandı. Krupplar’ın devlet kuruluşları içinde politik ağırlığı arttı. Friedrich Alfred öldüğünde oğlu olmadığı için, damadı Gustav Von Bohlen Und Halbach (1870-1950), Krupp ismi altında işin idâresini eline aldı. Birinci Dünyâ Harbinde Krupp firmasında 100.000 işçi çalışıyordu. Versay Antlaşması, Almanya’yı silâhsızlanmaya zorlayınca fabrika silâh îmâli bakımından bir müddet durdu. Fakat Krupp, Hitler devrinde yeniden silâh îmâlâtına başladı. İkinci Dünyâ Harbinde dev Krupp fabrikalarında yabancı işçi çalıştırıldı.

Gustav Krupp 1945’te savaş suçlusu olarak mahkemeye verildi. Fakat çok hasta olduğundan duruşmaya çıkamadı. Oğlu Alfred Krupp (1907-1967), 1948’de hapse mahkûm edildi. 1951’de serbest bırakıldı ve fabrikalarının bir kısmını sattı. Yine de Krupplar Alman sanâyiinin önemli bir firması olarak kaldı. Bu önemini günümüzde de korumaktadır.

KRUŞÇEV (HRUŞÇEV), Nikita Sergeyeviç

Sovyet devlet adamı  ve Sovyetler Birliği Komünist Partisi birinci sekreteri. 17 Nisan 1894’te Ukrayna’nın Kalinovka şehrinde doğdu. Babası mâden işçisiydi.

Doğduğu köyde öğrenim gördükten sonra, âilesiyle birlikte Donets Kömür Havzasındaki mâdencilik ve sanâyi merkezi Yuzovka’ya geçti. Burada 15 yaşında boru tesisatçısı olarak çalışmaya başladı. 1917 Devriminden önce işçi teşkilâtlarında vazife aldı. 1918’de Rusya Komünist (Bolşevik) Partisine üye oldu. Ocak 1919 da Kızıl Orduya girdi. 1922’de Yuzovka’da yeni açılan bir işçi okuluna girerek ortaöğrenimle birlikte parti eğitimi gördü. Okuldaki parti komitesinin sekreterliğine getirildi. 1925’te Yuzovka’daki Petrovski-Mariinsk ilçesinin parti sekreteri oldu. Aktif çalışmaları sebebiyle parti ileri gelenlerinin dikkatini çekti. Moskova’da toplanan 14. Parti Kongresine katıldı. 1929’da Moskova’daki Stalin Sanâyi Akademisine kabul edilerek metalürji öğrenimi gördü. Parti içindeki çalışmalarına da devam eden Kruşçev 1933’te Moskova Bölge Komitesi İkinci Sekreterliğine yükseldi. 1935’te Moskova parti teşkilâtının birinci sekreteri oldu. Komünist Partinin 17. Parti Kongresinde, Merkez Komitesinin tam üyeliğine seçildi. Aynı yıl Yüksek Sovyet Prezidyumu yedek üyeliğine getirildi. 1938’de politbüro aday üyesi oldu. Ertesi yıl politbüronun tam üyesi oldu. 1944’te Ukrayna Meclisinin başkanlığına getirildi. 1946’da meydana gelen büyük kıtlık sırasında, gıdâ maddelerinin dağıtımında Stalin’in isteği doğrultusunda hareket etmediği için bir müddet gözden düştü. 1949’da Moskova bölgesi parti başkanlığına yeniden getirildi. Aynı zamanda Komünist Parti Merkez Komitesi sekreteri oldu. 1949-53 döneminde diğer parti idârecileri gibi sık sık Stalin’in siyâsî oyunlarıyla karşılaştı. 1953’te Stalin’in ölümünden sonra Komünist Partinin birinci sekreterliğine getirildi. Devleti idâre eden Başbakan Melenkov ile bir müddet rekâbet etti. 1955’te Melenkov’u başbakanlıktan uzaklaştırarak yerine kendi adayı Nikolay A. Bulganin’i getirdi.

Mayıs 1955’te ilk dış gezisini Bulganin’le birlikte Yugoslavya’ya yaptı. Daha sonra, Cenevre, Afganistan ve Hindistan’a yaptığı gezilerde dışa dönük ve esnek bir politika izlediğini gösterdi. Şubat 1956’da Moskova’da toplanan 20. Parti Kongresinde; iktidârın tek kişide toplanmasını tenkid ederek, Stalin’i acımasızlık, hoşgörüsüzlük ve iktidârı kötüye kullanmakla suçladı. Stalin’in yanılmaz lider imajını yıkmaya ve Leninist modele dönmeye yönelik köklü bir Stalincilikten uzaklaşma kampanyası başlattı. Binlerce siyâsî tutukluyu serbest bıraktı. Stalincilikten arınma hareketi Doğu Avrupa’daki sosyalist ülkelerde de önemli gelişmelere yol açtı. Polonya ve Macaristan’da ayaklanmalar meydana geldi. Doğu Avrupa’daki bu gerginlikler Kruşçev’e karşı muhalefetin güçlenmesine sebep oldu. 1957’de Kruşçev’in vazifeden uzaklaştırılması gündeme geldi. Prezidyumda yapılan bir oylama aleyhine neticelendiyse de vazifede kalmayı başardı. 1958’de başbakanlığı da üstlendi. 1959’da 21. Parti Kongresinde kapitalist ülkelerle barışçı bir yarış içinde olmayı teklif etti. ABD’ye yaptığı ziyâret sonrasında Mayıs 1960’ta iki ülke liderinin Paris’te yaptığı zirveye katıldı.

1961’de ABD Başkanı John F. Kennedy’le Viyana’da yapılan zirve toplantısına katıldı. Bu görüşmeden kısa süre sonra Berlin Duvarı inşâ edildi. 1962’de Küba’ya orta menzilli füzeler yerleştirmeye girişti. ABD ile uzlaşılması neticesinde füzeleri kaldırmayı kabul etti. Bu uzlaşma sebebiyle Komünist Çin ile SSCB’nin arası açıldı. Çin lideri Mao Zedong (Tse Tung) tarafından sert bir şekilde tenkid edilen Kruşçev ihtiyaç maddelerinin karşılanması yönünde halktan gelen baskıları ve aydınların düşünce hürriyetinin genişletilmesi yönündeki isteklerini dikkate aldı. Ancak idâredeki hâkimiyetinin azalacağı endişesiyle rahatsız oldu. Bu sebeple ilim ve fikir adamlarına karşı sert tedbirlere yöneldi. 1958’de Boris Pasternak’ın Nobel Ödülünü almasına izin vermedi.

Dış politikada, hem sosyalist hem kapitalist ülkelerle ilişkilerin genişlemesi için çaba gösteren Kruşçev, Sovyet yurttaşlarının turist olarak ülke dışına çıkmasına ilk defa imkan sağladı. Konvansiyonel silahları azaltarak, nükleer füzeleri geliştirme çabaları sebebiyle Sovyet askerî yetkililerinin sert muhâlefetine hedef oldu. Uyguladığı tarım politikasında başarısız oldu. 14 ekim 1964’te yapılan Merkez Komitesi toplantısında, ileri yaşı ve bozulan sağlığı sebebiyle istifâ eden Kruşçev parti birinci sekreterliği ve başbakanlık vazifelerinden ayrıldı. Hayâtının son yıllarını Moskova’daki evinde sessiz olarak geçirdi.

Geniş kitlelere zulmeden, dünyâyı kana boyayan, insanların vicdanlarına kilit vurmaya çalışan, öldükten sonra da lânetle anılan diğer diktatörler gibi o da 11 Eylül 1971’de Moskova’da öldü. Ölümü halka 48 saat geçtikten sonra haber verildi. Devlet töreni yapılmadan Moskova’da Novodeviçi Manastırı Mezarlığına gömüldü.

KRUVAZÖR

Alm. Kreuzer (m), Fr. Croiseur, İng. Cruiser. Muhriple uçak gemisi arası bir çeşit büyük harb gemisi. Top ve roket silâhlarla donatılmış süratli bir gemidir. Kruvazörün ana görevi stratejiktir. Denizde muhârebâtı yönlendirir. Düşmanı yanıltıcı haberlerle oyalar. Ticâret filosunu korur ve düşman ticâret filosunu tahrib eder.

Yirminci yüzyılın ilk yarısında, kruvazörün taktik olarak önemi azalmıştır. Uçaklar, muhripler ve çok süratli denizaltılar kruvazörlerin görevlerini üstlenmiştir. 1960’larda ABD’nin 37, Rusya’nın 20, İngiltere’nin 5 kruvazörü vardı.

1961 senesinde inşâsı tamamlanan ABD’ye âit USSLong Beach kruvazörü, dünyanın ilk nükleer tahrikli harb gemisidir. Bu gemi, saatte 30 mil sürat yapmakta ve yakıt yenilemeden 160.000 km gitmektedir. Gemi tamâmen roketlerle donatılmıştır. Kruvazörler, kendi aralarında sınıflara ayrılır. 8 inç (203 mm)lik toplarla donatılan gemilere ağır kruvazör; 6 inç (152 mm)lik toplarla donatılan gemilere hafif kruvazör; roketlerle donatılmış gemilere güdümlü mermi kruvazörleri denir.

1922 Washington Konferansı ile kruvazörlere ton sınırlaması getirildi. Buna göre 10.000 tonun üzerinde harp gemileri yapılamayacaktı. Bu karar 1945 târihine kadar devâm etti. 1945’den sonra büyük tonajlı savaş gemileri yapılmaya başlandı.

KSENON

Alm. Xenon, Fr. Xénon, İng. Xenon. Xe sembolü ile gösterilen, soy gazlar sınıfından bir element. VIII A grubunda bulunur. Yeryüzündeki gazlar içinde eser halde bulunur. Kuru havada ise hacimce yaklaşık yüzde 0,0000086 nispetinde bulunur. Havadan dört buçuk defa daha ağır olan ağır bir gazdır. Sıvı havanın fraksiyonlu destilasyonu ile az miktarda elde edilebilmektedir.

Ksenonun atom numarası 54, atom ağırlığı 131.3, erime noktası -112°C, kaynama noktası -107°C dir. Elektronların yerleşim biçimi (Kr) 4d10 5s2 5p6 şeklindedir. Soy gazlar elektron yapıları sebebiyle normal olarak bileşik yapmazlar. Ancak kimyâsal bileşik yapabildiği tesbit edilen ilk soy gaz da ksenondur.

Ksenon, stroboskoplarda ve çok hızlı hareket eden cisimlerin fotoğraflarının çekiminde faydalanılan flaşlarda kullanılır. Düşük basınçta ksenon gazından bir elektrik akımı geçirildiğinde, parlamayla mavimtrak beyaz ışık, daha yüksek basınçlarda ise gün ışığına benzeyen beyaz ışık elde edilir. Ksenon flaş lambaları, yakut laserlerini daha tesirli kılmada kullanılır.

Tabiî ksenon dokuz kararlı izotopunun karışımı hâlinde bulunur. Bâzı göktaşlarında bulunan ve büyük nispette ksenon-129’dan meydana gelen ksenonun, yarı ömrü 17 milyon yıl olan iyot-129’un radyoaktif bozunması sonucunda teşekkül ettiği kabul edilir. Göktaşlarında bulunan ksenon-129 miktarının tetkiki güneş sisteminin aydınlatılmasında ışık tutar.

1962’ye kadar soy gazlar inert(âtıl) kabul edilirdi. Ancak bu târihte ilk defa bir soy gaz bileşiği olan heksaflüoroplatinat V (Xe (Pt F6)X) elde edilebildi. Daha sonra ksenonun flüorlu bir dizi bileşiği daha (Xe F2, XeF4 ve XeF6) elde edildi.

KSENOPHON

Eski Yunan yazarı ve askeri. Mîlâttan önce 430’da Atina civarındaki Erkheeia’da doğup, M.Ö. 334’te Korent’te öldü. Gryllos’un oğludur. Prodikos’dan ders alıp, filozof Sokrat’a bağlandı. (M.Ö. 431-404) Mora Harbine Atina süvarisi olarak katıldı. Atina usülü demokraside aksaklıkları tesbit edince, kendisinde bu sisteme karşı nefret hâsıl oldu. Ücretli asker olarak arkadaşı Proxenos ile İran prensiCyrus’un kardeşi Pers kralı İkinci Artaxerxes Mnemonu’ya karşı hazırlanan orduya katıldı. M.Ö. 401’de Küçük Asya ordusuyla Anadolu’ya geçti. Prens Cyrus, İran Kralıyla Cunaxa’da yapılan muhârebede öldürülünce, Yunan ordusuna seçilen beş generalden birisi oldu. On iki bin askeri Cunaxa’dan alıp, kalan altı bin mevcutla Chryspolis’e geldi. Bu geri çekiliş Yunan askerî kabiliyetinin en büyük taktiklerinden biri kabul edilir.

M.Ö. 399-344 yıllarında Küçük Asya’daki Pers vâlilerine karşı askerî harekâtlarda bulunup, Yunanistan’a döndü. Isparta Kralıİkinci Agesilaus’un himâyesine girdi. Atinalılar’a karşı Koronica Muhârebesinde bulundu. Isparta kralının himayesinde önce Scillus’ta sonra da Korinthas’ta kaldı. Ksenophon çiftçilik yapıp, av ve eğlence tertipleyerek, kitap yazdı. Scillus’da kaldığı yıllarda, târihî ve askerî hâtıralarını anlatan Kyrou Anabasis, Hellenika, Agesilas, Peri Hippikes ile siyasî mahiyetteki Lakedaimoniom Politeia, Hieron, Oikonomikos, felsefî Appologia Sokrateus, Appomnenoneumata adlı kitapları yazmıştır.

KSİLEN

Alm. Xylene, Fr. Xyléne, İng. Xylene. Benzenin dimetil türevleri olan üç organik bileşiğin ortak adı. C6H4 (CH3)2 kapalı formülü ile gösterilen bu izomerler metil gruplarının bağlandığı karbonlara göre o-ksilen, m-ksilen ve p-ksilen olarak adlandırılırlar.

Ksilenlerin başlıca kaynağı, kömür katranı ve petroldür. m-ksilen diğerlerine nispetle daha büyük yüzdelerde bulunur. Orto, meta ve para ksilenleri birbirinden ayırmak için ayrımsal damıtma ve kristallendirme işlemleri uygulanır.

Ksilenler uçak yakıtlarının bileşiminde yer alırlar. Boya, elyaf, laklar ve kauçuk endüstrisinde kullanılırlar.

Ksilen renksiz, kolayca alevlenebilen ve zehirli olan bir sıvıdır.

KU-KLUX KLAN

Amerika Birleşik Devletleri’nde, bilhassa güney eyâletlerinde ortaya çıkan gizli bir teşkilât. K.K.K. rumuzuyla tanınır.

İlk Ku-Klux Klanlar Amerika’daki Kuzey-Güney harplerinden sonra, güneyde beyaz ırkın üstünlüğü iddiâsıyla ortaya çıktı. İkinci teşkilât ise 1920’lerde, din, ahlâk ve vatanperverlik hüviyetine bürünerek faaliyet gösterdi. İkinci Dünya Harbinden sonra da zenci haklarının savunma faâliyetleri kuvvet kazanmaya başlayınca yine güneyde Ku-Klux Klanlar sahneye çıktılar. Bu teşkilât şiddet hareketlerine başvurması sebebiyle halkın ve devletin nefretini kazandı.

Ku-Klux Klanlar geniş kollu, uzun bir cübbe ve ikisi göz, ikisi de ağız, burun için delikleri bulunan kukuleta denen başlık giyerlerdi. Kukuletanın üstünde birer kırmızı şeritlerle bağlı üç boynuz gibi çıkıntısı vardır.

1871’de Ku-Klux Klanların güneyde yeni bir karışıklık çıkarmaları üzerine bu teşkilâtın binlerce üyesi tevkif edildi ve haklarında çeşitli cezâlar verildi.

Bir müddet sonra çeşitli isimlerde tekrar ortaya çıkan Klanlar Texas, Mississippi, Alabama, Arkensas, Florida, Lousianen ve Güney Carolina eyaletlerindeki Zenci hâkimiyetini ortadan kaldırdılar. Binlerce Zenciyi katlettiler.

1915’te diğer teşkilâtı Atlanta civarında Stone Mountain’de kuruldu. Sayıları 5 bini bulan üye toplayabildi. Daha sonra üye sayısını 5 milyona çıkardı. Bu teşkilât sâdece zencilere değil aynı zamanda Yahûdî, Katolik ve diğer yabancılara da saldırdılar. Katı ve şekilci bir ırkçılık politikası, üyelerinin hızla bu teşkilâttan ayrılmalarına sebeb oldu. Tedhiş hareketlerine hız veren Ku-Klux Klanların faaliyetleri 1928’de tekrar yasak edildi. Fakat faaliyetleri zaman zaman yine görülmekte, çalışmalarını gizli sürdürmektedirler.