KÖLEMENLER
(Bkz. Memlûkler)
Alm. Kohle (f), Fr. Charbon (m), houille (f), İng. Charcoal, coal. Taşlaşmış karbon kütlesi olan bir cins katı yakıt. Kömür, bir mineral değildir. Çünkü bir oluşum sonucu meydana gelmemiştir. Demir, bakır, çinko, alüminyum veya bunların oksidleri, sülfürleri vb. gibi tabiî olarak kendi durumunda var olan bir cevher değildir. Kömür, karbon yönünden zengin (% 65-95 arasında) tabiî bir cisimdir. Bileşiminde ayrıca kükürt, demir oksit, alüminyum, kireç, silisyum, oksijen, hidrojen vb. bulunur.
Fizikî özellikleri: Siyah renkte, az çok parıltılı olup, genel olarak düzgün yüzeylidir. Kolayca kırılıp ufalanmaz. Özgül ağırlığı(kg/dm3): 1,1 (linyit) ile 1,8 (antrasit) arasında değişir.
Kömür çeşitleri:
Kömürler, gerek meydana geliş zamanları, gerekse bileşimlerindeki karbon miktârı yönünden birbirinden ayrılırlar. Meydâna gelişleri eski olan kömürlerin ısıtma değeri de o nisbette yüksektir.
Antrasit: En eski ve karbon yönünden en zengin kömür çeşididir. Meydana geliş târihi 300 milyon yıl geriye dayanan antrasitteki karbon yüzdesi 90-95’i bulur.
Taş kömürü: Antrasit kadar eski olmamakla beraber 200-250 milyon yıllık bir geçmişe sâhib olduğu tahmin edilmektedir. Karbon yüzdesi 80-90’ı bulur.
Linyit: Daha oluşumunu tamamlamamış kömürlerdendir. Tahminen 60 milyon yıl önce meydana gelmeye başlayan linyitte su ve bu arada bir çok yabancı madde de bulunmaktadır. Karbon yüzdesi 65-70 kadardır.
Turba: Bu kömüre daha çok bataklık yerlerde rastlanmaktadır. İçindeki su mikdârı yüksektir. Karbon yüzdesi ise 60’ı geçmez. Turba, henüz karbonlaşma safhasını tamamlamamış genç kömürlerdendir.
Grafit: Grafit, karbon denilen kimyevî maddenin, tabiatta bulunan saf durumudur. Elmas da saf bir karbon olduğu halde aralarındaki fark grafitin kristalsiz bir yapıya sâhib oluşudur. Grafit, ark lambası kömürlerinin yapımında ve yağlama maddelerinde kullanılır. Kil ile belirli bir nisbette karıştırılırsa, kalem ucu yapımına yarayan bir madde elde edilir.
Kok: Kok, gerçek anlamda bir kömür değildir. Tabiatta serbest olarak bulunmaz, fabrikalarda taş kömürünün içindeki gazların çıkartılmasından sonra elde edilen kömürdür. Gerek ev sobalarında, gerek yüksek fırınlarda ısıtma gâyesiyle kullanılır. Çelik alaşımlarında çeliğin içine gerekli karbonu verme işleminde de faydalanılır.
Kömür yatakları: Kömür katmanlarının jeolojik oluşumu, bize kömürün yer kabuğunun 400 ile 4000 m derinlikleri arasında yayılmış olduğunu göstermektedir. Kömür yataklarına dünyânın hemen hemen her yerinde rastlanır. Polonya Rusya ve Çin, kömür yatakları yönünden dünyânın en zengin ülkeleri arasında sayılırlar. Bâzan 5000 kilometre karelik geniş bir alana yayılmış büyük kömür yatakları olduğu gibi, toprak seviyesinden 50-60 m aşağıda işletilmesi kolay kömür yatakları da vardır.
Kömür mâdenciliği: Kömür yatakları, aşağı yukarı 250-400 milyon yıl öncesinin sıcak ve nemli iklimlerinde yetişen büyük orman bitkilerinin kalıntılarından meydana gelmiştir. Bu bitkiler, ölerek çürümüş ve zamanla, karaları kaplayan, denizlerin biriktirdiği tortular altına gömülüp katılaşmıştır.
Yüzyıllarca önce Avrupa’da çok büyük ormanlar vardı, ama zamanla bu ormanların yok olması, yakacak olarak odunu çok pahalı bir kaynak hâline getirdi. Bu sebeple, kömürün bulunması ve işletilmesi, ekonomik yönden büyük değer kazandı.
On yedinci yüzyılda, kömürün odunun yerini alması, sanayi inkılâbının temelini teşkil eder. Kömür ekonomisi ve teknolojisi geliştikçe, mâdenlerdeki güvenlik meselesi de büyüdü, bu yüzden zaman geçtikçe modern kömür mâdenciliği metodlarının geliştirilmesi ve yaygınlaştırılması zarûrî bir hâl aldı. Ancak günümüzde de modern mâdencilik teknikleri uygulandığı halde bâzı memleketlerde çok sayıda işçinin ölümüyle sonuçlanan kazâlar olmaktadır.
Modern kömür mâdenciliği metodları: Kömür yatakları, başlıca iki şekilde işletilir.
Yeraltı mâdenciliği: Açık tavanlı mâdencilik. Seçilen metod, damarın derinliğine, eğimine ve kalınlığına, birikim konumuna, alan özelliklerine, yüzey topoğrafyasına ve çevre şartlarına göre tesbit edilir.
Açık işletme: Kömür damarları üstündeki toprak tabakası temizlendikten sonra uygulanır. Eskiden kaldırılabilen üst tabaka kalınlığı 30 metreyi geçmezken, günümüzde bunun üç katı kadar toprağın temizlenmesi mümkündür. Bâzı açık mâdenlerde günde 50.000 ton kadar üretim yapılabilmektedir. Bu mâdenlerde toprağın temizlenmesi işlemi, modern kazı makinalarıyla gerçekleştirilmektedir.
ABD’de “burgu mâdenciliği” adı verilen özel bir açık tavanlı mâdencilik tekniği de geliştirilmiştir. Bu usûl, üst tabakanın temizlenmesiyle ortaya çıkan kömür damarlarına, paralel delikler açılmakla olur. Bu işte kullanılan burgular, kömür damarını 90 m kadar delen, 0,6-1,5 m çapında, büyük matkaplardır. Burguyla kazılan kömür, burgunun kıvrımları boyunca yukarı doğru ilerler ve deliğin ağzından toplanır. Bu çeşit bir işletmede verim, yeraltı mâdenciliğine göre çok yüksektir. Toplam mâdencilik giderleri de düşük olup, genellikle, derin kuyu madencilik işletmelerinin dörtte biri kadardır. Bu yüzden açık tavanlı işletmeler, öteki metodlara tercih edilir.
Bununla birlikte açık tavanlı mâdencilik, çevre üstündeki olumsuz tesirleri sebebiyle mahzurlu bulunmaktadır. Bâzı yerlerde, bir dağ tepesinin tamamiyle kaldırılması söz konusu olabilir. Bu, sâdece tabiat güzelliğini değil, bölgenin ağaçlanmasını ve tabiî hayatı da etkiler. Bunun bir çözümü, açık tavanlı işletmeden kömür çıkarma işi bitirildiğinde, yerleşim merkezlerinden getirilen artıklarla mâdenin üstünü kapatıp, yeniden ağaçlandırmak olabilir. Dünyâ kömürünün büyük bir kısmı, yeraltı madenlerinden elde edilir. Bunların bâzılarının derinliği 900-1200 metreyi bulur. Söz konusu derinliklerde damarlara, elevatörlerle donatılmış dikey kuyularla inilir. Daha az derinliklerde yer alan damarlarsa yüzeye, eğimli tünellerle bağlanır. Tünellere genellikle konveyörler kurulur.
Yapılan tahminlere göre, dünyâda 5544 milyar tonun üzerinde faydalanılabilir kömür rezervlerinin bulunduğu hesaplanmıştır. En son araştırmaların neticelerine göre Türkiye’de 1,4 milyar ton taşkömürü, 7,6 milyar ton da linyit kömürü olmak üzere toplam 9 milyar ton kömür varlığı olduğu kabul edilmektedir. Türkiyenin yıllık üretimi dört milyon tonun üzerindedir.
Dünyâ Kömür Rezervlerinin Kıtalara Göre Dağılımı (Tahminî)
Amerika |
2.281 milyar ton |
Avrupa |
682 milyar ton |
Asya |
2.110 milyar ton |
Afrika |
210 milyar ton |
Avustralya |
21 milyar ton |
Ülkemizde üretilen kömür madenleri, Türkiye Kömür İşletmeleri Teşkilatı (TKİ) ile Özel Sektör tarafından üretilmektedir. Yurdumuzda başta Zonguldak olmak üzere Tavşanlı, Ereğli, Kozlu-Kilimli, Çan havzası, Bolu-Mengen, Düzce, Göynük, Malkara (Tekirdağ), Soma, Değirmisaz, Tunçbilek, Balkaya (Erzurum), Şırnak (Siirt), Halifan (Bingöl), Kangal (Sivas), Cizre, Silopi (Mardin), Çeltek (Amasya) havzaları başlıca kömür yataklarıdır.
Alm. Hund (m), Fr. Chien (m), İng. Dog. Familyası: Köpekgiller (Canidae). Yaşadığı yerler: Evcil ve vahşî olarak dünyânın hemen hemen her yerinde. Özellikleri: Keskin koku alma ve işitme kâbiliyetli etçil bir memeli. Sâhibine bağlılığı ile şöhret bulmuştur. Ömrü: 15-20 yıl. Çeşitleri: Görünüş ve büyüklükleri farklı 100’den fazla köpek ırkı vardır. Çoban köpeği, av köpeği, buldog, polis köpeği, Saint Bernard köpekleri meşhurdur.
Etçiller (Carnivora) takımının, köpekgiller familyasından bir memeli türü. Çok eski çağlardan beri evcilleştirilmiştir. Görünüş ve büyüklükleri farklı, yüzden fazla evcil ırkı vardır. Başı az çok uzun, üst çenede üç, alt çenede dört kesici dişi bulunur. Ön ayakları beş, arka ayakları dört parmaklıdır. Tırnakları kedi gibi çekilebilme özelliğinden mahrumdur. Parmakları üstünde koşar ve iyi yüzer. Saatte 50 km hızla yol alır. Gündüz ve gece faaldir. Koku alma ve işitme duyuları keskindir. Zeki olduğundan kolayca terbiye edilebilir. Sâhibine bağlılığı ile ün yapmıştır.
Avustralya’nın vahşî köpekleri “dingolar” sürü hâlinde yaşayarak kanguru avlarlar. Bâzan yerliler yavrularını avda kullanmak için evcilleştirirler. Afrika’nın yabânî “Kap avcı köpekleri” de toplu halde yaşarlar. Akşam karanlığı basarken ve şafak sökerken sürüler hâlinde dolaşarak zebra, ceylan, kangru, sığır gibi toynaklı memelileri avlarlar.
Erkek köpekler arka bacaklarından birini kaldırarak idrar bırakırlar. Ağaç kökü, kaya gibi yerlere kokulu olan idrarlarını yaparak, bölgelerinin sınırlarını çizerler. Her köpek komşu köpeklerin kokulu işâretlerini tanır ve bölgelerine girmekten çekinir. Beş ayda bir eşleşirler. 63 günlük bir gebelik devresinden sonra, dişi, gözleri kapalı ve sağır 6-8 yavru doğurur. İki hafta sonunda gözleri açılarak işitmeye başlarlar. Altı hafta süt emerler. 6-12 haftalıkken eğitilmelidir. Aksi takdirde insanlardan çekingen olurlar. On aylık olunca erginleşir, 15-20 yıl kadar yaşarlar.
Pers Kralı Kurus, savaşta kullanmak için harp köpekleri yetiştirdi. Romalılar, arenalarda köpekleri aslana karşı dövüştürürdü. Bugün av, haber, bekçilik, polislik, kurtarma vs. işlerinde insanların dostu olarak hizmet görmektedirler. İsviçre’de Alp Dağlarının yükseklerinde inşâ edilmiş olan Saint Bernard Manastırında yetiştirilen köpekler, her yıl karlar arasında kalmış birçok yolcuyu bulup kurtarmaktadırlar. Boyunlarında taşıdıkları ilk yardım çantasıyla kazâzedelere yardıma koşar ve havlayarak yardım çağırırlar. Seslerini duyuramadıkları takdirde, kazâzedeyi yakasından çeke çeke ilkyardım merkezine götürerek ölümden kurtarırlar. Koku alma ve iz sürme kâbiliyetleriyle polis köpekleri her yıl birçok kânun kaçağının yakalanmasına yardım ederler. Çoban, bekçi ve av köpekleri de insanlığın hizmetindedir. Birçok meraklının evinde süs köpekleri beslenmektedir.
Köpek, insana her ne kadar sâdıksa da kuduz hastalığına rahat tutulması ve barsaklarında köpek tenyası(Tenya ekinokoküs) taşımasıyla sağlık açısından tehlikeli sayılır. Bunlar ve bilemediğimiz başka sebeplerden dînimiz, köpeklerin ev içinde beslenmesine müsâade etmemektedir.
Köpeklerde hemen hemen hiç ter bezi yoktur. Dolayısı ile hiç terlemezler. Yalnız sıcak zamanlarda dillerini ağızlarından sarkıtarak harâretlerini dışarı atarak serinlerler.
Alm. Haifish (m), Fr. Réquin (n.m), İng. Shark. Familyası: Harhariyasgiller (Carchariidae). Yaşadığı yerler: Hem okyanusta hem de tatlı sularda bulunabilirler. Tropik sularda, kuzey denizlerinde ve Akdeniz’de çoğunlukla derinlerde rastlanırlar. Özellikleri: İskeletleri kıkırdaktandır. Vücutlarının büyük kısmı zımpara gibi bir madde ile kaplıdır. Ağızları başın altında bulunur. Keskin birkaç sıra dişleri bulunur. Yumurtlayan ve doğuran türleri vardır. Çeşitleri: Harhariyas, güneşleyen köpekbalığı, çizgili köpekbalığı, mavi köpekbalığı, çekiç köpekbalığı, camgöz, vatoz, keler bilinen meşhur türleridir.
Köpekbalıkları (Selachii) takımından, torpido veya mekik gövdeli, sivri burunlu, ağızları alt tarafta olan ve solungaç yarıkları boynun iki yanında bulunan, kıkırdak iskeletli yırtıcı balıkların genel adı. Denizlerde yaşayan 250 kadar türü bilinmektedir. Bunların 27 türünün insanlara saldırdığı tesbit edilmiştir. Bâzı türler tropik nehirlerin tatlı su ağızlarına kadar sokulurlar. Boyları 30 cm’den küçük olanları olduğu gibi 14 metreye ulaşanları ve ağırlıkları 18 ton gelenleri vardır. Derileri pulsuzdur. Üzeri zımpara gibi sert ve pürtüklü bir maddeyle kaplıdır. Kuru derileri eskiden marangozlar tarafından zımpara kâğıdı yerine kullanılırdı. Boyunlarının yan tarafında çoğunlukla beşer solungaç yarığı bulunur. Bu sayı bâzılarında altı veya yedi olabilir. Solungaçlarının kapakları yoktur. Solunum için su, ağızdan alınarak solungaç yarıklarından pompalanır.
Köpekbalıklarının yüzme (hava) keseleri bulunmadığından ve suda ağır olduklarından, batmamak için sürekli olarak yüzmek zorundadırlar. Bu sâyede su kesintisiz olarak ağızdan girerek solungaçlardan pompalanır. Balina köpekbalığı ise, ağzı açık olarak yüzdüğünden su akımı kesintisizdir.
Gelişmiş geniş yüzgeçleri, bir su kanadı gibi kullanılarak ağır gövdeyi devamlı yukarı kaldırırlar. Bâzılarının sindirim sistemi de yüzmeye yardımcıdır. Kum köpekbalıkları su yüzeyinde kalabilmek için hava yutarak mîdelerini şişirirler. Köpekbalıklarının vücut yağları karaciğerlerinde biriktiğinden etleri yavan ve tatsızdır. Orta derinlikte yaşayanlarının büyük ve yağlı karaciğerleri yüzdürücü organ görevi yapar.
Köpekbalıklarının sâbit solungaçlarını havalandırmak için, devamlı dolaşmaları gerektiği fikrinin doğruluğu bütün türler için geçerli değildir. Kaplan köpekbalıkları ve diğer bâzılarının karınları üstünde yatarak saatlerce dipte kalabildikleri gözlenmiştir. Ağızları, oksijen için solungaçlara ağır ağır su pompalar vaziyettedir.
Köpekbalıklarının üremesi, çiftleşme sonucunda iç döllenme ile gerçekleşir. Döl yatağında yumurtalardan çıkan yavrular gelişimlerini buradan tamamlar ve canlı olarak doğarlar. Bâzıları ise yumurtlayarak ürer. Bir kuş yumurtası kadar olabilen yumurtaları esnek bir kapsül içinde bulunur. Uçlarındaki ipliksi uzantılarla zeminlere tutunurlar. Yavrular doğar doğmaz dişlerine uygun küçük balıklara saldırırlar. Köpekbalıklarının karaciğerleri A vitamini bakımından zengindir. Bunlar ve derileri için avlanırlar.
Köpekbalıklarında dişler çenelerinde birkaç sıra hâlinde bulunur. Bu diş dizilerinin dışta olanı etkilidir ve içteki dizi ise kolaylıkla dışa doğru katlanabilir ve burada kaybedilen dişlerin yerini alır. Çenenin ön kısmında dişler kesicidir. Bunların gerisinde ise ezici dişler yer alır.
Etçil saldırgan ve hareketli hayvanlardır. Çoğunlukla balıklar, çeşitli omurgasızlar ve gemilerden, limanlardan, atılan çöplerle beslenirler. Bu arada çeşitli eşyâları da yutarlar. Yakalananların mîdelerinde çeşitli kutular, şişeler, kömür ve tahta parçaları, gazete kâğıdı, kırık çalar saatler, beze sarılmış tuğla gibi eşyâlar görülür. Mîdeleri sindirimden çok depolama vazîfesi yapmaktadır. Bâzan mîdelerinde, parçalanmadan yutulmuş bütün balıklara rastlanabilmektedir. Köpekbalıklarının doymak bilmeyen yüksek bir iştahları vardır. Müthiş açlıklarını bastırmak için devamlı yiyecek ararlar. Bulurlarsa yerler. Köpekbalıkları okyanusların çöpçüleridir. Ağızlar başlarının altında olduğundan deniz tabanındaki leşleri âdetâ süpürürler. Mîde suları o kadar kuvvetlidir ki, tek bir damlası insan etini yakar. Yavruları bile aç doğar. Doğar doğmaz dişlerine uygun küçük balıklara saldırırlar. Ağızları altta olduğundan, avlarına yandan dönerek saldırırlar. Avdan testereyle kesilmiş gibi parçalar kopararak yerler. Bu balıkların saldırısı sonucu, ayağını veya kolunu kaybetmiş birçok insan mevcuttur. Bu hayvanlar, tehlikeli olmakla berâber insanlara yaptıkları zarar korkulduğu kadar değildir. Her sene yıldırım çarpmasıyla ölenlerin sayısı, köpekbalıklarının öldürdüklerinden fazladır.
Köpekbalıkları, çok keskin bir koku alma duyusuna sâhiptir. Başın alt kısmında ve ağzın önünde bulunan burun deliklerinde koku alma organları vardır. Burunları soluk almaya değil, koku almaya yarar. Kan kokusunu üç km uzaklıktan hissederler ve saldırgan bir hâle gelerek o bölgeye doğru hızla hareket ederler.
Koku duyusunu görme duyusu tamamlar. Eskiden beri, köpekbalıklarının gözlerinin zayıf olduğu kabul edilirdi. Ancak, yapılan incelemeler netîcesinde gözlerinde hassas bir retina bulunduğu ortaya çıkarıldı. Çok zayıf ışıkta bile görebilirler. Meselâ gece veya karanlık derin sularda rahatlıkla avlanabilirler. Bâzı derin su köpekbalıklarının gözlerindeki ağ tabakasında zayıf ve kesintili ışığı netleştiren ince bir zar mevcuttur. (Kediler de buna yakın bir mekanizmayla koyu karanlık bir ortamdaki en zayıf ışığı bile değerlendirerek çevrelerini rahatça görürler.) Gözlerine fazla ışık geldiğinde duyarlı zar, bir çeşit koku diyaframıyla örtülerek gözü korur.
Araştırmacılar, köpekbalıklarının avlanırken, avlarının 30 metre yakınına kadar koku duyularıyla yaklaştığını, 30 metreden daha yakın olan avları için gözlerini devreye koyduklarını ortaya çıkardı.
Köpekbalıkları, ayrıca vibrasyonlara karşı da çok hassastır. Aynı zamandan vibrasyon (sallantı) cinsi de mühimdir. Akıntı ters olsa bile işitme duyuları sâyesinde sudaki titreşimlerden, yaralı bir insan veya hayvanın varlığının farkına varırlar. İşitme olayına, kapsül içinde bulunan iç kulaklarından başka, yanal çizgilerinden de son derece istifâde ederler. Kemikli balıklarda olduğu gibi, vücutlarının yanlarında uzunlamasına birer kanal içinde bulunan yan organ (yanal çizgi) küçük frekanslı titreşimleri idrak eder.
Köpekbalıklarının saldırısına sebeb olan etkilerden biri de yüzen kimsenin sudaki hareketleridir. Köpek balıkları, daha çok sinirli, düzensiz, çırpıntı şeklindeki su dalgalarına doğru giderler. Bir insanın sudaki davranışı, çoğu zaman köpekbalıklarının davranışını tâyin eder. Suda panik çok tehlikelidir. Böyle hareketler köpekbalıklarına dâvetiyedir. Denizde yüzen insan, köpekbalığı gördüğü takdirde soğukkanlılığını bozmadan düzenli yüzme hareketleriyle sâhile bir an önce varmaya çalışmalıdır. Bunun çok faydası vardır. Paniğe kapılmadan düzgün yüzme hareketleriyle birkaç köpekbalığı arasından sıyrılarak sâhile ulaşan kimseler mevcuttur. Köpekbalığının burnu darbeye karşı hassastır. Burnuna vurulabilecek bir yumruk, balığı kaçırtır. Bir yaralanma hâlinde, yarayı hemen kayış gibi birşeyle sıkarak kanı durdurmak gerekir. Aksi takdirde kısa bir anda ortalık köpekbalıklarıyla kaynayabilir. Köpekbalıkları genelde derin su hayvanları olmakla berâber bâzan sığ sularda da saldırmaktadırlar.
Köpekbalıklarına karşı çeşitli korunma çâreleri araştırılmaktadır. İkinci Dünyâ Harbinde ABD donanmasında bunlarla ilgili çalışmalar hızlandırılmıştı. Yarı kokuşmuş köpekbalığı etinin, ahtapot ve mürekkepbalığı mürekkebinin köpekbalıklarını kaçırttığı tesbit edildi. İlim adamları, bir geminin batması veya bir tayyarenin mecbûri iniş yapması hâlinde personeli korumak için bakır-asetatlı bir bileşimi ve nigrosin boyası hazırladılar. Bakır-asetatlı bileşim, kokuşmuş köpekbalığı etinin bâzı kimyevî husûsiyetini taşır. Nigrosin boyası da, mürekkep balığı mürekkebini andırır. Yapılan denemeler gösterdi ki, suda eriyen kalıp hâlindeki karışım suya bırakılınca köpekbalıklarını kaçırttı. Korunma çâresi olarak gemideki bütün personele dağıtıldı. Böylece birçok hayat kurtarılmış oldu. Daha sonra yapılan araştırmalar netîcesinde köpekbalıklarını kaçırtan şeyin nigrosin boyasından çok boyanın rengi olduğu ortaya çıktı. Bununla berâber asetat ve kara nigrosin boyasıyla yapılan deneyler her zaman kesin sonuç verememektedir. Delinmiş, basınçlı hava borularından çıkan hava kabarcıkları da köpekbalıklarını tamâmen kaçırtmamaktadır. Köpekbalığı saldırısına karşı, insanı koruyabilen bir çeşit “köpekbalığı kaçırıcı madde” elde etme çalışmaları henüz kesin bir sonuç verememiştir. En uygun savunma çeşidi; yüzülen alanları, köpekbalıklarına karşı hazırlanmış özel ağlarla çevirmektir.
Köpekbalıklarının denizlerde mağlup edemedikleri tek hayvan zekî foklardır. Foklar saldırgan köpekbalıklarının karın boşluğuna dalarak karnını deşerler. Bâzı ülkelerin plajlarında, köpekbalıklarının saldırılarına karşı ehlileştirilmiş fok balıkları bulundurulur. Yurdumuzda en çok rastlanan camgöz kedibalığı, pamukbalığı ve vatozlardır.
Asıl köpekbalığı (Mustelus mustelus): Tropik ve kuzey denizlerle Akdeniz’de yaşar. Boyu 1,25 ile 1,75 m arasındadır. Yumuşakça ve kabuklular ile beslenir. Derinlerde barınır. Mayıs ve haziran aylarında kıyı bölgelere gelir.
Mâvi köpekbalığı (Prionace glauca): Tropik ve ılık denizler ile Akdeniz’de ve Avrupa kıyılarında yaşar. Boyu 3,5-4,5 metre kadardır. Gözleri, göğüs ve karın yüzgeçleri mâvi olduğu için bu adı almıştır. Pamuk balığı olarak da bilinir. Dişleri kuvvetli ve testere gibidir. Yakalandığı zaman sudan çıkarılmadan önce öldürülür. Asıl harhariyastan sonra insanlar için en korkulu balıktır. Bir defâ insan etinin tadını almış olanı korkusuzca insana saldırır. Tropik denizlerde 140 kadar çeşidi yaşamaktadır.
Asıl harhariyas (Carccharhinus lamia): Bu cinsin 40 kadar türü vardır. Atlantik Denizinde ve Akdeniz’de yaşar. Boyu 2,25 metre kadardır. Rastladığı balığı yutar. İnsan için en tehlikeli köpekbalığıdır.
Mahmuzlu camgöz (Squalus acanthias): Atlantik Denizinde ve Akdeniz’de yaşar. Boyu 1,5 metre kadardır. Her iki yılda bir ilkbaharda beyaz renkli 25-26 cm boyunda 6 ile 12 yavru doğurur.
Siyah camgöz (Etmopterus spinax): Avrupa denizlerinde yaşar, Boyu 45 cm’dir. Sırt yüzgeçlerinde birer diken vardır. Ortalama olarak 10 ile 20 yavru doğurur.
Çekiç balığı(Sphhyrna zygaena): Akdeniz’de tropik denizlerde yaşar. Başı çekiç şeklinde, saldırgan bir köpekbalığıdır. Boyları 3-5 m’ye ulaşabilir. 200-300 kg ağırlıkta olanları mevcuttur.
Güneşleyen köpekbalığı (Cetorhinus maximus): Daha çok okyanuslarda bulunur. Boyları 13 metreye, ağırlıkları 400 kiloya kadar ulaşır. Denizin yüzeyine yatıp ısındığı için bu ismi almıştır. Saldırdığı avını öldürmeye değil ondan bir parça koparmaya çalışır.
Alm. Blutgeschwür (n), Fr. Bubon (m), İng. Bubo (veya) tumour. Koltuk altında bulunan “glandula suderiferae” adlı yağ ve ter bezlerinin iltihâbı. “Axilla” adıyla bilinen koltuk altı kısmı, lenf bezleri, ter ve yağ bezleri bakımından çok zengin bir bölgedir. Bölgenin yumuşak, elastik ve gözeli bir yapıya sâhib olması da bu iltihâbın çok çabuk yayılmasına sebeb olur.
Koltuk altında, kıl diplerinin iltihaplanmasına, diğer yerlerde olduğu gibi “Fronkül” adı verilir. Sudorifer bezlerin iltihaplanmasında durum böyle değildir. İltihaplanan bez şişer, kırmızılaşır ve bir köpeğin memesi gibi koltuk altında sarkar. Hastalanan kişi, ağrıdan dolayı kolunu oynatmak istemez. İltihâbın belirtisi olarak ateşi de yükselebilir.
Köpekmemesi durumuna en çok sebeb olan mikroorganizma, “stafilokok” cinsi bakterilerdir. Kötü temizlik şartları da bu hâlin ortaya çıkmasında önemli rol oynar. Koltuk altının temiz tutulup, muayyen aralıklarla kıllardan temizlenmesi hem korunmanın şartı olup, hem de dînimizin emridir. Peygamberimiz, her hafta koltuk altı ve kasıktaki kılların alınmasını emir buyurmuştur. Kırk günü geçirmek ise haramdır.
Rahatsızlık ortaya çıktığında, vakit geçirmeden yapılacak cerrâhî müdâhale şifâyı sağlar. Damar, sinir ve lenf bezlerinden zengin olan bu bölgenin hiçbir hastalığında, müdâhalede gecikmemek gerekir. Yapılan operasyon, apsenin açılıp, muhtevâsının akıtılması ve ayrıca ağızdan antibiyotik vermekten ibârettir.
(Bkz. İtüzümü)
Alm. Brücke (f), Fr. Pont (m), İng. Bridge. Nehir ve vâdi gibi geçilmesi güç bir engelin iki kıyısını bağlayan bir yapı.
Târihi: Genellikle ormanlı bölgelerde ilk köprüler bir veya daha fazla ahşap kütüğün uzatılmasıyla meydana getirilmiştir. Tropikal bölgelerde ise lifli bitkiler bir araya getirilerek asma köprüler inşâ edilmiştir. Genellikle lifli asma ağaçları bu maksatla dünyânın çeşitli yerlerinde kullanılmıştır. Taşlı bölgelerde ise, ara ara taşlar yığılarak köprü ayakları yapılmıştır. Daha sonra bu ayaklar birleştirilmiştir.
İlk köprülerin Çin’de yapıldığı, oradan Hindistan’a yayıldığı tahmin edilmektedir. Arada ayaklar yaparak birden fazla açıklıklı köprüler inşâ edilmiştir. M.Ö. 4000’de Mezopotamya’da ve M.Ö. 3000 yıllarında Mısır’da ilk kemere benzer köprülere rastlanmaktadır. Kemer köprü sisteminde yükler kemerler tarafından alınır ve yönü değiştirilerek basınç kuvveti olarak kemer boyunca nakledilir ve köprü ayaklarında zemine verilir. O zamandan beri kemer köprü şekli klasik köprü tipi olarak kalmıştır. Kemer tipi eski Mısırlılar tarafından bilinmekteyse de yapı sistemi olarak kullanılmamıştır. Kemer sistemi, anahtar taşı olmaksızın kendi kendini taşıyan bir yapı türü değildir. Eski Yunanlılar kemer şeklini bilmelerine rağmen bunu yapılarda kullanmamışlar mîmârîde ilerlemelerine rağmen ancak birkaç köprü inşâ etmişlerdir. Sebebi ise ticârette daha çok deniz yolunu kullanmalarıdır. Gerçek taş örme köprü, ekonomik ve dayanıklıdır. Küçük nehirleri orta ayaklar kullanarak geçmek mümkündür. Bu tür şekil, yaygın olarak Çinliler ve Romalılar tarafından kullanılmıştır. Romalıların yaptıkları köprülerin ilki ahşap olup, M.Ö. 621 târihlerine kadar uzanır. M.Ö. 200 civârında taş köprülerin inşâsı başladıysa da, ahşap olanlara da devâm edilmiştir. Taş olanlardan günümüze kadar gelenler de mevcuttur. Genellikle yarı dâirevî kemerler kullanmışlardır. Sayıları yedi-sekize varan taş blokların kullanıldığı olmuştur. Taşlar birbirlerine harçsız oturtulmuş olup, ayaklar çok rijit olarak yapılmıştır. Bu sebepten herhangi bir açıklığın çökmesinin komşu açıklıklara zararı olmaz. Özellikle nehir ortasında yapılan köprü ayaklarına îtinâ göstermişlerdir. Orta ayakların inşâsı sırasında bitişik kazıklar çakarak, su ve zemini, sağlam zemin buluncaya kadar boşaltmışlar, ayağı daha sonra inşâ etmişlerdir. Romalılar ayrıca vâdileri aşmak için inşâ ettikleri köprüleriyle de meşhurlardır.
Roma İmparatorluğunun çöküşü ile köprü inşââtında bir duraklama görülür. Ancak 13. asırda taş kemer köprü inşâsı Avrupa yanında Orta Doğu’da ve Çin’de yaygınlaşmıştır. Kemerler, Romalılara nisbetle daha basık inşâ edilmiştir. Ancak inşâ tarzı daha az îtinâlı yapılmıştı. Rönesans ile köprü mühendisliğinde sınırlı bir gelişme kaydedilmiş fakat daha çok süsleme tarafı ağır basmıştır. Ancak teorik bir gelişme Andrea Palladio tarafından Leonardo da Vinci’nin gerilme prensibini pratik hâle getirmesiyle elde edilmiştir. Bu teknik, kısa ahşap elemanların kafes sistem meydana getirecek şekilde kullanılarak büyük açıklıkların geçilmesini mümkün kılmıştır.
1747’de Fransa’da “Ecole des Ponts et Chaussées” ilk mühendis mektebi olarak kurulmuştur. Bu okulda teorik bilgiler, tecrübe ile elde edilenlerle berâber verilmiştir. 1750’de ilk ahşap kafes sistem köprü İsviçre’de ve ilk demir köprü de 1779’da İngiltere’de inşâ edilmiştir. On dokuzuncu yüzyılda ise köprü inşâsında önemli ilerleme kaydedilmiştir.
Türklerde köprü inşâsı: Türkler, eski yurtları olan Ortaasya’dan başlamak üzere bulundukları memleketlerde, bâzıları hâlen ayakta olmak üzere, birçok köprüler inşâ etmişlerdir. Anadolu’nun bol akarsulu yapısı da buranın Türk sanatında ehemmiyetli bir yeri olan köprülerin meydana gelmesine sebeb olmuştur. Artuklulardan başlayarak Osmanlı Devletinden zamânımıza kadar gelen köprüleri memleketimizin her yerinde görmek mümkündür. Bunların belli başlıları şunlardır: Malabadi Köprüsü (Diyarbakır), Haburman Köprüsü(Çermik), Harran Köprüsü(Urfa), Tekgöz Köprüsü, Çoban Köprüsü(Erzurum), Kızılırmak Köprüsü, Nülifer Hâtun Köprüsü(Bursa), Uzunköprü (Edirne), Koca İshak Paşa Köprüsü(Köstendil), Hünkâr Köprüsü(Saraybosna), Vardar Köprüsü(Üsküp), Sokullu Mehmed Paşa Köprüsü(Lüleburgaz), Büyük Çekmece Köprüsü, Sinanlı Köprüsü(Alpullu), Mostar Köprüsü(Hersek), Sokullu Mehmed Paşa Köprüsü (Vişigrad). Bu eserler, Selçuklu veOsmanlı dönemlerinden kalma en önemli köprülerdir.
Ahşap köprüler: 1800’lerde yapılan ahşap köprüler daha çok sanatkarlar tarafından inşâ edilmiştir. Kafes sistem türünden taşıyıcı sisteme önem verilmiştir. Ayrıca kemer türünden ahşap taşıyıcı sisteme de ahşap köprülerde rastlanır. Kafes sistem köprülerde alt başlık çekme geçirilmelerine mâruzken, üst boşluk basınç gerilmeleri taşırlar. Köşegen türünden olanlar ise kesme kuvvetine karşı koyarlar. Daha sonra ahşap köprülerde demir çubuklar kullanılmıştır. Ancak 1870’den sonra bakımının masraflı olması dolayısıyla ve modern trafik yüklerine karşı yeterince mukavim olmamasından yavaş yavaş terk edilmiştir.
Demir ve çelik köprüler: On dokuzuncu yüzyılda bu tür köprülerde önemli ilerlemeler yapıldı. Önceleri taş ve ahşap köprü yapım tekniğine uygun demir ve çelik köprüler yapılmışsa da, daha sonra bu tür malzemenin kendine has imkânlarının olduğu anlaşılmıştır.
Bu köprülerin bir türü olan asma köprülerde, köprü tabliyesi, iki ayağa bağlı çelik halatlara asılı olarak taşınır. Diğer bir tür de kafes taşıyıcı sistemi olan çelik köprülerdir. Bunların özelliği yüksek titreşimlere mukavim olmalarıdır.
Modern köprüler: Çeliğin ucuzlaması bunun daha yaygın kullanılmasını sağlamıştır. Ayrıca kaynak tekniğinin ilerlemesi daha sağlam birleşme yerlerinin yapımını sağlamıştır. Çeliğin mukâvemetinin yüksekliğinden dolayı, taşıdığı yükün ağırlığına oranı yüksektir. Değişik çelik alaşımlarının kullanılması çelik köprülerin mukâvemetinin daha yüksek ve dış tesirlere daha dayanıklı olmasını sağlamıştır. Her ne kadar alüminyum kullanılmasıyla, daha hafif köprüler elde edilebilirse de pahalı olması bunların yaygınlaşmasını önlemiştir. Ancak daha sonra betonarme yapı türünün gelişmesi ve 1950’lerden sonra öngerilmeli betonun uygulanmağa başlanması, köprü inşââtında önemli adımların atılmasına yol açmıştır. Köprü inşaatında önemli gelişmeleri ayrıca matematiksel ve deneysel araştırmalar, bilgisayar kullanımı hızlandırmıştır. Bu tür metodları kullanarak, mühendisler statik ve dinamik yükler altında köprüde ortaya çıkacak gerilmeleri daha kesin elde edebilecek duruma gelmişlerdir. Bu sûretle daha büyük açıklıkların daha nârin köprülerle geçilmesi mümkün olmuştur.
Betonarme köprüler: İlk betonarme köprüler taş köprülere benzer şekilde inşâ edilmiştir. Ancak 20. yüzyılda bu tür malzemenin kendisine has özelliği fark edilmiş ve farklı yapım türü geliştirilmiştir. Özellikle kemer köprülerin daha nârin yapılabilmesine imkân vermiştir. Yol, bu kemerin üstünde, kemerle düşey kolonlarla bağlı olabileceği gibi, altta kemere asılı da düzenlenebilir. Genellikle büyük açıklıklı betonarme kemer köprüler, üç açıklıdır.
Öngerilmeli beton köprüler: 1940’larda öngerilmeli betonun gelişmesiyle, betonun düşük çekme gerilmesi mahzuru önlenmiştir. Öngerilme, köprülere beton dökümünden önce gerilen ve betonun dökülmesi ve sertleşmesinden sonra serbest bırakılan çelik çubuklarla verilebilir. Diğer bir tür öngerilme verme şekli de betonun dökülüp sertleştikten sonra, yerleştirilen öngerilme kablolarına kuvvet tatbik edip bunun uçlarından ankre edilmesidir. Öngerilmede, betonun yüksek basınç mukâvemeti, çeliğin yüksek çekme mukâvemetiyle birleştirilmektedir. İlk öngerilmeli beton köprüler 1936’da Almanya’da ve daha sonra Fransa’da yapılmıştır.
Çelik köprüler:
Kiriş köprüler: En yaygın köprü şekli olup, kısa ile orta açıklıklarda uygulanır. Basit ve ekonomik oluşu, tercih sebebidir. Karayolu köprülerinde I şeklindeki çelik kirişler mesnetler arasına yerleştirilir. Daha sonra üstüne 20 santimetre betonarme plak dökülür. Demiryolu köprülerinde ise demiryolu boyunca kirişlere konulan enlemlere mesnetlendirilir. Kiriş köprüler tek açıklıklı olabileceği gibi, sürekli kiriş şeklinde çok açıklıklı da olabilir. Kaynaklı olabildiği gibi perçinli de yapılabilir. Büyük açıklıklar için, mesnetlerden gelen kablolar açıklık boyunca tabliyenin taşıyıcılığını arttırırlar. Kiriş, bir yüzü yola gelmek üzere kutu kesitli olarak da tertiplenebilir. Düşey çelik plaklar kutu kesitine kaynaklanarak, köprünün taşıyıcılığı arttırılır.
Kafes kiriş köprüler: Tek açıklıklı kafes kiriş köprülerde açıklık ortalarında yükseklik arttırılarak daha uygun taşıyıcılık elde edilir. Bu sûretle malzeme ekonomik şekilde kullanılmış olur. Kafes kiriş köprüler sürekli de yapılabilir. Bunların yükseklikleri mesnet bölgesinde de büyüktür. Bu tür köprüler diğer tür köprü şekilleriyle berâber de kullanılabilir. Kafes kiriş, kemer şeklinde olabildiği gibi konsol olarak da düzenlenebilir. Asma köprülerde tabliye, kafes kiriş türünden de tertip edilebilir.
Konsol kiriş köprüler: Bu, çeşitli şekillerde olabilir. Meselâ, uç mesneti yakın mesnete birleştiren kiriş konsol olarak diğer açıklığa doğru uzayabilir. Bu şekilde köprü kirişi ilâveten ara mesnetteki kuleye de asılabilir. Konsol kirişin tam uç noktası serbest olduğundan küçük çökmelere ve dönmelere müsâade edebilir. Genellikle kirişin yüksekliği değişkendir. Mesned üstünde büyük yüksekliğe sâhib olur. Dünyânın en uzun çelik konsol kirişi Kanada’da Quebec demiryolu üzerinde olup 549 metrekarelik bir açıklık geçilmektedir. 1900’de inşâatına başlanan köprünün yapımı sırasında iki defâ kazâ olmuş ve köprü 1917’de tamamlanabilmiştir.
Kemer köprüler: Kemer köprülerin en masif olanı mesnetlere bağlı olanıdır. Mesnetler dönebilecek şekilde, mafsallı olarak düzenlenebildiği gibi bâzı köprülerde tam tepe noktasında dönmelere müsâade edilebilir. Bunlar daha az masiftirler. Bu tür köprülerde yol köprü üzerinde olabilir ve yük basınç elemanlarıyla kemere verilir. Yol köprünün altından da geçebilir. Bu halde yolun yükü çekme taşıyan elemanlarla köprüye iletilir. Bâzı durumlarda yolun seviyesi kemerin üzerinden de geçebilir. Eğer mesnet zemini, sağlam değilse, mesnetler birbirine bağlanabilir. Kemerler genellikle basınç taşıdıklarından burkulmaya karşı da korunmaları gerekir. Dünyânın en uzun kemer köprüsü New York’da 1931’de inşâ edilen 504 m açıklıklı Bayonne köprüsüdür.
Asma köprüler: Yirminci yüzyılda uzun açıklıklar için asma köprüler yaygınlaşmıştır. Bunlar kablo, kule ve ankraj olmak üzere üç elemanla belirlenir. Kablolar, köprünün tabliyesini taşıyan yüksek mukâvemetli çelik tellerden ibârettir. Genellikle kablolar helisel şekildedir, bu sûretle daha kolay îmal edilirler. Köprünün kulelerine kablolar bağlanır ve bunlar köprünün tabliyesine mesnetlik teşkil ederler. Bunlar genel olarak çelik taşıyıcılardır, ancak betonarme de olabilirler. Kabloların bir uçları büyük bloklara bağlanır. İstanbul Boğazı üstünde uzunlukları bakımından dünyâdaki emsalleri arasında başlarda yer alan Boğaziçi (1074 m) ve Fâtih Sultan Mehmed (1090 m), Asma köprülerimiz meşhurdur. (Bkz. Boğaziçi ve Fâtih Sultan Mehmed köprüleri)
Hareketli köprüler: Hareketli köprüler, gemi ve büyük deniz vâsıtalarına geçit verirler. Özellikle gerekli yükseklikte sâbit köprü yapımı pahalı veya mümkün değilse bu tür köprü tercih edilir. Hareketi için ilâve düzenlerin projelendirilmesi gerektiğinden, genellikle görünüşleri zarif değildir.
Terâzi tipinden hareketli köprüler, tür olarak çekilen orta çağ köprülerine benzerler. Hareket sırasında bir uç sâbit kalırken, diğer uç kaldırılır. Bunun tanınmış örneği 1894’ten kalan Londra’daki Tower Köprüsüdür. Bâzı köprülerde ise hareket, düşey eksen etrafında dönme ile sağlanır. Bunların açılıp kapanmaları zaman alırsa da her türlü geçişe uygundur.
Değişik bir hareket köprünün bir parçasının tamâmen düşey hareket edebilmesini sağlamakla elde edilebilir. Diğer türlere nazaran daha ucuz olarak inşâ edilebilirler ve hareket için daha az güce ihtiyaç gösterirler.
Köprünün hareketi, yatay hareketle de gerçekleştirilebilir. Ancak köprünün içeri çekilmesi için büyük yere ihtiyaç olması mahzurludur. Bunun bir örneği geçmiş dönemde İstanbul’daki Mecidiye (Galata) Köprüsüdür.
Askerî köprüler: Bunların özellikleri hareketli, kolay ve hızla kurulabilen türden olmalarıdır. Askerî köprüler genellikle yüzen orta ayakların üzerine mesnetlendirilirler. Her açıklık parçası hareket edebilir. Ancak amaçları îtibâriyle geçici olarak inşâ edilirler. Bu tür ilk köprüyü M.Ö. 537’de Mezopotamya’da Persler yapmışlardır. Bu tür köprülerin diğer bir mahzuru her açıklığın kendi başına çalışmasıdır. Bunun sonucu bir açıklığın fazla yüklenmesi, diğer açıklıklar ona yardım edemeyeceği için, çökme ile sonuçlanır. Diğer bir çeşit askerî köprü, yol tabliyesinin ahşap bloklar üzerine mesnetlendirilmesiyle inşâ edilir. Askerî kiriş köprüler, prefabrike çelik ve alüminyum elemanların yan yana getirilip monte edilmesiyle inşâ edilir.
Köprü projelendirilmesi ve inşâası: İlk adım köprünün gerekli olup olmadığını belirlemektir. Bu tamâmen ekonomik problemdir. Daha sonra ilgili sâhanın kamulaştırılması gerekir. Bu adımda mühendislik çalışmaları başlar. Arâzinin topografik haritası çıkarılır, temel sondajları yapılır. Bundan sonraki adım, köprü tipinin seçilmesidir. Bu; yerine, amacına, açıklığına, kullanılacak malzemeye ve çevre ile uyuşumuna bağlı olarak seçilir. Ekonomik olması yönünden, kiriş köprüler 6-300 m; kemer köprüler 60-300 m; kafes sistem köprüler 60-450 m; konsol köprüler 150-550 m ve asma köprüler 300-1500 m arasında tercih edilir.
Köprünün projelendirilmesinde dış kuvvetlerin yapıya olan tesirleri inceden inceye analiz edilir. Dış yükler, köprü ağırlığı gibi statik yükler olabildiği gibi, trafik yükü gibi dinamik de olabilir. Dinamik yükler ağırlık bakımından önemli olmasalar bile, meydana getirecekleri titreşim yönünden önemlidirler. Rüzgâr yükü de bu yönden mühimdir. Özellikle dikkat isteyen bir nokta da, köprü ayaklarının inşâsıdır. Ağır yük taşıdıkları gibi, akıntıya, dalga ve buz hareketine karşı dururlar. Köprülerin projelendirilmesinde bilgisayarlar her geçen gün daha önemli olmaktadırlar. Köprünün çeşitli yükler altındaki analizi bilgisayar ile yapıldığı gibi, model deneyleri de yapılabilir.
Köprü temellerinin inşâsı, üst yapısı kadar pahalı olabilir. En önemli zorluğu temelin su içinde yapılması arz eder. En eski metodlardan biri köprü ayağı kadar bir yeri kazıklarla çevirip suyunu boşaltıp, temelin inşâasıdır. Diğer bir inşâ tarzı da altı açık bir kutunun temel zeminine indirilip, basınçlı hava ile suyun itilip, temelin yapılmasıdır. Köprü ayağı, çakılan kazıklar üzerine de oturtulabilir.
Köprü ayaklarının inşâsı bittikten sonra iş üst yapının yapılmasına gelir. Bu özellikle köprünün tipine bağlıdır. Bir metod da iskele yapılarak köprü iskele üzerine inşâ edilir, sonra iskele kaldırılır. Ancak iskelenin yapılması mümkün olmayabilir. Diğer bir yol da, köprü parçalarının yüzdürülerek getirilip, daha sonra monte edilmeleridir. Özellikle konsol köprülerde, köprü adım adım inşâ edilerek ilerler. Yeni kısımlar, eski kısımlara taşıttırılır. Kafes sistem köprülerde ise, köprü karada inşâ edilir. Daha sonra diğer kıyıya sürülür. Asma köprülerde ise inşâ, ayaklardan başlar, ortaya doğru asma kabloya bağlı olarak ilerler. Her metodda, köprünün inşâ edilmesi için bu durumda da emniyetin sağlanması pek önemlidir.
On yedinci yüzyıl Osmanlı Sadrâzamlarından. Babasının adı Hüseyin olup, Arnavutluk’un Berat Sancağının Rudnik köyünde doğdu. Gençliğinde Osmanlı sarayında hizmete alındı. İyi bir tahsil ve terbiye görerek yetiştirildi. Köprülü lakabı, Amasya’ya bağlı Köprü kasabasından evlenip orada ikâmet etmesindendir.
Osmanlı Devletinde saray mutfağı olan Matbah-ı âmirede hizmete başladı. Osmanlı sultanlarından Dördüncü Mehmed Han (1623-1640) devrinde, Silâhdâr Hüsrev Paşanın maiyetine girdi. Enderun’da başladığı hizmette, Hüsrev Paşanın vezirliği sırasında Hazînedarlığa yükseldi. Çeşitli voyvodalıklarda yaptığı hizmetler üzerine makam ve rütbesi yükseldi. Şam, Kudüs, Trablus eyâletlerinde vâlilik yapıp, 1650’de vezirlik rütbesi verildi. Sultan Dördüncü Mehmed Han (1648-1687) devrinde, Boynueğri Mehmed Paşadan sonra 15 Eylül 1656’da Sadrâzamlığa tâyin edildi.
Köprülü Mehmed Paşa, sadrâzamlığa getirilmesiyle, esaslı bir ıslâhat başlattı. Mâlî, adlî, askerî tedbirler alıp, Osmanlı Devletini daha da kuvvetlendirdi. Venediklilerin işgâline uğrayan Bozcaada’yı 31 Ağustos 1657’de, Limni Adasını da 15 Kasım 1657’de kurtardı. Osmanlı Devletine karşı Avrupa devletleriyle ittifak kurup, isyân eden Erdel üzerine, 1658 yazında sefere çıktı. 1 Eylül 1658’de Erdel’in kapısı vaziyetindeki Yanova teslim alınıp, Prens Georges Rakoczy kaçınca, yerine Akos Borcsai tâyin edildi. Yanova, Şebes ve Lagoş şehirleri Osmanlı Devletine katıldı. Erdel’in haracı kırk bin altına çıkarılıp, elli bin kuruş harb tazmînâtı alındı. Osmanlı ordusunun ve Vezir-i âzam Köprülü Mehmed Paşanın Avrupa kıtasında seferde olmasını fırsat bilen Celâlîler, Anadolu’da harekete geçti. Bunun üzerine Avrupa seferi dönüşünde görevlendirilen Köprülü fesad yuvalarını dağıtıp, elebaşlarını yakalattı. Âsilerin üzerine kuvvet sevk edip, cezâlandırdı. Bu Celâli hareketlerinin bastırılmasında, Diyarbakır Vâlisi Murtaza Paşanın çok hizmeti geçti. Osmanlı Devletinin varlığı ve bekâsı için âsilere karşı sert tedbirler aldı.
Köprülü Mehmed Paşa, uzun yıllar çeşitli kademelerde vazîfe yaptıktan sonra, vezîr-i âzamlığının 5 yıl 1 ay 15. gününde seksen yaşlarındayken 29/30 Ekim 1661 gecesi vefât etti. Devlete hizmetinden çok memnun olan Sultan Dördüncü Mehmed Han, Köprülü Mehmed Paşanın oğlu Fâzıl Ahmed Paşayı Vezir-i âzamlığa tâyin etti. Köprülü; akıllı, zekî, hâdiselerden ders alır, vaziyete göre hareket eder, hissî hareket etmezdi. Her şeyi zamânında yapmaya dikkat ederdi. Devletin menfaatlerini her şeyden üstün tutardı.
Amasya’nın Vezirköprü kazâsı ve Köprülü âilesi, Köprülü Mehmed Paşanın adıyla alâkalıdır. Kabri, İstanbul Çemberlitaş yakınında yaptırdığı kütüphânesinin bahçesindedir.
Âl-i Osman’a son derecede sâdık olup pâdişâh kendisinden emindi. Devletin en buhranlı dönemlerinde idâreyi ele alıp içeride fitne ve fesâdın kökünü kazıyan dışarıda kaybedilen toprakları tekrar ele geçiren Köprülü Mehmed Paşa pekçok hayır eserleri bıraktı. Türbesinin yanında medresesi ve çeşmesi, Taraklu Borlu (Safranbolu) da câmisi vardır. Tokat’ın Turhal kazâsında han, Amasya’nın Vezirköprü kazasında çeşme ve namazgâhı, Anadolu, Rumeli ve adalarda pekçok câmi, mescit namazgâh, mektep, köprü, han, çeşme, değirmen ve dükkânlar yaptırdı. Bu eserlerin masraflarını ve tâmirâtının karşılanabilmesi için de pekçok arâzi vakfetti.
Köprülü Mehmed Paşa ile birlikte ortaya çıkan ve 17. asır ortalarında iktidâra geçen, Osmanlı Devletinin gerilemesini uzun müddet durdurmaya, hattâ yeni fetihlere muvaffak olan bir vezir âilesi. Bu âile, birçok âzâsı ile 17. asrın sonuna kadar sadrâzam, serdâr, sadâret kaymakamı, ve kaptan-ı deryâ gibi belli başlı devlet vazîfelerinde bulunmuş, sonraki asırlarda yine güzîde devlet adamları yetiştirmiştir.
Köprülüler âilesine adını veren Mehmed Paşa, “Köprülü” lakabını zevcesinin memleketi ve kendisinin de yerleşme ve işten ayrı kaldığı zamanlarını geçirme yeri olan Amasya sancağına bağlı Köprü kasabasından aldı. Onun ünvânına nisbetle Köprü kasabasına da Vezirköprü denildi.
Osmanlı târihinde Köprülü Mehmed Paşanın sadrâzamlık makâmına gelmesinden (14 Eylül 1656) sonraki 1676 yılına kadar olan muvaffakiyetli devreye Köprülüler Devri denilmektedir. Bu âileden Köprülü Mehmed Paşa 1656-1661, Köprülü Fâzıl Ahmed Paşa 1661-1676, Köprülü Fâzıl Mustafa Paşa 1689-1691 yılları arasında sadrâzamlık yapmışlardır. Fâzıl Mustafa Paşanın Salankamen’de şehid düşmesinden sonra oğulları Numan, Abdullah ve Esad paşalar da çeşitli eyâletlerde vâliliklerde bulunup, savaşlarda yararlıklar gösterdiler. Numan Paşanın iki aylık sadrâzamlığı da vardır.
Daha sonraları bu âileden Osmanlı Devleti hizmetinde, pekçok memur vazîfe almıştır.
(Bkz. Köstebek)
Alm. Blinddarm (m), Fr. Caecum (m), İng. Caecum. Kalınbarsağın ilk parçası. Kalçaçukurunun sağ yarısında ve ince barsak muhtevâsının kalın barsağa geçtiği kapağın altında yer alır. Düzensiz bir torbaya benzeyen körbarsağın uzunluğu 6-7 cm genişliği 7,5-8 cm olup kalın bağırsağın en geniş kısmıdır. Kalın barsağın başka yerlerinde olduğu gibi körbarsağın da üzerinde boyuna ilerleyen şerit yapılar vardır. Bu yapılar, körbarsağın ekseninin arka iç yüzünde birleşirler. Bulunmakta güçlük çekilen apandist, anatomik olarak bu şeritlerin tâkibi ile bulunabilir.
Körbarsakta tüberküloz (verem) ve kanser olabilir. İltihâbına tiflit denir.