KORTİZON
Alm. Kortison (n), Fr. Cortisone (f), İng. Cortisone. Böbreküstü bezinin kabuk kısmından salgılanan, steroit yapısında olan, çok önemli bir hormon. Bu hormon, vücutta çok çeşitli ve çok önemli tesirler icrâ etmektedir. Kandaki şeker miktarını artırır, dışarıdan ilâç olarak verildiğinde, şeker hastalarının durumunu ağırlaştırır. Vücutta protein yıkımını uyarır ve yapımını azaltır. Kortizonun yağ metabolizması üzerine olan tesirinin esası hakkında pek az şey bilinmektedir. Kortizon tedâvisi gören hastalarda aşırı bir yağ birikmesi husûle gelmektedir.
Kortizonun tıpta kullanılmasının en mühim sebebi, antienflematuar etkisine (iltihabî reaksiyonu giderici, doku şişmesini önleyici) bağlıdır. Kortizonun önemli bir tesiri de, allerjiyi önleyici olmasıdır.
Elektrolitlerin (sodyum, potasyum) ve suyun vücuttaki dengesi üzerinde de kortizon, rol oynamaktadır. Diğer bir mühim tesiri de immün sistemi (bağışıklık sistemi) baskılamasıdır.
Yüksek dozda uzun süre kullanıldığında, ay dede yüzü, kıllanma, sivilce, âdetlerin kesilmesi, kemiklerin, kasların zayıflaması, tansiyon yükselmesi, mevcut şeker hastalığının veya tüberkülozun ağırlaşması, mide ülserinin azgınlaşması, psikolojik bozukluklar ve enfeksiyonlara karşı mukavemetin kırılması durumu ortaya çıkmaktadır. Bu durumların hepsine birden ilk bulanın adına izafeten “Cushing Sendromu” denmiştir.
Vücutta çok önemli tesirlere sâhib olan bu hormonun, sentetik olarak, çeşitli türevleri yapılmış ve piyasaya ilâç olarak arz edilmiştir. Bu grup ilâçlar şu hastalıklarda faydalı olabilmektedir. Addison hastalığı, hipofiz bezi yetersizliği, şiddetli bronşiyal astma ve allerjik durumlar, had göz iltihapları, romatoitartrit, ateşli romatizma, had nikris (gut hastalığı) krizi, hemolitik anemi, had kan kanseri, multipl, myelom, müzmin, lenfatik kan kanseri, pemfigus vulgaris (öldürücü bir deri hastalığı), septik şok. Ekzama ve benzeri hallerde de faydalıdır.
Bu ilâçlar, herhangi bir hastalığı, tamâmen tedavi etmezler. Uzun süreli bir tedaviye geçmeden önce iyice düşünüp taşınmalı ve mevcut diğer grup ilaçları denemiş olmalıdır. Çünkü kortizon grubu ilaçlar, çok dikkat ve devamlı kontrolü gerektiren ilaçlardır. Şuursuz, bilgisiz ve gereksiz uygulamalar ölüme kadar varabilen bir çok yan tesire yol açabilmektedir. Bu tehlikelere rağmen, bu grup ilaçlar, asrımızda en çok kullanılan ilaçlar arasına girmiştir.
Bu ilâçlar kullanılmadan önce, hasta sıkı bir kontrolden geçirilir, gerekli tedbirler alınır, yardımcı ilaçlar verilir ve doktor kontrolü altında tedavi sürdürülür.
Çeşitli sebeplere bağlı olarak (meselâ kanser), kortizonun fazla salgılandığı durumlarda, yüksek dozda uzun süre kullanıldığında ortaya çıkan belirtilere karakterize cushing hastalığı meydana gelir. Kortizonun vücutta yapılamadığı hallerde ise (meselâ böbreküstü bezinin tüberkülozu) halsizlik, iştahsızlık, zayıflık, tansiyon düşüklüğü ve esmerleşme ile karakterize Adison hastalığı meydana gelir.
Alm. Waldhüter Feldhüter (m), Fr. Gardechampêtre (m), İng. Rural guard; forest watchman. Bekçi mânâsında kullanılan bir terim. Saraya âit çayırlarla koruların muhâfazasında kullanılan bekçilere bu ad verilirdi. Saray korucularının bir kısmı maaşlı, bir kısmı da bu hizmetlerine karşılık avârız-ı dîvâniyye (harb sebebiyle tahsil edilen vergi), bedel-i menzil (Osmanlılarda menzil teşkilâtının senelik masrafları için alınan vergi), imdâdiyye-i seferiyye (eskiden Osmanlı devrinde muhârebe masrafına karşılık olmak üzere, halktan alınan örfî vergiye verilen ad) gibi vergilerden muaf idiler. Maaşlı olanlar, acemî oğlanları arasından seçilirdi.
Yeniçeri ocağını teşkil eden cemâat, bölük ve sekbandan seçilme bir sınıf askere de korucu adı verilirdi. Bunların vazifesi İstanbul etrâfındaki ormanlarla su yollarını korumaktı.
Bugün köylerde, mezralarda mal ve can güvenliğini temin etmek için görevlendirilen silâhlı kişilere de bu isim verilmektedir. Korucular, köy ihtiyar meclislerince görevlendirilirler ve köy muhtarlarının denetim ve emrinde çalışırlar. Köy kânunlarına göre 22 yaşını bitirmiş, 60 yaşını geçmemiş olanlar korucu olabilirler. Olağanüstü hal îlân edilen il sınırları içersinde lüzum görülürse vâlinin teklifiyle İçişleri Bakanlığının onayıyla yeteri kadar geçici köy korucusu görevlendirilir. Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesinde hâlen uygulanan geçici koruculuk sistemi böyledir (13.10.1993).
Kosova’da Osmanlıların üstün Haçlı kuvvetlerine karşı kazandıkları iki büyük zafer. İlki, Osmanlı Sultanı Birinci Murâd Han (1362-1389) devrinde 1389’da, ikincisi de Sultan İkinci Murâd Han (1421-1451) devrinde 1448 târihinde yapıldı.
Birinci Kosova Muhârebesi
Osmanlıların kuruluşundan îtibâren kuvvetlenmesi, Avrupa kıtasında fetihlerde bulunması, buradaki devletleri endişeye sevk etti. Tek başlarına karşı koyamayacaklarını anlayan bu devletler, anlaşıp birlik hâlinde harekete karar verdiler. Sırp Kralı Lazar ile Bosna Kralı Tvartko veArnavut Prensi Jorj Kastriyota öncülüğündeki bu ittifâka; Bulgar, Arnavud, Ulah, Sırp prensleri de katıldı. Hayâtı muhârebe meydanlarında geçerek, İslâm dîninin cihad emrini yerine getiren, Birinci Sultan Murâd Han, Osmanlı Devleti aleyhine yapılan Hıristiyan ittifakından, câsuslar vâsıtasıyla haberdâr oldu. Gerekli tedbirleri yerinde ve zamânında almak sûretiyle, düşmanın dikkatini çekmeden, plânlı olarak harbe hazırlandı. Haçlı ittifakına karşı, Anadolu Beyliklerinden yardımcı kuvvetler isteyerek gönüllüleri dâvet eyledi. Bu arada ittifâka girdiğini gizli tutan Bulgarları, müttefiklerle birleşmesine fırsat vermeden harb dışı bırakmayı tasarladı ve 1388’de Vezîr-i âzam Çandarlızâde Ali Paşa kumandasında otuz bin kişilik kuvvet gönderdi. Sür’atle harekete geçen Ali Paşa Balkanları aşarak Provadi, Şumnu ve Bulgar Krallığının merkezi Tırnova’yı aldı. Bu sûretle Çandarlızâde, yapmış olduğu serî hareketle Bulgar Kralı Şişman’ı dize getirerek, kralın Balkan ittifakına girmesini veOsmanlı kuvvetlerini ansızın vurmasını önledi.
Türkleri Balkanlardan atmak için hazırlanan ittifaka karşı bütün hazırlıklarını tamamlayan Sultan Murâd Han, harp meclisinin ardından, Anadolu beylikleri kuvvetleri ve gönüllü Müslümanlar da dâhil olmak üzere altmış bini bulan ordusu ile 1389’da, Sırp Kralı Lazar’ın merkezi olan Priştine istikâmetine hareket etti. Rumeli akıncı kumandanı Gâzi Evrenos Bey ile Paşa Yiğit kumandasındaki Osmanlı öncü kuvvetleri, Kosova’da müttefik Haçlı kuvvetleriyle karşılaştılar. Osmanlı ordusunun, Balkanlarda ilerlerken, geçtiği yerlerde yağma, tahrîbât yapmaması, İslâmı Hıristiyanlara çok iyi tanıttı. İslâmiyet hakkında bilgileri olmayan halk, hayretler içinde kaldılar. İdârecilerinden zulüm, eziyet, kötü muâmeleden başka bir şey görmeyen ahâli, bundan sonraki seneler Türk idâresini arzu ve istekle beklediler ve benimsediler.
Muhârebe öncesi toplanan harp dîvânında; istişâreden sonra Sultan Murâd-ı Hüdâvendigâr, kumandan ve heyete: “Cümleniz berhudâr olasınız... Firâsetinizi açıkça bildirdiniz... Gayrı hepimiz biliriz ki, zafer ancak Allahü teâlânın yardımıyla gerçekleşir... Küffâr ordusu bizden fazladır. Fakat Müslüman mücâhid kâfirden şecâatlidir... Beğlerim, paşalarım, hadi göreyim sizi... Bu gece, asker evlâdcıklarımı hoşça tutasınız... Onlara, Yüce Allah’ımıza duâ etmelerini vasiyet edesiniz... helâllaşasınız. Ola ki, yarın çoğumuz Cennet’te buluşuruz.” hitabını yapıp, kendisi de mübârek Berât gecesi Kur’an-ı kerîm okuduktan sonra harb meydanındaki çadırında, fırtına devâm ederken, târihe geçen şu duayı Allahü teâlâdan niyâz etti: “Ey Rabbim! Bu fırtına, şu âciz Murâd kulunun günâhları yüzünden çıktıysa, mâsum askerlerimi cezâlandırma. Onları bağışla... Allah’ım... Onlar ki, buraya kadar, sâdece senin adını yüceltmek, İslâm dînini kâfirlere duyurmak için geldiler. Bu fırtına âfetini onların üzerinden def eyle... Senin şânına lâyık bir zafer kazanmalarını nasib eyle... Onlara öyle bir zafer ver ki, bütün Müslümanlar bayram ede... Müslümanları mansûr ve muzaffer eyle ve dilersen o bayram gününde şu Murâd kulun sana kurbân olsun... Önce beni gâzî kıldın, sonra şehid et.” (Bkz. Murâd-ı Hüdâvendigâr)
1389 yazında Kosova’da düşmana karşı harp nizâmı alan Osmanlı ordusuna Sultan Murâd Han kumanda edip, merkez kuvvetlerinin başındaydı. Vezîr-i âzam Ali Paşa, Sultanın yanındaydı. Ordunun sağ kolunda Şehzâde Bâyezîd, Rumeli Beylerbeyi Kara Timurtaş Paşa, Akıncı Beyi Evrenos Bey, sol kolda Karesi Sancakbeyi Yâkub Bey, Anadolu Beylerbeyi Saruca Paşa bulunuyor ve kumanda ediyordu. Merkez kuvvetlerinin önünde Yeniçeriler ve onların önünde de toplar vardı. Her kolun önüne biner okçu yerleştirildi. Haçlı ordusunun merkezinde bulunan Sırp Despotu Lazar, birliklere komuta ediyordu. Sağ kola Lazar’ın yeğeni ve dâmâdı Brankoviç, sol kola Bosna Kralı Tvartko kumanda ediyordu. Düşman kuvvetleri Sırp, Bosna, Macar, Ulah, Arnavud, Leh ve Çeklerden meydana gelip, mevcudu Osmanlı kuvvetlerinden fazlaydı. Muhârebe 9 ağustos 1389 günü Haçlıların top atışıyla başladı. Türk ordusunun kahramanlığı ve harp plânının mükemmelliği ve muvaffakiyetle tatbiki netîcesinde üstün Haçlı ordusu, sekiz saat içerisinde bozuldu. Sağ kalan Haçlı kuvvetleri geri çekilip, çâreyi kaçmakta buldular. Muhârebenin kazanılmasında, düşmanın imhâ ve tâkib edilmesinde, Şehzâde Bâyezîd’in büyük rolü oldu.Haçlı kumandanı Lazar ile oğlu, yüksek rütbeli kumandanlar ve maiyetleri esir edildiler.
Murâd Han, zaferden sonra Allahü teâlâya bahşettiği zafer sebebiyle şükrederek muhârebe meydanında dolaşırken, Lazar’ın dâmâdı, yaralı sırp asilzâdelerinden Miloş Obiliç tarafından şehid edildi. Sultan Murâd-ı Hüdâvendigâr’ın şehâdetinden önceki vasiyeti gereğince Bâyezîd Han, Osmanlı Sultanı oldu. Sultan Murâd Hanın şehid edilmesi üzerine Despot Lazar ve oğlu orada öldürüldüler. Kosova’da Kosova Zaferi netîcesinde, Osmanlı Devleti Balkanlara kesin olarak yerleşti ve Sırp Krallığı yıkılarak, Sırbistan, Türk hâkimiyetine geçti. Bölgeye, Türk veİslâm nüfusu iskân edilerek, hâkimiyet pekiştirildi.
İkinci Kosova Meydan Muhârebesi
Türklerin Avrupa’daki ilerleyişini durdurmak için, Hıristiyan devlet ve milletler, her mağlûbiyetin ardından yeni ittifaklar kuruyorlardı. Osmanlı Sultanı İkinci Murâd Han (1421-1451) devrinde, 1444’teki Varna mağlûbiyetinin öcünü almak gâyesiyle Macar Kral Nâibi Hunyadi Yanoş, Almanya, Polonya, Romanya ve diğer ülkelerden doksan bin kişilik ordu topladı. 1448’de Osmanlı Devletine tâbi Sırbistan’a giren Hunyadi Yanoş’un kumandasındaki müttefik kuvvetlerin, buraları işgâl haberi üzerine, İkinci Sultan Murâd Han, süratle harekete geçti. Anadolu’daki Karamanoğulları Beyliğinden ve Sırbistan’dan yardımcı kuvvetler alan Sultan Murâd Han, Ekim 1448’de Kosova’da düşmanla karşılaştı. İki ordunun mevcudu da eşit durumda olmasına rağmen, Osmanlılar devrin en üstün ateşli silâhlarına ve topa sâhipti. Müttefik ordusu ağır zırhlı olup, çeşitli milletlerden meydana geliyordu. Türkler ise muhârebe eğitim ve tecrübesi ile üstün taktik kâbiliyet vasıfları yanında, sarsılmaz bir îmân birliği içindeydiler. Sultan Murâd Han, Türk-İslâm an’anesi gereğince, muhârebeden önce sulh teklif etti. Sulh, Haçlı taassubu ile red edilince, düşman ordusu hakkında bütün bilgileri değerlendirerek, harp nizâmı aldırdı. Osmanlı ordusunun merkezinde İkinci Sultan Murâd Han, sağ kolda Rumeli Beylerbeyi Turahan Bey, sol kolda Dayı Karaca Paşa bulunuyordu. Öncü kuvvetler, Akıncı Beylerinden Hızır Bey, Îsâ Bey; ihtiyat da Sinan Bey kumandasında toplanmıştı. Hunyadi Yanoş’un kumandasındaki müttefik ordusunun sağında Macarlar, Sicilyalılar, sol kolda da Almanya, Polonya, Romanya kuvvetleri vardı.
17 Ekim 1448 târihinde Hunyadi Yanoş, zaferden emin bir şekilde taarruzla muhârebeyi başlattı. Müttefik askerler, coşkuyla hücum etmesine rağmen, Türkler karşısında birinci gün üstünlüğü sağlayamadılar. Türklerin geri çekileceğini uman Hunyadi Yanoş, ikinci gün öğleyin başlatılan taarruz da netîcesiz kalınca, gece baskınına teşebbüs etti, fakat başarılı olamadı.
Muhârebenin üçüncü günü olan 19 Ekim sabahı başlayan taarruzda, Osmanlı ordusu sahte ric’at taktiğini tatbik ederek, mukâvemet etmeden geri çekildi. Sağ ve sol kollar açılarak, müttefiklere Osmanlı merkez kuvvetleri hedef tâyin ettirildi. Türklerin kaçtığını zanneden Haçlı ordusu zafer kazandık hissiyle şuursuzca merkez istikâmetine ilerledi. Merkez safha safha geri alınırken, düşmanın iyice dağıldığı tesbit edilince, karşı taarruza geçildi. Merkeze giren düşman kuvvetleri, yandan ve geriden sarıldı. İyice çevrildiğini anlayan Haçlılar, ümitsizce bir an karşılık verdiler ve kaçmaya başladılar. Önceden kaçanlar ve geri çekilenler dışında Haçlılar muhârebe meydanında imhâ edildi.
Sultan Murâd Han, zaferin sonunda Cenâb-ı Hakk’a hamd edip şükür secdesine vardı. Bu cenkte şehâdet mertebesine kavuşan 4000 şehidin cenâze namazlarını kıldırıp defnettirerek aziz ruhlarına Fâtihalar hediye eyledi.
İkinci Kosova Meydan Muhârebesi netîcesinde, Türklerin Balkanlardan atılamayacağı kesinleşince Avrupalılar taarruzu bırakıp, müdâfaaya geçtiler. Balkanlarda başlatılan menfaat mücâdelesi, hoşgörü ve adâlet prensiplerini tatbik etme siyâsetince Osmanlılar lehine netîcelendi.
Macar milliyetçisi ve devlet adamı. 1802’de Macaristan’ın Monok şehrinde doğdu ve 1895’te İtalya’nın Torino şehrinde öldü. Fakir düşmüş asil bir âileden olup, Protestandı. Budapeşte Üniversitesinde hukuk tahsili yaptıktan sonra 1832’de parlamentoya girdi.
Macaristan, uzun zamandan beri Avusturya İmparatorluğunun vesâyeti altında olup, Avusturya imparatoru aynı zamanda Macaristan kralı da sayılıyordu. Kossuth bu durumun aleyhinde olup Orszaglülesi Tudositasok ve Toiveryhatosagi Tudositisok gazetelerinde yazdığı yazıları ile verdiği konferanslarda Macaristan’ın Macar asıllı hükümetlerce, memur, asker ve subaylarca idâre edilmesini, kanunlarla sınırlandırılan hürriyetlerinin genişletilmesini savundu. Bunun üzerinde 1837’de dört sene hapse mahkum olup yirmi iki ay yattıktan sonra siyâsî aftan faydalanarak çıktı. 1841’de Pesti Hirlap (Pesti Gazetesi)ı çıkarmaya başladı. Akıcı bir uslûpla bu gazetenin başyazılarını da yazan Kossuth’un önderliğinde Macaristan’da güçlü bir uyanış hareketi başladı.
1844’te Avusturya hükümetinin muhâlefetine rağmen Millî Birlik Teşkilâtını kurdu ve Avusturya mallarına karşı boykot kampanyasını başlattı. 1847’de Peşte temsilcisi olarak parlamentoya yeniden giren Kossuth, 1848’de Lajos Battyony başkanlığında kurulan hükümette mâliye bakanı olarak görev aldı.
1848’de Avusturya’da başgösteren hükümet buhranı ve karışıklıklardan faydalanmak isteyen Kossuth, hürriyet mücâdelesinin lideri ve Millî Savunma Komitesinin (Honvedelmi Bizottanany) başkanı sıfatıyla “Viyana’nın ölü eli uzaklaştırılmalıdır.” diyerek Macar ordusunu ayaklandırdı. Ülkeye hâkim olarak Avusturya imparatorunun da meşru kabul ettiği parlamenter bir rejim kuruldu. Ancak bunu da yeterli görmeyen Kossuth tamâmen müstakil olabilmek için parlamentoyu dağıtarak Millî Savunma Komitesi tarafından Macar asıllılardan meydana gelen bir hükümet kurdu. Aralık 1848’de Avusturya kuvvetlerinin başkent Budapeşte’ye girmesi üzerine hükümetle beraber doğuda Debrecen’e çekilmek zorunda kaldı. Macar ordusunun Avusturyalıları mağlubiyetiyle beraber Budapeşte’yi ele geçirdi. 14 Nisan 1849’da Habsburg Hânedânını tahttan uzaklaştırdı ve Macar millî devletinin istiklâlini îlân etti.
Bu hâdiselerin, işgâli altında bulundurduğu Lehistan’ı tahrik etmesinden korkan Rusya, Habsburg Hânedânı adına ve Macar ordusundaki Lehli subayları bahane ederek daha önce Lehistan İsyânını bastıran General Paskieviç emrindeki 200.000 kişilik bir orduyla Avusturya’ya müdâhale etti. Milliyetçiler sayı üstünlüğü karşısında mukâvemet edemediler ve isyan kanlı bir şekilde bastırılarak Habsburg hânedânı tahta geçirildi. Lajos Kossuth ve kurtulabilenler kafileler hâlinde sınırı geçerek Osmanlı Devletine sığındılar.
Avusturya ve Rusya sert bir nota verip savaşla tehdit ederek mültecilerin iâdesini istediler. Osmanlı Devleti ise bunu prestij meselesi yapıp, 17 Eylül 1849’da her iki devlete de verdiği nota ile mültecileri iâde etmeyeceğini bildirdi. Notanın Avrupa’da duyulması Lehistan ve Macaristan isyanlarının kan ve ateşle boğulmasına seyirci kalan fakat nefretle karşılayan Batı Avrupa kamuoyunda büyük bir tesir uyandırdı. Osmanlı sefirini caddeden geçerken gören Londra halkı arabasının atlarını çözüp arabayı omuzlarıyla çektiler. Avusturya ve Rusya, kamuoyunun bu tavrı karşısında fazla ısrar edemedi.
Lajos Kossuth ve diğer mülteciler Kütahya’ya yerleştirildiler. “Ben Türklere şükran ve minnet borçluyum. Bunu mukaddes ve azîz bir mükellefiyet olarak kabul ediyorum. Türklerin millî husûsiyetlerine ve asaletlerine karşı büyük bir saygı duyuyorum ve onları çok takdir ediyorum.” diyen Kossuth, iki sene Türkiye’de kaldı. Mültecilerin büyük bir kısmı Osmanlı tabiiyetine girerek Müslüman oldular ve önemli hizmetlerde bulundular.
Kossuth, 1852’de Macaristan’ın istiklâli için mücâdele etmek üzere İngiltere ve ABD’ye gitti. Her iki ülkede de törenlerle karşılandı. Ancak ne bunlardan, ne de Fransa ile İtalya’dan aradığı desteği bulamadı. Londra’ya geri dönüp yedi sene burada kaldıktan sonra hayâtının son yıllarını Torino’da geçirdi. Usta bir hatib olarak hitâbet sanatının güzel örneklerini veren Nutuklar (Beszedek) ve Gurbet Hatıralarım (Memories o My Exile) diye on üç ciltlik iki kitabı olup, ikisi de yabancı dillere tercüme edilmiştir.
Kütahya’da ikamet ettiği ev sonradan müze olup bugün de turistlerin yurdumuzda ziyâret ettikleri yerlerden birisidir.
DEVLETİN ADI |
Kostarika Cumhuriyeti |
BAŞŞEHRİ |
Sant José |
NÜFÛSU |
3.161.000 |
YÜZÖLÇÜMÜ |
51.100 km2 |
RESMÎ DİLİ |
İspanyolca |
DÎNİ |
Hıristiyanlık |
PARA BİRİMİ |
Kolon |
51.100 km2lik yüzölçümüyle El Salvador’dan sonra Orta Amerika’nın ikinci küçük ülkesi. Kuzeybatısında Nikaragua, güneydoğusunda Panama, güneybatı ve batısında Büyük Okyanus, doğusunda Karaib Denizi vardır. Karaib Denizi ile Büyük Okyanus kıyıları arasındaki uzaklık 120 ile 265 km arasındadır.
Târihi
Kristof Kolomb, Karaib sahilleri yakınındaki küçük bir adaya 18 Eylül 1502’de çıktığında, burada bulunan altın yataklarından dolayı buraya, “Zengin Sahil” mânâsına gelen “Kostar Rika” adını verdi.
Ülkenin bugünkü yerlileri, on altıncı asırda buraya Guatemala’dan göç etmiş olan İspanyollardır. Burada Kızılderililer ve Zenci köleler bulunmadığı için İspanyollar kendi topraklarını kendileri işlediler. Kostarika’nın kolonik devri fakirlik ve sefalet içinde geçti.
15 Eylül 1821’de bağımsızlığını ilan eden Kostarika, böylece İspanyol boyunduruğundan kurtuldu. 1838’e kadar dış politikası, Orta Amerika Birliğine bağlıydı. 1838’de bu birlikten ayrıldı.
1842’de Braulio Carilol hükümeti, Orta Amerika Birliğini kurmak için General FranciscoMorasan tarafından devrildi. Fakat kısa zaman sonra kendisi de iktidardan düşürülerek öldürüldü. Bundan sonra ülkede, 7 senelik bir anarşi dönemi başladı. 1849’da eski başkan Mora yine iş başına geldi. Düzeni sağladı ve reformlar yaptı. Bundan sonra 1859-1870 yılları arasında yarım düzine başkan değiştiren Kostarika’da, 1879’dan sonra, Tomas Guordia tarafından kuvvetli bir hükümet kuruldu ve 1871 yılının Aralık ayında bir anayasa çıkarıldı.
On dokuzuncu asırda ülkede ekonomi gelişmeye başladı. Amerika’nın baskısı ve çeşitli sebeplerle, devlet başkanları, devamlı değişmiştir.
1940’da iş başına geçen Refael Calderon Guordia’nın idaresi altında, Kostarika’nın Amerika ile münasebetleri gelişme gösterdi. Japonlar, Peal Harbor’a baskın yapınca, Amerika ile beraber Japonya’ya harb ilan etti. Panama kanalının müdafasında yardımcı oldu. Kostarika, 1944’te Birleşmiş Milletlere, Milletlerarası İmar ve Tekamül Bankası’na veIMF’ye üye oldu.
8 Şubat 1948’de yapılan seçimler neticesinde çıkan iç karışıklıklar sonucu, José Figueres ihtilal yaparak, yönetimi ele geçirdi ve eski anayasayı yürürlüğe koydu. 1949’da Ulate Blanca başkan seçildi. Günümüze kadar ülke değişik başkanlar dönemi yaşamıştır. 1949’dan sonra Ordu yönetime karışmadı. Demokrasiyi benimseyen Kostarika bu rejimi en iyi uygulayan Amerika ülkelerinden biridir.
Fizikî Yapı
Ülkenin yüzey şekilleri başlıca üç bölümde incelenir. Sulak Karaib kıyısının arkasında, dar ve alüvyonlu bir arazi bulunur. Bu arazi içinde kuzeyde Cordillera de Guanacaste ve güneyde Cordillera de Talamana’nın bulunduğu kuzeybatı-güneydoğu yükselti kuşağı; yükselti kuşağının batısında, Nicaya ve Osa yarımadalarının arasında kalan, Büyük Okyanus kıyıları yer alır.
Yükseltiler, Nikaragua Gölünün batısında başlar. Ülkede bulunan volkanlardan Irazu 3432 m ve Turrilaba 3328 m ile en yüksek noktaları meydana getirirler. Talamanca Dağ silsileleri arasında 2740 m yükseklikte tepelere rastlanır.
Ülkenin doğu kıyılarında girinti ve çıkıntı az, batı kıyılarında ise çoktur. Batı kıyısından 480 km uzaklıktakiCoco Adası, Kostarika’ya aittir. Dağlık iç bölgelerden kıyı ovalarına doğru inen yamaçlar oldukça diktir.
İklim
Doğu Alize rüzgârlarının hüküm sürdüğü kıyı ovalarında nemli ekvator iklimi, orta kısımlarda ılık, yüksek yerlerde ise soğuk iklim hüküm sürer. Fakat soğuklar şiddetli değildir. Kıyılarda sıcaklık ortalama 25 ile 32°C arasında, orta kısımlarda 21 ile 27°C arasındadır. Yüksek bölgelerde ise 10°C’yi geçmez. Ülkede kar yağmaz. Yıllık yağış ortalaması ise 3100 ile 6350 mm arasında değişmektedir.
Tabiî Kaynaklar
Bitki örtüsü ve hayvanlar: Bataklıklar ve ormanlar, ülkenin yaklaşık üçte birini kaplar. Kuzey Karaib sahilleri ve Büyük Okyanus sahilleri tropikal ormanlarla kaplıdır. Ormanlarında meşe ve çam ağaçlarına rastlanır. 2400 m yüksekliğin üzerindeki bölgelerde, ormanlar seyrekleşerek yerini çayırlara ve meralara bırakır. Ağaçlık bir bölge, Nicoya Yarımadasının doğu kısımlarını örter.
Ülkede en çok rastlanan yabanî hayvanlar arasında tapir, oklu kirpi ve timsah bulunmaktadır.
Mâdenler: Ülke toprakları maden bakımından zengin değildir. Az miktarda altın çıkarılır.
Nüfus ve Sosyal Hayat
Ülke nüfûsu 3.161.000 olup, bu nüfûsu İspanyol asıllı beyazlarla, Zenciler ve Kızılderililer meydana getirir. Nüfus artışının yüksek olduğu ülkede halkın büyük kısmı başşehir bölgesinde toplanmıştır. Halkın ancak % 34’ü şehirlerde yaşar. Önemli yerleşim merkezleri, San José, Alajuela, Heredia ve Cartago’dur.
Resmî dil İspanyolca olup, bazı devlet işlerindeİngilizce ile yazışmalar sürdürülmektedir. Halkın büyük çoğunluğu Hıristiyanlığın Katolik mezhebine bağlıdır. Ayrıca Yahûdî ve Protestanlar da vardır.
Ülkede eğitim parasızdır. İlk öğretim, 6-12 yaş arasında mecburi olup, okuma-yazma bilmeyenlerin sayısı azdır. Kostarika’da iki üniversite vardır.
Siyâsî Hayat
Ülke, devlet başkanı tarafından yönetilmektedir. Ülkede, 57 üyeli tek meclis vardır. Meclis için 4 yılda bir seçim yapılmaktadır. Oy kullanmak mecbûrîdir.
Ekonomi
Tarım: Kostarika’nın ekonomisi tarıma dayalı olduğundan, nüfûsun % 55’i tarımla uğraşır. Meselâ Central’de kahve, süt ürünleri, şeker, fasulye ve patates elde edilir. En fazla ürettiği kahve ve muz dışarıya ihraç edilir. Hayvancılık gelişmiş olup, Guanaceste bölgesinde sığır sürülerine rastlanır. Orta Amerika’nın en çok süt ürünleri ihraç eden ülkesidir.
Sanâyi: Sanâyi, ülkede gelişmemiş olup, mevcut olan küçük çaptaki sanâyi ise şeker rafinerilerini, gübre fabrikalarını, tarım ilaçları ve tüketim maddeleri yapımını içine alır.
Ticâret: Kostarika, dışarıya kahve, muz ve süt satar, dışardan ise sanâyi ürünleri alır. Ticarî münâsebetlerde ülke ekonomisi, ABD’ye bağlıdır. Dış ödemeler dengesinin açık vermesine rağmen, ülkenin ekonomisi, diğer Orta Amerika ülkelerininkine göre hızla ilerlemektedir.
Ayrıca çağlayanlar, tabiî güzelliklere sahip çeşitli yerler ve İspanya medeniyetinden kalan eserler, turistlerin ilgisini çekerken, ülke ekonomisi için iyi bir gelir kaynağı olmaktadır.
Ulaşım: Ulaşım, yaklaşık 35.357 km uzunluğundaki karayolları, iki sahili birbirine bağlayan 1500 km’lik demiryolları ile sağlanır. Karayolları yetersiz ve bakımsızdır. % 15’lik kısmı asfalt kaplıdır. Puertolimon, Puontarenas, Golfito başlıca limanlardır. San José yakınlarındaki Juan Santa Maria ülkenin tek milletlerarası havaalanıdır.
Alm. Kutter (m), Fr. Cotre, cutter (m), İng. Cutter. Ekserisi bir direkli, rondalı, ince ve hafif spor yelkenlisi. İstanbul’da Karaağaç mezbahası kurulmadan önce, Anadolu yakası için Uzunçayır’daki; Rumeli yakası için Okmeydanı’ndaki ve Sinanpaşa’daki ağıllara celep ve kasaplar kotra derlerdi. Her celebin malı, diğerlerine karışmaması için, ayrı kotralarda muhâfaza edilirdi.
Kotra deyince günümüzde, sâdece yelkenli tekneler akla gelir Spor ve gezinti için kullanılırlar bu teknelerin arka tarafları çok batıktır. Fazla rüzgârlı havalarda alabora olmaması için, kotraların altında, ağır mâdenden yapılmış, “salma” denen bir çıkıntı bulunur. Bu çıkıntı kotranın ağırlık merkezini aşağıya çeker, böylece devrilmesine mâni olur. Yalnız kotralar, salmalarından dolayı, sığ ve kayalık yerlere yanaşamazlar. Eskiden savaş teknesi olarak kullanılan kotralar, günümüzde spor ve gezinti için kullanılmaktadır.
(Bkz. Kimyâsal Bağlar)
Alm. Bienenstock, Bienenkorb (m), Fr. Ruche (f), İng. Bee-hive. Bal yapan arıların barınmalarını, çoğalmalarını ve bal yapmalarını sağlayan, prizma, silindir ve dikdörtgen şeklindeki arı evi. Kovanlar tahtadan yapıldığı gibi çamurlu samandan ve örgü sepetten; silindir şeklinde olanlar da ağaçların oyulması ile yapılmaktadır.
Her kovanda arı ailesi yaşar. Balarıları, aralarında iş bölümü yaparak çalışırlar. Kovan bir arı şehridir. Arılar, kışın kovanlarından çıkmazlar. Soğuklar başlar başlamaz birbirine sımsıkı olarak bir küme meydana getirirler. Kraliçe arı, bu kümenin ortasında bulunur. Diğer arılar onun etrafında devamlı nöbetleşe dönerek hareket ederler. Böylece ısınmayı sağlarlar. Şâyet kovanın bir yerinde açıklık bulurlarsa, hemen orayı “püreleslu” adı verilen bir cins mum ile kapatırlar. Bu madde ile ayrıca kışa doğru kovandaki uçuş deliğini de daraltırlar. Yazdan depo ettikleri veya kovanda bırakılan bal ile kış boyu beslenirler.
Modern kovanların içi çeşitli şekillerde düzenlenir. Sabit veya portatif raflı kovanlar vardır. Portatif olanları daha kullanışlıdır. Kovanın içerisine sun’î petekler yerleştirilmek sûretiyle arının zamandan kazanıp daha çok bal vermesi sağlanır.
Dudent ve langstrohe tipi kovanlar en makbûl olanlarıdır.
Ayrıca fişeğin kapsül, barut ve kurşun bulundurduğu yuva kısmına da kovan denir.
ABD’nin batısında, atlı, sığır çobanlarına verilen isim. Texas, New Mexsico ve Arizona eyaletlerinde sığır besiciliğinin vazgeçilmez elemanları idiler. Bu bölgede yerleşen Amerikalılar, 1820’li senelerde buralardaki büyük çiftliklerde yaşayan ve sığır çobanlığı ile uğraşan kovboylarla karıştılar. Bunlardan kement, eyer, mahmuz kullanmayı ve hayvan damgalamayı öğrendiler.
Sürüler hâlinde beslenen sığırları 8-12 kovboy güderdi. Kovboylar ilkbaharda satılacak hayvanları sürüden ayırarak en yakın demiryolu şehrine götürüp satarlardı. Geri dönmeden önce kısa bir süre eğlenirlerdi. Bu eğlenceleri sırasında her türlü rezâleti işleyen kovboylar, çeşitli soygunlar yaparlar ve 2,5 cente adam öldürürlerdi. Tarım alanlarının batıya kayması üzerine kovboyların dönemi sona erdi (1890).
Alm. Schaf (m), Fr. Mouton (m), İng. Sheep. Familyası: Boynuzlugiller (Bovidae). Yaşadığı yerler: Dünyânın hemen hemen her yerinde evcil ve yabânî olarak. Özellikleri: Ağırlığı 36-180 kg arasında değişen, geviş getiren memeliler. Üst çenelerinin ön dişleri yoktur. Eti, sütü, yünü ve derisi için beslenirler. Ömrü: 12-15 yıl. Çeşitleri: Evcil koyun, yeleli koyun, muflon, Argadi, bozkır koyunu, Tanrıdağı koyunu, Kanada koyunu meşhurlarıdır.
Boynuzlugiller âilesinden, tıknaz vücutlu, çift tırnaklı, geviş getiren bir memeli. Erkeğine koç, dişisine marye, yavrusuna kuzu, bir yaşındakine toklu, iki yaşındakine şişek, üç yaşındakine ise ögeç denir. Yabâni veya evcil olarak dünyânın hemen hemen her tarafında yaşar. Sürü hayâtına düşkündürler. Eti, sütü, postu ve tüyleri için evcil olarak yetiştirilirler. Evcil olanlarının postları yünlü ve kuyrukları uzundur. Yabânîleri ise sert kıllı, kısa kuyruklu, çeviktir. Târihte göçebe kavimlerin geçim kaynağı olmuştur. Günümüzde de besin ve dokuma sanâyiinde önemli bir yer tutar. Yabânî çeşitleri bugün yüksek dağlık kısımlara çekilmiştir. Boynuzları spiral olarak büyür. Türüne göre yalnız erkekte veya her ikisinde de boynuz bulunur. Üst çenelerinin ön tarafında diş bulunmaz. Diş yerini sert bir kıkırdak almıştır. Otu alt çenenin ön dişleriyle üst çene kemiği arasında sıkıştırarak koparırlar. İki senede gelişirlerse de en güçlü üretgenlikleri 4-5 yaşındadır. Koçların ise 5-7 yaşları arasıdır. Normal olarak sonbahar sonunda kış aylarının başında yavrular. Doğan yavru bir iki saat içinde annesini tâkip etmeye başlar.
Kuzular, genellikle üç-beş ay emerler, fakat birkaç hafta içinde otlamaya başlarlar. Erkekler iki yaşını aşınca sürüden ayrılarak güçlü bir koçun liderliğinde gruplaşırlar. Kızgınlık dönemlerinde birbirleriyle şiddetli tos vurma şeklinde çarpışmalar olur. Dişi koyunlar en yaşlı ve tecrübeli bir koyunun önderliğinde dolaşırlar.
Evcil koyunun (Ovis aries) yabânî olan muflon, step veya kızıl koyundan türediği sanılmaktadır. Dünyâda eti, sütü, yapağı ve postu için beslenen birçok ırkı vardır. “Merinos” yumuşak, ince ve parlak tüyü için yetiştirilir. Anayurduİspanya’dır. Buradan bütün dünyâya yayılmıştır. Ülkemizde Marmara, Ege ve İç Anadolu bölgelerinde beslenmektedir. Bir kırpışta 6 kg’dan fazla yapağı çıkar.
“Kıvırcık” Trakya ve Marmara bölgelerinde bol yetiştirilen ince, uzun kuyruklu, beyaz tüylü bir ırktır. Eti çok makbuldür. Bol süt de verir. Kıvırcığın “Karayaba” çeşidi Sinop, Ordu ve Tokat yörelerinde boldur. “Dağlıç” ve “Karaman” eti için beslenen iri kuyruklu soylarıdır. Daha çok Orta Anadolu’da yetiştirilmektedir. Dağlıç, kıvırcık koçu ile Karaman koyununun eşleştirilmesiyle üretilir. Bursa yörelerinde boldur. İzmir çevresinde de Sakız Adasından getirilen “Sakız koyunu” beslenmektedir. Çoğunlukla ikiz veya üçüz doğuran, bakımı güç, iri bir koyundur. Karakul (asragon) ırkının postu kıymetlidir. Soğuk memleketlerde çok değerli olup kürk sanayiinde kullanılır.
Evcil koyunun atası zannedilen yaban koyunu (kızıl koyun) yüksek dağlık bölgelerde sürüyle yaşar. Erkeklerinde 80 cm uzunluğunda dâire şeklinde kıvrılmış boynuzlar bulunur. Gece otlamak için dolaşırlar. Türkiye’nin de ıssız dağlarında az sayıda vardır. Yazın tüyleri sarı, kışın kahvemsi renkte olur. Muflon, Sardunya ve Korsika adalarında yaşar. Küçük koyunlarda renk çeşidi fazladır. Avrupa’nın tek yaban koyunu olup en yüksek dağlarda yaşar. Dişilerde de boynuz bulunabilir. Eti makbul fakat avlanması güçtür. Argali, Orta Asya yaylalarında yaşayan iri yaban koyunlarıdır. Erkeği ve dişisi de boynuzludur. 230 kg gelenleri vardır. Dağların uçurum kenarlarında rahatça dolaşırlar. Step koyunu, Afganistan, Türkistan dağlarında yaşayan bir yaban türüdür. Afrika’nın dağlarında yaşayan yeleli bir koyun (Ammotragus lervia) vardır. Eti lezzetli olduğundan çok avlanır. “Sakallı” veya “Berberistan koyunu” da denir.
Amerika’nın en kıymetli av hayvanı sayılan Kanada koyunu, yüksek dağların en tehlikeli noktalarında çekinmeden sıçrayarak dolaşır, ayak tabanlarında elastikî yastıklar bulunur. Yazın postu kahverengimsi, kışın daha açıktır. 20 yıl kadar yaşarlar, eşleşme dönemlerinde erkekler arasında şiddetli döğüşler olur. Ancak dürbünlü tüfeklerle avlanabilir.
Koyunlar bereketli hayvanlardır. Senede genellikle bir defâ doğurduğu ve çok yenildikleri halde, yeryüzü koyunla doludur. Vahşi hayvanların çoğu yenilmediği ve çok yavru yaptıkları halde, yine de koyun gibi bol değildirler.
Müslüman ülkelerinde kurban hayvanı olarak da kesilirler.
KOYUNOTU (Agrimonia eupatoria)
Alm. Leberkraut, Fr. Aigremoine (f), İng. Agrimony. Familyası: Gülgiller (Rosaceae). Türkiye’de yetiştiği yerler: Marmara bölgesi.
Haziran-ağustos ayları arasında sarımsı renkte çiçekler açan, boyları bir m’ye kadar yükselebilen, çok yıllık otsu bir bitki. Gövdeleri, düz veya az dallı, tüylüdür. Yapraklar genellikle gövdenin alt kısmında, parçalı olup, alt yüzü tüylüdür. Çiçekler küçük ve sarı renklerde, hoş kokulu, salkım durumunda, gövdenin üst kısmında toplanmışlardır. Çiçek parçaları beşlidir.
Kullanıldığı yerler: Bitkinin toprak üstü kısımları eterik yağ, tanenler, acı maddeler, vitamin K ihtiva etmektedir. Eskiden beri ilaç olarak kulanılmaktadır. İdrar söktürücü olarak, mayasıla karşı, mîde ve safra hastalıklarına, böbrek taşı ve kumlarına karşı kullanılır. İnce kıyılmış saplar, 3-4 çorba kaşığı, 1/2 litre kaynar su ile başlanır. Soğuyunca süzülür ve 1-2 gün kullanılır. Haricen sıcak mayi ile iltihaplı diş etlerine karşı ağız ve boğaz iltihaplarında, ses kısıklığında gargara yapılır.
Bitki, çiçek açmadan evvel, sarı boya elde etmekte kullanılır.
Alm. Kosmetikum, Schönheitsmittel (n), Fr. Produits (m.pl.) de beauté, İng. Cosmetics. Kullanan kimseyi güzel göstermek için hazırlanan maddeler. Cildi temizler ve rengini değiştirirse de, herhangi bir tedâvî gâyesi gütmezler. Kozmetikler genel olarak kadınlar tarafından kullanılırsa da, erkeklerin ihtiyaçlarına cevap verecek şekilde kozmetikler de yapılmaktadır. Bunların, yüz nemlendiricileri ve renk vericileri de olabilir.
Eski medeniyetlerin kalıntılarında, kozmetik konan kaplara, ayna yerine kullanılan cilalı metallere rastlanmıştır. Eski Mısırlı kadınlar, gözlerinin altlarını yeşile ve kirpiklerini siyaha boyarlardı. Kına ile yalnız saçları değil, el ve ayak tırnaklarını ve ayak topuklarını boyamışlardır. Kullanılan kremlerin % 90’ını, hayvanî yağlar meydana getirmiştir. Babilliler, beyaz ve kırmızı yüz ile kırmızı dudak boyası kullanmışlardır. İranlı kadınlar ise kirpiklerini boyayarak gözlerinin görünür parlaklık ve büyüklüklerini arttırmaya çalışmışlardır. Benzer durumlara Hind, Çin, Japon ve eski Yunan’da da rastlanmıştır.
Etrüks kadın mezarlarındaki bronz tuvalet kutularında, parfüm ve diğer süs eşyalarına rastlanmıştır. İlk zamanlar eski Roma’da az kozmetik kullanılmışsa da, Romalıların Akdeniz ülkesinde yaptığı fetihler sonucu, çok çeşitli kozmetikler Roma toplumuna girmiştir. Kozmetik ve onların kullanılışını bilen esirler, kıymetli kabul edilmiştir.
Hıristiyanlıkla beraber kozmetik kullanımı gerilemişse de, Haçlı seferleriyle artış göstermiştir. Rönesans ile kozmetikler, büyük bir gelişme sağlamıştır. İtalya ve Fransa’da hem kadın, hem de erkekler makyajlarda kozmetik kullanmışlardır.
On dokuzuncu yüzyılın ortalarında anilin boyalarının geliştirilmesiyle, kozmetikler çok büyük bir gelişme göstermiştir. Bundan sonra kozmetik sanâyii, gelişmesinin önemli bir kısmını, televizyon, film ve resimli mecmuaların yaygınlaşmasına borçludur.
İslâmiyetin, önemle üzerinde durduğu kozmetik; kına ve sürmedir. Sevgili Peygamberimiz, her gece gözlerine sürme çekerdi. Bir yara olsa oraya kına koyardı. Vahy geldiği zaman mübârek başı ağrırdı. Bu zaman, başına kına bağlardı. Berika, kitâbında büyük İslâm âlimi Muhammed bin Mustafa Hâdimî’nin bildirdiği hadîs-i şerîfte; “Üç şey gözü kuvvetlendirir: Sürme çekme, yeşilliğe ve bakması helâl olan güzel yüze bakmak.” buyrulmaktadır.
İslâm âlimleri, kadınların, kocalarına karşı süslenmelerine müsâde etmişlerse de, altına su geçmeyen ruj ve oje tipi kozmetiklerin kullanılmasında dikkatli olmayı bildirmişlerdir. Zîra bunların altına su geçmediği için gusül ve abdest alınmamış sayılmaktadır.
Yüzyıllardır kadınların güzel görünmek için kullandıkları kozmetiklerin sağladıkları câzibe geçici bir zaman içindir. Ayrıca kozmetiğin yüzlerde meydana getirdiği tahribât, olgunluk ve ihtiyarlık çağlarında kadınları ümitsizliğe düşürüp, psikolojik rahatsızlıklara sebeb olmaktadır.
Alm. Kosmische Strahlen (m.pl.), Fr. Rayons (m.pl.) cosmiques, İng. Cosmic rays. Çok yüksek eneriye sâhip gök ışınları, 1911’de AvustralyalıV.F.Hess tarafından, dünyanın dışardan gelen ışınlarla bombardıman edildiği balonda gerçekleştirilen bir deneyde gösterilmiştir. Hess bu keşfinden dolayı, 1936 Nobel mükâfatını almıştır. Sonra, bunun gamma ışınları denen bir tür elektrik magnetik radyasyon olduğu anlaşıldı. Daha sonra yapılan araştırmalar, bunların daha çok hidrojen atomunun çekirdeğini meydana getiren proton radyasyonu olduğunu ortaya koymuştur.
Kozmik ışınlar, yeryüzünde gözlenebileceği gibi, balon, roket ve uydularda yapılacak deneylerle de tesbit edilebilir. Yeryüzü deneyleri kozmik ışınların değişimi bakımından, diğer deneyler de özellikleri tesbit etmek yönünden önemlidir.
Dünyâya hemen hemen her türlü elektromagnetik dalga erişmektedir. Bunlar, uzun radyo dalgaları, görülebilir çok kısa X ışınları ve gamma ışınlarıdır. Bu sayılanlara ilâveten bu tür atomların çekirdeğinden ibâret olan parçacık bombardımanı mevcuttur ki, buna kozmik radyasyon denir. Parçacıkların cinsi, proton veya hidrojen çekirdeğinden demir, kobalt ve nikel gibi ağır çekirdeklere kadar uzanır. Hatta uranyum çekirdeğinin de bulunduğu tahmin edilmektedir. Çekirdek yüklerinin (atom sayılarının) artımı ile oranları da azalmaktadır. Parçacıkların % 87’sini proton (hidrojen çekirdeği) meydana getirirken, % 12’sini alfa parçacığı denen ikinci hafif element olan helyumun çekirdeği meydana getirmektedir. Çok az miktarda lityum, berilyum ve boran da vardır. Bunları karbon, azot ve oksijen tâkip eder. Kozmik ışınların muhtevasından, kâinattaki element oranını çıkarmak yanlıştır. Kâinatta bulunan helyumdan daha ağır çekirdek oranı, kozmik ışınlarda bulunandan daha fazladır. Meselâ, kozmik ışınlarda bulunan demir miktarı, tipik bir yıldızda bulunandan 50 kat daha fazladır. Bu farkı, kozmik ışınların, yıldızlar arası bölgeleri aşarken uğradıkları değişikliklerle açıklamak mümkündür. Ancak yeryüzüne, atmosferde meydana gelen değişikliklerden dolayı kozmik ışınların, ancak bir bölümü farklı bir şekilde erişir.
Kozmik ışınların başlangıcı, astrofiziğin en ilgi çeken konularından biridir. Kozmik ışınların, bulundukları galakside doğduğu ve bir galaksidekinin diğerinde etkili olmadığı anlaşılmıştır.
Dünyâya erişenler samanyoluna münhasırdır. Samanyolunun tahminen 100 milyar yıldızın meydana getirdiği bir yıldızlar grubu olduğu sanılmaktadır. Güneş, bu yıldızlardan biridir. Disk formunda ve çapı 100.000 kalınlığı ise 100 ışık yılı civarındadır. (Işık yılı, ışığın bir senede aldığı yoldur.)
Kâinat, buna benzer galaksilerle doludur. Radyoastronomiden anlaşıldığı gibi pek çoğunda kozmik ışınları vardır. Kozmik ışınların başlangıcı için pekçok teoriler mevcuttur. Diğer açıklanması gereken bir nokta, yüksek enerjilerinin varlığının açıklanmasıdır. Mesela, oda sıcaklığında mevcut ısı termal kinetik enerji 1/20 elektronvolttur. Tipik kozmik ışının enerjisi milyarlarca elektronvolttur. Bugüne kadar tesbit edilebilen en yüksek kozmik ışın enerjisi 100 milyar kere milyar, yâni 1020 elektronvolttur. Kozmik ışınların kaynakları iki grupta toplanabilir: Yıldızlar gibi impulsiv nokta türü kaynaklar; mağmatik olanlar gibi dağılı ivmelendirme mekanizmaları. Birinci tür kaynaklar daha önem kazanmaktadır. Yıldızlarda meydana gelen patlamalar da muhtemel kaynaklardır. Meselâ 1054 yılında bir süpernovanın görüldüğü Erop Nebula’sının bir bölümü, önemli bir kozmik ışın kaynağıdır.
Kozmik ışınların biyolojik tesirleri iki bakımdan önemlidir. Bunlardan ilki uzay yollarına olan etkileridir. İkincisi de kozmik ışınların biyolojik gelişimde oynadığı roldür. Meselâ milyonlarca yıl önce yaşamış dinazorların nesillerinin kesilmesi, tahminen âni bir kozmik ışın bombardımanı ile açıklanabilir.