KOOPERATİFÇİLİK
Alm. Genossenschaftswesen (n), Fr. Coopèratisme (m), İng. Cooperative system. Kendi arzu ve irâdesiyle ve ortak sıfatiyle bir araya gelen gerçek veya tüzel kişilerin iktisâdî güçlerini artırmak, özellikle meslek ve geçimlerine âit ihtiyaçlarını karşılıklı yardım, dayanışma ve kefâlet sûretiyle sağlayıp korumak maksadıyla iktisâdî yönden meydana gelen teşekkül.
Günümüzdeki kooperatifin ilk kurulduğu ve geliştiği yer İngiltere olmuştur. Bunun birtakım tarihî sebepleri mevcuttur. Kapitalizmin gelişmesi ile istismar edilen işçi ve esnaf kesimi, kooperatifleşme mecburiyetini hissetmiştir. Kapitalist fabrika sanâyiinin meydana getirdiği sosyal dengesizliklere karşı hâl çaresi aramak mecburiyetinde kalan İngilizlerden Robert Owen, üretim kooperatifinin öncülüğünü yapmıştır. 21 Aralık 1844’te İngiltere’nin Rochdale kasabasında 12 tekstil işçisi bazı temel prensipleri ihtivâ eden bir tüketim kooperatifi kurmuşlardır.
Bu prensipler: İştirak hissesi ne olursa olsun, üyeler arasında eşitlik sağlamak, üyelerin siyasî ve dinî inançları karşısında tam bir tarafsızlıkla hareket etmek, satışları peşin para ile ve câri piyasa fiyatına göre yapmak, elde edilen kârı, her üyenin kooperatiften yaptığı alış veriş oranına göre(risturn) şeklinde dağıtmak şeklinde kabul edilmiştir.
Kooperatifçilik, her memleketin iktisadî ve sosyal bünyesine göre oldukça değişik bir gelişme göstermiştir. Meselâ tüketim kooperatifleri İngiltere’de, kredi ve yapı kooperatifleri ise Almanya’da yaygın bir hâle gelmiştir.
Türkiye’de ilk kooperatifçiliğin, Midhat Paşanın kurduğu “Memleket Sandıkları” ile başladığı söylenir. Ancak kooperatif tarifine uygun şekildeki ilk deneme, yine Midhat Paşa tarafından 1863’te Tuna vilâyetinde Zirâî Kredi ve Zirâî Satış Kooperatiflerinin kurulması sûretiyle olmuştur. Daha sonra 1913’te, İzmir İncir Müstahsilleri Satış Kooperatifi denemesi olmuştur. 1929 ile 1935 yılları arasında, bir devlet müessesesi olan Ziraat Bankasının himâyesinde “Zirâî Kredi ve Satış Kooperatifleri” meydana gelmiştir. Bu kooperatifler dışında ayrı bir statüde faaliyet göstermek üzere 1969’da çıkarılan 1163 sayılı kooperatifler kanunu ile kooperatiflerin müesseseleşmesi temin edilmiştir. 1931’de İstanbul’da kurulan ve 1933’te Ankara’ya nakledilen Türk Kooperatifçilik Kurumu, Milletlerarası Kooperatif Birliğinin de üyesi bulunmaktadır.
Kooperatifleri başlıca; a) İstihlâk, b) Kredi, c) İstihsâl, d) Yapı olmak üzere ana faaliyet kollarına ayırmak mümkündür. Bu kooperatifler de sektörlere göre zirâî ve sınâî olarak faaliyet gösterirler.
Dünyâ kooperatifciliği zaman içinde gelişme ve genişleme gösterirken günümüzde ekonomik ve sosyal yapı içerisinde artan bir ehemmiyetle müesseseleşmesine devam etmektedir.
Bugün ülkemizde değişik isimler altında faaliyet gösteren birçok kooperatif mevcuttur. Bunların içinde en fazla yaygın olanı yapı kooperatifleridir. 1993 yılı îtibâriyle ülkemizde 31.032 kooperatif vardır.
Polonyalı astronomi bilgini. 1473 yılında Prusya’da doğdu. Normal tahsilini yaptıktan sonra 1491 yılında Krakow’daki okula devam ederek matematik ve astronomi öğrenimini bitirdi. 1494 yılında evine dönen Kopernik, başpiskopos olan amcasının tesiriyle dînî eğitim için İtalya’ya gitti. Orada astronom Domenico Noworra (1454-1504) ile beraber çalıştı. 1497’de memleketine dönüp, kilisede görev aldı ise de, 1501’de İtalya’ya geri döndü ve çalışmalarına devam etti.
Dünyânın ve diğer gezegenlerin güneş etrafında döndükleri kuralını, İslâm âlimlerinin yazdığı kitaplardan okuyarak kendine mâl etmiş, buna da “Kopernik teorisi” denmişti. Teorilerini beğenilmez diyerek ancak ömrünün sonlarında açıklayabilmiştir. Bundan üç asır önce yaşayan NureddinBatrûcî, Endülüs İslâm Üniversitesinde astronomi profesörüydü. El Hayât isimli kitabında bugünkü astronomiyi anlatıyordu. (Bkz. Batrûcî, İbn-i Şâtır)
Kopernik, Batrûcî’nin kitaplarından çok istifâde etti. Avrupalıların Kopernik’e malettikleri güneş merkezli sistem teorisinin ilk ve esas kurucusu, Endülüs İslâm Üniversitesi profesörü Batrûcî idi. Yeni astronominin kurucusu kabul edilen Kopernik’in ileri sürdüğü fikirleri hemen açıklayamamıştı. Bunun başlıca sebebi; kendisi bunların doğru olduğuna kanâat getirememişti. Ayrıca papaz olduğu için kiliseden çekiniyordu. O zamanki Hıristiyanlık inancına göre peygamber Îsâ güneşe sâbit durması için emir vermişti ve güneş de sâbit durmaktaydı. Yine genel inanca göre dünya düz tepsi gibi olup, aksini düşünenler cehennemlikti. Avrupa’nın on altıncı asırdaki durumu buydu.
Ömrünün sonlarına doğru sıhhati bozulan Kopernik’in kiliseden korkusu kalmamıştı. Artık fikirlerini rahatça açıklıyabilir, yazdığı kitabını ortaya çıkarabilirdi. Papaya kitabını göndererek şu mektubu yazdı: “Aziz peder, kitapta yazılanları okuyanların hemen reddedeceklerini biliyorum. Ben ömrüm boyunca çevremin düşüncelerine aldırmayan, fikirlerini savunan biri olmadım. Etrafın tepkisinden, başladığım hususlardan vazgeçmeye niyetlendiğim olmuştur. Fakat çekingenliği üzerimden atarak çalışmalara devam ettim. Yazdıklarımı tenkid edenler olursa onlara aldırmayacağım ve saçma kabul edeceğim...”
1530 yılında fikirlerini özetleyen küçük bir eser yayınladı. 1540’ta ise bütün fikirlerini içine alan kitabın basılması için müsâade çıkmıştı. Eserlerinde îzah edilen konular; dünyânın yuvarlak ve hareket eden bir cisim olduğu, ekliptik sistemin tartışılması, güneşin görünen hareketi, ay ve gezegenlerin incelenmesiydi.
Astronom, doktor ve râhip olan ve Batrûcî’yi tâkib eden Kopernik, yazdığı eseriyle astronom Ptolemy’nin (Batlemyus’un yanlış teorisini Avrupalılara anlatarak ilme hizmette bulunmuş, kara bulut gibi Avrupa’nın üzerindeki cehâletin aydınlanması için kapı aramıştı. 1543 yılında öldü.
Eskiden beri Türklerin kullandıkları, bugün Altay Türklerinde rastlanan bir çeşit mûsîkî âleti. Bakşı ve ozanların sagu ve destan okurken çaldıkları bu saz, Türk memleketlerinde dâima rastlanan bir çalgı âletidir. Kaynakların haber verdiğine göre Uygur ülkelerinde ve diğer Türk boylarında görülen kopuz, Dîvânü Lügati’t-Türk’te de yer almıştır. Hattâ bu kelime ile ilgili olarak; kobzamak, kobzatmak, kobzaşmak, kobzalmak kelimelerine de rastlanmıştır.
Bir çeşit kemâna benzeyen kopuz üç-üç buçuk ayak boyundadır. Üzerinde at kılından, bükülmüş iki kiriş gerilmiştir. Kopuz, Türk hayatında eskiden beri varlığını sürdürmüş, hattâ şâirlerimiz şiirlerinde bu kelimeye yer vermişlerdir. Aslında üç telli bir saz olan kopuz, zamanla değişikliğe uğramış; ozanların çaldığı kopuza, “kopuz-ı ozan”; Garp Türklerinin kullandıkları kopuza da “kopuz-ı Rûmî” denmiştir. Kopuz-ı ozan üç, kopuz-ı Rûmî beş tellidir.
On yedinci yüzyıldan sonra Türk cemiyetlerinde, eskiden olduğu gibi kopuza pek önem verilmez. Hattâ edebiyatımızda bu çalgı âletine pek yer verilmez olmuştur. Bununla ilgili olarak mütercim Âsım Efendi Burhan-ı Kâti adlı eserinin “berbat” maddesinde, bu kelime için, “kopuz dedikleri saza denir” demektedir.
Bugün Altay Türklerinde yaşayan bu çalgı ile eskiden sagular, koşuklar, yırlar terennüm edilmiştir. Diğer Türk boylarında, meselâ Garp Türklerinde kopuz, yerini saza bırakmıştır. Böylece eskinin bir devâmı gibi görünen ve şiirlerini saz eşliğinde söyleyen halk şâirleri ortaya çıkmıştır.
DEVLETİN ADI |
Kore Cumhûriyeti |
BAŞŞEHRİ |
Seul |
NÜFÛSU |
43.663.000 |
YÜZÖLÇÜMÜ |
98.454 km2 |
RESMÎ DİLİ |
Korece |
DÎNİ |
Budizm, Konfüçyanizm, Hıristiyanlık |
PARA BİRİMİ |
Won |
Asya’nın doğusunda Kore Yarımadasının 38° enleminin güneyinde kalan bir devlet. Kuzeyinde Kore Demokratik Halk Cumhûriyeti, batısında Sarıdeniz, doğusunda Japon Denizi, güneyinde Doğu Çin Denizi bulunur.
Târihi
Kore târihi M.Ö. 3000 yılına kadar uzanır. Çin’in eline geçtikten sonra, Budizm ve Çinlilerin etkisinde kaldı. Daha sonraları 7. yüzyıldan 20. yüzyıla kadar değişik hânedânların idâresi altında bağımsız olarak yaşadı. 1910 yılında Japonlar Kore’yi işgal ederek koloni hâline getirdiler. Bu durum, 1945 yılına kadar sürdü. İkinci Dünya Harbinde Japonya’nın yenilmesinden sonra Güney Kore’yi ABD, Kuzey Kore’yi de Rusya işgal etti. Böylelikle kuzeyde komünist rejim, güneyde demokratik rejim kurulmuş oldu.
25 Haziran 1950’de Rus subaylarının kumandasındaki Kuzey Kore birlikleri, yarımadanın tamamına komünizmi kabul ettirmek için Güney Kore’ye saldırıp istilâ etti. Bunun üzerine BM., Güney Kore’nin kurtarılmasına karar verdi. Bölgeye BM askerleri gönderildi. Bu orduya Türkiye, bir tugayla katıldı. İşgalci komünist birliklerin Güney Kore’den çıkarılması için Mehmetçik büyük başarı gösterdi. Mehmetçiğin zaferi bütün dünyâya yayılarak takdir topladı. Yapılan görüşmeler neticesinde 27 Temmuz 1953’te ateşkes imzalandı. 38. Paralel Güney Kore ile Kuzey Kore arasında sınır kabul edildi. Savaş sonrası, Başkanlık sistemine dayalı demokratik rejime geçildi. Kuzey Kore ile birleşme devamlı gündemde olup, yakın bir zamanda tek devlet hâline gelmeleri ümit edilmektedir.
Fizikî Yapı
Güney Kore’nin güney ve batı kıyıları çok girintili ve çıkıntılıdır. Birçok yarımada ve küçük adalarla çevrilmiştir. Bu kısımlarda, Pusan ve İnchon en önemli limanlarındandır. Doğu bölümü dağlık olmasına rağmen, batı bölümü geniş alanlar, ovalar ve tepelerle kaplıdır. Doğu bölümünde tabiî limanlar da yoktur. Genellikle dağlıktır. Fakat dağlar yüksek değildir. En yüksek dağı, 1915 m ile Chiri San Dağıdır. Önemli nehirleri arasında Naktong, Han ve İnchon ırmakları sayılabilir.
İklimi
Kore’nin iklimi, kışın karalardan esen soğuk rüzgârların, yazın Pasifik’ten esen sıcak ve nemli muson rüzgârlarının etkisindedir. Ülkenin yüzey şekilleri iklimi etkiler. Muson rüzgârları sayesinde bitki örtüsü arasında tropikal bitkiler de yer alır. Yıllık yağış ortalaması 1270 mm’dir. Güneyde Eylül ayında sık sık tayfunlar görülür. Ülkede en düşük sıcaklık ortalaması 3°C, en yüksek sıcaklık ise 24°C’dir.
Tabiî Kaynaklar
Eskiden ormanlarla kaplı olan ülkede denetimsiz kesim, yangın ve hastalık yüzünden ormanlar kalmamıştır. Fakat dağınık çam ve bambu ağaçları vardır.
Mâden bakımından zengin sayılmaz. Fakat tungsten üretiminde önde gelen ülkelerdendir. Ayrıca kömür, demir, fluorin, grafit, altın, bakır ve kurşun az miktarda çıkarılır.
Nüfus ve SosyalHayat
Kore nüfusu, 1945 yılında 15 milyon iken, Kuzey Kore’den gelen göçmenler yüzünden bugün 43 milyonu geçmiştir. Halkın % 32’si şehirlerde yaşar. En büyük şehir, başşehir Seul’dür. Kore, Çin ile Japonya arasında bir köprü olmasına rağmen, kendilerine has bir kültür geliştirmiştir. Köylerde yaşayan Koreliler, yüzyıllar önceki gibi giyinir ve yaşarlar. Şehirlerde yaşayanlar ise batı dünyasının etkisindedirler.
Halkın büyük kesimi Konfüçyanizm ve Budizm inancındadırlar. % 10 kadar Hıristiyan vardır. Kore Türk tugayının tanıttığı İslâmiyet, her geçen gün yayılmaktadır. Halkın kullandığı ve resmî dili Korecedir.
Eğitimi: Eğitim 6-12 yaş arasında mecburî ve ücretsizdir. Ülkede okur-yazar oranı % 92’dir. Güney Kore’de 72 üniversite ile 82 yüksek okul vardır.
Siyâsî Hayat
1972 Anayasasıyla yürütme görevi, Ulusal Konferans tarafından 6 yıl için seçilen Devlet Başkanına verilmiştir. Kânun yapma görevini üzerine alan Millet Meclisinin 276 üyesi vardır. Meclis üyeleri 4 yıl için halk tarafından seçilirler. Başkanın meclisi feshetmek yetkisi vardır.
Ekonomi
Ülke ekonomisinin temeli tarıma dayanır. Bunun yanında balıkçılık ve çıkarılan tungsten madeni sanâyi ve ekonomide önemli yer tutar.
Tarım: Kore Yarımadasının verimli toprakları, Güney Kore sınırları içinde kalmıştır. Halkın başlıca besin maddesi olduğundan, pirinç ekimi önemli yer tutar. Pirinç üretimi, 7 milyon tonun üzerindedir. Ülkede pirinçten başka buğday, arpa, patates, soya fasulyesi, tütün ve şekerkamışı yetiştirilir.
Balıkçılık: Ülkenin önemli gelir kaynaklarından birisi de balıkçılıktır. Ülke topraklarının üç tarafı denizle çevrili olduğu ve açık deniz balıkçılığı yaptığı için, ihraç edilecek kadar balık avlanır.
Sanâyi: Yarımadanın ikiye bölünmesinden sonra Güney Kore dışarıdan sağladığı kredilerle sanâyisini hızla geliştirmiş ve çeşitli sanâyi ürünleri ihraç edecek duruma gelmiştir. Dokuma, kâğıt, kontrplak, elektrik ve elektronik âletler yapımı ileri düzeydedir. Ayrıca plastik maddeler, boya, gübre, çimento, cam fabrikaları ve araba fabrikaları vardır. Motor sanâyii de kurulmuştur.
Ticâret: Güney Kore dışarıya, dokuma, kontraplak, elektronik âletler, kara taşıtları, elektrik gereçleri, tungsten, balık ve balık ürünleri ihraç eder. En çok giyim eşyası satan ülkeler arasındadır. Dışarıdan ise makina ve tahıl alır. Güney Kore’nin ticaret yaptığı ülkelerin başında ABD, Japonya ve Hong Kong gelir. Yıllık ihracat tutarı 20 milyar dolar civarındadır.
Ulaşım: Ülkeden kara ulaşımı, karayolları ve demiryolları ile sağlanmaktadır. Demiryollarının uzunluğu 6340 km, karayollarının uzunluğu ise 54.689 km’dir. Bu yolların % 57’si asfalt kaplanmıştır.
Yarımada ülkesi olduğu için denizcilik gelişmiştir. Önemli limanları Psan ve İnchon limanlarıdır. Hava ulaşımı Güney Kore Hava Yolları ile sağlanmaktadır.
DEVLETİN ADI |
Kore Demokratik Halk Cumhûriyeti |
BAŞŞEHRİ |
Pyangyang |
NÜFÛSU |
22.227.000 |
YÜZÖLÇÜMÜ |
120.538 km2 |
RESMÎ DİLİ |
Korece |
DÎNİ |
Budizm, Konfüçyanizm |
PARA BİRİMİ |
Won |
Asya’nın doğusunda, Kore Yarımadasının 38° enleminin kuzeyinde kalan bir devlet. Güneyinde Kore Cumhuriyeti, batısında Sarıdeniz, doğusunda Japon Denizi, kuzeyinde Çin ve Rusya Federasyonu vardır.
Târihi
Kuzey Kore’nin târihi, 1948 yılına kadar Güney Kore’nin târihi ile aynıdır. Kuzey Kore, 1948 yılında Sovyetler Birliği’nin işgâl ettiği bölgede kuruldu. Sovyetler Birliği geri çekilince, iki Kore’nin birleştirilmesi için sarfedilen çabalar sonuç vermedi ve doğan gerginlik, 1950 yılında savaşa yol açtı. Bu savaşta Kuzey Kore, Güney Kore’yi işgâl etti. BM tarafından müdâhale edilerek Güney Kore’den çıkarıldı.
1953’te KoreYarımadası, 38° enlemi sınır olmak üzere ikiye bölündü. Ülke 1948’den beri KimSung diktatörlüğüyle yönetilmektedir. 1972’den bu yana iki Kore’nin tek ülke olarak birleştirilmesi için yapılan çalışmalar sonuç vermedi. 1975’ten sonra, Kuzey Kore, batılı ülkelere ve Japonya’ya yaklaşma siyâseti gütmeye başladı. Sosyalist ülkelerde uygulanan yumuşak politika Kuzey Kore’de de uygulanmaya başlanmış olup, Kuzey ve Güney arasındaki gerginlik giderek azalmaktadır.
Fizikî Yapı
Kuzey Kore, dağlık bir ülkedir. Fakat doğu bölümünde arâzi alçalır ve düzlükler meydana gelir. Bu bölümün Japon Denizi kıyısında, ince bir kıyı ovası meydana gelmiştir. Mançurya sınırındaki dağlar kuzey doğudan güney batıya doğru uzanırlar. Ülkenin en yüksek tepesi olan Piai Tou Shan Tepesi bu kesimde yer alır. Ülkenin bütün ırmakları, Tumen hâriç, batıdadır. Ulaşıma en elverişli ırmağı, “Yalu” Irmağıdır. Bu ırmak Çin’den doğar, doğuya doğru akar. Paektu Dağının Japon Denizine inen yamaçları çok diktir ve girintisi çıkıntısı azdır. Sarıdeniz’e açılan kıyıları ise çok girintili çıkıntılıdır. Ülkenin düzlükleri Sarıdeniz kıyılarındadır.
İklim
Kuzey Kore’de kış uzun sürer ve şiddetlidir. Ülke kış mevsiminde Sibirya’dan gelen soğuk rüzgârların etkisi altında olduğundan ısı -10°C’ye kadar düşer. Musonlar yaz mevsiminde etkilidir ve yağış getirir. Yıllık yağış ortalaması 635 mm’dir.
Tabiî Kaynaklar
Dağlarında çam ve ladin ormanları çoktur. Eskiden çok büyük orman arâzisine sahip iken, günümüzde bu ormanlar azalmıştır. Fakat kuzey kesiminde hâlâ büyük orman arâzisi vardır. Ormanlık arâzide kaplan, kurt, ayı ve vaşak gibi yabâni hayvanlar yaşar.
Ülke mâden bakımından zengindir. Grafit, tungsten ve magnezit üretiminde dünyâda birinci sırayı alır. Bunun yanında kömür, demir, kurşun, amyant ve çinko yatakları da zengindir.
Nüfus ve Sosyal Hayat
21.964.000 olan ülke nüfusunun etnik yapısı, Güney Kore’ninki gibidir. Nüfusun büyük kısmı sanâyi kesiminde çalıştığı için, sanâyi bölgelerinde nüfus yoğunlaşmıştır. Önemli şehirleri arasında, Pyonxuyang, Hambung ve Songzin şehirleri bulunur.
Halkın konuştuğu ve resmî dili Korecedir. Yaygın inanç olarak Budizm ve Konfüçyanizm görülür. Bunun yanında Taoizm ve Şamanlık da vardır. Ülkede eğitim parasız olup, 8 ilâ 17 yaş arasında mecbûridir. Öğretim kurumları, ülke ihtiyâcını karşılayacak seviyededir.
Siyâsî Hayat
Sosyalist idâreyle yönetilen komünist bir ülkedir. Yönetime İşçi Partisi hâkimdir ve ülkenin tek partisidir. Halk Meclisi, 215 üyeden meydana gelir ve halk tarafından 4 yılda bir seçilir. Bu meclis prezidyum üyelerini, bu üyeler de devlet başkanını seçer. Devlet başkanı en fazla 12 sene bu görevde kalabilir.
Ekonomi
Kuzey Kore’nin ekonomisini, sanâyi ve madencilik meydana getirir. Bunun yanında tarımın ülke ekonomisine katkısı büyüktür.
Tarım: Son yıllardaki sulama sisteminin gelişmesi, tarımın ve verimin artmasına sebeb olmuştur. Tarım, daha çok elverişli olan batı ovasında yapılır. Ülkede en cok pirinç üretilir. Bundan başka patates, buğday, darı, arpa ve soya fasulyesi yetiştirilir. Besin ürünlerinden başka sanâyi kesiminde kullanılan pamuk, tütün ve kenevir gibi ürünler de yetiştirilir. Kuzey Kore’de hayvanlardan et, süt ve yapağı, bol miktarda elde edilir. Ülkenin iki yanı deniz olduğu için balıkçılık da gelişmiştir.
Sanâyi: Kuzey Kore’nin millî gelirinin % 70’i sanâyiden elde edilir. İmâlat sanâyiinde iş gücünün yaklaşık yarısı çalışır. Yapım sanâyi Piyangyang çevresinde toplanmıştır. Ülkede kimyevî gübre, çimento, çelik, ham demir ve tekstil fabrikaları bulunmaktadır. Bunların yanında kâğıt, cam ve lastik fabrikaları da vardır. Ülkede ağır sanâyi gelişmemiştir.
Ticâret: Ülke, ticâretinin büyük kısmını sosyalist ülkelerle yapar. Bu ülkelerin başında Çin ve Rusya gelir. Bunlardan başka Japonya’yla da ticâri ilişkileri vardır. Son zamanlarda batı ülkeleri ile ticaret başlatılmıştır. İhrâcatının yarısını, işlenmiş ve işlenmemiş mâdenler meydana getirir. Bunun yanında kimyevî maddeler ve ipek kumaş da ihrâcatta önemli yer tutar. Dışarıdan ise makina ve petrol alır.
Ulaşım: Kara ulaşımı, büyük oranda demiryolları ile sağlanır. Ülkede 8500 km uzunluğunda demiryolu vardır. Ülke arâzisinin dağlık ve engebeli olması sebebiyle karayolları çok bozuk ve yetersiz olup, yapılması zordur. Karayollarının toplam uzunluğu 22.000 km olup, bunun % 2’si asfalttır.
Su yollarında ulaşım gün geçtikçe artmaktadır. Yalu Nehri ulaşıma elverişlidir. Ülkenin iki yanı deniz olduğu için büyük deniz filosu ve dört büyük limanı vardır.
25 Haziran 1950 târihinde, Kuzey Kore’nin Güney Kore’ye saldırması ile başlayan savaş. İkinci Dünyâ Savaşı sonunda Japonya tamâmen teslim olunca, Kore Yarımadasının aşağı yukarı tam ortasından geçen 38’inci paralelin güneyini ABD, kuzeyini de Rusya işgal etti. Ruslar, kuzeyde komünist bir idâre kurup çekilince, orada Kuzey Kore, güneyde de Güney Kore olmak üzere iki devlet ortaya çıktı. Rusya’nın gayreti ile, bu iki devletin birleşmesi önlendi ve 1948’de yapılan seçimlere Kuzey Kore katılmadı. Seçimlerin sonunda Güney Kore’de normal bir hükûmet kurulunca burada bulunan elli bin civârındaki Amerikan askeri yurtlarına döndü.
Daha önce başlayan sınır çatışmaları sonunda, 25 Haziran 1950’de Kuzey Kore ordusu, 38’inci paraleli geçerek GüneyKore topraklarını istilâya başladı. Bunun üzerine Birleşmiş Milletler Teşkilâtı toplanarak, üye devletlerin katılmaları ile meydana gelecek bir ordunun, derhal Güney Kore’nin yardımına gönderilmesine karar verdiler. ABD başta olmak üzere on beş devlet asker, beş devlet de para ve sağlık malzemesi yardımında bulundular. Kore’ye ABD, İngiltere, Türkiye, Yeni Zelanda, Belçika, Filipinler, Kanada, Yunanistan, Lüksemburg, Habeşistan, Avustralya, Fransa, Güney Afrika Birliği, Hollanda ile Kolombiya asker gönderdi. Kuzey Kore’ye Çinliler yardım edince savaş büyüdü. Üç seneden fazla süren savaş, çok sayıda insanın hayâtına mâl oldu ve dünyâ ekonomisine menfi yönden tesirli oldu. Temmuz 1953’te 38’inci paralel civârında mütâreke imzâlanarak savaşa son verildi. Bu barış antlaşmasına göre, 38’inci paralel sınır oluyor, arada 4 km’lik silahtan arınmış bir tampon bölge bırakılıyordu. Bu savaşta Birleşmiş Milletler ordusu, ölü, kayıp, yaralı esir olarak 450.000 kişi kaybetti. Komünistlerin kaybı ise 1.500.000’in üzerindeydi.
Türkiye, Kore Savaşına 17 Ekim 1950 târihinde General Tahsin Yazıcı komutasında 5090 kişilik bir tugay gönderdi. Katıldığı savaşlarda muhtelif vazîfeler alan Türk tugayı, büyük başarılar kazanarak, dünyânın takdirini topladı. Türk tugayı, Kore’de 900’den fazla şehit vermiş, 2000 kişi de yaralanmıştı. Şehitlerin defnedildiği önemli bir şehitlik Güney Kore’de bulunmaktadır. Değiştirme birliği hâlinde Kore’ye gönderilen subay, astsubay ve erlerimizin genel toplamı, 50.000 kişi civârındadır. Askerlerimizin orada tanıttıkları İslâmiyet, her geçen gün ilerlemiş, bugün Güney Kore’de pekçok insan Müslüman olmuştur.
Alm. Korund, Fr. Corindon, İng. Corundum. Elmastan sonra bilinen en sert tabiî madde olan alûmin minerali (Al2O3). Sertlik derecesi Mohs ölçeğinde 9, yoğunluğu 3,93 ile 4,08 gr/cm3 arasındadır. En zengin korindon mineralleri Güney Afrika, Kenya, Brezilya, Hindistan, Sri Lanka ve Burma’da bulunur.
Korindonun ince tâneli çeşitleri birer kıymetli taş olan yakut ve gökyakuttur. Demir oksitleri ve spinelle karışım hâlinde bulunanı ise zımpara ismini alır.
Korindondan, kıymetli taş olarak kullanılmasından başka, saat ve motor gibi hassas mekanizmaların yataklarında ve pikap iğnesi yapımında da faydalanılır. Tuğlamsı malzemelerin çoğunun mühim bir elemanıdır. Sanâyide kullanılan korindonun büyük bir kısmı sun’î yoldan îmâl edilir.
Sun’î korindon (ß-alumina) eritilmiş boksit veya eritilmiş alumina olarak da adlandırılır. Sertlik ve dayanıklılık bakımından tabiî korindona (a-alumina) yakın özellikler taşır. Sun’î korindon sanâyide aşındırma, parlatma ve taşlama işlemlerinde yaygın bir şekilde kullanılır.
En yaygın olarak kullanılan korindon yarısaydam kırmızımsı kahverengidir. Topak hâlindeki aşındırıcılar öğütülür ve tâne büyüklüklerine göre tasnif edilir. Sun’î korindondan kıymetli taş olarak da faydalanılır. Bunun için de korindon, oksihidrojen alevi altında tânecik büyüklüğü ve yoğunluğu kontrol altında tutularak güzel kristaller hâlinde elde edilir.
(Bkz. Fobi)
Alm. Hupe (f), Fr. Avertisseur (m), trompe (f), İng. Horn. Gelen geçeni uyarmak için kullanılan ve lâstik kısmın sıkılmasıyla içindeki havanın huni şeklinde bir borudan geçişi sırasında ses çıkaran cihaz. Eskiden korna, bisiklet ve motorlu taşıt araçlarının hepsinde sesli haberleşme âleti olarak kullanılırdı. Arabaların düz ve virajlı yollarda seyrederlerken birbirleri arasında korna ile haberleşirler. Bununla, yol isterler veya geldiklerini haber verirler.
Deniz taşıtları da bir limana yanaşırken veya ayrılırken, sisli havalarda seyrederlerken, ses veren boynuz şeklindeki hava sıkışması ile çalışan korna âletini, aralıklı olarak çalarlar. Bu şekildeki sesle karşılıklı işaretleşmiş olurlardı. Bugün bu işler daha modern âletlerle yapılmaktadır.
Bisiklet ve motorlu taşıtların yapılıp kullanılmaya başlamasıyla korna da ortaya çıkmıştır. Fakat günümüzde pek kullanılmamaktadır.
Alm. Korrosion (f), Fr. Corrison (f), İng. Corrosion. Özellikle oksijenin olmak üzere, çevrenin, maddeyi fizikî ve kimyevî olarak bozması olayı. Her ne kadar seramik, ahşap, plastik ve lastiğin dış yüzleri, bazı gaz veya sıvılarla temasa geldiğinde bozulma gösterirse de, korozyon deyimi, genel olarak metaller için kullanılır. Korozyonun en çok rastlananı paslanmadır.
Metal olmayan maddelerin korozyon özellikleri, modern teknolojide çok önemli ise de, normal atmosferik şartlardan daha fazla etkilenen metallerin korozyonu üzerine pekçok araştırmalar yapılmıştır. Maddenin korozyon sebebiyle bozulmasının boyutu, kendi kimyevî özelliklerine ve çevrenin madde ile olan ilişkisine bağlıdır. Meselâ, bir sanâyi ortamı içinde bulunan demir, bir müddet sonra demir oksid (Fe2O3H2O) hâlini alır. Yâni demir paslanır. Meydana gelen bu pas, oksijen ve suyu geçirir. Bu sebepten pas altındaki demir, paslanmaya devam eder. Bu olay demirin tamamen pas almasına kadar sürer. Meselâ, sanâyi ortamında bulunan bakır durumunda ise korozyon sonucu CuSO4 3Cu(OH)2 meydana gelir, bu ise demirdekinin tam tersine olarak havanın metale erişmesini önleyen bir boya tabakası gibi davranır.
Korozyonun oluşu: Korozyon, maddenin daha kararlı bileşikler meydana getirme eğilimi olarak kabul edilebilir. Korozyon sonucu ortaya çıkan maddeler, genellikle saf metalin elde edildiği bileşiklerdir. Meselâ, demir paslandığında ortaya çıkan oksidler, tabiattaki demir cevherinde rastlanan bileşiklerdendir.
Korozyon, genellikle bir elektrokimyasal olaydır. Korozyona uğrayan metal, küçük bir galvanik pil gibi davranır. Metalin yüzeyinde, metal iyonize olur. Metalin iki bölgesi arasında veya aynı ortamdaki iki farklı metal arasında elektron akışı olur. Bu şartlar altında metal, -daha çok pozitif oksidasyon reaksiyonu değeriyle- anodu meydana getirir ve iyonize olur. Daha çok negatif oksidasyon reaksiyonu değeriyle, diğer metal kısmı katodu hasıl eder ve kimyasal olarak reaksiyona girmez. Çevre ise elektrolit olarak vazife yapar. Meselâ, demir çatı için alüminyum çivi kullanılırsa, katot durumunda olan demir çatı, çivilerin civarında korozyona uğramaz. Ancak, demirle temasta olmadıkları zamana göre, anod durumda olan alüminyum çivi birkaç defa daha hızlı korozyona uğrar.
Tek parça bir metalde, bazen metalin kristal yapısının şekil değiştirmesinin bir sonucu olarak meydana gelir. Şekil verme ve imâlât sırasında, kristaller, çapı 1 mm’den daha küçük olan kristallere parçalanır. Bu parçalar, birbirine benzemekle beraber yönleri farklıdır. Bu fark sebebiyle her bir parça biraz farklı oksitlenme değerine sahiptir. Eğer böyle bir metalin dış yüzü, meselâ tuzlu su gibi, korozyona sebep olacak bir sıvı ile temasa gelirse, iki parçacık arasında küçük bir pil hâsıl olur. Anod parçacığı korozyona uğrarken, katot kendini muhafaza eder.
Korozyon çeşitleri: Çevre ve maddeye bağlı olarak çok değişik korozyon çeşitleri mevcuttur. Galvanik korozyon, iki farklı metalin aynı elektrik iletken ortamda bir araya geldiklerinde meydana gelir. Oksitlenmeye daha fazla dirençli olan metal katod olurken, diğer az dirençli olan metal anod olur ve bu metal, hızlı bir korozyona uğrar.
Diğer bir tür korozyon da, metali saran iletken sıvının homojen olmaması sonucunda ortaya çıkar. Katod ve anod, iyonların yoğunluk farkından doğar. Bazan da korozyon, metal üzerinde küçük delikler şeklinde meydana gelir. Bu koruyucu kaplamanın yerel eksikliği sonucu görülebilir.
Korozyon, ayrıca metalin işlenmesi sırasında ortaya çıkacak gerilmelerle beraber meydana gelerek çatlaklara sebeb olur. Bu türde gerilmenin yapıldığı yerlerde korozyon çabuk ilerler ve bunun sonucu meydana gelecek kırılma âni olur.
Kristallerin parçalanmasından meydana gelen parçacıklardaki gerilmeler veya aralarındaki yabancı maddeler de korozyona sebep olabilir. Korozyona sebep olabilecek ortamda bu parçacıkların sınırları anod olurken, kendileri katod olurlar.
Korozyonun önlenmesi: Çevrede yapılacak değişiklik, korozyona önemli şekilde tesir eder. Maddenin saf olmamasının korozyonu çabuklaştırdığı tesbit edilmiştir. Bâzı türlerin de korozyonu önlediği anlaşılmıştır. Boya, metallerdeki korozyonu önlemek için çok iyi bir tedbirdir. Çünkü havanın nüfuzunu önlemektedir. Her ne kadar boya da atmosfer etkisinde bozulma eğilimi gösterirse de bu çok yavaştır. Uygun alaşımların kullanılması, metalleri korozyona karşı mukavim kılar. Meselâ pirince, alüminyum ilâvesi korozyonu azaltır.
Elektro-kaplama da korozyonu azaltır. Nikel ve krom gibi metaller bu maksatla kullanılır. Plâstik, seramik ve lastik gibi malzeme ile metaller kaplanarak korozyona mukavim hâle getirilebilir.
Korunacak metalin korozyon işleminde katod hâline getirilmesi ve anodun yok edilmesiyle de koruma yapmak mümkündür. Bu teknik yaygın bir şekilde, gömülü hava gazı ve su borularının korunmasında kullanılır. Anodu feda etmek yerine, uygun büyüklükte elektrik yükünün kullanılması da mümkündür.
Alm. Piratenunwesen (n), Fr. Piraterie (f), İng. Piracy. Düşman devlete veya onun tebaasına âit malları ele geçiren gemilerin hareketine verilen ad. Korsanlık eskiden savaş kurallarına uygun sayılan bir metoddu. Ele geçirilen korsan gemisinin kaptan ve tayfasına savaş esiri gibi davranılırdı.
Atlas Okyanusunda kısa süren korsanlık, bilhassa Akdeniz’de uzun yıllar devâm etti. Bir yağma ve esir toplama faaliyeti olarak zamanla çok aşırı boyutlara ulaştı ve devletler, korsan gemiler için nizamlar koymak mecbûriyetinde kaldı.
Osmanlılar bu sebeplerden “korsan” denen deniz akıncılarına önem verdi. Korsanlıktan yetişmemiş bir denizci gerçek denizci sayılmazdı.
Osmanlı deniz korsanları bahriyenin en imtiyazlı fedâî sınıfıydı. En tehlikeli vazîfeleri yüklenir ve bunu hayâtı pahasına başarırdı. Devletin sulh hâlinde bulunmadığı devletlerin gemilerini açık denize bırakmaz, zapteder veya korkuturdu. Osmanlı Devletinin devamlı muhârebe hâlinde bulunduğuİspanya ve İtalya sâhillerine kadar giderek, düşmanın mâneviyâtını alt-üst eder, ekonomik gücünü kırar, limanlar arasındaki irtibatı keser ve ticâret yapmalarına izin vermezlerdi.
Osmanlı Devleti 14. yüzyıl sonlarından başlayarak Akdeniz’de dağınık haldeki Türk deniz korsanlarını düzenledi ve gelişmesine yardımcı oldu. Akdeniz’deki Türk korsanları ile Osmanlı Devleti arasında ilk irtibatı sağlayan Sultan İkinci Bâyezîd Hanın üçüncü oğlu ve Yavuz Sultan Selim Hanın ağabeyi Şehzâde Korkut’tur. Bu iş için çok çalışmış ve Oruç Reisi korsanlığa sevk etmiştir. Bu korsanlardan ilk olarak devlet hizmetine giren Kemâl Reis olmuştur. Ondan sonra Türk korsanlarının pîrî Oruç Reis, sonra kardeşi Hızır Reis (Barbaros Hayreddîn Paşa), onun İstanbul’a çağrılması üzerine de Turgut Reis korsan ocağının başına geçmiştir. Turgut Reis Tunus’ta Mehdiyye, Cerbe, sonra Trablusgarb ve Cezayir Beylerbeyliğinin birçok limanını belli başlı korsan üsleri hâline getirmiştir. 1513 yılı yazında Oruç Reisin Kuzey Afrika’ya, Mağrib’e ayak basması, Türk denizcilik târihinin dönüm noktasıdır. Oruç Reis bu kıyıları İspanyollardan temizleyip, yerli halkın sevgi ve îtimâdını kazandı. Batı Akdeniz’de, hâkimiyet Oruç Reisin eline geçti. Bu suları çok iyi bilen Kemâl Reisin yeğeni Pîrî Reis, Oruç Reisin maiyetinde idi.
Cezâyir-Türk korsanları, 16. asırda zamânının en iyi denizcileri idi. İstisnâsız Akdeniz’in her yerinde faâliyet gösterdiler. Bu asırda Türk deniz akıncılarının olmadığı hiçbir Akdeniz limanı gösterilemezdi. Sardunya, Sicilya, Korsika, Malta, Türklerin her yıl çıkartma yaptıkları adalardı. Hattâ Korsika’yı tamâmen Turgut Reis fethetmişti.
Tunus beylerbeyliğine âit korsan filoları da Malta şövalyelerine rağmen İtalya ve Sicilya’ya korku verdiler.
On yedinci asrın başlarında Büyük (Koca) Murâd Reisin Batı Akdeniz veAtlantik seferleri çok meşhûrdur. Deryâ sancakbeyi rütbesi verilen Murâd Reisin kahramanlık ve gazâlarını dinleyerek hayrân olan Sultan Birinci Ahmed Han, kendisini bizzât görmek istemiş, huzûr-ı hümâyûnda hiç bir vezîrin nâil olmadığı iltifâtlar göstererek onu Mora Sancakbeyi yapmıştır. 1609’da vefat edip Rodos’ta yaptırdığı câminin yanındaki türbesine defnedilen Murâd Reisi selamlamak türbe önünden geçen Türk harb gemisi için kânun oldu.
Yine Rodos’ta medfûn bulunan MemişPaşaoğulları, 16 ve 17. asrın büyük amirâl ve korsanlar yetiştirmiş bir denizci âilesiydi. Denizciliğe Oruç Reisle başlayan Kurdoğulları çok meşhurdur. Endonezya’ya giden Hızır Reis, Kurdoğullarından idi.
Türk korsanları, İrlanda gibi Büyük Britanya adasına da pekçok seferler yaptılar. Devamlı şekilde 30 gemilik bir Türk filosu bu sularda geziniyordu. 1625 yılında Türkler Bristol Kanalının açığında Lundy Adasını aldılar, Bristol liman ağzına hâkim oldular. İngiltere yıllarca Türkleri bu Lundy ve Scillya adalarından atamadı. 1631’de Türkler İngiliz limanlarını yıllık vergiye bağladılar.
Murâd Reisin 20 Haziran 1627’deki İzlanda Seferi meşhûrdur. Adada 26 gün kalmış, ikinci İzlanda Seferine de Ali Reis kumanda etmiştir.
Korsanlık, akıncılık gibi bir teşkilât olup, Cezâyir Beylerbeyinin Rotterdam, Amsterdam, Ceneviz, Livorno ve emsâli büyük Avrupa limanlarında gizli ajanları vardı. Bunlar o limanlara bağlı gemilerin giriş-çıkış ve rotalarını Cezâyir’e bildirirlerdi.
On sekizinci asırda da Türk deniz akıncıları eski hüviyetlerini korumakla birlikte, İngiltere veFransa da büyük denizci devletler arasına girdiler.
1783 yılında Amerika Birleşik Devletleri denizlerde bayrak gezdirmeye başladı. 25 Temmuz 1785’te Atlantik’te Cadiz açıklarında bu yeni bayrağı taşıyan ilk gemi, Cezâyir korsanları tarafından zaptedildi. Bu gemi Boston limanına bağlı, kaptan İsaak Stevens’in idâresindeki Mora gemisi idi. Az sonra Philadelphia limanına bağlı, Kaptan D. Brienin’in Dauphin’i aynı âkibete uğradı ve Cezâyir’e getirildi. 1793 Ekim ve Kasım aylarında 11 Birleşik Amerika gemisi daha Türk filosu tarafından zaptedildi. Kongre 27 Mart 1794 celsesinde, Türk korsanlarına karşı koyacak güçte harp gemileri îmâl edilmesi veya satın alınması için başkan George Washington’a 688.000 dolar harcama selâhiyeti verdi. Böylece Birleşik Amerika donanmasının temeli atıldı. Az zaman sonra Birleşik Amerika, Cezâyir donanması ile başa çıkamayacağını anladı ve Cezâyir’le anlaşma yoluna gitti. 5 Eylül 1795 (21 Safer 1210) târihindeki muâhede (antlaşma) ile Birleşik Amerika, Cezâyir’deki esirlerinin iâdesi ve gerek Atlantik’te ve gerek Akdeniz’de Birleşik Devletlerin sancağını taşıyan hiçbir tekneye dokunulmaması karşılığında 642.000 altın dolar ve yılda 12.000 Osmanlı altını haraç ödeyecekti.
Türkçe ve 22 madde olan muâhedeye, George Washington ve Beylerbeyi Hasan Dayı imzâ koydular. Böylece Birleşik Amerika da yıllık vergiye bağlanmış oldu.
Deryâ ve akıncı beylerinin çok mühim bir vasıfları da ellerinin son derece açık olması ve ünlü zenginlerin yapamadıkları cömertliği yapabilmeleri, fukarâ babası olmalarıydı. Bütün bir bölgenin fakirleri bir tek deryâ ve akıncı beyinin sâyesinde geçinip giderlerdi. Beylerin konakları misâfirhâne olup, herkese açıktı. Misâfir, derecesine göre ikrâm görürdü.Misâfiri çevirmek olmazdı. Geri çevirmek, düşmana silâh teslim etmek derecesinde olup büyük şerefsizlik sayılırdı.
On yedinci yüzyılda deniz korsanlarının faaliyetleri iyice artarak deniz yolculuğu tehlikeli bir hal aldı. Avrupalı korsanlar, kendi milletlerinin gemilerine bile çekinmeden saldırmaya başladılar. Avrupa kral ve prensleri yapılan yağmalardan istifâde için korsanlara arka çıkmaya başladılar. On sekizinci asrın sonuna doğru korsanlığın korkunç boyutlara ulaşması üzerine devletler, bunlardan kurtulma çârelerini araştırmaya başladılar. 1785 yılında Amerika ile Prusya arasında yapılan antlaşmaya göre, aralarında olacak muhârebelerde karşılıklı korsanlık müsâdesi vermemeleri ve tüccar gemilerinin serbestçe dolaşmaları esâsı kabul edildi. Bu konuda devletlerarası çalışmalar kesin bir netice vermedi. Ancak Kırım Harbi (1853-1856) sırasında muhârip devletler, muhârip korsan gemisi çıkarmamaya karar verdiler. Bu durum diğer devletlere de bildirildi. Kırım Harbi sonunda Paris’te yapılan kongrede, korsanlığın tamâmen kaldırılması karârı alındı. Daha sonra 14 Eylül 1937’de Lyon’da Türkiye, Mısır, Fransa, İngiltere, Yunanistan, Romanya, Yugoslavya ve Sovyetler Birliği antlaşma imzâlayarak korsanlığa karşı tedbir alınmasını kararlaştırdılar. Antlaşmada uçakla da korsanlık yapılabileceği belirtilip, tedbir alınması kabul edildi. Günümüzde korsanlık daha çok hava korsanlığı şeklinde devâm etmektedir.
Alm. Korsika(n), Fr. Corse (f), İng. Corsica. Akdeniz’de, Fransa’ya âit büyük bir ada. Fransa kıyılarından yaklaşık 170 km ve İtalya’dan 100 km uzakta bulunan Sardinya Adasından, en dar yeri 11 km olan Bonifacio Boğazı ile ayrılır. 8720 km2lik bir alana sâhib olup, Sicilya, Sardinya ve Kıbrıs’dan sonra Akdeniz’de dördüncü büyük adadır. Adada, İtalyancanın bir şivesi konuşulursa da Fransızca resmî dildir.
Nüfûsu 230.000 civârında olup, nüfus yoğunluğu düşüktür. Büyük iki şehri Bastia ve başşehir Ajaccio olup, diğerleri Calvi, Corte, Sarténe, Bonifacio vePorto-Ecchio’dur. Nüfusu bir yüzyıldan fazla zamandır azalmaktadır. Ada, Fransa’nın en fakir ve her bakımdan en geri bölgesidir.
Târihi: M.Ö. 3.000 yılından itibaren adada yerleşimin olduğu tesbit edilmiştir. M.Ö. 560’ta, Anadolu’dan gelen eski Yunanlılar, adanın doğu kısmına yerleşmişlerdir. Daha sonra Etrüskler ve M.Ö. 278-259 arasında Kartacalılar gelmişlerdir. Romalılara geçen adada, M.S. 3. yüzyılda Hıristiyanlık yayılmıştır. Romalıların zayıflamasıyla, M.S. 450 civârında Vandallar tarafından işgal edilmiş ve daha sonra Bizanslıların etkisi altına geçmiştir.
Sekizinci yüzyılda papalığın kontrolüne giren ada, daha sonra İtalya’nın çeşitli krallıklarının idaresinde kalmıştır. 1553’te Fransızlar tarafından işgal edilmiştir. 1569-1729 arasında Cenevizliler adayı alarak pekçok kale ve gözetleme tesisleri inşa etmişlerdir. Bir müddet sonraCenevizlilerin tesirleri zayıflamış ve adayı Fransa 1768’de satın almıştır. Böylece ada Fransa’nın bir vilayeti olmuştur. 15 Ağustos 1769’da Napoleon Bonaparte, Ajaccio’da doğmuştur. 1814-1815’te İngiliz ve 1942-1943’te Alman kısa işgalleri hariç, 1796’dan bu yana Fransa’nın hükümranlığında kalmıştır.
Yüzey şekilleri: Korsika’nın büyük bölümü, alçak dağlardan ve tepelerden meydana gelir. En yüksek tepesi, kuzeybatıda Cinto olup, 2710 metredir. Doğu kıyısı genellikle düz olduğu halde, batı kıyısı oldukça girintili ve çıkıntılıdır. Bu bölgede pekçok kısa nehir bulunur. Bunlardan bâzıları Golo, Tavignano, Tarovo ve Gravone’dir. Bâzı Akdeniz nehirleri gibi bunlar da senenin büyük bölümünde kurur.
İklim ve bitki örtüsü: Tipik Akdeniz iklimine sâhiptir. Yazlar sıcak ve kuru, kışlar mutedildir. Yüzey şeklinden dolayı bölgeler arasında önemli sıcaklık farkları meydana gelir. Yüksekler daha serin ve alçaklara nazaran daha çok yağışlıdır. Çam, kestane önemli bitki örtüsünü teşkil eder.
Ekonomi: Zirâate dayalı bir ekonomisi vardır. Kıyılarındaki sivrisineklerin İkinci DünyâSavaşından sonra çıkan DDT ile temizlenmesi sonucu bu bölgelerde, Akdeniz bitkilerinden zeytin, narenciye, buğday ve üzüm yetiştirmek mümkün olmuştur. Korsika, Fransa’nın üzüm elde edilen bölgelerinin önemlilerindendir. Bunun yanında koyun yetiştirilmesi oldukça gelişmiştir. Özellikle bunların sütlerinden yapılan peynirleri tanınmıştır. Peynir, adanın ihracatının 3/4’ünü teşkil eder.
Sanâyi çok az gelişmiştir. Besin, ahşap ve kimya sanâyii bunlardandır. 200 km’yi bulan demiryoluna ve oldukça iyi karayoluna sahiptir.
Turizm oldukça hızlı gelişen ve adanın ekonomisine önemli katkıları olan bir faaliyettir. Fransa, turizmin gelişmesi için teşvik tedbirleri de almıştır.