KONSERVE
Alm. Konserve (f), Fr. Conserve (m), İng. Canned (vegetables vs.). Besin maddelerini bozulmadan saklama usûlü. Besin maddeleri, cinsine göre belli bir zaman sonra bozulur. Halbuki her türlü besine her zaman ihtiyaç vardır. Yetiştirilen besinlerin diğer mevsimlerde ve kıt olduğu zamanlarda kullanılmaları, ancak saklandıkları zaman mümkün olur.
Besin maddeleri çok eski zamanlardan beri çeşitli usullerle saklanmıştır. Bunlar; kurutma, tuzlama, salamura hâline getirme, kavurma, pestil yapımı, soğuk, serin yerlerde muhâfaza etme ve dondurmadır. Burada esas olan, mikropların çoğalarak gıdâ maddelerini bozmalarının önüne geçmektir. Yapılan konservelerde ilk denemeler, 18. yüzyılda başlamış, 19. yüzyılın başında iyi neticeler alınmıştır. Ticârî konserveciliğin târihi, bu tekniğin babası sayılan Nicolas Appert’e dayanır. Bir Fransız konserveci olan Appert, 1809’da kavanozlarda gıdâ maddesi muhâfaza etmenin metodunu keşfettiği için hükümet tarafından mükâfâtlandırılmıştı. Aprert’in metodu, kapakları gevşek kapatılmış kavanozları kaynar suda belli bir müddet tutmak ve daha sonra kapaklarını sıkıca kapatmak esasına dayanıyordu. Bu metod kısa zamanda Fransa’da rağbet gördü ve dünyanın diğer memleketlerine yayıldı.
1810’da, kalay kaplı teneke kutular kullanılmaya başlandı. Daha sonra, 1852’de Appert’in oğlu, Otoklav’ı keşfetti. Bu âletle, kutu içindeki gıdâ maddeleri basınçlı buharla ısıtılmakta ve kaynak sudan üstün olarak istenilen harâret derecesine göre ayarlanabilmektedir. 1860 yılında Pasteur besin maddelerinin bozulmasına bakterilerin sebeb olduğunu, ısıtma sûretiyle bunların tamâmen öldüğü veya faaliyetlerini durdurduklarını buldu. İlk konserve kutuları, tenekeden ve elde yapılmaktaydı. 1876’da otomatik makinalarda îmâl edilmeye başlandı. Başlangıçta kutuların üst tarafı açık idi. Kutu doldurulduktan sonra teneke bir kapak ile kutu arasına plastik conta veya astarlar konmaya başlandı. Bu metodlar günümüzde de kullanılmaktadır. Son yıllarda konserve kutularının iç sathını, elektroliz yoluyla koruyucu bir sırla kaplama tekniği çok gelişmiştir.
Yirminci asrın başlarında büyük fabrikaların yapılması ile konservecilik, sanâyi hâline geldi. Günümüzde hemen hemen her çeşit besin maddelerinin konservesinin yapıldığı modern fabrikalar çoğalmıştır. Memleketimizde ilk konserve fabrikası 1891 yılında İstanbul’da kuruldu. Bunu 1904’te Selânik’te, 1910’da İzmir’de ve İstanbul’da kurulan fabrikalar tâkib etti. Bilhassa 1950’den sonra Türk konserveciliğinde büyük gelişmeler görüldü. Konserve tüketiminin artması konserve sanayiini teşvik etti. 1960’ta 10 milyonun üzerinde kutu konserve îmal edilirken bu sayı, 1965’te 24 milyon kutuya ulaştı. Son yıllarda ise 100 milyonu aşkın kutu konserve îmâl edilmektedir. 1960’ta fert başına yarım kilo konserve düşerken bugün bir kilonun üzerine çıkmıştır.
Meyve ve sebzelerin bir kısmında su oranı % 97’ye kadar çıkmaktadır. Bu ise, basitçe mikrop dediğimiz bakterilerin üremesi için mükemmel bir ortamdır. Bunlar 20 ile 40°C arasında neme ve bâzı şartlara bağlı olarak çok çabuk ürerler. Gıdâları meydana getiren ana maddelerden karbonhidratları, protein ve yağları parçalıyan bu mikroplar, gıdâların renk, koku, tat ve yapılarını bozduğu için beslenme değerleri de kalmaz. Bu, mikrop dediğimiz bakterilerin yüksek ısı uygulayarak yok edilmeleri, konservenin esasıdır. Mikropların faaliyetleri 65°C’den yukarı sıcaklıkta azalır. Mayalar kaynama sıcaklığında, bakteriler ise 100°C sıcaklığın üzerinde ölürler. Konserve yapılacak meyve ve sebzeler 100°C’de çeşitli cinste ve hava geçirmeyecek şekilde yapılmış kaplarda muayyen zaman bekletilirler. Böylece sebze ve meyveyi bozan bakteriler ölmüş olur.
Konservecilik: Gıdâlara uygun kaplarda, yüksek ısı altında mikropların etkisiz hâle getirilmesi ile dayanıklılık kazandırma usulü. Memleketimizde pekçok konserve fabrikaları, sebze ve meyvelerin bol olduğu mevsimlerde bunları alarak konserve yapıp, piyasaya sürmektedir. Ambalaj ve nakliyatın pahalılığı konservelerin tüketiminde önemli rol oynamaktadır. Daha ucuz ve kolay olan ev konserveciliğine önem verildiğinde bunun yurt ekonomisine büyük faydaları olacaktır.
Ev konserveciliği: Meyve ve sebzelerin çok bol ve ucuz olduğu mevsimlerde yapılacağından, âile bütçesine büyük fayda sağlar. Meyve ve sebzelerin en iyisi seçileceğinden kalite yüksek olur. Ev mutfağında her zaman hazır yiyecek bulundurulur. Böylece kış aylarında yemek çeşitlerinde karşılaşılan güçlük azaltılmış olur. Bu faydalarından dolayı, memleketimizde her geçen yıl ev konserveciliği daha büyük ilgi görmektedir. Evde konserve yapabilmek için; ısıya dayanıklı cam kavanozlar ile bunların ağzını sıkıca kapatabilen kapak, tencere ve bunun dibine konarak cam kavanozun parçalanmasına mâni olan tel veya tahta ızgara lüzumlu olan araçlardır.
Sebze ve meyve seçimi: Normal olgunlukta, çürüksüz, beresiz, aynı boyda olanlar seçilmelidir. Seçilen sebze ve meyveler, akar suda çok güzel yıkanmalı ve aynı gün yapılmıyacak olanlar, yıkanmadan buz dolabında saklanmalıdır.
Konserve konacak kavanozlar ve kapakları, kullanılmadan önce iyice yıkanıp temizlenmelidir. Kullanılıncaya kadar kaynar suda bekletilmelidir. Sebze ve meyveler kavanozlara konduktan sonra, tepe boşluğu bırakmayı unutmamalı, kavanoz ağızları ve kapak kenarları, temiz kaynar sudan çıkarılan bir bezle silinerek kapak kapatılmalıdır. Kapatma işleminden sonra bir daha hiçbir sûretle kapaklarla oynamamalıdır. Kaynatma işleminden sonra tencerelerin kendi kendine soğumasını beklemeli ve kavanozlar sonra çıkarılmalıdır. Isı farklarından dolayı cam kavanozların çatlamamasına dikkat edilmelidir. Evlerde konserve yapmak için düdüklü tencerenin dibine ızgara konduktan sonra alabileceği kadar hazırlanmış kavanozlar konur. Tencere, kavanozları aşacak kadar su ile doldurulur. Bu su, kavanozların sıcaklığına yakın bir sıcaklıkta olur. Her meyve ve sebze için belirlenmiş kaynatma sürelerine aynen uymalı, bu süreler azaltılıp çoğaltılmamalıdır.
Meyve ve sebzelerin evde konserve edilmesinde, sıcak veya soğuk doldurma usûlü uygulanır. Sebze konserveleri üç hususta meyvelerden ayrılır. Bunlarda tuzlu su kullanılır. Sebzeler önce haşlanırlar, bir de 110-120°C arasında bir süre ısıtılarak dayanıklı hâle getirilirler. Hazırlanıp, kavanozlara konan sebze, yerleştirilir, dipten îtibâren üç dört parmak sıcak su konur ve kapak kapatılır. Ocakta, düdüklü tencerenin buhar musluğu, 5-6 dakika açık bırakılır. Buhar musluğu kapandıktan sonra ortalama 5-10 dakika beklenip, saat tutulur. Ocağın altı kısılarak, her sebze için verilen sterilize süresini beş on dakika geçecek şekilde beklenir.
Konservenin bozulması: Bu durumda kavanoz kapakları şişer, kapak kenarlarından sızıntı olabilir. Kavanoz kapağı açıldığında hoş olmayan, kötü bir koku duyulur. Konservenin rengi, tadı, görünümü çok fazla değişir. Küflenme olabilir. Konserve kaynatıldığında köpürür. Bu çeşit konserveler bozuktur. Yenmemelidir. Zehirlenmelere sebeb olur.
Alm. Konsignation, Fr. Consignation, İng. Consignment. Milletlerarası ticârette kullanılan ve açık kredi yoluyla ithâlâta benzemekle birlikte ondan önemli farklılıklar gösteren bir muâmele. Konsinyasyon yoluyla ithâlâtta mallar, tıpkı açık kredili ithâlâtta olduğu gibi, bedeli ödenmeden yurda getirilir. İthal edilen bu mallar, tamâmen veya kısmen satıldıktan sonra bedeli ihrâcâtçıya gönderilir.
Konsinyasyon yoluyla ithâlâtın özelliği, malları yurtdışından getirerek ülkede satan kimsenin gerçek anlamıyla ithâlâtçı olmayıp, ihrâcâtçının bir mümessili veya komisyoncusu durumunda bulunmasıdır. Konsinyasyon yoluyla yurda getirilen mallar, tüketicilere satılıncaya kadar ihrâcâtçının mülkiyetinde kalır. Malları dışarıdan getirerek yurt içinde satan kimse, bu hizmetine karşılık belli bir komisyon alır ve sattığı malların bedelini önceden kararlaştırılan şekilde ihrâcâtçıya gönderir. Tıpkı açık kredi yoluyla ithâlâtta olduğu gibi, konsinyasyon usûlünde de ihrâcâtçının mal gönderdiği kimseyi çok iyi tanıması ve ona güven beslemesi gereklidir.
Konsinyasyon yoluyla ithâlâtın özel bir şekli, müşterek hesap sûretiyle satış’tır. Müşterek hesap sûretiyle malları yurtdışından getiren kimse, asgarî bir fiyattan satışı ihrâcâtçıya garanti eder. Mallar hiç satılmasa veya daha ucuza satılsa bile, garanti edilen fiyat üzerinden hesaplanmış bedelleri ihrâcâtçıya ödenir. Müşterek hesap sûretiyle yurtdışından mal getiren kimse, bunları garanti ettiği fiyattan daha fazlasına satabilirse, aradaki farkı ihrâcâtçı ile paylaşır. Görüldüğü gibi, müşterek hesap sûretiyle yurtdışından mal getiren kimse, ihrâcâtçının komisyoncusu olmayıp, kısmen ithâlâtçı, kısmen de ihrâcâtçının ortağı durumundadır.
Alm. Konsolidierung, Fr. Concolidation, İng. Consolidation. Kısa vâdeli bir borç yerine aynı miktarda uzun vâdeli bir borcun geçirilmesi, tahkim. Kaldırılan borçla yerine konan borcun miktarı eşit olmakla beraber, her ikisinin şartları birbirinden farklıdır. Tahkimi, mümkün kılan başlıca faktör de, borçların şartlarındaki bu değişikliktir. Başka bir ifade ile, uzun vâdeli borcun taşıdığı bâzı husûsî menfaatler, bilhassa yüksek fâiz haddi, alacaklıya, kısa vâdenin kendisine sağladığı faydadan vazgeçmekte önemli etken olmaktadır.
Tahkim esas îtibâryile dalgalı borçlar için tatbik edilen bir sistemdir. Bununla beraber, ödemede güçlük çekilmesi ihtimâli mevcut olduğu, yâhut alacaklıların eline serbest satın alma gücü verilmesi ekonomik denge bakımından mahzurlu sayıldığı takdirde, uzun vâdeli borcun vâdesi gelmiş taksitleri için de tahkim yapılır.
Dalgalı borçların tahkimi, bir çok kimseler için, bu borçların vâdelerinde yenilenmemeleri halinde hazineyi çok güç bir duruma sokmaları ve böylece paranın istikrarını bozmaları tehlikesini bertaraf edecek bir tedbir sayılmaktadır.
Tahkim ihtiyarî veya cebrî olarak iki tarzda yapılabilir: İhtiyârî tahkimde alacaklı, elindeki kısa vâdeli kredi vâsıtasını uzun vâdeli tahville değiştirip değiştirmemekte serbest bırakılır. Tercihini değiştirme şeklinde kullandığı takdirde kısa vâdeli borç kalkmış, yerine uzun vâdelisi geçmiş olur. Değiştirmeyi red ettiği takdirde ise tahkim yapılmamış olacaktır. Ancak bu, alacaklının derhal ödeme talebinde bulunacağını göstermez. Tahkimi arzulamamakla beraber elindeki kısa vâdeli borç senedinin ödenme zamanı geldiği vakit vâdenin yenilenmesini kabul etmesi imkân dahilindedir. Bu hal, alacaklının elinde uzun vâdeli tahvil yerine her zaman paraya kolaylıkla çevirebileceği kısa vâdeli bir kredi vâsıtası tutmayı tercih ettiğini gösterir.
Cebrî tahkimde alacaklıya hiçbir seçim hakkı tanınmamaktadır. Devlet tek taraflı bir kararla, kısa vâdeli borçları uzun vâdelilerle değiştirerek, böyle bir değiştirme yapmadan sâdece vâdeyi uzattığını îlân ederek tahkimi yapmış olur. Bunu yaparken alacaklılara bâzı menfaatler sağlayarak, meselâ daha yüksek fâiz vererek, onları tatmin edip etmemeye de devlet tek taraflı karar verir.
Alm. Konsulat (n), Fr. Consulat (m), İng. Consulate. Yabancı memleketlerde, ülkesinin ticârî menfaatlarını koruyan ve diplomatik olmayan çeşitli resmî vazifeleri ifâ eden resmî dâirelere verilen isim. Bâzı durumlarda konsolosluk memurları ve konsoloslar temsil ettikleri devletin vatandaşı olmayabilir. Konsolosluk idarecilerinin ünvanları ülkeden ülkeye değişir.
Milletlerarası hukukta bir devletin, diğer devletlerde konsolosluk açma mecburiyeti yoktur. Konsolosluk yetkilileri, vazifeli gittikleri devletin müsâdesi olmadan o memlekette faâliyette bulunamazlar. Bu müsâde konsolosluğun bulunduğu ülke tarafından yazılı bir belge hâlinde verilir ve herhangi bir zamanda herhangi bir sebeble iptal edilebilir.
Konsolosluk görevlileri, diplomatik temsilci değildirler. Diplomatik görev verilenler ve gittiği devlet tarafından bu sıfatla kabul edilenler hâricindeki konsolosluk görevlileri, diplomatik imtiyazlar ve muâfiyetlere sâhip değildirler. Fakat resmî görevlerini îfâ ederken birçok bürokratik formalitelerde ve hatta adlî kovuşturmalarda konsolosluk görevlilerine bâzı imtiyazlar tanınmaktadır. Konsolosluk binâları ve arşivlerinin dokunulmazlığı vardır.
Konsoloslukların vazifeleri, antlaşmalar ve nizamnâmelerle tesbit edilmiştir. Umumiyetle, ticârî ve sınâî sâhada ülkesinin menfaatlerini gözetmek, vatandaşların haklarının korunması, seyrüsefer kontrolü, noterlik gibi vazîfeleri vardır.
Alm. Konsortium (n), Unternehmerverband (m), Fr. Consortium (m), İng. Consortium. Belli bir konuda, ortak menfaati olan ve genellikle kredi verenlerin (bankaların) teşkil ettiği iktisâdî bir grup. Milletlerarası kuruluşların ve hükümetlerin iktisâdî ve mâlî yardımları yürütmek için meydana getirdikleri birliklere de konsorsiyum denilmektedir.
1962 senesinde Türkiye’ye dış kredi sağlamak üzere çeşitli batılı ülkelerle, milletlerarası mâlî kuruluşların teşkil ettiği bir “Türkiye’ye Yardım Konsorsiyumu” kurulmuştur. Bu kuruluş Türkiye’nin üyesi bulunduğu Milletlerarasıİktisadi İşbirliği veGelişme Teşkilâtı çerçevesinde faaliyet göstermektedir. Konsorsiyum, Türkiye’ye program, proje, borç tecili ve finansman kredileri vermektedir.
İlk Bizans hükümdarı. Târihte Büyük Konstantin olarak meşhurdur. Bundan sonra gelen hükümdarlara lakap olarak hep Konstantin denmiştir. Bizans İmparatorluğu, 1453 yılında Fâtih Sultan Mehmed Han tarafından yıkıldığı zaman hükümdâr, Onbirinci Konstantin Dragazes’ti. İstiklâl Harbi sırasında Yunanlıların kralı, kendisinin Bizans İmparatorluğunun devâmı olduğunu gösterebilmek için Onikinci Konstantin adını almıştır. Yunanlılar, kendilerini Bizans’ın mîrasçısı sayıp, İstanbul’u almanın hayâliyle yüzyıllardır avunmaktadırlar.
Büyük Konstantin, İstanbul’daki Roma İmparatorlarının birincisidir. M.S. 274 yılında Sırbistan’ın Niş şehrinde doğdu, 337’de öldü. Galya’yı yâni Fransa’yı, İngiltere’yi, İtalya’yı, Afrika’nın kuzeyini, Yunanistan’ı, Trakya’yı aldı. Bayrağına haç resmi koydu. 325’te İznik’te üç yüz on dokuz papaz toplayıp, mevcut İncilleri dörde indirdi. Îsâ aleyhisselâmın dînine sonradan karıştırılmış olan, Eflâtun’un ortaya attığı teslis (Trinite) inancı bu dört İncîl’de yer aldı. Bu dinde teslis bulunmadığını, Allah’ın bir olduğunu söyleyen Aryüs’ü afaroz ettirdi. Doğru olan Barnabas İncîli’ni yasakladı. Noel gecesini bayram îlân etti. Sainte Sophie (Ayasofya) Kilisesini ahşap olarak ilk defâ bu hükümdar yaptırdı. Daha sonra birkaç defâ tâmir gören kilise, Fâtih Sultan Mehmed Han tarafından camiye çevrildi. 330’da Bizans kasabasını genişletip Konstantiniyye ismini verdi. Bu şehir sonradan İslâmbol, Dersaâdet ve İstanbul isimleri ile anıldı. İstanbul şehrini “sur” denilen büyük bir duvar ile çevirdi. Kara tarafında yedi, deniz tarafında dokuz kapısı olan bu sur sonra gelen kayserler tarafından zaman zaman tâmir edildi.
Alm. Konsultation (f), Fr. Consultation (f), İng. Consultation. Tıpta, çeşitli dallarda uzman olan hekimlerin, tam aydınlatılmamış bir vaka yahut teşhisi zor bir hastalık karşısında yaptıkları fikir alışverişi. İstişâre. Tıptaki bilgilerin son derece artması, bir hekimin her konuda âzamî bilgiye sâhib olmasını imkânsız kılmıştır. Buradan uzmanlık dalları doğmuş, hattâ uzmanlık dalları da kendi içlerinde bölümlere ayrılmıştır.
Konsültasyon, çeşitli durumlarda başvurulan bir yoldur. Psikiyatrik (ruhî) bozukluklar gösteren bir hastada dâhiliye uzmanı bir hekimin teşhisi ve görüşleri yetersiz kalabilir. Hastanın belirtileri onu şaşırtabilir. Böyle durumdaki hekimin yapacağı iş “psikiyatrik konsültasyon” isteğinde bulunmaktır. Bir ruh hastalıkları uzmanıyla beraber fikir alışverişinde bulunarak teşhise gitmek, bu durumda, en emin yoldur. Bu şekildeki örnekler birçok dallar arasında çoğaltılabilir. Konsültasyon yapılan bir diğer durum da, uygulanacak tedâvi üzerinde hekimlerin yaptığı istişâredir. Hastada uygulanacak ameliyatın yapılıp yapılmaması veya ameliyat tekniğinin ne olacağı cerrahlar arasında yapılan konsültasyonda belirlenir. Ameliyatlardan başka çeşitli hastalıklarda uygulanacak tedâviler de hekimler arasında yapılan istişâreyle tesbit edilir.
Alm. Container (m), Fr. Container (m), İng. Container. Son yıllarda uzak mesâfe taşımacılığında geniş olarak kullanılan bir ambalajlama biçimi. Konteynerler, milletlerarası kabul edilmiş standart ölçülerde îmâl edilmiş tabanı ahşap, duvarları alüminyum levhalarla kaplı, tavanı çelik saçtan yapılmış kasalardır. Dört köşesinde güçlü çelik taşıyıcı elemanlar bulunur. Kenarlar, çelik saç ve cam takviyeli reçinelerle kaplıdır. Kasa boyutları, genişlik ve yükseklik 2,4 m, uzunluk ise 6,9 veya 12 m olabilecek şekildedir. Bir konteyner birçok defa kullanılabilir.
Konteyner, treylerli kamyonlarla, trenlere, gemilere ve uçaklara kolayca yerleştirilebilecek şekilde yapıldığından dünyânın bir ucundan diğerine kasayı hiç açmadan, kolayca yükleme-boşaltma yaparak süratle götürmek mümkündür. Kasa, mühürlenip yol boyunca hiç açılmadığından içindekilerin çalınma ve bozulma ihtimali yoktur. Üstelik çok parça mal, tek bir kasada bulunabildiğinden yükleme-boşaltmada büyük kolaylık ve sürat sağlar. Ayrıca taşımada işçilik, ambalaj ve sigorta giderleri azalır. Konteyner içinde yükü sâbitleştirecek tertibatlar bulunduğundan yük uzun mesâfede zâyiatsız bir biçimde ezilmeden, kırılmadan gidebilir. Gemi ambarlarına üst üste konabilir ve birbirlerine kenetlendiklerinden, kaymadan, devrilmeden rahatça taşınabilirler. Bu da limanlarda, yükleme-boşaltmayı çabuklaştırır ve liman kapasitesini arttırır. Su geçirmez biçimde yapıldığından, gemi güvertesine de istif edilip taşıma hacminden kazanç sağlarlar. Bu üstünlüklerinden dolayı konteyner taşımacılığı, 1965’ten beri dünyâda çok yaygınlaşmıştır.
Konteynerlerin içine malzeme yüklenmesinde, rulolu konveyörler ve çatallı istifleyiciler kullanılabilir. Kendisini taşıyacak treylerin üstündeyken de yüklenebilir. Kasasına takılabilen sağlam ayaklar vâsıtasıyla, taşıyıcı araç, konteynerin altına girip çıkabilir. Taşıyıcı araca konulduğunda kilit düzenleriyle sâbitleştirilir. Limana varıldığında, uzun köprülü yükleme-boşaltma krenleri vâsıtasıyla doğruca gemiye yüklenip istif edilir. Limanda boşaltma ve kara ve demiryolu taşıtlarına yükleme, raylar üzerinde hareket eden krenler ve özel çatallı istifleyiciler vâsıtasıyla yapılır. Ro-Ro taşımacılığında ise konteyner, treylerden hiç indirilmeden çekici tarafından gemiye yüklenir. Varış limanında bir başka çekici tarafından çıkarılarak gideceği yere götürülür.
Geniş gövdeli büyük uçakların çıkmasıyla hava taşımacılığında da konteynerler yaygınlaşmıştır. DC 10, Lockheed L 1011 uçakları bu tip taşımacılık için kullanılmakta ise de uçakların kapasitelerinden dolayı sınırlı kalmaktadır.
Osmanlı Devletinin kuruluşunda hizmeti geçen ilkTürk kumandanlarından. Konur; sarı, sarışın demektir.
Osman Gâzi 1300 yılından îtibâren, Bizanslılara karşı gazâ mücâdelelerine girişince, yanında Akakoca, Samsa Çavuş, Aykut Alp ve Gâzi Abdurrahmân gibi silah arkadaşları ile Konur Alp de bulunuyordu. Orhan Bey ise, daha babasının sağlığında askerî idâreyi eline aldığından Karadeniz’e doğru olan mıntıkanın zaptına Konur Alp’i gönderdi.
Konur Alp Akyazı, Mudurnu ve sonradan kendi adı verilen Düzce taraflarındaki Konrapa’yı fethetti. Gâzi Abdurrahmân’la berâber Aydos’u aldı. Bursa’nın fethinde (1326) büyük kahramanlıklar gösterdi ve aynı yıl içinde vefât etti. Konur Alp’in vefâtından sonra, idâresindeki yerler birleştirilerek Şehzâde Murâd’ın emrine verildi.
Konur Alp’in kabrinin nerede olduğu kesin olarak bilinmemekte, fakat Düzce taraflarında olduğu tahmin edilmektedir. Söğüt’te türbe bahçesindeki kabir, makamdır. Asıl kabri değildir.
Alm. Sprechen (n), Fr. Faculté (f) de parler, İng. talking. Düşünce ve fikirlerin söz, şekil, mimik ve hareketlerle anlaşılması ve anlatılabilme kâbiliyeti.
Konuşma, oldukça kompleks (karmaşık) bir fonksiyondur ve iyi anlayabilmek için çocukluktan îtibâren gelişmesini tâkib etmek gerekir. Çocuğun işittiği sesler ile gördüğü cisimler arasındaki ilgiyi tesbite başlaması konuşmanın ilk merhalesidir. Meselâ; anne çocuğuna “mama” dediği zaman, çocuk “mama” kelimesinin ses idrâki ile “mama”yı görmekten ileri gelen görme idrâki arasında ilgi kurar. Zamanla bu ilgi tat, koku, renk, dokunma, ses gibi idrâklerde de birleşerek çocukta “mama” kelimesi ve mamanın nitelikleri hakkında tam ve karmaşık bir kavram gelişmiş olur. Konuşmanın değişmesinde muşahhas kavramlar ve isimler daha kolaylıkla öğrenildiği halde, mücerret kavramlar daha zor ve uzun zaman içerisinde öğrenilir.
Sözlü veya yazılı hecelerin ve sözlerin, dolayısıyla konuşma ve yazmanın, geçmişteki görme, işitme ve daha başka idraklerin sonucu olarak öğrenilmesi, konuşma ve yazmanın psikolojik yönünü teşkil eder. Anatomik ve fizyolojik yönden olgun bir konuşma ve yazma için pek çok sinir hücresinin birbirleriyle bağlantı kurmaları ve âhenk içinde çalışmaları gerekir.
Bugüne kadar neden ve nasıl olduğu îzah edilememiş olmakla berâber, sağ elini kullanan kimselerde sol beyin yarımküresi, konuşma fonksiyonunda üstün bir role sahiptir. Bu sebeple görme, işitme gibi idrâklerin sinirsel bağlantıları, sol beyin yarım küresindedir. Fakat sağ beyin yarımküresi de aynı şeyleri idrâk edebilmektedir. Yalnız bu sağ yarımküreye gelen idrâkler de daha sonra sol yarımküreye ulaşır. Böylece sözlü ve yazılı konuşmanın veya işitme ve görme idrâklerinin anlam kazanması için gerekli sinirsel bağlantılar bölgesinin sol beyin yarım küresinin arka yarısı olduğu ortaya çıkmaktadır. Kelimelerin konuşma hâlini almasında dil, dudak, çene, yanak, damak, gırtlak ve solunum kaslarının faaliyeti gereklidir.
Konuşma çok karmaşık bir kâbiliyet olup, bu kâbiliyeti insan beyninin herhangi sınırlı bir bölgesinin fonksiyonu olarak düşünmek yanlıştır. Hareket, duyu ve koordinasyon gibi idrâk bölgelerinin hepsi, beyinde, konuşma fonksiyonun bir bölümünü teminle görevlidir. Bu geniş anatomik bölgelerdeki herhangi bir hasar, konuşmayı şu veya bu şekilde bozabilir ve böylece çok çeşitli konuşma kusurları ortaya çıkar.
Konuşma bozuklukları:
Broca afazisi denen konuşma bozukluğunda, hasta kendisine söylenenleri anlamakta, fakat kendi düşünce ve arzularını kelimeler hâlinde ifâde edememektedir. Hattâ, anladığını cevaplayabilmek amacı ile hasta kendini zorlar ve bu zorlayış hastanın mimiklerinden anlaşılır. Bâzen bu hastayı büyük bir bunalıma sokacak derecelere erişir.
Wernicike afazisi denen konuşma bozukluğunda, hastalar konuşulanları işitebildikleri halde anlamlarını kavrayamazlar. Bâzen basit ifadeleri anlıyabilirler. Bu şahıslar konuşabilir. Ancak konuşma sırasında kullandıkları kelimelerin anlamlarını kendi işitme kabiliyetleri ile düzeltip, kontrol etme imkânından mahrum olduklarından konuşmaları mânâsızdır.
Her iki tip konuşma bozukluğunun aynı hastada bulunması hâline ise “total afazi” denir.
Konuşma hiç şüphesiz birbirine bağıntılı hecelerden yapılmış kelimelerle mümkündür ve her kelimedeki hecelerin birbirleriyle belirli bir âhenk ve düzen içerisinde birleşmesi gerekir. İşte bu birleşmede bozukluklara “dizarti” denir. Dizartide, kelimelerin kullanılmasında bir anlam bozukluğu yoktur. Sâdece, anlamlı ses çıkarma mekanizmasında bir kusur vardır.
Cümlelerin veya kelimelerin gittikçe daha hızlanmak suretiyle ardarda tekrar edilmesi şeklindeki konuşma bozukluğuna “paliali” denir. Parkinson hastalığında görülebilir.
Sesin kaybolup, şahsın fısıltı hâlinde konuşması durumuna ise “afoni” adı verilir. Gırtlak ve ses tellerinin hastalıklarında görülür.
Sinir sisteminde hasar bulunmayan ve şuuru açık olan kimselerde konuşmanın tamâmiyle kaybolmasına “mutizm” denir. Genellikle histeride görülür.
Kekemelik, genellikle solaklarda görülebilen bir konuşma kusurudur. Hafif dereceleri kendiliğinden düzelebilir. Ağır vakıalar hayat boyu sâbit kalabilir.
(Bkz. Isı)
Alm. Konvertiecbarkeit, Konvertibilitaet, Fr. Convertibilité, İng. Convertibility. Millî paraların karşılıklı olarak birbirine çevrilebilmesi. Türk parası ile tesbit olunmuş alacak haklarını, hak sâhibinin ikâmet mahalline ve yabancı memleket parası elde etmekte güttüğü maksada bakılmaksızın ve önceden herhangi bir makâmın müsâdesini almaya lüzum olmadan câri döviz kurları üzerinden herhangi bir memleket parasına çevrilebilme serbestisidir. Konvertibilite kavramının en geniş anlamı budur.
Konvertibiliteyi belirli bir döviz kuru modeliyle eş anlamda kullanmak doğru olmaz. Konvertibilite serbestçe dalgalanan döviz kuru sisteminde olabileceği gibi sâbit kur sisteminde de mevcut olabilir.
Yukarıda tanımlanan genel konvertibilitedir ve kayıtsız ve şartsız olduğu müddetçe geçerlidir. Ancak çeşitli sınırlamalar konvertibilitenin uygulamada değişik şekiller almasına yol açmaktadır. Bunlar sırasıyla şöyledir:
1. Cârî işlemler için konvertibilite: İhrâcât, ithâlât gibi görünen işlemler ve işçi dövizleri, fâiz, kâr, navlun, turizm gibi görünmeyen işlemlerin dışındaki işlemler. Özellikle sermâye işlemleri için konvertibilite mevcut değildir.
2. Kişiler bakımından sınırlamalar: Mukim olmayan kişiler için konvertibilite olması, bunların dışındakilere ise tanınmaması bir başka uygulamadır.
3. Hem işlemler hem de kişiler bakımından sınırlamalar:
a) Mukim olmayan şahısların câri işlemleri için konvertibilite getirilir; bunun dışındaki şahıslara ve işlemlere ise, tanınmaz.
b) Yabancı Merkez Bankalarının câri işlemleri için konvertibilite olabilir; bunun dışındaki kişilere ve işlemlere uygulanmaz.
4. Ülkeler bakımından sınırlamalar: Belirli bir bölge için konvertibilite olması, bunun dışındaki bölgelere ise tanınmaması gibi.
Konvertibiliteyi devam ettirmenin en önemli şartı milletlerarası ödemeleri denge hâlinde tutabilmektir. Diğer bir deyişle, parası konvertibl olan her ülkede, belirli bir süre içindeki döviz arzı, aynı süre içindeki döviz talebine eşit olmalıdır.
Bu eşitliği sağlamanın iki ayrı yolu vardır. Ya döviz arz ve talebinde ortaya çıkan artma ve azalmalara göre döviz fiatlarının değişmesine müsâde olunur veya döviz hadleri sâbit tutularak döviz arzını döviz talebini değiştirecek tedbirler uygulamak yoluna gidilir.
Konvertibilite adı verilen sistemin sağlıklı bir biçimde işleyebilmesi için döviz kazanan ile döviz ihtiyacı olanlar arasındaki kanalın mümkün olduğunca kısa ve az masraflı olmasında zarûret vardır. Bu sağlanamazsa zaman zaman krizler ve spekülasyon kaçınılmaz olur. Böyle bir durumdan kurtulmanın yolu, sınırlı da olsa, bankalararası bir döviz piyasası kurmaktır. Sağlıklı bir sistem için gerekli şartlardan bir diğeri, ülkenin dış borçları için döviz borsasına büyük miktarlarda başvurmasını önleyecek tedbirleri almaktır. Meselâ yılın belli günlerinde veya bâzı yıllarda çok büyük miktarlarda dış borç ödeyerek bir ülkede döviz borsası zaman zaman büyük sarsıntılar geçirebilir.
Konvertibilite bir ülkeye kendi parası ile ithâlat, ihrâcat ve dış ödeme yapma imkânı vereceğinden milletlerarası işlemlerde küçümsenmeyecek bir ucuzluk getirir. Paraların birbirine çevrilme giderlerinden tasarruf sağlanır. Havâle masrafları azalır.
Söz gelişi, Japonya ticâretinin ihrâcâtta ortalama yüzde 43, ithâlâtta yüzde 50’sini kendi parası ile yürütmektedir.
Konvertibilite bir ülke ekonomisinin sıhhatini ve mallarının rekâbet gücünü gösteren pratik bir barometredir. Milletlerarası borsalarda parası değerlenen bir ülke emisyonu artırarak sıfır fâizle borçlanma imkânını bile bulabilir.
Konvertibilite bir ülke politikacılarını veya Merkez Bankalarını emisyon konusunda durdurabilen yegâne tabiî engeldir. Bu açıdan bir ülke konvertibiliteye ciddi olarak geçmek istiyorsa Merkez Bankasını cârî bütçe ve dış ödeme işlemlerinin baskılarından arındırarak sâdece müstakil bir emisyon kurumu hâline getirmeyi plânlamalıdır.
Konvertibilite sağlanmadan milletlerarası para ve sermâye piyasalarından ucuz yollarla borçlanma mümkün olmaz, ayrıca yabancı sermâye, konvertibilite olmayan ülkelere kolayca gitmez. Servetlerini dışarda tutan vatandaşlar bile sâdece ciddî konvertibilite çalışması görürlerse yeniden servetlerini yurda getirirler.
Dış ticâretin süratle büyümesi konvertibiliteyi zorunlu kılar.
Konvertibilite bir anlamda Türkiye’yi batıya bağlayan otomatik telefon sistemine benzer. Konvertibilite, para sistemlerinin birbirine otomatik bağlanmasıdır. Paralar konvertibilite kanalıyla birleşmeden, mal ve üretim ile pazarlar tam anlamda birleşemez.
AET ve batıdaki diğer piyasa ekonomisi uygulayan ülkelerle ekonomik bütünleşmenin en önemli aracı şüphesiz sınırlı bir konvertibiliteye doğru kısa zamanda yol alınmasıdır.
IMF anlaşmasının 8. maddesine göre câri işlemlerden doğan ödemeler için millî para karşılığı döviz sağlamayı kabûl eden ülkelerin parası konvertibl sayılır. Bu yükümlülük üyelerin fona karşı olan taahhütleri ile ilgili döviz ödemelerini de kapsar. Bir taraftan, konvertibilitenin iç şartlarını hazırlarken, diğer taraftan konvertibilitenin İMF anlaşması ve diğer milletlerarası yükümlülükleri açısından dış şartları tesbit etmeye ve gerçekleştirmeye çalışmalıyız.
Kapalı ekonomi düzeni ve döviz kontrollarına dayalı olarak geçinen bazı kimseler hâriç, hiç kimse bir ülke parasının konvertibiliteye doğru mesâfe almasına karşı olamaz. Ancak, konvertibiliteye geçişte zamanlama önemlidir.
Türkiye’de 11 Ağustos 1989 târihli Resmî Gazetede yayınlanarak yürürlüğe giren “Türk Parasının Kıymetini Koruma Hakkında 32 Sayılı Karar” ile Kambiyo Rejimine geniş ölçüde serbesti getirilmiştir. Paranın kullanılma alanını genişletmeyi amaçlayan bu karar ile, konvertibilite için gerekli olan kânûnî çerçeve büyük ölçüde sağlanmıştır.
Daha sonra Uluslararası Para Fonu (IMF) ile teknik düzeyde bâzı görüşmeler yapılmış 22.3.1990 târihinden îtibâren, Türkiye’nin 14. madde (IMFAnlaşması) statüsünden 8. madde statüsüne geçtiği ve bu maddenin yükümlülüklerini kabul etmekte olduğu IMF’ye resmen bildirilmiştir. Türkiye’nin bu kararı Fon İcra Direktörleri Kurulunca tescil edilmiş ve durum 3.4.1990 günüİMF’nin bir basın bildirisi ile açıklanmıştır. Böylece Türkiye’nin kambiyo rejimi büyük bir serbestiye kavuşturulmuştur. Mevcut kambiyo rejiminin (1993 yılı îtibâriyle) birçok OECD ülkesinin (Mesela; İtalya, Fransa, İspanya, Yunanistan, Portekiz, İrlanda, İzlanda) kambiyo rejiminden daha liberal olduğu söylenebilir.
Alm. Umformer (m); Konverter (m), Fr. Convertisseur (m), İng. Transformer; converter. Elektrik enerjisinin kontrol edilmesini sağlayan ve herhangi bir akım şeklindeki enerjiyi, başka akım şekillerine çeviren âlet. Bir konventörden (dönüştürücüden) dört farklı görev istenebilir:
1. Alternatif akımı (AC), doğru akıma (DC) çevirmek: Bu tip konvertöre (çeviriciye) “Redresör”, yâni doğrultucu denir. Enerji akışı alternatif akım sisteminden doğru akım sistemine doğrudur.
2. Doğru akımı (DC), alternatif (AC) akıma çevirmek: Bu işi yapan dönüştürücüye “Ondülor” denir. Burada enerji akışı doğru akım sisteminden alternatif akım sistemine doğrudur.
3. Doğru akımı, başka bir değerde doğru akıma çevirmek: Buna “Inverter” ismi verilir. Burada da güç akışı bir doğru akım kaynağından başka bir doğru akım kaynağına doğrudur.
4. Belli bir gerilim ve frekanstaki alternatif akımı başka bir gerilim ve frekansta alternatif akıma çevirmek; Bu işlemi yapan dönüştürücülere “Frekans değiştiricileri” denir. Enerji, bir alternatif akım sisteminden başka bir alternatif akım sistemine akmaktadır.
Elektroniğin hızla gelişmesi sonucu birçok yerde bu dört tip konvertörler, çeşitli amaçlarla kullanılmaktadır. Meselâ akümülatörlerin sabit akımla şarj edilmesi tramvaylarda, elektroliz tesisleri birinci tipe örnektir. Akümülatörlerden, 50 Hz lik normal şebeke ceryanı elde etmek için ikinci tip konvertöre ihtiyaç vardır. Özellikle, taşınabilir askerî cihazların beslenmesi için gerekli yüksek değerde doğru gerilim akümülatörlerden üçüncü tip konvertörler yardımıyla elde edilir.
Şebeke frekansındaki bir enerjiyi daha yüksek veya daha düşük frekanslara çevirerek endüksiyon ısıtma, senkron makinaların devir ayarında mikrodalga fırınlarda geniş bir şekilde kullanılır.
Alm. Förderband, laufendes Band (n), Fr. Bande (f) transporteuse, İng. Conveyor-belt. Çeşitli yük ve malzeme taşınmasında faydalanılan, sürekli taşıma aracı. Kullanılış yerleri arasında; havayollarında bagaj taşıma, silolarda tahıl taşıma, mâden ocaklarında kömür ve mâden filizlerini nakletme, fabrikalarda montaj üretim hatlarında makina parçalarının iletilmesinde kullanılan sistemler önemli olanlardır. Yükleme ve boşaltma noktaları arasında çalışan konveyörlerin hareketi; yer çekimi kuvveti, insan gücü, hayvan, titreşim veya motorla çalışan kayışlar, zincirler ve kablolarla sağlanır.
Eğimli konveyörler: Bunlar en az kullanılan konveyör tipi olup, esas olarak yer çekimi kuvvetinden faydalanılır. Bu sistemde yükler, bir eğimli çerçeve üzerine rulmanlı yataklarla yataklanmış sıralı rulolar üzerinde kayarak iletilir. Düz veya çok az eğimli yerlerde eşyâlar itilir. Rulolar konveyör genişliğinde alüminyum, çelik veya naylondan yapılan silindirler şeklindedir. Bu tip konveyörlerde eğim açısı büyükse, hızı kontrol etmek maksadıyla rulolar motorla hareket ettirilir.
Bantlı konveyörler: Burada yükler, bir motor tarafından hareket ettirilen kauçuk, branda, çelik veya tel örgüden yapılmış bantlar üzerinde taşınır. Motor devir sayısı, bir dişli kutusu vâsıtasıyla düşürülür ve hareket, konveyörün varış ucundaki tahrik kasnağından yapılarak, yüklerin bant vâsıtasıyla çekilmeleri sağlanır. Çoğunlukla eşyâ depolamadaki ve bagaj taşıma sistemlerindeki konveyörler bu türdendir. Bu tip konveyörler vâsıtasıyla mâden cevherleri çok uzak mesafelere ucuz olarak taşınabilir. İnsan taşımasında kullanılan yürüyen bantlı merdivenler de bu türe örnektir.
Zincirli konveyörler: Konveyör boyunca dolaşan bir zincir yardımıyla, yük ve malzeme taşıyan konveyörlere denir. Yüklerin doğrudan kancalarla veya kova ve kaplarla zincire asılarak taşınan tipine üstten zincirli konveyörler denir.
Bunlarda yük ağırsa doğrudan zincire değil üstten döşenmiş ikinci bir ray üzerine asılarak hareket ettirilir. Otomobil fabrikalarındaki araba montaj hatlarında kullanılan, üstten zincirli kancalı konveyörler bu tipe örnektir.
Çekici zincirli konveyörlerde ise zincir, yerdeki bir kanala yerleştirilir. İçinde yük ve malzeme bulunan arabalar kancalarla bu zincire takılıp çekilerek hareket ettirilirler. Mâden ocaklarında, cevher yüklü arabaların, eğimli yerlerde yukarı doğru çekilmesi bu şekilde gerçekleştirilir.
Havalı (pnömatik) konveyörler: Tâne veya toz hâlindeki dökme yüklerin taşınmasında en son kullanılan usullerden biridir. Sağlanan hava akımı(saniyede 30-40 metre) yardımıyla tane ve toz hâlindeki kimyevî maddeler (maden filizleri, un, vs.) ve dökme yükler oldukça hızlı bir şekilde sürüklenebilir. Bu şekilde taşıma kapasitesi çok artırılabilir.
Titreşimli konveyörler: Bu tip konveyörlerde maddeler eğimli bir bant üzerinde elektriksel veya mekanik yolla sağlanan titreşimler vasıtasıyla iletilebilir. Titreşim yoluyla kum, tahıl, kömür filizi gibi taneli dökme yükler, çok hafif eğimlerden bile aşağı taşınabilir. Titreşim mekanik olarak eksantrik mil tarafından hareket ettirilen denge ağırlıkları veya alternatif akım aracılığıyla aralıklı olarak meydana getirilen mağnetik alanlar vasıtasıyla sağlanır.
Vidalı konveyörler: Helis biçimli bir vidanın, bir boru veya kovan içinde dönmesiyle dişleri arasındaki malzeme hareket ettirilir. Genellikle dökme yük taşırlar. Silolarda ve biçerdöverlerde tahıl taşınmasında kullanılır. Bu şekilde tahıl, aşağıdan yukarıya doğru da taşınabilir.