KOLEJ
Alm. College (f), Fr. College, İng. College.Avrupa’da genel olarak orta öğrenim sonrası eğitim veren öğrenim kurumlarına; Türkiye’de ise programlarında bir yabancı dil öğretimine ağırlık veren resmî veya özel Türk, yabancı lise dengi okullara verilen ad.
Lâtince collegium kelimesinden türetilen kolejler, on dördüncü yüzyılda İngiltere’de kurulmaya başladı. Winchester College ile Eton College gibi kolejler, Cizvitlerin katolik ülkelerde ve sömürgelerde misyoner faâliyetlerini yürütmek için açtıkları kolejlerdir. Ortaçağın sonlarından başlayarak diğer Avrupa ülkelerinden de üniversite öğrencilerini barındırmak için kolejler kuruldu. Bunlardan Paris, Oxford ve Cambridge üniversitelerinde kurulmuş olanları çok gelişti. I. François tarafından Paris’te kurulan College de France, Yunanca, Lâtince ve İbrânice dillerini öğretmeyi gâye edinmişti. On beşinci yüzyılda hemen hemen bütün üniversite öğrencileri kolejlerde yaşıyor, kitaplık ve ilmî kaynaklardan faydalandıkları gibi düzenli maaş alıyorlardı. Sonunda kolejler tamâmen eğitim ve öğretim faâliyetini üstlendi.
Sonraki asırlarda Amerikada kurulan kolejler yüksek tahsil veren kuruluşlar olarak ağırlığını hissettirdi. Kolejler öğrencileri yetiştirip, üniversite bitirme imtihanlarına hazırladılar. Buralarda yetiştirilen öğrencilere diploma veren üniversiteler kuruldu. Çoğu birbirine uzak birçok başka kolej öğrencileri diploma imtihanları için bir üniversiteye bağlandılar. On dokuzuncu yüzyılda İngilizler çeşitli sömürge ülkelerinde açtıkları kolejleri, Londra’daki üniversitelere bağladılar. Kanada’nın Atlas Okyanusu kıyısındaki eyâletleriyle, Ontario’da kolejler kuruldu.
ABD’de kolej terimi, lisans diploması veren dört yıllık yüksek öğrenim kurumları veya iki yıllık bir öğretimden sonra sertifika veren okullar için kullanıldı. 1783’te ABD’de lisans diploması veren dokuz kolej vardı. Bunlar resmen değilse de üniversite adıyla anılıyordu. Bağımsızlıktan sonra eyâletlerde bu kolejleri andıran üniversiteler kuruldu. On dokuzuncu yüzyılda kolej adıyla çeşitli yüksek öğrenim kurumları, özellikle öğretmen ve tarım yüksek okulları da kuruldu. Almanya’da da programında teknik konularda derslere yer veren, bâzı kurumların adında kolej kelimesine rastlanmıştır. Fransa’da ise kolej terimi sâdece orta öğretim kuruluşları için kullanılır. Türkiye’de de kolej denince daha çok orta öğretim kurumları akla gelir.
İslâm dîninin yayılmasına mâni olamayan ve Müslümanları Haçlı Seferleri düzenleyerek meydan muhârebelerinde mağlûb edemeyen Hıristiyanlar, İslâmiyeti yok etmek ve Müslümanları mağlub etmek için çeşitli sinsi yollara başvurdular. Papalığın önderliğinde kurulan ve bütün Hıristiyan devletlerce desteklenen misyoner teşkilâtları İslâm ülkelerinde çeşitli yıkıcı faaliyetlerde bulundular. Gittikleri memleketlerin insanlarını önce kendi din, inanç ve kültürlerinden soğuttular. Sinsi metodlarla Müslümanlar arasına ayrılık ve fitne tohumları attılar. Bilhassa dış ve iç düşmanlarının çalışmaları neticesinde Osmanlı Devletinin zayıflamasından istifâde ettiler. 1839 Tanzimat Fermânı ve daha sonra yayınlanan Islahat Fermânında garyi müslimler ve azınlıklar için tanınan haklardan faydalanarak çeşitli faaliyetlere giriştiler. Osmanlı ülkesinin çeşitli yerlerinde ve diğer İslâm ülkelerinde gizlice faaliyet gösteren kolej adı verilen okullar açtılar. Bu okullarda görünüşte azınlıkların çocuklarına eğitim ve öğretim verildiyse de gerçekte okulun bulunduğu yerdeki Müslüman ahâliden ileri gelenlerin veya yardıma muhtaç durumda olanların çocuklarını alarak kendi inanç ve kültürleri doğrultusunda yetiştirmeye çalıştılar.
Örnek verecek olursak, Amerikan misyoner teşkilâtı Board çeşitli merkezlerde okullar açtı. İlk Amerikan misyoner okulu 1824 senesinde Beyrut’ta açıldı. Türkiye’de ise 1826 senesinde Miss Mary Reynold tarafından İzmir’de açıldı. Daha sonra 1834 senesinde İstanbul Beyoğlu Kız Okulu faaliyete başladı. Çoğu Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde olmak üzere çeşitli seviyelerdeki Amerikan misyoner okullarının sayısı gün geçtikçe arttı. Amerikan okullarının en faal dönemi, Birinci Dünyâ Savaşı öncesi yıllarda oldu. Meselâ 1910 yılında 6 yüksek okul (kolej), 29 orta dereceli okul, 395 ana okulu ve ilkokul olmak üzere toplam 430 Amerikan okulunda 23.474 öğrenciye eğitim ve öğretim verdiği tesbit edildi. Ana okullarıyla ilkokullar daha çok kırsal yörelerde yayılmış olup, Amerikalı misyonerlerin nezâretinde yerli öğreticiler kanalıyla ortaöğretime kaynak hazırlayan kurum niteliğindeydiler. Orta dereceli okullar yatılı ve gündüzlü, kız ve erkek okulları olmak üzere orta, lise ve sanat okulu seviyesindeydi. Yüksek okullar ise Amerika’daki kolejlere muâdil (denk) idi. Bu okulların her türlü eğitim ve kültür faâliyetleri ve ders programları Osmanlı idâresinin kontrolü dışındaydı. Misyonerler uygun gördükleri eğitimi uygun gördükleri biçimde uygulayabiliyorlardı.
Sultan İkinci Abdülhamîd Han zamânında Türkiye’de İtalyan, İngiliz, Rus, Avusturya ve Alman okullarından başka 400’ü aşkın Amerikan okulu bulunmaktaydı (Bkz. Robert Koleji). Sultan İkinci Abdülhamîd Han, devletin bekâsı ve milletin huzûru için bu okullardan ruhsatsız (izinsiz) olarak açılmış olanları kapattırdı. Amerikan hükümeti, büyükelçisi vâsıtasıyla bunların tescil edilmesini istedi. Fakat büyükelçinin mürâcaatı cevapsız bırakıldı. Son bir mürâcaat yaparak 400 okuldan hiç değilse 10 tânesinin tescilini isteyen Amerikan büyükelçisi, bu tescil yapılmadığı takdirde hükümetinin diplomatik münâsebetleri keseceği tehdidinde bulundu. İki devlet arasındaki siyâsî münâsbetleri bozmamak için bu on okul tescil edildi. Bunlar arasında Tarsus Koleji, Maraş Kız Koleji, Beyrut Koleji de vardı.
İkinci Meşrûtiyetten sonra iktidâra gelen idâreciler Amerikan okullarına karşı müsbet bir tavır takındılar. Hattâ bu dönemde, okullarda okuyan bâzı Müslüman-Türk öğrencilere burs verdiler. Mezun olanları maârif okullarına öğretmen tâyin ettiler.
Birinci Dünyâ Savaşı öncesinde faaliyet gösteren kolejlerden bâzıları ise şunlardır: İzmir American Collegiate, İzmir İnternational College, Merzifon Anatolia College, Harput Euphrates College, Antep Centrol Turkey College For Boys, Maraş Centrol Turkey College For Girls.
Cumhûriyet döneminde de bir kısım Amerikan okulları varlığını devâm ettirdi. Bunlar Robert Koleji, Arnavutköy Amerikan Kız Koleji, Tarsus Amerikan Koleji, İzmir Amerikan Kız Lisesi ve Üsküdar Amerikan Kız Lisesidir.
Bu okullar Temel Eğitim Kânununun çıkarıldığı 1973 senesine kadar kolej adıyla faâliyetlerini sürdürdüler. Bu târihte ise adları “lise” olarak değiştirildi. 1971 senesinde Robert Koleji’nin yüksek kısmı Boğaziçi Üniversitesi adıyla devlet üniversitesine çevrildi. Lise kısmı ise Arnavutköy Amerikan Kız Koleji ile birleştirildi. Özel Amerikan Robert Lisesi adını aldı. Sayıları sınırlı da olsa bu okullardan yetişen kimseler daha sonra ülkenin iş ve ticâret hayâtında etkili oldular. Türkiye’deki ekonomik ve sosyal hayâtın dış dünyâ ile olan münâsebetlerinde vazîfe aldılar.
Millî Eğitim Bakanlığı 1956 senesinden îtibâren çeşitli illerde “Maârif Koleji” adıyla umûmiyetle İngilizce olmak üzere diğer yabancı dillerde öğretim yapan resmî kolejler açtı. Sekizinci Millî Eğitim Şûrâsında “Kolej, okul, enstitü” gibi adlarla anılan bütün ortaöğretim kurumlarının adı “lise” olarak değiştirildi. 1973 târih ve 1739 sayılı Temel Eğitim Kânûnu’na göre resmî kolejlere “Anadolu Lisesi” adı verildi. Türk veya yabancı kişi ve kuruluşlar tarafından açılmış olan kolejler de “lise” adını aldı.
Türkiye’de bugün sâdece İçişleri Bakanlığına bağlı olarak eğitim ve öğretim veren, yüksek tahsîle ve Polis Akademisine öğrenci yetiştiren lise seviyesinde Polis Kolejleri faaliyetlerini sürdürmektedir (1993).
Alm. Cholera (f), Fr. Cholèra (m), İng. Cholera. Vibrio cholerae ve Vibrio El Tor adı verilen bakterilerin sebeb olduğu, çok fazla kusma ve ishal ile seyreden, ölüme kadar götüren bulaşıcı bir ince barsak hastalığı.
Kolera, çok eski çağlardan beri Hindistan’ın yaygın bir hastalığıdır. 1817 senesine kadar Hindistan dışına çıkmamıştır. 1817’de Doğu Asya’yı kaplamış, 1819’da Afrika’ya, 1823’te ise Rusya’ya ulaşmıştır. 1826’da başlıyan büyük bir yayılma ile Asya, Afrika, Rusya, Türkiye, İspanya üzerinden geçerek Avrupa’yı içine alan bir salgın halini almıştır. 1832’de Kanada’ya atlıyan hastalık bir yıl içinde Kuzey Amerika’ya tamâmen, Güney Amerika’ya da kısmen yayılmıştır. 1846-1883 yılları arasında ise bütün dünyayı kaplayan kolera, milyonlarca insanın ölümüne sebeb olmuştur. 1817-1923 yılları arasında 6 defa büyük yayılma göstermiş, sonra 1960’a kadar yine Hindistan’daki yuvasına çekilmiştir. Bu yıllarda dünyada koleradan olan ölümler gittikçe azalmış ve koleranın kaybolmakta olduğu ümidi uyanmıştır. Fakat 1961’de Seleb Adasında başlayan yeni bir salgın Uzakdoğu, Batı ve Orta Afrika ülkelerine, Rusya, Çekoslovakya, İspanya, Portekiz gibi bazı Avrupa ülkelerine de yayılmıştır. 1970’te İstanbul Sağmalcılar’da başlayan salgında 1160 şüpheli hasta yatırılmış, 50 ölüm meydana gelmiştir. Kolera mikrobu, sebze ve meyveler üzerinde 5-7 gün, suda 15-20 gün, ölüde 3-5 ay canlı kalabilir. 55°-56°C’de 10-15 dakikada, kaynatmakla 1-2 saniye içinde ölür.
Koleralı hastanın dışkısı, kuru-sıcak ve güneşli bir toprağa dökülürse 5-6 saat, güneş ışınından korunan yerde 8-10 saat, hastalık yapma kâbiliyetini korur. Kağıt paralar üzerinde 2-3 gün canlı kalabilir.
Kolera, kusmuk ve dışkıdan bulaşan bir hastalıktır. Ara konakçısı yoktur. Bulaşma işinden insanlar sorumludur. Mikroplar; içme, kullanma ve deniz suyunda ortalama 2-3 hafta kadar hastalık yapma kabiliyetini muhafaza eder.
Hastanın dışkı, kusmuk gibi maddelerine temas edilmesi, bunların içme sularına, pişmeden yenen besin maddelerine bulaşması sûretiyle ağızdan alınır. Mikroplu maddelere el ile temas etmek, koleralının kullandığı aynı tabaktan yemek, aynı bardaktan içmek bulaşmaya sebeb olur. Hastaların kullandığı çamaşır, havlu hatta kağıt paralar da bulaşmadan sorumludur. Karasinekler de kolerayı yaymada büyük ölçüde yardım ederler.
Mîde ve barsak sağlığı tam yerinde olan bir kimsede kolera kolay kolay meydana gelmez. Mide asidi ve pankreas ifrazında mikroplar ölürler. Mide bozukluğu, asit ve penkreas salgıları düşük olanlarda, alkoliklerde, barsak hastalıkları olanlarda koleraya eğilim vardır.
Kanalizasyon sularının ve hela sızıntılarının içme sularına karışması hastalığın yayılmasında en büyük rolü oynar.
Koleranın, Asya kolerası ve El Tor kolerası olarak iki tipi vardır. İkisinin de seyri birbirine benzer. El Tor kolerasında hafif vak’alar ve belirsiz seyreden enfeksiyonlar daha fazla görülmektedir.
Koleranın kuluçka süresi, birkaç saatten bir haftaya kadar değişir. Âni ishal ve kusmalarla başlar. İshal sırasında karın ağrısı yoktur ve dışkı adeta boşalır tarzdadır. Barsak mukozasına yerleşen kolera mikrobu, toksin (zehir) salgılayarak bu ishale yol açmaktadır. Dışkıda kan ve sümüksü madde yoktur, kokusuzdur, pirinç suyunu andırır ve içinde pişmiş pirinç tânelerine benzer beyaz maddeler vardır. Kusmalar da genellikle fışkırır tarzdadır.
Ağır vak’alarda ishal sayısı günde 15-30 defaya çıkar. Kusmalarla beraber koleralının kaybetiği sıvı, günde 3-20 litre arasındadır. Sıvı kaybına bağlı olarak dil kuru, dudaklar mor, gözler çökmüş, yüz ızdıraplı ve endişelidir. Deri soğuk, yapışkan ve buruşuktur. Eller, çamaşırcı eli denilen şekilde buruşmuştur. Vücut sıcaklığı 32°-35°C’ye kadar düşebilir. Kalp atımı hızlanır. Fazla su kaybeden hastalarda kramplar meydana gelir. Gebelerin yarısında düşük meydana gelir. Hastaların % 10 kadarında böbrek yetmezliği gelişir. Oligüri (az idrar çıkarma) veya anuri (hiç idrar çıkaramama) hâli görülür. Anuri 24 saatten fazla sürerse ölümle neticelenir. Ölüm, genellikle sıvı ve elektrolit (sodyum, potasyum, klor...) kaybı sebebiyle meydana gelir.
Portör (taşıyıcı şahıs), hastalık göstermez ama mikrop kendisinde vardır ve çevresine bulaştırır. Kolerada portörlük sık görülmekle beraber genellikle bir haftayı geçmez. Hastalığı geçiren yaşlı şahısların az bir kısmında, kolera mikrobunun safra kesesine yerleşmesi sonucu müzmin portörlük meydana gelebilir. Hastalığın yayılmasında portörler büyük tehlike arz ederler.
Koleralı hastanın tedâvisi hastânede yapılır. Tedâvinin esâsı, hastaya kaybettiği su ve elektroliti vermektir. Bunun için hastanın çıkardığı sıvı miktarı ölçülür gerekli tuzları da ihtivâ eden yeterli miktardaki sıvı, hafif vak’alarda ağızdan ağır vak’alarda ve kusma sebebiyle ağızdan alamayacaklarda damar yolundan verilerek karşılanır. Tetrasiklin grubu antibiyotikler ve kloramfenikol, tedâvîde etkilidirler, fakat hiçbir zaman sıvı tedâvisinin yerini alamazlar. Bu ilaçlar verildiğinde hastaların ve portörlerin dışkısındaki mikroplar, daha çabuk kaybolur ve bu hastalarda sıvı tedâvisi süresi kısalır.
Koleranın kontrolü için hastaların ihbârı ve tecridi, hastanın çıkardıklarının dezenfekte edilmesi, şüpheli kimselerin dışkılarında mikrop aranarak portör olanların tecrit ve tedâvisi gerekir. Hasta ile temas edenler veya kolera bulunan bölgeden gelenler beş gün süreyle karantinaya alınırlar. Dezenfekte edilmiş bol su sağlanmalı ve düzgün lağım tesisatı bulunmayan yerlerde gerektiği şekilde uygun helâ çukurları açılmalıdır. Taşıyıcı rolüne engel olmak için karasinek savaşı yapılmalıdır.
Kolera görülen bir bölgede, sokakta her türlü yiyecek ve içecek satılması, lokantalarda soğuk içecek ve yemek servisi yapılması yasaklanır.
Bir ferdi hastalanan ev halkının % 40-60’ı, portör olabilir. Ev halkına 5 gün süreyle 1 gram tetrasiklin verilir.
Çiğ ve pişirilerek yenen yiyeceklere, septik çukurlara ve karasinek mücâdelesine bildirilen usullerle gereken önem verilmelidir. Evde kullanılan sular ve kuyular kesinlikle klorlanmalıdır. Sular, klor ilavesinden yarım saat sonra kullanılmalıdır. Bulaşma şüphesine karşı, suyu kaynatarak kullanmak en emin yoldur.
Salgın zamanlarında bir bölgede ölenlerin hepsi kolera hastâneleri eliyle gömülür. Ölüler bu konuda korunma tedbirlerini bilen ve ihmal etmeyen kabiliyette kimseler tarafından yıkanmalıdır. Mezarlar, yeraltı suları ile ilgisi olmayan yerlerde ve derin açılmalıdır.
Altı aydan küçüklere, gebeliğin ikinci yarısında olan kadınlara ve müzmin kalp, böbrek, karaciğer ve kan hastalığı olanlara, aktif veremli, romatizmalı kimselere kolera aşısı yapılmaz. Aşı 4-6 ay kadar koruyuculuk sağlar. Ortalama olarak % 50 oranında bağışıklık sağlayabilmektedir. Daha etkili kolera aşısı hazırlanabilmesi için çalışmalar ve araştırmalar yapılmaktadır. Kolera aşısı, tetanoz aşısı gibi yaygın olarak ve her zaman yapılan bir aşı değildir. Ancak salgın zamanlarında risk altındaki toplumu korumak için yapılır.
Alm. Cholesterin (n), Fr. Cholestèrol (m), İng. Cholesterol. C27 H46 O formülü ile bilinen bir steroit (sterol). Hayvânî dokularda yaygın olarak bulunur. Özellikle çok miktarda sinir ve beyin dokularında rastlanır. Tıp bakımından normal vücuttaki fonksiyonu ve hastalıklarla olan ilgisi yönünden önemlidir. Her ne kadar normal vücuttaki fonksiyonu açık değilse de, önemli fonksiyonlar icra ettiğine dair belirtiler kuvvetlidir. Sinir dokularında yoğun bulunması, sinirsel iletimdeki rolünün önemli olduğuna işâret eder. Kimyevî yapı bakımından cinsî ve adrenal koertikal hormonlarla aynıdır. Bunlar zâten vücut tarafından kolesteroldan yapılır. Kolesterol aynı zamanda safra tuzlarının habercisidir. Karaciğer, normal olarak çok miktarda kolesterolu sentez eder.
Hastalıklarla olan ilgisi oldukça fazladır. Safra taşları, esas olarak % 90 kolesteroldan ibârettir. Ancak safra taşlarının esas meydana geliş sebebi de bilinmemektedir. Xanthomatosis diye bilinen durumunda çeşitli dokularda normal dışı kolesterol toplanması ortaya çıkar. Bu ayrıca kan damarlarında ve kalpte de görülür. Atar damarlarda iç yüzeyi pürüzlü yaprak tıkanma başlangıcına yol açabilir. Bâzan bu o kadar çoktur ki, damar, gittiği uzva gerekli kanı ulaştıramaz. Bu, uzvun hayatiyetini kaybetmesi ile sonuçlanabilir. Bâzan da damarları o kadar sertleştirir ki, damar çatlaması ve kanamaları ortaya çıkabilir.
Kolesterol alımını azaltarak, meydana gelebilecek hastalıkların önlenmesi veya kontrolü düşünülür.Karaciğer, yenilenden çok daha fazla kolesterol ürettiği halde, daha çok dışardan alınan kolesterolün damarlarda toplandığı görülmüştür. Buna uygun olarak yüksek kolesterollü yiyeceklerin; beyin, yumurta, karaciğer, böbrek, yağ, krema ve bazı peynirler gibi, az alınması tavsiye edilmektedir.
Yenilen besinlerdeki yağ miktarının, vücutta üretilen kolesterolün ve depolanan kolesterolün, vücuttaki kolesterollerin miktarına etkisi önemlidir. Genellikle, bu yağlardan dondurulmuş olanlar depolanan kolesterolleri çoğaltırlar. Bunların karbon atomları arasında az miktarda çifte bağ mevcuttur. Bu yağlar genellikle buzdolabında sert olarak bulunan yağlardır. Diğer tür yağlarda ise karbon atomları arasında pekçok bağ vardır.
Doyurulmuş yağların yerine diğerlerini kullanmanın kalp rahatsızlıklarını ve diğer damar hastalıklarını azaltacağına dâir kuvvetli belirtiler mevcuttur. Hayvanlarda yapılan deneyler bunu teyid etmiştir.
Alm. Kolchos (m) Kolchose (f), Fr. Klokhoze (m), İng. Kolkhoz. Eski Sovyet Rusya’daki kollektif tarım çiftlikleri. Sovyetlerde, entegre bir nitelik taşıyan tarım çiftlikleri (su deposu, gübre ve makina depoları, kollektif hayvan alımları, sosyal tesisleri) 1917 komünist ihtilâlinden sonra kurulmuştur. İhtilâlin kazanılması ile zirâat kollektifleştirildi. Erkek, kadın, bütün köylü zorla kollektif çiftliklere sokuldu. Kadınlar da en ağır işlerde erkek şeflerin baskısı altında insafsızca çalıştırıldı. Bunları gören halk, açlık ve kıtlık karşısında ayaklandı. Binlerce zavallı kurşuna dizildi ise de halkın mukavemeti önlenemedi. Bunun üzerine 1921’de düzenlenen tarım kânunu ile çiftçinin geçimini karşılamak için belli bir bahçe ve hayvan bakımına izin verildi.
1932 Birinci Beş Yıllık Planın kabulünden sonra verilen bu imkanlar zulümle geri alındı. Toprakların yüzde doksan yedisi, kollektif çiftlikler ve devlet çiftlikleri haline getirildi. Bu toprakların eski sâhipleri buralarda boğaz tokluğuna çalıştırıldı.
Çiftliklerde, planlama teşkilâtı tarafından tespit edilen esaslara göre üretim yapılırdı. Köylüler, tarım kooperatiflerinin üyesi olup, kolhozun gelirinden vergi ve masraflar çıktıktan sonra pay alırlardı.
Sovyet Rusya’da yaklaşık 70.000 adet kolhoz bulunmaktaydı.
Kolhozlar, yetiştirdikleri ürünlerini belirli fiyatlarla devlet kuruluşlarına satarlardı. Sovyetler Birliği Başkanı Gorbaçov’un ortaya attığı glasnost ve perestroyka hareketleri, kolhozların özelleşmeye doğru gitmesine yardımcı olmuş 1991’de SSCB’nin dağılmasından sonra da, Rusya Federasyonunun devlet başkanı Boris Yeltsin tarafından tamâmen kaldırılmış, yerine toprak reformu yapılmıştır.
Alm. Kolibakterie (f), Darmbarillus (m), Fr. Bacille (m), de coli, colibacille (m), İng. Colon bacillus. İnsan barsağında yaşayan önemli bir bakteri. Çubuk şeklinde olup, bâzan zincirler hâlinde görülür. Birçok türleri hareketlidir. Glikozu ve laktozu mayalar. Bir gram dışkıda yüz milyondan bir milyara kadar koli basili bulunabilir.
Koli basili, hayatın ilk dakikalarından îtibâren kalın barsağın sürekli misafiridir. Sindirim maddeleri artıklarını parçalayarak geçinen, bu yoldan insanlara faydalı olan bir bakteridir. Koliyi barsakta zararsız bir durumda tutan, barsağın direncidir. Sağlam bir barsak, koliye geçit vermez. Bu direnç herhangi bir sebeple azalırsa, koli basilleri kan yoluyla vücuda yayılır, böbrek, mesane safra kesesi gibi organlara yerleşerek tehlikeli durumlara yol açarlar. Koli basili özellikle kadınlarda idrar yolu enfeksiyonlarına sebeb olmaktadır. Bilhassa pis suların döküldüğü plajlar, koli basilinin yol açtığı hastalıkların kaynağıdır. İnsan dışkısının içinde devamlı bulunduğu için koli basili miktarı, suların dışkıyla kirlenmesinde ölçü kabul edilir. Bir suda, üç defa üstüste koli tipi basil bulunursa, o su içilmez ilan edilmelidir.
Koli basili penisiline dirençlidir. Teramisin, kloramfenikole karşı duyarlıdır.
Alm. Kolibri (m), Fr. Colibri (m), İng. Humming-bird. Familyası: Kolibrigiller (Trochilidae). Yaşadığı yerler: Güney ve Orta Amerika’da yaşarlar. Özellikleri: Kuşların en küçükleri ve renk bakımından en güzelleri. Gerisin geriye uçabilir ve havada belli noktada durabilirler. Düz veya kıvrık ince uzun gagalarıyla çiçeklerden balözü toplar ve havada uçan küçük böcekleri de avlarlar. Arı kolibri 1,5 gr ağırlıkta, 2,5 cm uzunluktadır. Çeşitleri: 400’den fazla türü vardır. Arı kolibri, dev kolibri, kılıçgagalı kolibri, Meksika yıldızı, boynuz gaga meşhurlarıdır.
Kolibrigiller âilesi türlerinin genel adı. Sinek kuşları olarak da bilinirler. Güney ve Orta Amerika’ya mahsus en küçük kuşlardır. Havada kanat çırparak durabilen ve gerisin geriye uçabilen yegâne kuş çeşididirler. Uçarken arı gibi vızıltılı ses çıkarırlar. Düz veya kıvrık ince uzun gagalarıyla çiçeklerden nektar (balözü) emer, yapraklar üzerinde biriken çiğ damlalarını içer, küçük böcekleri de avlarlar. Boyları 6-21 cm arasında değişen 400’den fazla türü vardır. Arı kolibri 2,5 cm uzunluğunda ve 1,5 gr ağırlığında olup bir bal arısı iriliğindedir. Dev kolibri ise, 21 cm uzunluğa ulaşır. Kolibrilerin çoğunun boyu gagaları dâhil 5-6 cm’yi geçmez. Mâdensel parıltılı renkleri, gökkuşağı gibi ışığın bütün renklerini yansıtırlar. Erkek kolibriler bu renkli tüylerle dişilerini cezbederler. Sâniyede 50-80 defâ kanat çırpar, bir dakika içinde 40 çiçeği ziyâret edebilirler. Çiçeklerin balözünü emerken kanatlarını hızla çırparak havada dururlar. Bal özünü emdiklerinden gagaları ince uzundur. Kılıç gagalı kolibride gaga uzunluğu, baş, vücut ve kuyruk uzunluklarının toplamı kadardır. Çok enerjik olduklarından hergün ağırlıklarının iki üç katı besin yemek zorundadırlar.
Saatte 100 km hızla uçar, geceyi hareketsiz geçirerek dinlenirler. Havaların soğumasıyla çiçeği bol olan bölgelere doğru göç ederler. Kolibriler son derece cesur ve atılgandır. Bâzan kendilerinden 20 defâ daha büyük olan kuşların üzerine hücum ederek, vücutlarının veya kanatlarının altına yapışıp, hiddetlerini teskin edene kadar bunları gagalarlar.
Üreme dönemlerinde erkekler havada birbirleriyle dövüşürler. Dişi, toprak üzerinde ceviz büyüklüğünde yaptığı yuvasına iki yumurta yumurtlar. Yavrular iki haftalık bir kuluçka sonucu yumurtadan çıkar ve üç haftada yuvayı terk ederler. Süs kuşu olarak tutulursa da hareketli olduklarından esaret hayâtına dayanamazlar.
Alm. Kolik (f), Fr. Colique (f), İng. Colic. İçi boş olan organların spazmı (şiddetli kasılmalar) neticesinde ortaya çıkan dayanılmaz bir ağrı biçimi. Kolik çeşitli sebeplere bağlı olarak ortaya çıkar ve kaynaklandığı yere göre de isim alır.
Böbrek koliği oldukça meşhurdur ve belki de en çok görülen kolik budur. Böbrekteki taşların üretere girip ilerlemesi neticesinde ortaya çıkar. Birdenbire yan kısımda başlar ve bacağa doğru yayılır. Hasta huzursuz olup, kıvranır durur. Bu arada bulantı-kusma da bulunabilir, karın adalelerinde sertlik meydana gelebilir, nabız sayısı da yavaşlamıştır. Böyle bir kimseye düz kas spazmını çözücü bir iğne yapıldığında ağrısı geçer ve oldukça rahatlar.
Safra taşlarına bağlı olarak, safra koliği meydana gelebilir. Ayrıca mide, ince barsak, kalın barsak kolikleri de vardır.
Kolikler sâdece ağrı kesici iğnelerle geçiştirilmemeli, mutlaka koliğe yol açan sebep bulunup ortadan kaldırılmaya çalışılmalıdır.
Alm. Kollitis, Dickdarmentzündung (f), Fr. Colite (f), İng. Colitis. Kalınbarsağın iltihâbî hastalıklarına genel olarak verilen ad. Birçok hastalıkları, kolit adı altında incelemek mümkündür. Amipli ve basilli dizanteri, kalın barsak veremi, ülseratif kolit, spazmodik kolon, iskemik kolit gibi hastalıklar bu arada sayılabilir.
Had kolitler, mikroorganizmalara, beslenme hatalarına (midenin haddinden fazla yiyecek doldurulmasına, fazla meyve veya bozulmuş yemeklerin yenilmesine) bağlı olarak ortaya çıkar. Bulantı kusma, ishal, iştahsızlık ve halsizlik söz konusudur. Sulu bir diyet uygulanır, uygun ilâçlar verilir.
Müzmin kolitlerin ise en sık rastlanan sebepleri; müzmin barsak enfeksiyonları, hazımsızlık, alerjik besin tahammülsüzlüğüdür.
Crohn hastalığı, en çok ince barsağın son kısmında yerleşirse de, kalın barsağı da tutabilir. Karın ağrıları, ishal, kilo kaybı ve ateş ilk görülen belirtileridir. Teşhisi, röntgen filmleriyle konulur. Crohn hastalığında vücuttaki diğer organ ve sistemlerle ilgili belirtiler de görülür. Crohn hastalığında; barsaklarda daralma ve tıkanıklıklar, fistüller, abseler, barsak delinmeleri, barsak kanamaları ve hatta kanserleşme dahi görülebilir. Hastalığın sebebi belli olmayıp, belirtileri barsak iltihabı şeklindedir.
Ülseratif kolit, psikolojik bozukluklarla yakından ilgilidir. Çevreye uyma güçlüğü içinde bulunan, şahsiyetlerini çevrelerine kabul ettirememiş, beğenmediği kişilerle birlikte yaşamak zorunda kalan ve kabiliyetlerine uygun mevkilere ulaşmayan kişilerde çok görülür. Psişik değişiklikler, kalın barsaklarda bazan hareket azlığı, bazan da hareket fazlalığına yol açar. Hareket fazlalığı sonucu kalın barsak mukozasında kanamalar ortaya çıkar. Ayrıca bu hastalarda bir dereceye kadar allerji mekanizmasının da rolü söz konusudur. Hastalık, ataklarla seyreder, bazan yıllarca sâkin kalabilir. Uzun süren vak’alarda kalın barsakta kanserleşmenin meydana geldiği tespit edilmiştir. Ülseratif kolit, daha ziyade 15 ilâ 35 yaşlar arasında görülürse de bazan 50 yaşından sonra da ortaya çıkabilmektedir. Kalın barsakta yaygın nekrotizan (dokuları öldüren) bir iltihap bulunur. Hastada diyare (ishal), makattan olan kanamalar, karınağrıları, zayıflama ve bitkinlik söz konusudur. Kabızlıkla karakterize ara devreleri de vardır. Hafif ve orta şiddetteki vak’alarda, antibiotik koruyuculuğu altında steroid tedavisi uygundur. Bu arada hastanın diyeti de ayarlanmalıdır. Salazopyrine, vak’aların % 30-40 kadarında iyi sonuç vermektedir. Bu hastalığın tedâvisinde en mühim husus, psikolojik tedavidir. İyi bir psikoterapi ile tam şifa mümkündür. Diyet olarak da hastaya sellülozu az, baharatsız, yumuşak yiyecekler verilir.
İskemik kolitte ise, kalın barsağı besleyen damarlardaki yetersizlik neticesi, kalın barsağın bir kısmında nekroz (doku ölümü) ve kanamanın meydana gelmesi söz konusudur. Hastada ishal ve karın ağrısı vardır. Barsak delinip, hayâtı tehdit edebilir.
Alm. Sammlung. Kollektion (f), Fr. Collection (f), İng. Collection. Öğrenme zevki ve gâyesiyle, az bulunan ve aynı cinsten değerli veya acâyip nesneleri toplayıp sınıflandırma merakı. Kolleksiyonculuk büyüklerin olduğu kadar, yeni yetişen ve okul çağında olan çocukların da zevkle uğraştıkları bir iştir. Kolleksiyon, bâzı konularda bilgi geliştirmek veya tek başına değerleri olmayan parçaları bir takım hâlinde toplayarak kıymetlerini artırmak için yapılır.
Kolleksiyon yapma işi, ilk çağlarda halkın ortak malı olan eserleri, tapınakları, mâbetleri ve meydanları süslemekte kullanılırdı. M.S. 2. ve 3. yüzyıllarda bu durum daha da gelişti.
Türklerde kolleksiyon ile uğraşma merakı, Osmanlıların yükselme devrinde kendisini gösterdi. Osmanlı pâdişahlarının hepsi, güzel sanatlara ve sanat sâhibi kişilere çok değer verirlerdi. Bunların yaptıkları güzel sanat eserlerine ilgi duyarlar ve sarayda toplarlardı. Fâtih Sultan Mehmed Han hükümdarlığı boyunca İslâm sanatlarının meydana getirdiği minyatürleri sarayda topladı. Topkapı Sarayında bugün sergilenen ve “Fatih Albümü” ismiyle halka gösterilen minyatürler bu kolleksiyonlardandır.
Yine Osmanlı padişahlarından Yavuz Sultan Selim Han ve Kânûnî Sultan Süleyman Hanın, porselen ve çini, Sultan Abdülhamid Hanın “Yıldız Kolleksiyonu” ismi ile kıymetli taş ve mücevherleri topladıkları bilinmektedir. Mehmed Paşanın “tesbih kolleksiyonu” yaptığı bütün İslâm âlimleri tarafından bilinir ve ilgi ile takib edilirdi. Bunlardan başka şehzâde, sultân ve diğer devlet büyüklerinden kolleksiyon işi ile uğraşanlar da olurdu.
Bugün Topkapı Sarayında halka teşhir edilen ve ilgi ile izlenen çini ve buna benzer kolleksiyon çeşitleri Osmanlıların sanata ve sanatçıya nasıl değer verdiğini bize anlatmaktadır.
Osmanlı Devletinin sona ermesiyle, onu tâkib eden cumhûriyet devrinde de kolleksiyonculuk devam etti.
Halil Edhem’in “yazı, kitap (elyazısı) ve minyatür” kolleksiyonu; Talat Gönensay’ın her çeşit “sanat eseri” kolleksiyonu; Yapı ve Kredi Bankasının “para, işleme, Karagöz” kolleksiyonları; Olgunlaştırma Enstitüsünün “giyim eşyası” kolleksiyonu; Sadberk Koç’un “fincan, kadın elbisesi ve Beykoz” kolleksiyonu; Ekrem Hakkı Ayverdi’nin “yazı ve kalemtıraş” kolleksiyonu; Nezihe Aras’ın “oya, kese ve çorap” kolleksiyonu; Zekâi Muammer Tunçman ile Refik Kıyas’ın “pul” kolleksiyonu; Hasan Boyacıoğlu’nun “Kartpostallar” kolleksiyonları son devrin meşhur kolleksiyonlarından bâzılarıdır.
İyi bir kolleksiyon serisinin meydana getirilmesi için, kolleksiyon ile uğraşan kişilerin, topladıkları eşyaların özellikleri konusunda bilgi sâhibi olmaları gerekir. Bunun yanında maddî imkânın da önemi çok büyüktür. Çünkü koleksiyon için toplanan eşyâların kırık ve çatlaklarının orijinalliği bozmadan giderilmesi gerekir. Bunun için de bâzan çok para lâzım olur. Kolleksiyonculuk her yönden biraz zor, fakat zevklidir.
Özel olarak; pul kolleksiyonu ile uğraşanlara filâtelist; kitap koleksiyonu ile uğraşanlara bibliyofil; para kolleksiyonu ile uğraşanlara numişmatist adı verilir.
(Bkz. Şirketler)
(Bkz. Dinamo, Transistör)
Alm. Kolloid (n), Fr. Colloide (m), İng. Colloid. En azından bir tânesinin çok ince dağılmış olduğu, homojen maddeler karışımı. Terim, kezâ dağılmış olan tâneciklerin kendilerini işâret etmek maksadıyla da kullanılır. Kolloitler tabiî hâlde de mevcuttur. Sis ve protoplazma buna misaldir. Birçok kolloid ekonomik açıdan önem taşırlar. Meselâ gıda maddelerinden tereyağı ve süt birer kolloittir. Kezâ sabun ve deterjanlar suda kolloidal çözeltiler meydana getirir.
Kolloitlerin karakteri ve özellikleri dağılmış taneciklerin büyüklüklerinden kaynaklanır. Yoksa ayrı bir kimyevî özellikleri yoktur. Tâneciklerin çapı, 10-7-10-5 cm arasındadır. Bu boyut, en basit bir molekülün büyüklüğü ile âdi bir mikroskopta görülebilecek tanecik büyüklüğü arasındadır.
Kolloitlerin sınıflandırılması: Kolloidal sistemlerde dağılmış olan faza dispers faz veya iç faz, dispers fazın içinde dağıldığı faza da dispersiyon aracı veya dış faz denir. Kolloitler genel olarak bu fazların sıvı, katı veya gaz olmalarına göre sınıflandırılırlar. Eğer bir sıvı veya bir katı bir gaz içerisinde dağılmış ise bu sistem “aerosol” ismini alır. İlkine sis ikincisine ise duman misaldir.
Bir sıvı, bir sıvı içinde dağılmış ise (süt gibi) bu kolloid emülsiyon ismini alır. Bir katı, bir sıvı içinde dağılmış ise buna da “sol” veya süspansiyon ismi verilir. Bâzan jel ismi de verilir (jelatin-su sistemi gibi).
Gaz tânecikleri bir sıvı içinde dağılmış olabilir. Bunlara da köpük denir. Katı maddenin dispersiyon aracı olduğu sistemler de vardır. Porözlü (süngerimsi) kayalarda petrol olması misali gibi.
Gerçek çözeltilere bir ışık demeti gönderilip yandan incelenecek olursa, optikçe boş olduğu, yâni çözelti içine giren ışık demetinin tamamının geçtiği, hiç yansımadığı görülür. Halbuki kolloidal çözeltilerde ışık demeti yansır ve yandan görülebilir (pencereden bir ışık demeti girince görünmeyen toz taneciklerinin görünmesi). Kolloidal çözeltilerdeki bu olay önce Faraday daha sonra J. Tyndall tarafından incelenmiş ve bu olaya da Faraday-Tyndall olayı ismi verilmiştir. Kolloidal taneciklerin çok küçük olmasından dolayı bu olayda tanecikler değil, diffüze olmuş ışık görülür. Diffüze olmuş ışık, üstten bir mikroskopla incelenir ki bu şekil mikroskop tertibine ultramikroskop denir.
DEVLETİN ADI |
Kolombiya Cumhûriyeti |
BAŞŞEHİR |
Bogota |
NÜFÛSU |
33.292.000 |
YÜZÖLÇÜMÜ |
1.141.748 km2 |
RESMÎ DİLİ |
İspanyolca |
DÎNİ |
Hıristiyanlık |
PARA BİRİMİ |
Peso |
Güney Amerika’nın kuzeybatısında yer alan ve Güney Amerika’nın dördüncü büyük devleti. Kuzeyinde Karaib Denizi, batısında Pasifik Okyanusu, kuzeydoğusunda ve doğusunda Venezuella, kuzeybatısında Panama, güneydoğusunda Brezilya, güneybatısında Ekvador yer alır.
Târihi
Kolombiya toprakları, 16. yüzyılın başlarında Ganzalo Jiménez de Quesada ve Sebastian de Balalcozar komutasındaki İspanyollar tarafından bulunmuş ve sömürge hâline getirilmiştir.
On sekizinci yüzyıla kadar ülke, İspanyol asıllı beyazlar tarafından yönetildi. Bundan sonra başlayan bağımsızlık mücadelesini Kuzey Amerika ve Fransa İhtilalleri daha da kuvvetlendirdi.
1886’da ülkeye, kıtayı keşfeden Kolomb’un ismi verildi ve Kolombiya Cumhuriyeti ilan edildi. 1903 yılında, ülke topraklarına dahil olan Panama, ABD’nin yardımı ile Kolombiya’dan ayrılarak bağımsız bir devlet oldu. Bu ayrılma yüzünden ABD ile Kolombiya arasında 1921 yılına kadar süren gerginlik oldu. Bu tarihten sonra Kolombiya yönetimine iki büyük parti olan Liberaller Partisi ile Muhafazakârlar Partisi hâkim oldu. Fakat bu iki parti arasındaki sürtüşmeler, iç karışıklıklara ve ülkenin uzun süre diktatörler tarafından yönetilmesine sebeb oldu. Sivil hükümetle yönetilen Kolombiya’da günümüzde iç karışıklıklar devam etmektedir.
Fizikî Yapı
Kolombiya , fizikî yapı bakımından üç değişik bölgeye ayrılır.
Kıyıları: Güney Amerika’da iki büyük okyanusa kıyısı olan tek ülke Kolombiya’dır. Büyük Okyanus kıyısında Siarra Baudo bölgesi, Atlas Okyanusunun kıyısında ise Santa Marta bölgesi dışında bütün kıyılar düz ve alçaktır.
Dağları: Kolombiya Andları, ülkenin güney-batı sınırı yakınlarından yelpaze biçiminde açılarak kuzey ve kuzeydoğu yönüne doğru uzanarak üç dağ silsilesini meydana getirirler. Bunlar Doğu Cordillera, Orta ve Batı Cordillera adlarını alırlar. Batı Cordillera Dağları diğer dağlara nisbeten daha alçaktır. Fakat Cumbal Yanardağı (4892 m) gibi yer yer yüksek tepeleri vardır.
Orta Cordillera yüksektir ve tepeleri devamlı karla kaplıdır. Batı ile Orta Cordillera arasında yer alan dar Cauca Vâdisini, buraya adını veren Cauca Nehri sular.
Orta ve Doğu Cordillera dağları arasındaki geniş vâdiyi, Meydelona Nehri sular. Doğu Cordillera Dağlarında 2000-3000 m yüksekliğe ulaşan yaylalar çokdur. Bu bölge, verimli arazisi ile ülkenin tarım alanını meydana getirir.
Doğu bölgesi: Bu bölge Orinoko ve Amazon gibi büyük nehirlerin kollarıyla sulanan, geniş ve düz bir alandır. Bu bölgenin kuzeyi savanlarla, güney kesimi ise ekvator ormanlarıyla kaplıdır. Ülke topraklarının yaklaşık yarısını meydana getiren bölgede nüfusun ancak % 20’lik bir kısmı yaşar.
İklim
Kolombiya’nın ekvatora yakın olması sebebiyle, iklim, tropikal özellik gösterir. İklim, bölgelere göre farklılıklar gösterir. Batı Cordillera’nın batısında kalan bölüme yıllık ortalama 10.160 mm yağış düşerken, Karaib Denizi kıyılarında ise yıllık yağış ortalaması 255 mm’nin altındadır. Doğu kısımda ise nemli tropikal iklim hüküm sürer.
Tabiî Kaynaklar
Bitki örtüsü ve hayvanlar: Bitki örtüsü de iklim gibi bölgelere göre değişir. Amazon çevresinde tropikal ormanlar, Büyük Okyanus kıyılarında bataklık koruları; kuzey kesiminde nemli otlaklar; yüksek dağlarda dağ bitkileri; La Guajira’da ise çöl bitkileri bulunur. Böyle farklı bitki örtüsüne sahip olan ülkede jaguar, aslan, tilki, gözlüklü ayı gibi memeli hayvanlar, iki bine yaklaşan kuş türü, çok sayıda böcek ve sürüngen vardır.
Mâdenleri: Ülke, yeraltı kaynakları bakımından zengindir. Petrol, altın, platin, zümrüt, kömür, demir, kireçtaşı gibi çeşitli madenler bulunmaktadır. Platin üretiminde dünyada ikinci sırayı alır.
Nüfus ve Sosyal Hayat
33.292.000 olan ülke nüfûsu dört etnik gruptan meydana gelmiştir. Nüfûsun % 7’sini Kızılderililer, % 5’ni Zenciler, % 20’sini beyazlar, geri kalan kısmını ise melezler meydana getirir.
Nüfûsunun büyük kısmı, Doğu Cordillera Dağlarının yaylalarında ve Atlas Okyanusu kıyılarında yoğunlaşmıştır. Büyük şehirler, ülkenin değişik kısımlarına yayılmıştır. Önemli şehirleri: Medellin, Berangu ve Cartogena’dır.
Resmi dil, İspanyolcadır. Ama Kızılderililere ve siyahlara ait dillerin kelimeleriyle zenginleşmiş ve değişmiştir. Halkın büyük kısmı Hıristiyanlığın Katolik mezhebine mensuptur.
Eğitim: Ülkede ilköğretimin 5 yılı mecbûrî ve ücretsizdir. Güney Amerika’da okur-yazar oranı en yüksek olan ülkelerden biri de Kolombiya’dır. Halkın % 80’i okuma yazma bilmektedir. 22 üniversitesi vardır.
Siyâsî Hayat
Başkanlık sistemine dayanan bir Cumhûriyet ile yönetilen ülkede yasama yetkisi, Parlamentoya âittir. Parlamento 4 yıl için seçilen 112 üyeli senato ve 214 üyeli temsilciler meclisinden meydana gelir.
Ekonomi
Tarım: Tarım, genellikle kahve üretimine dayalıdır. Kahve üretiminde dünyada birinci sırayı alır. Kahve, daha çok Cauca ve Magdalena vâdilerinde yetişir. Kahvenin yanında mısır, şekerkamışı, pamuk, muz, pirinç, patates, buğday ve tütün yetiştirilir. Büyük baş hayvancılık genellikle Karaib kıyılarında veAudların doğusundaki ovalarda gelişmiştir.
Sanâyi: Ülkede son yıllarda başlatılan sanâyi hamleleri başarılı olmuştur. Sanâyi merkezleri üç büyük şehir çevresinde toplanmıştır. Tekstil sanâyii ilerlemiştir. Petrol rafinerileri, çimento, lâstik, kağıt fabrikaları, besin maddeleri işleyen fabrikalar ve genellikle yabancı yatırımlarla kurulan otomobil, elektrikli âletler ve kimyevî madde fabrikaları vardır.
Ticâret: Kolombiya ticâretinin en önemli ürünü kahvedir. İhrâcâtının yarısını kahve meydana getirmektedir. Bunu petrol, muz, pamuk, şeker, platin, altın, tütün ve büyükbaş hayvan tâkib eder. Dışarıdan ise motorlu araç ve makina satın alır.
Ulaşım: Ülkeyi enine kesen dağ silsileleri yol yapımını engellemektedir. Ülkedeki karayollarının uzunluğu 106.218 km demiryollarının uzunluğu ise 3500 km’dir. Karayollarının % 10’u asfalttır. Magdelena Irmağının 1500 km’lik kısmı ulaşıma elverişlidir.
Büyük şehirlerinde, 1919 yılında kurulan Havayolları ile hava ulaşımı yapılmaktadır. Ülkede 69 havaalanı vardır.
Alm. Kölnischwasser (n) Besir, Fr. Edu (f) de Cologne, İng. Cologne. Hoş kokulu esansların (eterik yağların) alkolde (ispirtoda) çözünmesiyle elde edilen alkol-esans çözeltisi. Koku verici uçucu madde olarak bergamot, limon, lavanta, biberiye, turunç çiçeği yağı vb esanslar kullanılır.
Hemen hemen bütün kolonyalar, kokulu maddelerin etil alkolde çözünmeleri ile elde edilir. Kolonya yapımında kullanılan çoğu esanslar 80°’lik (% 80 alkol ihtivâ eden etilalkol-su karışımı) alkolde yeterli miktarda çözünür. Bu şekilde hem alkolün kokusu kaybolur, hem de meydana gelen kolonyaya esansın kokusu hâkim olur. Turunçgillerin çiçeklerinden ve yapışık taç yapraklı çiçeklerden alınmış esanslar, terpen bakımından zengin olduğu için alkolde zor çözünürler. Bu esanslar, alkol ile karışım verebilen bir çözücüde çözünür ve bu çözelti talka emdirilir. Esans emdirilmiş talk, karıştırılarak alkolde dağıtılır. Böylece kolonya elde edilmiş olur.
Kolonyanın uçucu olması için, kullanılan esans miktarı, 1 litre alkol başına 15-25 gram arasında olur. Kolonya yapımı için 96°’lik alkol, yapım tankına (kabına) alınır, önceden hazırlanmış esansla, basınçlı hava verilerek karıştırılır. Alkolü 80°’ye düşürecek şekilde su katılır. Bu karışım soğutularak özel filtrelerden geçirilerek süzülür.
Ticârette yaygın olan kolonya türleri şunlardır:
1. Nane esansının kullanıldığı, serinleme duygusu uyandıran soğuk kolonyalar.
2. Çiçek esanslarıyla yapılan çiçek kokulu kolonyalar.
3. Tabiî veya sentetik amber kokusuyla yapılan amberli kolonyalar.