KOCA MUSTAFA PAŞA

Osmanlı devlet adamlarından. Babasının adı Abdüssamed’dir. Fâtih Sultan Mehmed Han (1451-1481) devrinde saraya alınarak, Enderun’da eğitim ve öğretim gördü. 1481’de Hazinedârbaşı, 1482’de Kapıcılar Kethüdası olup, 1489-1492 tarihleri arasında Kapıcıbaşılık yaptı. 1490’da Roma’ya gönderilip,Sultan İkinci Bâyezîd Han (1481-1512) tarafından kardeşi Cem Sultan’a gönderilen nâme ve hediyeleri götürdü. 1495’te Avlonya, 1497’de Gelibolu Sancakbeyi oldu. 1498’de Rumeli Beylerbeyliğine tâyin olundu.

Koca Mustafa Paşa, Rumeli Beylerbeyi olarak, Sultan İkinci Bâyezîd Han devrinde, Osmanlı-Venedik Harbinde, 1499 İnebahtı Seferinde, burasının karadan kuşatılmasına memur edildi. Ağustos 1499’da İnebahtı Kalesinin anahtarlarını teslim aldı. 1501’de vezir oldu. İkinci vezirken, 1511’de Vezîr-i âzam tâyin edildi. Sultan İkinci Bâyezîd Handan sonra Yavuz Sultan Selim Han da onu Vezîr-i âzamlıkta bıraktı. Fakat Yavuz Sultan Selim Hanın saltanatının ilk yıllarında olan Şehzâdeler Meselesi hâdiselerine adı karışınca, 1512 yılında Bursa’da öldürüldü. Koca Mustafa Paşanın kabri Pınarbaşı’nda Bursa Mevlevîhanesi karşısındadır. İstanbul’da “Koca Mustafa Paşa” semtinde kendi adıyla anılan câmi, imâret, medrese, mektep ve tekkeden meydana gelen bir külliye, Eyüp’te câmi, Rumeli’nde Yenice-i Karasu’da imâret, Nevrekop’da câmi ve mektep yaptırmıştır.

KOCA RÂGIB MEHMED PAŞA

On sekizinci yüzyıl Osmanlı sadrâzamı. Edîb ve diplomat. 1699’da İstanbul’da doğdu. Babası Defterhâne kâtiplerinden Şevki Mustafa Efendidir. Âilesi tarafından tahsil ve terbiyesine ihtimam (özen) gösterilerek, iyi bir eğitim ve öğretim gördü.

Defterhâne kaleminde göreve başladı.Keskin zekâsı ve kâbiliyeti sâyesinde kendini yetiştiren Râgıb Mehmed Efendi, kısa zamanda şöhret kazandı. İran’da yeni fethedilen toprakların tahriri için 1724’te revan Vâlisi Ârifî Paşanın Mektupçuluğuna tayin edildi. 1724’ten 1733 târihine kadar, Tebriz Seraskeri Köprülüzâde Abdullah Paşanın maiyetinde Ordu-yı Hümâyûn Riyâsetî, Tebriz Defter Emâneti vekilliği, Revan Defterdârlığı, Hemedan riyâset Vakâleti, Bağdâd Defterdarlığı, İran-Safevî Şahı Nadir ile yapılan müzakerelerde Osmanlı Temsilcisi gibi vazifelerde bulundu.

1733’te İstanbul’a çağrılarak mâliye tezkireciliğine tâyin edildi. 1736’da önce Erzurum Seraskerinin maiyetinde Ordu Defterdarı ve Reîsül-Küttâblığı Vekilliğine, sonra da İran meselesinin iç yüzünü bildiğinden Nadir Şahın İstanbul’a gönderdiği elçilerle yapılan müzâkerelere katılarak, Cizye Muhâsebeciliği ile vazifelendirildi. 1737’de Sadrâzam Mektupçuluğuna tayin edildi. Avusturya-Rusya temsilcileri ile görüşme yapan heyette vazife aldı. 1739’da Belgrad Seferi ve Antlaşmasında hizmetleri oldu. Doğu ve Batı devletleri ile yapılan müzâkerelerde gösterdiği muvaffakiyet üzerine 1741’de Reîsül-Küttâb tâyin edildi. Bugünkü Dışişleri Bakanlığı mâhiyetinde olan Reîsül-Küttablıkta üç yıl başkanlık yapan Koca Râgıb Paşa, 1744’te vezirlik pâyesiyle Mısır Vâliliğine getirildi. Mısır Vâliliği ardından 1748’de Kubbe Vezirliği ve Nişancılık ile İstanbul’a çağrılıp Aydın Muhassıllığı verildi. 11 Aralık 1756’da Vezir-i âzam tayin edilinceye kadar; Sayda, Rakka ve Halep vâliliklerinde bulundu.

Koca Râgıb Mehmed Paşa, Osmanlı Sultanlarından Üçüncü Osman Han (1754-1757) ve Üçüncü Mustafa Han (1757-1773) devirlerinde altı yıl Vezîr-i âzamlık yaptı. 1758’de Sultan Mustafa Hanın kızkardeşi Sâliha Sultan ile evlenen Paşa, Osmanlı Sarayına dâmâd oldu. Vezîr-i âzamlığı sırasında Sakarya-İzmit Kanalı projesi, harb gemileri ve Laleli Câmi inşâsı, yeni top dökümü ve orduda ıslahatlar yapıldı. Mâliyeyi islah etti. Bu devirde Avrupa siyâsî hâdiseler ile çalkalanırken Osmanlı Devletini bunlardan uzak tuttu. Fransa ile İsveç’in müttefiki Prusya’nın Avusturya ve Rusya’ya karşı ittifak teklifi, Osmanlı Devletinin durumu dikkate alınarak oyalandı. Avrupa devletleri arasında (1756-1763) tarihleri arasında devam eden Yedi Sene Harbinde Osmanlı Devletini savaşın dışında tuttu. Vefâtından sonra Osmanlı Devleti Rusya dâhil diğer Avrupa devletleriyle harb içine girdi.

8 Nisan 1763’te vefat eden Koca Râgıb Mehmed Paşanın kabri İstanbul Laleli’de yaptırdığı kütüphanesinin bahçesindeki türbededir. Koca Râgıb Mehmed Paşa; idârî ve devlet işlerinde sabırlı, temkinli ve çok dikkatli idi. İleri görüşlü olup, işlerini tam yapar ve herkese iyi muamele ederdi. Dünyâ siyâsetinin çok karışık bir devrinde vazife almasına rağmen, uzun zaman vezîr-i âzamlık vazifesinde kalması, kendini pâdişâhlara, devlet adamlarına ve ahâliye sevdirmesi iyi bir idâreci olduğunu gösterir. Olgun, zekî, ilim, fazilet ve siyâset sâhibi idi. İyi bir tahsil gördüğünden ilmi çok olup, şâirliği ve edipliği de vardı. Nedim ve Şeyh Galip’ten sonra 18. asrın en önemli şâiridir. Şiirleri sağlam ve âhenkli bir nazma, ağır başlı seçkin  ve açık bir söyleyişe, insanı düşünce yoluyla saran hikmetli bir muhtevâ özelliğine sâhiptirler. Şiirlerinin toplandığı Dîvân; diplomasi, siyâsî ve sosyal mevzuları ihtivâ eden Münşeat ve Tahkik ve Tevfîk; Arapça Sefinetü’r-Râgıb ile Arapça, Farsça ve Türkçe üç dilde birçok manzum ve nesir yazılarını ihtivâ eden Mecmûa adlı eserleri vardır. Bunlarda Tahkik ve Tifik devrindeki Osmanlı-İran münasebetlerini anlatan târihî değeri olan bir eserdir.

Şiirlerinden bir örnek:

Dil-hastelerün bilmedi sıhhat neye derler

Dârû-yı ifâkatla inâyet neye derler

 

Ser-tâbe-kadem gül gibi ol gûş-i hakîkat

Bülbülden işit nâliş-i hasretneye derler

 

Hem sînesi pür-dâğ u hem âvâzesi muhrik

Neyden bilinir sûz-ı mahabbet neye derler 

Açıklaması: Gönlü hasta aşıklar sağlığın ne olduğunu ve iyileşme ilâcının ne olacağını bilmediler. Baştan ayağa kadar gül gibi gerçeğin kulağı ol da, hasret feryâdının ne olduğunu bülbülden işit. Yanıp yakılmanın ne olduğunu göğsü yaralarla delik delik olan ve yanık sesli neye bakarak anla.

KOCA SİNAN PAŞA

On altıncı yüzyıl Osmanlı kumandan ve devlet adamlarından. Babasının adı Ali olup, İlbasanlı’dır. Rumeli’nden getirilerek Enderun’da yetiştirildi. Kânûnî Sultan Süleymân Han (1520-1566) devrinde Osmanlı saray hizmetine alınarak Bîrûn’da Çaşnigîr (sofracı) Başılıkla vazifelendirildi. Malatya, Kastamonu, Gazze, Nablus sancak beyliklerinin ardından Erzurum Beylerbeyi oldu. Halep Beylerbeyliğinden, 1565’te Mısır Beylerbeyliğine tâyin edildi.

Sinan Paşa, Mısır Beylerbeyiyken iki defa Yemen’e Serdarlık vazifesiyle gönderildi. 1568-1569 Yemen harekâtını başarıyla tamamlayarak, “Yemen Fâtihi” ünvânını aldı. Mısır Beylerbeyliğinden 1572’de Kubbe Vezirliği ile Dîvân-ı Hümâyûna girdi. 1574’te Tunus Seferine serdâr tayin edildi. Bölgeden İspanyolları uzaklaştırarak Tunus ve Halkulvad’ı fethetti. Dîvân-ı hümâyûn’da üçüncü vezir iken, 1580’de Vezir-i âzam oldu. Sultan Üçüncü Murâd Han (1574-1595) devrinde üç, Sultan Üçüncü Mehmed Han (1595-1603) devrinde de iki kere Vezir-i âzamlık yapan Sinan Paşa, beşinci vezareti esnasında 3 Nisan 1596 tarihinde vefat etti. Kabri Divanyolu’ndaki Çorlulu Ali Paşa Medresesi yakınındaki türbesindedir.

Osmanlı Sultanlarından Kânûnî Sultan Süleymân Han devrinde sarayda, sancak beyliği ve eyâlet beylerbeyliğinde, Sultan İkinci Selim, Sultan Üçüncü Murâd ve Sultan Üçüncü Mehmed devirlerinde serdarlık, vezirlik ve vezîr-i âzamlık yapan Sinan Paşa, sabırlı ve mücâdeleciydi. Doğum yeri olan İlbasan’da mescid ve tekke, İstanbul Sedefçiler’de medrese ve sebil yanında birçok şehir ve kasabalarda yüz kadar câmi yaptırmıştır. Topkapı Sarayının Ahırkapı Feneri kenarındaki Kaleburun üzerine Sultan Üçüncü Murâd Han için köşk ve çok kıymetli bir çeşme yaptırmıştır. Sapanca Gölü ve Sakarya Nehri vâsıtasıyla Marmara ve Karadeniz’i birleştirmeye teşebbüs etti ise de o zamanlardaki harpler sebebiyle bu işte muvaffak olunamadı.

KOCA YÛSUF

Meşhur Türk pehlivanlarından. 1858’de Şumnu (Bulgaristan)da doğdu. Deliorman Türklerinden olup, dedeleri de pehlivandı. Yağlı güreşi önce Şumnulu İsmâil Pehlivandan daha sonra da Kel İsmâil’den öğrendi. Vücudunun iri ve güçlü olması sebebiyle, daha yirmi yaşına gelmeden, başpehlivanlar arasına katıldı. Aliço’dan sonra Kırkpınar başpehlivanı oldu. Başpehlivan olduktan sonra yıllarca Adalı Halil, Hergeleci İbrâhim, Kantarcı Halil, Şumnulu Rüstem, Mümin Hoca gibi güreşçilerle müsâbakalar yaptı ve üstünlüğünü dâimâ ispat etti.

İstanbul’daki başarılarından sonra bir Fransız menecerinin yardımıyla, Paris’e gitti. Kısa bir sürede grekoromen güreşini öğrenip, Fransa’da müsâbakalara başladı. Bütün rakiplerini yendi. Fransa’nın en teknik güreşçisi Sabas’ı da yenerek “Türk gibi kuvvetli” Fransız atasözünün doğruluğunu bir kere daha ispat etti. Şânı bütün dünyâya yayılıp, yeni bir kıta olan Amerika’ya dâvet edildi. 1898 yılında Amerika’ya gitti. Amerika’da yaptığı bütün müsabakalarda rakiplerini yenerek dünyâca meşhur oldu. Türkiye’de, Avrupa ve Amerika’da yaptığı müsâbakalarda, güreşi ve sporcu ahlâkını dâimâ ön planda tutmuştur.

Koca Yûsuf, Türkiye’ye dönmek üzere New York’tan 2 Temmuz 1898 günü “Bourgogne” transatlantiği ile ayrıldı. Gemi, 4 Temmuz 1898 Pazartesi günü sabahı sis içerisinde giderken, “Cneomartyshire” adlı bir yelkenli ile çarpıştı. “Bourgogne” 20 dakika içinde battı. Transatlantikdeki altı yüz altmış yedi yolcu boğuldu. Ancak yüz dört gemi tayfasıyla altmış bir yolcu kurtarılabildi.

Korkunç kazadan kurtulabilenlerden bazılarının nakillerine göre Koca Yûsuf öncelikle, kadın, yaşlı ve çocukların sallara binmelerine bizzat yardımcı olmuş ve beklemiştir. Ancak son anda onun sala binmesiyle ağırlığından dolayı batacağı hissine kapılanlar tarafından ellerini bıçak darbeleriyle kesmişler ve binmesine mâni olmuşlardır. Buna rağmen bu büyük Türk pehlivanı söylentiye göre, okyanusta saatlerce kendilerini takib etmiş sonunda gözden kaybolmuştur.

KOCA YÛSUF PAŞA

On sekizinci yüzyıl Osmanlı kumandan ve devlet adamı. Doğum yeri, târihi ve âilesi bilinmemektedir. “Koca” lakabıyla anılan Yûsuf Paşa kölelikten yetiştirilmedir.

Kaptan-ı deryâ Cezayirli Gâzi Hasan Paşanın himâyesinde devlet kademesine girdi. Gâzi Hasan Paşanın Kapı Kethüdalığında bulundu. Sultan Birinci Abdülhamîd Han (1774-1789) devrinde vezirlikle Mora Muhassılı vazifesindeyken, 25 Ocak 1786’da Vezîr-i âzam oldu. Bu sırada Rusya, Osmanlı Devletinin yıkılması için Avusturya ile ittifak kurdu. İngiltere ve Prusya’da Rusya ile Avusturya’ya karşı cephe aldılar. Rusların Müslüman ahâli üzerinde ve Osmanlı ülkesindeki emellerini iyice bilen ve fırsat kollayan Yûsuf Paşa, Şeyhülislâm ve Sultan Birinci Abülhamîd Hanın tasvibi ile 19 Ağustos 1787’de Rusya’ya harp îlân edilmesini sağladı. Avusturya da Rusya’nın safında yer aldı. Osmanlı-Rus-Avusturya muhârebelerinde Yûsuf Paşa, Serdâr-ı ekrem tayin edildi. Yeniçerilerin intizamsızlığına rağmen 20 Eylül 1788’de Avusturyalılara karşı Sebeş Muharebesi kazanıldı. Rusya cephesindeyken Sultan Üçüncü Selim Han tahta geçince, 7 Haziran 1789’da Vidin Seraskerliğine tayin edildi. 1790’da Bosna Vâliliğine getirildi. Bu vazifedeyken 1791’de tekrar Vezir-i âzamlıkla Rus cephesinde kumandayı ele alan Koca Yûsuf Paşa, ordunun intizamsız durumunu bildiğinden, antlaşma yolunu tercih etti. Rusya ile Yaş Antlaşması imzâlandı.

4 Mayıs 1792’de Trabzon Vâliliği ile Anapa Seraskerliğine tâyin edildi. Son vazifesi, Medîne Seraskerliği olup, burada vefât etti (1800).

Koca Yûsuf Paşa hamiyetli ve çalışkan bir kimseydi. Çalışkan ve halîm-selim bir şahsiyete sâhib olmasına rağmen yerine ve zamanına göre iş yapar ve hareket ederdi. Rusların Müslümanlara karşı giriştiği mezalimler dolayısıyla bu ülkeye karşı büyük bir kin duyuyordu. Ancak katıldığı muharebelerde yeniçerilerin bozukluğunu gördüğünden, düşmanlara karşı niyetini bütünüyle gerçekleştiremedi.

KOCATEPE CÂMİİ (Ankara)

Ankara’da Cumhûriyetten sonra inşâ edilen en büyük câmi.

İlk olarak 1944’te çalışmalar başlatıldı. 1957 yılında merhum Başbakan Adnan Menderes’in direktifi ile Kocatepe’de bu câmi ve diyanet sitesi yapılması uygun bulundu. Birinci proje sırasında temeli atılan diyânet hizmet binası, 1964 yılında tamamlandı. 1967 yılında açılan ikinci proje yarışması neticesinde aynı yıl câminin temeli atıldı. İki sene sonra alt katı ibâdete açıldı. 1981 yılında Diyânet Vakfına devredilen inşaat, 1986’da tamamlanarak ibâdete açıldı.

On altıncı yüzyıl estetiği ile 20. yüzyıl teknolojisi birleştirilerek inşâ edilen câmi, dört minâresi ile Selimiye’yi, merkezî ve yarım kubbeleri ile Sultan Ahmed Câmiini hatırlatır. 64x67 m (4288 m2) ölçüsündeki câminin harem kısmı, 48.5 yüksekliğinde, 25.5 metre çapında bir kubbe ile örtülüdür. Ana kubbe etrafında 4 yarım kubbe vardır. Bu yarım kubbeler, 12 kubbeyle genişletilmiştir. Kubbeler kurşunla kaplatılmıştır. 2400 m2lik alanı kaplayan revaklı avlu 26 kubbe ile örtülüdür. Bir ana 4 yan kapısı vardır.

Modern bir konferans salonu, otopark, süpermarket, idarî büro gibi yan bölümleri, gasilhaneleri ve selsebilleri ile cami modern mimarîye göre klasik üslûbla inşa edilmiştir.

KOCAYEMİŞ (Arbutus unedo)

Alm. Erdobeerbaum (m), Fr. Arbousier (m), İng. Arbutus, strawberry tree. Familyası: Fundagiller (Ericaceae). Türkiyede yetiştiği yerler: Marmara, Ege, Akdeniz ve Karadeniz bölgesindeki makilerle birlikte bulunur. Eylül-mart aylarında çiçek açan 1-3 m yükseklikte, bilhassa maki topluluklarının hakim olduğu bölgelerde yetişen, her zaman yapraklı ağaççıklar. Gençken tüylü olan kızılımsı kahverengi dallar üzerindeki yapraklar tüysüz, üst yüzü parlak yeşil, alt yüzü daha açık yeşil, kenarları testere dişli, uçları sivri ve derimsi bir ayaya sahiptir. Çiçekler beyaz renkli, uç kısımları yeşilimsi, salkım durumları hâlinde toplanmışlardır. Meyveleri küre biçiminde, 1-2 cm çapında, yüzeyi pürtüklü, önceleri yeşilimsi, olgunlukta ateş kırmızısı veya portakal rengindedir. 4-5 tohumlu etli bir meyvesi vardır.

Kullanıldığı yerler: Yaprakları ve meyveleri kullanılır. Yapraklarda tanen, sakkaroz, arbutin vardır. Meyvelerde % 14 şeker, % 150-280 mg gibi yüksek miktarda vitamin C bulunur. Köklerde tanen vardır. Yaprakları kabız edici ve idrar yolları antiseptiği olarak, meyveleri yemiş olarak kullanılır.

KOCH BASİLİ

Alm. Kochbarillus (m), Fr. Bacille (f) de Koch, İng. Mycobacteerium. Tuberculosis. Verem (tüberkülöz) hastalığının âmili. Aside ve alkaliye dirençli, çomak şeklinde olan basillerdir. 1882 senesinde Robert Koch tarafından keşfedildiği için Koch basili adı verilmiştir. 1,5-3,5 mikron uzunluğunda ve 0,3 mikron kalınlığında bir bakteridir. Gram boyası ile boyanabilir. Karanlıkta ve düşük ısıda uzun süre yaşayabilir. Güneş ışığına dayanamaz. Kaynar suda iki dakika içinde ölür. Bu basil, üreyebilmek için oksijene muhtaçtır. Başlıca üç tipi vardır: İnsan tipi (hominis), sığır tipi (bovin) ve kuş tipi (avium). İnsanlarda hastalık yapanları hominis ve bovin tipleridir. Uygun (Löenstein besi yeri) besiyerlerinde, üç haftada üremektedirler ve bu yolla hastalığın da kesin teşhisi konabilmektedir.

KOCH, Robert

Verem mikrobunu bulan, bu sâyede insanlara büyük faydası dokunan, tanınmış Alman hekimi ve bakteriyoloğu. Ayrıca koleranın da mikrobunu bulmuş, sıtma hastalığının tedâvisi üzerinde çalışmış, öldürücü bir hastalık olan uyku hastalığının Afrika’da yaşayan çeçe sineklerinden geçtiğini keşfetmiştir. 1905’te Nobel Tıp Ödülünü kazanan Robert Koch, 20. yüzyılın en büyük tıp adamlarından biridir.

Koch, Almanya’da Hannover şehrinin kasabalarından birinde 1843 yılında doğdu. Babası mâdenciydi. Babasının müsbet bilimlere karşı duyduğu sevgi Koch’a da geçmişti.Yalnız, Koch küçük yaştan beri hekimliğe merak sarmıştı. Göttingen Üniversitesinde tıp okurken bir yandan da üniversitenin laboratuvarında yardımcılık ediyordu. Üniversiteyi bitirdikten sonra Almanya’nın çeşitli şehirlerinde doktorluk yaparak hayatını kazandı. Bu arada bakteriyolojiye merak sardı.

Koch 1876’da şirpençe hastalığı üzerinde yaptığı çalışmaların sonuçlarını yayınladı. Bu çalışmaları bakteriyolojiye karşı duyulan ilgiyi artırdı. Koch, 1880’de Alman Sağlık Komisyonuna üye seçildi. Böylece çalışmalarına daha sistemli bir şekilde devam etmek imkanını buldu. Bu sıralarda verem bütün Avrupa’yı kırıp geçiriyordu. Doktor Koch, bir veremli hasta ölünce hemen ölünün hastalıklı organlarının mikroplu kısımlarını ayrı bir yere toplardı. O sıralarda verem mikrobu henüz bilinmiyordu. Koch, bu mikrobu ele geçirmek için bütün boyayıcı maddeleri denemiş, mikroskobunu bütün büyütme derecelerine göre ayarlayıp bu basili aramış ama bir türlü bulamamıştı. Sonunda ümidini kesmiş ve bütün elindekileri yok etmeye karar vermişti. Fakat tam hepsini atmak üzereyken, yarım milimetrenin binde biri kadar büyüklükte birtakım çubuksu cisimleri fark etti. Doktor, bu çubuk biçimli mikropları ayırarak üretti, sonra da kobaylarına aşıladı. Hayvanlar verem oldular. Böylece 1882’de düşman keşfedildi ve adına “Koch basili” denildi.

Koch, 1888’de tanınmış doktor ve bilginlerle birlikte Mısır ve Hindistan’a gönderildi. Bu ülkelerde yaygın bir halde olan kolera hastalığının sebeplerini inceleyecekler, bir tedâvî şekli bulmaya çalışacaklardı. Koch, bu hastalığın da mikrobunu buldu. Daha sonra Berlin Üniversitesine profesör oldu.

Robert Koch, 1896-1906 yılları arasında Afrika’ya yaptığı birkaç seyahat sırasında uyku hastalığının çeçe denilen sineklerin ısırması sonucunda ortaya çıktığını buldu. Bundan dolayı, 1905’te Nobel Tıp ödülünü kazandı. Ömrünün sonuna kadar tıp konusunda çeşitli eserler hazırladı. 1910’da bir kalb rahatsızlığından ölen Koch, kendi isteği üzerine mumyalanıp Baden-Baden’e gömüldü.

KOÇİ BEY

Sultan Dördüncü Murâd ve kardeşi Sultan İbrâhim’e sunduğu risâleleri ile tanınan 17. yüzyıl Osmanlı devlet adamı. Asıl adı Mustafa olduğu söylenen Koçi Beyin doğum ve vefât tarihleri bilinmemektedir. Gençliğinde Rumeli’de Görice kasabasından devşirilerek Enderun Mektebine kabul edilen Koçi Bey, Sultan Birinci Ahmed (1603-1617)den sonra pâdişah olan Sultan Dördüncü Murâd (1623-1640) devrinde hasodaya alındı. Padişahın itimadını kazanarak musahibi oldu. Bu sıfatla Bağdat Seferine iştirak etti. Devlet idâresinde gördüğü yolsuzlukları rapor hâlinde pâdişaha arz etti (1631). Sultan Murâd’ın yerine geçen kardeşi Sultan İbrâhim’in de musâhip ve sırdaşı oldu. Ona da risâleler sundu (1640). Sultan İbrâhim’in son günlerinde veya hemen sonra emekliye ayrılarak Görice’ye gitti. Orada vefât edip, Plamet köyünde defnedildi.

KODEİN

Alm. Kodein (n), Fr. Godèine (f), İng. Codeine. Afyondan elde edilen bir uyuşturucu (narkotik). Morfinden de üretilebilen kodein, morfinden daha zayıf bir narkotik olup alışkanlık yapma derecesi de azdır. Bu yüzden çok kullanılan bir uyuşturucudur. Ağrı dindirme etkisi aspirinden çok yüksek, morfinden azdır. Uyuşturma etkisi 2-3 saat kadardır. Öksürük azaltma etkisi de olup, astımlı kimseler için tehlikelidir. Kodeinin alışkanlık yapma derecesi daha az olmakla berâber, morfin ve eroin alanlar bunları bulamadıklarında kodeine başvururlar. Kodeinin zehir etkisi de nispeten azdır. Tıpta kullanılış sebebi, merkezî sinir sistemini etkileyerek öksürük refleksini ortadan kaldırma tesiridir. Bu yüzden bâzı kuru öksürüklerde, tabibin lüzum görmesiyle ve lüzum gördüğü sürede, geçici olarak kullanılır. Diğer ağrı kesicilere katılarak daha kuvvetli etki elde etmek için de kullanılmaktadır.

KODEKS

Alm. Arzneibuch (n); Rezeptebuch (n); Arzneiliste (f), Fr. Codex (m), İng. Codex. İçinde, eczânelerde bulundurulması gereken kimyevî (kimyâsal) maddelerin, ilâçların ve preparatların adları, özellikleri, hazırlanmaları, muayene usulleri bulunan resmî kitap.

Kodeksi kaleme alan kurul, Tıp ve Eczâcılık Fakültesi profesörleri ile tıp ve eczâcılık mesleklerinde çalışan kişiler arasından seçilir. 767 sayılı kânuna göre, Kodeks Komisyonu adı verilen ve 15 üyeden meydana gelen bu kurul; “İlâç elde edilen kimyevî hayvânî ve nebâtî maddelerin:

1. Türkçe, Fransızca, Lâtince isimlerini ve eş anlamlarını,

2. Kimyevî terkiplerini,

3. Üretim şekillerini,

4. Tecrübelere ve tıbbî yayınlardaki gözetimlere ışık tutacak tarzda kimyevî diğer değişik özellikleri,

5. Saflıklarını tâyin için tatbik edilen muayene (analiz) usullerini,

6. Saflığını gidermek için yapılan katkı maddelerini arama usullerini,

7. Minimum ve maksimum tıbbî dozlarını,

8. İlâçların eczanelerde doktor reçetesine göre düzenlenmesini,

9. Koruma şekillerini ve değişmelerini,

10. Bir arada birleştirilmesi, verilmesi uygun olmayan maddeleri,

11. Kullanım alanlarını (belirler ve),

12. Eczanelerde hangi nebâtât, eczâ ve kimyevî maddelerin bulundurulacağını ve bunlardan herbirinin cinsi, nev’i ve miktarlarını ve eczânelerde bulunması lazım gelen, âlet ve edevâtı gösterir cetvelleri düzenleme ve “Türk kodeksi” nâmıyle bir kitap hâlinde tesbit etmekle yükümlüdür.”

Başlangıçta reçetelerin bir toplamından ibaret olan kodeksler; formüler olma özelliğini yavaş yavaş kaybetmekte ve daha çok ilaçların normları, saflık muayeneleri ve ilaç muayenelerinde kullanılacak olan fizikî, kimyevî, biyolojik ve fizyolojik metodlarla yetinmektedir. Kodekslerde ilaçların tanımından başka eczacılık, zehirli maddeler (toksikoloji), genel muayene usulleri pozoloji gibi ekler bulunmaktadır.

KOFUL (Vaküol)

Alm. Vakuole (f), Fr. Vacuole (f), İng. Vacuole. Hücre sitoplazması içinde bulunan içleri sıvı, hava veya kısmen sindirilmiş besinle dolu olan boşluklara verilen ad. Kofullar, genelde su ve erimiş halde bulunan büyük moleküllü maddeler bakımından zengin bir sıvıyla doludur. Her koful, etrafındaki sitoplazmadan ince bir zarla ayrılır. Bitki hücrelerindeki kofullar, büyük ve az sayıdadır. Tek hücreli yaratıklardaki kofulların ise değişik vazifeleri vardır. Sindirim kofulları, boşaltım kofulları gibi. Boşaltım kofulları hücrenin bir nevi böbrek görevini yapar.

KOHL, Helmut

Almanya başbakanı. 3 Nisan 1930’da Almanya’nın Ludwishafen şehrinde doğdu. Âilesi koyu bir Katolik olan Kohl, İkinci Dünyâ Savaşı arasında orduya yazıldı. Fakat temel askerlik eğitimini tamamlamadan savaş bittiğinden savaşa katılamadı. Harpten sonra siyâsetle ilgilenmeye başladı. 1947’de Hıristiyan Demokratik Birlik Partisinin (CDV) gençlik örgütüne katıldı. Heidelberg Üniversitesinde yaptığı siyâsal bilimler doktorasını 1958’de tamamladı. Ertesi sene Rhineland-Pfaiz eyâlet meclisine, 1969’da ise aynı eyâletin başbakanlığına seçildi. Aynı yıl CDV’nun genel başkan yardımcılığına, 1973’te ise genel başkanlığa getirildi.

Kohl, başbakan adayı olarak katıldığı 1976 genel seçimlerini kazanamadı. Daha sonraki seçimde adaylığını koymadı. Başbakan Helmut Schmidt’in takib ettiği politikayı beğenmeyen milletvekilleri hükümetten desteklerini çekerek, Helmut Kohl’ü desteklemeye başladılar. CDV ve CSV (Hıristiyan Sosyal Birlik) veFDP (Hür demokrat Parti) milletvekilleri arasında kurulan ittifak sonrasında 1 Ekim 1982’de Helmut Schmidt hükümeti güvensizlik oyu aldı. Bunun üzerine CDV, CSV FDP milletvekillerinin oyları ile Helmut Khol Başbakanlığa getirildi.

Bu koalisyon ve Kohl 6 Mart 1983 genel seçimlerini kolaylıkla kazandı. 1987 seçimlerinde CDV-CSV Koalisyonu târihin en düşük oy oranını aldı ise de, Kohl bir defa daha başbakan seçilmeyi başardı. Kohl hükümeti, iç politikada hükümet harcamalarının kısıtlanmasına, dış politikada ise, NATO içinde daha etkili bir rol oynamasına dayanan merkez sağ bir politik yol izlemektedir. 1990 yılında Doğu ile Batı Almanya’nın birleşmesi sonucunda Helmut Kohl, Birleşik Almanya’nın Başbakanı oldu. Hâli hazırda bu görevini sürdürmektedir (1993).

KOKA AĞACI (Erythroxylon coca)

Alm. Kokacstrauch (m), Fr. Coca (f), İng. Coca. Familyası: Kokaağacıgiller (Erythroxylaceae). Türkiye’de yetiştiği yerler: Yetişmez.

Bilhassa Bolivya, Peru, Cava ve Seylan gibi tropik bölgelerde yetişen, 1-2 metre boyunda çalı tipli bir ağaççık. Çiçekleri küçük ve sarımtraktır. Meyveleri tek çekirdekli olup kırmızı kiraza benzer. Yaprakları kokain ve başka maddeler taşır.Kurutulmuş yapraklarına “koka” adı verilir. And Dağlarında yabânî olarak yetişmekle beraber, yaprakları için özel olarak da yetiştirilmektedir.

Kullanıldığı yerler: Müessir madde olarak tanen, uçucu yağ ve alkaloitler taşır. Alkaloit miktarı % 0,7-2 arasında değişir. Tedâvi ve sanâyi yönünden önemli alkaloitler kokain, cinnamil kokain ve ex-truksillindir. Kokain ve tuzlar, bilhassa küçük cerrahî müdahalelerde mevzî (lokal) anestezik olarak kullanılmaktadır. Koka yapraklarının uyarıcı ve kuvvet verici özellikleri de vardır. Amerika’nın bazı bölgelerinde, yerli halk tarafından koka yapraklarını çiğnemek âdet hâline gelmiştir. Kokain maddesinin keyif verici olarak kullanılması günümüzde korkunç bir seviyeye varmıştır. Batıda ve Amerika’da “aydın” diye bilinen kesimde ve özellikle sanatçılarda bu iptila son derece yayılmıştır. Psikolojik bağımlılığı yanında fizikî olarak da kişiyi kendine bağlayan bu madde, alınmadığı zaman, müptela olanlarda, tehlikeli belirtiler ortaya çıkabilmektedir. Bu zararlardan başka kokain, solunum yollarını da ileri derecede tahrip etmektedir. Tahribât o dereceye varır ki, uzun zamandan beri kokain kullanan bir kimse soluğunun ıslık gibi olmasıyla tanınabilir. (Bkz. Kokain)

KOKAİN

Alm. Kokain (n), Fr. Cocaine (f), İng. Cocaine. Koka ağacının (Ereythroxylon coca) yapraklarından elde edilen ve alışkanlık husule getiren bir uyuşturucu. Koka ağacının esas memleketi Şili, Peru ve Bolivya’dır. Fakat şimdi diğer birçok ülkede de yetiştirilmektedir.

Uzun yıllar önce bazı Güney Amerika yerlileri, açlığın etkisini atmak ve zihnî faaliyeti hızlandırmak maksadıyla koka yapraklarını çiğneyerek kokain alırlardı. 1859 yılında Avusturyalı araştırmacı K.Von Scherzer koka yapraklarını Avrupa’ya getirdi.

Birçok araştırmacı da kokaini izole ederek dil üzerindeki etkisini izah ettiler. 1884 yılında kokainin uyuşturucu etkisi açıklandı. Nihayet 1902 yılında Almanya’da uyuşturucu olarak sentez edildi.

Etkileri: Kokain, sinirleri tesirsiz hale getirir ve uygulandığı bölgede uyuşturma yapar. Düşük dozlarla kana geçtiğinde bir zindelik ve zevk hissi verir. Bu durum, bazı kimseleri uyuşturucu alışkanlığına sürükler. Bu kimseler, enjeksiyon ve burna çekmek suretiyle keyif verici olarak kullanırlar. Kokain, keza bir hücre öldürücü olup, bir bölgede, uzun bir süre kalırsa veya yüksek dozda alınırsa hücreleri öldürür.

1880 yılında Amerikalı Cerrah W. Halsted, mevzî (lokal, yerel) uyuşturucu olarak tıpta kullanmaya başladı. Fakat deneme mahiyetinde kendisi ve asistanları da kullanınca uyuşturucu alışkanlığına düştüler. Kokain, şimdi tıpta pek kullanılmamaktadır. Ancak göz, burun ve boğaz ameliyatlarında kullanılsa da onun yerini tutan ve zehir etkisi bulunmayan başka uyuşturucular sentez edilmiştir. Bunların başında procaine (Novocaien) gelir. Procain kokainden oldukça az toksik olup, üstelik alışkanlık da yapmaz.

KOKAİNOMANİ

Alm. Kokainsucht (f), Fr. Cocainomanie (f), İng. Cocainomanida. Kokain tiryakiliğine verilen ad. Uyuşturucu madde düşkünlüğünün en yaygın ve en tehlikelilerindendir. Sinirler kısa bir sürede tatlı bir şekilde uyarılır; fakat sağlıkta önemli düzensizlikler meydana gelir. Uykusuzluk, kalp çarpıntısı, iştahsızlık, hezeyanlar (gerçeğe uymayan ve mantıklı düşünce ile değiştirilemeyen inanç), sayıklama, çıldırma, ahlak duygusunun kaybı önemli ârızalardır. Kişi, devamlı olarak kokain almak ister. Kokainman hem kendine, hem de başkalarına karşı tehlikelidir. İntihar ve cinayet fikirlerini geliştirir.

Tedâvi görecek hasta, bir hastahanede doktor kontrolünde kokaini bırakır.Kesilmeden dolayı bir takım belirtiler görülünce hemen tedbir almalıdır. Kokainmanlar, kokain ihtiyaçlarını burundan toz halindeki kokain klorhidratı çekmek veya deri altına şırınga etmek sûretiyle giderirler. Burun yolu ile kullananlarda, burun mukozasında ve ayırıcı duvarında zedelenme ve hatta delinmeler görülebilir. Kalp, akciğer, karaciğer üzerinde ciddî rahatsızlıklar yapar. Migren, bulantı, bayılmalar olabilir. Solunum merkezi bozukluğu ile ölüm olabilir.

Amerika’da, doğuda “Crack”, batıda “Rock” adlı yeni kokain ise, ucuza mal edilen ve içinde eter ve aseton gibi son derece zararlı maddeler bulunan bir zehirdir. (Bkz. Koka Ağacı, İlâç Alışkanlığı)

KOKARAĞAÇ (Ailanthus glandulosa)

Alm. Japanlack (m), Fr. Ailante (m) glanduleux, vernis (m) du Japon, İng. Lacquer-tree, varnish-tree. Familyası: Kokarağaçgiller (Sımaroubaceae). Türkiye’de yetiştiği yerler: Akdeniz, Ege, Marmara bölgelerinde. Mayıs-hazırin ayları arasında yeşilimsi renkli çiçekler açan, ceviz ağacı görünüşünde, kötü kokulu bir ağaç. Yaprakları bileşik, 15-40 yaprakçıktan meydana gelir. Çiçekler büyük bir salkım halinde toplanmışlardır. Taç ve çanak yaprakları 5 parçalıdır. Meyveleri önce yeşil, olgunlaştıktan sonra kırmızı renklidir. Vatanı Uzakdoğu’dur. Buradan Avrupa ve Anadolu’ya yayılmıştır.

Kullanıldığı yerler: Yapraklar reçine, tanen ve C vitamini; gövde kabuğu tanen ve acı maddeler ihtiva eder. İshal ve dizanteride, çayı kabız edici olarak kullanılır.

KOKARCA (Mephitis mephitis)

Alm. iltis, Skunk (m), Fr. Mouffette (f), Putois (m), İng. Skunk, polecat, fitchew. Familyası: Sansargiller (Mustelidae). Yaşadığı yerler: Orta ve Kuzey Amerika, Avrupa, Asya ve Kuzey Afrika ormanlarında. Özellikleri: Siyah tüylü, geniş kuyruklu, etçil bir memeli. Sırtında üç adet beyaz çizgi bulunur. Tehlike ânında kuyruğunun dibindeki koku bezlerinden sarımtrak, pis kokulu bir sıvı fışkırtır. Ömrü: 6-8 yıl. Çeşitleri: Ondan fazla türü vardır. Âdi kokarca (veya çizgili kokarca), benekli kokarca, Türkistan kokarcası, siyah ayaklı kokarca en çok bilinenlerdendir.

Sansargiller familyasından, çevik, etçil bir memeli. Tarla ve ormanların ağaç kovuklarında veya toprak altı inlerinde barınır. Kedi iriliğindedir. Boyu 40, kuyruğu 24 cm kadardır. Küçük başı sivri, kulakları yuvarlaktır. Postu siyah, ipek gibi yumuşak tüylüdür. Gözleri ile kulakları arasında sarı renkte tüyler bulunur. Bazılarının sırtında üç adet beyaz çizgi vardır. Bu beyaz şeritler başta birleşir. Benekli kokarcanın kuyruk ucu bembeyazdır. Nadir olarak ağaçlara tırmanır, iyi yüzücüdür. Gece avlanmaya çıkar. “Sınga” veya “kır sansarı” da denir. Kışın, meskenler civârına yaklaşarak, tavan aralarına çıkar ve tahıl ambarlarında yerleşir. Kış uykusuna yatmaz. Fâre, böcek,kurbağa ve yılan avlar. Sulu meyve ve tahıl da yer. Kokarca kümeslerin afeti ve ada tavşanlarının büyük düşmanıdır. Avlarını ensesinden ısırarak öldürür. Tehlike karşısında tiz bir ses çıkarır. Düşmanın dikkatini dağıtmak için ayağını yere vurur. Taklalar atar. Ansızın geniş uzun tüylü kuyruğunu kaldırarak, arkasını hasmına çevirir ve pis kokulu sıvısını fışkırtır. Hasmın yüzüne arka arkaya birkaç defa isâbetli atışlar yapabilir. 3-4 metreden kesin isâbetler kaydeder. Pis kokulu sıvısını 6 m uzağa fışkırtanlar vardır. Sıvı, gözleri ve deriyi tahriş eder, geçici bir körlük yapar. Kokusu, haftalarca çıkmaz. Rüzgarlı havalarda 800 metre uzaktan duyulur. Kokarcanın kokusuyla pislenmiş bir hayvan, avlanmakta zorluk çeker. Avları, kokusunu uzaktan duyduğundan kaçarlar. Açlıktan ölme tehlikesi geçirir. Bir daha kokarcayla karşılaşınca kaçmayı tercih eder. Yalnız boynuzlu baykuş kokusundan çekinmez.

Amerika’da yaşayanların rengi Avrupa’dakilerden daha parlaktır. Bu parlaklık kokusunun tesirini gösterir. Türkiye’de yaşayanların kokusu fazla etkili değildir.

Senede iki defa doğurur. İlkbaharda çiftleşir. Altı hafta (50 gün) kadar sonra gözleri kapalı ve tüysüz 4-8 yavru doğar. Yavruların gözleri 20 gün sonra açılır. Kokarca yavruyken yakalanırsa kolayca evcilleşir. Misk bezleri alınırsa uysal bir ev hayvanı olur, evdeki fârelere aman vermez. Amerika’da özel olarak yetiştirilir. Pis kokulu sıvısı, rafine edilerek parfümeride kokuları sâbitleştirici olarak kullanılır. Postu için avlanır. Postundan kürk, kıllarından bir çeşit ferâce ve boya fırçası yapılır. Baykuş, amansız düşmanıdır. Püskürttüğü pis kokudan dolayı Türkçede “kokarca” adı verilmiştir.

KOKLAMAK

Alm. Riechen, schnüffeln (an), Fr. Sentir, İng. To smell, to nuzzle. Maddelerin kimyevî yapılarıyla bağlantılı olarak, özel alıcıları uyarmakla meydana getirdikleri kimyevî bir duyu. Burun; solunum organı olmaktan başka, koku alma organı olarak da özelleşmiştir.

Tat ve koku alma duyuları birbiriyle çok yakından ilgilidirler. Soğukalgınlığı veya nezle gibi burnun tıkalı olduğu durumlarda, insanın ağzının tadı da bozulmaktadır.

Burun iç yüzünün koku alma bölümündeki epitel hücreleri arasında yerleşmiş olan koku reseptörleri (alıcıları), diğer duyu organlarındakinin aksine, tek sinir hücresine sâhiptirler; bu bakımdan tat alma reseptörlerine benzerler. Bu reseptörlerden kalkan sinir lifleri, kalbursu bölgeden geçip kafatası içine girerek koku sinirini meydana getirirler ve koku soğancığında sonlanırlar. Koku soğancığından başlayan sinir lifleri ise koku yolunu meydana getirerek, beyin ön lobunun alt yüzeyinde ilerleyip, beyin kabuğunun koku ile ilgili alanında sonlanır.

Herhangi bir maddenin koku reseptörlerini uyarabilmesi için buhar hâline gelmesi ve bunun, burun epitelini yıkayan sıvıya girmesi gerekir. Kokunun alınabilmesi, ilgili madde buharını ihtivâ eden havanın derince burna çekilmesi ile mümkün olur. Bâzı kokuların alınması için buruna çekilmesine lüzum yoktur. Meselâ, bir mutfağa girilince veya bir çöplük yakınından geçildiği zaman mahallî ve karakteristik kokular derhal burun çekmeye mahal kalmaksızın duyulur. Ancak, niçin böyle olduğu henüz kesinlikle aydınlatılmış değildir. Bununla beraber bilinen şudur ki, koku alma duyusunun meydana gelmesi için koku alma reseptörlerinin uyarılmasından doğan uyarının beyindeki koku alma alanına ulaştırılması gerekir.

Bir kokunun kuvvetli veya diğerinin zayıf oluşuna hükmetmemiz buhar yoğunluğuna bağlı olduğu gibi kuvvetli kokuya sâhip madde buharının çok sayıda reseptörü uyarmasından da ileri gelir.

Burun epitelindeki reseptörlerin en değişik kaliteyi ayırt edebildiği ileri sürülmüştür. Bunlar; alkolik, aromatik kokular, badem kokusu, çiçek kokuları, eterik kokuları, kâfur kokusu, meyve kokuları, mis kokusu, nane kokusu ve sedir kokusudur.

Koku alma duyu eşiğini tayin için basit, fakat ustaca yapılmış cihazlar ortaya konmuş ve geliştirilmiştir. Bunlardan en geniş ölçüde kullanılanı koku ölçer (olfaktometre)dir.

Güzel kokular, insan üzerinde hoş bir tesir meydana getirmektedir. Bu yüzden binlerce cins koku üretilmektedir. Parfümler, lavantalar, esanslar, losyonlar vb. bunlar arasındadır.

Burnu tutan hastalıklarda, koku almada bozukluklar meydana gelmektedir. Meselâ ozena denilen müzmin nezlede kişi hiç koku almaz, burun mukozası körelmiştir ve pis kokulu bir burun akıntısı vardır. Mevcut olmayan kokuları almak da bir hastalıktır ve psikolojik bozukluklarla ilgilidir.

KOL

Alm. Arm (m), Fr. Bras (m), İng. Arm. Çeşitli hareketleri ve işleri yapmamızı sağlayan önemli bir uzvumuz. Omur mafsalından, dirsek mafsalına kadar olan kısma kol, dirsek mafsalından elbileği mafsalına kadar olan kısma da ön kol denmektedir. Fakat genellikle kol denilince her ikisi birden anlaşılmaktadır.

Kol bölgesinde humerus isminde tek bir kemik bulunmaktadır. Ön kol bölgesinde ise radius ve ulna isminde bir çift kemik bulunmaktadır. Kolun ve önkolun hareketlerini sağlayan kaslar, bu kemiklere yapışmıştır.

Kol, çeşitli yönlere olan hareketlerini (aşağı yukarı, öne, arkaya, içe dönüş, dışa dönüş) omuz mafsalı ve bu bölgedeki kaslar vâsıtasıyla yapmaktadır.

Kol üzerinde dört ayrı kas yer almıştır. Bunlar içinde en mühimi iki başlı pazu kasıdır, ön kolun bükülmesini sağlar.

Önkol ise extansiyon (düşleşme), fleksiyon (bükülme), içe dönüş ve dışa dönüş hareketlerini dirsek mafsalı vasıtasıyla ve koldan başlayıp, önkol kemikleri üzerinde sonlanan kaslar vâsıtasıyla yapmaktadır. Önkol üzerinde 18 adet kas yer almaktadır, bunlar el ve parmakların hareketlerini sağlar.

KOL GEZMEK

Alm. Patrouillieren (n), Fr. Faire la ronde, İng. To go the rounds. Osmanlılar zamanında şehir ve kasabaların âsâyişini muhafaza maksadıyla zabıta memurlarının dolaşması. Kola çıkmak.

Tanzimâttan evvel sadrazamlar, yeniçeri ağaları, kaptan paşalar kola çıkarlar, yolsuz hareketi görülenleri cezâlandırırlardı. Tanzimâttan sonra kurulan zaptiyelerin ve daha sonra polislerle jandarmaların gece ve gündüz, inzibat ve âsâyişin temini maksadıyla, çarşı pazarlarla mahalle aralarında dolaşmalarına da “kol gezmek” denirdi. Yine bu mânâda “devriye gezmek” tâbiri de kullanılırdı.

Geceleri sokakta fenersiz gezmesinden dolayı şekil ve kıyâfetinde, kendinde şüphe uyandıran kimseler de kol gezenler tarafından çevrilir. Bunlar karakola ve zindana gönderilmeyip sabaha kadar çalıştırılmak suretiyle cezalandırılmak üzere mahalle hamamının külhanına gönderilirdi.

İstanbul’un hemen her mahallesinde bulunan hamamların sabah namazından bir iki saat evvel hazır ve açık bulundurulması âdetti. Oldukça ağır ve pis işlerden sayılan külhancılık eskiden ekseriyetle Ermeniler tarafından görülürdü. Külhancılar, devriye tarafından yakalanıp kendilerine teslim olunanları sabaha kadar odun taşımak, külhan ocaklarını temizlemek gibi işlerde çalıştırırlar ve sabahleyin üstleri başları kurum ve kir içinde bunları salıverirlerdi.

Fenersiz gezen hüviyeti meçhul adamların bu suretle hamamlara teslim edilmesi hem kol gezenleri karakola kadar gitme zahmetinden kurtarır, hem de bir daha kimsenin fenersiz gezmemelerini temin ederdi.

Kol gezenlerin tatbik ettikleri bu cezâlar kânunî olmaktan ziyâde örfî idi. Öyle ki, Osmanlılar zamanındaki bu idârî sistem, günümüzde bâzı tabirleriyle hâlâ yaşamaktadır: (Hastalık) Kol geziyor, külhanî, fenersiz yakalanmak gibi.

KOLA

Alm. 1. (Wäsche) Stärke (f) 2. Kleister, Klebstoff (m), Fr. 1. Empois (m) 2. Colle (f), İng. 1. Starch, starch paste 2. Glue. Çamaşır ve cam perdelerine sert, parlak ve güzel görünüm vermesi için ütü esnâsında kullanılan, suda rahatlıkla eriyebilen bir cins nişasta. Kelime Fransızca asıllı olup, coller “yapıştırmak” fiilinden gelmektedir.

Üst üste veya yanyana konan iki cismi sertleştikten sonra birbirine yapıştırmaya yarayan maddeye de “kola” denir. Bu cins kolalar, sentetik reçineler, kauçuktan meydana gelen maddeler, jelatin gibi hayvanî kaynaklı maddeler ile sodyum silikat kullanılarak yapılır. Bu şekilde yapılan kolalar, ağaç eşyalarının yapıştırılmasında ve mobilyacılıkta kullanılmaktadır.

Kağıt hamurlarının arıtımı (saflaştırılması) sırasında içerisine katılan veya kağıt tabakalarının üzerinde biriken bir cins maddeye de bu isim verilir. Unu ve nişastayı orta derecede sulandırarak, kaynama derecesine kadar ısıtılarak yapılan bir cins kola vardır ki buna “un kolası” denir.

Genellikle çamaşırlarda, ütü sırasında kullanılan kolalar, özel nişastalardan îmâl edilir. Nişasta kolaları, çamaşırlarda meydana gelen buruşmaları açmada ve onları perdah ve düzlemede de kullanılır.

Gömlek yaka ve kollarını düz ve sert durması için “çiğ kola”; dantel, masa örtüsü ve buna benzer eşyâlarda ise pirinç suyu ile zamklı su karıştırılarak ve kaynatılarak meydana gelen “pişmiş kola” ismi verilen kola kullanılır. Bu cins çamaşırlarda ve eşyâlarda birden çok yıkamalara dayanmaları için sentetik kolalar da kullanılır.

Yapıştırmada kullanılan kolalar, nişastanın biraz daha koyulaştırılmış ve kalınlaştırılmış hâlidir.

Afrika kıtasında, Sudan bölgesinde yetişen bir cins ağaç da aynı isimle anılmaktadır. (Bkz. Kola Ağacı)

KOLA AĞACI (Cola vera)

Alm. Kolabaum (m), Fr. Cola (m), İng. Cola. Familyası: Kolagiller (Sterculiaceae). Türkiye’de yetiştiği yerler: Yetişmez.

Vatanı tropik Afrika olan, 8-20 m yüksekliğinde, kavliflor ağaçları. Kolacevizi olarak bilinen meyveleri, kakao meyvesine benzer, fakat daha küçüktür. Kapsül tipi meyvelerinde çok sayıda ve kestane büyüklüğünde beyaz veya kırmızı renkli tohumları bulunur.

Kullanıldığı yerler: Kola tohumlarında kafein, teobromin ve tanen vardır. Merkezî sinir sistemini uyarır. Uyarıcı, aperatif, iştah verici olarak kullanılır. Koka kola gibi benzeri alkolsüz içkilerin bileşimine girer. Koka kolanın bileşiminde kafeinden (200 cm3ünde 36 mg) başka, limon asidi, fosforik asit, uçucu yağ ve şeker vardır. Serinletici etkisi kafeinden ileri gelir. Kola tohumlarında besin maddesi olarak yağ ve nişasta bulunur. Bilhassa Afrika yerlileri hem canlılık vermesi hem de besin özelliğinden dolayı çok kullanırlar.