KİNEMATİK

Alm. Kinetik, Bewegungslehre (f), Fr. Cinèmatique (f), İng. Kinematics. Hareketi, sebep ve tesirlerini gözönüne almadan inceleyen mekaniğin bir bölümü. Kinematik, hareketin ve ondan doğan hız ve ivmenin anlaşılmasıyla kavranabilir. Hareket bir cismin sürekli, bir noktadan diğer bir noktaya olan yer değiştirmesidir. Hareketin en basiti, bir pompadaki pistonun hareketi gibi doğrusal harekettir. Diğer bir tür hareket de bir eğri boyunca olan yer değiştirme sonucu ortaya çıkar. Gezegenler ve uyduların yörüngelerinde bu tür bir harekete rastlanır.

Hareketin anlatılmasında ve incelenmesinde vektörlerden istifade edilir. Çünkü, yer değiştirme, hız ve ivme rektörel birer büyüklüktür. Vektör, başlangıç noktası belirli ve ucunda ok işareti olan bir doğru parçasından ibârettir. Alınan yol, geçen zamana bölünerek ortalama hız bulunur. Bir cismin yörüngesindeki bir noktadaki hız, âni hız olarak tarif edilir. Eğer bir cisim sabit bir hızla hareket etmiyorsa, ivmeleniyor demektir. İvme, hızda birim zamanda meydana gelen değişikliktir. Mesela, serbest düşme hareketinde ortaya çıkan yerçekimi ivmesinin değeri yaklaşık olarak 9,80 m/sn2dir.

KİNETİK ENERJİ

Alm. Kinetische Energie (f), Fr. Energie (f) cinètique, ènergie mouvement, İng. Kinetic energy. Hareket eden cisimlerin sâhib olduğu enerji şekli. Bir cismin kinetik enerjisi ne kadar büyükse cisim o kadar büyük iş yapar. Hız, reltaif (bağıl, izafi) bir büyüklüktür. Meselâ, yukarı fırlatılan bir roket belirli bir kinetik enerjiye sahiptir. Yukarı hareketi sırasında hızı azaldığından kinetik enerjisi azalır, ancak yükseklik kazandığından potansiyel enerjisi fazlalaşır. Sürtünme ile olan kayıplar gözönüne alınmazsa, toplam enerji sabit kalır. Bu durum, enerjinin korunumuna bir örnektir.

Kütlesi m, hızı v olan bir cismin sahib olduğu kinetik enerji:  

         1

Ek = ¾¾ m.v2

         2

m kütleli bir cisim hem dönüyor, hem de öteleme hareketi yapıyorsa (doğrusal olarak hareket ediyorsa) bu cismin sahip olduğu kinetik enerji:  

         1           1

Ek = ¾¾ m.v2 + ¾¾  I.ω2

         2            2

Burada, I, cismin atalet (eylemsizlik) momenti, ¥ ise açısal hızdır.

Meselâ; bir dönen silindirin (diskin) atalet momenti

I = m.r2 , açısal hızı ω=v/r dir.

         1             1             v2

Ek = ¾¾ m.v2 + ¾¾  m.r2. ¾¾  buradan

         2             2              r2

                     Ek = m.v2 elde edilir.

Yâni hem dönen hem de ötelenen diskin kinetik enerjisi, sadece ötelenen diskin kinetik enerjisinin iki katına eşittir.

KİNETİK SANAT

Alm. Kinetische Kunst (f), Fr. Art (m) cinètique, İng. kinetic art. İleri uygarlığın getirdiği, modern sanat akımlarından biri.

Kişiden kişiye değişen bir yorum ve algılama kabiliyetine dayanan rengârenk plastik formlar, kareler, yuvarlaklar, ilgi çekici düzenlemelerle yüzeyleri dolduran bir sanat.

Kinetik sanat, Victor Vasarely tarafından 1955 yıllarında Paris’te tanıtılmışken, günümüzde bu sanatın merkezi New York gösterilmektedir. Victor Vesarely, dünyada kinetik sanatın babası olarak tanınır. Macar asıllı olan bu sanatçı, grafik sanatlarına ve geometrik resim çalışmalarına 1930 yıllarında başladı. 1955 yılında kinetik sanat manifestosunu yayınladı.

Figüre yer verilmeyen resim çalışmalarından 1950 neslinden sonraki sanatçıların etkilendiği bilinmektedir. Günümüzde şişeden-koltuğa, otomobil lastiğinden kurşun kaleme kadar her üretilen şey üzerinde estetik değerler denenmektedir. Kinetik sanatta illizyon (göz aldatma) ilkeleri ön planda gelir.

KİNİN

Alm. Chinin (n), Fr. Quinine (f), İng. Quinine. Kınakınanın en önemli alkaloidi. Tıbbî bitki. Güney Amerika’da yabânî olarak yetişir. Kınakına ağacının botanik ilmindeki ismi Cinchona’dır. Kınakına ağacının kabukları, eskiden beri ateşli hastalıkların tedâvisinde yerli halk tarafından kullanılmaktadır. Onuncu yüzyılda Avrupa’da kınakına ticâreti Cizvitlerin elinde olduğu için bir ara bu ilaca, Cizvit tozu da denilmiştir. Sonraları Roma’da Kardinal Lugo ilâcın kullanılmasını tavsiye ettiği için Kardinal tozu adıyla da kullanılmıştır.

Kınakına kabukları, Avrupa’ya getirilmesinden ancak iki yüz yıl sonra ilmî bir incelemeye tâbi tutulmuştur. 1820’de Pelletier ve Caventou; kınakına alkaloitlerini izole etmişlerdir. Nihayet 1944 senesinde Woundwart ve Doering bu alkoloidlerin sentezine muvaffak olmuşlardır. Kinin ağızdan alınınca ince barsaklarda kolaylıkla emilir. Ağızdan alındıktan bir ilâ dört saatte kanda en yüksek zirveye ulaşır. Ağızdan alınan kinin en fazla karaciğerde, damardan verilen kinin ise akciğerde toplanır. Hamile kadınlardan bebeğe kolaylıkla geçer. Böbrek vâsıtasıyla vücuttan atılır. Ağızdan alındıktan 15 dakika sonra idrarda tesbit etmek mümkündür.

Kinin, bâzı hassas kimselerde küçük dozlarda bile kulak çınlaması, ağır işitme, görme bozukluğu yapabilir. Bu belirtiler, kininden zehirlenme belirtileridir. Daha yüksek dozlarda sara nöbetleri olur, solunumu yavaşlar, kalp kaslarında gevşemeye sebeb olur. Kemik iliğine baskı yaparak kan hücrelerinin yapılmasını azaltır. Daha önceki yıllarda kinin ananevî bir sıtma ilâcı idi. Fakat yeni sıtma ilaçları bulununca eski önemini kaybetmiştir. Eskiden doğumdaki ağrı tembelliklerinde kullanılmıştır.

Kınakına ağacının kabukları veya kinin, iştah açıcı olarak kullanılır. Yoğun konsantrasyonda kinin tuzları, varislerin tedâvisinde sklerezan sertleştirici olarak tatbik edilir. Kalp çarpıntılarında, Myotonia Kongenita denilen hastalığın belirtilerinin iyileştirilmesinde kullanılır. Fakat tedâvî edici özelliği yoktur. Hastalığın teşhisinde kullanılır. Ağızdan ve damar yoluyla dikkatlice verilebilir. Adale içine enjeksiyonundan daima kaçınılmalıdır.

Kinin tuzları (bilhassa sülfat ve klorhidrat), malarya tedâvisinde geniş miktarda kullanılmıştır. Kinin Cortex cinchonae isimli drogun kabuk parenkimasında tuz hâlinde bulunurlar.

KİNON

Alm. Quinone, Fr. Quinone, İng. Quinone. Halkalı organik bileşiklerden bir grubun ortak adı. Bu grubun en basit üyesi olan p-benzokinona (C6H4O2) doğrudan kinon da denilir. Kinonlar bakteri ve mantarlarda bulunurlar.

Hidrokinon fotoğrafçılıkta geliştirme banyolarının hazırlanmasında kullanılır. Parlak sarı renkli olan p-benzokinon 115°C’de eriyen bir katıdır. p-benzokinon ve hidrokinon’dan hazırlanmış kinhidron elektrodu pH tâyininde kullanılır. Ayrıca K vitaminleri naftakinon türevi bileşiklerdir.

KİP

Alm. Verbalform (f), Fr. Mode (m), İng. Mood. Bir dilbilgisi terimi. Fiil kök veya gövdelerinin “zaman ve şekillere” göre türlü eklerle girdikleri kalıplara kip denir. Türkçede bütün fiiller, iki büyük kipte toplanır: Haber veya bildirme kipleri, dilek kipleri.

1. Haber kipleri, bir fiilin (eylemin) yapıldığını, yapılmakta olduğunu veya yapılacağını haber verirler. Haber kiplerinin ekleri fiil köklerine zaman kavramı kazandırırlar. Bunlara “zaman kipleri” de denir. Ekleri: -di, -miş, - yor, -r(-ar), -acak olan zaman kipleri beşe ayrılır: a) Görülen geçmiş zaman (gir-di-m), b) Anlatılan geçmiş zaman (al-mış-sın), c) Şimdiki zaman (gez-i-yor-lar), d) Geniş zaman (tıka-r-sın, sor-ar), e) Gelecek zaman (anlat-acak-sın)

2. Dilek kipleri, istenilen veya tasarlanan bir hareketi anlatan kiplerdir. Bu kiplerde açıkça bir zaman ifâdesi bulunmaz. Ekleri: -meli, -se, -e ve eksiz emir hâliyle birlikte dilek kipleri dörde ayrılır: a) Gereklilik kipi (düş-meli), b) Dilek şart kipi (gül-se), c) İstek kipi (gel-e), d) Emir kipi. Emir kipinin eki yoktur. Emir kipinde çekilen bir fiilde sâdece fiil kökü ve şahıs eki bulunur (gel, gel-sin, gel-iniz gibi). Çekimli bir fiilde sırayla şu üç bölüm bulunur: a) Fiil kök veya gövdesi, b) Kip eki, c) Şahıs eki.

Kip ekleri, fiil kökünden sonra gelerek ona zaman mânâsı veya tasarlanan, istenen bir hareketle ilgili mânâ kazandırır. Bu durumda fiil, yalnız üçüncü teklik şahıs ifade eder. Emirde ise, kök veya gövde halinde kalır ve ikinci teklik şahsı verir.

Fiil çekimi demek, kip eki almış bir fiilin altı şahısta söylenmesi veya yazılması demektir: Çalışıyorum, çalışıyorsun, çalışıyor, çalışıyoruz, çalışıyorsunuz, çalışıyorlar gibi.

Bir çekimli fiilde bir kip eki olabildiği gibi, iki kip eki de bulunabilir. Kip eklerinin sayısına göre çekimli fiiller ikiye ayrılır: a) Basit zamanlı çekimli fiiller, b) Bileşik zamanlı çekimli fiiller.

Tek kip eki alan çekimli fiillere basit zamanlı; iki kip eki alan çekimli fiillere ise bileşik zamanlı çekimli fiil denir. Bileşik çekimlerde (imek) fiili dediğimiz (idi, imiş, ise) şekilleriyle kullanılır (görür idi, bakacak imiş, koşuyor ise gibi).

Yâni, bileşik zamanlı çekimli fiillerde üç kip vardır: a. Hikâye (eki: -di) b. Rivâyet (eki: -miş) c. Şart (eki: -se)

Basit zamanlı fiillerin hepsinin ve emir kipinin hiç bileşik zamanı yoktur. Dilek kiplerinin ise hikâye ve rivâyeti vardır; şartı yoktur. Yine -di’li geçmiş, yâni görülen geçmiş zamanın rivâyeti yoktur.

 

TABLO VARRRR!!!!!

KİRAZ (Prunus avium)

Alm. Vogelkirsche, Süsskirsche, Fr. Cerise, cerisier, İng. Sour Cherry. Familyası: Gülgiller (Rosaceae). Türkiye’de yetiştiği yerler: Marmara ve Ege bölgesinde.

Nisan-mayıs aylarında, demet hâlinde pembemsi beyaz renkli çiçekler açan, kırmızı, etli ve sulu meyveleri olan ağaç. Çiçekler etlenerek fındık büyüklüğünde kiraz adı verilen meyveleri verirler. Meyveler, dallarda iki veya üçü bir arada demetler halinde bulunur ve iyice kızarıp olgunlaşınca toplanır.

Fide kiraz ağacından, 5-6 yıldan önce meyve alınmaz. Bir kiraz ağacı, 60-70 yıl kadar yaşayabilir. Bir ağaçtan ortalama olarak, 20-50 kg kadar ürün alınabilir. Tâze meyvesi az dayanır. Mevsim sonu, bilhassa yağışlardan sonra kurtlanır.

Memleketimizde geniş çapta kültürü yapılmaktadır. Uludağ, aşlama, napolyon, sultanî, ballı ve ak kiraz gibi çeşitleri vardır.

Kullanıldığı yerler: Meyvesi tâze olarak yenir. Hoşafı, reçel ve konservesi yapılır. Kiraz ağacı kabuğu kabız ve ateş düşürücü, çiçekleri göğüs yumuşatıcı, yaprakları ise müshil olarak halk arasında bâzı bölgelerde kullanılmaktadır.

KİREÇ

Alm. Kalk (m), Fr. Chaux (f), İng. Lime. Tabiatta bulunan kalsiyum karbonat ihtivâ eden taşların kalsinasyon sıcaklığında (850-950°C) pişirilmesi ile elde edilen madde.

Kireç taşı denilen kalsiyum karbonat (Ca CO3), sözkonusu sıcaklıkta kalsiyum oksit (CaO) ve karbondioksit (CO2) vererek bozunur (ayrışır).  

CaCO3 <¾¾> CaO + CO2  

Kireç üretimi, basit bir kavurma işlemine dayanır. Ancak reaksiyon tersinir (iki yönlü) olduğundan meydana gelen karbondioksidin devamlı uzaklaştırılması gerekmektedir.

Kireç, bazların içinde, elde edilmesi en kolay ve en ucuz olanıdır. Bilhassa sodyum hidroksit (NaOH) ve sodyum karbonat (Na2CO3) gibi mühim bileşiklerin üretiminde kullanılması, kirece büyük sınaî önem verdirmektedir. Baz olarak sodyum hidroksitten başka birçok hidroksitlerin üretiminde de kullanılmaktadır. Bununla beraber kireçten yalnız baz olarak değil ihtivâ ettiği yabancı madde, özellikle kil miktarına göre “zayıf kireç” veya “su kireci” adı altında yapı malzemesi olarak da istifade edilmektedir.

Kireç fırınından elde edilen kalsiyum oksit (CaO), sönmemiş kireç olarak tabir edilir. Bunun üzerine bol miktarda su ilâve edildiğinde:

CaO+H2O ¾¾> Ca(OH)2+ısı

tepkimesine göre ısı çıkışı ile sönmüş kirece (Ca(OH)2) dönüşür. Bu ürün yumuşak kıvamda yağlı kireç veya suyu uçurulup öğütülürek toz halinde piyasaya sürülür. Sönmüş kireç su ve kum ile karıştırılarak harç yapılır. Burada su işlenebilmeyi sağlar. Kum da dolgu ve taşıyıcı iskelet malzemesi olarak görev yapar. Kireç:

Ca(OH)2+CO2 ¾¾> CaCO2+H2O

tepkimesine göre havadaki karbondioksit ile birleşir ve kalsiyum karbonata dönüşerek sertleşir.

Kireç, silis kumu ile karıştırılıp, ısıl işlemle kireç-silis taşı yapımında, çimento harcının işlenebilme ve sıvanabilme özelliğini iyileştirmede ve elastisite modülünü düşürerek çatlamaya karşı dayanıklılığını arttırmada kullanılır.

Kirecin yapı işlerinde kullanılmasında ihtivâ ettiği yabancı maddeler mühim rol oynar. Bununla ilgili olarak üç tip kireçten söz edilir:

1. Yağlı kireçler: % 5 kadar yabancı madde ihtivâ eder. Su ilavesiyle 2,5 mislini bulan bir hacim artmasıyla kabararak plastik bir hamur verirler. Bu hamur havada bırakılmakla, hacminden çok kaybeder ve çatlaklar arz eder. Bu durum, kum karıştırılmakla önlenebilir.

2. Zayıf kireçler: % 5-6 kadar yabancı madde (demir oksit, silis, alümin) ihtiva eden kalkerlerden üretilir. Bu kireçler yağlı kireçlere nazaran su tesiriyle daha az kabarırlar ve kumla daha yavaş sertleşen harçlar verirler.

3. Su kireçleri: % 6-12 kil ihtiva eden kalkerlerden çıkarılır ve su altında çimentolara nazaran daha az olmakla beraber açıkça sertleşirler. Bu kireçler su tesiriyle kabarmakla beraber yapışkan hamur vermezler. Bu bakımdan âdi kireçle çimento arasındadırlar.

Kireç kaymağı: Kireç kaymağının formülü kesin olarak bilinmemekle birlikte sönmüş kireç üzerinden klor geçirilmekle elde edilmektedir. Formülü CaCl2O veya 2(CaCl2O2H2O), Ca(OH)2 olarak kabul edilir. Kireç kaymağı diğer hipokloritler gibi ağartma işlemlerinde kullanılmaktadır.

KİREÇLENME

Alm. Verkalkung (f), Fr. Calcifcation Sclèrose (f), İng. Calcification. İleri yaşlarda, mafsallarda mükerrer (tekrar eden) mekanik zorlamalarla meydana gelen organik değişikliklere verilen isim.

Kireçlenmenin en önemli özelliği, mafsal yüzeylerinde kalsiyum tuzlarının birikmesidir. Bu değişiklikler, ağırlık yüklenen mafsallarda daha sık müşahade edilir. Genellikle kırk yaşı, insan organizmasına kemik sistemi için bir dönüm noktasıdır. Bu zamandan sonra kemiklerde küçük değişiklikler başlar. Harabiyet, yeni kemik teşekkülü kabiliyetinin kaybolması, ostetoporoz (kemiklerdeki kalsiyum muhteviyatının azalması) bunlardan bâzılarıdır. Bu sebeple yaşlılarda bütün mafsallarda bir dereceye kadar kireçlenme mevcuttur. Yalnız şurası unutulmamalıdır ki, normal bir mafsal, normal şartlarda, bozulmadan yüz sene bile çalışabilir, ancak mafsalın normal yapısını zorlayan veya çalışma şartlarını ağırlaştıran durumlarda kireçlenme belirtileri ortaya çıkmaya başlar.

Kireçlenmenin sebeb olduğu şikâyetler: Mafsal ağrıları veya kireçlenme neticesi sıkışabilen sinirle ilgili ağrılar ve mafsal sertliğidir. Hastalık ilerledikçe hareket mahdudiyeti çok kere tek istikamette artar ve sâbit bir şekil bozukluğu ile neticelenir. Ağrı ve adale kasılması ortaya çıkar. Mafsal hareketlerinde kıtırtı sesleri duyulur.

Kireçlenmenin en çok görüldüğü yerler: Diz, kalça mafsalı ve omurgalar arası mafsallardır. Kesin teşhis, ilgili mafsalın röntgen filminin çekilmesiyle konulur.

Kireçlenmenin mutlak bir tedâvisi yoktur. Ancak, alınacak tedbirlerle ve yapılacak tedâvilerle, hastalığın ilerlemesi durdurulup, hastanın şikayetleri azaltılmaya çalışılır. Tedâvide, hasta mafsal etrafındaki kasların gelişmesini temin etmek, ekzersizler (namaz kılmak faydalı olur) sıcak tatbiki ile kasları gevşetmek, ağrı kesicilerle rahatlatmak sözkonusudur. Kaplıcalar da faydalı olabilmektedir. Kalça ve diz mafsalındaki kireçlenmelerde, hatta mafsala binen yükü azaltmak için, baston ilk tavsiye edilecek husustur. Baston, sağlam taraftaki ele verilir. Bazı hallerde mafsal içine kortikosteroidler de enjekte edilmektedir. Fakat bu enjeksiyonlara en son çâre olarak başvurulmalı ve mutlaka mütehassıs bir hekimin kontrolünde uygulanmalıdır. Zira, bu enjeksiyondan sonra, hastanın ağrısı geçmekte ve hasta artık tamamen iyileştim zannederek, mafsalını korumamakta ve böylece mafsaldaki harabiyet daha da artabilmektedir.

KİREMİT

Alm. Dachziegel (m), Fr. File (f), İng. Red roof tile. Binaların çatılarını örten pişirilmiş kırmızı topraktan yapılan ortası şişkin oluklu levha.

Kiremitler, binaların üst katlarını yağmur ve kardan korumak için birbiri ucuna dizilerek kullanılırlar. Çok uzun zamandır Anadolu’daki binaların çatılarında kullanılan kiremitler, Avrupa’dakilerden oldukça farklıdır. Yüzyıllardır kendine has bir çatı biçimi olan Anadolu evlerinin yapılış tarzlarına bunlar çok uygundur. Osmanlılar zamanında, her esnafta görülen ve titizlikle yerine getirilen kaliteli, istenilene uygun mal imâli kiremitlerin yapımında da kendini gösterir. Alınan karar gereği kiremitlerin boyları on sekiz parmak, bir ucu sekiz diğer ucu yedi parmak olurdu. Bunların iyi pişmiş ve dört yüz altmış dirhem gelmesi ise aranılan önemli şartlardandı. Kiremitler belirtilen ölçülere ve ağırlıklara uygun ise damgalanır öyle satılırdı. Değilse satışına müsade edilmezdi. Bu cins kiremitlere, Osmanlı kiremidi denirdi. Bugün ekseri evlerin bütün çatılarında kulanılan kiremitler eski klasik tiplerden farklı, fakat ölçüleri ise hemen hemen aynıdır. Günümüzde daha ziyade Marsilya tipi kiremit kullanılmaktadır.

Kiremit, killi toprak ile ham toprağın karışımından yapıldığı gibi yalnız killi toprakdan da yapılabilir. Kiremit ve tuğla yapma evsafında olan toprak, su ile arzu edilen kıvama getirilir. Hamur hâlinde olan kıvamın nem durumu çok önemlidir. Bunlar makinalardan geçirilip toprak hâline getirildikten sonra preslerde şekil verilir. Kiremit, ham olarak ortaya çıkmış olur. İyice kurutulduktan sonra fırınlarda usulüne uygun olarak pişirilir. Yapımında kullanılan kilin cinsine göre kiremitlerin renkleri farklı olur.

Evlerin damına kiremit dizilirken aşağıdan yukarı oyuk tarafı üste gelecek şekilde sıralama yapılır. Burada dikkat edilecek husus uçların biribiri üstüne binmesidir. Eğer buna dikkat edilmezse kiremitlerin bağlantı yerlerinden su akacağından çatıdan devamlı su içeri damlar. Kiremidin Osmanlı kiremidi, Frenk (Marsilya) kiremidi, tırnaklı kiremit denilen cinsleri vardır.

KİRİBATİ

DEVLETİN ADI

Kiribati Cumhûriyeti

BAŞŞEHRİ    

Bairiki

NÜFÛSU       

74.700

YÜZÖLÇÜMÜ 

849 km2

RESMÎ DİLİ   

İngilizce

DÎNİ  

Hıristiyanlık

PARA BİRİMİ 

Avustralya doları

Büyük Okyanusun orta kesiminde, İngiliz Milletler Topluluğuna üye bağımsız ada ülkesi. Doğudan batıya doğru sıralanan Gilbert Pbloenir ve Lime adlı ada grubundan meydana gelmiştir. Otuz adayı içine alır. Batısında Naunu, güneyinde Tavulu ve Tokalu yer alır.

Târihi

Kiribati’yi meydana getiren adalar ilk olarak 16. asırda Avrupalı denizciler tarafından keşfedilmiştir. İngiliz Tuğamiral John Bryon, 1765’te Nikunav’yu; Albay Thomas Gilbert, 1788’de Tanawa’yı; Albay John Marscall ise Avamka’yı keşfetti. Öteki adalar ise 1798-1826 arasında Avrupalı ve Amerikalı denizciler tarafından keşfedildi. Adalara ilk Avrupalı göçmen 1857’de gelmeye başladı. 1892’de İngiltere Gilbert ve Ellice adalarını himâyesi altına aldı. 1890’da Banaba, 1916’da ise bölgedeki bütün adalar kraliyet sömürgesi hâline getirildi. Adalar İkinci Dünyâ Savaşı sırasında Japon işgali altında kaldı. 1972’de ABD’ye âit üç ada dışındaki Line adaları da sömürgeye dahil edildi. Gilbert ve Ellice adaları 1976’da iki ayrı sömürgeye bölündü. Ellice Adaları 1978’de Tavulu adıyla bağımsızlığını kazandı. Gilbert Adaları ise bir süre sonra 12 Temmuz 1979’da bağımsız bir devlet halini aldı.

Fizikî Yapı

Banaba dışındaki bütün adalar, bir yanardağ zinciri üzerinde meydana gelmiş, resiflerle çevrili alçak mercan adalarıdır. Yükseklik hiçbirinde 8 metreyi geçmez. Adalar doğu-batı doğrultusunda 3200 km kuzey-güney doğrultusunda 1.600 km boyunca uzanan bir alanda yer alır.

İklim ve Bitki Örtüsü

Kiribati Adalarında mart-ekim ayları arasında kuzeydoğu alizeleri estiği için yumuşak bir iklim sürer. Senenin diğer aylarında batıdan esen fırtınalar zaman zaman sağnak yağışlara sebeb olur. Adalardaki yıllık yağış ortalaması ekvatora uzaklığa göre değişik olup 760-3.800 mm arasındadır. Sıcaklık 27°C-32°C arasında değişmektedir. Toprakları tuzlu ve verimsiz olduğundan sınırlı olarak Hindistan cevizi, pandanus palmiyesi ve ekmek ağacı gibi türler yetiştirilir.

Nüfus ve Sosyal Hayat

Kiribati Adalarında sürekli bir yerleşim yoktur. Adaların ancak % 20’sinde insan yaşar. Geri kalanı ıssızdır. Adaların toplam nüfûsu 69.600’dür. Nüfûsun % 90’ı ekseriyetle Gilbert Adalarında ve köylerde yaşar. Halkın büyük kısmı Hıristiyan olup, % 53’ü Katolik, % 41’i Protestandır. Çok az bir kısmı bozuk bir din olan Bahâiliğe mensuptur. Yerli halk Gilbert dili ve İngilizce konuşurlar. Resmî dil İngilizcedir.

Ekonomi

Adalarda, tarım ve balıkçılığa dayalı bir serbest piyasa ekonomisi hakimdir. Halk geçimini büyük ölçüde denizden sağlar. Hindistan cevizi, ekmek ağacı meyvesi, kulhan yem ve muz başlıca gıdâ ürünleridir. Dışardan pirinç, un, tütün,  pamuklu kumaş ve bisiklet ithâl eder. En çok ticareti Avustralya ile yapar. Büyük bölümü İngiltere’nin sağladığı dış yardımlar, ekonomisinde önemli yer tutmaktadır.

Ulaşım

Adalar arasında ulaşım deniz ve havayolu ile sağlanır. Yakın adaların bazıları arasında köprüler vardır. Tarawa’da milletlerarası bir havaalanı bulunur. En büyük limanları Tarawa ve Banaba’dır.

KİRMAN SELÇUKLULARI

Sultan Alparslan’ın kardeşi Kara Arslan Kavurd Bey tarafından Kirman’da kurulan devlet.

Büyük Selçuklu Devletinin kurulmasında önemi büyük olan Dandanakan Savaşı kazanıldıktan sonra Merv’de toplanan Selçuklu büyükleri, o zamâna kadar ele geçirilmiş ve geçirilecek toprakların idâresini hânedân üyeleri arasında paylaştırdılar. Bu paylaştırma sırasında Tabes vilâyeti ile Kirman bölgesi ve Kuhistan havâlisi Kara Arslan Kavurd Beye verilmişti. Melik Kavurd, mâiyetinde bulunan beş-altı bin Türk süvârisi ile kendisine verilen Kirman bölgesine girdi. Bölgeye hâkim bulunan Büveyhî emîrinin nâibi Behram bin Leşkeristân, Türklere karşı koyamayacağını anladı ve Kirman’ın merkezi olan Berdesîr’e çekilerek müdâfaaya başladı. Bir süre sonra Melik Kavurd ile anlaşmak mecbûriyetinde kaldı. Behram, eman dileyerek şehri teslim etmeye ve kızını Kavurd Beye vermeye râzı oldu. Bunun üzerine Kirman 1048 senesinde Kavurd’un idâresi altına girdi. Böylece 1186 yılına kadar devam edecek olan Kirman Selçuklu Devletinin temeli atılmış oldu. Melik Kavurd’un hâkim olduğu Serd-sîr bölgesi, burada yaşıyan halkı besleyecek kadar verimli değildi. Kirman’ı besleyen Germ-sîr bölgesi, Kufs denilen dağlı kavmin elinde idi. Melik Kavurd, tâkib ettiği siyâset netîcesinde âni bir baskınla Kufs kavmini dağıtarak Kirman’a tamâmiyle hâkim oldu (1051).

Melik Kara Arslan Kavurd. Hürmüz Emîri Bedr Îsâ Çâşû’nun sağladığı gemilerle Umman’a sefer düzenledi. Bu Selçuklu târihinde gerçekleştirilen ilk deniz aşırı seferdi. Selçuklu ordusu Umman sâhillerine çıktığı zaman, şaşkınlık içinde kalan Büveyhî emîri, askerini toplamaya fırsat bulamadı ve gizlenmeyi tercih etti. Kavurd, hiçbir mukâvemetle karşılaşmadan Umman’a hâkim oldu.

Kavurd bundan sonra Fars bölgesi üzerine sefere çıktı. Fars bölgesinde o sırada Şebânkâre emirlerinden Fazlûye hâkimdi. Kavurd, ilk önce bölgenin merkezi olan Şîrâz üzerine yürüdü. Fazlûye şehri terk ederek Cehrem Kalesine sığındı. Şîrâz’ı ele geçiren Kavurd, 1062 yılında Fars bölgesine de hâkim oldu.

Büyük Selçuklu Sultânı Tuğrul Beyin 1063 yılında ölümü üzerine Kavurd da amcasının yerine sultan olmak için harekete geçti. Fakat kardeşi Alparslan’ın tahta çıktığını haber alınca İsfehan’dan geri dönerek onun sultanlığını tanıdı. Bu sırada Fazlûye, Fars’ı tekrâr ele geçirmek için harekete geçti ise de, Kavurd’a mağlûb olarak geri döndü. Bunun üzerine Sultan Alparslan’dan yardım istedi. Kavurd’un daha fazla kuvvetlenmesini ve hâkimiyet sâhasının genişlemesini istemeyen Sultan Alparslan, Fars üzerine yürüyerek, bölgeyi Fazlûye’ye iâde etti. Bir süre sonra Melik Kavurd, vezîrinin teşviki ile isyân etti. Alparslan bu durumu öğrenince, hemen Kirman üzerine yürüdü. Öncü kuvvetler arasındaki muhârebeyi kaybeden Kavurd kaçtı ise de, Sultan Alparslan tarafından affedildi.

Melik Kavurd 1073 yılında bu defa Sultan Melikşah’la giriştiği mücadeleyi kaybetti ve öldürüldü. Kavurd, âdil bir komutan ve devlet adamı idi. Cömertliği ve iyi idâresi ile halkı memnûn etmiş, zamânında Kirman halkı bolluk ve refâha kavuşmuştu. Onun zamânında Kirman, en parlak devirlerinden birini yaşadı. Melik Kavurd’un vefatı üzerine yerine geçen oğlu Kirmanşah’ın hükümdârlığı bir sene sürdü.

Kirmanşah’ın ölümünden sonra, Kavurd’un küçük oğlu Hüseyin tahta geçti. Fakat Hemedan’da tutuklu bulunduğu hapisten kaçan Kavurd’un diğer oğlu Sultanşah, kardeşini tahttan indirerek yerine geçti (1074). Bir süre sonra Sultan Melikşah büyük bir ordu ile Kirman üzerine yürüdü. Kaynaklarda bu seferin sebebi zikredilmemektedir. Kalabalık Selçuklu ordusuna karşı koyamayacağını anlayan Sultanşah, Melikşah’ı kendisi karşılayarak, ona büyük hediyeler takdim etti. Bunun üzerine Melikşah, onu affederek yerinde bıraktı ve itâat edeceği husûsunda verdiği sözde durması için yemîn ettirdi. Melikşah, Berdesir önünde on yedi gün kaldıktan ve kızlarından birini Sultanşah ile evlendirdikten sonra İsfehan’a döndü(1080) Sultanşah, 1085 senesi Ocak ayında hastalanarak öldü.

Sultanşah’ın yerine kardeşi Turanşah geçti. Turanşâh, askeri için kışlalar yaptırdı. Çeşitli îmâr faaliyetlerinde bulundu. Diğer yandan Kavurd’un ölümünden sonra Kirman Selçukluları, Fars eyâletinin hâkimiyetini kaybetmişlerdi. Sultan Melikşah, bu bölgenin idâresini Emirüddevle Humar Tigin’e vermişti. Bu emîrin idâresi sırasında Fars bölgesinde âsâyiş bozulmaya başladı. Durumdan faydalanan Turanşah, Fars üzerine iki sefer düzenledi. Birincisinde mağlûb oldu ise de, ikincisinde zafer kazanarak bu bölgeyi ele geçirdi. İsyan eden Umman halkını itaat altına aldı.

Çok âdil ve iyi ahlâklı olan bir hükümdâr olan Turanşah on üç senelik bir saltanattan sonra 1097’de öldü.

Turanşah’ın yerine oğlu İranşah geçti. İranşah çevresindeki bâzı kişilerin etkisi ile bir müddet sonra sapık Bâtınî yolunu kabul edince, halka kötü davranmaya başladı, kâdı ve âlimlerden bâzısını öldürdü. Bu duruma dayanamayan halk, şeyhülislâm ve kâdılara mürâcaat etti. Şeyhülislâm ve zamânın kâdıları, davranışları sebebiyle, İranşah’ın tahttan indirilmesi için fetvâ verdiler. Halk, verilen fetvâ üzerine ayaklandı. İranşah önce af diledi. Sonra kaçmaya çalıştı ise de, yakalanarak öldürüldü (1101). Bu olaylar ve şehzâdeler arasındaki taht mücadeleleri Kirman Selçuklu Devletini yıkılma noktasına getirmişti. Ancak bu sırada tahta çıkan Kirmanşah’ın oğlu birinci Arslanşah, Sultan Sencer’in hâkimiyetini tanıdı. Saltanatta bulunduğu 1101-1142 yılları arasında Kirman Selçukluları parlak bir dönem yaşadı. Fars bölgesini hakimiyeti altına aldı. Îmâr faaliyetleri arttı. Arslanşah 1142’de isyan eden oğlu Muhammed tarafından tahttan indirildi.

Muhammed (1142-1156) ve ondan sonra tahta çıkan Tuğrulşah (1156-1170) dönemlerinde saltanat mücâdeleleri ve iç karışıklıklar sonucu devlet zayıflamaya başladı. Önce Irak Selçuklularının hâkimiyeti altına giren devlet 1180 yılından îtibâren Oğuzların saldırılarına mâruz kaldı. Bilhassa Tuğrulşah’ın oğulları İkinci Arslanşah, Behramşah ve İkinci Tuğrulşah arasında çıkan saltanat mücâdelesinden faydalanan Oğuzlar Kirman’a üst üste akınlar düzenlediler. 1186 senesinde Kirman’a giren Oğuz Beyi Melik Dinar İkinci Muhammedşah’ın Irak’a gitmesinden de istifade ederek Kirman Selçuklu Devletine son verdi.

Kirman Selçuklularının başında bir melik bulunmakta idi. Melikten sonra atabeg gelirdi. Atabeg, vilâyetleri idâre ile görevlendirilen, henüz küçük yaşta olan şehzâdelere hoca sıfatıyla tâyin ediliyor ve onların devlet işlerinde yetişmelerini sağlıyordu. Saray teşkilâtı Büyük Selçuklulardaki gibiydi. Sarayda; Üstâd-üd-Dâr, Silâhdârlık, Ahurdarlık, emîr-i câmehane, Hansâlârlık, Candârlık, Bâzdârlık, Nedîmlik, serhengler, Saray muallimliği, Mutripler, Sâkîler ve Hademeler bulunurdu.

Devlet teşkilâtı da Büyük Selçuklu Devletininki gibiydi. Devlet işleri Dîvân-ı Âlâ’da görüşülüp, karâra bağlanırdı. Bundan başka Büyük Dîvân, İnşâ Dîvânı, İstifâ Dîvânı, İşrâf Dîvânı, Dîvân-ı Arz, Berîd Dîvânı adını taşıyan çeşitli devlet işlerinin görüldüğü kuruluşlar da vardı.

Kirman ordusu, çeşitli unsurlardan meydana gelirdi. Ordunun çekirdeğini çeşitli boylardan toplanmış Türklerin teşkil ettiği boy birlikleri meydana getiriyordu. Gulâmlar, (kölelikten yetiştirilenler) ordunun ikinci büyük kısmını meydana getiriyordu. Her sultânın, şehzâde, atabeg, emir, sivil ve askerî devlet erkânının kendilerine bağlı gulâmları vardı. Bunlar sâhipleri tarafından yetiştirilirlerdi.

Kirman Selçuklu melîkleri, kültür ve îmâr faaliyetlerine çok önem vermişler, halkın kültür seviyesinin yükselmesi için büyük gayret göstermişlerdi. Melikler ve devlet adamları bir çok âlim, şâir ve ilim adamını himâye etmişlerdir. Efdaleddîn Ebû Hamid Ahmed, Ezrâkî, Burhânî, Ebü’l-Hüseyn Kutbulevliyâ, Şeyh Cemâleddîn Ahmed, İmâm Ebû Abdullah Muhammed, İsmâil bin Ahmed Nişâbûrî, Şeyh Burhâneddîn Ebû Nasr Ahmed, Kâdı Ebü’l-Âlâ Ali Semânî, Kirman Selçukluları zamânında yetişen belli başlı âlimlerdendir.

Kirman Selçuklularında îmâr faaliyetleri Kavurd zamânında başladı. Kavurd, önce Sîstan ve Derre yolu üzerine bir derbend inşâ ettirdi ve Derre’ye bir han ile hamam yaptırdı. Melik Kavurd’un ölümünden sonra îmâr faaliyetleri bir süre durdu ise de Birinci Turanşah devrinde yeniden başladı. Önce kendisi için bir saray ve köşk, bu sarayın güney kısmında Ulu Câmi ve birbirine bitişik olmak üzere medrese, hankâh, bîmâristân, hamam ve ribat gibi hayır kurumları yaptırdı. Birinci Arslanşâh da babası gibi îmâr faaliyetlerine devâm ederek, Berdesir, Bem ve Ciruft şehirlerinde medrese, ribât ve mescitler yaptırdı. Onun yaptırdığı en önemli eser, Mescid-i Melik’deki kütüphânedir. Bu kütüphânede fen ilimleri ile ilgili beş bin kitap vardı. Kirman Selçukluları da, onların atabegleri de îmâr faaliyetlerinde bulundular. Kirman’da bugün var olan ve Selçuklu devrinde yapıldığı anlaşılan, fakat kimin yaptırdığı bilinmeyen birçok sanat eseri bulunmaktadır.

Kirman Selçukluları Melikleri

Tahta Geçişi

Kavurd    

1048

Kirmanşah

1073

Hüseyin

1074

Sultanşah  

1074

Turanşah

1085

İranşah

1097

Arslanşah

1101

Birinci Muhammed

1142

Tuğrulşah

1156

Behramşah

1170

İkinci Arslanşah

1170

Behramşah (İkinci defâ)

1171

İkinci Arslanşah (İkinci defâ)

1172

Behramşah (Üçüncü defâ)

1175

İkinci Muhammedşah

1175

İkinci Arslanşah (Üçüncü defâ)

1175

İkinci Turanşah

1177

İkinci Muhammedşah (İkinci defâ)

1183

Oğuz işgâli

1186

 KİRMÂNÎ

On dördüncü yüzyılda yetişmiş fıkıh, hadis, tefsir ve kelâm âlimi. İsmi Muhammed bin Yûsuf; lakabı Şemsüddîn’dir. Kirmânî nisbesiyle meşhur olmuştur. 1317 (H.717) senesinde Kirman’da doğdu 1384 (H.786) senesinde Bağdat’ta vefât etti.

Önce babası Behâüddîn Yûsuf’tan ve kendi memleketinde bulunan âlimlerden ilim öğrendi. Sonra Şîrâz’a giderek Kâdı Adudüddîn’in derslerine on iki sene kadar devam etti. Daha sonra Şam, Mısır, Hicaz’a gitti ve oradaki âlimlerle görüştü. Ezher Câmiinde Nâsırüddîn el-Fârûkî’den Buhârî-i Şerîf’i dinledi. Hicaz’a giderek Zeynüddîn Irakî ile görüştü. Sonra Bağdad’a dönerek oraya yerleşti. Otuz sene müddetle ilim öğretip, talebe yetiştirdi. Kâdı Muhibbüddîn el-Bağdâdî, oğlu Şeyh Takıyyüddîn Yahyâ el-Kirmânî gibi pekçok âlim ondan ilim öğrendi, hadîs-i şerîf dinledi ve rivâyette bulundu. Muhammed bin Yûsuf Kirmânî 1384 (H.786) senesi Muharrem ayının on altısında hacdan dönerken vefât etti. Cenazesi Bağdad’a getirilip, Bâb-ı Ebrez Kabristanında daha önce kendisinin bizzat hazırlattığı kabrine defnedildi. Oğlu babasının kabri üzerine bir türbe, yanına da bir medrese yaptırdı.

İlim ve fazilet sahibi olan Kirmânî; aza kanâat eder, dünyâya değer vermez, ilim ehline ihsanlarda bulunurdu. Güzel ahlaklı, güler yüzlü ve tevazu sâhibiydi. Sultanlar evine gelir, kendisinden duâ ve nasihat isterlerdi.

Eserleri:

1) Kevâkib-üd-Derârî fî Şerhi Sahîh-il-Buhârî: En meşhur eseridir. Yirmi beş cilt hâlinde basılmıştır. 2) Hâşiye alâ Envâr-it-Tenzîl lil- Beydâvî: Tefsîre dâir dört ciltlik bir eserdir. 3) Risâletü’n fî Mes’elet-il-Kuhlî. 4) Şerh-ul-Mevâkıf lil-Îcî fî-İlm-il-Kelâm. 5) Şerhu Ahlâk-ı Adüdüddîn. 6) Şerh-ul-Cevâhir. 7) Şerh-ul-Fevâid-il-Gıyâsiyye: Beyân ilmine dâirdir.

KİRPİ (Erinaceus europaeus)

Alm. Igel, Fr. Hérrisson, İng. Hedgehog. Familyası: Kirpigiller (Erinaceidae). Yaşadığı yerler: Güneydoğu Asya hâriç, Asya ve Avrupa’da, Yeni Zelanda’da bulunurlar. Avrupa’dan götürülmüştür. Özellikleri: Sırtı dikenlerle kaplı küçük bir memeli. Boyu 13-30 cm, ağırlığı ise 400-1200 gr kadardır. Zehirlere karşı çok dayanıklıdır. Tehlike ânında tostoparlak olup dikenlerini kabartır. Ömrü: 18 yıl kadar. Çeşitleri: Âdi kirpi (E. europaeus) ve Malaya kirpisi (G. gymnura) familyanın iyi bilinen türleridir. Oklu kirpiler ise farklı takım ve familyadandırlar.

Böcekçiller (İnsectivora) takımından, sırt yüzeyi dikenlerle kaplı bir memeli. İşitme ve koku alma duyuları çok hassas gececi hayvanlardır. 5 cm uzunluktaki kuyruklarıyla berâber boyları 33 cm’yi bulur. Ağırlıkları 400-1200 gr arasındadır. Dikenlerinin uzunluğu 2-3 cm ve çapları 1-2 milimetredir. Yuvarlak burunlu, küçük kulaklı ve oldukça ileri fırlamış gözleri vardır. Ayakları güçlü ve çengel tırnaklı beşer parmağa sahiptir.

Kirpiler koşabilen, tırmanabilen ve yüzebilen çevik hayvanlardır. Herhangi bir tehlike karşısında hemen dikenli bir top hâlini alırlar. Böylece oksuz olan karın kısmını da korumuş olurlar. Dikenlerinin dayanıklılık ve hafifliği içlerinde bulunan hava boşluğu bölümlerinden ileri gelir. Değişikliğe uğramış kıllardan başka bir şey olmayan dikenler, deriye sıkıca bağlıdır. Deri altındaki kısımları iri ve yuvarlak topuzlar hâlindedir. Oklu kirpilerinki gibi kolaylıkla çıkmayan dikenler sarı ve kahverengi çizgilidir. Fakat beyaz ve siyah olanları da vardır. Bir kirpinin vücut yüzeyinde 6000 kadar diken mevcuttur. Malaya kirpisi dikensizdir.

Genellikle rakımı az olan yerlerde ve çöllerde yaşarlar. Mûtedil (ılıman) iklimlerde yaşayanlar kış uykusuna, çöllerde yaşayanlar ise, yaz uykusuna yatarlar. İçi yosun ve yaprakla döşeli toprak altı yuvalarında iki çıkış deliği vardır. Kışlık ve yazlık yuvaları ayrıdır. Seçtiği yosun ve yaprakları, üzerlerine yuvarlanarak, dikenlerine saplar. Bu sûretle yuvasına taşır. Gece avlanmaya çıkar. Böcekçil olmakla beraber, solucan ve kabuksuz sümüklü böceklere çok düşkündür. Zaman zaman bitkisel besin de yerler. Hamam böceklerini yediklerinden bazı evlerde evcil olarak da beslenirler.

Kirpiler, zehirlere karşı son derece dayanıklı hayvanlardır. Yılanların da amansız düşmanıdır. Dişi kirpiler, erkeklerinden daha güçlü ve dayanıklıdır. Dikenlerini bir saldırı silahı olarak değil de savunma aracı olarak kullanırlar. Bütün sürüngenlere düşman olmakla beraber, Avrupa engereğine karşı özel ilgi duyarlar. Güneşliyen bir engerek görünce arkasından sessizce yaklaşarak dişleriyle kuyruğunu yakalar ve hemen topaç olurlar. Kuyruğu sıkıştırılan yılan hırsla saldırılar yapar. Fakat dikenli topa hiçbir şey yapamaz. Sonunda yılan yorularak serilir. O zaman kirpi topaçlıktan sıyrılarak yaralı yılanı ensesinden kavrayarak kıtır kıtır yer.

Bir biyolog, büyükçe bir sandık içinde 6 yavrusuyla beraber beslediği dişi kirpinin yanına, son derece zehirli bir engerek koydu. Yavrularını emzirmekte olan kirpi düşmanını görünce usulca ayağa kalkarak uzanan engereğe yaklaştı. Yılanı, baş ucundan kuyruğa kadar korkusuzca koklamaya başladı. Engerek tıslayarak bu küçük saldırganı burun ve dudaklarından birkaç defa ısırdı. Kirpi, yılanla alay edercesine istifini bozmadan yaralarını yaladı ve yılanı koklamaya devam etti. Bu arada bir defa da dilinden ısırıldı. Sonunda yılanı ensesinden kavrayarak yarısına kadar kemirerek yedi. Sonra da hiçbir şey olmamışçasına yavrularının başına dönerek onları emzirmeye devam etti. Akşama kadar yılanın kalan yarısını da bitirdi. Ertesi gün 2-3 engerek yavrusu daha yediği halde, kendisinde ve yavrularında zehirden dolayı bir etki görülmedi. Kirpi âdetâ canlı bir panzehir deposudur. Zehire karşı gösterdiği reaksiyon incelenmektedir.

Gebelik süreleri 30-39 gün sürer. Bir defada 4-5 veya daha fazla yavru doğurabilir. Yavrular gözleri kapalı doğar. Birkaç saat içinde dikenler deriyi delerek çıkmaya başlar.

Zehirli yılanların bol olduğu sıcak bölgelerde yılanlara karşı kirpi ile mücâdele yapılmaktadır. Buralarda kirpi üretilerek yılanlar kontrol altına alınmaktadır.

Kirpi eti yemenin ekzema, mayasıl hastalıklarına ve gelincik yâni fil hastalığına iyi geldiği Hayatü’l-Hayvân kitabında yazılıdır. İslâm dîninin Hanefî ve Hanbelî mezheplerinde kirpi eti yemenin câiz olmadığı, Şâfiî ve Mâlikî mezheplerinde câiz olduğu bildirilmiştir. Başka çâre kalmazsa Şâfiî ve Mâlikî mezhepleri taklid edilerek ilâç için yenebilir. Kirpiyi kesmek için bir büyükçe leğen içine su konur. Buraya bırakılan kirpi sudan başını çıkarınca bıçakla boynu kesilir.

Âdi kirpilerin oklu kirpilerle hiçbir yakınlığı yoktur. Oklu kirpiler, kemirici otçul hayvanlardır. Okları da en ufak bir sarsıntıda koparak düşer. Gebelik süreleri 7 ay kadar sürer. Gözleri açık, vücudu dikenli tek yavru doğururlar. Vücutları daha iri ve okları bâzan 50 cm’ye kadar ulaşır. (Bkz. Oklu Kirpi)