KIRAĞI
Alm. Reif (m), Fr. Gelée (f) blanche, frimas (m), İng. Rime, hoarfrost. Donmuş çiğ. Soğuk havalarda görülür. Kırağı, suyun buhar hâlinden doğrudan doğruya katı hâline geçmesiyle meydana gelir. Çiğin meydana geliş şekliyle kırağı arasındaki fark, havanın daha az rutubetli olmasına dayanır.
Kırağı, havanın su buharına doyduğu ve hava sıcaklığının donma noktasının altında olduğu zaman meydana gelir. Su buharı, buhar hâlinden sıvı hâle geçmeksizin direkt katı hâle geçer. Kırağı, genelde çimen, ağaç gövdesi ve camlarda daha belirgin görülür. Eğer sıcaklık “0” derecenin hemen altında ve bulut damlacıkları büyük ve çoksa kırağı yerine parlak buz veya sır hâsıl olur.
Açık gecelerde radyasyon dolayısıyla toprak ısı kaybeder; serin toprak, havayı soğutur ve nisbeten yoğunluğunu da arttırır. Böylece kırağı düşmesi için şartlar hazır hâle gelir. Bu durumda yere yakın olan havayı ısıtarak kırağı önlenebilir. Bu sebeple meyve üreticileri, bitkilere zarar veren kırağıdan korunmak için ağaçların arasında sıvı yakıtla çalışan küçük ısıtıcılar kullanırlar. Aynı zamanda havanın çeşitli tabakalarındaki ısıyı aynı tutmak için büyük vantilatörler de kullanılabilir. Bodur ağaçlar su içinde bırakılarak kırağıya sebep olan soğuk hava tabakasından tecrit edilebilir.
Suyun, donmasıyla buzlu ve karlı kırağı meydana gelir. Kırağı, umûmiyetle koyu renkli cisimler üzerinde ve ot, odun, kütük gibi yerlerde ortaya çıkar.
Ağaçlara yapışan kaba kırağının neden uzun ince iğneler biçiminde şekiller meydana getirdiğini anlamak için yoğunlaşma ve kristal büyümesi hakkında bilgi sâhibi olmak lâzımdır. Havadaki su buharı donma noktasının üzerinde iken çiğ damlaları halinde olup, donma noktasının altına düşünce ve bitki üzerinde sivri bir çıkıntı bulunca kırağı halini alır. Kırağının garip şekiller almasının sebebi kristallerin büyüme kânunlarına tâbi olmasından ileri gelir.
Açık, ayazlı gecelerde üstü açık eşyâ, çayır, çimen, tarla üstüne, iğne, tüy, pul biçimindeki ince buz parçacıkları olarak yoğunlaşmış bir yağış şekli olarak düşen kırağı, soğuk olduğu için bitkilere zarar verebilmektedir. Geceleyin dallar, çiçekler kırağı ile örtülürse, ertesi günü bunlar buruşup solar, bozulur. Soğuğa dayanıklı bitkileri kırağı çalmaz. Esasen bitkiye zarar veren kırağı değil, o sırada meydana çıkmış olan “don” hâdisesidir. Kırağı, umumiyetle durgun ve ayazlı havada belli olur. Böyle durumlarda narenciye ve sera ekicileri gerekli tedbirleri alırlar.
Alm. Wasserbehälter (m), Fr. Réservoir (m) d’eau, İng. Waterskin, leather water bag. Köseleden yapılan bir nevi su kabı. Bu iş için hazırlanan kösele, dört köşe bir tahtanın üzerine demir çemberlerle tutturulurdu. Yukarı doğru gittikçe daralan kırbaların bir metreye yakın boyları olurdu. Ağız kısımları iyice dar olup, sebillerde kullanılanlarına musluk takılırdı. Sakaların kullandıkları kırbaların ağızları meşin ile bağlanır, ağızdan dibe kadar uzanan bir kol ile taşınırdı. Bunlar omuza takılarak istenilen yere götürülürdü.
Atların iki yanına konulan kırbalarla da su taşınırdı. Böyle su taşıyan sakalara, “atlı saka” denirdi. Atın iki yanına asılan kırbalar meşin kovalarla doldurulur, hortum sokarak boşaltılırdı. Eskiden bunlarla mahalle aralarında su taşındığı gibi, kervan ve askerî nakliyatta da bunlardan istifâde edilirdi.
Kırba ile su taşıyanlara, “kırbacı” denir.
Alman fizikçisi. 12 Mart 1824’te Königsberg’de dünyâya geldi ve 17 Ocak 1887’de Berlin’de öldü. Doğduğu şehirde üniversiteyi bitirip, Breslau’da fizik profesörlüğüne tâyin edildi. Aynı göreve bir müddet sonra Heidelberg’de de devam etti. Robert Wilhem Bunsa’le beraber 1859 senesinde spektroskopla spektrum analizi üzerinde çalıştı.
Kirchhoff’un fizik ve elektrik ilmine faydası çok fazladır. Elektrik derslerindeki voltaj ve akım ilişkilerini îzah eder. Kendi ismiyle anılan; (f) “Elektrik devresinde herhangi bir noktada birleşen akımların toplamı sıfırdır. “ve” herhangi bir kapalı devrede kolların akım ve dirençleri çarpımının toplamı devre potansiyeline (voltaj) eşittir veya kapalı devre potansiyel toplamları sıfırdır.” kânunlarını bulup, formülleştirmiştir. Bu iki kânunla her türlü elektrik devresi çözümü yapılabilmektedir. Kirchhoff Kânunlarını uygularken ilk yapılacak iş, bilinmeyen bütün akımlara ve potansiyellere yön tâyin etmek ve devre şeması üzerinde göstermektir.
İdeal bir elektrik devre şemasında, Kirchhoff Kânunları tatbik edildiğinde:
1. Düğümde akımlar toplamı sıfırdır:
I– I1–I2–I3=0
2. Çevrede potansiyeller toplamı sıfırdır:
E–V1–V2–V3=0
Çok karmaşık elektrik devrelerinde bilinmeyen akım ve potansiyeller basit olarak anlatılan bu eşitliklerle hesaplanır. Bilinenler eşitliklerde yerine konur ve bilinmeyenler cebir işlemleriyle çözümlenir. Bütün akımlara ve potansiyellere yön tâyin etmek ve devre şeması üzerinde göstermektir. Örnek şemada böyle bir düzenleme ve Kirchhoff Kânununun tatbiki gösterilmiştir.
Akımlar toplamı sıfırdır:
a noktasında i1+i2–i3=0
b noktasında -i1–i4-i6=0
c noktasında i4+i5–i2=0
Potansiyel toplamı sıfırdır:
–E1–E2=i1R1
E2+E5=i3R2+i3R6+i5R5
E4=i4R4–i6R7
Güç kaynağı iç dirençleri (r1, r2, ...)
Yukardaki akım ve potansiyel denklemlerinde bilinenler yerine konursa bilinmeyenler cebir işlemleri ile çözülebilir.
DEVLETİN ADI |
Kırgızistan Cumhûriyeti |
BAŞŞEHRİ |
Bişkek |
NÜFÛSU |
4.468.000 |
YÜZÖLÇÜMÜ |
198.500 km2 |
RESMÎDİLİ |
Kırgız Türkçesi |
DÎNİ |
İslâmiyet ve Hıristiyanlık |
PARA BİRİMİ |
Som |
Orta Asya’da yer alan bir Türk Cumhûriyeti. Batısında Özbekistan, kuzeyinde Kazakistan, güneyinde Tacikistan, doğusunda ise Çin yer alır.
Târihi
Yenisey Irmağı boyunda medenî bir hayat süren Kırgızlar Mîlâd’dan sonra birinci yüzyılda Hun Devleti tâbiyeti altına girdiler. Hunluların dağılması üzerine, Kırgızlar, Hakas Devletini kurdular. Dördüncü yüzyılda kurulan Hakas Devleti, Baykal Gölünden Tibet’e kadar olan kısma hâkim oldu. Altıncı yüzyılda kurulan Göktürk Devleti ile mücâdele eden Hakaslar, 840’ta Uygur Devletini yıktılar.
Onuncu yüzyılda Karahanlıların tesiriyle İslâm dînini kabul eden Kırgızlar, 13. yüzyılda Moğolların hâkimiyetini tanıdılar. On yedinci yüzyılda Rus istilâsına karşı diğer Türk boylarıyla hareket ettiler. Kırgızların harp kâbiliyetleri yüksekti. On dokuzuncu asırda Kırgız toprakları bütünüyle Rus hâkimiyetine girdi. 1924 senesine kadar Türkistan Özerk Sovyet Sosyalist Cumhûriyetine bağlıyken, 1925’te KaraKırgız Özerk Oblastı adını aldı. Bir süre sonra Kara kelimesi kaldırıldı. 1936’da Kırgızistan Sovyet Sosyalist Cumhûriyeti hâline getirildi ve Sovyetler Birliğini meydana getiren 15 İttifak Cumhûriyetinden biri hâline geldi.
Eski Sovyetler Birliğinin 1991’de dağılması üzerine, Kırgızistan bağımsızlığını îlân etti. Bağımsız Devletler Topluluğuna üye oldu.
Fizikî Yapı
Ülke topraklarının büyük kısmı dağlarla kaplıdır. 3000 metreye kadar olan dağlar toprakların yarısından fazlasını kaplar. Tanrı Dağlarının bir parçası olan Kokpaalatau Sıradağları, Çin ile tabiî sınırı meydana getirir. Yüksek dağların dorukları dört mevsim karla kaplıdır. Çok sayıda kısa nehir, dağlardan kaynaklanarak aşağılara doğru akar. Başlıca akarsuları Narin, Tar, Kubaş, Kızıl Su’dur. Dünyânın ikinci büyük krater gölü olan Issık Gölü Kırgızistan topraklarında yer alır. Deniz seviyesinden 1609 m yükseklikte olan Issık gölü 6202 km2lik bir alana sâhiptir. En derin yeri 702 metredir.
İklim
Kırgızistan’ın denizlerden uzak ve yüksek bir arâziye sâhib olması iklimi büyük ölçüde etkiler. Dağların etekleri sıcak çöl rüzgarları tesirindedir. Yüksek bölgelerde soğuk bir iklim hâkimdir. Arada kalan bölgede bol yağışlı bir iklim görülür. Batı ve kuzeydeki sıradağlar yılda ortalama 600-900 mm, güney etekleri 200-335 mm, yüksek vâdiler ise 100-150 mm civârında yağış alır. Yaz ile kış, gündüz ile gece arasında ısı farkı çok fazladır.
Tabiî Kaynaklar
Kırgızistan mâden yönünden zengin yataklara sâhiptir. Tanrı Dağlarında demir, cıva, sürme, altın; Fergana Vâdisinde petrol ve gaz yatakları bulunur. Ayrıca kömür, tuz, kaolin, cam tozu yatakları vardır. Kömür yatakları 31 milyon ton rezerv ile Orta Asya’da birincidir.
Bitki örtüsü ve hayvanlar: Dağların kuzeye bakan yamaçları ve alçak vâdiler ormanlarla kaplıdır. Bu ormanlar ülke topraklarının ancak % 6’sını kaplar. Ormanlarda yabandomuzu, kurt, vaşak, dağkeçisi, as, geyik, leopar gibi av hayvanları yaşar.
Nüfus ve Sosyal Hayat
Kırgızistan’ın nüfûsu 4.468.000’dir. Başkent Bişkek olup nüfûsu 641.000’dir. Nüfûsun % 52.4’ü Kırgız, % 21’i Rus, % 12.9’u Özbek, % 2.5’i Ukraynalı, % 8.1’i diğer milletler, % 1.6’sı Tatardır. Kırgızistan 6 vilâyete bölünmüştür. Bunlar Celiabad, Issıkul, Narin, Oş, Talas ve Çuy’dur.
Kırgızistan yüksek bir eğitim düzeyine sâhiptir. Ülkede 9 üniversite olup, ilk üniversite 1932’de kurulmuştur. Okuma yazma oranı % 99.8’dir. Ülke genelinde 1806 ortaokul, 48 teknik lise vardır. Diğer Türk Cumhûriyetlerinde olduğu gibi Kırgızistan’da eğitim devlet tarafından yapılırken 1992’de çıkarılan yeni kânunlarla özel okul ve üniversite eğitimine izin verildi.
Kırgızlar Müslüman olup, Sünnî ve Hanefî mezhebindedirler. Kırgızların İslâmiyeti kabûlünde tasavvuf büyükleri önemli rol oynamışlardır. Kırgızlarda mevcut olan güçlü kabile sistemi İslâmiyetin hızlı yayılmasını sağlamıştır. Kırgızistan’da dînî hayâtın çok canlı olması, Orta Asya cumhûriyetleri içinde Özbekistan’ın dışında en çok bu cumhûriyette din aleyhtârı propaganda yapılmasına sebeb olmuştur. 1948’den sonra günümüze kadar Bişkek’te 100’e yakın İslâmiyet aleyhtârı kitap basılmıştır. Aynı zamanda devamlı din aleyhtârı konferanslar veriliyordu. Buna rağmen bölgede İslâmiyet unutulmamış, Kırgızistan bağımsızlığını kazandıktan sonra, gizli yapılan ibâdetler, açık olarak yapılmaya başlanmıştır.
Ekonomi
Ülke ekonomisi tarım ve madenciliğe dayalıdır. Daha çok hayvancılık kesimi ağırlıklı bir tarım ekonomisi hakimdir. Başlıca tarım ürünleri buğday, pamuk, şekerpancarı, mısır, tütün, sebze ve meyvedir. Dağlık bölgelerde yarış atları yetiştirilir, tavşan beslenir, arıcılık yapılır. En çok küçükbaş hayvan beslenir.
Kırgızistan’da 1970’li yıllarda çeşitli mâdenler çıkarılmaya başlanınca mâden sektörü büyük hızla gelişti. Makina, otomotiv, gıda, çimento, cam ve konserve fabrikaları başlıca sanâyi kuruluşlarıdır. Akarsu üzerlerinde kurulan hidroelektrik santralleri ekonomiye önemli ölçüde katkıda bulunur. Ülkede 600 civârında sanâyi kuruluşu vardır.
Orta Asya’daki Türk boylarından. Güney Sibirya’da yaşayan kuzeyli Türk grubundan. Yenisey Irmağı boyunda medenî bir hayat sürdüler. Mîlât’tan sonra birinci yüzyılda Hun Devleti tâbiyetine girdiler. Hunların dağılmasından sonra Kırgızlar, Hakas Devletini kurdular.
Dördüncü yüzyılda kurulan Hakas Devleti, Baykal Gölünden Tibet’e kadar olan kısma hâkim oldu. Altıncı yüzyılda kurulan Göktürk Devletiyle mücâdele eden Hakaslar, 840’ta Uygur Devletini yıktılar.
Onuncu yüzyılda Karahanlıların tesiriyle İslâm dînini kabul eden Kırgızlar, 13. yüzyılda Moğolların hâkimiyetini tanıdılar. On yedinci yüzyılda Rus istilâsına karşı diğer Türk boylarıyla hareket ettiler. Kırgızların harp kâbiliyetleri yüksekti. On dokuzuncu yüzyılda Kırgız ülkesi bütünüyle Rus hâkimiyetine girdi. Sovyet Rusya’ya bağlı olan Kırgısiztan Cumhûriyeti 1991 senesinde bağımsızlığını îlân etti. Kırgızların bir kısmı Doğu Türkistan, Pamir ve Tanrı Dağlarında, çok az bir kısmı da Türkiye’de yaşamaktadırlar.
Onuncu yüzyılda, Müslüman olan Kırgızların oturduğu Balasagun veÖzkend şehirlerinde kültürel ve iktisâdî hayat gelişti. Usta demirci olan Kırgızlar dokumacılığı iyi bilip, ipek kumaş dokurlardı. Sarı saçlı mâvi gözlü Kırgızların, boy beyine önceleri“Alço” denilirken, sonradan “İnal” denildi. Türkçe’nin Kırgızca şivesini konuşan Kırgızların zengin folklor edebiyâtı vardır. Kahramanlık destanları, hikâyeler, masallar, atasözleri, mâniler bakımından zengin edebiyât mahsulleri olan Kırgızların yazısı, otuz bir harflidir. Türklüğün büyük destanlarından olan Manas Destanı Kırgızlara âit olup bu Türk boyunun en büyük edebî mahsûlüdür.
Alm. Brüche (f.pl.), Fr. Fratures (f.pl.), İng. Fractures. Kemiğin devamlılığının veya anatomik bütünlüğünün bozulması. Kemiğin kırılması için, ya direkt olarak veya dolaylı olarak bir darbeye mâruz kalması lâzımdır. Meselâ, kol üzerine ağır bir cismin düşmesi ile kol kemiğinin kırılması direkt darbeye bir örnektir. Yüksek bir yerden atlayan bir şahsın omurgasının kırılması da dolaylı darbeye bir örnek olabilir. Kanser, multiple myeloma gibi bâzı hastalıklarda ise kemikler hafif bir dokunma ile de kırılabilmektedir ki, bunlara da Patolojik kırıklar denmektedir. Uzun süre yürüyüş yapanların, ayak tarak kemikleri de bâzan kırılabilmektedir ki bunlara da stress kırıkları adı verilir.
Kırıklı hasta, ağrıdan şikâyet eder. Bu ağrı, kendiliğinden olduğu gibi hareketle de artar. Hasta aynı zamanda fonksiyon bozukluğundan da şikâyet edebilir. Meselâ; uyluk kemiği kırığında ayağını kaldıramaz ve üzerine basamaz, kol kırığında da kolunu oynatamaz. Fakat bazı kırıklarda, kırık uçlar, birbiri içine girdiğinden hareket bozukluğu pek belli olmayabilir.
Kırık olan uzuvda şekil bozukluğu vardır. Sağlam tarafla karşılaştırmak, işi kolaylaştırır. Kırık yerde, şişlik ve kan toplanmasından ileri gelen morarma görülebilir. Büyük kırıklardan sonra hastalarda ateş yükselmesi, hafif sarılık, bazan aşırı kan kaybına bağlı şok dahi görülebilir.
Yaşağaç kırığı, çok defa çocuklarda görülür. Bunda kırık tam değildir. Kırılan kemik, iki ucundan aynı yönde tazyik altında kalmış, orta kısımdan bükülmüş ve neticede bir yanı kısmen çatlamıştır. Bu durumda, kırık olduğu halde, kısalık ve hareket kaybı yoktur.
Kırık kemiğin üzerini örten yumuşak dokular da yaralanmış ve kemik dışla temas eder hâle gelmiş ise açık kırık; aksi takdirde kapalı kırıktan bahsedilir. Kemik bir yerinden kırılmış ise basit kırık, birkaç yerinden kırılmış ise parçalı kırık denir.
Kırıklar, çeşitli istenmeyen durumlara da yol açabilmektedirler. Kırık yakınındaki bir arter yaralanıp, öldürücü kanamalara veya sıkışıp kangrene yol açabilir. Yakındaki toplardamarlarda tıkanıklık ve iltihap gelişebilir. Sinirler yaralanabilir. Kapalı kırığın açık hâle gelmesi, yumuşak dokuların kırık çevresindeki adalelerde kemikleşme odaklarının meydana gelmesi de söz konusu olabilir.
Kemik kırıklarının kaynama süresi yaşlandıkça uzamaktadır. Bu süre içinde hastanın beslenme durumu, kırığın şekli, yeri, kırık bölgesindeki kanlanma durumu ve istenmeyen durumların olup olmaması da rol oynar.
Kemik dokusu, nedbe dokusu ile değil, kendi hücreleri ile iyileşen bir dokudur. Kırığın iyileşmesi üç safhada olur: 1) İnflamasyon safhası, 2) Tâmir safhası, 3) Tekrar şekillenme safhası. Son safha, yâni kemiğin tamâmen eski hâline dönmesi çok uzun sürer. Meselâ, kaval kemiği için bu süre 6-9 sene kadardır.
Kırıkların tedâvisinde, ameliyatın gerekli olup olmadığına ancak doktor karar verebilir. Ameliyat gerekmeyen durumlarda, kırık uçlar usûlüne göre ucuca getirilir ve kırığın bulunduğu uzuv, alçıya alınarak tesbit edilir. Şurası unutulmamalıdır ki alçıya alınan uzuvda, alçı ile birlikte olarak karıncalanma, uyuşma, morarma gibi bir durum ortaya çıkarsa, derhal doktora başvurulmalıdır. Alçıdaki tesbit süresi kırığın ve hastanın durumuna göre değişir. Bu süre en az üç haftadır. Hastanelerde uygulanan traksiyon (çekme) da kırık parçalarının istikametini düzeltmek ve ucuca getirmek için lüzumlu bir tedâvi usûlüdür.
Kezâ cerrâhî olarak, kırık uçlarının düzeltilip, çivilerle, plakalarla, tellerle, vidalarla tesbitinin sağlanması da önemli bir tedâvi şeklidir.
Kırıklı hastaların özellikle proteince zengin besinlerle beslenmesine önem verilmelidir. Yatakta hareketsiz kalması önlenmelidir. Gerek tespit süresince, gerek tespitten sonra adalelerin küçülmemesi için fizik tedâvi usûlleri ve egzersizlere önem verilmelidir.
Kırıklarla ilgili olarak şu hususlar unutulmamalıdır:
Her kırık şüphesi olan vak’ada, kırık olmadığı kesin olarak anlaşılıncaya kadar kırık varmış gibi hareket edilmelidir.
Hastada, bir kemikte kırık bulunca, diğer kemiklerde de kırık olup olmadığı araştırılmalıdır.
Kırık olduğu anlaşılınca, kırığa komşu doku, damar ve organlarda da yaralanma olup olmadığı araştırılmalıdır.
Kırıklı hastalar, hareket ettirilmeden önce, bulundukları yerde kırığı tesbit edilmeli (tahta parçaları ve bez parçalarından dahi istifade edilebilir), ondan sonra başka yere taşınmalıdır.
İlk fırsatta röntgen filmi çektirilmelidir.
Kırık, imkânlar elverdiğince erkenden yerine konmalıdır.
Omurga kırığından şüphe edilen durumlarda hasta taşınırken, omurganın normal eğrilikleri (bel açıklığı arkaya bombeliği öne kavisli durumda) korunarak taşınmalıdır.
Bir diğer önemli husus da, ehliyetsiz kişilere tedâvi için başvurmamalıdır. Bir tam teşekküllü hastânede ortopedi uzmanınca ve röntgen ve diğer muâyene usûlleriyle yapılan tedâvi dâimâ en iyisidir.
Alm. Birechung, Abinkung (f), Fr. Réfraction (f), İng. Refraction. İki farklı ortamın ortak sınırından geçen ışık veya dalga enerjisinde meydana gelen yön değişikliği. Kırılma, yaygın olarak bir suyun, camın ve diğer şeffaf cisimlerin yüzeyinde gözlenir. Meselâ bir açı ile bırakılarak suya sokulan çubuğun su yüzeyinde keskin olarak kırıldığı müşahade edilir. Bir su kabı içinde, kabın kenarından dolayı görülemeyen bir para, kabın içine su konulduğunda görülür duruma gelebilir. Atmosferde bulunan değişik tabakalardaki kırılma da şaşırtıcı görüntüleri ortaya çıkarır. Mercekler, cisimden gelen ışınları kırarlar.
Kırılma kânunlarını ilk defa bulan İslâm âleminin yetiştirmiş olduğu büyük fen âlimi İbn-i Heysem’dir. Esas ismi Muhammed bin Hasan ibni Heysem’dir. Avrupalılar buna (Alhazem) derler. 965 yılında Basra şehrinde doğmuş 1039’da Mısır’da vefât etmiştir.(Bkz. İbn-i Heysem)
Kırılma kânunlarını İbn-i Heysem’den ilk defa 1621’de öğrenen Avrupalı bilgin Willebrord Snellius olduğu için, Avrupalılar, kırılma kânunlarının ilk keşfedicisinin bu olduğunu îlân etmişlerdir.
İki farklı ortamın ortak sınırına gelen ışın demetinin, bu sınır yüzeyine dik olan doğru (normal) ile yaptığı açıya geliş açısı, ikinci ortama kırılarak geçen ışının normal ile yaptığı açıya da kırılma açısı denir. Kırılma kânununa göre, geliş açısının sinüsünün kırılma açısının sinüsüne oranı sâbit bir sayı olup bu sayıya ikinci ortamın birinciye göre kırılma indisi denir:
Sin a n2
────── = ────── = n1, 2 (Kırılma kânunu)
Sin b n1
ve aynı zamanda:
Sin a v1 n2
────── = ───── = ───── dir.
Sin b v2 n1
Bu değer birbiri ile sınırlanan ortamların özelliğine bağlıdır. Bu indis vakum (boşluk) için birim olarak alınır. Bir maddenin vakuma (boşluğa) göre kırılma indisine mutlak kırılma indisi denir. Havanın mutlak indisi yaklaşık olarak 1, suyun 1.33, camın 1.52-1.65 arası, elmasın ise 2.42’dir. Mutlak indis, maddenin ayırt edici bir özelliğidir.
Bir ortamın, diğer bir ortama göre indisine ise, bağıl kırılma indisi, denir.
Eğer ışık, kırılma indisi büyük bir ortamdan, küçük bir ortama geçiyorsa normalden uzaklaşarak kırılır. Bu durumda, kırılma açısının 90° olduğu haldeki geliş açısına “kritik açı” veya “sınır açısı” denir. Sınır açısından büyük açı ile gelen ışınlar diğer ortama geçemeyerek aynı ortama geri yansırlar. Bu olaya “içten tam yansıma” denir. Meselâ bir dalgıç, dışarıyı suyun kritik açısı ile belirlenen bir daire içinde görür. Bu dâirenin dışında ise deniz dibinin yansıması görülür.
Christian Huygens, kırılma indisinin o maddedeki ışığın hızı ile ters orantılı olduğunu göstermiştir. Meselâ, suyun kırılma indisi 1.33 veya 4/3’tür. Işığın sudaki hızı ise, vakumdakinin 3/4’üdür. Yâni ışığın havadaki hızı 300.000 km/s, sudaki hızı 300.000/1.33= 225.000 km/s, camdaki hızı ise 300.000/1.5= 200.000 km/s’dir. Pekçok şeffaf kristaller, çift kırılma gösterirler. Bu durum, ışığın hızının, kristalde, bütün doğrultularda aynı olmadığından kaynaklanır. Bu sebepten dolayı, bir çift kırılmalı kristalde, kırılma indisi ışığın titreşiminin veya polarizasyonunun doğrultusuna bağlıdır. Normal homojen maddeler şekil değiştirdiklerinde çift kırılmalı olurlar.
Alm. Khanat (n), Von Krim, Fr. Khanat (m) de Crimee, İng. Khanate Of Crimea. Kuzey Karadeniz kıyısındaki Kırım Yarımadasında kurulmuş bir Türk devleti. Altınordu Devletinde hânedânlık mücâdelesine katılan sülâle mensupları ve âsi kabîle beylerinin sığınağı Kırım Yarımadasıydı. Burada 14. yüzyıldan îtibâren başlayan hâkimiyet kurma mücâdelesi, 15. yüzyılda Hacı Giray tarafından gerçekleştirildi.
Hacı Giray, Cengiz Hanın oğullarından Cuci’nin küçük oğlu Tokay, Timur soyundan gelmekteydi. Babasının, Kırım’daki taht mücâdelesi sonunda Litvanya’ya göç ettiği ve Kral Vitold’un yanına sığındığı sıralarda dünyâya gelen Hacı Giray, büyüdükten sonra Şirin kabîlesinin yardımıyla Kırım’ı ele geçirdi.
Kırım Hanlığını kurma târihi kesin olmamakla berâber, bastırdığı paranın 1441 târihini taşımasından, belirtilen bu târihten daha önceki yıllarda devleti kurmuş olduğu anlaşılmaktadır.
Hacı Giray da, diğer hanlar gibi üzerinde hak iddiâ ettiğiAltınordu tahtını ele geçirmek için, Lehistan Kralı ve Moskova Rus Prensi ile anlaşma yapmaktan çekinmedi. Bu arada, Kefe Cenevizlilerine karşı, Fâtih Sultan Mehmed Han ile de anlaştı.
Hacı Giray’ın 1466 târihinde ölümünden sonra oğulları Mengli Giray ile Nur Devlet arasında taht mücâdelesi başladı. Mengli Giray,Osmanlı Devletinin yardımıyla hanlık tahtını ele geçirdi. Fakat vaad ettiği yardımı göndermemesi üzerine yakalanarak İstanbul’a götürüldü. Kardeşi Nur Devlet tahta geçti. 1478 târihinde Mengli Giray’ın; Kırım Hanlarının tâyin ve azil haklarını Osmanlı pâdişâhına veren, pâdişâhın açacağı seferlere Kırım hanının da katılmasını kabul eden bir antlaşma yapması üzerine, İstanbul’dan Kırım’a han tâyin edildi. Mengli Giray’ın üçüncü defâ Kırım hanı olması üzerine kardeşleri Nur Devlet ve Haydar, Moskova’ya kaçtılar. Mengli Giray, Osmanlı himâyesinde tahtı ele geçirmesiyle, papalığın teşvik ve yardımlarıyla devamlı genişleyen Moskova Knezliğine karşı, Kırım Hanlığını garanti altına aldı. Kırım kuvvetleri ilk defâ Sultan İkinci Bâyezîd Hanın 1484 Akkerman Seferine katıldı. Osmanlılar ile münâsebetini arttıran Kırım Hanlığı ile 18. yüzyılın sonuna kadar askerî, siyâsî, iktisâdî, kültürel işbirliği yapıldı. Kırım hanı, 1502’de Saray şehrine hücum ederek Altınordu Devletinin yıkılmasına sebeb oldu. Moskova Knezliği, 1502 yılına kadar Altınorduluların korkusundan Kırım’a muhtaç olup, Mengli Giray ile iyi geçinirken, bu târihten sonra Rusya, Mengli Giray’ın düşmanlarıyla anlaşarak Kırım’a karşı cephe almaya başladı. Mengli Giray da, Litvanya ve Lehistan Kralı Dördüncü Kazimir ile Rusya’ya karşı anlaşarak Osmanlı Devletinden başka bu Avrupa devletleriyle de ittifak kurdu.
Mengli Giray’ın 1514’te ölümüyle tahta geçen oğlu Mehmed Giray ile Kazan tahtına getirilen Sâhip Giray da Rusya’ya karşı birlikte hareket ettiler. Mehmed Giray 1521’de Moskova’yı kuşatıp, Rusları yenerek onları haraca bağladı. Ruslar, bu haracı Deli Petro(1682-1725) zamânına kadar ödediler. Mehmed Giray’ın 1523 târihinde Astrahan Seferinden dönüşünde Nogayların yaptıkları baskınla öldürülmesinden sonra yerine geçen hanlar, Rusya ile mücâdeleyi devâm ettirdiler. Bu hanlar arasında Sâhip Giray (1532-1551) ve Devlet Giray (1551-1577) devrinde Ruslara karşı yapılan mücâdele başarılı oldu. Devlet Giray’ın hanlığı sırasında Kazan ve Astrahan, Rusların eline geçti. Bu enerjik han, adı geçen şehirleri geri alabilmek için Ruslarla çetin çarpışmalar yaptı. Yine bu han zamânında, Kırım Hanlığı için tehlikeli görülen Nogaylar, Özi Irmağının batısına, Turla ve Tuna arasına yerleştirildi. Rus yayılmasına karşı tedbir alınarak Doğu Avrupa’ya Orta Asya’dan Türk boylar getirilerek yerleştirildi. Bucak (Basarabya)a Müslümanlar yerleştirilerek, kuvvet dengesi sağlandı. Kafkasya’daki Çerkezler ve Kıpçak bozkırlarındaki yerli ahâli ile münâsebetler kuvvetlendirilerek Kırım hanının ve Osmanlı sultanının otoritesi buralarda hâkim kılındı. Osmanlılar, Orta Asya’daki Türkleri Rusya’ya karşı desteklemek ve münâsebet kurmak için Don-Volga kanal projesine başladılar.
Devlet Giray’ın 1577’de ölümünden sonra, Kırım’da taht mücâdelesi başladı. 1588 târihinde tahtı ele geçirmeyi başaran ve “Bora” ünvânı ile tanınan İkinci Gâzî Giray Han, ülkede birlik ve berâberliği tesis ederek, Osmanlıya sadâkatini arz etti. Daha sonra da rakîbi Murat Giray’a yardım eden Moskova hâkimi Çar Feodor üzerine yürüdü. Fakat Osmanlı Devletinin Avusturya ile yaptığı savaşa katılmak için harbi bırakıp Ruslarla anlaşma yapmak zorunda kaldı (1592). Anlaşmaya göre Çar, on bin ruble vergi ve belirli hediyeler göndermeyi kabul etti.
İkinciGâzi Giray, Osmanlı-Avusturya savaşlarında büyük başarılar kazandı ve Boğdan Beyinin itâat altına alınmasını sağladı. Osmanlı Devletinin 17. yüzyıl başlarında Avrupa’da yaptığı savaşlara katılan bu yiğit Han, 1607 târihinde vebâdan öldü. İkinci Gâzi Giray’ın ölümünden sonra Kırım’da hanlık mücâdelesi, yıkılış târihi olan 1792’ye kadar devâm etti. Bu arada Kırım Hanlığı, 17. yüzyıl başlarından îtibâren tesirlerini göstermeye başlayan Rus Kazaklarla da mücâdele etti. Osmanlı Devletinin Lehistan’a karşı, Kazak Atamanı Droşenko’yu desteklemesi sonucunda 1672’de Lehistan’la ve arkasından Ruslarla 1678’de yapılan savaşlarda, Kırım Hanlığının büyük yardımları görüldü. Ruslarla yapılan 1678 Savaşı sonunda, Osmanlı Devleti Ruslarla görüşme yapma yetkisini Kırım Hanlığına verdi. O sırada tahtta bulunan Murat Giray, Rus temsilcileri ile yirmi yıllık bir barış antlaşması imzâ etti.
1683 târihinde, Viyana Kuşatması sırasında, Murat Giray, sadrâzamdan intikam almak gâyesi ile, ilerleyen Jan Sobieski idâresindeki Leh kuvvetlerini önlemedi ve bozguna sebep oldu. Bu yüzden azledilerek, yerine İkinci Hacı Giray getirildi. Hanlığın şahsî sebeplerle Osmanlı kuvvetlerini Haçlılar karşısında yalnız bırakması, ileride başına gelen felâketlere sebeb oldu. İkinci Hacı Giray’ın çok kısa süren hanlığından sonra, 1684’te Selim Giray, Rusların (1687-1689) ve Lehlilerin (1687-1688) yaptıkları saldırıları yiğitçe püskürttü.
Karlofça Antlaşması(1699) ile Azak Kalesini alan Ruslar, Kırım’a ödedikleri yıllık vergiyi de kestiler. On sekizinci yüzyılda, Rus ve Avusturya kuvvetlerinin, Osmanlı Devleti ile yaptıkları savaşlar sırasında, Ruslar, Haziran 1736’da Kırım Hanlığının merkezi Bağçesaray’ı yağma ve tahrib ettiler. Kırım’ın diğer bölgeleri ve şehirleri de bu tahripten kurtulamadı. 1768-74 Osmanlı-Rus muhârebelerinde Bucak 1770’lerde, Kırım Yarımadası da 1771’de, Ruslar tarafından istîlâ edildi. Savaşı sona erdiren 21 Temmuz 1774 târihli Küçük Kaynarca Antlaşması ile Kırım, Osmanlı himâyesinden çıkartılıp, siyâsî ve mülkî idâre bakımından bağımsız hâle getirildi. Ahâlisi Müslüman olan Kırım, dînî bakımdan yine Osmanlı Devletine bağlı kalacaktı.
Rusya, Kırım’daki Osmanlı kuvvetlerini çektirmeye Küçük Kaynarca Antlaşmasıyla muvaffak olunca “sıcak denizlere inme” siyâseti dolayısıyla, bütün harp metotlarını tatbik etmeye başladı. Kırım’da başlayan hanlık mücâdelesine karışan Ruslar, 1777’de Rus tarafdârı olan Şâhin Giray’ın han olmasını sağladılar. Osmanlı taraftârı olan Bahadır Giray, hanlık mücâdelesinde Şâhin Giray karşısında başarılı olamadı. Tam mânâsıyla Rus taraftarlığı yapan ve Ruslar gibi yaşamaya başlayan Şâhin Giray’a Kırımlılar, “kâfir”gözüyle bakmaya başlayıp onu istemediler. Sonunda Kırım’dan Türkiye’ye göçler başladı. Bu durumu değerlendiren Ruslar, Türklerin boşalttıkları yerlere, yetmiş beş bin Rus göçmeni yerleştirdiler. 1779’da yapılan Aynalıkavak Antlaşması ile, Kırım hanlarının serbestçe seçilmesi, Rus askerlerinin Kırım’dan çekilmesi, Osmanlı Devletinin Şâhin Giray’ı tanıması maddelerinin kabul edilmesine rağmen, antlaşma kâğıt üzerinde kaldı. Çünkü Ruslar, antlaşmaya uymadılar ve askerlerini çekmediler. Kırım’ı ilhak edebilmek için, Kırım ahâlisini tahrik yoluna gittiler. Osmanlılar da Çerkez ve Kuban Türklerini Rus tahriklerine karşı desteklediler.
Şâhin Giray, Ruslardan da yardım alarak Kırım’ı Osmanlılardan ayırıp, Rus tipi bir ordu ve idârî teşkilatlanmaya gitti. Kırımlılar buna karşı çıkıp, harekete geçtiler. Şâhin Giray Ruslara sığındı. Osmanlıların desteklediği Bahadır Giray, 1782’de tahta geçti. Fakat Rus Generali Potemkin ile geri dönen Şâhin Giray, 8 Nisan 1785’te hanlığı tekrar ele geçirdi. Bu arada Rus askerleri otuz bin Kırımlı Türkü acımadan öldürdüler. Aynı târihte Ruslar, Kırım’ı ilhak ettiklerini de resmen îlân ettiler. Osmanlı Devleti bu târihte içinde bulunduğu durum dolayısıyla Rusya’ya karşı yeni bir sefer tertîb edemedi. Şâhin Giray ihânetlerinin mükâfâtı olarak, Ruslardan hanlığını devâm ettirmelerini beklerken, işlerine yaradığı müddetçe büyük îtibar göstermiş olan Ruslar Kırım’ı ilhak ettikten sonra ona yüz vermediler. Şâhin Giray İstanbul’a gitmek mecbûriyetinde kaldı. Fakat önce Rodos’a sürüldü. Sonra da îdâm edildi (1787). Osmanlı Devleti, Kırım’ın kurtarılması için Ruslarla yeni bir harbe girişti ise de muvaffak olamayıp, 1792 Yaş Antlaşması ile Kırım’ın Rusya’ya ilhakını kabul etti. Osmanlılar, Kırım’ı Rus istilâsından kurtarmak için çok uğraştılarsa da bir türlü muvaffak olamadılar. 1853-1855 târihleri arasında yapılan Kırım savaşında da istenilen netîce sağlanamadı (Bkz. Kırım Savaşı). Rus işgâlindeki Kırım 1918’de Almanlar tarafından işgâl edildi. Daha sonra Beyaz Rus hükûmetinin merkezi oldu. 1921’de Muhtar Kırım Sovyet Cumhuriyeti kuruldu. Ancak İkinci Dünyâ Savaşı esnâsında Almanlarla işbirliği yaptıkları iddiasıyla Cumhuriyet dağıtılıp, halkı sürgün edildi (1945). Kırım Türklerinin başlattığı anayurda dönüş mücâdelesi, doksanlı yıllarda hâlâ devam etmektedir. Kırımlı liderlerden Mustafa Cemiloğlu ve birçok Kırımlı âile, Kırım’da kurdukları çadırkentlerde yaşama mücâdelesi vermektedir.
Kırım Hanlığının kültür ve teşkilâtı, Altınordu veOsmanlı Devletinde olduğu gibidir. On beşinci yüzyıldan îtibâren; Kırım Yarımadası, Kabartay, Kıpçak ve Taman bölgelerinde hâkimiyet süren Kırım Hanlığının merkezi, Bahçesaray şehridir. Hanlık dîvânındaki Karaçi Beyleri Altınordu ananesine göre hareket ederlerdi. Hanlığın birinci veliahdına “Kalgay”, ikincisine “Nûreddîn” denirdi. Devlet işleri, Hanın başkanlığında; Kalgay veNûreddîn’le birlikte, Bucak, Yedisar ve Kuban seraskerleri, Şirin Beyi, müfti, uluağa denilen vezir, kadıasker, hazînedarbaşı, defterdar, aktaçıbey, kilercibaşı, dîvân efendisi, kâdıasker nâibi, Bağçesaray kâdısı ve kullar ağası tarafından idâre edilirdi. Toprak, Han âilesi ve mirzalar arasında timar olarak dağıtılırdı. Buna karşılık timar sâhipleri, Kırım Hanlığına asker beslerdi. Kırım askerleri, umûmiyetle atlı olup ateşli silahları, Osmanlılardan temin edilirdi. Kırım süvârileri, Moskof üzerine akın yapmakta gâyet usta muhâriptiler. Kırım hanları, kuvvetli zamanlarında Moskova’dan ve Lehistan’dan “tıyış” adı verilen yıllık vergi alırlardı. Osmanlı seferlerine Kırım kuvvetleri de katılırdı.
Kırım hanları, pekçok mîmârî eserler bırakmışlardır. Gözleve’deki Han Câmii, 1552’de Mimar Sinan tarafından yapılmıştır. Karagöz kasabasındaki Koleç Mescidi, Karasu’daki Şor Câmii, kervansaray ve büyük hamam, Yenikale surları, Kerç’te Bayezîd Câmii, Mustafa Çelebi Câmii, medrese ve hamam, Bahçesaray’daki Han Sarayı ve civarında bulunan türbe 16-17. yüzyıllarda yapılmış belli başlı Kırım eserleridir.
Alm. Krimkrieg (m), Fr. Guerre (f), de Crimee, İng. Crimean War. Osmanlı Devleti ve müttefikleri İngiltere Fransa ve Piemento ile Rusya arasında 1853-1856 yıllarında yapılan savaş.
1800’lü yıllarda dünyâda iki büyük İslâm devleti vardı. Biri Osmanlı Devleti, diğeri ise, Hindistan’daki Gürgâniye Hükümdârlığıydı. İslâmiyetin büyük düşmanı olan İngilizler ise, devamlı bu iki devleti nasıl yok edebileceklerini plânlamakla meşgûldüler. Önce Gürgâniye Devletini parçalamaya karar verdiler. Böylece hem Asya’daki Müslümanları başsız bırakacaklar, hem de Hindistan’ın hazînelerine ve ticâretine hâkim olacaklardı. Fakat Osmanlı Devletinin buna mâni olmasından korkuyorlardı. Bunun için Osmanlı Devletiyle Rusya arasında savaş çıkarmaya çalıştılar. Sıcak denizlere inme hayâliyle yanıp tutuşan Rusya’yı devamlı tahrik ettikleri gibi, sadrâzam Mustafa Reşîd Paşayı da kandırarak Rusya’ya karşı düşmanca tavır takınmasını temin ettiler. İngilizlerin asıl maksadını anlayamayan Rus Çarı Birinci Nikola, bu devlet ile Osmanlı toprakları hakkında görüşmeye karar verdi. 9 Ocak 1853’te Sen-Petersburg’un kışlık sarayında verilen bir baloda, İngiliz elçisine Osmanlı Devletinin topraklarını paylaşmayı teklif etti. Ancak İngiltere bu teklifi red ettiği gibi, durumu Bâbıâli’ye de bildirdi. Bunun üzerine Rusya, Osmanlı Devleti hakkında tek başına tedbirler almaya kalkıştı. İstanbul’a prens Mençikof’u elçi olarak gönderip, Fransa’nın Kudüs’te daha önceleri Katolikler adına sağladığı imtiyazların Ortodokslar için de tatbik edilmesini Ortodoks tebeânın himâyesinin Rusya’ya verilmesini istedi. Fakat Mustafa Reşîd Paşa, bu teklifleri reddedip meselenin diplomatik yollardan çözümünü önledi. Bunun üzerine Avusturya İmparatorluğu ile Prusya Krallığı, İstanbul ve Petersburg’a kendi hakemliklerinde bir konferans toplanıp savaşın önlenmesini teklif ettiler. Rusya bu teklifi kabul ettiği halde Mustafa Reşîd Paşa İngilizlerin tahriki ile reddetti. Böylece iki devlet arasında münâsebetler tamâmen kesildi. Rusya harb îlân etmeden Eflak ve Boğdan’ı işgâl etti. Bunun üzerine Osmanlı Devleti, 4 Ekim 1853’te Rusya’ya harp îlân etti.
Tuna cephesinde savaş Türk topçu ateşiyle başladı (23.10.1853). İlk gün Ruslar 300 asker kayıp verdiler. Ömer Paşa 27 Ekim’de Vidin’den doğuya doğru Tuna dirseğini geçerek Romanya’ya girdi. Kalafat’ı aldı. Tutrakan ve Yerköyü’nden de Romanya’ya asker sokan Ömer Paşa, Oltenisa meydan muhârebesinde Rus kuvvetlerini bozdu (5.11.1853). Binlerce ölü ve yaralı veren Ruslar bozgun hâlinde Bükreş’e kaçtılar.
Anadolu cephesinde de Müşir Abdülkerîm Nâdir Paşa, Kafkasya’da harekâtta bulunup şeyh Şâmil ile irtibat kurdu. Şeyh Şâmil vâsıtasıyla Kafkasya’daki yerli ahâliden Ruslara karşı destek sağlandı. Fakat Tuna cephesindeki başarı, bu cephede sağlanamadı. Bunun üzerine Abdülkerîm Nâdir Paşanın yerine erkân-ı harbiye reisi olan Ahmed Paşa cephe kumandanı oldu.
Bu arada Rus Karadeniz Donanması, Sinop’da yatan 12 parçalık Türk filosunu bastı (30 Kasım 1853). Filonun tamâmı imhâ edilince iki binden fazla Osmanlı bahriyelisi şehid oldu. Sinop’un Müslüman mahalleleri bombardıman edilerek tahrib edildi. Birçok sivil de şehid oldu.
Bunun üzerine İngiltere, Rusya ile diplomatik münâsebetlerini kesti. Rus çarının Kudüs’te Katoliklere karşı Ortodoksları ayaklandırdığını ileri sürerek, Rusların Akdeniz’e inmesini istemeyen Fransa’yı da yanına alıp 1854 Mart’ında Rusya’ya resmen savaş îlân etti. İki devlet, Osmanlı Devletinin yanında yer aldı.
Müttefik kuvvetleri, 31 Mart’ta Gelibolu’da toplandı. İngiliz kuvvetlerine Lord Raglen, Fransız kuvvetlerine Mareşâl Arnard, Tuna boyundaki Osmanlı Ordusuna ise Ömer Lütfi Paşa kumanda ediyordu. Ömer Paşa, 17 Nisan’da Küçük Eflak ve Sırbistan arasındaki Kalafat Muhârebesinde Rus taarruzunu püskürtüp, düşmanı Karayova’ya kadar seksen kilometre kovaladı. Müttefik donanmasına Odesa’dan ateş edilmesi üzerine şehir topa tutuldu. Sekiz gemilik müttefik filosu on beş Rus gemisini batırıp, istihkâm ve tahkimâtlarını, mühimmât depolarını, tersâne tesislerini tahrib ederek on üç gemiyi de ele geçirdi.
15 Mayıs’ta Ruslar, Güney Dobruca’da mühim bir Türk kalesi olan Silistre’yi muhâsaraya başladılar. 80.000 kişilik Rus ordusu, kaleyi savunmakta olan Mûsâ Paşanın emrindeki 10.000 kişilik kuvvet karşısında bozguna uğradı. 41 gün içinde yaralanma ve ölüm sebebiyle birkaç defâ kumandan değiştirmek zorunda kalan Ruslar, 25 Haziranda 15.000 ölü, 25.000 yaralı vererek muhâsarayı kaldırdılar. Ömer Paşanın kuvvetleri karşısında da duramayan Ruslar, 6000 kayıp verdikten sonra Romanya’yı boşaltıp Boğdan’a çekildiler. Rus kuvvetlerinin yerine 6 Ağustos’ta Türk kuvvetleri girdi. Rus zulmünden bıkan Romanyalılar, Osmanlı kuvvetlerini sevinçle karşılayıp büyük merâsimler tertib ettiler. Hıristiyan olmalarına rağmen Büyük Bükreş kilisesinde duâ edip, Osmanlı hâkimiyetinde bulunmalarına sevinçle şükrettiler.
Osmanlı Devleti ve müttefikleri Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ile antlaşma yapıp, Eflak, Boğdan ve Tuna’nın güvenliğini bunlara vererek Kırım’a saldırmaya karar verdiler. İngiliz ve Fransız donanması Baltık’a açılıp Rusları tâciz etti. Temmuz ayından beri Varna’da bulunan 55.000 kişilik müttefik kuvvetleri Eylül ayında Kırım’a hareket etti. 14 Eylül 1854’de Kırım’a çıkartma yapıldı.
Müttefik kuvvetlerin hedefi, Rusların Karadeniz’deki en kuvvetli ve müstahkem liman şehri Sivastopol’du. 19 Eylülde Eskihisar mevkiinden hareket eden müttefik kuvvetleri, Prens Mençikof idâresindeki 50.000 Rus askeri ile Alma’da muhârebeye tutuştu. Rus kuvvetleri beş bin ölü, on iki bin yaralı verip, bozguna uğrayarak Sivastopol’a çekildi. Orada çok çetin bir savunmaya başladılar. Sivastopol’u kuşatan müttefik kuvvetler, şehir yakınındaki Balaklava limanını işgâl ettiler. 25 Ekim’de Balaklava ve 5 Kasım’da İnkerman savaşlarında Ruslar, 90.000 askerle savaşmalarına rağmen, Osmanlı kuvvetlerinin kahramanca çarpışması sebebiyle yenildiler. Bu yenilgileri hazmedemeyen Prens Mençikof kederinden ölünce, yerine generâl Gorçokof tâyin edildi.
Tuna cephesinde Rusları bozguna uğratıp bu taraftan gelebilecek tehlikeleri bertaraf eden Ömer Paşa, Şubat başında Kırım’a gelip 17 Şubat 1855’te Gözleve Meydan Muhârebesinde Rus ordusunu bozdu.
Bu arada Rus Çarı Birinci Nikola ölmüş, yerine oğlu İkinci Aleksandır geçmişti. Kırım’da bulunan toplam müttefik kuvveti 202.000 kişiye ulaşmış, Osmanlı Devletiyle yaptığı antlaşma ile Sardunya Krallığı da müttefiklerin yanında savaşa girip 16.000 askerini Kırım’a göndermişti.
24 Mayısta Kerç’i ve 28 Mayısta Anapa’yı alan müttefik kuvvetleri, 7 Haziran’da Sivastopol’a yaptıkları umûmî taarruzla Ruslara 20.000 asker zâyiât verdirip, 73 top ele geçirdiler. Müttefik kuvvetlerin verdiği kayıp 5000 idi.
Bu savaşın maddî kaynaklarını karşılamakta güçlük çeken Osmanlı Devleti, Mustafa Reşîd Paşanın sadâreti zamânında ilk defâ dış borçlanmaya girdi. İngiltere ve Fransa’dan 5.000.000 altın borç alındı. Bundan sonra dış borçlanmanın sonu gelmeyecek ve 20 yıl geçmeden Türk mâliyesi iflâsın eşiğine adım atacaktır.
Müttefikler 1855 baharında büyük hazırlık yaparak Kırım’ın asker, mühimmât ve erzak stokunu takviye ettiler. Komuta kademesinde de değişiklik oldu. Fransız kuvvetlerinin başına generâl Pelisier, Lord Raglan’ın hastalıktan ölmesiyle de yerine İngiliz generâli Simson tâyin edildi. 24 Mayısta Rusların Sivastopol’a asker sevkiyâtı yaptığı stratejik önemi olan Kerç Boğazına müttefiklerin asker çıkartmasıyla harekât başladı. Buharlı savaş gemilerinden meydana gelen yirmi iki gemilik filo Azak Denizine gönderildi. Rusların Karadeniz sâhilleri işgâl edilerek pekçok kayıp verdirildi.
Yaz boyu bütün şiddetiyle devâm eden çarpışmalardan sonra Sivastopol’a karşı umumi hücûma geçildi.Ruslar, büyük yardım almalarına rağmen 8 Eylülde Malakit istihkâmlarının zaptedilmesi üzerine dayanamıyacaklarını anlayıp, şehri terk etmeye başladılar. Müttefik kuvvetleri 9 Eylülde Sivastopol’a girdiler. 11 ay süren muhâsara çok kanlı olmuş, iki taraf da büyük kayıp vermiş ve Sivastopol harâbeye dönmüştü.
Müttefikler, harekâta devâmla Kılburnu Zaferini kazanıp, Özi Kalesini zaptettiler. Bu cephede de Rusların harbedecek gücü kalmadı.
Kafkas cephesinde ise, Ruslar, Doğubâyezîd’i alarak Kars’ı kuşattılar (15 Temmuz 1855). Kars’ın tahkimâtı pek iyi olmamasına rağmen, Müşir Mehmed Vâsıf Paşa, 15.000 askeriyle 40.000 kişilikRus kuvvetlerine başarıyla karşı koydu. Devamlı takviye alan Ruslar, 29 Eylülde umûmî taarruz yapıp, 7000 ölü 10.000 yaralı verdilerse de geri çekilmediler. Kırım’da savaşın bitmesinden yararlanan Ömer Paşa, Kafkas cephesine yardım için Sohumkale’ye çıktı. İngur Meydan Muhârebesinde Rus ordusunu dağıttı (6 Kasım 1855) ve Kars üzerine yürüdü. Fakat uzun süredir ikmâl alamayan Kars açlıktan düştü (28 Kasım 1855).
Kars’ın düşmesiyle harp fiilen bitti ise de Ruslar sulhe yanaşmadı. Ancak Avusturya’nın ültimatomu üzerine sulhü kabûl etti. 1856 Şubat ayında Viyana protokolü ile sulhün ana hatları kabul edildi ve savaş sona erdi. Savaşa askerî güçleriyle yardım eden İngiltere ve Fransa bu yardımlarına karşılık Osmanlı Devletinden Tanzimât fermânını teyid eden ve onu tamamlayan Islâhât fermânının yayınlanmasını istediler. Devrin sadrâzamı Âlî Paşa ile Fransız ve İngiliz elçilerinin ortaklaşa hazırladıkları yeni ferman, antlaşma imzâlanmadan önce îlân edildi. Binlerce şehid, dayanılmaz mâlî külfet ve sıkıntılara mâl olan başarıların meyvesini Osmanlılar değil, göstermelik olarak savaşa giren Osmanlı müttefikleri topladı. Osmanlı Devletinin iç ve dış siyâsetinde yabancı müdâhalesine her zaman açık kapı bırakan bu ferman, Osmanlı toplumu ve ekonomisini Avrupa ekonomisinin nüfûz sâhası içine sokarak bağımlı hâle getirdi. Bu ferman sâyesinde çeşitli mezheplere bağlı Hıristiyan tebeaya Rusların harb öncesi teklif ettiği haklardan daha fazlası verildi (Bkz. Islâhât Fermânı). Bu fermânın yayınlanmasından sonra görüşmelere Pâris’te devâm edildi. Osmanlı Devleti, Rusya, İngiltere, Fransa, İtalya, Avusturya-Macaristan ve Prusya’nın katıldığı Pâris görüşmeleri 30 Mart 1856’da sonuçlandı. (Bkz. Pâris Antlaşması)
Kırım Savaşı, Osmanlı Devletinin toprak kaybına sebeb olmamasına rağmen, siyâsî olarak aleyhine oldu. Devlet iktisâden çöktü. Müttefikler kârlı çıktı. Osmanlı Devletini Rusya ile meşgûl eden İngiltere az bir kuvvetle savaşa girip asıl maksadını gizledi ve büyük devletlerin dikkatini o yöne çekerek Hindistan’daki Gürgâniye/Babürlüler İslâm Devletini yıktı.Topraklarını işgâl ederek, Hindistan hazînelerine sâhib oldu ve ticâretini geliştirdi. Ayrıca Ortadoğu ve Hindistan yolunda rakibi olan Rusya’yıOsmanlıyla çatıştırarak zayıflattı. Islâhât fermânıyla gayri müslimlere verilen haklar sonunda, birçok yerde bağımsızlık hareketlerinin çıkmasına sebeb olundu. Fransa ise Ortadoğu’yu karıştırarak günümüze kadar süren hâdiselere sebebiyet verdi. İtalya müttefiklerden siyâsî yardım alarak birliğini kuvvetlendirip, tamamladı. Rusya savaştan mağlûb ayrılmasına rağmen, antlaşmaya aykırı hareket edip, büyük ideâlini önce siyâsî olarak, sonra da her türlü hareketlere teşebbüs ederek devâm ettirdi.