KILAVUZBALIĞI (Naucrates ductor)

Alm. Lotsenfisch, Fr. Pilote, fangre, İng. Pilot fish. Familyası: Uskumrugiller (Scombridae), Yaşadığı yerler: Sıcak ve ılık denizlerde. Özellikleri: 30-60 cm uzunlukta, çoğunlukla gemileri tâkip eden ve köpekbalıklarının önünde yüzen etçil bir balık. Çeşitleri: Bilinen tek türdür.

Uskumrugiller âilesinden, dünyânın bütün tropikal ve ılık denizlerinde yaşayan etçil bir balık. Çoğunlukla 40-50 cm boyundadır. Mavimtrak boz renkli vücutları, beş adet enine koyu mavi çizgilerle süslüdür. “Malta palamudu” da denir. Köpek balıklarının parçaladığı avlardan hisse almak maksadıyla köpek balıklarının önünde ve altında yüzerler. Gemilerden atılan çöpler arasında yiyecek bulmak için gemileri tâkip ederler. Türk sularında fazla rastlanmaz. Bâzan gemilerin ardından Boğaziçi’ne kadar gelenleri olur. Yavruları, yüzer yosunların ve deniz analarının yakıcı kolları arasında gizlenir.

Çoğunlukla gemileri tâkip eden köpek balıklarının önünden yüzdükleri için bu adı almıştır. Eski çağlarda gemi ve köpekbalıklarının önünden yol gösterdiklerine inanılırdı. Eti makbuldür.

KILCAL DAMAR

Alm. Kapillargefass (n), Fr. Vaisseau (m) capillaire, İng. Capillary. Atardamarların son dallarını, toplardamarların ilk dallarına birleştiren ince damarlar. Şa’rî damar veya kapiller olarak da bilinir. Bir kıldan elli defâ daha incedir. Çapları 0,007 mm ile 0,150 mm arasında değişir. Duvarlarında düz kas telleri bulunmayan damarlardır. İğne kalınlığındaki bir et parçasında bin kapiller vardır. Her kapiller, ortalama yarım milimetre uzunluğundadır.

Kılcal damarların içinde dolaşım hızı ve basıncı azdır. Doku hücreleri ile doğrudan doğruya temas hâlinde olan kılcal damarlar, dokular arası beslenmede başlıca yer teşkil eder. Derinin kızarma veya solmasına, kılcal damarların genişlemesi veya büzülmesi yol açar. Kılcal damarların geçirgenliği bozulduğu zaman, doku aralığına kanın sıvı kısmı sızarak, ödem meydana gelir. Dayanıklılık bozukluğu sonucu olan yırtılmalarda purpura adı verilen deride kanama noktaları görülür.

İnsandaki bütün kapiller ucuca konursa, dünyâyı dört defâ saracak bir boru elde edilir. Herbirinin ağız genişliği yanyana getirilirse 60.000 m2 bir satıh meydana gelir.

Kılcal damarlar, ince çeperlerinin kasılabilme ve genişleme özelliğinden dolayı, kan basıncının husûlünde ve değişikliklerinde çok önemli rol oynar. Kılcal damarlar genişlerse, dokularda daha çok kan toplanır ve atardamar ve toplardamardaki kan azalır, yâni tansiyon düşer. Kılcaldamarlar kasıldığında ise, dokulardaki kan büyük damarlara sevk edilir ve böylece atardamar ve toplardamarların basıncı yükselir.

KILCALLIK OLAYI

Alm. Kapillarität (f), Fr.  Capillarité (f), İng. Capillarity. Boyutları küçük olan bir kılcal boruda ortaya çıkan yüzey gerilim olayı. Eğer kılcal boru su içine sokulursa, kılcal cam boruda su seviyesi dışardaki seviyeye nazaran yükselir. Bu, suyun cam boruyu ıslatıp suyu yukarı çekmesiyle olur. Eğer aynı deney suda değil cıva içinde yapılırsa, civa cam kılcal boruyu ıslatmaz ve cıvanın cam yüzden çekilme özelliğinden dolayı cıva yüzeyi kılcal boruda düşer. İçinde ince boşluklar olan cisimlerde, kılcallık olayı çeşitli derecelerde ortaya çıkar. Olayın rastlandığı en önemli bir yer de kan damarlarıdır.

Kılcallık olayı ilk defa Leonardo da Vinci tarafından ortaya çıkarılmıştır. Ancak bu konudaki ilk hassas ölçüler Francis Hauksbee tarafından yapılmıştır.

Kılcallık olayı ve onun dayandığı yüzey gerilim kuvvetlerini, çekim kuvvetleriyle açıklamak mümkündür. Buna göre yüzeyden uzakta bulunan birçok küçük su küresine etki eden çekim kuvveti en yakın çevresinden gelir ve biraz uzaklaşılırsa, hemen sıfıra yaklaşır. Su küresinde etki eden kuvvetler, su küreciği yüzeyden uzakta olduğunda bu kuvvetle dengelenir. Ancak, su küreciği su yüzeyine yakın ise bu dengelenme düşey doğrultuda olmaz ve su küreciği yüzeyden içeri doğru bastırılır. Bu işler yüzeye yakın bütün su kürecikleri için doğru olur. Böylece yüzeyde belirli bir tabaka içeri doğru bastırılmış olur ki, bu da yüzey gerilimi doğurur. Kılcallık olayının diğer rastlandığı bir yer de damlalıklarda sıvı ilâçların yükselmesidir. Bunlardan başka rastlandığı değişik bir yer de, ağaçlarda suyun topraktan ağacın diğer bölümlerine çıkmasıdır.

KILIÇ

Alm. Sabel (m), Schwert (n), Degen (m), Fr. Sabre (m), epee (f), Glaive (m), İng. Sword saber. Ateşli silâhların yapımından evvel kullanılan kesici harp âleti. Bele asılarak taşınır. Uzun, ucu sivri olup, çelikten yapılırdı. Kudret ve hâkimiyet timsâlidir. İlk defâ kimler tarafından, nerede kullanıldığı bilinmemektedir.

Kılıcın duvara asılmasına yarayan bölümüne “kayış”, elle tutulan kısmına “kabza”, kılıç gövdesinin uç bölümüne “taban”, kılıç kullananın elini saldırılara karşı koruyan bölümüne “balçak” adı verilir. Kabzanın ve balçağın altındaki tabanın en kalın olan ve kılıcın eğiminden önceki kısmına “sırt” denir. Kılıç için kullanılan diğer terimler de şunlardır: Kılıcı tutturmaya yarayan ve bel kayışına geçirilen “askı kayışı”, “kılıç askısı”(omuza asılan kayış), saldırılara karşı eli koruyan “kabza siperi”, “kılıç namlusu”, “kılıç kılıfı” (atın terkisinde bulunan kılıç mahfazası), “kılıç kını” (kılıcın içine konulduğu deri veya mâdenî kılıf), “kılıç pabucu” (kılıç kınının aşağı kısmı), “kılıç püskül kayışı” (kılıcın kabzasına bağlı olan ve bir ilmekle bileğe takılan kayış), “kılıç bağı” (bele takılan kayış kemer)dır.

Kılıç çeşitleri: Gövdesi yılankavî biçiminde olana “burma kılıç”; kesici bir âlet olmaktan ziyâde gösteriler için yapılan, incesine, “cirit kılıcı”; iki ağızlı ve herhangi bir eğriliği olmayanlarına “doğru kılıç”; taban demiri dengeli biçimde kavislenen cinsine “eğri kılıç”; geçit törenleri için süslü bir şekilde hazırlanmış olanlarına da “tören kılıcı” adı verilmektedir.

Romalıların kılıçları demirdendi. Boyları uzun, orta yeri kalın, her iki yanı kesiciydi. Sâdece savaş sırasında bellerine takarlardı. Fransızların kılıçları da demirdendi. Diğerlerine nazaran daha ağır, boyları kısa ve her iki yanı kesiciydi. Haçlıların kılıçları genellikle demirdendi.

Türk kavimleri arasında kılıcın târihi Türk târihi ile başlar. Aşağı Volga (İdil) bölgesinde bulunan Hun kılıcı tek ağızlıdır. Hunların Çin’e gönderdiği mallar arasında az da olsa kılıç vardır. Göktürklerde kılıç yapımı daha da gelişti. Kuzey Türk illerinde Hazar, Bulgar ve Kıpçaklar anayurtta ise Kırgızlarla Uygurlar kılıç yapmada meşhur oldular.

Saltar’da çıkarılan Hazar kılıcı, Spansk ve Kazan yöresinde bulunan Kuman eğri kılıçları, Kuzey Türklerinin kılıç yapma sanatındaki mahâretlerini ortaya koymuştur. Uygurların, Göktürklerin çeliğe su vermekte pek usta oldukları Çin kaynaklarından anlaşılmaktadır. Orta çağda Türkelinde bulunan Hami şehri, kılıç sanâyiinin meşhur merkezlerinden biriydi. Karahanlılar, kılıç îmâlinde Müslüman Türkler arasında ilk sırayı aldılar. Selçuklu ve Osmanlı devirlerinde Kayseri, Ahlat, Divriği, Bursa daha sonra Rumeli’de Samakov, Saraybosna ve Şam ünlü kılıç yapım merkezleri olmuştur.

Türklerde kılıç sanâyii 19. asrın başlarından îtibâren önemini kaybetmiştir. Kılıcın yerini savaşta süngü, şahsî korunmada ise tabanca almıştır.

Bütün Türk kavimlerinde kılıç kullanma ve kılıç tâlimleri yapmak için birlikler kurulmuştur. Aynı zamanda kılıç, bir spor aracıydı. Başarı gösteren kumandanlara, beylere kutlama hediyesi olarak kılıç verilirdi. Abbâsî halîfeleri Selçuklu veOsmanlı sultanları, devlet kuran Müslüman hükümdarlara istiklâl ve hâkimiyetinin tanındığını belirtmek için kılıç gönderirlerdi. Bu bakımdan kılıç şan ve şeref aracıydı. Selçuklu veOsmanlı Devletinde ordu ihtiyaçlarını karşılamak için her eyâlette dâimî olarak kılıçhâneler kurulmuş ve kılıç ustaları yetiştirilmişti. Osmanlı Türklerinde kılıç yapmak, kılıç kuşanmak, kılıç kullanmak başlı başına bir sanattı.

Osmanlı Türklerinin kılıçlarının başlıca özellikleri: Çok iyi su verilmiş, keskin ve hafif olması; kullananı yormaması; kavisli (eğri) olması; hücumda ve savunmada hareket imkânının çok olması; usta kullanıcıların ellerinde körlenmemesi, ağzının kırılmaması idi. Osmanlı pâdişâhlarının kılıçlarının kabzaları genellikle beyaz sedeften olur ve üzerinde altın kakma yazılar bulunurdu. Pâdişâh kılıçları devrin en meşhur kılıç ustaları tarafından yapılırdı.

Osmanlı pâdişâhları tahta geçişlerinden hemen sonra Ebû Eyyüb el-Ensârî’nin türbesinde, muhteşem bir merâsimle kılıç kuşanırlardı. (Bkz. Kılıç Alayı)

Osmanlı Devletinde tımar olarak verilen arâzinin tahsis, edilmiş olan bölümüne de kılıç adı verilirdi. Kılıç hakkı olarak verilen tımarların değerleri zamanla yükseldi. Üç bin akçadan altı bin akçaya kadar olanlara “kılıç hakkı”, altı bin akçadan yirmi bin akçaya kadar olanlara “terakki”, yirmi bin akçadan fazla vergi geliri olan dirliklere “zeamet”, yüz bin akçayı aşan tımarlara “has” adı verilirdi. Has, pâdişâhlarla vezirlere ve büyük devlet adamlarına mahsustu.

KILIÇ ALAYI

Osmanlı pâdişâhlarının tahta oturduklarının ikinci ile yedinci günü arasında Eyyüb’de hazret-i Hâlid İbn-i Zeyd’in türbesinde kılıç kuşanmaları merâsimine verilen isim. Bir kısım İslâm devletlerinde olduğu gibi kılıç kuşanma Osmanlılarda da kânun olduğundan, bu âdet ve an’ane saltanatlarının sonuna kadar devâm etmiştir.

Dînî ve askerî bir durum arz eden merâsim iki safhalıdır. Birincisi; törenin yapıldığı yere kadar gidiş ve gelişi ihtivâ eden kılıç alayı; diğeri de mukaddes emânetlerden olan kılıçlardan birinin kuşanma safhasıdır. Buna taklîd-i seyf denilmektedir.

Kılıç kuşanma âdetinin Osmanlılarda kesin olarak hangi târihte ihdâs edildiği bilinmemektedir. Vakâyinâmelere göre, Sultan İkinci Murâd, babasının Edirne’de vefât haberi üzerine Amasya’dan Bursa’ya geldiğinde âlimler ve eşraf tarafından şehir dışında karşılandı. Karşılamaya gelenler arasında bulunan dedesi Yıldırım Bâyezîd’in dâmâdı Emir Sultan tarafından “el-muzaffer dâimâ” şeklinde biten bir duâdan sonra kendisine kılıç kuşatıldı. Bu “el-muzaffer dâimâ” ibâresi, İkinci Murâd Hanın tuğrasında yer aldı.

Osmanlı sultanlarının İstanbul’un fethinden sonraEyyûb semtinde Mihmândâr-ı Peygamberî (Peygamber efendimizi misâfir eden) Hâlid bin Zeyd Ebû Eyyûb el-Ensârî’nin türbesinde kılıç kuşanmaları kânun oldu. Tahta çıkan her yeni hükümdâr cülûsundan birkaç gün sonra büyük bir alayla, bâzan karadan, bazân da deniz yoluyla Eyyûb’a gider ve türbede kılıç kuşandıktan sonra, saraya dönüş sırasında ecdâdının türbelerini de ziyâret ederdi. Buna “türbeler ziyâreti” de denilmiştir. Eyyûb Sultan Türbesinde pâdişâhlara kılıç kuşatan zevât (muhterem kişiler) değişik olup, çok defâ bu vâzifeyi şeyhülislâmlar yapmışlardır. Fâtih Sultan Mehmed Hana Eyyûb’da Akşemseddîn tarafından Osman Gâzinin kılıcı kuşatılmıştır. Sultan İkinci Bâyezîd’e Eyyûb’da Nakîb-ül-Eşrâf kılıç kuşatmıştır. Sultan Birinci Ahmed Hana Şeyhülislâm Ebü’l-Meyâmin Mustafa Efendi; Sultan Dördüncü Murâd Hana zamânın büyük evliyâsından Celvetiyye yolu büyüğü Üsküdârlı Azîz Mahmûd Hüdâî Efendi kılıç kuşatmıştır.

Kılıç kuşanma için Eyyûb’a hareket büyük merâsim hâlinde yapılırdı. Devlet erkânı resmî elbiseleriyle saraya gelirler, önceden top arabaları, topçu, cebeci ve yeniçeri ocakları iki sıra hâlinde dizilip pâdişâhı bekleyerek geçişini seyrederlerdi. Daha sonra alay intizam hâlinde Eyyûb’a gelir, Eyyûb Câmiinde deniz yoluyla gelecek olan pâdişâh iskeleye geldiğinde sadrâzam, şeyhülislâm ve diğer devlet erkânı karşılar ve selâmlardı. Öğle namazını müteâkib hazret-i Hâlid’in türbesine gelinirdi. Pâdişâh edeb ile türbeye girdikten sonra sadrâzam, şeyhülislâm ve yeniçeri ağasını yanına dâvet eder, sonra şeyhülislâm duâya başlardı. Pâdişâh iki rekat namaz kıldıktan sonra, duâsını yapar, kuşatılacak kılıcı saygı ile öptükten sonra şeyhülislâm veya devrin büyük âlimi tarafından beline kuşatılırdı. Bundan sonra pâdişâh merâsime katılanlara selâm verir, türbeleri ziyâret ederek saraya dönerdi. Fâtih Sultan Mehmed Han türbesini ziyâret âdet olmuştur. Bu merâsim sebebiyle Eyyûb’de kesilen 40-50 ve daha fazla koyun, çevredeki fakir fukarâya dağıtılır, merâsime katılan herkese ihsânlarda bulunulurdu. Merâsim, önceleri açıkta herkesin gözü önünde yapılırken, sonraları daha mahdûd topluluk içinde yapılmıştır.

Kılıç alayında kullanılan kılıçlar Peygamber efendimizin, hazret-i Ömer’in, hazret-i Hâlid bin Velîd’in, Osman Gâzi ve Yavuz Sultan Selim Hanın kılıçlarıydı.

KILIÇ ALİ PAŞA

Büyük Türk denizcisi ve Osmanlı kaptan-ı deryâlarından. 1500 yıllarında doğduğu tahmin edilmektedir. Anadolu’dan alınarak Turgut ve Piyâle Paşalarla berâber büyük Osmanlı amirali Barbaros Hayreddîn Paşanın yanında yetiştirildi. Asıl adı Uluç Ali’dir.

Osmanlı Sultanı Kânûnî Sultan Süleyman Han (1520-1566) devrinde Barbaros Hayreddîn, Turgut ve Piyâle Paşaların bulundukları deniz muhârebelerine katıldı. Gösterdiği yararlılıklar üzerine 1550’de SisamAdası mâlikâne olarak kendisine verildi. 1565’te İskenderiye Beylerbeyliğine tâyin olundu. Mısır donanmasıyla Malta Seferine katıldı. Turgut Reisin bu muhârebede şehid düşmesi üzerine Trablusgarb Beylerbeyi oldu. 1568’de Barbaroszâde Hasan Paşanın yerine Cezâyir Beylerbeyliğine tâyin edildi. 1570’de Papanın teşvikiyle meydana getirilen Haçlı donanmasına karşı İnebahtı Deniz Muhârebesine katıldı. 7 Ekim 1571 İnebahtı Deniz Muhârebesindeki fâciadan kurtulunca, İkinci Sultan Selim Han (1566-1574) onu kaptan-ı deryâlığa getirdi. İstanbul tersânelerinde yeni bir donanma yaptırarak, 1572’de Akdeniz, 1573’te İtalya, 1574’te Tunus Seferlerine çıktı. Bu seferler netîcesinde Akdeniz’de Osmanlı hâkimiyeti pekiştirilerek, İspanyolların elinden Tunus’u aldı. 26 Temmuz 1574’te Fas Kalesini yaptırdı. 1584’te Kırım Seferine katıldı. 1585’te Sûriye ve Lübnan’daki Derezî (Dürzî) âsilerinin yola getirilmesi için donanmasının başında İskenderiye’ye gitti. 21 Haziran 1587 târihinde İstanbul’da vefât etti. Tophâne’de Mîmar Sinan’a yaptırdığı câminin yanındaki türbesine defnedildi.

Osmanlı Devletinin en kuvvetli devri olan 16. yüzyılda yetişen büyük denizcilerden olan Kılıç (Uluç) Ali Paşa, Akdeniz’de Osmanlı bayrağını dalgalandırırken, Hıristiyan devlet korsanlarının  tavizsiz tâkipçisiydi. Adı Avrupa kaynaklarına “Occhiali” olarak geçmiştir. Kânûnî Sultan Süleymân, İkinci Selim ve Üçüncü Murâd zamanlarındaOsmanlı Devletine hizmet edip, şanlı Türk zaferlerinin kazanılmasında emeği geçen kumandanlardandır. 16 yıl süren kaptan-ı deryâlık zamânında büyük harp gemilerinin inşâsına ehemmiyet verdi. 1586’da Yeni Saray’da pâdişâh için bir hamam, Boğaziçi kıyılarında iki câmi yaptırdı. Hanımı Selîme Hâtun da Fındıklı’da (Salıpazarı ile Kabataş arasında bir semt) bir mescit yaptırdı. Her ikisi de muhtaçların ihtiyaçlarını giderir, binlerce kimseye muntazam bir şekilde aylık verirlerdi.

KILIÇ ARSLAN-I

Türkiye Selçuklu Devletinin kurucusu Kutalmışoğlu Süleymân Şâhın oğlu ve ikinci Türkiye Selçuklu sultanı. Doğum târihi ve yeri kesin bilinmemektedir. Babası Süleymân Şahın (1077-1086) 1086 senesinde Suriye seferinde Melik Tutuş’a yenilmesiyle, Antakya’da bulunan Kılıç Arslan, Büyük Selçuklu Devleti (1038-1194) Sultanı Melikşah (1072-1092)ın emriyle İsfehan’a gönderildi. İsfehan sarayında Selçuklu hükümdârının nezâretinde iyi bir eğitim ve öğretim görerek, Türk-İslâm terbiyesiyle yetiştirildi.

Büyük Selçuklu Sultanı Melikşâh’ın 1092’de vefâtıyla Anadolu’ya dönen Birinci Kılıç Arslan; 1086’dan beri devâm eden Anadolu Selçuklu Devletindeki fetret devrine son verip, İznik tahtına sâhib oldu. İznik şehrini îmâr ettirip, savunmasını güçlendirdi. Bizans İmparatorluğu (395-1453) saldırılarına karşı beylerbeylik ünvânıyla İlhan Muhammed’i vazîfelendirdi. İznik saldırıları bertaraf edilerek, Balıkesir ve Kapıdağ bölgelerinden Bizanslılar atıldı. Kılıç Arslan, İskân siyâseti tâkib ederek, Anadolu’nun Türkleşip İslâmlaşması için doğudan Türk-İslâm âileleri getirtip, Batı Anadolu’ya yerleştirdi. İslâm âlimleri, ilim adamları, sanatkârlar ve değerli kumandanlar Türkiye Selçuklu Sultânının himâyesinde çalışmalara başlayıp kıymetli eserler meydana getirdiler. Kılıç Arslan’ın halka karşı güzel davranışları askerî ve îmâr faaliyetleri Bizans İmparatorluğunu rahatsız ediyordu. Bizanslılar Türk beylerine karşı târihî entrikalarını faaliyete geçirip İzmir havâlisinin hâkimi, meşhur Türk denizcisi Çaka Bey ile Kılıç Arslan’ın arasını açmaya çalıştılar. Bu sırada Kılıç Arslan, fetret devrinde Türkiye Selçuklu Devletinden ayrılan şehirleri tekrar bir bayrak altında toplayıp, birlik kurmak için harekete geçmişti. 1096 senesinde Malatya şehrini kuşattı. Malatya Kalesi düşmek üzereyken, Haçlı ordusunun batıdan Türkiye topraklarına girdiği öğrenilince, kuşatma kaldırıldı. Sür’atle, İzmit’e doğru harekete geçen Türk ordusu Haçlıları karşılamaya yöneldi. (Bkz. Haçlı Seferleri)

Müslüman-Hıristiyan ayırt etmeksizin büyük katliâm yapan Haçlı ordusunun sayısının çok fazla olması yüzünden, Kılıç Arslan Türk mücâhidlerinin ağır kayıplar vermesine râzı olmadı ve geri çekilerek yıpratma savaşı uyguladı. Kayseri ve Toroslar üzerinden Kudüs’e doğru yol alan Haçlı ordusu, Kılıç Arslan’ın ve kumandanlarının yıpratma savaşları netîcesinde, 600.000’den 100.000’e düştü. 40.000 kişiyle Kudüs’e ulaşan Haçlılar, Antakya, Urfa ve Kudüs’te Hıristiyan idâreler kurdular.

Haçlı saldırıları sonucu, Türkiye Selçuklu Devletinin başşehri İznik’ten Konya’ya taşındı (1097). Batı Anadolu tekrar Bizanslıların hâkimiyetine geçti. Kılıç Arslan, Haçlıların saldırılarını durdurmak için uğraşırken, yerlerinden ayrılan Türkleri iskâna çalıştı. 1106 senesinde Malatya’yı Danişmendlilerden aldı. Harran ve Meyyâfârikîn’i zabtedip, Diyarbakır’ı tâbiyyetine geçirdi. Musul civârına hâkim oldu. Büyük Selçukluların Musul Emiri Çavlı, Artukoğluİlgâzi ve Sûriye Melîki Rıdvan ile 1107 senesi Temmuz ayında Habur Irmağı kıyısında yaptığı savaşı kaybetti. Yaralı olarak Habur Irmağını geçerken boğularak şehid oldu.

Türkiye Selçuklu Devletinin buhranlı devrelerinde hükümdâr olan Birinci Kılıç Arslan, teşkilâtçı bir devlet adamıydı. Üstün kumandanlık kâbiliyetine sâhip, hayâtı mücâdele içinde geçen büyük bir kahraman ve gâzidir. Mutaassıp Haçlı ordusuna ağır kayıplar verdirerek, Türklerin, Anadolu topraklarından atılamayacağını ispat etti. Çok hayır işleyip, ahâlinin sevgisini kazandı. Hıristiyan halka da adâlet ve şefkâtle davrandı. Bu yüzden vefâtı Hıristiyan halk için de mâtem oldu.

Kılıç Arslan’ın Anadolu’ya gelişi nasıl Türkler arasında bir bayram havası estirmişse, destan olan hayâtından sonra genç yaşta ölümü de o derece mâteme sebeb olmuştur. Kılıç Arslan, on beş senelik saltanat devresinde çok büyük hâdiselerle karşılaşmış, Haçlı seferleri ve Bizans karşısında varlığı tehlikeye düşen Anadolu, Türklüğün bu yeni vatanında yaşamasına vesîle olmak kudretini göstermiştir.

KILIÇ ARSLAN-II

Türkiye Selçuklu Devletinin beşinci sultânı. Birinci Kılıç Arslan’ın torunu ve Birinci Mes’ûd’un oğludur. İkinci Kılıç Arslan, babasının sağlığında, 1144 senesinde Elbistan meliki oldu. İkinci Haçlı seferinden sonraki savaşlara katıldı. Elbistan melikiyken hâkimiyetini genişleterek, Maraş, Göksun ve Anteb’i idâresine aldı. Birinci Mes’ûd vefât etmeden önce, oğullarını, töreye göre, ülkesinin değişik bölgelerinin idâresine tâyin etti. İkinci Kılıç Arslan’a Konya düştü. Sultan Mes’ûd, daha sağlığında Kılıç Arslan’ı muhteşem bir merâsimle taç giydirip, 1155 senesinde tahta geçirdi. Bütün oğullarına ve komutanlarına da bî’at ettirdi. Sultan Mes’ûd’un 1156 senesinde vefâtıyla, Kılıç Arslan Türkiye Selçuklu Devleti sultânı oldu.

Kılıç Arslan, ülke içinde sükûneti ve komşu Türk beyleriyle anlaşma sağladıktan sonra, güney sınırını tehdid eden Ermeni Prensi Stepher’e karşı 1156 yılında sefere çıktı. Hâkimiyeti altındaki yerlerde İslâmiyetin adâletini tesis ettirip, yerli gayri müslim ahâlinin bile teveccühünü kazandı. Daha sonra batıya yönelen Kılıç Arslan, 1159 senesinde Eskişehir yakınlarında Bizans İmparatoru Manuel’in kuvvetlerini yenip, bölgeden uzaklaştırdı. Meşhur Bizans oyunları ile Türkleri birbirine düşürme siyâseti tâkib eden Bizans İmparatoru Manuel ile görüşmek için İstanbul’a giden Kılıç Arslan’a, bu ziyâreti sırasında çok îtibâr edildi. Bizanslılarla yapılan anlaşma gereğince batı sınırlarını emniyete alan Kılıç Arslan, Anadolu birliğini kurmak için teşebbüse geçti. Elbistan, Dârende ve çevresini, Kayseri ile Zamantı bölgesini ve Malatya’yı Danişmendlilerden; Ankara ve Çankırı’yı da kardeşi Şahinşâh’tan aldı. Sivas, Niksar ve Tokat’ı zaptedip, Danişmendli Beyliğini 1178’de ortadan kaldırarak, Anadolu’da birliği sağlayıp, batıya rahatça dönebilecek duruma geldi.

Kılıç Arslan, doğudaki faaliyetlerini tamamladıktan sonra, Bizans sınırına yerleştirdiği Türkmenlere gazâ akınları yapmalarını emretti. Akıncılar; Denizli, Kırkağaç, Bergama ve Edremit’e kadar yıldırma ve yıpratma faaliyetlerinde bulundular. Bütün bunlar Bizans İmparatoru Manuel’in dikkatinden kaçmıyordu. Danişmendlilerin Sivas şûbesi hükümdârı Melik Zünnûn, Amasya taraflarından Kılıç Arslan’a karşı yardım edeceği vâdiyle Manuel’i Türkiye Selçuklu Sultânı ile savaşa teşvik etti. Bizans İmparatoru Manuel, Bizanslılardan başka Frank, Macar ve Peçeneklerden kurulu yüz bin kişilik ordusuyla, her ne pahasına olursa olsun, Türkiye Selçuklu Devletini ortadan kaldırmak için harekete geçti. Bizanslıları yakından tâkip edip, orduyu her zaman teyakkuz hâlinde bulunduran Kılıç Arslan buna dâimâ hazırdı. İki ordu göller bölgesinde karşılaştı. Kılıç Arslan az sayıdaki kuvvetleriyle sahte ric’at taktiğini tatbik etti ve Miriokefalon Vâdisinde Bizans ordusunu Türk akıncıları çevirme harekâtıyla sardı. Eylül 1176 senesinde yapılan bu savaşta Bizans ordusu imhâ edilerek beş bin araba dolusu silâh, malzeme, erzak ve mücevherâtı ganîmet aldılar (Bkz. Karamukbeli Meydan Muhârebesi). Bu savaş sonunda, Türklerin Anadolu’dan atılamayacağı Bizanslılara iyice öğretilip, Türk vatanı muhâfaza edildi. Sınırdaki statüyü korumayı ve yıllık vergiyi vermeyi kabûl eden Manuel, İstanbul’a dönünce anlaşmaya uymadı. Kılıç Arslan, anlaşmanın kuvvet yoluyla tatbikine teşebbüs etti. Türk akıncıları, zafer sonrasında Uluborlu, Eskişehir, Kütahya ve havâlisini 1182’de zaptettiler. 1183’te Denizli dâhil Ermeni hâkimiyetini ortadan kaldırarak Silifke’yi fethettiler.

Mücâdeleli, uzun ve başarılı bir saltanat hayâtından sonra yaşlanıp yorulan Sultan İkinci Kılıç Arslan, on bir oğlunu ülkesinin değişik bölgelerinin idâresine tâyin etti. Kılıç Arslan, Konya’da oturuyor, ülkeyi veziri İhtiyârüddîn Hasan idâre ediyordu. Kardeşler arasında hâkimiyet mücâdeleleri başladı. Kardeş mücâdelelerinin silâhlı kavgaya dönüştüğü esnâda, Eyyûbîler Devletinin kurucusu Selâhaddîn Eyyûbî, 1187 senesinde Haçlıların elinden Kudüs’ü alınca, Avrupa’da tekrâr Müslümanlar üzerine sefer hazırlıkları başladı. Almanya imparatoru ile İngiltere ve Fransa krallarının idâresindeki Üçüncü Haçlı Seferinde, Alman ordusu karadan Anadolu üzerinden Kudüs’e ulaşmak istiyordu. Kılıç Arslan, devletin buhranlı ânında Alman İmparatoruFriedrich Barbarossa ile, Anadolu’yu tahrib etmeden Sûriye’ye inmelerini şart koşarak, anlaşma yaptı. Fakat Alman ordusunun Akşehir’de Türklere saldırıp yenilmesi, Almanların Konya’ya girip şehri tahrib etmelerine sebeb oldu. Konya’da beş gün kalan Almanlar, Sûriye’ye gitmek için hareket ettiler (Bkz. Haçlı Seferleri). Kılıç Arslan, oğlu Gıyâseddîn Keyhüsrev’in yanında seksen yaşındayken 1192 senesinde vefât etti.

Anadolu Selçuklu Devletinin en büyük hükümdârlarından olan İkinci Kılıç Arslan, Anadolu’da millî birliği tesis için çalıştı. Miriokefalon Meydan Muhârebesini kazanarak Türkiye’nin Türk yurdu olarak kalmasında mühim rol oynadı. Tâkib ettiği iskân siyâseti ile Türkmenlerin yerleşik hayâta geçmelerini sağladı.

KILIÇ ARSLAN-III

İzzeddîn ünvânlı Türkiye Selçuklu sultanı. İkinci Rükneddîn Süleymân Şah(1196-1204)ın oğludur. Babasının Temmuz 1204 yılında vefâtı üzerine Nuh Alp ile diğer emirler ve devlet adamları tarafından çocuk yaştaki Kılıç Arslan, Konya tahtında sultan îlân edildi. Türkmenlerin desteğindeki amcası Gıyâseddîn Keyhüsrev’e karşı tahtı koruma mücâdelesine girişti. Zamânında Danişmendli Türkmenleri, Isparta Kalesini fethetti.

Saltanatı 1205 yılı başına kadar süren Üçüncü Kılıç Arslan, Konya ahâlisinin dâveti ve Türkmen kuvvetlerinin desteğinde Türkiye Selçuklu Devleti başşehrine taarruz eden Gıyâseddîn Keyhüsrev’i yendi. Geri çekilen amcası Gıyâseddîn Keyhüsrev daha sonra Konya ahâlisinin yardımıyla Kılıç Arslan’ın yerine tahta çıkarıldı. Kılıç Arslan ve mâiyeti Gevele Kalesinde îkâmete mecbur edilip orada vefât etti. Üçüncü Kılıç Arslan’ın saltanatı sekiz ay kadar devâm etti.

KILIÇ ARSLAN-IV

Türkiye Selçuklu Devleti Sultanı. İkinci Gıyâseddîn Keyhüsrev (1237-1246)in oğludur.

Kılıç Arslan 1246’da Türkiye Selçuklu Sultânı İkinci İzzeddîn Keykâvus (1246-1257) tarafından, Büyük Moğol Hanı Güyük (1246-1249)ün tahta çıkışında hazır bulunmak üzere Moğolistan Kurultayına gönderildi. Moğolistan’da ağabeyi Keykâvus’un yerine Selçuklu Sultanı tanındı. 1248’de Sivas’ta istiklâlini îlân etti. Anadolu emir ve kumandanları Moğolların tahrikiyle kardeş kanı dökülmesinin önüne geçmek için, Selçuklu Devletinde üç kardeşin ortak saltanat sürmesini tavsiye ettiler. Dördüncü Kılıç Arslan, İkinci İzzeddîn Keykâvus ve İkinci Alâeddîn Keykubâd, 1249-1257 yılları arasında birlikte Türkiye Selçukluları hükümdârlığı yaptılar. 1261 yılında Konya’yı ele geçiren Dördüncü Kılıç Arslan devrinde Silifke Ermenilerden, Sinop ise Muinüddîn Pervâne tarafından Trabzon Rumlarından alındı.

Dördüncü Kılıç Arslan, Mevlâna Celâleddîn Rûmî hazretleri dâhil birçok İslâm âliminin sohbetinde bulunup, hürmet gösterdi. 1265’te bir ziyâfet esnâsında Moğollar tarafından kendi yayının kirişiyle boğdurulup, öldürüldü. Onun ölümünden Moğollarla iyi ilişkiler içinde bulunan Muînüddîn Pervâne’nin sorumlu olduğu belirtilmektedir. Konya’da Sultanlar Türbesine defnedildi. Yerine oğlu Üçüncü Gıyâseddîn Keyhüsrev Türkiye Selçuklu Sultanı îlân edildi.

KILIÇBALIĞI (Xiphias gladius)

Alm. Schwertfisch (m), Fr. Éspadon (m), İng. Swordfish. Familyası: Kılıçbalığıgiller (Xiphidae). Yaşadığı yerler: Sıcak ve ılık denizlerde bulunur. Atlas Okyanusu, Karadeniz, Marmara, Ege ve Akdeniz’de rastlanır. Özellikleri: Üst çenesi kılıç gibi uzamıştır. Vücûdu torpile benzer. Üst kısmı mâvimtrak siyah, karın kısmı gümüşî beyazdır. Dört metre uzunluk, yarım tonu geçen ağırlıkta olanları vardır. Kendinden küçük balıkları sivri ve yanları keskin kılıcıyla avlayarak beslenir. Balina ve teknelerde kırılmış kılıçbalığının sivri burunlarına rastlanır. Kılçıksız eti çok lezzetlidir. Çeşitleri: Marlin balığı, yelken balığı, asıl kılıçbalığı olmak üzere üç türü vardır. Bizim denizlerimizde “asıl kılıç balığı” bulunur.

Kemikli balıklar takımından, 3-4 metre uzunlukta 200-300 kg kadar ağırlıkta olan, sıcak ve ılık denizlerde yaşayan bir balık. Üst çenesi vücudunun üçte ikisi nispetinde kılıç gibi uzamıştır. Erginleri dişsiz ve pulsuzdur. Pelvik (karın) yüzgeçleri bulunmaz. Torik ve istavrit gibi balık sürülerine dalarak keskin ve sivri kılıcını sağa sola sallayarak öldürüp yaraladıklarını yer. Mürekkep balıklarına da düşkündür. Saatte 95 km hızla yüzer. Kışın 25 metre derinlere iner, yazın yumurtlamak için yüzey sularına çıkarak baygın gibi yüzer. Bâzen su yüzeyinde sıçrar. Yalnız veya eşiyle berâber dolaşır. Işıktan kaçar. Sâkin ve karanlık gecelerde zıpkın tüfek, özel olta ve ağlarla avlanır. Ağırlığı 675 kg’a varan kılıçbalığına rastlanmıştır. Üst seviyede yüzerken büyük sırt yüzgeci köpek balığındaki gibi su yüzeyinde görülür. Uzun ve dikey kuyruğunun yanlarında karina denen kemiksi birer çıkıntı bulunur. Atlas Okyanusu, Karadeniz, Marmara, Ege ve Akdeniz’de yaşar. Yumurtaları su yüzeyinde sürüklenir. Çıkan yavrular erginlerine benzemez. Başları dikenlidir. Dişleri ve pulları vardır. Dört buçuk yaşından sonra üst çeneleri uzar, dişleri ve pulları kaybolarak erginlere benzerler. Kılçıksız ve lezzetli etleri şişe iyi gelir. Karaciğerinden yağ çıkarılır. Tehlike ânında kılıcıyla teknelere bile saldırır. 30 cm kalınlıktaki tahtayı delebilir. Avlanması tehlikeli ve zordur. Ağustos ve kasım aylarında yakalananların eti çok lezzetli olur.

KILIÇGAGALI (Recurvirostra avocetta)

Alm. Sâbelschnäbler, Fr. Avocette à tête noire, İng. European avocet. Familyası: Yağmurkuşugiller (Charadriidae). Yaşadığı yerler: Kuzey Avrupa ve Asya’nın deniz kenarlarında rastlanır. Kuzey Amerika ve Avustralya’da yaşayan türler de vardır. Özellikleri: Yukarıya doğru kıvrılmış ince uzun bir gagası vardır. Gövdesi beyaz, kanatları siyahımtraktır. Uzun bacakları yarım perdelidir. Çeşitleri: Avrupa kılıçgagalısı, Amerikan kılıçgagalısı, Şili kılıçgagalısı, kızılboyunlu kılıçgagalı meşhurlarıdır.

Yağmur kuşları takımından, dibi çamurlu sığ deniz kıyılarında yaşayan, uzun gagalı bir deniz kuşu. Boyu 43 cm kadardır. İnce uzun gagası yukarı kıvrıktır. Beyaz renkli vücudunun baş ve kanatlarında siyah tüyler vardır. Uzun mâvimsi-gri bacakları yarı perdelidir. Suda yaşayan böcek, larva ve kabuklularla beslenir. Yazın Avrupa’nın bütün Akdeniz veOkyanus kıyılarında yaşar. Kışın Kuzey Afrika veAkdeniz bölgelerine göç eder. Koloni hâlinde yaşayan gürültücü kuşlardır. Kumlu ve çamurlu odacıklarda birkaç ot ve dal parçasından meydana gelen basit yuvalar yaparlar. 2-4 yumurta yumurtlarlar. Yabancılara karşı yumurtalarını şiddetle savunur. Erkek ve dişi sırayla kuluçkaya yatarlar.

Amerikan kılıçgagalısı Kuzey Amerika’nın batısındaki Kalevi göller çevresinde, Şili kılıçgagalısı And Dağlarındaki tuzlu göller çevresinde, Kızıl boyunlu kılıçgagalı ise Avustralya’da yaşar.

Amerikan kılıçgagalısı ile kızılboyunlunun baş ve boyunlarında, diğer türlerden farklı olarak kızıl kahverengi tüyler bulunur.

KILIÇOTU (Hypericum perforatum)

Alm. Tüpfelhartheu (n), Fr. Centaurée (f), İng. Yellow centaury. Familyası: Kantarongiller (Guttiferae), Türkiye’de yetiştiği yerler: Anadolu.

Mayıs-eylül ayları arasında parlak sarı renkli çiçekler açan, 20-80 cm boyunda, çok yıllık, otsu bir bitki. Kurak yerlerde, yol kenarlarında rastlanır. Sarı kantaron veya koyunkıran olarak da bilinir. Gövdeleri dik, dallar karşılıklı, yapraklar sapsızdır. Yapraklar üzerinde noktacıklar hâlinde uçucu yağ taşıyan salgı bezleri bulunur. Çiçekler, dalların ucundadır. Çanak ve taç yapraklar üzerinde de siyah salgı bezleri bulunur.

Kullanıldığı yerler: Çiçekli dallar toplanır, demet yapılır, gölgede kurutulur. Uçucu yağ, tanen, acı maddeler, zamk, reçine ve boya maddeleri taşır. Boya maddelerinden sarı renkli hiperin, kırmızı renkli liperisin vardır. Çayı (% 1-2’lik) yatıştırıcı, göğüs yumuşatıcı, iştah açıcı, idrar ve balgam söktürücü olarak kullanılır. Zeytinyağında bir süre bırakılırsa, bu karışım halk arasında yaraları tedâvide kullanılır. Bitki, hayvanlar için zehirlidir