KERİME NADİR AZRAK

Tanınmış romancılardan. İstanbul’da 5 Şubat 1917’de doğdu, Mart 1984’te öldü. Fransız Lisesini 1935’te bitirdi.

Okul çağlarında yazdığı hikâye ve şiir denemeleriyle yazı hayâtına başladı. İlk yazıları aylık birkaç dergide yayınlanan sanatkârı, Hıçkırık adındaki romanı tanıttı. Yirmiden fazla baskısı yapılan bu romanın yanında Posta Güvercini isimli romanı Fransızcaya tercüme edilerek, Paris’te bir gazetede tefrika hâlinde yayınlandı. Bütün eserleri 40 cildi bulmakta ve bilhassa genç kızlar tarafından büyük ilgi görmektedir.

Basılış sırasına göre romanlarından bâzıları: Yeşil Işıklar, Hıçkırık, Günâh Bende mi?, Seven Ne Yapmaz, Funda, Kalb Yarası, Saman Yolu, Gelinlik Kız, Sonbahar, Solan Ümit, Uykusuz Geceler, Kahkaha, Kırık Hayat, Esir Kuş, Gümüş Selvi, Suya Düşen Hayal.

KERKENEZ (Falco tinnunculus)

Alm. Turmfalk (m), Fr. Faucon crécerelle, İng. Kestrel. Familyası: Kartalgiller (Falconidae). Yaşadığı yerler:  Genellikle Avrupa, Asya ve Afrika’nın ova ve yüksek dağlık arâzilerinde bulunur. Amerika ve Avustralya’da yaşayan türler de vardır. Özellikleri: 30-35 cm boyunda gündüz avlanan yırtıcı bir kuş. Kuş, fâre ve köstebek avlıyarak beslenir. Çeşitleri: 14 türü vardır. Ömrü: 70 yıldan fazladır.

Kartallar takımının, Kartalgiller familyasından bir kuş türü. Bayağı kerkenez de denir. Kızıl kahverengi tüyleri siyah beneklidir. Erkeklerinde gri tüyler de göze çarpar. Kerkenez kendine has yuva yapmaz. Yumurtalarını oyuklara veya terk edilmiş kuş yuvalarına bırakır. Ülkemizde çok yüksek dağlık arâzilerdeki eski yuvalarda ve terk edilmiş binâ oyuklarında kuluçkaya yatar. Dişi kerkenez genelde erkekten iri olur. 4-6 yumurta yumurtlar, kuluçka süresince erkek avlanarak dişiyi besler. Yavruyken insana alıştırılabilir. Böcek ve ufak memelileri ustalıkla avlar. Kışın tarla fâresi gibi küçük kemiricileri, yazın büyük böcek, sürüngen ve küçük kuşları avlayarak beslenir. Kalıcı ve göçücü olanları vardır.

14 kadar türü bilinmektedir. Bayağı kerkenez Amerika kerkenezi, Madagaskar kerkenezi, Avustralya kerkenezi, küçük kerkenez, kırmızı ayaklı kerkenez meşhurlarındandır.

KERPİÇ

Alm. Luftziegel (m), Fr. Brique (f) non cuite, İng. Sundoried brick, adobe. Duvar örmek için kullanılmak üzere tahta kalıplara dökülerek güneşte kurutulmuş balçık. Kerpiç, daha çok köy evlerinin yapımında kullanılır. Hem iktisâdî bakımından ucuz, hem de kışın sıcak tuttuğu için tercih edilir. Bir çeşit pişirilmemiş tuğla gibidir.

Kerpiç yapılacak toprak, su ile karıştırılarak içine saman serpilir ve karışım ayakla çiğnenip ezilmek suretiyle çamur hâline getirilir. Bu işe çamurun özlendirilmesi denir. Özlendirilmiş çamur, kerpiç biçimine sokulmuş, tahta bölmelerden yapılı kalıplara dökülür. Çamur, kalıplara döküldükten sonra iyice sıkıştırılır. Bu sıkıştırma yapılmazsa kerpiç zayıf olur. Sıkıştırılan çamurun üstü düzgünce bir tahta ile düzeltilir ve fazla çamur da atılmış olur. Sonra kalıp çekilerek, çamur düz bir yerde kalır. İmkân varsa önce gölgede kurutulduktan sonra güneşte bırakılır. Kerpiçin her tarafının kuruması için güneşe bakan yüzleri zamanla değiştirilerek çabuk kuruması sağlanır.

Kerpiç çok eski çağlardan beri yapı malzemesi olarak kullanıla gelmiştir. Kaldeliler ve Sümerler yapılarında kerpiç kullanmışlardır. Bunlar kerpiçleri birbirine ziftle yapıştırırlardı. Bu bakımdan yaptıkları evler sağlam olurdu. Bu evlerin üzerini de çamur, kireç veya zift tabakasıyla örterlerdi.

Anadolu’da yapılan çeşitli kazılar, Hititlerin bile evlerini kerpiçten yaptıklarını göstermiştir. Günümüzde de Anadolu köylüsü evini ekonomik bakımdan ve sıcağı muhafaza bakımından kerpiçten yapmaktadırlar. Kerpiç aynı zamanda rutubetlenmeyi önlediğinden bununla yapılan evler daha sıhhî olur, oturanlarda romatizma pek görülmez.

KERTENKELE (Lacertus)

Alm. Eidechse, Fr. Lézard, İng. Lizard. Familyası:  Özkertenkelegiller (Lacertidae) vs.’dir. Yaşadığı yerler: Genellikle sıcak bölgelerde. Özellikleri: Vücutları pullu, göz kapakları hareketli, kuyrukları uzun ve sivridir. Kuyrukları yakalanınca kopar (ototomi). Etçildirler. Beş parmaklı ayaklarının hepsi tırnaklıdır. Çeşitleri: 3000’den fazla türü vardır. En çok bilinen iki türü, koruluk ve çayırlarda rastlanan yeşil kertenkele ile duvarlar üstünde çok görülen duvar kertenkelesidir.

Kertenkeleler (Lacertilia) alt takımının, özellikle özkertenkelegiller (Lacertidae) familyası türlerinin genel adı. Kertenkeleler alt takımının; özkertenkelegiller, gekogiller, varangiller, agamagiller, iguanagiller, boncuklu kertenkelegiller, kör yılansıgiller gibi familyaları vardır. Kertenkelelerin bugün dünyâ üzerinde 3000’den fazla türü mevcuttur. Soğuk iklime fazla dayanıklı olmadıklarından genel olarak çöllük bölgelerde ve tropikal kuşakların kurak kısımlarında çok boldur. Yer altında, ağaçlar üzerinde yaşayanları olduğu gibi, havada uçanları, suda yüzenleri, renk değiştirebilenleri de boldur.

Uzunca ve yuvarlakça olan vücutlarının üzerleri pullu veya pürtüklüdür. Çoğunlukla dört ayaklı ve pekazı iki ayaklı veya tamâmen ayaksız olurlar. Her ayakta beşer adet parmak ve uçlarında gelişmiş tırnakları bulunur. Karın pulları sırt ve yanlarda olanlardan daha iridir.

Bütün kertenkelelerin göz kapakları vardır ve çoğunda hareketlidir. Gekogillerde ve Amerika’da yaşayan Xantusiidae familyasının bireylerinin ise göz kapakları, kenarlarından birleşmiş olup, saat camı gibi saydam ve hareketsizdir. Yer altında yaşayan türlerin hâricindekilerin dışkulak delikleri mevcuttur. Bâzılarının ağaçlara asılmaya yarayan ince uzun ve kuvvetli kuyrukları vardır.

Kertenkelelerin kuyrukları koptuğu zaman bir ayı geçmeyen bir zaman içinde yeni bir kuyruk meydana gelir. Yalnız bu yeni yetişen eskisi gibi olmayıp pul, renk ve yapı bakımından farklıdır. İlk kuyruktaki gibi omurgalar yoktur. Yeni kuyruğa kıkırdak dokusundan bir yapı destek olur. Bunda pullar gayri muntazam olup derideki desen meydana getiren boyalar da yoktur. Kuyruk kopmadan kırılırsa o yerden yeni bir kuyruk uzar. Böylece çatal kuyruk meydana gelir.

Böcek, akrep, çokbacaklılar ile beslenen kertenkelelerin kasla hareket eden ileriye uzanan dilleri, avları yakalamada en büyük silâhlarıdır. Dil üzerindeki yapışkan tükrük, avı yakalayıp bırakmamada yardımcı olur. Çene içerisine oturtulmuş dişleri vardır.

Dişiler, yazın toprağın içine veya bir taşın altında çengel tırnaklı ayaklarıyla açtıkları çukurlara yumurtlar. Kış mevsiminde deliklerinin içinde ilkbahara kadar kış uykusuna yatarlar. Soğukkanlı olduklarından taşlar üzerinde güneşlenmeyi severler. Yakınlarından geçen böceklere saldırarak beslenirler. Renkleri yaşadıkları ortamlara uyduğundan kolay fark edilmeyip, yırtıcı kuş ve yılanlardan kolayca kurtulurlar. Tehlike ânında kuyruklarının son kısmını kopararak hızla bir yarığın içine dalıp gözden kaybolurlar. Böcek ve kurtlarla geçindiklerinden insanlar için faydalı sayılırlar.

Amerika’da yaşayan kuyrukları küt Helodermatidae familyasının iki türü mevcuttur. Derileri boncuk biçimli yuvarlak pullarla kaplı olduğundan “boncuklu kertenkele” olarak da bilinirler. Uzunlukları bir metreyi bulur ve her iki tür de zehirlidir. (Bkz. Yeşilbaş Kertenkele)

KERVAN

Alm. Karawane (f), Fr. Caravane (f), İng. Caravan. Eskiden, kara nakliyâtını yapan kâfile. Nakliyât at, katır, daha ziyâde develerle yapılırdı. Kervanlarda bulunan develerin taşıdıkları yüklere göre ağır veya hafif kervan adları verilirdi. Ağır kervandaki develer üç yüz-üç yüz elli, hafif kervandakiler ise yüz yetmiş kg yük taşırlardı. Günümüzde birçok motorlu kara, deniz veya hava vâsıtasından meydana gelen nakliyât gruplarına konvoy, filo gibi isimler verilmektedir.

Ağır kervanlardan en büyükleri senede bir defa Şam ve Mısır’dan Hicaz’a giden hac kervanlarıydı. Ayrı ayrı giden bu kervanlardan Şam’dan hareket edenler mal ve eşyâ hâricinde 60-70.000, Mısır’dan gidenler ise 40-50.000 kişiyi bulurdu. Kervanların yürüyüşleri kış ve yaza göre değişik olurdu. Kışın gündüz giderler gece istirahat ederlerdi. Yazın sıcağın tesirinden güneş doğduktan iki saat sonra yürüyüşü keser dinlenmeye çekilirler, gece yürürlerdi. Şam’dan çıkan kervan normal olarak altmış bir günde Mekke’ye varır, hac mevsimi geçince mal alarak yolcularla beraber dönerlerdi. Gidiş ve dönüşlerde kervanlar temiz, düzlük yerlerde, su kenarlarında, kervansarayların bulunduğu mevkilerde konaklarlardı.

Bu büyük kervandan başka yalnız mal taşıyan Hint ve İran kervanları da vardı. Hindistan’dan çıkan kervanlar, Afganistan-İsfehan yolunu tâkib ederek, Bağdâd, oradan Halep’e gelirlerdi. İran kervanları ise İsfehan-Tahran, Tiflis-Erzurum yoluyla Trabzon’a gider, oradan da gemilerle aldıkları mallarla İstanbul’a getirirlerdi. Ayrıca Anadolu’nun büyük vilâyetleri arasında küçük kervanlar çalışır, mal taşıyarak hizmette bulunurlardı. Balkanlarda ise ekseri katırların çektiği kervanlar, sancaklar arasında her mevsimde mal taşırlardı. Küçük kervanlar, temmuz ve ağustos aylarının dışında muayyen vakit ve zamanlarda mal götürüp getirirlerdi. Senede bütün kervanlar için 100-150.000 kadar deve kullanılırdı. Normal olarak, bir kervan günde 50 ilâ 55 kilometre yol alabilirdi. Nakliye ücreti olarak mevsime, eşyânın miktârına göre bir günde sekiz kilo için doksan para ile üç kuruş arasında değişen bir ücret alınırdı.

Bir kervanın birleşerek hareket ettiği zamanlarda içlerinden biri kervancıbaşı seçilirdi. Emniyetsiz bulunan yerler düşünülerek kervanların hareket ve konaklamalarında silâhlı nöbetçiler çıkarılır, bunlar gerekli tedbirleri alırlardı. Kervancıbaşının vereceği karara göre hareket edilir, konaklama ve hareket bunun emri ile olurdu. Hareket emri verdiği zaman derhal hazırlanılır, yarım saat sonra harekete geçilirdi. Kimse beklenilmez, büyük bir sükûnet ve intizâm içinde zamanı gelince hareket edilirdi.

KERVANSARAY

Kervanların ticâret yolları üzerindeki konak yerleri. Devlet veya hayırsever kişiler tarafından kurulan bu muhkem binâlarda kervan ihtiyaçları ücretsiz karşılanırdı. Bunlar, bir şehir içinde olurlarsa, “han” adını alırdı.

İslâmiyetin yayılış dönemlerinde askerî maksatla ve sınır emniyetini korumak için kurulan ribatlar, sonraki devirlerde ticârî maksatla kullanıldı ve bu binâlara, kervansaray adı verildi. Türklerin Müslüman olmasından sonra, genişleyen İslâm toprakları üzerinde ortaya çıkan kervansaraylar, Selçuklular zamânında en gelişmiş şeklini aldı. Anadolu’da bulunan çeşitli ticâret yolları üzerinde yüze yakın kervansaray yapıldı.

Uzaktan bakılınca bir kale gibi görünen; içlerine girildiği zaman kervan kâfilelerinin her türlü ihtiyâçlarını karşılayacak bir teşkilâta sâhib olan bu binâlar, Selçuklu sultanları ve yüksek devlet görevlileri tarafından büyük ticâret yolları üzerinde her menzil için, yâni 30-40 kilometrelik mesâfede bir yaptırılmışlardı. Müslüman doğu ve Hıristiyan batı ülkeleri arasında bir köprü vazîfesini gören Anadolu toprakları üzerine, İkinci Kılıç Arslan, Birinci Gıyâseddîn Keyhüsrev, Birinci İzzeddîn Keykâvus ve Birinci Alâeddîn Keykubâd gibi iktisâdî ve ticârî hayâtın önemini bilen Selçuklu sultanları; Antalya ve Sinop gibi giriş ve çıkış limanlarıyla önemli ticâret merkezlerini birbirine bağlayan ticâret yolları üzerinde büyük kervansaraylar kurdular. Bu merkezlere yerleştirdikleri tüccârlara her türlü yardımda bulundular. Anadolu’ya gelen yabancı tüccârlara da büyük kolaylıklar gösterdiler. Yollarda herhangi bir şekilde zarar gören, soyguna uğrayan ve malları denizde batan tüccârların zararlarını devlet hazînesinden tazmin ederek, bir nevî devlet sigortası kurduları. Antalya ve Alâiyye (Alanya)den başlayıp Isparta, Konya, Aksaray, Kayseri, Sivas, Erzincan ve Erzurum gibi büyük merkezlerden geçerek İran ve Türkistan’a ulaşan doğu-batı istikâmetindeki yol üzerinde; Konya-Akşehir istikâmetinden İstanbul’a ve Batı Anadolu vâdilerine ulaşan yol üzerinde; Konya, Ankara, Çankırı, Kastamonu, Durağan, Sinop istikâmetindeki ve Sivas, Tokat, Amasya, Merzifon, Samsun hattıyla Sinop’a ulaşan güney-kuzey ve Elbistan, Malatya, Diyarbakır üzerinden Irak’a giden yollar üzerinde pekçok kervansaray yaptırdılar.

Selçuklular zamânında Anadolu’da kurulan yol güzergâhları, Osmanlılar zamânında değişti. Bunun sonucu olarak bâzı yerler ticârî merkez olma durumunu kaybettiler.

Zâten Ümit Burnu yolunun bulunması ile Hindistan’a ulaşan ticâret yolunun ağırlık merkezi de Atlas Okyanusuna kaymıştı. Anadolu’da ticâretin önemini kaybetmesi üzerine, Selçuklular zamânındaki kervan yolları da ıssızlaştı. Meselâ Osmanlı Devletine başşehir olan İstanbul’u, Sûriye ve Irak’a bağlayan yol, Konya-Adana istikâmetini tâkib ettiği için, Antalya’dan Sivas’a veya Elbistan’dan Kayseri ve Sivas’a giden yollar, bu şehirleri birbirine bağlayan tâli yol durumuna düştü. Bu yollar üzerinde bulunan kervansaraylar da ister istemez eski önemini kaybetti. Fakat yeni yol güzergâhlarının ortaya çıkması üzerine Osmanlılar da, kervansaray yapımına devâm ettiler. İstanbul’u, Sûriye üzerinden Mekke ve Medîne’ye bağlayan yol üzerinde hac farîzasını îfâ etmek için giden hacıların her türlü ihtiyâçlarını karşılamak üzere kervansaraylar kurdular.

Zengin ticârî malları taşıyan kervanlar için hudut civârında düşman çapulcularından, içeride göçebe ve eşkıyâ baskınlarından koruyacak emniyetli konak yerleri sağlamak ve yolcuların kondukları ve geceledikleri yerlerde her türlü ihtiyâçlarını temin etmek maksadıyla kurulan kervansaraylarda; yatakhâne ve aşhâneler, erzak ambarları, ticârî eşyâ depoları, yolcuların hayvanları için ahırlar, samanlıklar, yolcuların namaz kılmaları için mescidler, kütüphâneler, misâfirlerin yıkanması için hamamlar, abdest almaları için şadırvanlar, tedâvîleri için hastahâne ve eczâhâneler, ayakkabılarının tâmiri ve fakir yolculara yenisinin yapılması için ayakkabıcılar, hayvanları nallamak için nalbantlar, bu teşkilât ve tesisleri idâre edecek, gelir ve gider hesaplarını yapacak dîvân (büro) ve memurları vardı.

Umûmiyetle Selçuklu sultanları ve devlet adamları tarafından yaptırılan bu muazzam kervansarayların hepsi vakıftı. Maddî büyüklükleri ve teşkilâtları nisbetinde zengin gelir kaynaklarına da sâhiptiler.

Bu sûretle kervansaraylara inen ve konaklayan tüccar ve her türlü yolcu, zengin fakir; Müslüman gayri müslim kim olursa olsun, orada her türlü ihtiyâcını ücretsiz olarak görebilirdi.

Kervansaraylarda hasta yolcular, sıhhat buluncaya kadar tedâvi edilir, hayvanlarının tedâvisi de baytar (veteriner) tarafından yapılır ve tedâvi masrafları vakıf tarafından karşılanırdı. Fakir hastalar, öldüğü takdirde kefen masrafları da vakıf gelirlerinden ödenirdi.

Büyük ve muhkem binâlar olan kervansaraylarda akşam olunca kapılar sıkıca kapatılır, vazifeliler tarafından kandiller yakılırdı. Kapı kapandıktan sonra hiç kimse dışarıya çıkarılmaz, fakat dışarıdan gelenler içeriye alınırdı. Şafak atınca davullar çalınır, herkes uyandıktan sonra hancılar; “Ey ümmet-i Muhammed! Malınız, canınız, elbiseleriniz ve atınız tamam mı!” diye sorarlar, herkes; “Tamamdır. Allahü teâlâ hayır sâhibine rahmet eylesin.” diyerek kervansarayı vakf edene duâ ederlerdi. Herkes gerekli yol hazırlıklarını yaptıktan sonra kapılar açılır, misâfirlere; “Gâfil gitmeyin, herkesi arkadaş etmeyin, yürüyün, Allah âsân (kolay) getire.” diye duâ ve nasîhatte bulunduktan sonra kervanlar uğurlanırdı.

Sulh zamânında ticârî maksatlar için kullanılan kervansaraylar, harb zamânında o belde ahâlisinin düşman hücûmundan korunmak için sığındığı veya sefer esnâsında ordunun konakladığı müstahkem yer olarak da kullanılırdı. Bilhassa hudut boylarına yakın kervansaraylar, hudut kalesi vazifesini görürdü. Aksaray yakınındaki Sultan Hanı, 20.000 askerle kuşatan bir Moğol komutanına iki ay dayanacak ve alınamayacak ölçüde muhkem idi.

İslâm dîninin misâfirperverliğe ve hayırseverliğe verdiği ehemmiyet sonucu, ortaya çıkan kervansarayların bir benzeri, ortaçağ Avrupasında olmadığı gibi, düşüncesi bile mevcut değildi. İslam tarihinin önceki devirlerinde olduğu gibi, Osmanlılarda da bu güzel ve faydalı eserler uzun bir zaman halkın hizmetinde kullanıldılar.

KESELİ AYI

(Bkz. Koala)

KESİR

Alm. Bruch, Bruchteil (m), Fr. Fraction (f), İng. Fraction. Matematikte bir birimin bölündüğü eşit parçalardan biri veya bir kaçı. Üçte bir yüzde bir gibi, c ve d herhangi iki tam sayı olmak üzere c/d oranına kesir denir. Bunun mânâsı bir bütünün (d) kadar eşit parçaya bölünüp, (c) kadar parçasının alındığıdır. Bu çeşit kesre “bayağı kesir” denir. Kesirdeki d’ye payda, c’ye pay adı verilir.

Kesir çeşitleri: a) Basit kesir: Payı paydasından küçük kesirdir. Meselâ; 3/5 bir basit kesirdir. b) Bileşik kesir: Kesrin payı, paydasından büyükse böyle kesirlere bileşik kesir denir. Meselâ; 13/7, 9/4 gibi. c) Tamsayılı kesir: Bir bileşik kesrin payı, paydasına bölünerek elde edilen kesre tam sayılı kesir denir. Bileşik kesri tam sayılı kesre çevirmek için pay paydaya bölünür. Bölüm, tam kısmına; kalan, paya; bölen de paydaya yazılır. Meselâ; 13/7= 1 tam 6/7’dir.

Bir kesrin payı ve paydası aynı zamanda bir sayıyla çarpılırsa kesrin değeri değişmez. Meselâ; 2/5, 4/10 ve 12/30 kesirleri aynı değerdedirler. Burada 2/5 kesrinin pay ve paydası 2 ve 6 ile çarpılarak diğer kesirler elde edilmiştir. Bu çeşit işleme kesrin genişletilmesi denir. Bir kesrin pay ve paydası aynı tam sayıya bölünürse kesrin değeri yine değişmez. Bu işleme ise kesrin sâdeleştirilmesi adı verilir. 12/30 kesri 6 ile sâdeleştirilirse 12:6/30:6= 2/5 olur.

İki kesrin toplanması için önce paydaların ortak katlarının en küçüğü (O.K. E.K.) bulunarak paydaları eşitlenir. İşlem yapılırken kesrin genişletilmesi özelliğinden faydalanır. Sonra paylar toplanıp pay olarak yazılır. Ortak payda aynen konur.

Meselâ:

2/5 + 3/4 + 7/10= 8/20 + 15/20 + 14/20= 37/20

İki kesrin farkı da bu yolla yapılır. Meselâ:

8/15 – 2/9= 24/45 – 10/45= 14/45.

İki veya daha çok kesri birbiri ile çarpmak için kesirlerin payları çarpılıp pay, paydaları çarpılıp payda olarak yazılır. Meselâ:

3/8 x 7/2 x 5/4= (3x7x5) / (8x2x4)= 105/64.

İki kesirin bölümü, bölünen kesir aynen alınıp bölen ters çevrilip çarpılmasıyla yapılır. Misâl:

(8/3): (5/7)= 8/3 x 7/5= 56/15.

Bir bayağı kesrin paydası 10’un herhangi bir kuvveti ile ifâde edilebiliyorsa, ondalık kesir olarak da gösterilir. Ondalık kesirler, diğerlerinden farklı şekilde yazılır. Meselâ; 38/100= 0,38, 163/100= 0,163 gibi. Ondalık kesirler devirli ve devirsiz olabilir. Meselâ; 0,333... kesri sonsuza kadar devâm eden devirli ondalık kesirdir.

Bir devirsiz ondalık kesri bayağı kesre çevirmek gerektiğinde paya virgülden sonraki sayı yazılır. Paydaya da 1 yazılıp sağına virgülden sonraki rakam sayısı kadar sıfır yazılır. Misâl; 3,267= 3267/1000 gibi. Devirli ondalık kesiri bayağı kesir şeklinde yazmak için de, devreden sayı paya yazılıp, devreden sayının rakam sayısı kadar dokuz paydaya konur. Misâl; 0,242424...= 24/99 gibi. Daha genel halde aşağıdaki formül kullanılır:

a,bcdedede...= a,bcde= abcde-abc/9900.

Bayağı kesri ondalık kesir biçiminde yazmak gerektiğinde pay, paydaya bölünür. Misâl; 3/8= 0,375 gibi.

KESTÂNE (Castanea sativa)

Alm. Kastanienbaum (m), Fr. Chataignier (m), İng. Chestnutree. Familyası: Kayıngiller (Fagaceae) Türkiye’de yetiştiği yerler: Marmara, Karadeniz bölgesi.

Daha çok Akdeniz çevresi memleketlerinde yetişen, kupulası dikenli veya çengelli dikenli, küre şeklinde ve nişastaca zengin meyveleri olan ağaçlar.

Kestâne ağacının yaprakları biraz sert, kenarları testere dişli ve dişlerin ucu dikenlidir. Erkek çiçekler dik uzun durumlar hâlinde, dişi çiçekler ise üçlü gruplar şeklindedir. Yeşil ve dikenli olan meyvenin dış kabuğunun içinde kahverengi kabuklu, yenebilen ve aslında birer tohum olan birkaç tane meyve bulunur. Bu meyvelere kestâne denir.

Kestâne ağacı daha çok kayalık yamaçları ve kumlu toprakları sever. Kireçli topraklarda yetişmez. Memleketimizde özel olarak yetiştirilmektedir. Bilhassa Bursa bölgesinde yetiştirilen kestâneler meşhurdur. Yabânî olarak yetişen kestâne ağaçları 20-30 m yükselebilmekte ve yer yer ormanlar meydana getirmektedir. Azamî olarak 700 sene yaşarlar. Yemiş veren kestâneler ise daha alçak boylu olup 5-6 m yüksekliktedir. Kestâne ağaçları ancak 10-12 yaşlarında meyve vermeye başlar. Kestâne, tâzeyken buruk ve acımsı tattadır. Dış kabukları sararıp çatladıktan sonra toplanır. Dikenli olarak dış kabuğu (kupulası) sopalarla dökülerek temizlenir. Kestâne bir süre toprakta veya toprağa gömülü bırakılırsa daha tatlılaşır.

Kullanıldığı yerler: Kestâne; nişasta, sakkaroz, protein ve tanen ihtivâ eder. Daha çok, pişirilerek (haşlanmak veya kebabı yapılmak sûretiyle) yenir. Şekerciler kestânenin şekerlemesini yaparak “kestâne şekeri” adı altında piyasaya sürerler. Bursa’nın kestâne şekeri en meşhur olanıdır.

Kestâne ağacının kerestesi iyi cilâ kabul ettiğinden mobilyacılıkta; odunu sert ve dayanıklı olması sebebiyle de inşâatlarda kullanılır. Memleketimizde yılda 10-12 bin ton civârında kestâne üretilebilmektedir.

KEŞİŞ

Alm. Mönch (m), Fr. Moine (m), İng. Monk. Dünyâ ile alâkasını kesip manastırlarda tek başına yaşamayı tercih etmiş Hıristiyan din adamı. Farsça evlenmeyen din adamı anlamına gelir.

Keşişler, evlenmezler, dünyâdan el-etek çekip inzivâ hayâtı sündürdükleri için münzevîdirler. Genellikle bir Hıristiyan tarîkata bağlanmışlardır. İlk keşişler, Mısır’da kendilerine göre yükselmek için çöle çekilirler ve çileli bir hayatı sürerlerdi. Keşişliğin kurucusu keşiş Antonius’tür. Dördüncü yüzyıla kadar doğu çöllerinde bâzı insanların gerçekleştirdikleri bu hayat, aynı yüzyılda batıya da geçti ve çeşitli keşiş manastırları kuruldu. Başlıca keşiş tarîkatları; Benediktin, Fransisken, Dominiken tarîkatlarıdır. Erkek kardeşler “Frerler=Fréres” ve kız kardeşler “Sörler=Sœurs” adı verilen erkek ve kadın keşişlerin manastırları günümüze kadar sürüp gelmiştir. Evlenme yasağı, gerekmedikçe manastırdan dışarı çıkmamak, az yiyip içmek, sürekli duâ vb. gibi gelenekler hâlâ keşişler arasında sürmektedir.

Keşişliğin fikrî temeli, bugün bozulmuş olan İncîl’de bildirildiği üzere insanlardan uzak çileli bir hayâtı devâm ettirmektir. Çünkü Hıristiyanlar, insanları doğuştan günahkâr kabul ederler.

KEŞİŞLEME

(Bkz. Rüzgârlar)

KEŞKEK

Alm. Weizengrütze (f), mit Fleisch, Fr. Gruau (m) bouilli avec de la viande, İng. Wheat boiled with eat. Dibek veya fabrikada dövülmüş buğdayla etten yapılan yağlı yemek. Herîse, herse.

Keşkek pişirmesini Peygamber efendimize, Cebrâil aleyhisselâm öğretti. Keşkek insanı çok kuvvetlendirir. Buğdayla et beraberce pişirilir, büyük kepçelerle karıştırılıp dövülür. Bembeyaz hamur hâline gelinceye kadar bu işleme devam edilir. Etlerin lif lif olup, buğdaylar bembeyaz ezilip yeme kıvamına gelince tabaklara alınır. Üzerlerine kızdırılmış tereyağı ile salça gezdirilir.

Eskiden düğünlerde etli pilav ve zerde ile birlikte keşkek muhakkak yapılır, misafirlere ikrâm edilirdi. Anadolu’nun bâzı yörelerinde bu âdet hâlâ devam etmektedir.

KEŞMİR

Dünyânın en yüksek sıradağları olan Himalayalar üzerinde yer alan bir bölge. Keşmir 10. asra kadar Hindu Racalar tarafından idâre edildi. Bu târihten îtibâren Müslüman Türkler, racaların saraylarına ücretli asker olarak girdiler. Bunlardan biri olan Şah Mirza kısa zamanda nüfûzunu kuvvetlendirerek, Keşmir tahtını ele geçirdi ve 1339’da bölgede bir İslâm devleti kurdu. Keşmir Sultanlığı 1589’a kadar bölgede hüküm sürdü. Daha sonra bölgeye Bâbürlüler hâkim olarak Keşmir Sultanlığına son verdi. On dokuzuncu asra kadar Bâbürlülerin hâkimiyeti altında kalan Keşmir, 19. yüzyılda İngiliz müstemlekesi oldu. İngilizler, Hindistan’ı terk ederken çatışmalar eksik olmasın düşüncesiyle % 99’u Müslüman olan Keşmir’i Hindistan’ın işgalinde bıraktılar (1947). Keşmir yüzünden Hindistan’la Pakistan arasında 1947 yılında çıkan savaş neticesinde konu 1948’de Birleşmiş Milletlere götürüldü ve alınan kararla Keşmir bölündü ve ateşkes hattına Birleşmiş Milletler askerleri yerleştirildi. 1956’da Hindistan Başbakanı Nehru, Cammu-Keşmir bölgesini eyâlet statüsü vererek Hindistan’a bağladı. 1962’de ise Çin Ladakh’ı Tibet’in bir parçası sayarak Keşmir’in doğusunu işgâl etti. Böylece Keşmir üç ateş arasında kaldı. Çin kendi yönetimi altına aldığı topraklarda hâkimiyetini kendi uslûbunce sağladı. Cammu-Keşmir eyâletindeki Müslümanlar 1970’te düzenledikleri bir kongre neticesinde Pakistan’a katılma kararı alması üzerine 1971’de Hindistan ile Pakistan arasında yeni bir savaş çıktı. Fakat bir netice alınamadı. Hindistan Cammu-Keşmir eyâletindeki bağımsızlık hareketlerini zor kullanarak bastırdı. O zamandan beri Keşmir’de kanlı olaylar devam etmektedir.

Himalayaların üzerinde yer alan Keşmir, toprakları tamâmen dağlıktır. Dünyânın ikinci en yüksek noktası olan Godwin Austin Zirvesi (8611 m) bölge toprakları içinde kalır. Bölgede 3000 metrenin üzerindeki dağlar dâima karlarla kaplıdır. Pakistan için çok önemli olan akarsuların bir kısmı Keşmir topraklarından kaynaklanır. Karlarla kaplı dağların ortasında yer alan İndus Vâdisi ve 1500 m yükseklikteki Keşmir Vâdisi bölgenin can damarlarını meydana getirir.

Keşmir’in yazlık başşehri durumunda olan Srinagar, Keşmir Vâdisinde ve denizden 1768 metre yükseklikte kurulmuştur. Srinagar medrese, câmi ve evliyâ türbeleriyle süslü bir İslâm merkezidir. Kışlık merkez Cammu ise daha güneyde yer almaktadır.

Günümüzde Pakistan’ın kontrolü altındaki topraklarda iki milyon, Hindistan’ın kontrolü altındaki topraklarda altı milyon, Çin’in kontrolü altındaki topraklarda bir milyon olmak üzere Keşmir bölgesinde dokuz milyon insan yaşamaktadır. Nüfûsun büyük kısmı Müslümandır. Çok az Hindu bulunmaktadır.

Keşmir Vâdileri tam bir tarım bölgesidir. Başlıca ürünleri pirinç, buğday, mısır, arpa ve tütündür. Meyvecilik ve ipekböcekçiliği ekonomide önemli yer tutar. Hayvancılık gelişmiş olup, yak, koyun, sığır ve keçi beslenir. Keşmir keçisi dünyâca meşhurdur. Bu keçiden elde edilen yünden yapılan dokumalar çok ünlüdür. Keşmir topraklarında bakır, demir, boksit, çinko, mermer ve antrasit yatakları vardır.

KEŞMİR SULTANLIĞI

Himalayalar üzerinde yer alan Keşmir bölgesinde 1336-1589 seneleri arasında hüküm süren bir sultanlık. Onuncu yüzyıldan îtibâren Müslümanlar Keşmir’i fethe giriştilerse de uzaklığı sebebiyle muvaffak olamadılar. Müslüman Türkler, Keşmir’in Hindû racalarının sarayına ücretli asker olarak girdiler. Güzel ahlâkları ile yerlilerin hürmet ve sevgisini kazandılar ve üst mevkilere kadar yükseldiler.

Bunlardan Şah Mirza Svâti ahlâkı ve bilgisi ile kısa zamanda kendisini kabul ettirerek Hindû raca Sinha Deva’ya vezir oldu. Bu görevine Raca Rincana zamanında da devam etti ve onun Müslüman olmasına vesîle oldu. Raca Adni Deva zamanında nüfûzunu daha da kuvvetlendirdi. Raca’nın ölümünden sonra yerine geçen karısı Kota’yla evlenerek Keşmir tahtını ele geçirdi. Şemseddin lakabını alan Şah Mirza, Keşmir’de bir İslâm devleti kurup kendi adına hutbe okuttu (1339). Keşmir’de binlerce kişinin Müslüman olmasına vesile oldu. 1349’da vefat edince oğlu Cemşid (1349-1350) Keşmir sultanı oldu.

Bu sülâlenin altıncı hükümdârı olan Sultan Sikender (1393-1416), Tîmûr Hanın da bölgeye gelmesini fırsat bilerek Hindûların Müslüman olmalarını teşvik edici tedbirler aldı. Keşmir nüfûsunun çoğunluğu Müslümanlığı kabul etti. Bu yüzden Sikender “büt-şiken/put kıran” ünvanıyla anıldı. Yerine geçen oğlu Zeynelabidîn edebî faaliyetlere girişti. Zamanında Farsça ve Hindçeye tercümeler yapıldı. Zeynelabidîn’den sonra başa güçsüz hükümdârlar geçti. Karışıklıklar arttı. Hânedan mensupları arasındaki mücâdeleler sırasında kabîle reisleri, kendi başlarına hareket etmeye başladılar. Bunlardan Çak boyu reisleri nüfuz kazandılar. Hükümdârları nüfuzları altına aldılar. Babürlü devleti şehzâdelerinden Haydar Mirza, 1540’ta Keşmir’i zaptetti. Bâbürlülere bağlı olarak on sene idâre etti. Onun ölümünden sonra Çak reisleri, tekrar nüfuz kazandılar (1561). Bâbürlüler Ekber Şah zamanında bölgeye hâkim olarak Keşmir Sultanlığına son verdiler (1589).

Keşmir Sultanları

Şemseddin Şah Mirza Svâti

1336-1349

Cemşîd      

1349-1350

Alaeddin Ali Şîr    

1350-1359

Şihâbeddin Şîrâşâmak     

1359-1378

Kutbeddin Hindâl     

1378-1394

Sikender Büt-şiken 

1394-1416

Emir Han Ali Mirza  

1416-1420

Zeynelabidîn 

1420-1470

Haydar Şah 

1470-1471

Hasan

1471-1489

Muhammed (Birinci saltanatı)

1489-1490

Feth Şâh (Birinci saltanatı) 

1490-1498

Muhammed (İkinci saltanatı)

1498-1499

Feth Şah (İkinci saltanatı)  

1499-1500

Muhammed (Üçüncü saltanatı)

1500-1526

Birinci İbrâhim      

1526-1527

Nazuk (Birinci saltanatı)     

1527-1529

Muhammed (Dördüncü saltanatı)

1529-1533

Şemseddin   

1533-1540

Nazuk (İkinci saltanatı)     

1540

Haydar (Babürlü)   

1540-1551

Nazuk (Üçüncü saltanatı)   

1551-1552

Birinci İbrâhim (İkinci saltanatı)

1552-1555

İsmâil 

1555-1557

Habîb 

1557-1561

Çak boyu hâkimiyeti 

1561-1589

Babürlülere itaat     

1589

KETEN (Linum)

Alm. Lein (m), Fr. Lin, İng. Flax. Familyası: Ketengiller (Linocere), Türkiye’de yetiştiği yerler: Batı ve İç Anadolu ve Karadeniz’de fazla olmak üzere Anadolu’nun çoğu yerinde.

Haziran-ağustos ayları arasında mavimsi veya sarı renkli çiçekler açan, 15-60 cm boyunda bir yıllık veya çok yıllık otsu veya gövdesi odunlaşmış, kültürü yapılan bir bitki. Yaprakları sapsız, grimsi-yeşil renkli, dik veya yatık gövde üzerinde sıralanmışlardır. Keten en eski bir kültür bitkisidir. Mısır’da M.Ö. 4. yüzyılda keten yetiştirildiği, mabetler ve mezarlar üzerine yapılan resimlerden anlaşılmıştır. Keten, 4000-5000 yıldan beri Ön Asya ve Akdeniz bölgelerinde lifi ve tohumları için yetiştirilmekte; dünyanın çok yerinde üretilmektedir. Memleketimizde bazı keten türleri tabiî olarak yetişir.

Keten her çeşit toprakta yetişebilir. Lif ketenleri nemli havayı, yağ ketenleri ise güneşli havayı sever. Anadolu’da keten yazlık ve güzlük olarak ekilmektedir. Kışlık ketenler ağustos-eylül, yazlık ketenler ise mart ve nisan aylarında ekilir. Lif ketenlerinin uzun boylu olanları makbuldür ve gübreli toprakta yetişir. Yağ ketenleri, iyice olgunlaştıktan sonra toplandığı hâlde, lif ketenleri olgunlaşmadan toplanır. Keten tohumları kapsülden dövülerek çıkarılır ve elenerek temizlenir. Gövdeler iyice ezilerek içinden lifleri çıkarılır. Demet hâline getirilerek havuzlara daldırılır. Bir müddet bekletildikten sonra çıkarılıp kurutulur. Taraklardan geçirilerek düzeltilir ve yumaklar hâlinde hazırlanır.

Kullanıldığı yerler: Keten tohumlarından kavrulduktan sonra, düşük ısıda sıkılmak suretiyle keten yağı elde edilir. Bu sâbit bir yağdır. Keten yağında % 90 doymamış asitler bulunur. Anadolu yağ ketenlerinin tohumlarında, yağ miktârı ortalama % 40,5’tir. Keten yağı, yanıklardan ileri gelen yaralarda ağrı dindirici olarak kullanılır. Bâzı sabunların bileşimine girer. Boyacılıkta kullanılır. Bezir yağı elde edilir. Keten tohumunun yağı alındıktan sonra geriye küspesi kalır. Keten tohumları su veya süt ile kaynatılarak lapa yapılır ve hâricen ilâç şeklinde kullanılır.

KETENKUŞU (Carduelis linaria)

Alm. Leinsik (m), Fr. Linot (m), linotle (f), İng. Linnet. Familyası: İspinozgiller (Fringillidae). Yaşadığı yerler: Avrupa, Asya ve Kuzey Amerika’nın tarla ve çalılıklarında. Özellikleri: 13 cm uzunlukta ötücü bir kuş. Yılda iki defâ kuluçkaya yatar. Göçmendir. Keten ve kenevir bitkilerine zarar verir. Çeşitleri: Tek türü bilinir.

Ötücü kuşlar (Passeriformes) takımının ispinozgiller familyasından, tüyleri kül rengi ve esmer bir kuş. Akdeniz dolaylarında ve Doğu Türkistan’a kadar Avrupa’nın her yerinde yaygın olarak görülür. Kuzey Amerika’da bulunur. Sürüler hâlinde yaşayıp küçük tânelerle beslenir. Ahenkli bir ötüşü olup, bâzıları göç mevsiminde daha sıcak yerlere giderler.

Çok hareketli bir kuş olan ketenkuşu, kafese çabuk alışır. Kavgacı olmayıp, diğer kuşların arasında rahatça yaşar. Uzunluğu 13 cm kadar olup, alnı ile tepesi koyu kırmızı kahverengi kanatlarının üzerinde iki açık renk bant mevcuttur. Her defâsında beşer yumurta yumurtlar. Yılda iki defâ kuluçkaya yatar. Kuluçka süresi 12-14 gün kadar sürer. Keten ve kenevir bitkilerine zarar verir.

KETONLAR

Alm. Ketonen, Fr. Cétones (f), İng. Ketones. Karbonil grubuna iki alkil grubunun bağlı olduğu organik bileşikler sınıfı.

Ketonların en basidi dimetil keton da denilen asetondur. (CH3–CO-CH3) Karbonil grubu bulundurması bakımından ketonlar aldehitlere benzerler. Fakat aldehitlerde karbonil grubuna, bir alkil yerine bir hidrojen bağlanmıştır.

Ketonlar genel olarak karbonil grubuna bağlı alkillere bağlı olarak adlandırılır. Bir kısmının da özel isimleri vardır. CH3-CO-CH3, dimetil keton şeklinde adlandırıldığı halde özel ismi aseton’dur. Cenevre adlandırma sistemine göre, ihtivâ ettiği karbon sayısının Lâtincesinin sonuna “on”eki getirilerek adlandırılır. Ayrıca oksijenin bağlı olduğu karbonun kaçıncı olduğu rakamla gösterilir. Meselâ CH3-CH2-CO-CH2-CH3 pentanon 3’tür. Aynı zamanda dietil keton olarak da adlandırılır.

Ketonlar, karbon, hidrojen ve oksijen ihtiva ederler. Fakat ketonik karakter gösteren birçok kompleks bileşikler vardır ki, bunların yapısında substitüentler (hidrojenin yerine girmiş grup veya elementler) bulunur. Hidrokarbon radikalı alifatik veya aromatik olabilir. Hattâ karbonil grubunun karbonu bir halkada olan ketonlar da vardır.

Bâzı hallerde karbona bağlı olan hidrojen, karbonil grubunda bulunan oksijenin yanına göç eder ve -CO-CH2 grubu -C(OH)= CH- şeklini alır.

Ketonlar, sekonder (ikincil) alkollerin oksidasyonundan elde edilir. Bu oksidasyona dehidrogenasyon da denir ve asetik asit içinde kromtrioksid ile yapılır.

Sekonder alkollerin fazla aseton ile birlikte ısıtılmasıyla karboksili asidin kalsiyum tuzunun destilasyonu ile elde edilir. Ayrıca her ketonun kendine has elde edilişi vardır.

Özellikleri: Küçük moleküllü ketonlar çok akışkan sıvıdırlar ve karakteristik kokuya sâhiptirler. Suda çözünürler. Molekül büyüdükçe sudaki çözünürlük giderek azalır. Büyük moleküllü (karbon sayısı çok olan) ketonlar katıdır. Ketonlar indirgen değildir. (Karbonil grubu bulunduran aldehitler indirgendir). Buna göre ketonlar oksitlenemez. Hidrojen ile reaksiyona girerek sekonder alkolleri meydana getirirler. Sodyum hidrojen sülfit (NaHSO3), amonyak, siyanür asidi ve Grignard bileşikleri (R-Mg-X) ketonlarla katılma reaksiyonu verirler. Aromatik ketonların en çok bilinenleri asetofenon

(C6H5-C-CH3) ve benzofenon (C6H5-C-C6H5)

          |                                      ||

          O                                      O

dur.