KENYA

DEVLETİN ADI 

Kenya Cumhûriyeti

BAŞŞEHRİ 

Nairobi

NÜFÛSU     

26.985.000

YÜZÖLÇÜMÜ 

582.646 km2

RESMÎ DİLİ  

İngilizce, Swahili

DÎNİ  

Müslümanlık, Animizm,  Hıristiyanlık, Hindu

PARA BİRİMİ 

Kenya şilini

Afrika’nın doğu kıyısında ve ekvator üzerinde bir ülke. Kuzeyinde Etiyopya ve Sudan, batısında Uganda, güneyinde Tanzanya, doğusunda Somali ve Hint Okyanusu yer alır.

Târihi

Kenya, Afrika’nın en eski yerleşim bölgelerinden biridir. Kenya’ya ilk defa Arap tüccarlar gelerek, Malindi ve Monbasa şehirlerini kurmuşlardır.

Ülkeye ilk gelen Avrupalılar Portekizli gemiciler olmuştur. Ümit Burnu’nu 1498’de dolaşan Vasco de Gama, Malindi şehrine çıkmış ve bölgeye hâkim olmuştur. Portekizliler burada ticâret merkezleri kurmuşlar, kaleler yaptırmışlardır. On sekizinci yüzyılda Araplar Kenya’ya tekrar hâkim olmuşlar ve Portekizlileri bölgeden çıkarmışlardır. 1887’de bir İngiliz şirketi Kenyayı Araplardan kiralamış 1895’te de bölgeyi tam kontroluna almıştır. Bundan sonra Kenya tam bir İngiliz sömürgesi olmuştur.

1952’de yapılan bağımsızlık hareketlerinde Jomo Kenyatta liderliğe getirilmiş, ilk yıllarda başarı sağlayamamış İngilizler tarafından tutuklanmıştır. 1961’de de hapisten çıkan Kenyatta, zorlu bir mücadeleden sonra, Kenya’yı bağımsızlığa kavuşturmuştur. Ülkenin ilk hükümet ve devlet başkanı Kenyatta’nın ölümünden (Ağustos 1978) sonra yerine yardımcısı Moi seçilmiştir. 1982’de Moi’ye karşı bâzı subaylar tarafından yapılan darbe girişimi kısa sürede bastırıldı. Moi hâlen devlet başkanlığını sürdürmektedir (1993).

Fizikî Yapı

Kenya topraklarının doğu ve batısı birbirinden çok farklıdır. Güneydoğu da Hint Okyanusuna açılan dar kıyılar vardır. Kıyı şeridinden kuzey sınırına kadar uzanan iç bölge ülkenin yarısından fazlasını kaplayan kurak ovalardan meydana gelir. Yaylaların ortasında bütün Doğu Afrika’yı kaplayan Rift Vâdisi bulunur. Bu vâdinin tabanı göllerle kaplıdır. Ülkenin en büyük akarsuyu Tana ve Athi’dir. Ovaların çoğunluğunun deniz seviyesinden yüksekliği 360 m’yi geçmez.

Kenya ve Elgon dağları ülkenin en yüksek kısımlarını meydana getirir. Kenya Dağının yüksekliği 5200 m, Elgon Dağının yüksekliği ise 4321 m’dir. Batıdaki Nyanza Yaylası, dağlık bölgeden ve Rift Vâdisinden Uganda ve Tanzanya sınırındaki Victoria Gölüne kadar uzanır. Bu yaylada sulama meselesi olmadığı için çeşitli çiftlikler ve ormanlar, otlaklar yer alır.

İklim

Ülkede sıcaklık, denizden yükseklik durumuna göre değişir. Kıyı şeridinde sıcaklık ortalama 27°C’yi bulurken, dağlık bölgelerde 16°C’ye düşer.

Yağışlar bölgeden bölgeye değişir. Yağışın en fazla olduğu bölge batı kısımlarıdır. Yıllık yağış ortalaması 1270 mm’yi bulur.

Tabiî Kaynakları

Bitki örtüsü ve hayvanlar: Ülkenin bitki örtüsü, tropikal ormanlar, hindistancevizi ağaçlarıyla, savanalardan meydana gelir. Buş bölgesinin iç kısımlarında dev baobab ağaçlarına rastlanır. Kıyı bölgelerinde ise palmiye ağaçları bulunur.

Kenya sürek avlarıyla ün yapmış bir ülkedir. Güney ve doğu bölgelerinde arslan, fil, su aygırı, zürafa, antilop, zebra ve daha birçok yabanî hayvanlara rastlanır.

Mâdenler: Kenya yeraltı kaynakları bakımından fakir bir ülkedir. Az miktarda altın, bakır, amyant ve soda tozu çıkarılır.

Siyâsî Hayat

İngiliz Milletler Topluluğuna bağlı kalarak 1963’te bağımsızlığını îlân eden ülkede 1964’te Cumhûriyet rejimi benimsenmiştir. Yedi yıl süre için halk tarafından seçilen devlet başkanı hükümetin de başkanıdır. 171 üyeli millet meclisi yasama görevini yapmaktadır. Meclis üyeleri halk tarafından 5 yıl için seçilir.

Ekonomi

Ülkenin ekonomisi tarım ve hayvancılığa dayanır. Sanâyi gelişmemiş olup, turizm önemli gelir kaynağıdır.

Tarım: Kenya topraklarının % 12 gibi az bir kısmının tarıma elverişli olmasına rağmen, halkın % 60’ı tarımla uğraşır.

En çok üretilen ve ihraç edilen ürünler arasında çay, kahve ile böcek yiyen pire otu başta gelir. Kenya, böcek yiyen pire otu üretimi ve ihrâcâtında dünyâda birinci sırayı alır.

Diğer önemli tarım ürünleri, yerfıstığı, şekerkamışı, muz, mısır, buğday, pirinç, patates, pamuk ve yerfıstığıdır.

Hayvancılık: Hayvancılık hayli gelişmiştir. En çok sığır, koyun ve keçi beslenir. Bu hayvanlardan, kurak olmayan mevsimlerde ihraç edecek kadar et elde edilir.

Sanâyi: Ülkede sanâyi gelişmemiştir. Sanâyi, zirâî hammaddelerin işlenmesi ve hafif tüketim maddeleri yapımıyla sınırlandırılmıştır. Bunun yanısıra petrol üretmese de petrol rafinerisi, motorlu araçlar montajı, çimento ve tekstil gibi sanâyi dalları son yıllarda gelişmiştir. Sanâyi merkezi başşehir Nairobi ve Mombasa çevresinde toplanmıştır.

Ticâret: İhrâcâtının çoğunluğunu tarım ürünleri meydana getirir. En çok ihraç ettiği ürünler; kahve, çay ile böcek yiyen pire otudur. Bunun yanında sisal keneviri, söğüt kabuğu, konserve et ve deri de ihraç edilir. İhraç ettiği sınaî ürünler ise benzin, çimento ve soda tozudur.

Dışardan ise ulaşım araçları, makineler, mamul maddeler, kimyevî maddeler satın alır. Doğu Afrika Ticaret Topluluğuna üye olan Kenya’nın topluluk dışı ticaret yaptığı ülkeler arasında Almanya, İngiltere, ABD, Hollanda ve Japonya bulunur.

Ulaşım: Kara ulaşımı 45.000 km’lik kara yolu ve 4000 km’lik demiryolu ile sağlanır. Karayollarının ancak 4500 km’si asfalttır.

Nairobi ve Mombasa’da birer hava alanı ile Mombasa’da Doğu Afrika’nın en modern ve en önemli limanı vardır.

KEPEK

Alm. Kopfschuppen (pl.), Fr. Pellicules (pl.), İng. Scurf, dandruf. Daha ziyâde yağlı bünyeye sâhip kişilerde, saçlı derinin kabuklanması neticesinde baştan dökülen ince ve beyaz renkte olan kabuklar.

Saçların kepeklenmesi oldukça sık rastlanılan bir durumdur. Bu durum bünyenin fazla yağlı olmasından ileri gelmektedir ki, böyle bünyelere seboreik bünye denilmektedir. Kepeklenme aşırı olmadıkça önemli değildir.

Yağlı bünyeye sâhip kişilerde aynı zamanda saçlar da kolay dökülmektedir. Dolayısıyla kepeklenmeye, saçların dökülmesi de eşlik etmektedir. Yoksa, kepeklenmenin saç dökülmesine yol açması söz konusu değildir. Yağlı bünyeye bağlı olarak meydana gelen deri kalınlaşması, kepeklenmeye yol açar. Kepeklenme, bulaşıcı bir durum değildir.

Kepeklenmenin tam olarak ortadan kaldırılması mümkün değildir. Ancak alınacak tedbirlerle azaltmak mümkündür. Baş, haftada birden fazla yıkanmalıdır. Banyolarda kükürtlü veya katranlı sabunlar ve selenium sülfitli şampuanlar tavsiye edilir. Bunları devamlı kullanmak gerekir. Bu ilâçlar aynı zamanda saç dökülmesini de azaltırlar. Başa masaj yapmanın veya saçları uzun süre fırçalamanın faydası yoktur.

KEPEK

Alm. Kleie (f), Fr. Son (m), İng. Bran. Tahıl tâneleri öğütülüp elendikten sonra elek üzerinde kalan kabuk. Derinin pullanmasına da kepek denilir.

Tahıl kepeği, eskiden hayvan yemi olarak kullanılıyordu. Bugün insan vücûdunun besleyici olmayan ve hazmedilemeyen bâzı maddelere de ihtiyaç duyduğu anlaşılmıştır. Uzun yıllar, posanın insan beslenmesi ve sağlığı üzerinde tesiri olabileceği düşünülmemiştir. Hatta posa hazmedilmediği ve besleyici bir değer taşımadığı için gereksiz bir madde olduğu kabul edilmekteydi. Bunun için de yiyeceklerin posadan arındırılması için uğraşılmıştır. Bu sebeple tahıl unları çok ince eleklerden geçirilerek kepek kısmı çıkarılmıştır. Son yıllarda yapılan ilmî çalışmalar neticesi, sindirim sisteminin düzenli çalışabilmesi için, vücuda bir mikdar posa alınmasının gerekli olduğu anlaşılmıştır. Posa, sindirim sisteminin hareketlerini düzenlediği gibi barsaklarda meydana gelen zararlı maddelerin dışkı ile dışarı atılmasını sağlamaktadır. Posanın barsakla hâsıl olan veya barsağa giren bâzı toksik maddelerin etkisini önlediği tesbit edilmiştir. Bu müsbet tesirler yanında tahılların kepek kısmında bol bulunan fitik asit adlı bir madde, diyetteki kalsiyum, demir ve çinko mineralleri emiliminde azalmalara yol açmaktadır. Tahıllarda, fitik asidi parçalayan ve fitaz adı verilen bir enzim bulunmaktadır. Kepeğin bu menfi tesirini önlemek için kepekli unların hamur hâline getirilmesi, mayalandırılması ve ondan sonra çeşitli mamuller (ekmek bisküvi gibi) yapılması gerekmektedir. Mayalı hamur hâline gelişte fitaz enzimi etkisiyle fitik asit parçalanmakta ve tesirsiz hâle gelmektedir. Son zamanlarda kişi diyetlerinde, kepek ve kepekli unların bulunmasına ehemmiyet verilmeye başlanılmıştır.

Hiç elenmemiş unlar ve içine ayrıca kepek katılarak posa oranı arttırılmış unlarla yapılan mayalı ekmekler ve bisküviler, posayı az yeme alışkanlığı kazanmış toplumlarda, tüketimi giderek artan gıdâlar hâline gelmektedir. Gerçekten özellikle buğday kepeği faydalı tesiri olan posa maddelerini daha çok ihtivâ etmektedir. Bu sebeple kepekli esmer ekmek ve kepekli bisküviler tercih ve hekimler tarafından tavsiye edilmektedir. Ekmek ve bisküvilerin bol kepekli olmaları halinde kalori değerleri azalmakta protein ve vitamin muhtevâları ile posa mikdarları ise önemli oranda artmaktadır. Yapılan incelemelere göre, kurutulmuş buğday kepeği içinde yaklaşık yüzde 48 oranında posa bulunmaktadır. Bu nitelikteki kepekten, 80 gram bisküvi ununa 20 gram karıştırılarak yapılan bisküviler ile normal bisküviler arasında önemli farklar tesbit edilmiştir. Şekerli bisküvilerin daha yüksek kalorili olduğundan şişmanlar için mahzurlu olabileceği, kepekli bisküvilerde ise besin değerlerinin arttığı ve kalorinin azaldığı görülmektedir.

Kepekli ekmek ve bisküvilerin satın alınmaları hâlinde dikkat edilmeleri gereken en önemli hususlar, bu mâmullerin mayalandırılmış hamurla îmâl edilmeleri ve kepek miktârının daha fazla olmasıdır.

100 gr kepekli bisküvi ve şekerli bisküvinin besin değerleri:

Şekerli Bisküvi

Kepekli Bisküvi

Enerji değeri 

 465   kl

  400  kl

Protein miktârı        

 5,4  gr

   7,07 gr

B1 vitamini miktârı  

  0,02 mgr

   0,16 mgr

Niacin miktârı

 0,30 mgr

  4,22 mgr

B2 vitamini miktârı  

  0,07 mgr

  0,13  mgr

Posa miktârı  

   0,2  gr

    9,7 gr

KEPLER, Johannes

Astronomi ve optik alanlarında önemli keşfleri yapan bir Alman bilgini. 1571 yılında Almanya’nın Weil der Stadt şehrinde doğan Kepler’in geçirdiği bir çocuk hastalığı, gözlerini bozduğu gibi onu yarı kötürüm bıraktı. Bedenî bozuklukları, aklını ve kâbiliyetlerini hiç etkilemedi. Matematikteki harikulâde kâbiliyeti, ona Avusturya’daki Graz Üniversitesinde bir kürsü sağladı. 1597’de çıkan birtakım dînî karışıklıklar sonunda buradan ayrıldı. 1543’te Nicolaus Copernicus (Kopernik), isim vermeden İbn-i Şâtir ve Batrûcî’nin eserlerinden alarak güneş sisteminin merkezinin güneş olduğunu ileri sürmüştü. Kepler, tartışılabilir birçok yanları olmasına rağmen, bu düşüncenin, öbürlerine oranla, eldeki sonuçlara daha iyi uyduğunu gördü. Kopernik’in güneş merkezli temel düşüncesini ispatlamakla kalmayan Kepler, onu daha da geliştirdi ve gezegen hareketlerinin üç önemli kânununu ortaya çıkartmakla ondan istifâde etti.

Kepler kânunlarının ilkine göre, gezegenler, elips biçiminde yörüngelerde hareket ederler. Elipsin dâireninki gibi merkezi yoktur, onun yerine iki tâne odak noktası vardır. Gene bu kânuna göre, her gezegenin eliptik yörüngesinin odaklarından birinde güneş yer alır.

Kepler kânunlarının ikincisine göre, gezegenler güneşe yaklaştıkça yörüngelerinde daha hızlı hareket ederler. Üçüncü kânun ise, gezegenin yörüngesindeki bir tam turunun süresiyle güneşe olan ortalama uzaklığı arasındaki yalın bir bağıntıyı târif eder.

Kepler, ayrıca güneşin, gezegelerin hareketi üzerine kuvvetli etkisini görmekte de gecikmedi. Güneşle gezegenler arasında bir çeşit çekim gücü olduğunu ileri sürdü. Yalnız bu gücün kaynağı ve yapısını açıklamadı. Çekim kânunu bundan 50 yıl sonra Bîrûnî’nin bulduğu yer çekimi kanûnunu Isaac Newton kendine mâl etti ve Keplerin kânunlarının çekim gücünün tabiî bir sonucu olduğunu gösterdi.

Kepler, ayrıca görme hâdisesiyle ilgili araştırmalar da yaptı. Bu araştırmaları gözün yapısı ve çalışma prensibiyle ilgili çalışmalara başlangıç teşkil etti. Gözbebeğini, içinden ışık ışınları geçtiği bir zar tabakası olarak târif eden Kepler, buradan göze giren ışınların nasıl kırıldıklarını da doğru bir biçimde anlattı. Kendisinden sonraki teleskop yapımının nazarî ilkelerini ortaya koydu ve göz sağlığıyla ilgili optik çalışmalarını başlattı.

Sonraları kilisenin baskısı üzerine Linz’den ayrılan Kepler, ayrıca logaritmadan faydalanarak yıldızların ve gezegenlerin yerlerini hesapladı. Kepler, 1630’da öldü.

KERÂMET

Allahü teâlânın sevgili kullarında meydana gelen âdet dışı, alışılanın üstünde görülen, hârikulâde hâl. Doğru bir îtikâda, inanca sâhib olan ve her işinde İslâmiyete uyan kimselere Allahü teâlânın âdeti dışında, yâni fizik, kimyâ ile biyoloji kânunları dışında ikrâm ve ihsân ettiği şeylere “kerâmet” denir. Lügatta kerâmet; hârika, yaradılışın ve imkânların üstünde olup, insanda hayranlık uyandıran şey mânâsınadır.

Allahü teâlâ, her şeyi bir sebeb altında yaratmaktadır. Bu sebeplere, iş yapabilecek tesir, kuvvet vermiştir. Bu kuvvetlere tabiat kuvvetleri, fizik, kimyâ ve biyoloji kânunları da denir. Bir iş yapmak bir şeyi elde etmek için, bu işin sebeplerine yapışmak lâzımdır. Meselâ, buğday hâsıl olması için tarlayı sürüp ekmek, ekini biçmek lâzımdır. İnsanların, bütün hareketleri, işleri Allahü teâlânın bu âdeti içinde meydana gelmektedir. Allahü teâlâ sevdiği insanlara iyilik, ikrâm olmak ve azılı düşmanlarını aldatmak için, âdetini bozarak, sebepsiz şeyler yaratıyor. Meselâ:

Peygamberlerden (aleyhimüsselâm) âdet-i ilahiyye dışında ve kudret-i ilahiyye içinde meydâna gelen şeylere “mûcize” denir. Peygamberlerin mûcize göstermesi lâzımdır. (Bkz. Mûcize)

Peygamberlerin (aleyhimüsselâm) ümmetleri içinde bulunan velîlerinde âdet dışı meydana gelen şeyler kerâmettir. Evliyânın kerâmet göstermesi lâzım değildir. Bunlar kerâmet göstermek istemez. Allahü teâlâdan utanırlar.

Ümmet arasında, velî olmayanlardan meydana gelen âdet dışı şeylere “firâset” denir. (Bkz. Firâset)

Fâsıklardan, günâhı çok olanlardan zuhûr ederse “istidrâc” denir ki, derece derece kıymetini indirmek, demektir.

Kâfirlerden zuhûr edenlere ise “sihir” yâni “büyü” denir. (Bkz. Büyü)

Evliyânın kerâmetleri haktır, doğrudur. Peygamberlerin mûcizeleri olduğu gibi, evliyânın da kerâmetleri vardır. Evliyâ, Allahü teâlânın sâlih, temiz kullarıdır (Bkz. Velî). Allahü teâlâ kendisine yakın olan bu seçilmiş kullarına diri ve ölüyken kerâmetler ihsân eder. Onlar için âdet-i ilâhiyyesini bozar, değiştirir. Başkasına vermediklerini onlara ihsân eder.

Kerâmet velînin ölüsünde de dirisinde de hâsıl olur. Peygamberler, ölünce peygamberlikten ayrılmadıkları gibi, velîler de ölünce, evliyâlık derecesinden düşmezler. İnsanın ölünce rûhunun ölmediği âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîflerle açıkça bildirilmiştir. Rûhların şuur sâhibi olup, ziyâret edenleri ve onların yaptıklarını anladıkları da bildiriliyor. Kâmillerin, velîlerin, ruhları diriyken olduğu gibi, öldükten sonra da yüksek mertebededirler. Allahü teâlâya mânevî olarak yakındırlar. Kerâmet sâhibi olan, rûhlarıdır. Rûh ise insanın ölmesiyle ölmez. Kerâmeti yapan, yaratan yalnız Allahü teâlâdır. Her şey O’nun kudreti ile olmaktadır. Her insan Allahü teâlânın kudreti karşısında, diri iken de ölü iken de hiçtir. Bunun için, Allahü teâlânın dostlarından biri vâsıtasıyla, bir kuluna ihsânda bulunması şaşılacak, bir şey değildir. Diri olanlar vâsıtasıyla çok şey yaratıp verdiğini herkes her zaman görmektedir. İnsan diri iken de ölü iken de birşey yaratamaz. Ancak Allahü teâlânın yaratmasına vâsıta, sebeb olur.

Evliyânın kerâmetine inanmak lâzımdır. Evliyânın kerâmetine inanmayan Ehl-i sünnetten ayrılır. Evliyânın kerâmeti olduğu âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîfler ile bildirilmiştir. Onun için Müslümanlar kerâmete inanır. Evliyâdan hâsıl olan hârikalar, kerâmetler ikiye ayrılır. Birincisi, Allah’ın zâtına ve sıfatlarına ve işlerine âit olan bilgilerdir. Bunlara “keşif” de denir. Bunlar akıl ile, düşünmekle elde edilemez. Seçtiği kullarına ihsân eder. İkincisi, madde âlemindeki hârikulâde şeylerdir. Bu kerâmet, seçtiği kullarına verildiği gibi, kâfirlere de verilir. Kerâmetlerin birincisi kıymetlidir. Câhiller ise, ikincisini kıymetli sanırlar. Kerâmet deyince yalnız bunları anlarlar. Açlıkla ve insanlardan kaçarak nefislerini temizleyen her insan mahlûkların gayblerini haber verir. İnsanların çoğu hep dünyâyı düşündükleri için, böyle haber verenleri evliyâ sanır. Hakîkatten haber verenlere kıymet vermezler.

Bunlar evliyâ olsalardı, bizim hallerimizden haber verirlerdi derler. Bu bozuk düşünceleri ile, Allah’ın sevdiği kullarını inkâr ederler. Velîlik, Allah’a yaklaşmak demektir. Bu dereceye yetişenlere mahlûklara âit kerâmetler de verilebilir. Bu kerâmetin çok olması, velînin yüksek olduğunu göstermez. Velînin kendinde kerâmet hâsıl olduğunu bilmesi lâzım değildir. Allah bir velînin şekillerini bir anda çeşitli memleketlerde herkese gösterir. Uzak yerlerde şaşılacak şeyleri yaptığı görülür. Halbuki kendisi bunları bilmez. Bilenleri olursa da yabancılara belli etmez. Çünkü kerâmete kıymet vermez.

Eshâb-ı kirâmın ve Tabiînin binlerce kerâmeti kitaplarda yazılıdır ve dillerde dolaşmaktadır. Bunlar, Şevâhidün-Nübüvve, Kısas-ı Enbiya, Câmi-ul-Kerâmât ve Tezkiret-ül-Evliyâ gibi kitaplarda geniş şekilde anlatılmaktadır.

KERBELÂ

Irak’ın büyük şehirlerinden biri. Hazret-i Hüseyin’in şehit edildiği ve türbesinin bulunduğu yer. Bağdat’ın 100 km güneybatısında bulunur.

Kerbelâ denince akla ilk defâ hazret-i Ali’nin oğlu hazret-i Hüseyin’in şehit edilmesi gelir. Abbâsîlerin son zamanlarında Kerbelâ, hurmalıklar içinde bulunan ve suyunu Fırat’tan alan küçük bir şehir hâline geldi. Osmanlı Sultanlarından Kânûnî Sultan Süleyman 1534/1535 (H.941) târihinde sık sık tahribe uğrayan hazret-i Hüseyin türbesi ile Necef’teki Ali türbesini ziyâret ederek, Kerbelâ’daki Hüseyniyye adındaki bir kanalı tâmir ettirdi ve rüzgârların kumlar ile örttüğü sahaları yeniden bahçe hâline getirtti. Ayrıca bâzı inşaatlar da yaptırdı. Üçüncü Murâd Han (1574-1595) da 1585’te Bağdat Valisi Ali Paşa vâsıtasıyla, hazret-i Hüseyin’in eski türbesini îmâr ettirdi. On dokuzuncu yüzyılda bir ara Vehhâbîlerin, tahribâtına uğramışsa da, Osmanlı Devleti, vâlileri tarafından şehre hükümet konağı yaptırılmış ve pazar yeri genişletilmiştir.

Kerbelâ’nın ehemmiyeti ve zenginliği, özellikle hazret-i Hüseyin’in türbesini ziyârete gelen çok sayıda ziyâretçi yüzünden olmakla beraber, ayrıca Necef’e ve Mekke’ye gidecek hacılar için bir istasyon, aynı zamanda iç Arabistan ile yapılan ticâret bakımından, çöl hududunda mühim bir ticâret merkezi olmasından ileri gelmektedir. Kerbelâ’nın Basra demiryolu ile bağlantısı vardır. Nüfûsunun yarıdan fazlasını İranlılar, geri kalanını da şiî Araplar meydana getirir. Bunlar arasında kuvvetli aşiretler de vardır. Asıl Kerbelâ, doğu taraftaki yarım dâire şeklindeki hurmalıklar ve hazret-i Hüseyin’in kabrinden ibârettir. Şehrin batısında ise, çöl manzaralı yaylada Şiîlere âit mezarlıklar vardır. Hazret-i Hüseyin’in makamı, 108x82,5 m büyüklüğündeki bir avlu içinde bulunur. Bu avlunun duvarları boydan boya Kur’ân-ı kerîm sûreleriyle kaplıdır. Türbe, geniş bir teşkilâta sâhiptir.

Bugün dahi Şiî halk arasında bu türbenin civârında gömülenlerin Cennete girecekleri inancı yaygındır. Bu yüzden birçok yaşlı ve sakat Şiî, hayatlarının son günlerini yaşamak üzere bu türbe civârına gelir öldüklerinde, türbe yakınlarına defnedilir.

KERDERÎ

On dördüncü ve on beşinci yüzyıllarda yetişen Hanefî mezhebi fıkıh âlimlerinden. İsmi Muhammed bin Muhammed, lâkabı Hâfızüddîn’dir. Kerderî ve Bezzâzî nisbetleriyle meşhurdur. İbn-ül-Bezzâz diye de tanınırdı. Aslen Harezm’in Kerder köyündendir. Doğum târihi belli değildir. 1424 (H. 827) senesinde Mekke’de vefât etti.

Kerderî ilim tahsiline memleketinde başladı. Dört sene kadar İbn-i Arabşâh’ın derslerine devâm edip, fıkıh ve usûl-i fıkıh ilimlerini ondan öğrendi. Kâdı Sa’düddîn bin Deyrî ile karşılaşıp ondan ilim öğrendi ve onunla birlikte Kâhire’ye gitti. Orada bulunan Emin Aksârâyi onu kendisi ve cemâati için alıkoydu. İlimde yüksek dereceye kavuşan Kerderî bir ara Kırım’a ve Eflâk’a giderek iki sene kadar buralarda kaldı ve ilim öğretti. Hac için Mekke-i mükerremeye gittikten sonra, vatanına döndü. Osmanlı ülkesine gelip, Bursa’da büyük âlim Molla Fenârî’yle sohbette bulundu. Daha sonra Mekke-i mükerremeye giderek, 1424 (H.827) senesi Ramazan ayı ortalarında orada vefât etti.

Eserleri:

Kerderî’nin Bezzâziyye adındaki fetvâ kitabı çok meşhur ve mûteberdir. İmâm-ı A’zam Ebû Hanîfe hazretlerinin hayâtını anlatan Menâkıb-ı İmâm-ı A’zam Ebû Hanîfe kitâbı da meşhurdur. Ayrıca Hanefî fıkhıyla ilgili Şerhu Muhtasar-ı Kudûrî adlı bir eser yazmıştır.

KEREM İLE ASLI

Anadolu’da yüzyıllardır söylenen oldukça yaygın bir halk hikâyesi. Türk Folklorunun önde gelen örneklerindendir. İlk önce el yazması olan kopyalardan okundu. Daha sonra taş baskısı kitaplarla köylere yayıldı. Hikâyede, kökünü tasavvuftan alan insanın kaderini değiştiremeyeceği fikri ve gerçek güzelliğin Allah’ta olduğu, insanın emellerine bu dünyâda ulaşamayacağı inancı vardır.

Hikâyede, Şiraz şehrinde Surûrî Şahın oğlu Ahmed Mirza ile musâhibi (hazine nâzırı) KeşişYahud’un kızı Kara Sultan’ın başından geçenler anlatılır.

Surûrî Şah ile musâhibi Keşiş Yahud’un çocukları olmadığından ikisi de dertlidir. Birgün birlikte seyâhate çıkarlar. Yolda eğer çocukları olursa birbirleri ile evlendirmeye söz verirler. Önlerine çıkan bir dervişe dertlerini açarlar. Dervişin verdiği elmaları hanımları ile yedikten sonra, Hatice Sultan bir oğlan, Keşiş’in hanımı da bir kız doğurur.

Çocuklar büyür, Ahmed Mirza on beş yaşına gelir. Birgün Mirza, candan arkadaşı Sofu ile avdan dönerken bir bahçede rastladığı gergef işleyen bir kıza tutulur. Bu kız ise Kara Sultan’dır. Ahmed Mirza kızla konuşup isimlerini değiştirirler. Mirza, Kerem Kara; Sultan da Aslı Han ismini alır.

Daha sonra Kerem bu aşktan dolayı yemeden içmeden kesilir. Bu durumu babası duyar. Surûrî Şah verdikleri sözü hatırlatarak kızı Keşiş’ten ister.

Keşiş’in kardeşi olan Manuk sihirbazdır. Güzel olan Aslı’nın kendisine bir belâ getireceğini söyleyip Âzerbaycan’dan Anadolu’ya kaçmalarını söyler. Aslı’yı din ayrılığından Kerem’e vermeyi kabul etmeyen Keşiş Aslı’yı alarak kaçar.

Kerem de vefalı arkadaşı Sofu ile birlikte Aslı’yı aramaya çıkar. Kerem ile Sofu köy köy, şehir şehir onların peşinden giderler. Bir keresinde Kerem bâzı Beylerin yardımıyla Aslı ile birleşeceği sırada Manuk ve Yahud türlü hîlelerle Aslı’yı kaçırır.

Kerem onların Kayseri’de yerleştiklerini öğrenir. Keşiş’in vazife yaptığı manastırı bularak orada kıyâfet değiştirip hizmetçilik yapar. Ama gerçek kimliği anlaşılınca kovulur. Buna çok üzülen Kerem’in dişleri ağrımaya başlar. Bir çocuğun yardımıyla bulduğu dişçi Aslı’nın anasıdır. Kerem diş çektirmek bahanesiyle, Aslı ile konuşur. Kerem bu esnâda başı Aslı’nın dizinde otuz iki dişini çektirir. Ağzını silerken evvelce verilen nişan çevresinden onu tanır, Kerem’i oradan kovarlar. Kerem buna çok üzülür. Dört kitabın hürmetine Allah’tan çektiği sevdânın bir kısmını Aslı’ya verip hak dîne dönmesi ve kendisine yâr etmesi için duâ eder; duâsı kabul olur. Aslı’ya gaflet gelir uyur. Pirler aşk dolu su verir, hak dîni kabul eder. Kerem elini yüzüne sürünce otuz iki dişi tekrar bitip yerine gelir.

Daha sonra kendisine, mürâcaatı sebebiyle evde pusu kuran beyin adamları Kerem ile Sofu’yu yakalarlar. Beyin kız kardeşi bu işi çözmek için, Aslı’yı da aralarına katıp kırk tâne güzel kızı süsleyerek gül bahçesine salar. Bahçeye getirilen Kerem gözlerini Aslı’dan ayırmaz. Keşiş kızını tekrar kaçırır. Bu defa Kerem ile Sofu onları Halep’te bulurlar. Halep Paşasının arzusu üzerine Keşiş düğüne râzı olur. Keşiş bu sefer de, gerdek gecesi kızına sihirli bir elbise giydirir.

Gerdek gecesi düğmeleri çözüldükçe iliklenen bu elbiseyi sabaha kadar çıkaramaz. Sevgilisine kavuşamayan Kerem, tan yeri ağarırken yürekten bir âh çeker. Ağzından çıkan alev Kerem’i yakıp kül eder. Aslı, Kerem’in külleri başında kırk gün bekler. Küller dağıldıkça saçını süpürge yaparak dağılan külleri toplar. Kırkıncı gün külleri toplarken saçı tutuşur, o da yanar. Aslı’nın külleri de Kerem’in küllerine karışır.

Âzerbaycan’ı içine alan sâhada doğan ve Doğu Anadolu’da yayılan Kerem ile Aslı Hikâyesi, şekil yönünden Dede Korkut Hikâyeleri’nde görülen “nazım-nesir” geleneğine bağlıdır. Hikâyede duygular nazımla, olaylar ise nesirle anlatılmaktadır. Hikâyedeki dil, yaşayan Türkçedir. Hikâyenin içinde geçen şiirlerin büyük bölümü 11 ve az bir kısmı 8’lik hece ile yazılmıştır.

Hikâyenin kahramanı Kerem, bir saz şâiri tipidir. Kerem elinde sazı, Aslı ve sıla hasreti içinde, arkadaşı Sofu ile Aslı’yı bulmak için şehir şehir, köy köy Anadolu’yu dolaşırlar.

Eserin motifleri olarak şunları görüyoruz: Çocuğu olmayan padişah; velûdiyet unsuru olan elma; aşk bâdesi ve rüyâsı; Hızır; acuze; diş çektirme, kuru kafa ve en önemlisi yanmadır.

Kerem “yanma” motifi ile kendi bildiği teknik ve şiirleri ile hikâyeyi süsleyerek meşhur eseri tasnif etmiştir.

Sonraki hikâye ve tasniflere girmiş şiirlerin, sâhiplerini tâyin etmek oldukça zor bir iştir. Kerem ile Aslı’nın hikâyesinin etkisi uzun zaman dillerde dolaşmıştır.

Ayrıca hikâyeye Türk divan ve halk şiirlerinde yer verilmiş veya telmih yapılmıştır.

Kaç bahardır gülüsün bu karlı Erzurum’un

Bakışın efsâneler anlatır uzun uzun

Kerem ile Aslı var üstünde yolumuzun

Karanlığa karışıp geceye sırdaş ol sen

KERESTE

Alm. Bauholz, Schnittholz-(n), Fr. Bois (m) de construction, charpente (f), İng. Lumbert, timber. Ağacın, ticârî maksatla kullanılabilir duruma getirilmiş hâli. Bulunduğu şekliyle kullanılamayan ağaç, önce kesilir sonra hızar atölyelerinde kereste hâline getirilir. Keresteler, sınıflandırılır, kurutulur, gerekiyorsa son işlemler yapılıp pazarlanır. Dünyâda ortalama olarak, kesilen ağaçların yarısı yakacak olarak, diğer yarısı da kâğıt îmâlâtında ve çeşitli işlerde kereste olarak kullanılmaktadır. Kullanılacağı yere göre çeşitli ağaçlardan kereste elde edilir. Sertliklerine bağlı olarak bâzı ağaçlar, şöyle sınıflandırılabilir.

Çok sert ağaçlar: Ceviz, sert karaağaç, kara salkım, karaağaç.

Sert ağaçlar: Meşe, kayın, dişbudak, karasakız.

Orta sertlikte ağaçlar: Kırmızı sakız, beyaz karaağaç, bâzı kavak cinsleri.

Yumuşak ağaçlar: Kestane, sarıkavak, selvi, sedir.

Çok yumuşak ağaçlar: Beyaz çam, lâdin, ıhlamur, söğüt,

Kereste elde etmek için aşağıdaki işlemler yapılmaktadır:

Ağaç kesme: Eskiden balta ve testere ile kesilen ağaçlar, bugün motorlu testerelerle kesilmektedir. Kesilen ağaçların dalları ayrılır. Gerekiyorsa daha küçük parçalara bölünür. Sonra bu tomruklar bir araya toplanıp hızar atölyelerine sevk edilir. Tomrukların nakli, memleketlere ve coğrafî bölgelere göre çeşitli yollardan yapılır. Traktör ve kamyonlarla karadan nakil yapılabildiği gibi, akarsulardan da bu maksatla faydalanılmakta, hattâ havadan nakil için helikopter ve balonlar kullanılmaktadır.

Biçme, kurutma, son işlemler: Kesilen ağaçlar çeşitli yollarla hızar atölyelerine gelir. Burada standart ölçülerde biçilir. Fakat, kerestenin kuruyacağı düşünülerek ölçüler biraz büyük tutulur. Yuvarlak testere, şerit testere veya çok bıçaklı testerelerle biçilen keresteler, aralarından hava geçecek şekilde dizilerek kurutulur. Kerestenin cinsine, kalınlığına ve hava durumuna göre bu kurutma işlemi, birkaç haftadan bir yıla kadar veya daha uzun da sürebilir. Kurutma işi fırınlarda da yapılabilir. Fırınlarda, sıcak hava kerestelerin arasından hızla geçirilir. Bu işlem esnasında sıcaklık ve nem devamlı kontrol edilir. Böylece nem nispeti 72 saatte % 12’ye indirilebilir.

Kurutulan keresteler, kullanılacağı yere göre son işlemlerden geçirilir. Sert ağaç keresteleri genellikle son işlem görmeden satılır. Yumuşak ağaç kerestelerinin ise çoğu planyadan geçer.

Yangın, böcek gibi dış tesirlerden korunmak istenen özel keresteler, daha başka işlemlere de tâbi tutulur. Bunun için değişik kimyevî maddeler kullanılır.

Sınıflandırma: Keresteler, kullanılacağı yere, ölçülerine ve gördüğü işlemlere göre sınıflandırılır. Sert ve yumuşak ağaçların sınıflandırılması ayrı ayrı yapılır. Çeşitli metodlarla sınıflandırılan keresteler, değişik renklerle işâretlenir.

KEREVİZ (Apium graveolens)

Alm. Sellerie (m), (f), Fr. Céleri (m), İng. Celery. Familyası: Maydanozgiller (Umbelliferae). Türkiye’de yetiştiği yerler: Memleketimizde kültürü yapılır.

Geniş yaprakları ve uzun yaprak saplarıyle şişkin gövdesi yenen, kışlık bir sebze. Vatanı Güney Avrupa’dır.

Kereviz, mutedil-serin, deniz havası alabilen rutubetli yerlerde, kumlu, humuslu topraklarda iyi yetişir. Soğukta donar. Fazla sıcakta kalitesini bozar. Kurakta yumru teşekkülü olmadığı gibi yaprakları gevrek ve lezzetli olmaz. Kısa sürede tohuma kalkar. Potaslı ve azotlu gübreyi sever.

Yaprak ve kök kerevizi olmak üzere iki çeşidi vardır. Yaprak kerevizi, kökü yumru bağlamayan, yaprak sapları uzun bir çeşittir. Kök kerevizi ise, yaprak sapları kısa, kökü yumruludur.

Kereviz tohumla üretilir. Bölgeye göre mart-mayıs ayları arasında tohum tavalarına metre kareye 1-2 gr hesabıyla ekilir.Tohumun çimlenmesi geç olduğu için sulanmalıdır. Yaz içinde kuvvetlenen fideler kökleri zedelenmeden çıkarılır ve asıl yerlerine dikilir. Sonbaharda hasadı başlar. Kış boyu devam eder. Dekardan 2-4 ton mahsul alınabilir.

Kullanıldığı yerler: Kerevizin hususî kokusu dolayısıyla yaprakları, turşu ve çorbalara konur. Besin değeri çok yüksek olmamakla beraber besleyicidir. Kereviz pişirilerek yendiği gibi, olgunlaştıktan sonra çiğ olarak da yenilebilir. Ayrıca kerevizde B vitamini, demir ve kireç vardır. Kereviz unutkanlığı giderir, idrar söker, kan ve süt yapar, karaciğeri temizler.

KERHÎ

On birinci asırda Bağdat’ta yetişen meşhûr matematik âlimi. İsmi Muhammed bin Hasan el-Hasîb, künyesi Ebû Bekr’dir. Kerh’te doğduğu için Kerhî nisbetiyle meşhur oldu. Doğum târihi bilinmemektedir.

Genç yaşta din ve fen ilimlerini öğrendi. Fıkıh ilmi, İslâm hukûku ve matematik alanlarında söz sâhibi oldu. Ömrünü Bağdat’ta geçiren Kerhî, kısa bir süre dağlık bölgelerde yaşamış ve bu esnâda geometri üzerinde çalışarak, cebiri bu ilimden ayırmaya çalışmıştır. matematik alanında cebir ilmine esaslı hizmetleri ile tanınan Kerhî, 1019 senesinde doğduğu yerde vefât etti.

Ünlü ilim târihçisi G. Sarton, eserinde Kerhî hakkında; “Avrupa, cebirdeki başarılarının çoğunu Kerhî’ye borçludur. Eserleri 19. asra kadar Avrupa üniversite ve bilim çevrelerinde kullanılan Kerhî; cebir ilminde selefi Harezmî ve Ebû Kâmil Şuca gibi âlimleri tâkib ederek, analitik metodları uygulamış ve bu sâhada kendine has keşiflerde bulunmuştur.” demektedir.

Geliştirdiği yeni cebir metodları sebebiyle, matematik düşünüşte derinlik ve orijinalite sâhibi olduğunu gösteren Kerhî, iki sayının küplerinin toplamının hiçbir zaman küp olamayacağını ortaya koydu. Bu teorem daha sonra Fransız fizikçi P. Fermat tarafından tekrar ortaya çıkarıldı.

Kerhî, diğer taraftan pozitif rasyonel sayıların teoremleri ve onların cebirsel ve geometrik ispatlarıyla meşhur olmuştu.

Kerhî’nin kuadratik denklemlerin çözümünü hem aritmetik, hem de geometrik olarak ispat metodu, Diophantus’a benzetilir. Meşhur Pascal üçgeninin, Fransız düşünürü Pascal’a âit değil de, Kerhî’ye âit olduğu ve Pascal’dan dört asır önce onun tarafından kullanılıp uygulandığı, El-Bahr fil Cebr adlı eserde açıkça belirtilmektedir. Eser, Yahyâ bin el-Mağribî tarafından yazılmıştır. Müellif, Kerhî’den aldığı bu metodu eserinde şekillerle îzâh etmektedir. Pascal bu metodu, İslâm âlimlerinden, belki de doğrudan doğruya Kerhî’nin eserlerinden almıştır. Fakat o da, diğer Avrupalı bilginler gibi aldığı kaynağın adını ve sâhibini belirtmeyerek, kendine mâl etmiştir. Kerhî, bu üçgeni zekâyı geliştirmek ve ihtimâl hesapları yapmak için kullanmıştır. Daha sonra da Yahyâ ibn el-Mağribî, Tûsî ve Kâşî tarafından geliştirilerek, bugünkü modern binom teoreminin temelini tşkil etmiştir.

Eserleri:

Kerhî, matematik alanında pek fazla eser yazmıştır. Fakat bunların çoğu kaybolmuş, ancak az bir kısmı zamânımıza ulaşmıştır. 1) El-Bahr fil-Cebr ve Mukâbele: En önemli eseridir. Zamânın vezîri Fahr-ül-Melik’e ithâf ettiği eserin, nüshaları Oxford, Pâris ve Kâhire kütüphânelerinde bulunmaktadır. F. Woepcke tarafından yapılan Fransızca özeti 1852 senesinde yayınlanmıştır. Ömer Hayyâm’ın cebir alanında yazdığı eserden sonra, bu dalın en önemli eseridir. Eserin bir özelliği, sayıların ifâdesinde rakamlar yerine harflerin kullanılmasıdır.

2) El-Bedî fil-Hisâb: Bu eserde Oklid ve Nicomachus tarafından ele alınan sâbit noktalar incelenmiş ve cebirsel işlemlere önemli yer ayrılmıştır.

3) El-Kâfi fil-Hisâb: Eser, fonksiyonların kullanımı hakkında yazılmıştır. Ayrıca aritmetik, cebir ve geometrinin özetleri mevcuttur. Yazma tek nüshası Gotha’da bulunmaktadır. 1878-1880’de A. Heoheim tarafından Almancaya tercüme edilerek, üç fasikül hâlinde yayınlanmıştır.

4) İnbât-ül-Miyâh-ül-Hafiyye: Su getirme hidroliğine âit mükemmel bir eserdir. Kendi hayâtına âit notlar yanında, yeryüzü coğrafyası ile ilgili kavramlar da mevcuttur. Topoğrafya âletlerinden ve bunların prensiplerinden bahsetmektedir. Aynı zamanda kuyu ve hidrolik yapıların inşâsı ve hukûkî durumlarını da incelemektedir. Eser, 1845 senesinde Haydarâbâd’da basılmıştır.

5) Risâletun fî Ba’zetin-Nazariyyât fil-Hisâb vel-Cebr, 6) Risâletun fin-Nisbe, 7) Risâletun fî İstihrâc-il-Cüzûr fis-Simâ, 8) Risâletun fil-A’dâd-it-Tabî’iyye, 9) Risâletun fil-Cebr, 10) Risâletun fî Muâdelât-il-Cebriyye, 11) Risâletun fî Hisâbi Mesâhati Ba’z-is Sütûh bilinen diğer eserleridir.

KERİMAN HÂLİS ECE

Türk güzellik kraliçesi. Babası devlet memuru Tevfik Hâlis’tir. 1913 senesinde İstanbul’da doğdu. Önce evde öğrenim gördü, daha sonra Feyziye Mektebine girdi. Ancak Akşam Kız Sanat Okulundan ileri gidemedi. 1932’de Cumhûriyet Gazetesi tarafından tertiplenen güzellik yarışmasında Türkiye güzeli seçildi. Babası Tevfik Hâlis’e; “Keriman’ı güzellik yarışmasına sokacağız.” dediklerinde; “Bu kara kızı mı?” diye alay etmişti. Aynı yıl Belçika’nın Spa şehrinde yapılan dünyâ güzellik yarışmasında 28 ülkenin temsilcileri arasından dünyâ güzeli îlân edildi. Kendisine Ece soyadı Atatürk tarafından verildi.

Hâlid Turhan Bey Hatıraları’nda Keriman Hâlis Ece’nin dünyâ güzeli seçilmesini şu şekilde anlatıyor: 1932 senesinde Cumhûriyet Gazetesinin tertiplediği güzellik yarışmasını Keriman Hâlis kazanmıştı. Aynı yıl Belçika’nın Spa şehrinde 28 ülkenin katılmasıyla dünyâ güzellik yarışması düzenlenmişti. Keriman Hâlis bu yarışmaya Türkiye’yi temsilen katıldı. Günlerce Spa şehrinde kalan güzeller, çeşitli kimselerle görüştü ve konuştular. Yarışma gününde jürinin önünden kızlar birer birer geçip giyimleriyle, bakışlarıyla, tebessümleriyle puan toplamaya çalıştılar. Jüri salona geçip puan değerlendirmesi yapmak istedi. Başkan kürsüye geçerek şöyle konuştu: “Sayın jüri üyeleri, bugün Avrupa’nın, Hıristiyanlığın zaferini kutluyoruz. 1400 senedir dünyâ üzerinde hâkimiyetini sürdüren İslâmiyet artık bitmiştir. Onu Avrupa Hıristiyanları bitirmiştir. Elbette Amerika’nın ve Rusya’nın hakkını inkar edemeyiz. Neticede bu, Hıristiyanlığın zaferidir. Müslüman kadınların temsilcisi, Türk güzeli Keriman, mayo ile aramızdadır. Bu kızı zaferimizin tacı kabul edeceğiz, onu kraliçe seçeceğiz. Ondan daha güzeli varmış, yokmuş bu önemli değil. Bu sene güzellik kraliçesi seçmiyoruz. Bu sene Hıristiyanlığın zaferini kutluyoruz. Avrupa’nın zaferini kutluyoruz. Bir zamanlar Fransa’da oynanan dansa müdâhale eden Kanûnî Sultan Süleyman’ın torunu işte mayo ve sütyen ile önümüzdedir. Kendini bizlere beğendirmek istemektedir. Biz de bize uyan bu kızı beğendik, Müslümanların geleceği böyle olması temennisiyle, Türk güzelini dünyâ güzeli olarak seçiyoruz. Fakat kadehlerimizi Avrupa’nın zaferi için kaldıracağız.”

Böylece Keriman Hâlis dünyâ güzeli seçildi. Resimleri gazetelerde basıldı. Hattâ kartpostal yapılarak satıldı, elden ele dolaştı. Keriman Hâlis iki sefer evlendi ise de her iki evliliği de kısa sürdü.

Türkiye’nin katıldığı bu güzellik yarışmasının maksatlı sonucu yurt içinde de kısa zamanda etkisini göstererek kiraz güzeli, karpuz güzeli, festival güzeli gibi yarışmaların yayılmasına sebeb oldu.