KEMAN

Alm. Violine, Geige (f), Fr. Violon (m), İng. Violin. Yaylı, telli ve saplı bir çalgı. Çene altı ile omuz arasına sıkıştırılarak yayla çalınan dört telli bir çalgı olan kemanın menşei kesin olarak bilinmemektedir. Orta Asya Oğuz Türklerinin bir çalgısı olan Oğuz Kemençesi (kemençe-i guz) nin kemanın menşei olduğu ve Hindistan’a yayılmasından sonra Haçlı seferleri ile Avrupa tarafından tanındığı ve geliştirildiği bâzı kaynaklarda belirtilmektedir. Avrupa’da, özellikle İtalya’da gelişen keman, bu gelişmesini 16. yüzyılın başlarından 17. yüzyılın sonuna kadar olan süre içerisinde tamamladı. İslâm dîninin harbe hazırlık dışında çalgılara müsaade etmemesinden keman, Osmanlılar zamanında hemen hemen hiç kullanılmamıştır. Ancak Tanzimâtın ilânından sonra batı kemanı olarak girmeye başlamıştır.

Keman, başlıca sekiz kısımdan ibâret bir çalgıdır. Bu kısımlar: Gövde, üst kısım, alt kısım, siyah tahta, telleri tutan köprü arkasındaki siyah abanoz kısım, eşik, salyangoz ve anahtarlardır. Yapımı zor olan kemanın boyu 60-62 santimetredir. Bunun 38 santimetresini gövde, 25 santimetresini ise sap teşkil eder. Keman yayı 75 cm uzunluğunda, reçinelenmiş at kılındandır, gövde, içi boş olup, ince tahtadan yapılır. Kemandaki teller sol, re, lâ ve mî (en kalın, kalın, ince, ve en ince) telleridir. Ekseriyâ kırmızımsı sarı, vişne çürüğü, bazan koyu sarı, turuncu, kahverengi, kırmızı cilâ ile renklendirilir. İnce uzun şekilli olan keman ucu çeneye dayanarak, sapı sol elle tutulmak ve parmaklar tellere basmak sûretiyle ve sağ elin tuttuğu yay tellere sürterek çalınır.

Normal olarak keman öğrenimi dokuz senede tamamlanır. Virtüözlük için gerekli olan çalışmalar ise bunun hâricindedir. Ses sâhası 4,5 sekizlik olan keman için notalar sol anahtarı ile yazılır. Meşhur bestekâr Boch ile başlayan, keman için müzik parçalarının (konçertoların) bestelenmesi, zamanla yaygınlaşarak çok büyük sayılara ulaşmıştır. Keman, çok geniş ses imkânlarına sâhib olduğundan dolayı orkestra içinde veya tek başına (solo) olarak yaygın bir şekilde kullanılır.

KEMANKEŞ

(Bkz. Okçuluk)

KEMENÇE

Diz üzerinde çalınan ve kemana benzeyen, üç telli küçük yaylı saz. Dut, kiraz veyâ ardıç ağacından yapılır. Eskiden gül ve sarmaşıktan da yapılırdı. Türklerin çaldıkları yaylı saza “iklıg” demişlerdir. İklıg, okla çalınan saz demektir. Kemençe, bugün Doğu Karadeniz yöresinden başka yerlerde kullanılmaz. Karadeniz kemençesinin ne zaman ve nereden geldiği kesin olarak belli değildir. On yedinci yüzyılın sonlarında Avrupa’da dans oyununu öğretenlerin elinde “poşet” dedikleri cep kemençeleri görülmüştür. Evliya Çelebi bu yüzyılda Eyüp semtindeki oyuncakçıların sattıkları oyuncak kemençelerden bahseder. Kemençenin Âzerbaycan üzerinden Doğu Karadeniz bölgesine geldiği tahmin edilmektedir.

Bugün Doğu Karadeniz ve Ege yörelerimizde “Iklıkçı köyü” adında yerleşme merkezlerimiz vardır.

Kemençe, Doğu Karadeniz’in kendi folkloruna uyan çalgı olmakla birlikte en çok Giresun’un Görele kazasında yapılmakta, ayrıca kemençeci de yetişmektedir. Kemençe, dize ve kucağa dayamak veya dikine tutmak sûretiyle çalınan zor bir çalgıdır. Çevrenin oyununa ve türkülerine uymak veya kendine uydurmak için çok seri parmak ve kol hareketi ister.

Bugün klâsik musikîde çalınan kemençe yegâh (re), rast (sol) ve nevâ (re) şeklinde üç tellidir.

KEMER

Alm. 1. Gürtel (m), 2. Bund (m), 3. Bogen (m), arkade (f), Fr. 1. Ceinture (f) 2. Arc (m), arcade (f), İng. 1. Belt, girdle 2. arch, vault 3. aqueduct. Beli çevreleyen ve kuşak gibi birkaç kere sarılmayıp, bir kat sarılarak tokalanan, deriden, çuhadan, kumaştan veya mâdenden yapılmış kuşak. Kayış kemer, sırmalı kemer gibi. Elbiselerin altına gizli olarak takılan ve içinde para saklamak için cepleri bulunan kemere “para kemeri” veya “altın kemeri” denir. Eskiden yolcular paralarını kemerlerinde taşırlardı.

Hayvanların bellerine takılan kemerlere “kolan” denir. Birçok parçadan kavisli olarak örülen ve iki duvar veya ayağı birbirine bağlayarak kapı, pencere gibi açıklıkların üstündeki ağırlığı yanlardaki ayaklara intikal ettiren mîmârî unsura da kemer denir.

En eski zamanlarda kullanılan ilkel kemer şekli bindirme taşlarla yapılmış sivrice bir kemerdir. Sonraları daha düzgün bir kavis şeklinde yapılmıştır ki buna dâirevî kemer denir. Bunun şekli yarım dâiredir. Kemerler, üzerine düşen vazifeyi yerine getirebilmek için en uygun şekilde düzenlenirler. Bununla beraber bâzan bir devir özelliği olarak karşımıza çıkar ve o devre âit pekçok mîmârî eserde görülür. Bâzan da millî bir durum alır, belli bir milletin mîmârîsinde görülür. Orta çağda revaçta olan sivri kemerin aslı Sümerlerde ve Hititlerde görülür. Sivri kemer Türkler tarafından da benimsenmiştir. Türk mîmârî eserlerinde kullanılan kemerlerin çoğunluğunu sivri kemer teşkil eder.

Türklerde çok eskiden beri kemer biliniyordu. Orta Asya’da rastlanan bâzı eski Türk mabetlerinde kapı ve pencerelerin üstü kemerli olduğu ve bu kemerin biraz sivrice dâire kavsi şeklinde olduğu görülür. Türkler sivri kemeri dâirevî kemerden daha faydalı ve üstün görmüşlerdir. Sivri kemer usulü dünyaya Türkistan, İran ve Horasan taraflarından yayılmıştır. Bu usûlü en ileri götüren Sâsânîlerdir.

Ahşap yapılarda genellikle kemer kullanılmayıp düz atkı kullanılmıştır. Türkler, görünecek cephe kısımlardaki kemerleri dâimâ mermerden gâyet muntazam yontma kemer taşlarıyla yaparlardı. Tuğladan örülen kemerler de vardır.

Kemeri meydana getiren ve hesaplanılarak yontulan taşlara “kemer taşı” denilir. Kemerin üzengilik denilen kısmına oturan en aşağıdaki taşına “üzengi taşı”, kemerin tam tepesine konulan kemer taşına da “kilit taşı” denilir. Bu taş diğerlerine nazaran biraz dışarı taşkındır. Üzerinde herhangi bir süsleme bulunabilir. Kemeri meydana getiren kemer taşlarının zemine bakan yüzlerinin meydana getirdikleri yüzeye “kemer karnı”. Bunun tam tersine yâni kemerin yukarı bakan yüzünde meydana gelen yüzeye ise “kemer sırtı” denilir.

Şekillerine göre pekçok kemer çeşidi vardır. Ana hatlarıyla kemer çeşitleri şöyledir:

Abanık kemer: Üzengi taşları aynı seviyede olmayan yâni ayaklarının birisi aşağıda diğeri yukarıda olan kemerlere denir.

Dilimli kemer: Yanyana iki kavisten meydana gelen kemer.

Dâirevî kemer: Bir dâirenin yarısı şeklinde olan kemer.

İkiz kemer: Yanyana yapılan iki küçük kemerden meydana gelen kemer.

Nal kemer: Yarım dâireden daha fazla bir kavsi bulunan ve üst kısmı daha geniş olan ve nala benzeyen kemer.

Sıra kemer: Bir sıraya göre yanyana inşâ olunan kemerler dizisine denir.

Sivri kemer veya Türk kemeri: Tepe kısmına doğru gittikçe belli bir kavisle daralıp sivrileşen kemer.

Ters kemer: Tersine olarak, yâni iç bükey kısmı yukarı, dış bükey kısmı aşağı bakacak şekilde yapılan kemer.

Yalancı kemer: Sâdece süs maksadıyla kemer şeklinde yapılıp kemer boşluğu bir duvarla örülmüş ve bakıldığı zaman kemer görünüşü veren kemerler. Bunlara “sağır kemer” de denilir.

Yıldız kemer: Kenarları yıldız şeklinde zikzaklı hatlardan meydana gelen kemer.

Zafer kemeri: Kazanılan bir savaşın hâtırasına, âbidevi mâhiyette yapılmış kemere denir. Bu tip kemerler, genel olarak “zafer takı” diye bilinirler.

Bunlardan başka kemer çeşitleri arasında, armudî, bağ, yumurta, çatma, dayama, kalkık, kaş, köşeli, tonoz, üçlü, yavru, yayvan ve yay kemer ile Bursa kemeri vardır.

KEMİK

Alm. Knochen (m), Fr. Os (m), İng. Bone. İnsanların ve omurgalı hayvanların çatısını (iskeleti) meydana getiren sert ve katı doku. Kemik dokusu; inorganik tuzlarla sertleşmiş “osein” denen bir ara madde ile bunun içinde biçimlerine uygun boşluklara yerleşmiş “canlı kemik hücrelerin”den ibârettir. Kemik hücreleri sitoplazmik uzantılarla birbirine bağlı zarsız, yıldızsı hücrelerdir. Kemik dokuda, ana madde içinde uzanan kanallara “havers kanalları” denir.

Bu kanallar sisteminin içinden kan damarları ve sinirler geçer. Kemikler çeşitli biçimde sıralanıp dizilerek, vücudun yumuşak kısımlarını tutan bir destek olurlar. Bâzıları birleşerek nâzik organların koruyucusu olur, bâzıları da hareketli organlar için kaldıraç işini görür.

Erişkin bir insanın vücûdunda irili ufaklı 213 adet kemik vardır.

Kemikler üç kısma ayrılır: 1) Uzun (kol ve bacak kemiklerinin çoğu); 2) Yassı (kafatası ve leğen kemikleri, göğüs ve kürek kemiği); 3) Kısa (omurlar, el ve ayak kemikleri).

Uzun kemiklerin uçlarına “epifiz”, orta kısmına “metafiz” denir. Metafiz, epifiz ile “diyafiz” (uçtan uzak) kısmını birleştirir. Uzun kemik uçlarında kaygan yapılı eklem kıkırdağı bulunur. Hareket esnâsında kemiklerin uç uca değerek aşınmasını engeller. Kemiklerin üstünü “periost” denilen ince bir zar örter. Kemiğin içinde “kemik iliği” denilen yumuşak bir kısım vardır, kemiği besleyen kan damarları, sinirler buradan geçer. Kan damarları çok ince kılcallarla havers kanallarına uzantılar gönderir. Kemik iliğinin ayrıca kan hücrelerinin yapımında da önemli rolü vardır.

Kemik dokusu iki çeşittir: Tıkız doku, kemiğin ana dokusu. En dışta bulunur. Süngersi doku ise daha çok kemik uçlarında yer alır. Yassı kemikler üç tabakadır. Her iki yüzey tabakaları tıkız dokudandır. Kısa kemikler büyüklüklerine göre süngersi ve tıkız dokulardan meydana gelir. Kemiğin ana maddesi “ossein”dir. Proteinli, esnek bir madde olan osseinin üzerine, enzimler etkisiyle kanla gelen kalker tuzları(fosfatlar) çökelir. Fosfor, kükürt ve amino asitler de osseinin bileşimine girer.

Kemiğin meydana gelmesi iki şekilde olabilir: Zar yoluyla kemikleşme (telsel dokuda) ve kıkırdak yoluyla kemikleşme (kıkırdaklarda). Kemik dokusu cansız değildir (Bkz. Doku). Yoğun bir metabolizma (yapım-yıkım) alanıdır. Kemik yapıcı ve kemik tüketici tesirler arasında bir denge vardır.

Kemikler de, vücûdun bütün diğer dokuları gibi, gelişme çağında büyür. Uzun kemikler uçlarındaki bölümlerinden büyürler, kısa ve yassı kemiklerin bu bölümleri yanlarındadır. Kemiklerin büyümesinde tiroit, hipofiz gibi iç salgı bezlerinin salgıladıkları hormonların büyük payı vardır.

Kemik hastalıkları travmadan (yaralanma) ve başka sebeplerden meydana gelir. Travmadan olan hastalıklar, sivri veya kesici âletlerin yaptığı yaralar ve çoğunlukla kırıklardır. Travmalarla meydana gelmeyen hastalıklar ya iltihâbî olur veya bir beslenme bozukluğundan ileri gelir. İltihâbî olan kemik hastalıkları mikroplara bağlıdır. Bunlar arasında kemik iliği iltihapları, apseler, nekrozlar (doku harâbiyeti ve ölümü), tüberküloz, frengi, kemik zarı iltihabı ve başkaları sayılabilir. Beslenme bozukluğu hastalıklarının başlıcaları: Raşitizm, kemik yumuşaması ve kemik atrofisidir. Kemiklerde doğuştan şekil bozuklukları görülebilir.

KEMİK İLİĞİ

(Bkz. İlik)

KEMİK İLTİHAPLARI

Alm. Knochenentzündung, Ostitis (f), Fr. Inflammation (f) des os, ostéite (f), İng. Bone inflammation, ostitis. Genellikle çocuklarda görülen ve tıpta osteomiyelit olarak bilinen bir kemik hastalığı. 12 yaşından sonra az görülür. Yine de vak’aların yüzde on ikisi, 12 yaşından sonra görülür. Her hastalıkta olduğu gibi kemik iltihabının da “had” ve “müzmin” şekilleri vardır.

Had kemik iltihapları: Kısa sürede gelişen ve çok şiddetli belirtilerle kendisini gösteren bu şeklin âmili yüzde doksan stafilokok denen mikroplardır. Bu mikropların kemiğin içine kadar girmeleri umumiyetle derinin iltihâbî hastalıkları seyrinde vuku bulur. Yeni doğan bebeklerde ise göbekbağı iltihapları meşhurdur. Farenjit, sinüzit ve zatürre gibi iltihâbî hastalıkların tedâvisiz kalmaları neticesinde de kemik iltihapları başgösterebilir. Çeşitli silâhlarla olan yaralanmalar, ameliyat ve enjeksiyon yollarıyla da kemik iltihâbı teşekkül edebilir. Kemik yaralanmaları hâricinde diğer bütün iltihabî durumlarda mikroplar kan yoluyla kemiğe ulaşırlar ve bilhassa vücuttaki uzun kemiklerin enlemesine büyümesini sağlayan metafiz ile uzunlamasına büyümeyi temin eden epifizin birleşme yerlerinde köşelerde çoğalarak iltihâbı başlatırlar. Bunun sebebi bu bölgelerde kan akımının çok yavaş ve hattâ bâzı bölgelerde hemen hemen durgun olması, bu bölge hücrelerinin mikropları yutma kabiliyetlerinin pek bulunmaması olarak kabul edilir.

Hastalığın belirtileri arasında en göze çarpanı, yüksek ateştir. Fakat yeni doğan bebeklerde yüksek ateş bulunmayabilir. Diğer mühim belirtiler, o bölgenin şişmesi, çok ağrılı olması, kızarık ve sıcak olması ve yakın mafsalın hareketinin çok kısıtlanmış olmasıdır. Hasta çocuksa; çok huysuz, ağlayan ve hareketsiz bir durumdadır. Yetişkinlerde ise ağrı ilk günlerde çok belirgin olmayabilir. Fakat bunlarda iltihâbın mafsala geçmesi daha kolay olduğundan mafsal iltihâbı da gelişebilir, bu zamanda ağrı çok şiddetlenir ve hareket çok kısıtlanır. Teşhis daha ziyade klinik muayene ile konulur. Çünkü ilk bir haftada röntgende bir şey görülmez.

Tedâvisinde yatak istirahati birinci şarttır. İkincisi iltihaplı kemiğin bir üst ve alt mafsalını içine alacak şekilde alçıya alınmasıdır. Hastalığın gidişini tâkip edebilmek için alçıya bir pencere açılır. Üçüncü şart ise yüksek doz antibiyotik vermektir. Bu genellikle penisilindir. Hastanın durumunda birkaç gün içinde bir düzelme olmazsa antibiyotik değiştirilir.

Müzmin kemik iltihapları: Had kemik iltihaplarının iyi tedavi edilmemesi müzmin kemik iltihaplarına yol açabildiği gibi özel olarak müzmin kemik iltihapları da vardır. Brodie apsesi, sklerozan osteomiyelit ve plazma hücreli osteomiyelit böyle hastalıklardır. Bunların ortaya çıkışları umumiyetle yavaştır ve başlıca şikâyetleri belli belirsiz kemik ağrılarıdır. Romatizma diye uzun zaman tedavi edilmelerine rağmen fayda görmeyince çekilen kemik filmlerinde iltihap odaklarının görülmesi teşhisi koydurur. Tedâvilerinde cerrâhî olarak iltihabın boşaltılmasını temin etmek yanında kuvvetli antibiyotikler vermek gerekir. Fakat müzminleşen kemik iltihâbının tedâvisi oldukça zordur. Yıllarca devam ederler ve genellikle deriye açılıp iltihâbî akıntıya yol açarlar. Müzmin kemik iltihâbında organlarda, amiloit denen madde birikimi de sözkonusu olabilir ve neticede böbrek yetmezliği de yerleşebilir. 

KEMİKLEŞME (Ossifikasyon)

Alm. Ossifikation, Knochenbildung, verknöcherung (f), Fr. Ossification (f), İng. Ossification. Kemik dokusunun meydana gelmesi. Kemikleşme, normal veya hastalık sonucu (patolojik) olur. Normal kemikleşmede kemiğin uzunluğunu arttıran kıkırdak içi kemikleşme ve kemiğin kalınlığını artıran kemik zarı kemikleşmesi vardır. Patolojik kemikleşme yumuşak bir dokunun kemik dokusuna dönüşmesidir. İhtiyarlarda, yaşlılık sonucu olarak herhangi bir hastalık olmadan da görülebilir. Kemik tümörlerinde, kıkırdak dokusu hastalıklarında kemikleşme olabilir. Kırıklarda da, kırık uçların birbirine kaynaması, kemikleşme ile mümkün olabilmektedir.

Kemikleşme; kıkırdağın, minerallerin çökelmesiyle sertleşmesidir. İnsan iskeleti doğum öncesi kıkırdak hâlindedir. Gerek doğum öncesi, gerek doğum sonrası kıkırdaksı kemiklerde belli sayıda kemikleşme noktaları bulunur. Kemikleşme bu noktalardan başlar. Uzun kemiklerde kemikleşme, gövde ve uç bölgelerindeki kemikleşme noktalarından başlayarak yayılır. Kemiğin uç ve gövde kısımlarındaki kemikleşme noktalarından meydana gelen kemik dokusu arasında henüz kemikleşmemiş kıkırdak hâlinde halka şeklinde bölgeler kalır. Kemiğin uzunluğuna büyümesi, bu dokunun hücre bölünmesi sûretiyle yeni hücreler vermesiyle sağlanır. Büyüme 20-24 yaşına kadar devâm eder. Bundan sonra kıkırdak diskler de tamâmen kemikleştiğinden, kemiklerin uzunluğuna büyümesi ve dolayısıyla boy artışı da durur.

Kemiklerin enine yâni kalınlığına büyümesi ise kemik zarı (periost) tarafından idâre edilir. Kemik zarı içe doğru yeni kemik dokusu verir. Bu sûretle kemik kalınlaşır.

KEMİRGENLER (Rodentia)

Alm. Nagetiere, (pl.), Fr. Rongeurs (pl.), İng. Gnawing animals. (Rodents). Memeliler (Mammalia) sınıfının kalabalık bir takımı. Karada, suda ağaçlarda, yeraltı tünellerinde yaşayan birçok türü vardır. Bu hayvanlara hem kemirici dişleri uzun ve kuvvetli olduğu hem de ağaçları, ekinleri ve başka şeyleri kemirerek beslendikleri için “kemirgenler” veya “kemiriciler”adı verilir. Fâreler, sıçanlar, sincaplar, kunduzlar, kobaylar ve oklu kirpiler bu takımın en çok bilinenleridir. Otuzdan fazla familyası ve 2000’den fazla türü vardır. Bâzı sistematikçiler bunları sincabımsılar, sıçanımsılar, oklu kirpimsiler olmak üzere üç alt takıma ayırırlar.

En küçükleri 10 gramdan daha az olan Afrika pigmi fâreleri ve en büyükleri bâzan 30 kg’ı aşan kunduzlardır. Çoğunlukla bitkilerle beslenirler. En tipik özellikleri, her çenede birer çift kemirmeye yarayan kesici dişlerin bulunmasıdır. Köpek dişleri yoktur. Kesiciler ile azı dişleri arasında “diastema” denen bir boşluk bulunur. Alt çeneleri ileri-geri hareket etme özelliğine sâhiptir. Kemirme esnâsında kesici dişler dışta kaldığından, kemirme işleminin tamâmı ağzın dışında yapılır. Böylece ceviz gibi meyvelerin sert kabından kopan yenmeyecek parçalar, ağzın dışında tutulmuş olur.

Dünyâda kemiriciler kadar obur pek az hayvan vardır. Kemiriciler dediğimiz hayvanlar için kemirmek sâdece beslenmek mecburiyeti değil, kesici dişleri devamlı büyüdüğü için aynı zamanda dişlerini törpüleme ve bileme işidir. Kemiriciler yaşlanma veya başka sebeplerle kemiremezlerse devamlı uzayan kemirici dişleri hayvanın karşı damağını delip geçer ve kısa zamanda ölümlerine sebep olur.

Genellikle çok doğurgandırlar. Bâzılarının yanaklarında besin depolamaya yarayan cepler bulunur. Çoğunlukla gece faaldirler. Kuşların yumurtalarına dadananlar da vardır. Tavşan ve pikalar “Lagomorpha” denen ayrı bir takımda incelenir. Bu memelileri “Rodentia” takımından ayıran en önemli fark, üst damaklarında iki çift kesici diş bulunmasıdır. Çoğunlukla kemirgenlerin ön ayaklarında dört, arka ayaklarında beşer parmak bulunur. Vücutları yaşama şartlarına uygundur. Kutuplarda yaşayan bir tür fâre ısı koruma tedbirine sâhiptir. Yavrularını kar altında yetiştirir. Ayak tabanları karda koşabilmeleri için kürklü ve düşmanlarının gözünden gizlenmek için de tüyleri beyazdır. Afrika kum fâreleri ise âdetâ çıplaktır. çoğunlukla toplum hayâtı yaşarlar. Etçiller, yırtıcı kuşlar ve sürüngenler için önemli bir beslenme kaynağıdırlar. Ziraate olan zararları ve vebâ gibi birçok mikropları bulaştırdıklarından insanlar tarafından yok edilmeye çalışılmaktadır. Bâzıları kıymetli kürkleri için avlanırlar. Deney laboratuvarlarında bilime hizmet edenleri de vardır. Çok tüketildikleri halde aşırı doğurganlıkları sâyesinde nesillerini korumaktadırlar.

KEMOSENTEZ

Alm. Chemosynthse, Fr. Chémeocentése, İng. Chemocentesis. Güneş enerjisi yerine, kimyevî (kimyasal) enerjiden faydalanılarak inorganik maddelerden organik madde yapılması olayı.

Fotosentezde, yeşil pigmentli klorofile sâhip bitkiler, ham madde olarak H2O(su) ve CO2 (karbondioksit) kullanmak sûretiyle karbonhidratları sentez ederler. Fotosentez, enerjiye ihtiyaç gösteren bir olaydır. Bu iş için, klorofil tarafından absorbe edilen güneş ışığının enerjisi harcanmaktadır. Şâyet güneş ışığı yerine organik maddelerin sentezi için kimyevî reaksiyonlardan hâsıl olan enerji kullanılacak olursa meydana gelen bu olaya “kemosentez” veya “kimyasentez” adı verilmektedir. Bâzı bakteriler, ışık enerjisine ihtiyaç göstermeden kimyevî enerji ile organik maddeleri sentez ederler. Meselâ azot, kükürt, demir ve hidrojen bakterileri klorofile sâhip olmadıkları halde kemosentez sayesinde ototrof (kendi beslek)turlar.

Bu şekilde kendi besinlerini üreten bakterilere “kemosentetik bakteriler” denir.

Kemosentetik bakteriler inorganik maddeleri oksitleyerek elde ettikleri kimyevî enerjiyi kullanarak CO2 ve H2O’dan kendilerine karbonhidratlı besinler yaparlar.

Toprakta N (azot), organik azot bileşikleri nitratlar ve amonyum tuzları hâlinde bulunurlar. Azotlu bileşikler, bakterilerin aracılığı ile, okside edilir ki, bu olaya nitrifikasyon denir. Nitrifikasyon ile azot, bitkilerin kullanabileceği birleşikler hâline gelirken cereyan eden kimyevî olaylardan serbest kalan enerji de nitrifikasyona sebep olan bakteriler tarafından kemosentez için kullanılır.

Bitkiler bilindiği gibi havadaki CO2’yi bağlayarak organik bileşikler yapmaktadır. Fakat bitkilerin, havada bulunan azot (N2) gazını kullanmaları mümkün değildir.

Gelişmeleri için büyük öneme sâhip olan azotu, azotlu bileşikler hâlinde topraktan alırlar. İşte, topraktaki azotun kullanılır hâle gelmesi de kemosentez ile olduğundan, bu olay sâyesinde tabiatta azot devri tamamlanmış olmaktadır.

Kemosenteze birkaç örnek:

1. Demir bakterileri: FeCO3 (Demir karbonat)ü oksitleyerek enerji sağlarlar. Bu enerjiyle de şeker, yağ ve protin gibi maddeler sentezlerler:

 

FORMüL VARRR!!!! (1)

 

ve diğer maddeler.

 

2. Sülfür bakterileri: H2S’yi oksitler ve çıkan kimyâsal enerjiyle de kendilerine glikoz sentezlerler:

 

FORMüL VARRRR!!!!!! (2)

 

                S.bakterileri

H2S + O2 ¾¾¾¾¾¾¾>  2S + 2H2O +Enerji

 

3- Hidrojen bakterileri: H2’yi oksitleyerek enerji sağlarlar:

             H.bakterileri

H2 + O2 ¾¾¾¾¾¾¾>  H2O +68 Kal(Enj)

 

4. Azot bakterileri, N bileşiklerini oksitlerler.

                   Nitrosomanos

2NH3 + 3O2 ¾¾¾¾¾¾¾>  2HNO2 + 2H2O + 158 Kal(Enj)

  Nitrit asit                            (nitritleşme)

                    Nitrosococus

2HNO2 + O2 ¾¾¾¾¾¾¾¾> 2HNO3+43 Kal(Enj)

                                          Nitrat asit        (nitratlaşma)

KEMOTERAPİ

Vücûdu hastalandıran mikropları veya kanser hücrelerini kimyâsal maddeler (ilaç) ile yok etme metodu.

On dokuzuncu asrın sonunda Paul Ehrliche tarafından ortaya atılmış bir terimdir. Vücudu istilâ eden mikroorganizmaları hastaya zarar vermeksizin öldüren ilâçlarla yapılan tedâvi şekli demektir. Kemoterapide kullanılan ilâçlara genel olarak kemoterapötik adı verilir. Vücûda giren ve hastalık sebebi olan organizmalar çok çeşitli oldukları için (helmintler, amip, plasmodium, bakteriler, mantarlar, riketsiyalar ve virüsler gibi), kemoterapide kullanılan kimyevî maddeler (kemoterapötikler)de o oranda çeşitlilik gösterirler. Vücut için habis olması, çabuk çoğalması ve normal vücut hücresinden ayrı biyokimyevî özelliklere sâhib olması bakımından kanser hücreler de bakteri ve diğer hastalık yapan mikroorganizmalara benzetilebilirler. Kemoterapide kullanılan ilâçlar, genellikle kullanıldığı patogen etkenin (hastalık âmilinin) cinsine göre sınıflara ayrılır: Antihelmintik ilâçlar (barsak parazitleri), antimalarial ilâçlar (sıtma ilâçları), antiamibik ilâçlar, antibakteriel ilâçlar (antibiyotikler) antiviral ilâçlar ve antineoplastik ilâçlar (kanser ilâçları).

KENAN EVREN

Türkiye Cumhûriyetinin yedinci Cumhurbaşkanı. 1918 yılında Manisa ilinin Alaşehir ilçesinde doğdu. Babası İnhisârlar İdâresi memurlarından Hayrullah Bey, annesi Nâciye Hanımdır.

İlk ve orta öğrenimini Alaşehir, Manisa, Balıkesir ve İstanbul’da yaptı. 1936 yılında Harp Okuluna girdi ve 1938 yılında bitirdi. 1940 yılında Topçu Atış Okulundaki öğrenimini tamamladıktan sonra, ordunun çeşitli kademelerinde görevler yaptı. 1946 yılında Harp Akademisine girerek, 1949 yılında mezun oldu. Kurmay subay olarak Genelkurmay Eğitim Şûbesi Kısım Amirliği, 1. Ordu Harekât Başkan Yardımcılığı, Kara Harp Akademisinde öğretmenlik, 9. Kore Türk Tugayında önce Harekât ve Eğitim Şûbe Müdürlüğü, sonra Kurmay Başkanlığı, Türkiye’ye dönüşünde Ordu Donatım Okulu Kurmay Başkanlığı, 2. Ordu Harekât Eğitim Başkanlığı, 227. Piyâde Alay Komutanlığı, 9. Kolordu Kurmay Başkanlığı ve Kara Kuvvetleri Okullar Dâire Başkanlığı görevlerinde bulundu.

1964’te Tuğgeneral, 1967’de Tümgeneral 1970’te Korgeneral oldu. Bu rütbede 11. Kolordu Komutanlığı, Kara Kuvvetleri komutanlığı Denetleme Kurulu Başkanlığı ve Kara Kuvvetleri Komutanlığı Kurmay Başkanlığı yaptı.

30 Ağustos 1974 târihinde Orgeneralliğe yükseldi. 1975 yılında Genelkurmay İkinci Başkanlığına getirildi. Daha sonra Ege Ordu Komutanlığı ve Kara Kuvvetleri Komutanlığı görevlerinde bulundu. 7 Mart 1978 târihinde de Genelkurmay Başkanlığına tâyin edildi.

Kenan Evren, Genelkurmay Başkanlığı görevindeyken anarşik hâdiseler gün geçtikçe büyümeye, bütün Türkiye’yi kaplayarak ülkeyi bir iç savaşa doğru sürüklemeye başladı. Fabrikalar ve her kademedeki eğitim kurumlarında bölücü ve yıkıcı güçler tarafndan organize edilen kânunsuz hareketler, çarşıya, pazara, câmilere, karakollara, sokak aralarına ve evlerin içine taşındı. Okullardan ve fabrikalardan sonra dükkânlar, işyerleri, kamu hizmeti gören kuruluşlar da sendika liderlerinin, gerilla örgütlerinin ve bunlar tarafından eyleme teşvik edilen küçük yaşlardaki geçlerin emriyle açılır kapanır hâle geldi.Soygun, kundaklama, işgal, silâhlı çatışma, yürüyüş ve mitinglerin arkası kesilmiyor, Türkiye’nin her köşesinden kânun ve devlet otoritesi boşluğunu işâret eden acı feryatlar yükseliyordu. Siyâsî görüş ayrılığından öldürülenlerin sayısı kabarıyor ve ayda 130-150 kişi canından oluyordu.

Bu olaylar üzerine Evren 12 Eylül 1980’de silâhlı kuvvetlerin emir komuta zinciri içinde gerçekleştirdiği harekâttan sonra Kara, Deniz, Hava Kuvvetleri Komutanları ile Jandarma Genel Komutanından teşkil edilen Millî Güvenilk Konseyi’nin başkanlığı ile devlet başkanlığını üstlendi.

7 Kasım 1982 târihinde halk oyuna sunulan Anayasanın kabûlü ile Kenan Evren Cumhurbaşkanı sıfatını kazandı.

Cumhurbaşkanlığı sırasında yurt içinde ve dışında pekçok gezi yaptı. Özellikle Ortadoğu ülkeleri ile büyük bir yakınlaşma dönemine girildi. Pakistan Devlet Başkanı Ziyâ-ül-Hâk ile karşılıklı ziyâretlerle aralarında samîmi bir dostluk meydana geldi. Dördüncü İslâm Konferansı Teşkilâtı zirvesine katıldı. Konferans başkan yardımcısı seçildi. 15 Kasım 1984’te İslâm Konferansı Teşkilâtı Ekonomik ve Ticârî İşbirliği Dâimî Komitesi Başkanı oldu. Beşinciİslâm Konferansında Bulgaristan’da Türklere yapılan baskılar ve Kıbrıs meselesine üye ülkelerin dikkatini çekti. YedinciCumhurbaşkanı Kenan Evren, 9 Kasım 1989’da sürenin dolması ile görevinden ayrıldı.

İngilizce bilen Kenan Evren, üç çocuk babasıdır.

KENAN HULÛSİ KORAY

Son devir hikâyecilerinden. 1906 yılında İstanbul’da doğdu. İstanbul Erkek Lisesini bitirdi ve İ.Ü. Edebiyât Fakültesi Türk Dili ve Edebiyâtı bölümüne devâm etti.

1928’de Yedi Meşaleciler arasında tek hikâye yazarıydı. 1934 yılında Vakit’te çalışmaya başladı ve gazetenin yazı işleri müdürü oldu. Adapazarı’nda yedek subay olarak askerliğini yaparken tifüsten öldü (1943). Yazar, hikâyede Ömer Seyfeddin’den başlayarak gelişen çizgisinde önceleri üslûbu ve muhtevâsı ile Sait Faik ve Ahmet Hamdi Tanpınar’ı hazırlayan fantastik bir yol tuttu. Sonraları daha gerçekçi konulara yöneldi.

Eserleri:

Bir Yudum Su (tek hikâye, 1929), Osmanoflar (roman tefrikası, 1938), Bahar Hikâyeleri (hikâye, 1938), Son Öpüş (uzun hikâye, 1938), Bir Otelde Yedi Kişi (hikâye, 1940), RBK Pansiyonu (uzun hikâye tefrikası, 1942), Bir Yudum Su (hikâye, 1944), Hikâyeler (seçmeler, 1973).

KENDİR-KENEVİR (Cannabis sativa)

Alm. Henf, Fr. Chanvre (m), İng. Hemp plant. Familyası: Kenevirgiller (Cannabinaceae) Türkiyede yetiştiği yerler: Kastamonu-Samsun-Amasya-Kayseri-Sivas-İzmir-Kütahya.

Mutedil iklimlerde yetiştirilen, temmuz-ağustos aylarında soluk yeşilimsi renkli çiçekler açan, kültürü yapılan ve yabânî olarak da yol kenarlarında, ekilmemiş alanlarda rastlanan, 50 cm-3 m boylarında, bir senelik, iki evcikli ve otsu bir bitki. Esrar otu olarak da bilinir.

Gövdeleri dik ve içi boş olup üzerleri dikenimsi tüylerden dolayı pürtüklüdür. Yaprakları uzun saplı, karşılıklı ve el şeklindedir. Erkek ve dişi çiçekler ayrı ayrı bitkilerdedir. Erkek çiçekler yaprakların koltuğunda salkım durumunda toplanmışlardır. Dişi çiçekler küçük yaprakların koltuklarında olup hemen hemen sapsızdırlar. Meyve 3-5 mm boyunda, mercimek şeklinde, grimsi veya yeşilimsi esmer renklidir.

Kenevirin anavatanı Orta Asya’dır. Mutedil iklimlerde de yetiştirilir. Yeryüzünde ip yapmakta kullanılan ilk bitkidir. M.Ö. 3000 yıllarında Çinliler kumaş yapmakta kullanmışlardır.

Bitkinin çiçeklenme süresi, dallanma şekli, tüyleri ve yaprak büyüklüklerinin çeşitliliği dolayısıyla farklı tipte kendire rastlanmaktadır.

Liflerinden faydalanılacak kenevirler doğrudan doğruya tohumu toprağa serpmek suretiyle ekilir. Tohum keneviri ise açılan özel çukurlara atılır, üstleri toprak ile doldurulur.

Kullanıldığı yerler: Bitkinin dişi çiçekli dal uçları, meyveleri yağı ve lifleri kullanılmaktadır. Kendir lifleri, çok sağlam ve dayanıklı olduğu için bilhassa çuval, halat yapımında kullanıldığı gibi, halı ipi yelken bezi vs. yapımında da kullanılır.

Bitkinin bilhassa çiçekli dal uçları organik eriticilerde eriyen bir reçine ile bir uçucu yağ ihtiva eder. Reçinede cannabinol, cannabidiol ve tetrahidrocannabinol bulunmaktadır. İyi kalite reçine elde edilmesi iklim ve toprağa bağlıdır. Bu reçine fizyolojik bir tesire sahiptir. Merkezî sinir sistemine etki eder, yatıştırıcı ve uyuşturucudur. Hazım sistemine pek tesiri yoktur. Fakat çok çabuk alışkanlık yaptığından çoğu memleketlerde olduğu gibi memleketimizde de kullanılışı yasaktır. Kenevir bitkisinin dişi çiçek durumlarından elde edilen bu esmer renkli kütle esrar olarak bilinmektedir. Keyif verici olarak Asya ve Afrika’da çok kullanılmaktadır. Esrar, tütün, tömbeki, sigara, ve nargile hâlinde içilebilmektedir. Bazen bal, reçel veya lokum içine konularak yutulur. Eskiden nargile, tömbeki ile veya şerbet ile içilirdi.

Herhangi bir nümunenin kenevir reçinesi (esrar) ihtivâ edip etmediği adlî ve pratik bakımdan önemlidir. Bu kontrol beyaz fareler üzerinde biyolojik olarak yapılabildiği gibi, bazı kimyevî renk reaksiyonları (Beam reaksiyonu) ile de yapılabilmektedir.

Memleketimizde esrar veren bitkilerin yetiştirilmesi ve esrar imâli 1932’de 2313 sayılı kânunla yasak edilmiştir.

Kenevir tohumlarından yağ çıkartılır ve yeşilimsi renkli bu yağ bilhassa sabun îmâlinde kullanılmaktadır.

Dünyânın yıllık kenevir üretimi ortalama 300.000 ton civârındadır. En çok kenevir yetiştiren ülkeler: Rusya, Fransa, Macaristan, Polonya, Romanya, Meksika ve Hindistan’dır. Memleketimizde de yer yer üretimi yapılmaktadır.

KENE (İxodes ricinus)

Alm. Holzbock (f), Fr. Tique (f), İng. Tick. Familyası: Kenegiller (İxodidae). Yaşadığı yerler: Ot ve ağaçlarda, parazit olarak insan, koyun, köpek gibi canlıların derileri üzerinde. Özellikleri: Kan emer ve hastalık mikroplarını bulaştırır. Erginleri 8 bacaklıdır. Kan emince şişerler. Çeşitleri: 17.000’den fazla türü vardır. Asıl kene, köpek kenesi, sığır kene en çok bilinen çeşitleridir.

Eklembacaklıların örümceğimsiler (Arachnoidea) sınıfının, keneler (Acarina) takımından kan emici bir dış parazit. Çoğu gözsüzdür. İnsan, koyun, köpek, deve gibi canlıların derilerine yapışarak kanlarını emer. Vücutları, başla kaynaşmış bir göğüs ve torba biçimli karın kısmından ibârettir. Dört mm olan bir dişi kene 11-12 mm’ye kadar şişebilir. Erginlerinde dört çift bacak bulunur. Bacakların uçlarında çengeller ve vantuzlar vardır. Deriye rahatça yapışarak hortumlarıyla kan emerler. İyice şiştikten sonra kendilerini yere atarak konaklarından uzaklaşır, ot veya ağaçlara tırmanırlar.

Ön ayaklarının uçları dokunma ve koku alma için özelleşmiştir. Ormanlarda bulunduğu ağacın altından bir hayvan geçtiği takdirde üzerine düşüp derisine yapışır ve etine hortumunu sokarak kanını emer. İlk iki bacak çifti öne, son iki çifti geriye yönelmiştir. Kan emen bir keneyi deriden söküp atmak tehlikelidir. Bu durumda hortum kopup deride kalır ve kaşıntı yapar. Yapışmış keneye alkol veya benzin damlatılırsa kendiliğinden düşer. Yanan kibritin söndürülmüş sıcak ucu da tatbik edilebilir.

Ayrı eşeylidir ve yumurta ile çoğalır. Dişi yumurtalarını yaprak, çöp veya hayvan kılları arasına bırakır. Gelişimlerinde metamorfoz (başkalaşım) vardır. Yumurtalardan üç çift bacaklı larvalar çıkar. Bunlar bir pupa (koza) devresi geçirerek 8 bacaklı nimfalara (tam gelişmemiş yavrular) dönüşürler. Nimfalar da bir pupa safhası geçirdikten sonra ergin hâle gelirler. Larva ve nimfalar genellikle kertenkeleler üzerinde, erginler ise insan, koyun, sığır, köpek gibi memeliler üzerinde parazit yaşarlar.

Bugün 17.000’den fazla kene türü bilinmektedir. Kenelerin hepsi zararlı, parazit ve kör değildir. Sığır ve köpek kene türleri gözlüdür. İnsan ve ehil hayvanlarda parazit yaşayanlar çeşitli hastalık mikroplarını bulaştırdıklarından sağlık bakımından zararlıdır. Çöplüklerde yaşayan bâzı türler ev sineklerinin yumurta ve kurtçuklarını yediklerinden son derece faydalıdır. Meyve bahçelerinde yaşayan avcı keneler, bitkiler için zararlı böcekleri yok ederek kontrol altına alırlar. Toprak ve çöplüklerde çürümüş artıklarla beslenenler de vardır. Keneler hemen hemen dünyânın bütün kara parçalarında bulunurlar. Suda yaşayan türleri de vardır.

KENGER OTU (Gundelia tournefortii)

Alm. Distel (f), Fr. Cardon (m), İng. Cardoon. Familyası: Bileşikgiller (Compositae), Türkiye’de yetiştiği yerler: Orta, Doğu, Güneydoğu Anadolu ve Akdeniz bölgesi.

Nisan-mayıs aylarında çiçek açan, 40-50 cm yüksekliğinde, tüylü çok yıllık, sütlü, dikenli ve otsu bir bitki. Gövdeleri basit veya az dallı, kısa ve kalındır. Yapraklar derimsi, damarlı beyazımsı tüylü, gövdedekiler sapsızdır. Çiçek durumu küreye benzer bir baş şeklindedir. Çiçekler morumsu-kırmızı renklidir. Baş kısmı olgunlukta sarımsı-yeşil renk alır ve dikenler hariç 1 cm kadar uzunlukta olup serttir.

Kullanıldığı yerler: Gövdenin kesilmesi ile çıkan sütten kenger sakızı hazırlanır. Akdeniz bölgesinde olgunlaşan başlar kavrulup öğütülerek kenger kahvesi yapılır.

KENNEDY, John Fitzgerald

ABD devlet adamlarından. 1917’de Massechusetts eyaletinin Brookline şehrinde doğdu. İrlanda asıllı, zengin ve Katolik bir âileye mensuptu. ABD’nin 35. ve en genç başkanıdır. Harward Üniversitesinden mezun oldu. İngiltere’nin 1930’lardaki dış siyâsetini inceleyen ve tenkid eden tezini İngiltere Niçin Uyudu (Why England Slept) ismiyle 1940 yılında kitap hâlinde yayınladı. Aynı zamanda dünya görüşlerini de açıklayan bu eseri ABD ve İngiltere’de en çok satılan kitaplardan birisi oldu.

1941’de Amerikan Donanmasına girerek İkinci Dünyâ Harbinde gösterdiği başarılardan dolayı madalya ile taltif edildi. 1945 yılında askerlikten ayrılarak bir müddet gazetecilik yaptıktan sonra politikaya atıldı. 1947’de Temsilciler Meclisine 1952’de de ABD Senatosuna üye seçildi. Politikada mûtedil bir liberal olarak isim yapan Kennedy, 1956’da başkan yardımcılığını az bir oy farkıyla kaybetti. Bu arada geçirdiği ameliyattan sonra yazdığı Cesaret Örneği Kişiler (Protiles in Couraga) isimli kitabıyla biyografi dalında Pulitzer edebiyat mükâfâtını aldı. Yeniden politikaya döndü ve 1960 yılında Demokratların adayı olarak Nixon’a karşı kırk üç yaşında Eisenhower’den başkanlık görevini devraldı.

Demokrat Partili ABD başkanlarının en dinamik ve faal şahsı olan Kennedy, çevresinde kuvvetli kimselerden ve teknokratlardan teşekkül eden bir ekip (brain trust) kurdu. İşsizlik sigortasını genişletip, sanâyiin az geliştiği bölgelere öncelik verdiği gibi uzay araştırmalarını büyük ölçüde destekledi. Çelik tröstleri ile giriştiği mücâdeleyi kazanarak tüketime dayalı ABD ekonomisinde bunu arttırıcı tedbirlerin alınmasını sağladı. ABD’nin teknik başarılarını gelişmekte olan ülkelere ileten, ancak siyâsî ve kültürel maksatları ön planda olan “Barış Gönüllüleri” teşkilatını kurdu.

Kennedy’nin başkanlığı esnâsında yaptığı diğer önemli bir faaliyeti de ikinci sınıf insan muâmelesi gören siyâhîlerin insanca yaşamasını sağlayacak bir takım sosyal ve siyâsî haklara kavuşmasını temin edip ırk ayrımının saçma ve kânunsuz bir şey olduğunu ortaya koymuştur. Sâdece beyazların devam ettiği üniversitelere zencilerin de devamını sağladı. Bundan dolayı ortaya çıkan reaksiyona rağmen tavrını değiştirmedi.

Dışarıya karşı müessir bir politika izlemeye başlayan Kennedy, komünizmin Lâtin Amerika’da yayılmasını engellemek maksadıyla 13 Mart 1961’de “Gelişme İttifâkı” (Alliance For Progress) denilen ve bu ülkelere iktisâdî kalkınmalarını sağlayıcı dış yardımı esas alan planın tatbikine geçerek 18 ülkeye 9 ay içinde 900 milyon dolar yardımda bulundu. Ancak aynı yılın Nisan ayında CIA’nın teşebbüsüyle Castro’yu devirmek için Küba’ya karşı girişilen Domuzlar Körfezi Harekâtı (Bay of Pigs) başarısızlıkla neticelenince, ABD hükümetinin prestiji sarsıldı. Kennedy sorumluluğu tamâmen kendi üzerine alarak şunları söylemiştir: “Zaferin yüz tane babası vardır, fakat hezimet yetimdir.”

1962’de Sovyetlerin Küba’ya nükleer başlıklı füzeler yerleştirmesi hâdisesinin ABD kamuoyunda duyulması üzerine Kennedy, Hür Dünyaya gelecek herhangi bir füzenin Sovyetlerden gelmiş gibi kabul edileceğini açıklayarak sert tepki gösterdi. Küba’yı ablukaya alıp, bu ülkeye füze getiren Sovyet gemilerini “Dönmezseniz batırırım.” diye tehdit etti. İki ülke arasında ortaya çıkan buhran, gemilerin geri dönüp Sovyetlerin Küba’daki, ABD’nin de Türkiye’deki demode olmuş Jüpiter füzelerini söküp, geri çekmeleri ile atlatıldı. Bundan böyle fevrî bir hareketle muhtemel bir harbin ortaya çıkışına mânî olmak için her iki ülke arasında antlaşma imzalandı. Temmuz 1963’te toplanan Moskova Konferansında nükleer silah deneylerinin su altında, atmosferde ve uzayda yapılması yasaklandı. Kennedy bunu, “barışa doğru bir adım” olarak değerlendirmekteydi. Bu arada da buhran zamanlarında yanlış anlamalara mâni olmak maksadıyla Washington-Moskova arasında ilgililerin hemen temasını mümkün kılan özel bir “Kırmızı telefon” hattı da kuruldu.

Kennedy’in başkanlığı devrinde pekçok devlette görülen Sovyet baskısı, emperyalizmi ve çıkarılan karışıklıklar, Doğu Berlin’de inşâ edilen “Utanç Duvarı” gibi problemler, dünyâ siyâset gündemindeydi. Görevine başladığı zaman Viet-Cong’un faaliyetleriyle Güney Vietnam’da durumun giderek kötüleşmesi neticesinde, askerlerin Vietnam’a ordu gönderilmesi, Dışişleri Bakanlığının ise bunun tehlikeli olup, Vietnam’da Fransa’nın durumuna düşülebileceğini belirtmesi üzerine buradaki ABD askerî müşâvirlerinin sayısını artırmaya başladı. Ancak özellikle kendisinden sonra mesele giderek daha da büyüdü.

22 Aralık 1963’te Texas’ın Dallas şehrinde politik bir seyâhatı sırasında, başkanlığının üçüncü yılında öldürüldü. ABD’nin suikast neticesinde öldürülen dördüncü başkanı oldu. Washington’a getirilen cenâzesi askerî törenle defnedildi. Hâdisenin vuku bulduğu gün bir zamanlar Sovyetlere kaçıp sonra geri dönen ve kâtil diye suçlanan Lee Harvey Oswald, gece klübü sâhibi Jack Ruby tarafından öldürüldü. Ruby’in de hapisteyken ölmesi üzerine suikast hâdisesi karanlıkta kaldı.

Kennedy’nin politik felsefesi: “İnsanlığın ortak düşmanı olan ve insanları insanca yaşamaktan mahrum eden diktatörlüğe, komünizme, fakirliğe, hastalığa ve savaşa karşı durmak”tır. Devletle vatandaş arasındaki ilişkide ise halkını: “Kendileri için ülkelerinin ne yaptığını araştırmaya değil, kendilerinin ülkeleri için ne yapacağını düşünmeye” dâvet etmiştir. Kennedy’nin Batı Berlin’i ziyâreti sırasında batı-doğu arasındaki utanç duvarı karşısında kendi soyunun ABD’ye Berlin’den geldiğini; “Ben de bir Berlin’liyim” sözü ile bildirmiştir. Bu sözün, hür dünyânın Sovyetlerin baskı tehditlerine karşı durmasındaki önemi büyüktür.

Kennedy’nin dilimize çevrilen eserleri: Cesaret ve Fazilet Mücadelesi (1963), Başkan Kennedy’nin Nutukları, Hürriyet için, Harb Silahları Bizi Yok Etmeden Yok Edilmelidir (1961), Sulhu Arzu Ediyoruz Fakat Boyun Eğmiyeceğiz (1961), Amerika’nın Aradığı Barış (1963), Küba Karantinası (1962), Tek Bir Milletin veya Sistemin Değil, İnsanlığın Dünya Çapında Zaferi (1963), Nükleer Deneme Yasağı Anlaşması ve Amerikanın Görüşü (1963).