KELEBEK (Lepidoptera)

Alm. Schmetterling, Fr. Papillon, İng. Butterfly. Familyası: Papilionidae, Pieridae, Saturnidae, vs. Yaşadığı yerler: Erginleri çiçekli alanlarda. Özellikleri: Her iki çift kanatlarının üzerinde ufak ve değişik renklerde pullar bulunur. Ağız parçaları emmeye elverişlidir. Larvalarına tırtıl denir. Ömrü: 24 saat, 1-2 ay veya birkaç mevsim yaşayan ergin türler vardır. Hayatları birkaç mevsim sürenler, kış uykusuna yatar veya göç ederler. Çeşitleri: Lepidoptera tür bakımından zengin bir takımdır. 150.000 kadar türü vardır.

Böceklerin, pulkanatlılar veya kelebekler (Lepidoptera) takımının kanatlı fertlerine verilen genel ad. 150.000 kadar türü bilinmektedir. Vücutları kiremit dizilişi şeklinde renkli pullarla örtülüdür. Pullar, uçları yassılaşarak genişlemiş kıllardır. Ufak sarsıntılarda koparlar. İki çift olan kanatlarının büyüklüğü türlere göre değişir. Pek az türde ve bâzı türlerin dişilerinde kanat bulunmaz. Emici tipteki ağız parçaları hortum şeklindedir. Kullanılmadığı zamanlar bu hortum başın alt tarafında helezon biçiminde kıvrılır. Balözü emerler. Çiçeklerin balözünün tadını ayaklarıyla alırlar. Tat alma cisimcikleri ayaklarına yerleşmiştir. Ayaklarıyla çiçeğin suyunu kontrol ederler. Beğendikleri takdirde kıvrılı duran hortumlarını uzatarak emerler. Eğer hortumlarının ucu ile tad alsalardı her çiçeğin tadına bakmak için kıvrılı duran hortumlarını açmak zorunda kalacaklardı. Bu durum da beslenmek için hem zaman kaybına, hem de enerji sarfiyatına sebep olacaktı. Arılarda tad alma duyusu kelebeklerden daha üstündür. Onlar hem dilleriyle hem de bacaklarıyla tad alabilirler.

Ağız organları, yalnız çiçek tozu (polen) ile geçinen “Micropterygidae” kelebek familyasında çiğneyicidir. Tüylü başlarında büyükçe iki petek göz ve çoğunda iki nokta (osel) göz bulunur.

Kelebekler faaliyet durumlarına göre gece ve gündüz kelebekleri olarak  iki gruba ayrılırlar. Gece kelebekleri kalın ve ağır vücutlarıyla alaca karanlıkta veya gece uçarlar. İnce kıl gibi olan antenlerinin ucu sivridir. Bâzı türlerde antenlerde birer dizi tüy bulunduğundan tarak görünümündedirler. Genellikle renkleri mattır. Hızlı uçucudurlar.

Gündüz kelebekleri gece istirahat edip, gündüz uçarlar. İnce ve hafif vücutludurlar. Anten uçları topuzludur. Kanatları gâyet güzel renk ve desenlerle süslüdür. Uçuşları yavaştır. Bir yere konduklarında kanatlarını yukarıya dik tutarlar. Gece kelebekleri ise dinlenme hâlinde kanatlarını çatı gibi gövdelerinin üzerine kapatırlar veya tamâmen açık bırakırlar. Bu kâideler bütün kelebekler için geçerli değildir. Meselâ; Skiperler pervâne olmadığı halde antenleri incedir. Vücutları kalın ve renkleri mattır. Gündüz uçarlar. Çoğunlukla pervanelerle karıştırılırlar.

Gece kelebeklerinin işitme ve koku alma duyuları da çok hassastır. Bâzı türlerin erkekleri, 5 km uzaktaki dişinin kokusunu alabilirler. Gündüz kelebeklerinin duyargaları (anten) çıplak olduğundan bu hassaslıktan mahrumdurlar.

Kelebeklerde çoğalma yumurta ile olur. Kelebek yumurtaları yarım küre, küre, silindir ve iğ şeklindedir. Dişileri yumurtalarını tek tek veya gruplar hâlinde ağaç kabukları veya yapraklar üzerine yapıştırarak bırakırlar. Bâzıları da üst üste yapıştırarak kuleler meydana getirir. Bâzıları yumurtaların üzerini vücutlarından kopardıkları kıllarla bir kürk gibi kapatırlar. Kışı geçirmek zorunda kalan yumurtalar “Korion” denen sert bir kabukla örtülüdür. Yumurtadan çıkan larvalara “tırtıl” adı verilir. Kışı genellikle tamâmen gelişmiş olarak yumurta kabuğu içinde geçirir. İlkbaharda her yer yeşermeye başlayınca kabuğunu yırtarak besin aramaya çıkar. Dişi kelebekler yumurtlarken özellikle tırtılların beslendiği bitki türlerinin üzerine veya yakınına yumurtalarını bırakırlar.

Tırtıllarda üç çift göz ve 2-5 çift karın bacağı bulunur. Ağız parçaları ısırıcı çiğneyicidir. Alt dudağa dökülen ipek salgı bezleri vardır. Oburca beslenen tırtıllar, 4-5 defâ deri değiştirirler. Normal iriliğe ulaşınca ipek salgısı ile kendilerine koza örerler.

Koza içinde erginin şekillendiği pupa durumuna geçer. Bir müddet sonra pupa kabuğunu yırtar ve kozadan genç ergin yeni kelebek ortaya çıkar. Fakat hemen uçamaz. Kanatlarındaki damarların kanla dolması ve kuruyarak güçlenmesi için birkaç saat beklemesi gerekir. Bâzı erginlerin ömrü 24 saat, bir kısmının 1-2 aydır. Hayatları birkaç mevsim sürenler kış uykusuna yatar veya daha sıcak bölgelere göç ederler. Bunlar yüzlerce kilometrelik yolu uçabilecek güçtedir. İngiltere’de yaygın bir tür, havalar soğumaya başlayınca Kuzey Afrika’ya göç eder. Kuşların aksine kelebeklerin göçü tek yönlüdür. Amerika’da yaşayan bir çeşidin dışında hiçbiri geri dönmez.

Bâzı kelebekler zehirlidir. Bunlar çok yavaş uçar ve göz kamaştırıcı parlak renklere sâhiptir. Bu renkler düşmalarına karşı bir îkaz işâretidir. Böcekçil hayvanlar bunları yemekten çekinirler. Bâzı kelebekler de, sahte kafa işâretleri, kanatlarındaki göz işâretleriyle ve antene benzeyen kuyruk uzantılarıyla düşmanlarını şaşırtarak kendilerini korurlar. Bu işâretlere aldanan avcı hayvanlar, kelebeğin öldürücü olmayan kısmına saldırır. Yırtık kanatlı bir kelebek hayatını sürdürebilir. Birçokları da kondukları yerlerde tamâmen kamufle olabilirler. Kuru yaprak görünümündeki bâzı kelebekleri kondukları yerden ayırdedebilmek çok zordur.

Dünyâ üzerinde en çok kelebek kolleksiyonu yapılmaktadır. Mikroskopla incelenen rengârenk pulları çok farklı desenler ortaya çıkarır. Amerika’daki Tabiat Tarihi Müzesinde görevli Kjell B. Sandred, 1,5 yıllık bir çalışma sonucu kanatlarında çeşitli rakamlar taşıyan kelebeklerin kolleksiyonunu yaptı. Bu şifreli kanatlardan 1’den 9’a kadar olan rakamların resmini çekmeyi başardı. Bâzı türlerin kanatlarında 89 rakamı bulunmaktaydı. Ayrıca nâdir de olsa kanatlarında Allah lafzının bulunduğu kelebekler de tesbit edildi. Dr. Gilbert bunların sonsuz kudret sâhibi olan Allah tarafından kanatlar üzerine nakşedildiğini açıkladı.

KELER BALIĞI (Rhina squatina)

Alm. Meerengel, Engelhai (m), Fr. Angemde mer, İng. Angel shark. Familyası: Kelergiller (Rhinidae). Yaşadığı yerler: Ilık ve tropik denizlerde sürüler hâlinde; Türkiye’de Akdeniz ve Ege’de vardır. Özellikleri: 1,5-2 metre uzunlukta 70 kg kadar ağırlıkta bir köpek balığı. Baş ve vücutları yassı, göğüs yüzgeçleri büyüktür. Çeşitleri: Sularımızda tek türü vardır.

Kelergiller familyasından, ılık ve tropik denizlerin dip kısımlarında yaşayan köpek balığı cinsinden bir balık türü. Gözleri çok keskindir. Bir av fark edince süratle yükselerek avlarını yakalar. Kafaları büyük olup yassı gövdelerinin göz hizâsında kafayla birleşmesi başka balıklarda görülmeyen özelliklerdendir. Sırtı pürüzlü, çikolata rengi ve siyahımsı lekelerle süslü, karnı sarımsı beyazdır. Uzunluğu 2,5 metre, ağırlığı 73 kg gelenleri vardır. Üstüste binmiş yassı dişleri ile deniz dibindeki kabuklu hayvanları ve balıkları yerler. Kuma gömülerek, sakallarını dışarı bırakır. Bunları solucan sanarak yaklaşan balıklara saldırarak avlar. Çok sert olan derileri eskiden kurutularak tahta ve fildişilerin parlatılmasında kullanılırdı.

Korkunç bir görünüşü olan keler balığına halk arasında “deniz kemanları” da denir. Sürü hâlinde yaşar. Eti tatsızdır. Çoğunlukla haziran ve temmuz ayında avlanır.

En çok Akdeniz ve Kuzey Amerika’nın doğu ve batı kıyılarında bulunurlar. Ayrıca Hint Okyanusu, Pasifik ve Atlas Okyanusunun sıcak kısımlarında da rastlanırlar. Türkiye’de Akdeniz ve Ege denizi kıyılarında boldur. Ağustos ve eylülde herbiri 30 cm boyunda olan 20 kadar yavru doğururlar.

KELİME

Alm. Wort (n), Vokabel (f), Fr. Mot, vocable (m), parole (f), İng. Word, vocable. Seslerden meydana gelen, cümle içinde mânâsı ve vâzifesi olan en küçük söz parçası. Kelimeler, cümlede ya mânâlı söz parçaları olarak veya bir görevle kullanılırlar. Cümlede bir görevi olup, mânâsı olmayan kelimeler edat ve bağlaçlardır (gibi, kadar, ile vs.); isim, sıfat, zamir, zarf, fiil ve ünlemler ise bir mânâsı olan kelimelerdir.

İlk kelimenin varlığı, ilk insana kadar uzanır. İlk insan, ilk peygamber hazret-i Âdem’in birkaç dil bildiği, kendisine kitap indirildiği ilâhî kitaplarda yazılıdır.

Bir dilin zenginliği kelime sayısının çokluğuna bağlıdır. Günümüzde birkaç yüz kelimelik fakir kabile dillerinin yanısıra kelime sayısı yarım milyona varan zengin diller de bulunur.

Her kelimenin bir mânâsı, bir ses yapısı, bir de şekil yapısı vardır. Kelimelerin ve cümlelerin yapısı, dilbilgisi (gramer) tarafından incelenir. Dilbilgisinin kelimelerin ses yapısını inceleyen bölümüne ses bilgisi (fonetik-tecvid, ilm-i kıraat); şekil yapısını inceleyen bölümüne kelime bilgisi (morfoloji-sarf) denir. Cümlenin ve kelimenin mânâsını inceleyen dilbilgisi dalı ise mânâ bilgisi (semantik) diye adlandırılır. Her kelimenin bir sözlük, bir mecaz, bir de terim mânâsı olabilir. Eş-sesli, eş-mânâlı (müteradif), zıt mânâlı kelimeleri; kelimelerde mânâ genişlemesi ve daralmalarını, mânâ değişmelerini, çok-mânâlı kelimeleri incelemek semantiğin konusudur.

Kelimeler canlı varlıklar gibidir. Zamanla bâzı kelimeler unutulur, terk edilir (Bunlara fosilleşmiş kelime denir.); yeni kelimeler ortaya çıkar. Bir dilde yeni kelime yapmak için bâzı yollara baş vurulur:

Türetme yolu: Kelime kök ve gövdesine yapım ekleri getirilerek yeni kelimeler türetilir: Gör-ücü, bakır-cı (kelime kökünden); gözlük-çü (kelime gövdesinden) gibi.

Birleştirme yolu: İki veya üç kelime birleşip, kaynaşarak yeni bir kelime meydana gelir: Hanımeli, Afyonkarahisar gibi.

Başka bir dilden kelime alma yolu: Vapur, enflasyon gibi.

Türetme ve birleştirme bir dilin bünyesine uygun olduğu için dilin yapısını zorlamaz. Ancak, başka bir dilden kelime alırken dikkatli olmak gerekir. Dilde aşırı bir “özleşme”, “arılaşma” nasıl yıkıcı bir hareketse, başka bir dilden gelişigüzel ve çok miktarda kelime almak da o derece tehlikelidir. Bilhassa kültür yapıları değişik, hattâ zıt milletlerin kelime alışverişleri hoş karşılanmaz. Çünkü, kelime alışverişi, kültür alışverişini, bu ise fikir anarşisini dâvet edebilir.

Her millet kendi dilinin kelimelerinin doğru yazılıp okunmasına ehemmiyet verir. Yeni nesillerin yetiştirilmelerinde dil öğreniminin özel bir ağırlığı vardır. Bu iş için kelimelerin doğru yazılış ve okunuşlarını gösteren imlâ kılavuzları hazırlanır, imlâ kâideleri tesbit edilir.

KELİME-İ ŞEHÂDET

“Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühû ve resûlüh” ibâresinin tamâmı. Şehâdet kelimesi.

İslâmın beş şartından birincisi ve esâsıdır. Diğer şartlar namaz kılmak, oruç tutmak, zekât vermek, hacca gitmektir. Müslüman olmanın ilk şartı îmân etmektir (Bkz. Îmân). Îmân etmek için, kelime-i şehâdeti söylemek, bunun mânâsını bilmek ve inanmak lâzımdır. Müslüman olmak isteyen bir kimse, önce kelime-i şehâdeti ve mânâsını söyler. Sonra guslü, namazı ve lâzım oldukça farzları, haramları öğrenir. Bir kişinin îmâna gelmesi için kelime-i şehâdeti tamam söylemesi ve îmânın altı şartını(yâni âmentü...yü) işitince inanması lâzımdır (Bkz. Amentü).

Resûlullah sallallahü âleyhi ve sellem buyurdu ki:

İhlâs ile (yalnız Allahü teâlânın rızâsını düşünerek) Kelime-i şehâdeti getiren Cennet’e girer.

Kelime-i şehâdet getirmenin dört şartı vardır: Dil ile söylerken, kalp hazır olmak. Mânâsını bilmek. Hulûs-i kalb ile ihlâsla, yâni Allahü teâlânın rızâsını düşünüp, O’na inanarak söylemek. Tâzim ile (hürmetle) söylemek.

Şehâdet kelimesinin mânâsı:

“Görmüş gibi bilir, inanır ve şehâdet ederim ki, Allahü teâlâdan başka hiçbir ilah yoktur. Yine görmüş gibi bilir ve inanırım ki, Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) Allahü teâlânın hem kulu, hem peygamberidir.” Bu mânâya göre Allahü teâlâdan başka sonsuz varlığı lâzım olan, ibâdet ve itâat olunmaya hakkı olan hiçbir ilah ve hiçbir kimse yoktur. İlâhî vahy ile göndermiş olduğu Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) de Allahü teâlânın hem kulu ve hem de peygamberidir. O’nun gönderilmesi ile O’ndan önceki Peygamberlerin dinleri tamam olmuş, hükümleri kalkmıştır. Ebedî saâdete kavuşmak için ancak O’na uymak lâzımdır. O’nun her sözü, Allahü teâlâ tarafından kendisine bildirilmiştir. Hepsi doğrudur. Yanlışlık ihtimâli yoktur.”

İnanarak Kelime-i şehâdeti söylemenin yüz otuz kadar faydası olduğu bildirilmiştir. Bunlardan beş tânesi şöyledir:

1. Azrâil aleyhisselâm ona güzel sûrette gelir.

2. Yağdan kıl çeker gibi rûhunu alır.

3. Cennet kokuları gelir.

4. Müjdeci melekler gelir.

5. Merhabâ yâ mümin! Sen cennetliksin, denir.

KELİME-İ TEVHÎD

“Lâ ilâhe illallah, Muhammedün Resûlullah” ibâresi. Tevhid kelimesi, İslâm dîninde tevhid inancını bildiren söz, tevhid inancı, Allahü teâlânın var ve bir olduğuna ve Muhammed aleyhisselâmın O’nun peygamberi olduğuna inanmaktır. Müslüman bir kimsenin ilk önce Lâ ilâhe illallah Muhammedün Resûlullah sözünün mânâsını bilmesi ve inanması farzdır. Kelime-i Tevhide; “Kelime-i İhlâs, Kelime-i Takvâ, Kelime-i Tayyibe, Da’vet-ül-Hak, Urvet-ül-Vüskâ, Kelime-i Semerret-ül-Cennet” de denir.

Her Müslümanın, kelime-i tevhîdin mânâsına hiç şüphe etmeden, yalnız inanması yetişir. Bunları delil ile ispat etmesi ve akla uydurması lâzım değildir. Kelime-i tevhîdin mânâsını Kur’ân-ı kerîm bildirmekte, Resûlullah da (sallalahü âleyhi ve sellem) bu bildirilenleri açıklamaktadır. Eshâb-ı kirâmın hepsi, bu açıklamaları öğrendi ve kendilerinden sonra gelenlere bildirdiler. Eshâb-ı kirâmın bildirdiklerini hiç değiştirmeden, olduğu gibi kitaplara geçirerek bugüne kadar ulaştıran yüksek din âlimlerine “Ehli Sünnet” denir (Bkz. Ehl-i Sünnet). Herkese böyle inanması emrolunmuştur.

Kelime-i tevhîdin mânâsı (Ehl-i sünnet âlimlerine göre):

“Allah’tan başka ibâdete hakkı olan hiçbir ilâh yoktur. Hazret-i Muhammed O’nun peygamberidir.” Allahü teâlâ tektir. Eşi, ortağı yoktur. Büyüklük ve azamet sâhibi olmak O’na mahsustur.

İnsanlar yoktu. Sonradan yaratıldı. İnsanların bir yaratanı vardır. Her varlığı O yaratmıştır. Bu yaratan birdir. Ortağı benzeri yoktur. Bir ikincisi yoktur. O, hep vardı. Varlığının başlangıcı yoktur. Hep vardır. Varlığının sonu olmaz. Yok olmaz. O’nun hep var olması lâzımdır. O, yok olamaz. Varlığı kendindendir, hiçbir sebebe ihtiyacı yoktur. O’na muhtâc olmayan hiçbir şey yoktur. Herşeyi var eden, her varı her an varlıkta durduran O’dur. O, madde değildir. Cisim değildir. Bir yerde değildir. Hiçbir maddede bulunmaz. Şekli yoktur. Ölçülmez. Nasıldır? diye sorulmaz. O deyince, akla hayâle gelen her şey, O değildir. O, bunlara benzemez. Bunlar, hep O’nun mahlûklarıdır. O, mahlûkları gibi değildir. Akla, vehme, hayâle, gelen herşeyi, O yaratmaktadır. Yukarıda, aşağıda, yanda değildir. Yeri yoktur. Her varlık, Arşın altındadır. Arş ise, O’nun kudreti, kuvveti altındadır. O, Arş’ın üstündedir. Fakat bu, Arş O’nu taşıyor demek değildir. Arş O’nun lütfu ve kudreti ile vardır. O, ezelde, sonsuz öncelerde nasıl ise, şimdi hep öyledir. Arşı yaratmadan önce nasıl idi ise, ebedî sonsuz geleceklerde de hep öyledir. O’nda değişiklik olmaz. O’nun sıfatları vardır. “Sıfât-ı Sübûtiyye”si sekizdir. Hayât, ilim, sem’ basar, kudret, irâde, kelâm, tekvîn (Bkz. Allah). Bu sıfatlarında da, hiç değişiklik olmaz. Değişiklik olmak, kusurdur. O’nda kusur, noksanlık yoktur. Hiçbir mahlûkuna benzemez ise de, bu dünyâda, O’nu kendisinin bildirdiği kadar bilmek ve âhirette görmek olur. Burada nasıl olduğu anlaşılmadan bilinir. Orada da anlaşılmadan görülecektir.

Allahü teâlâ, kullarına, peygamberler gönderdi. Bu büyük insanlar vâsıtasıyla kullarına, saâdete ve felâkete sebeb olan işleri bildirdi. Peygamberlerin en yükseği, son peygamberi olan Muhammed aleyhisselâmdır. Yeryüzündeki dinli dinsiz herkese, her yere, her millete peygamber olarak gönderilmiştir. Bütün insanların, meleklerin ve cinnin peygamberidir. Dünyânın her yerinde de, herkesin, O yüce peygambere tâbî olması, uyması lâzımdır. İslâm dîninin hükmü, kıyâmete kadar bâkidir.

Kelime-i tevhîd söylemek çok sevaptır. Her fırsatta her zaman sık sık söylenmelidir.

Bir hadîs-i şerîfte: Son sözü Lâ ilâhe illallah olan Cennet’e girer. buyruldu. On iki imâmın sekizincisi İmâm-ı Ali Rızâ babasından, dedesinden ve bu silsile ile hazret-i Ali’den O da Resûlullah’dan rivayet ettiği bir hâdis-i kudsîde şöyle buyrulmaktadır: “Allahü teâlâ peygamberlerinden birine hitâb edip, Ey kulum! Lâ ilâhe illallah, kelimesi benim kalemdir. Bu kelimeyi söyleyen kaleme girmiş olur. Benim kaleme giren azâbımdan emîn olur. (Yâni, kaleye giren bir kimsenin düşmandan emin olduğu gibi, lâ ilâhe illallah kalesine giren ve bu kelimeyi ihlâs ile söyleyen Cehennem ateşinden emin olur.)”

Bir hadîs-i şerîfte tevhid kelimesinin fazîletleri şöyle anlatılmıştır: “Yerleri ve gökleri, terâzinin bir kefesine koysalar, bu kelimenin bulunduğu kefe ebette ağır gelir.”

Bir hadîs-i şerîfte de “Lâ ilâhe illallah. Cennetin anahtarıdır.” buyrulmuştur. Evliyânın büyüklerinden Bâyezîd-i Bistâmî, bu hadîs-i şerîfi soranlara mânâsını şöyle açıklamıştır: “Evet, böyledir. Ama bu anahtara dört diş lâzımdır. Yalan ve gıybet söyleyeyen dil; çirkin arzulardan uzak temiz bir gönül; haram ve şüphelilerden arınmış mîde; gösteriş ve bid’atten, sapık inançlardan uzak amel.”

Tasavvuf âlimleri talebelerinin imânlarını kuvvetlendirmek ve nefislerini terbiye etmek, temizlemek için, zikir olarak, en çok kelime-i tevhîdi söyletmişlerdir. Çünkü insanın nefsi, herkesten üstün olmayı, herkese âmirlik, şeflik yapmayı ve hattâ daha da ileri giderek herkesin kendisine tapınmasını istemektedir. Yeryüzünde tanrılık, ilahlık iddiâsına kalkışanlar bunlardandır. İnsanın bu isteklerinden kurtulması için nefsin, itâat altına alınıp; şeflik, üstünlük hülyâsından vazgeçirilerek sonsuz felâkete düşmesinin önüne geçilmesi için, Lâ ilâhe illallah kelimesini çok söyleyerek mânâsını kalbe yerleştirmek lâzımdır. Bu mübârek söz, insanın içindeki ve dışındaki yalancı ilâhları, mâbutları kovduğu, yok olduğunu bildirdiği için, nefsi temizlemekte en faydalı, en tesirli ilâçtır.

Peygamber efendimiz buyuruyor ki:

Zikrin en üstünü “Lâ ilâhe illallah”, duânın en fazîletlisi “Elhamdülillah” demektir.

Allah’a kavuşmak isteyen bu zikir kelimesini çok söyler. Allahü teâlâ bir hadîs-i kutsîde; “Ben, beni zikredenin yanındayım.” buyuruyor. Allahü teâlâyı zikretmenin, muayyen bir vakti yoktur. Bu kelime abdestsiz de söylenebilir.

Nefis, Allahü teâlâyı çok zikretmekle, çok hatırlamakla itminâna kavuşur. Yâni Allahü teâlânın emir ve yasaklarına tam uyup teslim olur. Kur’an-ı kerîm’de, Allahü teâlâyı çok zikiretmek emrolunmaktadır.

Nefsi azıp yoldan çıkan ve bunda inâd eden kimse, bu kelimeyi söyleyerek îmânını tâzelemelidir. Peygamber efendimiz buyurdu ki: “Lâ ilâhe illallah” diyerek îmânınızı yenileyiniz. Bunu her zaman söylemek lâzımdır. Îmân ile ölenlere hatm-i tehlîl yapmak, yâni yetmiş bin kelime-i tevhîd okuyup sevâbını rûhuna hediye etmek çok faydalıdır. Peygamber efendimiz; “Bir kimse kendisi için veya başkası için yetmiş bin aded kelime-i tevhîd okursa, günahları affolur.” buyurdu.

KELLE ŞEKER

Alm. 1. Hàtzucker (m) 2. Zuckerhut (m), Fr. Pain (m) de sucre, İng. Loaf Sugar. Eskiden rafine kristal şekerin pres edilmesiyle elde edilen dibi yuvarlak, tepesi sivri büyük parçaya verilen ad. Baş büyüklüğünde olduğu için bu ad verilmiştir. Şeker kamışı, özel kaplarda pişirildikten sonra konik kalıplara dökülürdü. Kaplarda hazırlanırken içine onda bir nisbetince halis tâze süt konur, öyle pişirilirdi. Çok sert olan bu şeker, kolayca kırılmaz küçük balta ile kenarından parçalanıp koparılırdı. Günümüzde bu şekilde kelle şekeri yapılmayıp ilerleyen şeker sanâyiinde çeşitli şeker türleri imâl edilmektedir.

KELLER, Helen Adams

Amerikalı yazar. 1880 yılında doğan Keller, on dokuz aylıkken geçirdiği şiddetli bir hastalık yüzünden görme ve işitme hassalarını tamâmen kaybetti. Perkins Enstitüsünde görevli Anna Mansfield Sullivan tarafından yedi yaşında eğitilmeye başlandı. Dokunma metodu ile okuma ve yazmayı; 1890 yılında da konuşmayı öğrendi. Tahsil hayatına New York’taki Humuşen School, Cambiridge School ve Radeliffe Colege’de devam etti.

İlk kitaplarını Radeliffe Kolejinde bastıran Helen Keller’in belli başlı eserleri şunlardır: Hayatımın Hikâyesi, İyimserlik, Yaşadığım Dünya, Taş Duvarın Şarkısı, Karanlığın Dışında, Dinim ve Avrupa’ya yaptığı seyahatlerini yazdığı Keller’in Jurnali, Keller İskoçya’da ve Öğretmen’dir.

KELLİK

Alm. Kopfgrind (m), Fr. Teigne (f), İng. Tinea, baldness. Saçlı deride, mikroskobik mantarların sebep olduğu bir hastalık. Favus veya kel hastalığı veya saçkıran da denir.

Hastalığa sebep olan mantarlar kıl diplerinde çanakçık şeklinde arızalara yol açar. Kılsız deri üzerinde de yuvarlak, kırmızı, pullu lekeler görülebilir. Tırnaklara da bulaşabilir. Kellik çok bulaşıcıdır. Şapka, tarak vb. yollardan geçer. Sıcak memleketlerde sık rastlanır. Hastalığa çocukluk çağında yakalanılır, ömür boyu sürebilir. Teşhis için saçın mikroskop altında muayenesi ve kültürü yapılır. Ayrıca Woor lambasında (mor ötesi ışın kaynağı) hastalıklı bölgelere yeşil fluoresans verilerek en ufak hastalık noktaları bile görülebilir. Tedâvide, mantar öldürücü ilâçlar, hasta bölgeye en az altı hafta süreyle sürülmelidir. Bu hastalık, ergenliğe erişmiş olanlara, bulaşmamaktadır. Dolayısıyle başında kellik bulunan yetişkin bir kimse görüldüğünde, hastalığa çocukluk çağında yakalanmış demektir. Hastalık, ilerleyip de saçlı deriyi atrofik (körelmiş) bir hâle getirdiğinde artık o bölgeden kıl çıkması sözkonusu değildir.

Kellik hastalığı, memleketimiz için büyük önemi olan bir hastalıktır. Köylerimizin ekseriyetinde bol miktarda bu hastalığa yakalanmış yetişkinler ve çocuklar vardır. Temizliğe son derece dikkat etmek, başkalarının eşyalarını rasgele kullanmamak korunmada önemlidir.

KELVİN, William Thonisan

Termodinamiğin ikinci kânununu keşfeden bir İngiliz fizikçisi. Telgrafla ilgili ve bâzı ilmî cihazlar keşfetmiştir. 1824-1907 yılları arasında yaşamıştır. İngiltere ve Fransa’da tahsil yapmıştır.

1848’de kendi adıyla isimlendirilecek sıcaklık ölçüsünü teklif etmiştir. Termodinamik’e olan katkıları yanında elektrikte ve telgrafta da önemli buluşlara sâhiptir. Özellikle denizaltı telgrafçılığında tanınmıştır. Fiziğin hemen her konusunda 300 oriinal ilmî yazı yayınlamıştır.

KELVİN SICAKLIK ÖLÇEĞİ

Sıfır noktası -273.16°C (-459.69°F)de olan sıcaklık ölçeği. Üstünlük tarafı her türlü sıcaklığı pozitif sayı ile ifâde edebilmesidir. 1°K’lık fark 1°C’ye eşit olduğu için, santigrad (°C) ile verilen sıcaklığı Kelvin (°K)e çevirmek için 273.16 veya yaklaşık olarak 273 ilâve etmek kâfidir. Böylece, meselâ, 0°C= 273.16°K, 100°C= 373.16°K ve –100°C= 173.16°K’dır.

Kelvin sıcaklık derecesi T ile santigrat sıcaklık derecesi ise t ile gösterilir. Aralarında:

T= t+273 gibi bir bağıntı vardır.

Kelvin ölçeği ideal gazların genleşmesi incelenirken ortaya çıkan tabiî bir ölçektir. Bu konu ile uğraşan William Thonisan Kelvin’e izafeten bu isim verilmiştir. Ayrıca başlangıcı mutlak sıcaklık olarak da isimlendirilir.

KEMÂLPAŞAZÂDE

(Bkz. İbn-i Kemâl)

KEMÂL REİS

Büyük Türk denizcilerinden. Asıl adı Ahmed Kemâleddîn olup, 1451 yılında Karaman, Ağrıboz veya Gelibolu’da doğduğu rivâyet edilmektedir. Babası Karaman’da Ali adındaki bir Türktür. Meşhur Pîrî Reis’in kardeşi Hacı Mehmed’in oğludur. Kemâl Reis denizlerde yetişmiş, ünü bütün Avrupa’ya duyulmuş kahraman bir kumandandır. Gençliğinde Eğriboz sancakbeyinin küçük filosunun komutanlığı ile ve emrindeki diğer gemilerle Endülüs’e kadar seferler yapmıştı. Kendi başına İspanya’daki Müslümanların imdâdına koşmuş, buradaki Endülüs Devletinin ortadan kalkmasına kadar elinden gelen yardımı esirgememiştir.

Akdeniz’deki gayret ve çalışmaları, Müslümanlara her zaman yardıma koşması Osmanlı Sultanı İkinci Bâyezîd Hanın onu İstanbul’a çağırmasına sebeb oldu. Sultan İkinci Bâyezîd Han onu devlet hizmetine çağırınca Kemâl Reis 1494-1495 (H.900) yılında geldi ve donanmaya katıldı. Sultan İkinci Bâyezîd Han Mekke ve Medîne vakıf eşyâlarını götüren gemilere Rodos şövalyelerinin verdiği zarara Kemâl Reis’in mâni olacağına inanıyordu. Dînine bağlı, mukaddes beldeye hizmet etmeyi her şeyden üstün tutan sultan için bu vakıf mallarının yerine ulaştırılması çok önemliydi. Devlet hizmetine girdiği seneden îtibâren donanmada düzeltme ve yenilikler yapan Kemâl Reis 1497 (H.903) yılında Mekke ve Medîne’ye gönderilen vakıf mallarını götüren donanmanın başına getirildi. Kemâl Reis gidiş ve dönüşte Venediklilerle yaptığı iki savaşı da kazandı. Gemilere koyduğu o zamana kadar görülmeyen uzun menzilli toplardan istifâde etti.

Sultan İkinci Bâyezîd Han, Venediklilere karşı Gelibolu’da hazırlattığı donanma işini Kemâl Reis’e vermişti. Kemâl Reis 1499-1502 yılları arasında Venedikle yapılan savaşlarda donanmanın bir filosuna kumanda etti ve zaferlerin kazanılmasında büyük hizmetleri görüldü.

1405-1505’te (H. 910) Rodos’a büyük bir akın düzenleyen Kemâl Reis, aynı yıl İspanya’daki Benî Ahmer Devletinin 1493’te yıkılmasından sonra Müslümanlara ve Yahûdîlere akıl almaz işkence ve zulümlerde bulunan İspanyollardan kurtarabildiklerini İstanbul’a getirdi.

Rodos şövalyelerinin Güney Anadolu limanlarına yaptıkları baskının öcünü almak için 1511 yılının başlarında sefere çıkan Kemâl Reis’in gemisi fırtınada batmış, kendisi de boğulmuştur. Zaferleri, yaptığı hizmetleri ile Türk denizciliğinin şöhretli kumandanlarından olan Kemâl Reis, on yedi yıl Osmanlı Devletine hizmette bulundu.

KEMÂL TÂHİR

Cumhûriyet devri hikâye ve romancılarından. 1910 yılında İstanbul’da doğdu. Cezayirli Hasanpaşa Rüşdiyesini bitirdikten sonra Galatasaray Lisesini yarıda bırakarak gazetelerde çalışmaya başladı. Bir süre çeşitli memurluklarda bulundu. Yedigün, Karikatür dergilerinde ve Tan Gazetesinde çalıştıktan sonra, 1938 yılında askerî mahkemece 15 sene hapse mahkûm edildi. Çankırı, Çorum, Kırşehir, Malatya hapishânelerinde yattı. 1950’den sonra İstanbul’a dönerek serbest yazarlığa başladı.

İlk önce şiir denemeleri yapan Kemâl Tâhir, uzun bir süre günlük hikâyeler, dedektif ve macera romanları yazmış, on beş kadar takma ad kullanmıştır. Romanlarına, malzemesini cezaevlerinde tanıdığı sayısız insan tiplerinden, sürgün bulunduğu köy çevrelerinden almıştır.

Romanlarında köylü tipleri veya büyük şehirde çalışmaya gelmiş gurbetçi köylüleri işlemiştir. Bu hikâyelerde konuya, ayrıntılara, fikir ve meselelere önem vermiş, şahısları bir zaman içinde iyice tanıtmış, törelerin ve çevrelerin tasvirlerini, geniş tutmuştur. Anlattığı olayların dışında gözlemci kalarak, sosyalist fikirleri işlemiş ve tesbit ettiği olayları belli (sosyalist) açıdan yorumlamıştır. Bir meseleyi, bir derdi, bir kötülüğü ortaya koyarak, ümid ettiği gâye peşinde koştuğu dikkati çeker.

Kemâl Tâhir’e göre Anadolu’da insanların gönülden bağlı olduğu din ve mânevî değerler, onların sosyalizmi kabul etmelerine mânî olmakta, sosyalist fikirler bu sebepten yayılmamaktadır. Hürriyet ve demokrasi de halkın sosyalist düzeni aramasına fırsat vermemektedir. Bu sebeplerden Kemâl Tâhir, sosyalist hareketin köyden başlayamayacağına ve ancak büyük şehirden, aydın kadrodan, tepeden inme geleceğine inanmaktadır.

Görüşlerini, sosyalistler gibi açıktan ifâde etmez. Meseleyi ağa-ırgat, hoca-öğretmen, muhtar-köylü, jandarma-eşkıyâ çatışmalarına bağlar. Verdiği misaller ve üslubu dertlere çözüm arayıcı değil; düzeni tahkir edici fitneci ve insanları kışkırtıcı bir hava taşır. Her derdin altında bir ekonomik sebep, bir sömürücü, dalavereci arar. Din adamlarının çoğunu kara câhil, gerici, çıkarcı ve ahlâksızmış gibi tasvir ederek okuyucusunda din adamlarına karşı nefret uyandırmaya çalışır.

Kemâl Tâhir, 1973’te İstanbul’da öldü.

Romanları:

Sağırdere (1955), Esir Şehrin İnsanları (1956), Körduman (1957), Rahmet Yolları Kesti (1957), Yediçınar Yaylası (1958), Köyün Kamburu (1959), Kelleci Mehmet (1962), Yorgun Savaşçı (1965), Bozkırdaki Çekirdek (1967), Devlet Ana (1967), Kurt Kanunu (1969), Büyük Mal (1970), Yol Ayrımı (1971).

Bunlardan Köyün Kamburu Fransızca ve Macarcaya Esir Şehrin İnsanları da Rusçaya çevrilmiştir.

KEMÂL ÜMMİ

On beşinci yüzyıl Osmanlı tekke şâiridir. Asıl adı İsmâil’dir. Niğde’de doğdu. Doğum târihi bilinmemektedir. Hayâtı hakkında fazla bilgi yoktur. Cemal Halvetî ile birlikte Erzincanlı Şeyh Behâeddîn’in halîfesi oldu. Bâzı kaynaklarda Karaman’da vefât ettiği kaydedilmekte ise de, türbesi Niğde’nin Yenice Mahallesindedir.

Şiirlerinde Yûnus Emre’nin tesiri görülür. Münâcaat, na’t, kasîde, gazel, mesnevî türünde çok sayıda tasavvuf şiiri yazdı. Aruz vezni ile yazmasına rağmen halkın anlayabileceği bir dil kullanmıştır. İlâhileri, kendisinin tanınmasına ve şöhret sâhibi olmasına daha etkili olmuştur. Kırım, Kazan ve Taşkent ve Özbek Türkleri arasında sevilerek okunmuştur. 2371 beyitlik bir Dîvân’ı bulunmaktadır. 1475 senesinde Karaman’da vefât etmiştir.

Bakın ey cân ü dil gözün açanlar

Bekâ mülki fenâ ilden seçenler

 

Hani şol dünyâya mağrûr olanlar

Hani şol menzile konup göçenler

 

Hani şol illeri bizüm diyenler

Hani şol yerleri eküp biçenler

 

Hani şol kal’alar, burçlar yapanlar

Hani anda durup yiyüp, içenler

 

Kemâl Ümmî, sen ol Hak’dan yana kaç

Kaçan (ne zaman) kurtulur ölümden kaçanlar

KEMÂLEDDİN BEY

Mîmar ve mühendis. 1870 senesinde Üsküdar’da Harem iskelesi semtinde doğdu. İlk tahsilini İbrahim Ağa Mektebinde, orta tahsilini Şemsilmaarif ve Numune-i Terakki adındaki özel okullarda gördü. Bu mekteplerden mezun olunca yeni açılan Mülkiye Mühendis Mektebine girdi. 1891 senesinde buradan birincilikle mezun oldu. Mezun olduğu zaman okuldaki Alman mimarı Jasmond’un yardımcılığına tâyin edildi ve bu arada da dört sene mimarlık ve yapı işleriyle uğraştı. Sonra hükümet tarafından mimarlık tahsilini tamamlamak üzere Almanya’ya gönderildi. Almanya’da dört buçuk sene okuduktan sonra geri dönerek, Mühendislik Mektebinde mimarlık ve inşaat dersleri hocalığına tâyin edildi. Bu vazifesini sürdürürken aynı zamanda özel olarak açtığı mîmarlık bürosunda, mîmarlık işleriyle uğraştı.

Mîmar Kemâleddin, hayâta mîmar olarak değil mühendis olarak atıldı. Mîmarlık ve mühendislik ayrı şeylerdir. Ama ikisi birleştiği zaman ortaya çıkan eserler çok değerli olur. Kemâleddin Bey, mîmarlık ve mühendisliği birleştiren nâdir mîmarlardan olup, çok kıymetli eserler vermiştir. Milliyetçilik cereyânının başladığı sıralarda Kemâleddin Bey de milliyetçiliğini mîmârî alanda gösterip, millî mîmârî çığırını açmıştır. Mîmar Sinan ve Mîmar Kâsım Ağa gibi mühim mimarların hayrânı olan Kemâleddin Bey, onların eserlerini incelemiş ve eski Türk üslûbunu yeni mîmârîde uygulamıştır. Bu katkısıyla eski klasik Türk mîmârîsine dönerek Türk mîmârîsini benliğine kavuşturmuştur.

Kudüs’teki Mescid-i Aksâ’nın tâmirini de yapmıştır. Bu tâmirde gösterdiği başarıdan dolayı, İngiliz Mîmarlar Enstitüsü üyeliğine seçilmiştir.

Çocukluğunda babasının vazifesi sebebiyle beş sene Girit’te bulunduğu sırada Arapça ve Fransızca öğrenmiş, dönüşünde ise Arapçayı medrese derslerinde, Fransızcayı ise özel olarak aldığı derslerle ilerletmiştir.

Osmanlı Devletinin son yıllarında batılılaşma içerisinde olan Türk mîmârîsini bu gidişinden kurtarıp millî benliğine kavuşturan Kemâleddin Bey, Seraskerlik dâiresi baş mimarlığı da yapmıştır. 57 yaşındayken 1927 yılında Ankara’da ölmüştür.

Eserlerinden önemlileri şunlardır: Bostancı Camii (İstanbul), Sultan Reşad Türbesi (İstanbul), Gâzi Eğitim Enstitüsü (Ankara), I., II., III., IV., Vakıf Han Binâları (İstanbul), Vakıf Guraba Hastahanesi Yeni Binaları (İstanbul), Hârikzâdegân Apartmanları (İstanbul).

KEMÂLEDDÎN İBNİ YÛNUS

On ikinci ve on üçüncü asırlarda din ve fen ilimlerinde yetişmiş olan büyük İslâm âlimi. İsmi, Mûsâ bin Yûnus bin Muhammed bin Men’a’dır. Künyesi Ebü’l-Feth olup Musûlî diye de bilinir. Kemâleddîn lâkabıyla ve İbn-i Yûnus diye meşhur olmuştur. Babası Şeyh Radıyüddîn Yûnus’tur. 1156 (H. 551) senesinde Musul’da doğdu, 1241 (H. 639) senesinde aynı yerde vefât etti.

İlk tahsilini babası Şeyh Radıyüddîn Yunus’tan gördü. Babasından fıkıh ilmi okudu. 1175 senesinde Bağdat’a giderek Nizâmiye Medresesine girdi. Sedîdüddîn Süleymânî’nin yanında ilim ile meşgûl oldu. Kemâlüddîn Ebü’l-Berekât Abdurrahman bin Muhammed el-Enbârî’den ve Şeyh Ebû Bekir Yahyâ bin Sa’dun el-Kurtubî’den Arabî ilimleri ve çeşitli ilimleri tahsil edip, yüksek ilim sâhibi oldu. Daha sonra Mûsul’a dönüp orada yerleşti. Emîr Zeyneddîn Câmiinde dersler verdi. İlim öğretmeye elverişli olarak inşâ edilen bu câmi Kemâliyye Medresesi olarak anıldı. Kısa zamanda şöhreti etrafa yayılan Kemâlüddin ibni Yûnus pekçok çevreden gelen talebelere ilim öğretti. Başta Şâfiî fıkhı olmak üzere matematik, astronomi, mantık, tıp gibi yirmi dört ilim dalında söz sâhibi oldu. Zamanında kimsenin elde edemediği ilimleri kendinde topladı. Şâfiî fıkhında zamanının en büyük âlimi olduğu gibi, Hanefî âlimleri dahi El-Câmiu’l-Kebir’deki anlaşılması zor olan meseleleri ondan gelip soruyorlardı. Kelâm, usûl ü fıkh ve hilâf ilimlerinde de çok ince bilgilere sâhib oldu. Fahruddin-i Râzî ve Âmidî gibi âlimlerin eserlerindeki anlaşılması zor kelâmî meseleleri açık bir şekilde izâh etti. Mantık, metafizik, fizik ve tıp bilgilerindeki yenilikleri sürekli olarak tâkib etti. Euklid (Öklid)i; astronomi, koni kesitlerini; Batlemyus’un Almagest (El-Mecisti)ini tam olarak öğrendi. Bunun yanında cebir, aritmetik gibi hesab tekniklerine hâkim oldu.

Fransa İmparatoru İkinci Friedrich ilmi problemlere ilgi duyardı. Özellikle, fizik, matematik, astronomiye merakı vardı. O zamanlar kendi ülkesinde bu ilimlerle uğraşan kimseler bulunmadığı için, bir takım ilmî problemleri çözdürmek için İslâm ülkesine gönderdi. İslâm ülkelerindeki âlimler fizik, astronomi ve tıp bilimlerine ait soruları cevaplandırdılar. Fakat matematikle ilgili problemleri çözen olmadı. Musul’da bulunan İbn-i Yûnus bu problemleri kolayca çözdü.

İlimde ondan başka kimsenin bildirmediği metodlar ortaya koydu. Arabî ilimlerde Sîbeveyh’in meşhur Kitâb isimli eserini; Ebû Alî Fârisî’nin İzah ve Tekmile’sini; Zemahşerî’nin Mufassal’ını büyük bir vukûf ve dirâyetle okuttu. Tefsir, hadis ve hadis râvilerine dâir çok geniş ilim sâhibi oldu.

Târihten, Arapların muhârebelerinden, onların şiir ve hutbelerinden pekçok şey ezberledi. Hatta Yahûdî ve Hıristiyanlar, Tevrât ve İncil ile ilgili olarak bilmedikleri şeyleri ondan gelip öğrendiler.

Kemâleddîn ibni Yûnus Musul’da birkaç medresede ders verdi. Her fende pekçok âlim yetiştirdi. Kardeşi büyük âlim İmâmüddîn Muhammed vefât edince Alâiyye Medresesinde onun yerine ders okuttu. Sonra Kâhiriyye Medresesi açılınca oraya geçti. 1223 senesinde Bedriyye Medresesinde ders vermeye başladı. Bâzı günlerde derslerine zamanın meşhûr âlimleri de gelip dinliyorlardı. Esirüddîn Ebherî gibi âlimler onun ilim halkasından yetişti. Tenbîh isimli eserin şârihi (şerh edicisi) büyük âlim Şerefüddîn Ahmed bin Mûsâ, Kemâleddîn ibni Mûsâ’nın oğludur.

İlim ve fazilette yüksek derece sâhibi olan, Musul ve çevresi ahalisinin fetvâ mercîi olan Kemâleddîn ibni Yûnus 1241 (H. 639) senesinde Musul’da vefât etti.

Eserleri: 1) Keşfü’l-Müşkilât: Kur’ân-ı kerîmin tefsiridir. 2) Usûl: Usûl ilmiyle ilgili bir eserdir. 3) Uyûnü’l-Mantık, 4) El-Esrârü’s-Sultâniyye, 5) El-Burhân alel-Mukaddimetülletî Ehmelehâ Arşimed fî Kitâbihî: Bu eser yazmadır. 6) Şerhü’l-A’mâli’l-Hendesiyye.

KEMÂLEDDÎN KÂMİ KAMU

Şâir ve siyâset adamı. 1901 senesinde Bayburt’ta doğdu. Aslı Erzurum’lu olup, babası Küçükzâde Osman Nûri Efendidir. Babasının Bayburt’ta mal müdürlüğü görevi sırasında dünyâya geldi.

Kemâleddîn Kâmu, ilk tahsilini özel hocalardan ders alarak yaptı. Arabî öğrendi. Daha sonra Erzurum Rüşdiyesine girdi (1910). 1911 senesinde babası Refâhiye’ye tâyin oldu. Rüşdiyeyi burada bitirdi. On beş yaşlarında babasını kaybetti. Birinci Cihan Harbinin başlaması üzerine annesi ile birlikte Refâhiye’den Sivas’a, oradan Kayseri’ye ve Bursa’ya geldiler.

Bursa Sultânisine, sonra İstanbul Erkek Muallim Mektebine girdi (1920). Bursa’nın düşman tarafından işgâli üzerine, Bursa’da oturan annesi ve ağabeyi ile birlikte Ankara’ya göç ettiler. Ankara’da Matbuât Umum Müdürlüğünde Ajans Memuru olarak vazife aldı. 1923’te İstanbul’a gelerek, Erkek Muallim Mektebinin imtihanlarına girdi ve diplomasını aldı. 1933 senesinde İstihbârât ve Neşriyât Müdürü oldu. Bu vazifedeyken AnadoluAjansının mümessili olarak Paris’e gitti. Beş sene orada kaldı. Siyâsî Bilimlerde okuyarak diploma aldı. 1938 senesinde yurda döndü ve seçimlere girerek Rize milletvekili seçildi. 1946 seçimlerinde Erzurum milletvekili oldu. TDK Terim Kolu başkanı olarak çalıştı. 1948 senesinde Ankara’da öldü.

Kamu, şiire çocuk yaşta başladı. İlk şiirlerini aruz vezniyle yazdı. Yirmi yaşlarında aruzu terk etti. Bundan sonra bütün şiirlerini hece vezniyle yazdı. Asıl şöhrete Milli Mücâdele yıllarında yaşadığı günleri ile kavuştu. Bu şiirlerinde daha çok gurbet, hicret, hasret, tabiat, zafer ve memleket konularını işledi.

Şiirleri çeşitli dergilerde yayınlandı: Türkün Duâsı, İzmir Yollarında, İstiklal Ordusu Şehitlerine, Zafer, Dumlupınar Yolunda vs. Yazdığı şiirler mütâreke ve Millî Mücâdele yıllarındaki acı hâtıraları yansıtır.

Kamu’nun dili sâde ve akıcıdır. Hecenin en çok 3+4, 4+3, 6+5, 7+7 ölçülerini kullanmıştır. Bâzı şiirleri üçer mısradır. Şiirlerini Genç Yolcular, Dergah, Türk Yurdu, Hayat, Varlık, Oluş, Fikirler ve Ülkü adlı dergilerde yayınlamıştır. Tam kâfiyeyi seçmiştir. Eserlerini sağlığında toplayıp neşretmemiştir. Vefâtından sonra hayâtı ve şiirleri 1949 senesinde yayınlanmıştır.