KAZ (Anser)
Alm. Gans (f), Fr. Oie (f), İng. Goose. Familyası: Ördekgiller (Anatidae). Yaşadığı yerler: Yeryüzünün hemen hemen bütün sulak bölgelerinde. Özellikleri: Kuğudan küçük, ördekten büyük, perde ayaklı, yassı gagalı, çoğu otçul kuşlar. Ömrü: 20-30 yıl. Çeşitleri: Yaban kazı, Kanada kazı, büyük kar kazı, küçük kar kazı en çok bilinen türlerdir.
Ördekgiller familyasından bâzı türlere verilen ad. Gri ve beyaz tüylü, ayakları perdeli, erkek ve dişisi aynı büyüklükte bir kuştur. Evcil ve yabânileri vardır. Genellikle kuğulardan küçük, ördekten büyüktür. Beslenme şekli kuğu ve ördeklerden farklıdır. Başlıca besinleri otlardır. Fakat böcek, yumuşakça ve küçük omurgalıları yiyen türleri de vardır. Hızlı bir yüzücü olmamasına rağmen suda rahatça yüzer, daldığında uzun zaman su altında kalabilir. Gagaları ile kanatlarını düşmanlarına karşı silah olarak kullanır. Kanatları uzun uçlara doğru sivrilen yumuşak sık tüylerle örtülüdür. Halk arasında sanıldığı gibi ahmak değildir. Zekî ve uykusu hafiftir. Hattâ Avrupa’nın bâzı yerlerinde kazlara, bekçilik görevi yaptırılır.
Her kıtanın kendine has olan kazları olup, kırktan fazla çeşit ile dünyâya yayılmışlardır. Kuzeyde ve kutuplarda yaşayanların hepsi göçmendir. Sonbaharda buralardan ayrılıp binlerce kilometre kat ederek güneye inerler. Sürü hâlinde yaşarlar. Kar kazları ve mâvi kazlar binlerce çiftten meydana gelen sürüler hâsıl ederler. Dişi ile erkek birbirine çok bağlıdır. Ölünceye kadar birbirinden ayrılmazlar. Normal durumlarda 30 yıl yaşayabilirler. İyice semirtilen evcil kazlar 4-5 kilo gelebilir.
Yaban kazlarının en irisi 7-9 kg olan Kanada kazıdır. Yuvalarını tilki gibi düşmanlardan korumak için bataklığın sığ sularında veya bir tümseğin üzerinde yaparlar. Kuluçkaya yatan kazların yumurtalarından bir ay (30-34 gün) sonra sarı tüylü yavrular çıkar. Erkek kaz eşini ve yavrusunu tehlikelere karşı cesurca korur. Tıslaması, kanat çırpması ve gagasıyla saldırıları bertaraf etmeye çalışır. Haziranda doğan yavrular, sonbaharda anne ve babalarına tam benzer. 3-4 ay içinde uçmaya başlarlar. Anne ve babaları ile göç seyahatine katılırlar. 3 yaşında erginleşirler. Göç sırasında “V” şeklinde uçarlar. Uçuş sırasında yerlerini sık sık değiştirirler. Genellikle uçta tecrübeli bir erkek bulunur.
Gece ve gündüz uçabilirler. Rüzgârın yönü ve bulutların durumu göçü etkileyen faktörlerdendir. Açık günlerde yıldızlı gecelerde yıldızların vaziyetine göre yönlerini tâyin ederler. Pekçok çeşitleri olan kazların yaban kazı, angut, puslu turna kazı, büyük kar kazı, küçük kar kazı, mâvi kaz, Kanada kazı, deniz kazları en meşhurlarıdır.
Alm. Schicksal, Vorherbestimmung,Fr. Fatalite, destin, destinèe, İng. Fate, destiny. Îmânın şartlarından biri. İslâmiyette inanılması lâzım olan altı temel şeyden altıncısı, kadere yâni hayır ve şerrin Allahü teâlâdan olduğuna inanmaktır. İnsanlara gelen hayır ve şer, fayda ve zarar, kazanç ve ziyanların hepsi, Allahü teâlânın takdir etmesiyledir. Kader, lügatte “Bir çokluğu ölçmek, hüküm ve emir” demektir. “Çokluk ve büyüklük” mânâsına da gelir. Allahü teâlânın bir şeyi dilemesine “kader” denilmiştir. Bundan başka târifler de yapılmıştır. Şöyle ki: Kader, ileride yaratılacak şeyleri, Allahü teâlânın ezelde bilmesidir.
Allahü teâlâ, her şeyi, kudreti ve ilmi ile yaratıyor. İşte kader bu ilimdir. Kader, hiçbir şey yaratılmadan önce, Allahü teâlânın ilim sıfatının mahlûklara olan bağlılığıdır. Kaderin, yâni Allah’ın yaratmayı istediği şeyin var olmasına kazâ denir. Kazâ ve kader kelimeleri, birbirinin yerine de kullanılır. Buna göre kazâ demek, ezelden ebede kadar yaratılmış ve yaratılacak şeyleri, Allahü teâlânın ezelde dilemesidir. Bütün bu eşyânın, kazâya uygun olarak, daha az ve daha çok olmayarak yaratılmasına kader denir. Allahü teâlâ, olacak her şeyi ezelde, sonsuz öncelerde biliyordu. İşte bu bilgisine kazâ denir. Felsefeciler buna “inâyet-i ezeliyye” derler. Bu varlıklar, o kazâdan meydana gelmiştir. Bu ilme uygun olarak, eşyânın var olmasına “kader” denir. Kadere îmân etmek için, iyi bilmeli ve inanmalıdır ki, Allahü teâlâ, bir şeyi yaratacağını ezelde irâde etti, diledi ise, az veya daha çok olmaksızın, dilediği gibi var olması lâzımdır. Var olmasını dilediği şeylerin var olmaması ve yokluğunu dilediği eşyânın var olması imkânsızdır.
Allahü teâlânın kazâsı, takdiri ve levh-i mahfûz’a yazması, ilm-i ezelîsine uygundur. Yâni her şeyi, ileride ne zamanda ve nasıl olacak ise veya olmayacak ise, öylece bilmiştir. Bildiğini takdir eder ve yazar.
Kaderin iyisi, kötüsü, tatlısı, acısı, hep Allahü teâlâdandır. Çünkü kader, bildiği şeyleri yaratmak demektir. Âlemlerin yaratanı, yarattığı ve yaratacağı şeylerin hepsini, ezelden ebede, zerreden arşa kadar, maddeleri, mânâları, bir anda ve bir arada bilir. Her şeyi yaratmadan önce biliyordu. Her şeyin iki türlü varlığı olur. Biri ilimde varlık; ikincisi, hâriçte, maddeli varlıktır. İmâm-ı Gazâlî bunu bir misâlle şöyle anlatmıştır: Bir mühendis mîmar, yapacağı bir binânın şeklini, her yerini, önce zihninde tasarlar. Sonra zihnindeki bu resmi, kâğıda çizer. Sonra bu plânı, mîmâra ve ustalara verir. Bunlar da, bu plâna göre, binâyı yapar. Kâğıttaki plân, binânın, ilimdeki varlığı demektir ve zihinde tasavvur edilerek çizilen şeklidir. Kereste, taş, tuğla ve harçtan yapılan binâ da, hâriçteki varlıktır. Mühendis mîmarın zihninde tasavvur ettiği şekil, yâni bu şekle olan bilgisi, binâya olan kaderidir.
Bütün hayvanların, nebatların, cansız varlıkların (katıların, sıvıların, gazların, yıldızların, moleküllerin, atomların, elektronların, elektromanyetik dalgaların), kısaca her varlığın hareketi, fizik olayları, kimyâ tepkimeleri, çekirdek reaksiyonları, enerji alışverişleri, canlılardaki fizyolojik faâliyetleri, her şeyin olup olmaması, kulların iyi ve kötü işleri, dünyâda ve âhirette, bunların cezâsını görmeleri ve herşey ezelde, Allahü teâlânın ilmindeydi. Bunların hepsini ezelde biliyordu. Ezelden ebede kadar olacak, eşyâyı, özellikleri, hareketleri, olayları, ezelde bildiğine uygun olarak yaratmaktadır. Yaratan, yapan yalnız O’dur. Sebeplerin meydana getirdiği her şeyi yaratan O’dur. Her şeyi bir sebeple yaratmaktadır.
Allahü teâlâ dileseydi, her şeyi sebepsiz yaratırdı. Ateşsiz yakardı. Yemeden doyururdu. Tayyâresiz uçururdu. Radyosuz, uzaktan duyururdu. Fakat lutfederek, kullarına iyilik ederek, her şeyi yaratmasını bir sebebe bağladı. Belirli şeyleri, belli sebeplerle yaratmayı diledi. İşlerini, sebeplerin altında gizledi. Kudretini sebepler altında sakladı. O’nun bir şeyi yaratmasını isteyen, o şeyin sebebine yapışır, o şeye kavuşur. Lâmbayı yakmak isteyen, kibrit kullanır. Zeytinyağı çıkarmak isteyen, baskı âleti kullanır. Başı ağrıyan ilâç kullanır. Cennete gidip, sonsuz nîmetlere kavuşmak isteyen, İslâmiyete uyar. Kendine tabanca çeken ölür. Zehir içen ölür. Terliyken su içen hasta olur. Günah işleyen, îmânını gideren de, Cehenneme gider. Herkes hangi sebebe başvurursa, o sebebin vâsıta kılındığı şeye kavuşur. Müslüman kitaplarını okuyan, Müslümanlığı öğrenir, sever, Müslüman olur. Dinsizlerin arasında yaşayan, onların sözlerini dinleyen, din câhili olur. Din câhillerinin çoğu kâfir olur. İnsan hangi yerin vâsıtasına binerse, oraya gider.
Allahü teâlâ, işlerini sebeplerle yaratmamış olsaydı, kimse kimseye muhtâc olmazdı. Herkes, her şeyi Allahü teâlâdan ister, hiçbir şeye başvurmazdı. Böyle olunca, insanlar arasında, âmir, memur, işçi, sanatkâr, talebe, hoca ve nice insanlık bağları kalmaz, dünyâ ve âhiretin nizâmı bozulurdu. Güzel ile çirkin, iyi ile fenâ ve mûtî ile âsî arasında fark kalmazdı.
Allahü teâlâ dileseydi, âdetini başka türlü yapardı. Her şeyi, o âdetine göre yaratırdı. Meselâ dileseydi, kâfirleri, dünyâda zevk ve safâsına düşkün olanları, can yakanları, aldatanları Cennete sokardı. Fakat, âyet-i kerîmeler ve hadîs-i şerîfler, böyle dilemediğini bildirmektedir. İnsanların her işini, istekli ve isteksiz, bütün hareketlerini yaratan O’dur. Kulların, ihtiyârî, yâni istekli hareketlerini, işlerini yaratması için, kullarında “irâde” yaratmış, bu irâdelerini, dilemelerini, işleri yaratmasına sebep kılmıştır.
Kulların istekli hareketleri, iki şeyden meydana gelmektedir: Birincisi, kulun irâde ve kudreti iledir. Bunun için, kulun hareketlerine kesb etmek denir. Kesb, insanın sıfatıdır. İkincisi, Allahü teâlânın yaratması, var etmesi iledir. Allahü teâlânın; emirler, yasaklar, sevaplar ve azaplar yapması, insanda kesb bulunduğu içindir.
Sâffât sûresinin 96. âyet-i kerîmesinde meâlen; “Allahü teâlâ, sizi yarattı ve işlerinizi yarattı.” buyuruyor. Bu âyet-i kerîme, hem insanlarda kesb, yâni hareketlerinde “irâde-i cüz’iyye” bulunduğunu göstermektedir. Cebr (zorlama) olmadığını açıkça ispat etmektedir. Bunun için “insanın işi” denilmektedir. Meselâ, Ali vurdu, kırdı denir. Hem de, her şeyin kazâ ve kaderle yaratıldığını belli etmektedir.
Allahü teâlâ, kullarının tâatlarını günahlarını irâde eder ve yaratır. Fakat, tâatten râzıdır. Günahtan râzı değildir, beğenmez. Her şey, O’nun irâde ve halk etmesi ile var olmaktadır. En’âm sûresinin 102. âyet-i kerîmesinde meâlen; “O’ndan başka ilâh yoktur. Her şeyin hâlıkı ancak O’dur.” buyuruyor.
Ehl-i sünnet vel-cemâat; kadere îmân etmiş, kadere inanmak îmânın şartıdır, demiştir. Yâni kadere inanmayan, mümin değildir, dediler.
Büyük âlim İmâm-ı Begavî buyurdu ki: “Kazâ, kader bilgisi, Allahü teâlânın kullarından sakladığı sırlardan biridir. Bu bilgiyi, en yakın meleklere ve şerîat (din) sâhibi olan peygamberlerine (aleyhimüsselâm) bile açmadı. Bu bilgi, büyük bir deryâdır. Kimsenin, bu denize dalması, kaderden konuşması câiz değildir. Şu kadar bilelim ki, Allahü teâlâ, insanları yaratıyor. Bir kısmı şakîdir. Cehennemde kalacaktır. Bir kısmı da saîddir. Cennete gidecektir.
Bir kimse, hazret-i Ali’den kaderi sorunca, hazret-i Ali; “Karanlık bir yoldur. Bu yolda yürüme!” buyurdu. Tekrar sorunca: “Derin bir denizdir.” buyurdu. Tekrar sordu. Bu defâ: “Kader, Allahü teâlânın sırrıdır. Bu bilgiyi senden sakladı.” buyurdu.
DEVLETİN ADI |
Kazakistan Cumhûriyeti |
BAŞŞEHRİ |
Alma-Ata |
NÜFÛSU |
17.000.000 |
YÜZÖLÇÜMÜ |
2.717.300 km2 |
RESMÎ DİLİ |
Kazak Türkçesi ve Rusça |
RESMÎ DÎNİ |
İslâmiyet |
PARA BİRİMİ |
Ruble |
Orta Asya’da yer alan bir Türk devleti. Kuzeyinde Rusya Federasyonu, Ural Dağları ve Güney Sibirya, doğusunda Moğolistan ve Doğu Türkistan, güneyinde Kırgızistan, Özbekistan, Aladağ, TanrıDağları ve Aral Gölü, batısında ise Hazar Denizi yer alır. Doğu ve batı sınırları arası 3000 km, kuzey ve güney sınırları arası ise 1500 km’dir.
Târihi
Kazakların târih sahnesine çıkışları 15. asra rastlar. Şeybânî Hükümdârı Ebü’l-Hayr zamanında bozkır bölgesinde yaşayan Türk kabîleleri, aynı sülâleden Barak Hanın oğulları Canıbek ile Kerey’in idâresinde doğuya göç ederek ÇağatayHanlığı topraklarını kendilerine yurt edindiler. Buralarda yaşayan ve göçebe olan Türk kavimleri ile birlik olup iki yüz bin kişilik bir nüfûsa ulaştılar. Bunlara daha sonra, Naymanlar, Celâyirliler ve Duğlatlar da katılınca bir milyonluk bir Kazak topluluğu meydana geldi. Balkaş civârında yaşayanlara Canıbekoğlu Kasım Han, Urallara kadar olan bölgede yaşayanlara Kereyoğlu Burunduk Han hükümdarlık ediyordu. Kasım Han, amcasının oğlu Burunduk Hanı ortadan kaldırarak, Kazakların tamâmını idâresi altına aldı ve üç yüz bin kişilik bir ordu kurdu. Kasım Handan sonra oğlu Aknazor Han (1520-1555), ondan sonra onun oğlu Şigay Han (1555-1570) Kazan hükümdarı oldu. Şigay Han zamânında bozkırların tamamı Kazak hâkimiyeti altına girdi. Şigay Hanın yerine geçen Tevekkel Han (1570-1600) Taşkent’i ele geçirerek başşehir yaptı. Kazak topraklarını üç ayrı “orda”ya böldü. Bunlar batıdan doğuya sırasıyla Tien Shan’ın kuzeyindeki Semireciye bölgesini içine alan kısma BüyükOrda (Uluyüz), Aral Gölünün doğusundaki orta step bölgesini içine alan kısma OrtaOrda (Ortayüz) ve Aral Gölüyle Ural Irmağı arasında kalan kısma da Küçük Orda (Kiçiyüz) denildi. Tevekkel Hanın yerine geçen kardeşi İşim Han (1600-1623), Çungarya Kalmuklarına (Oryatlara) karşı devamlı harpler yaptı. Ondan sonra yerine geçen kardeşi Cihangir (1623-1655) Kalmukları 1626 yılında yendi. Cihangir Handan sonra yerine oğlu Tekva Han (1655-1678) geçti.
Tekva Handan sonra sultan olan Pulta Han (1678-1718) devrinde Çungarya Kalmukları, Türkistan’a kadar olan bölgeleri elegeçirdi. Kazakların birliği bozuldu. Ordalar birbirleri ile savaşmaya başladılar. Bu durumdan istifade eden Ruslar, önce Küçük Ordayı (1731), sonra Orta Ordayı (1743), daha sonra da Hokand Hanlığı idâresindeki Büyük Ordayı (1846) hâkimiyetleri altına aldılar. Böylece bütün Kazak toprakları Çarlık Rusyasının eline geçmiş oldu. 19. yüzyılın ikinci yarısından îtibâren Kazak topraklarında yeni iskân merkezleri kurularak Ruslar yerleştirildi. 1916’da 19-43 yaş arası bütün erkek nüfûsun askere çağrılması üzerine Kazaklar isyân etti. Fakat bu isyân Ruslar tarafından kanlı bir şekilde bastırıldı.
1917 devriminden sonra Alaş Orda adlı Kazak hükümeti kuruldu. Kızılordu 1920’de Kazakistan’ı işgal etti ve Oranburg’da muhtar bir Sovyet Cumhûriyeti kuruldu. Daha sonra Alma-Ata başşehir oldu. Göçebeler 1929’da yerleşik hayata geçmeye zorlandı. Çok sayıda Rus ve Ukraynalı Kırgızistan’a yerleştirildi. Buna karşı çıkan Kazaklar hunharca katledildiler. Kazak çocukları millî ve dinî kültürden uzak, ateist olarak yetiştirilmeye çalışıldı ise de bunda muvaffak olunamadı. 1936’da yapılan yeni bir düzenleme ile Kazak Özerk bölgesi, Kazakistan Sovyet Sosyalist Cumhûriyeti hâline getirildi. Rusya’daki Glasnost hareketlerinden sonra ve 1991 Ağustosunda eski Sovyetler Birliğinin dağılmasıyla Kazakistan Cumhûriyeti bağımsızlığını îlân etti.
Fizikî Yapı
Ülke topraklarının beşte biri dağlarla kaplıdır. Diğer kısmı düzlükler tepelik ovalar ve platolardan meydana gelir. Batı ve güneybatı kesimlerine hâkim olan HazarÇöküntüsünün güneyinde Ustyurt Yaylası, Mangışlak Yarımadasında ise Karadağ ve Akdağ uzanır. Hazar Çöküntüsünü Ural Platosu ve Mugodjar Tepeleri geniş Turan Ovasından ayırır. Kurumuş ırmakların önceleri taşıdığı kumlar güneyde Kızılkum Çölünü, orta kesimde Karakum Çölünü, kuzeyde Büyük ve Küçük Barsuki çöllerini meydana getirmiştir. Kuzeyde dağların yüksekliği 1500 metreye ulaşır. Ülke topraklarının batısında Uludağ, doğusunda iseCengizdağ olarak bilinen sıradağlar yer alır. Doğu ve güneydoğudaki yüksek dağ silsileleri vâdilerle yarılmıştır. Çungarya Aladağları Balkaş Gölünün bulunduğu çöküntünün güneyinden, Tarbagatay Sıradağları güneyden, Altay dağ silsilesinin devamı olanListvyaga, Holzun ve Tigirek sıradağları ise doğudan Kazakistan topraklarına girer. Kırgızistan sınırındaTanrı Dağları, uzanır. Muyunkum Çölü Karadağ’ın içlerine kadar girer.
Kazakistan’da binlerce küçük akarsu vardır. Bu akarsuların büyük kesimi Hazar Denizi, Aral, Balkaş ve Tengiz göllerine dökülür. Kazakistan topraklarını baştan başa geçen ve Kuzey Buz Denizine dökülen nehirler ise Irtiş, İşim ve Tobul’dur. Akarsuların büyük kısmı yazın kurur. Başlıca ırmakları Ural ve Seyhun’dur. Seyhun üzerinde taşkınları önlemek ve sulama gâyeli birçok baraj bulunur.
Ülke sınırları içinde su seviyesi genelde değişken olan ve bâzıları belli aylarda kuruyan elli bine yakın göl vardır. Hazar Denizinin 2320 km’lik kıyısı Kazakistan sınırları içinde kalır. Diğer önemli gölleri Aral, Balkaş, Zaysan, Alakol, Tengiz ve Seletitengiz’dir.
İklim
Kazakistan’ın vâdi ve ovalarında çok sert bir kara iklimi hâkimdir. Sıcaklık bölgelere göre çok farklılık gösterir. Güneyde -5°C ile -1,4°C arasında değişen kış ortalama sıcaklığı, orta kısımlarda -16°C ile -19°C’ye kadar düşer. Yazın ortalama sıcaklık kuzeyde 20°C güneyde ise 29°C’dir. Senelik ortalama yağış miktarı kuzey ve orta kısımlarda 200-300 mm, güneyde 400-500 mm, yüksek sıradağlarda ise 600-1000 mm arasında değişir. Vâdilerde sık sık kasırga şiddetine varan rüzgârlar eser.
Tabiî Kaynaklar
Mâdenler: Kazakistan yeraltı kaynakları bakımından zengindir.Karaganda bölgesinde zengin kömür yatakları, Ural-Enba Havzasında petrol yatakları vardır. Ayrıca bakır, kurşun (Altay, Kara-Tav, Ala-Tav, Tekeli’de), çinko (Alma-Ata), demir (Karkaralı, Balhaç, Cez-Kazgon, Ata-Su), manganez, kalay, volfram, molibden, antimuan çıkarılmaktadır.
Bitki örtüsü ve hayvanlar: Ülke topraklarının büyük bölümünü kaplayan çöllerde pelin otu ve ılgın yetişir. Altay ve Tanrı dağları ormanlarla kaplıdır. Ormanlarda ve çöllerde çok sayıda av hayvanı yaşar. Bunlardan bâzıları; antilop, sığın, kurt, ayı, kakum, samurdur. Irmak ve göllerde sazan, turna, som balığı, alabalık ve tatlısu levreği Hazar Denizinde ise mersinbalığı, ringa çamçak avlanır.
Nüfus ve SosyalHayat
Kazakistan’ın nüfûsu 17.000.000 civârındadır Başkenti Alma-Ata olup nüfûsu 1.200.000’dir. Nüfûsun % 39.7’si Kazak, % 37.8’i Rus, % 5.8’iAlman, % 5.4’ü Ukraynalı, % 4’ü Tatar ve Özbek, % 7.3’ü diğer milletlere mensuptur. Başlıca şehirleri Uralsk, Ahtubinsk, Guryev, Bişkek, Karaganda, Aralsk’dır.
Kazakistan’da büyük yerleşim bölgeleri dışında hâlâ eski göçebe özelliği sürdürülmektedir. Halkın çoğu geçimini hayvancılıkla sağladığı için yazın “çaylav” dedikleri yaylalara gitmek, kışın da “kıştav” dedikleri kışlaklarında barınmaktadırlar. Böylece göçebe hayatlarını devam ettirirler.
Eğitim: Halkın çoğu 1917 komünist ihtilâlinden önce göçebe hayâtı yaşadığından, Kazaklarda eğitim faaliyetleri fazla gelişmemişti. Yerleşme merkezlerinde çok sayıda medrese vardı. İhtilâlden sonra bölgede Rus eğitim sistemi uygulanmaya başlandı. İlk ve orta öğretim Kazakça yapılmasına rağmen, anaokullarında ve yüksek okullarda Rusça eğitim yapılması Kazak gençlerini Rusça öğrenmeye mecbur bıraktı.
Kazakistan’da eğitim 7-17 yaş arasında mecbûrî ve parasızdır. Okullarda Rusça ve Kazakça eğitim yapılır. Ayrıca azınlık dillerinde de öğretim yapan okullar vardır. Nüfûsun az olduğu bölgelerde ortaokul çocukları için yatılı okullar bulunur. Meslekî eğitim veren okulların sayısı oldukça fazladır. Ülke çapında 8689 ortaokul, 243 teknik lise, vardır.
Kazakistan’da ilk üniversite 1934’te Kirov’da kuruldu. 1948’de Kazak İlimler Akademisi teşkil edildi. Bu akademiye bağlı 35’ten fazla enstitü vardır. Ayrıca 40 civârında yüksek okul mevcuttur.
Rus hükûmeti, Kazakların millî şuurunu kaybetmesi için çeşitli çalışmalar yaptı. Stalin döneminde Kazakçadan Arapça ve Farsça kelimeler çıkarılarak bunların yerine Rusça kelimeler konuldu. Günümüzde Kazakçada bulunan bâzı kelimeler için Rusça kelimeler kullanılmaktadır. Böylece Kazakça kısa zamanda Rusçanın tesiri altında kalmıştır. Buna sebep, kendi dilini iyi bir şekilde öğrenmeyen Kazak aydınlarının şuurlu veya şuursuzca yazılarında Rusça kullanmaları olmuştur.
Büyük kısmı Müslüman olan Kazaklarda dindarlık derecesi bölgelere göre değişmektedir. Kazakların çoğunlukta bulunduğu bölgelerde dînî inanç daha güçlü olup, Kazakların azınlık durumuna düştüğü bölgelerde ise dînî inanç zayıftır. Müslümanların çoğunlukta bulunduğu bölgelerde İslâmî ve millî âdet ve örfler hâlâ canlı olarak muhâfaza edilmektedir. Bağımsızlığını kazanmadan önce din aleyhtarı propaganda çok güçlü yürütülmekteydi. Kazakistan’da 1948’den bu yana Kazakça 150’ye yakın din aleyhtarı kitap yayınlanmıştır. Kazaklar, Müslüman topluluklar arasında, dillerinde din aleyhtarı kitaplar neşredilen üçüncü ülke durumundadır.
Ekonomi
Ülke ekonomisi tarım, hayvancılık ve mâdenciliğe dayalıdır. Toprakların büyük bölümü çöl ve dağlarla kaplı olduğu için tarıma elverişli arâzi azdır. Bu arâzinin büyük kısmı mer’adır. Kazakistan’da tarım dört bölgede mütâlaa edilebilir: 1)Yerleşik zirâî bölge: Bölgede özellikle buğday, darı, ayçiçeği ve büyükbaş hayvanlar yetiştirilir. 2) Geçiş bölgesi: Bu bölgede darı yetiştirilir ve koyun beslenir. 3)Hayvan besleme bölgesi:Buralarda koyun beslenir. Aktübe’de ayrıca at ve deve de yetiştirilir. 4)Sun’î sulama yapılan bölge: Bu bölgede ise sanâyide kullanılan pamuk, pancar, tütün, kendir, yağlı tohumlar ve pirinç yetiştirilir.
Kazakistan sanâyii mâdenciliğe bağlı olarak gelişmiştir. Sovyetler Birliğinden ayrılmadan önce, bu ülkenin hammadde ihtiyacının büyük kısmını karşılıyordu. Başlıca sanâyi kuruluşları demir, çelik, çimento, gübre, şeker, un, konserve, ilâç, sentetik iplik, röntgen âletleri fabrikalarıdır. Sanâyide çalışan işgücünün büyük kısmı kömür mâdenleri, petrol tesislerinde çalışmaktadır.
Ulaşım: Kazakistan’da ulaşım kara, demir ve hava yoluyla sağlanır. Demiryolu ağı 21.400.000 km uzunlukta olup, ülkeyi ağ gibi örmüştür. Karayollarının uzunluğu ise 189.000 km’dir. Birçok şehirde hava alanı vardır.
Alm. Kessel (m), Fr. Chaudron (m), Chaudière (f), İng. Cauldron, boiler. Yemek pişirmeye veya su kaynatmaya yarayan büyük ve derin kap. Buhar makinalarında, kalorifer tesisâtında suyun kaynatıldığı çok büyük kaplara da kazan denilmektedir.
Mâdenlerin âlet yapımında kullanılmasından sonra, çeşitli tip ve büyüklükte kazanlar yapılarak insanlar bunlardan istifade etmişlerdir. Bilhassa Osmanlılar zamanında saraylarda, konaklarda, imârethânelerde, hastânelerde, yemekler kazanlarla kaynardı. Ayrıca Anadolu’daki düğünlerde ocaklar çatılır, üzerindeki büyük kazanlarda etli nohut, herise, zerde kaynatılırdı. Dâvetli, dâvetsiz herkes buralara gider düğün yemeklerinden karınlarını doyururdu. O zamandan kalma büyük kazanlar hâlâ eski Anadolu evlerinde ve bâzı köylerde bulunmaktadır. Bu kazanlar kalın bakırdan iki kulplu olarak yapılırdı.
Yeniçeri ocağı mensuplarınca, Hacı Bektaş Veli’nin çorba içtiği rivâyet edilen kazan çok kıymetli tutulurdu. Bunun yerinden oynatılması hoş görülmezdi.
Yeniçeriler, isyan ettikleri zaman yemek pişirdikleri kazanlarını da “At Meydanı”na getirirlerdi. Onların bu hareketine “kazan kaldırma”, yâni isyan denirdi. Sonraları devlete karşı koymaya kalkanlar hakkında bu tâbir kullanılmaya başlanıldı.
Alm. Unfälle, Unglücksfälle (m.pl.), Fr. Accidents (m.pl.), İng. Accidents. İsteyerek, plânlanmış olmayan, can ve mal kaybına sebeb olan hâdise veya beklenmedik bir olay sonucu, insan, hayvan ve eşyâların zarara uğraması. Mülkî, idârî taksimât bakımından il ve bucak arasında kalan, kaymakamlar tarafından idâre edilen şehirlere de bu ad verilirdi.
İslâm dîninde îmânın şartlarından biri olan, Allahü teâlânın bütün varlıklar üzerindeki sonsuz takdir kudreti mânâsına da gelmektedir. (Bkz. Kazâ ve Kader)
Dînen geçerli sayılan bir özürden dolayı veya tembellikle vaktinde kılınamayan namaz ve tutulamayan orucun İslâm dîninin şartlarına uygun olarak yerine getirilmesi anlamında da kullanılır.
Âniden gelen kötü ve tehlikeli hâdiselerden insanlar bâzan kurtulur, bâzan da bunun aksi olabilir. Alınan tedbirler sâyesinde iş yerinde, evde ve diğer durumlarda meydana gelen kazâlar azaltılırken, bütün gayretlere rağmen motorlu vâsıtaların sebeb olduğu kazâlar artmıştır. Kazâlar, düşme veya yanma gibi türlere ayrıldığı gibi, evde veya iş yerinde meydana gelmesine göre de sınıflara ayrılabilir. Dünyâda vukûbulan kazâlar, Birleşmiş Milletlere bağlı Dünyâ Sağlık Teşkilâtı tarafından istatistikler hâlinde yayınlanmaktadır. Kazâların netîcesinde ölüm, yaralanma veya maddî zarar meydana gelir.
Ölümler: En çok motorlu araçların sebeb olduğu kazâlarda görülür. Ölüme sebeb olan diğer bir kazâ türü de, düşmelerdir. 75 yaşından küçük olanlarda ölüme sebeb olan kazâların başında trafik kazâları yer alır. 75 yaşından daha yaşlılar için ise düşme türü kazâlar en çok ölüme yol açar. Ölümle sonuçlanan diğer bir kazâ türü de boğulmalardır.
Yaralanmalar: Yaralanmalar geçici olabildiği gibi kalıcı ve sakat bırakıcı türden de olabilir. Genellikle yaralanmalar, iş yerlerinden ziyâde evlerde ve umûmî yerlerde ortaya çıkar. Yaralanmalar ve sakat kalmalar, hastâne masrafları yanında geçici veya dâimî iş gücünden kayıp meydana getirdiği için ülke ekonomisine önemli bir yük teşkil eder.
Trafik kazâları: Özellikle trafik kazâlarının sebebini belirlemek güçtür. Pekçok tesir, kazanın meydana gelmesinde rol oynar. Sürücü hatâlı olabilir, vâsıta kusurlu, yol uygun projelendirilmemiş, bakımı uygun yapılmamış veya hava şartları tesiri görülebilir. Bütün bu tesirler bir araya gelip kazâyı meydana getirebilir. Bu yüzden kazânın genellikle yukarıda sayılan sebeplerinden biri diğerlerine göre daha önemli de olabilir. Umûmiyetle trafik kazâlarının % 50’si sürücünün alkollü olmasındandır. Arabanın bakımsız olması ise, meydana gelen kazâlar içinde % 10 civârında kalır. Gece ile gündüz arasındaki kazâ oranları yaklaşık eşit olmasına rağmen gece kazâlarındaki ölüm oranı yüksektir. Motorlu vâsıta kazâları haftanın gününe ve senenin ayına da bağlıdır. Yapılan araştırmalara göre, cumartesi ve özellikle pazar günü trafik kazaları çok yüksektir. Ocak ve şubat aylarında kazâ sayısı minimum seviyede iken, yaz aylarında özellikle ağustosta en yüksek sayıda seyreder. Erkekler, kadınlardan daha çok kazaya karışırlar. Ancak, erkekler kadınlara nazaran hem sayıca hem de daha güç durumda vâsıta kullanırlar. Tecrübesiz sürücüler kazâya karışan en kalabalık grubu meydana getirirler.
Vâsıta kullananların kusurları: Kazâ oranına göre şöyle sıralanabilir: Gerektiğinden daha hızlı gitmek, yakın tâkip, ilk geçiş hakkını vermemek, dalgınlık, acemilik, hatâlı sollama, dönüş ve yön kurallarına uymamak, yanlış şeritten gitmek, yola nizamsız çıkış ve yolda tedbirsiz gitmek, öndeki aracı hatâlı geçiş, duruş ve park hatâları, aşırı derecede uygunsuz ve tedbirsiz biçimde yük ve yolcu taşımak, trafik işâret ve işâretçilerine uymamak, alkollü araç kullanmak, yorgunluk, uykusuzluk, far, selektör ve diğer lambaları kullanma hatâları, sürücülerin hayvanlara hâkim olmaması, bisikletlerin hatâları, hastalık.
Türkiye, trafik kazâları bakımından dünyâ ülkeleri içinde baş sıralarda gelmektedir.
Emniyet Genel Müdürlüğünün hazırladığı istatistiklere göre; Türkiye’deki her çeşit kazâlarda toplam olarak senede ortalama 5000’in üzerinde ölü, 50.000 yaralanma meydana gelmektedir. 1992 yılında ise 174.000 trafik kazâsı, 9300 ölü, 93.000 yaralı, 74.252 sakat meydana gelmiştir. maddî zarar ise trilyonların üzerindedir. Her 5 dakikada bir kaza olmaktadır. Son on yılın hesaplarına göre (1992) ülkemizde meydana gelen trafik kazalarında 76.061 ölü, 687.000 yaralı ve hesaplanamayacak kadar maddî hasar meydana gelmiştir.
Düşmeler: Bu çeşit kazâlar, ev kazâlarının üçte biri civârında olup ev kazâları içerisinde birinci sırayı almaktadır. Evde cilâlı parke ve tahtalar, merdivenler, yırtık kilim ve halılar dikkatsizce bırakılmış kırık iskemle, masa, pencere ve kapılar düşmelere sebeb olur. Bu kazâlar umûmiyetle elde olmayan sebeplerden ileri gelmektedir. Fakat gene de bu kazâlardan korunmak için dikkat, tedbir ve soğukkanlılık önemlidir. Çok cilâlanmış tahta ve parke üzerinde ıslak ayaklarla yürümemeli ve koşmamalıdır. Böyle kaygan döşemeler üzerine yayılan halı ve kilimler, sağa sola hareket eder özellikte olmamalıdır. Bunları sâbitleştirmek mümkün değilse, altlarına kauçuk altlık koyulur. Kaygan merdivenler de çok tehlikelidir. Yaşlılar merdivenlerden inerken bastonlarının ucuna lastik takmalı, çocukların ayaklarına, altları sünger veya yere yapışan cinsten terlikler giydirmelidir.
Salonlarda ve odalarda yırtık halı ve yolluklar ihmal edilmeden tâmir edilmeli, banyo ve mutfaklarda düşmelere sebeb olacak sağa sola oynayan paspaslar kullanılmamalıdır. Banyo küvetlerinin kenarlarına tutunacak yerler yapılmalıdır.
Cam silerken, elektrik ampulleri takarken kullanılacak iskemle ve masalara dikkat edilmeli, üzerine çıkılacak sandalye ve masaların sağlam olmasını, mutlaka birinin bunları tutmasını temin etmelidir. Pencereleri silmek için cam kenarlarına çıkmak, dışarı sarkmak acı sonuçlar doğurabilir. Bu konuda çok dikkatli olmalıdır.
Evlerde çocukların, pencere, balkon ve merdivenlerden düşmesi de çok görülmektedir. Böyle kazâları önlemek için, çocuklar merdivenlerde yalnız bırakılmamalı, pencere önüne yaklaştırmamalı, camları sıkı bir şekilde kapamalı, balkona yalnız çıkmalarına müsâade etmemelidir.
Merdiven kenarlarına, koridorlara insanların ayaklarına takılacak maddeler konulmamalıdır.
Yanıklar: Bu cins kazâlar ev kazâlarının ikinci sırasını teşkil eder. Toplam ev kazâlarının % 20’sini meydana getirir. Evde yanma olaylarına sebep yine dikkatsizliktir. Bu tür kazâlar genelde küçük çocukların başına gelir. Bunun için, kibrit, çakmak, gazyağı, benzin, ispirto gibi yanıcı ve ateşle parlayıcı maddeleri çocukların uzanamıyacağı yerlere koymalı, parkeleri parlatmak, elbiseleri temizlemek için kullanılan benzin ve diğer maddeler ateş yanında bulundurulmamalıdır.
Bir kazâ sebebi de, evde soba ve mangalların bulunduğu odalarda çocukların yalnız bırakılmasıdır. Elektrik ütüleriyle iş yaparken çocuklar buralardan uzak tutulmalı, elektrik pirizlerine çivi sokmalarını önlemek için pirizlerin bulunduğu yerler kullanılmadığı zaman kapatılmalıdır.
Çocukların ve büyüklerin karşılaştıkları başka bir kazâ ise soba üzerinde kaynar su bulunan tencerelerin ellenmesi veya büyüklerin de takılarak devrilmesiyle meydana gelir. Ateş üzerindeki kaynar tencere ve diğer kapları alırken çok dikkat etmelidir. Böyle kaplar alınırken ıslak bezle tutulmalı, mümkünse havagazı ocakları söndürülmelidir.
Zehirlenmeler: Ev kazâlarının % 17’si zehirlenme sonucu meydana gelmektedir. Bu tür kazâlara kalaylanmamış bakır kaplar, bozulmuş yemekler, ilâçlar ve öldürücü gazlardan alınan zehirler yol açar.
Yemek zehirlenmelerine, bayat pasta, balık, dondurma, yumurtalı ve etli çörekler ile bozuk etler, yiyecekler pişirilirken içerisine düşen zehirli böcekler sebeb olur. Bu yüzden yiyecek ve içecekler alınırken ve pişirilirken çok dikkatli hareket edilmelidir.
Zehirlenme kazâlarına başka bir sebeb de fâre zehiri, DDT, lizol, tuzruhu gibi ilaçlar sebeb olmaktadır. Bunlar evde kullanıldığı zaman, pencereler açılarak bol havalandırmalı bu çeşit maddeler çocukların eline geçmiyeceği yerlerde saklanmalıştır.
Doktor tavsiyesi olmadan rastgele ilâç kullanmak da zehirlenmeye sebeb olabilir. İlâçlar çocukların uzanabileceği yerlerde bırakılmamalı, yüksek yerlere konmalıdır.
Evde zehirlenmelerin bir kısmı da, gazlardan meydana gelir. Bunlarda, odun ve taşkömüründen çıkan gazlar, açık olarak unutulan havagazı ve banyolardaki şofbenler rol oynar. Havagazı musluklarına, gaz tüpleri ocağa takılırken gaz kaçırıp kaçırmadığına çok dikkat etmeli ve kontrollü yakmalıdır.
Elektrik kazâları: Evdeki elektrik donanımında elektrik varken, uçları açık ceryan tellerini ellemek, bozuk kordon ve lambaları tâmir etmeye çalışmak, kazâlara sebeb olan dikkatsizliklerdir. Evlerde, elektrik tellerini kapı kanatlarının üzerinden, kalorifer petek ve borularının yanlarından, rutûbetli ve su sızan yerlerden geçirmemelidir. Böyle olursa elektrik çarpmasına meydan verilebilir.
Evlerde genellikle kazâlar mutfakta meydana gelir. On beş yaşına kadar olan çocuklar ve 45-65 yaş arasındaki yetişkinler evde en çok ateşle ilgili kazâlara karışırlar. 15-45 yaş arasında ise bu, zehirlenme olarak görülür. 65 yaşından ileri yaşta olanlar için ise düşme en çok ortaya çıkan kazâ türüdür.
Boğulmalar: Genellikle yüzme veya su ile oynama sırasında ortaya çıkar. Bunun yanında köprüden, limandan veya benzeri yerlerden denize veya havuza düşme de bu tür kazâya yol açar. Gezinti için sandala veya motora binmenin sonucunda görülenleri de vardır. Sandal veya deniz motoru ile ilgili kazânın genel sebebi vâsıtayı idâre edememek, yük kapasitesini aşmak veya dengeyi koruyamamaktır. İkinci sırada deniz vâsıtasının bakımsız olması yer alır.
Ulaşım kazâları: Hava ve demiryolu ulaşımında meydana gelen kazâlar bu türdendir.
İş kazâları: En çok karşı tedbir alınan kazâ grubudur. İşçi kesimi için işsizlik nasıl bir mesele ise, iş kazâları da bir başka derttir. İhmâl ve tedbirsizlik yüzünden memleketimizde, her yıl 185-200 bin iş kazâsı sonunda 1200-1500 işçinin öldüğü, 6 bin işçinin sakat kaldığı tesbit edilmiştir. En fazla kazânın 25-29 yaş grubundaki işçilerde görüldüğü ifâde edilmektedir. Sanâyi makinalarının her geçen gün daha karmaşık olmasına karşılık, iş kazâları azalmaktadır. Yükleme ve boşaltma sırasında ortaya çıkan kazâlar, düşmeler ve trafik kazâları en çok görünen türleridir.
Okul kazâları: Genellikle alışveriş yerlerinde, laboratuvarlarda, koridorlarda, merdivenlerde meydana gelir. Erkek çocuklar, kızlara göre daha çok kazâlara karışırlar. Okul çocuklarının, okula gidip gelirken trafik kazâlarından korunması için onlara gerekli dersleri vermek de önemli bir tedbirdir.
İdil (Volga) Irmağı kıyısındaki Kazan şehrinde kurulmuş bir Türk Devleti. Kuzeydoğu Avrupa’ya göç eden Türkler tarafından 15. yüzyılda kurulup, 16. yüzyılın ortalarında Ruslar tarafından yıkıldı.
Kazan Hanlığı, Volga Bulgarlarının yaşadıkları bölgede, Altınordu Devletinin eski hanlarından Uluğ Muhammed Han tarafından 1437 târihinde kuruldu. Hanlığın ahâlisini Orta Asya’dan gelme yerleşik ve yarı göçebe Türkler ve Finliler meydana getiriyordu. Uluğ Muhammed Han (1437-1445) devleti için gelişmesini mahzurlu gördüğü Moskova Knezliği’ne karşı 1439-1445’te sefere çıkıp, Rus kuvvetlerini bozguna uğrattı ve Knez Vasili’yi esir etti. Ruslar, Kazan Hanlığının hâkimiyetini tanıyıp, harp tazminatı olarak her yıl haraç vermeyi, Kazan memurlarının Rus şehirlerinde vazîfe yapmasını ve Oka Nehri boyunu şehzâde Kâsım’a yurt olarak vermeyi kabul ettiler. Oka Nehri boyunda kurulan “Kasım Hanlığı” sâyesinde Moskova Knezliği kontrol altında tutuldu.
Teşkilâtçı tedbirli, cesur ve akıllı bir idâreci olan Uluğ Muhammed Hanın vefâtıyla oğlu Mahmûd Han (1449-1462) Kazan Hanlığı tahtına geçti. Mahmûd Han devrinde Kazanlılar sulh, sükûn huzur ve refah içinde yaşadılar. Mahmûd Hanın 1462’de vefâtıyla oğlu Halil (1462-1467) ve İbrâhim (1467-1479) Kazan Hanı oldular. İbrâhim Han devrinde taht mücâdeleleri başladı. İbrâhim Hana karşı bâzı beyler Kasım Hanlığının kurucusu Kâsım’ı Kazan Hanı olarak tanıdılar. Türklere karşı fırsat kollayan Moskova Knezliği bu durumu değerlendirerek İbrâhim Hana karşı Kâsım Hanı destekledi. Hânedanlık meselesi Moskova Knezliğinin kontrolünü gevşettiğinden Ruslar, Türklerin hâkimiyetinden kurtulmak için faâliyete geçtiler. Papalık tarafından, Bizans sülâlesinden Sofya ile evlendirilen Üçüncü İvan, 1480’de Türk hâkimiyetinden ayrılarak istiklâlini îlân etti. Kazan Hanlığındaki taht mücâdeleleri 1552 târihine kadar devâm etti.Kazan tahtına sâhib olmak isteyen prensler, Ruslar’dan da teşvik ve yardım alarak iktidar mücâdelesine devâm ettiler.
Kazan Hanlığının iç işlerindeki karışıklıklardan büyük ölçüde istifâde eden Ruslar, 1487 yazında Kazan’a girdiler. Muhammed Emin (1502-1518) Rus taraftârı görünerek, usta bir siyâset tâkib edip 1506’da Rusları Kazan’dan attıysa da bütün tehlikeyi ortadan kaldıramadı. 1521’de Kırım sülâlesinin, 1552’de Astırhanlıların hâkimiyetine geçen Kazan Hanlığı, devamlı Rus saldırılarına uğradı. İlk çar ünvanlı Moskova Knezi olan Dördüncü (Korkunç) İvan Hıristiyan Avrupa’dan silah ve asker de alarak 150.000 kişilik ordusu ve 150 top ile Kazan Hanlığına karşı harekete geçti. Kazan’ı müdâfaa eden şehirdeki 33.000 asker ve dışardaki 15.000 atlı Hanlık kuvvetleri ile Ruslar arasında 1552 yazında şiddetli çarpışmalar meydana geldi. Kazan’daki müdâfilerin huruç harekâtı ve atlı kuvvetlerin saldırıları sonucu Rusları yok etme metodu, Avrupa’dan getirilen toplar ve İngiliz mühendislerinin duvar altı lağım tekniği karşısında tatbik edilemedi. Ağustos başında Kazan’a giren Ruslara karşı sokak muhârebeleri yapıldı. Ruslara karşı en şiddetli mücâdele Kul Şerif Câmii ve Medresesi çevresinde oldu. Seyyid Kul Şerif dâhil bütün medreseliler şehid edildiler. Yâdigar Muhammed Han ve etrâfındakiler esir edildi. Kazanlıların çok azı dışında, genç-ihtiyar, kadın-erkek katliama uğradı. Maddî mânevî kültür eserleri imhâ edilerek şehir ve devletin hazineleri Ruslar tarafından yağmalandı. Kazan ülkesi Rusların hâkimiyetine girince çeşitli târihlerdeki istiklal mücâdeleleri kanlı şekilde bastırıldı. Bugün Kazan’da Rusya Federasyonuna bağlı Volga (İdil) Tatar Cumhûriyeti hâkimdir.
1437-1552 târihleri arasında Kuzeydoğu Avrupa’da hâkim olan Kazan Hanlığı, Türkler tarafından kurulmuştur. Ruslar, Türkleri sevmediklerinden buranın ahâlisine Moğollara izafen Tatar diyerek onları kötülemektedirler.
Hânlıkta yerleşik Bulgar Türkleri ve yarıgöçebe Kıpçak Türkleri hâkimdiler. Hanlığın başında bulunan “Han”, boyları temsilen “Karacılar Dîvânı” ile idârede söz sâhibi idârî, askerî ve dînî temsilciler hükûmeti meydana getirirdi. Saltanat, hânedândan en büyük oğulun hakkıydı. Bütün memleketi alâkadâr eden meseleler için temsilciler heyetinden meydana gelen Kurultay toplanırdı. Kazan Hanlığının iktisâdî temeli tarıma dayanırdı. İslavlara hububat mahsulleri, meyve, bal, balmumu, balık ile çeşitli kürk ve eşyâları ihraç edilirdi. Kazan’da yabancı tüccarlar için ayrı bir bölge kurulmuştu. Her yıl 24 Eylül günü Volga Nehrindeki adada panayır kurularak ülkenin her tarafındaki tüccarlar burada toplanır, alışveriş yaparlardı. Kazan’da saraylar ve câmiler inşâ edilerek, âlimlerin ve dînî müesseselerin bütün ihtiyaçları devlet bütçesinden karşılanırdı. Dânişmend, derviş, hâfız, hâkim, kâdı, molla yetiştirilerek, her Kazanlıislâm dîninin esaslarını öğreninceye kadar câmi, mekteb ve medreselerde okutulurdu. Kul Şerîf Câmii ve Medresesi en meşhur Kazan müessesesidir. Kazan Hanlığı, Ruslar tarafından işgâl edilince maddî ve mânevî eserler yağmalanıp, tahrib edildi. Devlet adamları ve âlimler katliamlarda insafsızca, çocuklar da kadınlarla birlikte öldürüldüler.
Kazan Hanları
Uluğ Muhammed bin Celâleddîn |
(1437-1445) |
Mahmûd bin Muhammed |
(1445-1462) |
Halil bin Mahmud |
(1462-1467) |
İbrâhim bin Mahmûd |
(1467-1479) |
Ali bin İbrâhim |
(1479-1484) |
M. Emin bin Mahmûd |
(1484-1485) |
Ali bin İbrâhim |
(1485-1487) |
M. Emin bin Mahmûd |
(1487-1495) |
Mahmûd bin İbak |
(1495-1496) |
Abdüllâtif bin İbrâhim |
(1496-1502) |
M. Emin bin Mahmûd |
(1502-1518) |
Şâh Ali bin Seyyid |
(1518-1521) |
Sahib Giray bin Mengli |
(1521-1524) |
Safâ Giray bin Fetih |
(1524-1531) |
Can Ali bin Seyyid |
(1531-1533) |
Safâ Giray bin Fetih |
(1533-1546) |
Şah Ali bin Seyyid |
(1546) |
Safâ Giray bin Fetih |
(1546-1549) |
Ötemiş bin Safâ |
(1549-1551) |
Şah Ali bin Seyyid |
(1551-1552) |
Yadigâr Muhammed bin Kâsım |
(1552) |