KAUÇUK AĞACI (Hevea brasiliensis)
Alm. Para-Kautschukbaum (m), Fr. Caoutchoutier, arbre (m) à gomme, İng. Rubber tree. Familyası: Sütleğengiller (Euphorbiaceae) Türkiye’de yetiştiği yerler: Yetişmez.
Tropik bölgeler olan Brezilya, Güney Asya, Seylan, Endonezya’da yetişen, 25-30 m boylarında olan ağaçlar. Gövdeleri açık renkli ve düzgündür. Temmuz, ağustos aylarında açık yeşilimsi renkli çiçekler açar. Bu ağaçların önemi, salgı borularında lateks ihtivâ etmelerinden gelmektedir. Lateks; protein, şeker, tanen, mâdensel tuzlar, glikozitler, zehirli alkaloitler gibi maddeleri eriyik hâlinde; kauçuk, reçine, zamk gibi maddeleri de süspansiyon hâlinde ihtivâ eden bir sıvıdır. Lateks bir yaralama sonucu bitkiden dışarı çıkar ve pıhtılaşır. Böylece hem yara bölgesi örtülmüş, hem de lateksin ihtiva ettiği antiseptik maddelerden dolayı bitkiye bakteri ve mantarların hücumu önlenmiş olur.
Kullanıldığı yerler: Kauçuk ağacındaki lateksin, % 30-40 oranında kauçuk ihtivâ etmesi ile ağaçtan kauçuk elde edilme yoluna gidilmiştir.
Kauçuk ağacı beş yaşına kadar çok az kauçuk verir. 7-12 yaşları verimi fazla olduğu yaşlardır. 30 yıl kadar kauçuk verebilir. Kauçuk ağacının yetişebilmesi için ısının 20 derecenin altına düşmemesi gerekir. Sıcak ve bol yağışlı topraklarda iyi yetişir.
KAV MANTARI (Polyporus fomentarius)
Alm. Wundschwamn, Fr. Amadouvier, İng. Shelf Fungus, bracket fungus. Familyası: Kavmantarıgiller (Polypodiaceae). Türkiye’de yetiştiği yerler: Çoğunlukla kayın ve meşe ormanlarımızda.
Kayın, meşe, söğüt, kavak, ıhlamur gibi ağaçların gövdeleri üzerinde asalak yaşayan at tırnağı biçiminde büyük ve ağır bir mantar türü. Ağaç mantarı olarak da bilinir. Esmer kırmızımtrak renklidir. Bâzan 50 cm çapında olanlarına rastlanır. Ağaç gövdelerinin odun katını hızla çürüttüğünden, ormanlar için zararlıdır. Yağ, tanen ve kitin ihtivâ eder.
Kullanıldığı yerler: Deride sıyrık ve kesik sonucu meydana gelen yaralardaki kanamayı durdurmak için ve ateş veya sigara yakmak için kav olarak kullanılır.
Mantar kavı elde etmek için mantar sonbaharda toplanıp dışındaki sert kabuğu soyulur. Meşe külü ile suda kaynatılarak saflaştırılır. Sonra kurumaya bırakılır. Kuruyunca tokmakla dövülür. Belirli parçalara ayrılarak çakmaktaşı ve çelik demirle birlikte kav kesesine konur. Mantar, dövülme işleminden sonra potasyum nitrat çözeltisiyle ıslatılıp kurutulursa daha kolay tutuşur.
Alm. Papel (f), Fr. Peuplier (m), İng. Poplar. Familyası: Söğütgiller (Salicaceae) Türkiye’de yetiştiği yerler: Anadolu ve Trakya.
Mart, nisan aylarında çiçek durumları meydana getiren, daha çok rutubetli bölgelerde, su kenarlarında yetişen, 10-20 m yüksekliğinde, rüzgârlarla tozlaşan iki evcikli bir ağaç. Yapraklarının üst yüzü yeşil, alt yüzü kül rengi, üçgen, oval, eliptik veya yürek şeklindedir. Yaprak sapı, yaprak ayasına dikey olarak yassılmış, erkek çiçek durumları sarkıktır.
Kavak ağaçları sulu yerlerde kolaylıkla büyüyen ve köklerinden meydana gelen sürgünler vâsıtasıyla yayılan ağaçlardır.
Anadolu’da 5 kavak türü yetişmektedir. Bunlar kara kavak (Populus nigra), servi kavağı veya ehrami kavak (P. pyramidalis), ak kavak (P. alba), titrek kavak (P. tremula), Fırat kavağı(P. euphratica) dır.
Kullanıldığı yerler: Yol kenarlarına, park ve bahçelerde gölge vermek ve tarla kenarlarına rüzgâr kesici olarak dikilir. Odunundan bitkisel kömür elde edilir. Kâğıt ve kibrit îmâlinde, bazı yerlerde yakacak olarak, inşâatlarda yapı malzemesi olarak ve mobilya îmâlâtında kullanılır.
Kara kavak (P. nigra): Gövdeleri derin çatlaklı ve siyahımsı renkli kabukludur. Dallar yaygın ve gevşektir. Yaprakları üçgen şeklinde, dişli kenarlı, tüysüz, üst yüzü koyu, alt yüzü daha açık yeşil renkli ve sarımsı damarlıdır. Yaprak tomurcuklarında pullar reçinemsi bir madde ile biribirine yapışıktır. Tohumlar tüylüdür.
Kullanılışı: Açmazdan evvel toplanmış çiçek ve yaprak tomurcukları kullanılır. Tanen, uçucu yağ, salisin ve populin glikozitleri bulunmaktadır. Kavak tomurcuklarından hazırlanan merhemler hemoroit (basur) ve romatizma tedâvisinde kullanılmaktadır.
Servi kavağı-ehramî kavak (P. pyramidalis): Dal ve dalcıklarının oldukca şakulî bir şekilde bulunması ve bu suretle taç kısmının piramit şeklinde görülmesi ile kara kavaktan ayrılır. Bütün Anadolu’ya yayılmıştır. Kara kavak gibi kullanılır.
Titrek kavak (P. tremula): Tomurcuklar ve yapraklar tüysüzdür. Yaprak sapı çok yassı olup bir bıçak sırtı gibidir. Genellikle yüksek dağlarda ve rutubetli ormanlarda bulunur. Tedâvide dal kabukları kullanılmaktadır. Kabuklarında populin ve salisin glikoziti vardır. Kabukları ateş düşürücü ve romatizma ağrılarını dindirici olarak kullanılmaktadır.
Alm. Hirtenflöte, Schalmei (f), Fr. Flûte (f) de berger, chalumeau (m), İng. Shepherd’s pipe, flageolet. Nefesli, yâni üflenerek çalınan çalgılardan. Kaval çok eski zamanlardan beri bilinmektedir. Ekseriya ardıç ağacından yapılanı iyi ses veren bir âlet olarak kabul edilir. İnce bir ardıç ağacı ortasından kesilip iki eşit parçaya ayrılır. Bu parçaların içleri oluk hâlinde açılır. Sonra parçalar yanyana getirilir. Üzerine kiraz ağacının kabuğu geçirilir veya boğumlar hâlinde sarılır. Kaval; kamış teneke ve bronzdan da yapılır. Yedisi üstte, biri de altta olmak üzere sekiz deliği, yâni perdesi bulunur. Kavalların boyu 30-50 cm arasında değişmektedir. Bir veya iki cm çapındadır. Kavalın dilli veya dilsiz çeşitleri vardır.
İslâm dîninde; keyf için, eğlence için her çalgıyı çalmaya ve dinlemeye izin verilmediğinden kaval çalmak da uygun görülmemiştir. Kaval çalmak genel olarak kırda yalnız başına sürüsünün başında bulunan çobanlar arasında âdet hâline gelmiştir.
Alm. Schienbein (n), Fr. Tibia (m), İng. Tibia, shin-bone. Baldırın içindeki uzun iki kemikten kalın olanı. Vücutta uzunluk ve kalınlık bakımından uyluk kemiğinden (femur) sonra gelir. Yetişkinlerde kaval kemiği üç köşelidir; üç kenarı ve üç yüzü vardır. Baldırın iç ve ön tarafında bulunur; bunun dış arka tarafında kamış kemiği (fibula) yer alır. Bu iki kemikten yalnız kaval kemiği, uyluk kemiği ile eklem yapar ve uyluk kemiği aracılığıyla iletilen gövde ağırlığı baldırda yalnız kaval kemiğine devredilir. Kaval kemiği nisbeten ince olmasına rağmen çok sağlamdır. Bu yüzden de uyluk kemiğinden devredilen gövde ağırlığını tek başına taşıyabilecek durumdadır. Kamış kemiğinin ağırlık taşıma görevi olmadığından, kaval kemiğinden çok daha incedir.
Mısır’daki Kavalalı Mehmet Ali Paşa hânedânı. Âilenin atası İbrâhim Ağa, aslen Konyalı olup, Osmanlılar devrinde Edirne’ye gelmiş ve Makedonya’da Kavala şehri kalesine bekçibaşı tâyin edilmişti. Kavala’ya yerleşen İbrâhim Ağanın kardeşi Tosun Ağa şehrin mütesellimi, onun oğlu Ali Tosun Paşa da, Osmanlı Devletinde beylerbeyi vazîfesindeydi. Kavalalıların en meşhur şahsiyeti, Mehmet Ali Paşadır. Kendisini, Osmanlı SultanıÜçüncü Selim Han (1789-1807) vezirlik rütbesiyle Mısır vâlisi tâyin etmiş, o da bilâhare Kavalalılar Hânedânını kurmuştur. (Bkz. Kavalalı Mehmet Ali Paşa)
Kavalalılar Hânedânının başına geçenler,İsmâil Paşa(1868-1879) devrinde hidiv, Hüseyin Kâmil Paşa(1914-1917) devrinde sultan, Birinci Fuâd (1917-1936) devrinde melik ünvânını aldılar. Kavalalı âilesinden Osmanlı padişahlarının kızlarıyla evlenerek akrabâlık kuranlar olduğu gibi, devletin iç ve dış işlerinde vazîfe alanlar da vardı. Abbas Hilmi Paşanın oğlu Dâmâd İbrâhim, Sultan Abdülmecîd Hanın kızı Münîre Sultanla evlendi. Mehmed Tosun Paşa, müşir rütbesini hâizdi. Melik Fuâd Paşa da, Sultan İkinci Abdülhamîd Han (1876-1909) devrinde binbaşı rütbesiyle Viyana’da askerî ateşelik yapmıştı. Kavalalılar (1805-1953), Arabistan’daki Vehhâbîlere, Osmanlılara karşı ayaklanan Rumlara karşı mücâdelelerde başarılı oldular. Mehmed Ali Paşanın oğlu İbrâhim Paşanın isyânı, Osmanlıları içeride ve dışarıda güç duruma düşürdü [Bkz. İbrâhim Paşa (Kavalalı)]. Devletin 19. yüzyılın sonlarında mâlî bakımdan İngiltere’nin kontrolü altına girmesine sebeb oldular. Birinci Dünyâ Harbi (1914-1918) ve sonrasında İngiliz himâyesi ve 1948 Arap-İsrâil Harbindeki mağlûbiyetleri, Kavalalılar Hânedânlığına karşı hoşnutsuzluklar meydana getirdi. 1953’te Kavalalılar Hânedânlığına son verilip, cumhûriyet îlân edildi.
Kavalalılar Hânedanlığı
Mehmet Ali Paşa |
(1805-1848) |
İbrâhim Paşa |
(1848-?) |
Birinci Abbas Paşa |
(1848-1854) |
Said Paşa |
(1854-1863) |
Hidivİsmâil Paşa |
(1863-1879) |
Hidiv Tevfik Paşa |
(1879-1892) |
İkinci Abbas Hilmi Paşa |
(1892-1914) |
Hüseyin Kâmil Paşa |
(1914-1917) |
Melik Birinci Fuâd Paşa |
(1917-1936) |
Mehmed Fâruk |
(1936-1952) |
İkinci Fuâd |
(1952-1953) |
Mısır’da Kavalalılar Hânedânlığının kurucusu. 1769 yılında Makedonya’da Kavala şehrinde doğdu. Babası, Kavala Kalesi bekçibaşısı İbrâhim Ağadır. Kavala’da büyüyerek, ticâretle uğraştı.
Fransızların Mısır’ı istîlâsı üzerine Osmanlı ordusuna asker yazılarak, Rumelideki Arnavut askerinin kumandanı Puyanlı Hasan Paşanın maiyetine girdi. 1799’da Mısır’a vardı. Fransızlarla yapılan muhârebelerde ve bilhassa Ebû Kayr Muhârebesinde fevkalâde cesâret gösterip, şöhret kazandı. Üstün zekâsı ile dikkat çeken Kavalalı Mehmed Ali’nin îtibârı devamlı arttı. Napolleon Banoparte ve Fransız ordusu Mısır’dan kovulunca, orada kalıp, Arnavud askerlerinin kumandanı oldu. Mısır’daki askerleri disiplin altına alarak, kontrol etti. Böylece Mısır’da âsâyişi temin edince, bu muvaffakiyeti İstanbul’a arz edildi. Mısır’da kuvvetli bir idârenin, ancak muktedir bir şahsiyet olan Mehmed Ali tarafından sağlanacağını kestiren Sultan Üçüncü Selim Han (1789-1807) onu vezir pâyesiyle Mısır vâliliğine tâyin etti (8 Temmuz 1805).
Mehmed Ali Paşa, Mısır’da âsâyişi ve emniyeti temin edip, âsîleri ortadan kaldırdı. İskenderiye civârına asker çıkaran İngilizleri büyük bir bozguna uğrattı(1808). İbrâhim ve İsmâil paşaların yardımı ile hâkimiyetini, Sai, Nevbe ve Sudan’a doğru genişletti. Mısır’ın kültürünü geliştirmeye ve îmârına çalışarak, Fünûn-ı Harbiye, Tıbbiye ile diğer lüzumlu okulları açtırdı. Tercüme komisyonları vâsıtasıyla yeni bilgilerin yayılmasına çalıştı. Avrupa’dan getirttiği öğretmenler vâsıtasıyla meslek ve sanat elemanları yetiştirdi. Gayret ve teşvikleriyle kısa zamanda, zirâat ve sanayi geliştirilerek, atölye ve fabrikalar kuruldu. Aşağı Mısır ve Nil Vâdisi elverişli duruma getirilerek; pirinç, pamuk, şekerkamışı gibi çeşitli hubûbatın üretimi arttı.
Bu sırada; Sultan İkinci Mahmûd Han (1808-1839) devrinde Necd taraflarından çıkan Müseyleme-i Kezzâb neslinden olan Vehhâbîler Arab Yarımadasının çoğunu zaptedip, ahâliye zulm yapıp, İslâmî müesseseleri tahrib ettiler. Vehhâbîler Hicaz’ı tehdid etmeye başlayınca, Bâbıâlî’nin emriyle bölgeye asker sevk eden Kavalalı Mehmed Ali Paşa, Arabistan’ın mübârek şehirlerinin Vehhâbî sapıklarından temizlenmesine çok önem verdi. İsyânın elebaşılarını yakalayarak İstanbul’a gönderdi. Hac yolunu emniyet altına aldı. Bu başarıları üzerine oğlu İbrâhim Paşaya vezirlik rütbesiyle Hicâz umûmî vâliliği verildi. Mora’daki Rum İsyânında oğlu İbrâhim Paşa komutasında yardım gönderen Mehmed Ali Paşanın donanmasıFransız, İngiliz, Rus gemilerinden meydana gelen filo tarafından yakıldı. Bu olay üzerine Mehmed Ali Paşa geri kalan donanmasını padişaha haber vermeden geri çekti. 1828-29 Osmanlı-Rus Savaşına da devletçe istendiği halde yardım göndermedi. Bu olaylar pâdişah ile Mısır vâlisinin arasını açtı. İngilizler de bu anlaşmazlığın büyümesi için gayret sarf etti. Bilhassa Mustafa Reşid Paşayı kullanarak Osmanlı Devletini Mısır’a müdahale etmek üzere kışkırttılar. Yapılan mücâdelede düzenli ve disiplinli kuvvetlere sâhip Mısır ordusu, Kütahya’ya kadar ilerledi. Bu olaylar üzerine Sultan Abdülmecîd Han (1839-1861) devrinde 1841’de yapılan antlaşma ile Mısır vâliliği Kavalalı Mehmed Ali Paşaya ve nesline verildi. 1845’te İstanbul’a gelerek, Osmanlı Sultanı Abdülmecîd Hana bağlılığını arz edip, iyi kabul gördü.
1847’de iyice ihtiyarlayan ve aklî durumu bozulan Mehmed Ali Paşanın yerine oğlu İbrâhim Paşa Mısır vâli vekilliğine tâyin edildi. 1849’da Mısır’da vefât eden Kavalalı Mehmed Ali Paşanın Kâhire’de mükemmel bir türbesi vardır. Yerine torunu Abbâs Hilmi Paşa Mısır vâlisi oldu. Kavalalı Mehmed Ali Paşanın kurduğu hânedânlık 1953 târihine kadar devâm etti (Bkz. Kavalalılar).
Osmanlılarda, vezir ve vezîriâzamın maiyetinde görev yapan silâhlı memur. Elçilik veya konsolosluklarda çalışan ve özel kıyâfeti olan koruma memuru. Önceleri okçu mânâsındaki kavvas kelimesi, zamanla silâhlı muhâfız anlamında kullanılmaya başlandı.
Osmanlılar zamânında görevli olan kavaslar, çarşı ve pazarlarda yakaladıkları suçluları mahkemeye götürürlerdi. Şehrin belediyeye âit hizmetlerini gören şehremânetinin maiyetinde zâbıta yerine kavaslar görev yapardı. Tanzimâttan sonra yardımcı sefirlerin Bâbıâlî’yi ziyâret etmeleri sırasında önlerinde kılıçlı ve tabancalı bir kavas yürür, ona kalabalıkta yol açar ve yol gösterirdi. Ayrıca büyük devlet erkânının ok ve yaylarını taşıyan, onların önlerinden giderek yol açanlara da kavas denirdi. Kavasların kendilerine has özel kıyâfetleri vardı.
Kavasların başında buluan âmirlere “kavasbaşı” denirdi ve maiyetlerinde yüz kadar kavas bulunurdu.
Günümüzde ise; büyük fabrikaların giriş ve çıkışlarını kontrol eden vazifelilere de kavas denmektedir.
Alm. Harnblase, Fr. Vessie, İng. Urinary bladden. Bir çeşit başlık. Eskiden kullanılan serpuşlardan birinin adı. Kavuklar ekseriya keçeden yapılır, yukarı doğru daralan dikey şeritlerinin içine pamuk doldurulurdu. Eni fazla, uzunluğu az olan sarık ile etrâfına birkaç parmak genişliğinde sargı yapılırdı. Şekli, rengi ve ismi sınıflara göre değişirdi.
Eskiden hükümdârlar ve devlet adamları“örf” denilen kürevî şekilde kavuklar kullanırlardı. İlk defâ Fâtih Sultan Mehmed Han tac yerine Horasânî denilen ve üzerine burma tülbent sarılan kavuk kullanmaya başladı. Eski Osmanlı şehzâdelerinin ve diğer bâzı devlet adamlarının mermerden yapılmış mezar taşlarındaki serpuşlar da aşağı yukarı buna benzemektedir. Sultan Bâyezîd Hanın kullandığı ise “mücevveze” adı verilen kavuktu. Mücevveze ağzı yukarısına nazaran daha dar üstüvânî şekilde, tepesi kırmızı renkte çıkıntılı bir kavuk olup, etrâfına tülbend sarılıydı. Pâdişâhlar sadrâzamlar, devlet erkânı ve diğer bâzı memurlar uzun zaman resmî olarak mücevveze giymişlerdir. Yavuz Sultan Selim zamânında kendi ismine izâfetle “Selimî” serpuş ihdâs edildi. Bu yeni serpuş, mücevvezeden uzun olup, boyu altmış beş santimdi. Üzerine bez ve tülbent sarılırdı. On sekizinci asırda da Osmanlı pâdişâhları hem mücevvezeyi ve hem de Selîmîyi giymişlerdir. Selîmînin değişik bir şekli olup, Yûsûfî adı verilen kavuğu da ilk defa, Kânûnî Sultan Süleymân taç olarak giydi. Sonra gelen pâdişâhlar bunu yalnızca cülûs merâsimlerinde tahta oturdukları sırada giydiler. Yûsûfî, Selîmî uzunluğunda ise de düz olmayıp üzerinde tepesi daha genişçeydi. Tepesi az görünmek üzere üzerine tülbend sarılır ve önüne iki sorguç takılırdı. Vezirlerin giydikleri kavuklara “kallavî”, şeyhülislamların, kazaskerlerin, ulemâlardan yüksek rütbe almış olanların giytiği kavuğa “örf”, kâtipler sınıfında bulunan devlet memurlarının giydiği kavuğa (sakır şeklinde) “kâtibî”, ilmiye sınıfında olanlanların giydikleri kavuğa “molla kavuğu”, şeyhlerin giydiği her çeşit kavuğa ise “taç” adı verilirdi.
Molla kavuğu, tepeli kavuk, telli kavuk, Horâsânî kavuk, ışkırlak kavuk, kallavî, mücevveze murabbaı, mücevveze gibi pekçok çeşidi olan kavuklar, 1842’de fes giyilmeye başlanmasından sonra büsbütün terk edildi.
Alm. Zuckermelone (f), Fr. Melon (m), İng. Melon, muskmelon. Familyası: Kabakgiller (Cucurbitaceae) Türkiye’de yetiştiği yerler: Türkiye’nin hemen hemen her yerinde kültür olarak yetiştirilir.
İlkbaharda küçük sarı çiçekler açan, yıllık, sürünücü, otsu bir yaz meyvesi. Sülükleri dallanmıştır. Yaprakları kalp ve böbrek şeklinde, 3-5 loblu, büyük ve tüylüdür. Çiçekleri, bir eşeyli ve bir evcikli olup yaprakların koltuğundan çıkarlar. Meyveleri çeşitli şekil ve renklerde (genellikle sarı) dir. Çekirdekleri uzun, elipsoidik veya oval şekildedir.
Kavunun ana yurdu Orta Asya’dır. Dünyânın tropik ve ılıman bölgelerinde kültür olarak zirâatı yapılmaktadır. Dünyâca meşhur kantalup kavununun esas vatanı Van ve Diyarbakır bölgesidir. Ancak 16. yüzyılda İtalya’da görülmüş olan bu kavun çeşidi Roma yakınındaki Cantalupa’da yetiştirildiği için batıda “kantalup” kavunu olarak anılmaktadır. Avrupa’da en çok tutulan bir kavundur. Memleketimizde de bir hayli kavun çeşidinin zirâatı yapılmaktadır. Trakya ve İstanbul bölgesinde yetiştirilen “topatan” kavunu, ince ve sarı kabuklu olup dayanıksızdır. Bu bölgede yetiştirilen “çitli” denilen kavun kışa dayanıklıdır. Ege bölgesinde bilhassa Manisa ve havâlisinde “kırkağaç” kavunu zirâati oldukça yaygındır. Dayanıklı ve çok leziz olan bu kavunlar aynı zamanda ihraç da edilebilmektedir. Kırkaağaç kavunundan üretilen çeşitleri “hasanbey, altınbaş, dilimli ve hallaç” gibi mahallî isimler almaktadır.
Olgunlaşmadan koparılan kavuna “kelek” adı verilmektedir. Daha çok turşu yapımında faydalanılır.
Kullanıldığı yerler: Kavun meyve olarak çok yenildiği gibi tohumları (çekirdekleri) de tıbbî olarak kullanılmaktadır. Olgun kavunların çekirdekleri kurutulur. Çekirdekler halk tabâbetinde öksürüğe karşı (çekirdekleri suda, suyu yarıya ininceye kadar kaynatılıp içilmesiyle) kullanılır.
Alm. Meergrundel (m), Fr. Gobie, İng. Goby. Familyası: Kayabalığıgiller (Gobiidae). Yaşadığı yerler: Genellikle denizlerin kıyı bölgelerinde, haliçlerde ve tatlı sularda. Özellikleri: İri başlı, basık vücutlu etçil balıklar. Sırt yüzgeçleri iki tânedir. Karın yüzgeçleri vantuz şeklindedir. Çoğunun boyları 12-30 cm arasında değişir. Ömrü: 5-6 yıl. Çeşitleri: Bizde 30 kadar türü vardır. Kömürcin kayası, saz kayası, tatlısu kayası meşhurlarıdır.
Kayabalığıgiller familyası türlerine verilen genel ad.
Kıyı bölgelerde yaşayan küçük dip balıklarıdır. Sürü hâlinde gezerler. Sırtlarında iki yüzgeç bulunur. Birincisi dikenlidir. Kuyrukları yuvarlak, karın yüzgeçlerinin yerinde vantuz şeklinde bir yapı mevcuttur. Renkleri genellikle koyu esmer ve sarımtraktır. Alt çenelerinde ipliksi iki bıyık bulunur. Çoğu denizde yaşarsa da tatlı sularda yaşayan türleri de vardır. Çoğunluğunun uzunluğu 12-30 cm arasındadır. En küçüğü Filipinlerdeki tatlı sularda yaşayan “Pandaka pygmaea” türüdür. Boyu 12 mm kadardır. Yumurtalarını çeşitli nesneler üzerine veya kabuklar altına bırakırlar.
Hint ve Pasifik okyanusunun sığ sâhillerinde yaşayan bir çeşidi, göğüs yüzgeçleri ile sürünerek çamurlu kıyılara çıkar, güneşlenir ve çamurda sıçramalar yapar. Tehlike karşısında hızla sıçrayarak suya dalarlar. “Çamurhoplar” adı verilen fırlak gözlü bu türler (Periophthalmus koelreuteri) 60 cm uzağa sıçrayabilirler. Hoplayarak havadaki böcekleri avlarlar. Yaşadıkları bataklık bölgelerde yere değen eğik ağaç dallarına bir akrobat ustalığı ile sürüne sürüne tırmanırlar. Saatlerce ağaçta kalabilirler. Şişkin solungaç boşluklarını zaman zaman nemlendirmek zorunda olduklarından, düzenli aralarla suya dönüş yaparlar. Bu sebeple sudan fazla uzaklaşmazlar. Başlarının üstündeki dışarı fırlayan patlak gözleri, yuvalarında fıldır fıldır döner ve hoş bir şekilde göz kırparlar.
Kayabalıklarının eti kolay hazmedildiğinden makbuldür. Çorbası yapılır. Kaya oyuklarında, süngerler arasında, çamurlarda barınan bir çok türü vardır. Türkiye sularında yaşayan 30 kadar çeşidi bilinmektedir.
Alm. 1. Skier (pl.) 2. Skisport (m), Fr. Ski (m), İng. Ski. Kar ve su üzerinde kayarak yol almak için ayaklara takılan uzun ve yassı satıhlı, ön uçları hafîf yukarı ve arkaya kıvrık bir âlet. Memleketimizde bu âletle yapılan spor da aynı isimle anılmaktadır.
Karda batmadan yürümeyi temin eden âletlerin ilk olarak, zamanımızdan 8000 yıl önceleri Altay Dağlarında kullanılmaya başlandığı araştırıcılar tarafından iddiâ edilmektedir. Daha sonraları buradan bütün dünyâya, özellikle kuzey memleketlerine yayılan kayak, İskandinav ülkelerinde büyük rağbet görmüştür. Burada gelişen kayak, Norveç lisanındaki ismi olan “ski” kelimesiyle dünyâya yayılmış ve bu isimle benimsenmiştir. İskandinav ülkelerinde ihtiyaca göre günlük işlerde, ulaşım ve nakliyatta kullanılan kayak, askerî gâye ile ilk olarak yine Norveç’te kullanılmıştır.
Kayağın spor olarak tatbiki 20. yüzyılda başlamıştır. İlk olarak kayakla inişin 1891’de Alplerde yapılmasına rağmen, bu husustaki müsâbakaların tertibi 1922 senesinde gerçekleşmiştir. Kayak sporunun bir çeşidi olan slalom müsâbakası tertibi de ancak 1922 senesinde mümkün olmuştur. İlk kış olimpiyatlarının tertibi ise 1924 senesinde Chamonixi’de yapılmıştır.
Kayaklar, yapılış bakımından umumiyetle birbirine benzer. 2 m uzunluğunda 7-9 cm genişliğindeki ölçülere uygun olarak ortadan hafif kavisli bir şekilde îmâl edilirler. Bütün kayakların arka kısımları küttür. Kayaklar, kayın, dışbudak ve sadece Amerika’da yetişen hickory isimli bir ağacın kerestelerinden imâl edilir. Yalnız, hafif mâden alaşımlarından, sentetik reçinelerden ve son yıllarda çelik kenarlı, plâstik kaplamalı olarak yapılanları da vardır. Kayaklar, kayakçıların ayaklarına çelik taban ile kuvvetlendirilen kısmından mâden bir maşayla ve ayakkabıya raptedilmiş bir tabanla tutturulur. Kayakçıların ayaklarına giydikleri deri botlar, plastik tekniğinin gelişmesiyle yerini sert, su geçirmez plastik botlara bırakmıştır. Atlama müsâbakalarının haricinde kullanılan, hafif ağaçlardan veya alüminyumdan yapılan sopalar da kayağın yardımcı âletleridir. Bu sopalar, kayakta, tırmanmaya, hız kazanmaya ve dengeyi korumaya yarar. Bu sopalar, çoğu defa göğüs hizasında olacak şekilde yapılır. Üst kısmında, sopanın kavranmasına yardım eden sırımlar vardır. Alt uçlarında ise, kayakçıların kara saplanmalarını önlemek için dâire biçiminde yıldız vardır.
Kayak sporu; atletizm ve dağcılık kayağı olmak üzere iki kola ayrılır. Kış olimpiyatlarında yapılan müsâbakalar atletizm kayağı olup, bu da kendi arasında Alp disiplini ve Kuzey (İskandinav) disiplini olarak ikiye ayrılır. Alp disiplininin serbest iniş, slalom, büyük slalom çeşitleri; Kuzey disiplininin ise mesâfe, uzun mesâfe, atlama ve estafet (veya röle) çeşitleri vardır. Ayrıca her iki disiplinde de bu çeşitlerin karışımından meydana gelen müsâbaka çeşitleri mevcuttur.
Alp disiplininde kayak ile yürüyüş ve kaymadaki hareket teknikleri ağırlık kazanır. Bu daha önemli bir çeşidi olan slalom, bayanlar ve erkeklerde tesbit edilmiş olan bir mesâfede belirli aralıklarla dikilmiş olan sopaların arasından geçerek pist sonunda bulunan kaleden en kısa zamanda geçilmesini gâye edinen bir müsâbakadır. Parkur uzunlukları büyükler için 10, 15, 30 ve 50 km olup, yükseklik farkı, 15 km ve daha uzun parkurlar için 250 m olur. Kuzey disiplininde, uzun mesâfe müsabakaları 30-50 kilometrelik pistlerde yapılır. Bu müsâbakalara yalnız erkekler iştirâk edebilir. Mesafe müsâbakalarına ise hem erkekler hem de bayanlar ayrı katagorilerde katılabilirler. Bu müsâbakalarda pist uzunlukları, erkeklerde 15-18 km bayanlarda ise 5-10 kilometredir. Estafet (röle) müsabakaları, erkeklerde 4, bayanlarda 3 kişilik ekipler hâlinde yapılır.
Atlama müsâbakalarında diğer dallardan farklı olarak kayak sopaları kullanılmaz. Kayakların ayakkabılara bağlanması özel bir şekilde olur. Yüksek ve özel bir yere yapılan pistten hız alan kayakçı, mümkün olduğu kadar uzak mesâfeye düşmek için çalışır. Sâdece erkekler tarafından yapılan bu müsâbakada değerlendirme, düşülen mesâfe, havada ve düşme anındaki tekniklere göre yapılır. Atlama müsâbakaları, kayak sporunun en tehlikeli çeşididir.
Müsâbakalarda kayakların altına sürülen ve vaks denilen cilâ kayağın sürtünmesini azaltarak hızın artmasını sağlar, dönüş ve diğer hareketlerin yapılmasını kolaylaştırır.
Kayak sporunun değişik bir şekli olan patinaj ise patenle yapılır. Paten, ayakkabıya takılarak, buz üzerinde kaymaya yarayan, altında uzunlamasına ince bir demir takılı tahta veya demirden bir tabandır. Patinaj, sürat ve artistik patinaj olarak ikiye ayrılır. Sürat patinajında yarışmalar, 500, 1500 ve 10.000 m üzerinden saate karşı yapılır. Artistik patinaj ise 30x60 m ölçülerindeki bir buz sâha üzerinde müzik eşliğinde tekli veya çift kişilik gösteriler şeklinde yapılır. Müsâbakaların değerlendirilmesi, artistik etki ve teknik açıdan puanlama ile yapılır.
Kayak sporu, dünyâda Fédération Internationale de Ski (FIS) himâyesinde Türkiye’de de Kayak Federasyonu tarafından kayak sporu çalışmaları organize edilmektedir. 1950’den beri FIS tarafından her dört senede bir Kış Olimpiyatları tertib edilmektedir. Yurdumuzda da çeşitli yerlerde (Uludağ, Sarıkamış, Palandöken, Erciyes vb.) kayak merkezleri bulunmakta olup, kış mevsiminde buralarda muhtelif müsâbakalar yapılmaktadır.
Alm. Felsen (m.pl.), Fr. Roches (t.pl.), İng. Rocks. Birbirine yapışma şekli ne olursa olsun muhtelif yer maddelerinin veya minerallerin karışımına verilen ad. Birbirine yapışmamış kum, jeolojik olarak dağınık kaya; birbirine yapışmış kum ise birleşik kayadır.
Jeologlar, litosferin (karalar) içinde yer alan kayaları üç sınıfa ayırmışlardır. Saf, tortu ve metamorfik (başkalaşmış) kayalar.
Saf kayalar mağma olarak da bilinen tam veya yarı erimiş kayaların kristal olmuş şeklidir. Tortu kayaları atmosfer ve hidrosferin (sular) litosferde yapmış olduğu aşındırmaların neticesi yapışık veya yarı yapışık olarak şekillenir. Metamorfik kayaların meydana gelişi daha değişiktir. Yer kabuğunun derinliklerinde yüksek hareket ve basınç altında orijinalleşmiş metamorfik kayaların kimyâsal kristal yapılarında da değişiklik meydana gelmiştir.
Kayalar, minerallerden, kimyâsal bileşiklerden meydana gelir. En sık rastlanan bileşikler sıraile silikatlar, oksitler, karbonatlar ve sülfürlerdir. Silikatlar üç cinstir; Feldispatlar CaAl2Si2O8, NaAlSi3O8; piroksenler Ca (SiO3)2, Mg(SiO3)2, Fe(SiO3)2; olivinler Mg2SiO4, Fe2SiO4. Diğer silikatlar ise Mikalar ve balçıksı minerallerden kaolindir. Mikalar arasında en çok biotit ve muskovit fazlaca bulunur. Oksitler arasında en çok rastlanan kuartz (SiO2), manetit (Fe3O4), hematit (Fe2O3), kromit (FeCr2O4) gibi oksitlerdir. Kalsiyumlar atmosfer ve hidrosferin yer kabuğunda sonradan meydana getirdiği bileşiklerdir. Calsit (CaCo3), dolomit (CaMg (Co3)2) kalsiyumlara misâldir. Sülfürlerden en çok bulunanlar pirit (FeS2), kalkopirit (CuFeS2), kalkosit (Cu2S)’tir.
Yer kabuğunda milyonlarca sene süren değişikliklerle kayaların meydana gelişi diyagram olarak gösterilmiştir. Kayaların meydana gelişi ile ilgili süreler sâbit değildir.
Bâzı kayalar tam şeklini alamamış, değişme süresi devam etmektedir. Değişme şartları; erime, kristalleşme, hava ve suyun etkileri, kimyâsal çökelmeler, organik artıklar, birleşme, ısı ve basınçtır.
Alm. Rochy Mountains, Fr. Montagnes (f.p.l.) Rocheuses, İng. Rocky Mountains . Kuzey Amerika’da bulunan, dünyânın en büyük dağ silsilelerinden birisi. Alaska’nın batı kıyısındaki Point Pohe’dan New Mexico eyâletindeki Santa Fe şehrine kadar kuş uçuşu 5150 km uzunluğunda ve 160 ilâ 645 km genişliğinde olan Kayalık Dağları, Atlas Okyanusunu ve Kuzey Buz Denizini Pasifik Okyanusundan ayıran ve Kuzey Amerika kıtasını şekillendiren başlıca unsurdur. Tahminlere göre bu dağlar uzun zaman deniz altındayken kıtanın teşekkülü sırasında bugünkü şeklini almıştır.
Kayalık Dağları, kuzeyden güneye dört büyük bölümde incelenebilir. Bunlar arktik kayalıkları, kuzey kayalıkları, orta kısım kayalıkları ve güney kayalıklarıdır. Bu dağ silsilesinin en yüksek tepesi, Colorado eyâletindeki Elbert Zirvesi olup, 4372 m yüksekliğindedir. Blanca (4367 m), Uncompahre (4364 m), Grand Teton (4193 m), Granite (3904 m), Chamberlain (2751 m) tepeleri diğer bâzı yüksek noktalarıdır. En önemli geçitleri, Kuzey Pasifik demiryolu hattının 1175 metrelik bir tünelle geçtiği Mullan’s Geçidi ile güneydeki Evan’s Geçididir.
Kayalık Dağları, Kuzey Amerika’nın mâden yatağıdır. Demir, tuz, kömür, kurşun, petrol ve tabiî gazın yanında inşaat taşları, ateş toprağı, jips ve çimento hammaddeleri bol miktarda bulunur. Fakat altın, gümüş ve bakır yataklarının yanında bunların hepsi sönük kalmaktadır. 6 ilâ 18 metre ve yer yer 30 m derinlikte bulunan altın damarları 19. asrın son kısmında geniş ölçüde işletildi.
Kar hattının hemen altından başlayan bitki örtüsü, köknara benzeyen bir cins çam, lâdin, pelesenk ağacı ve uzun boylu çam ağaçlarından müteşekkildir. Daha aşağılarda huş ağacı, kayın, kiraz ve diğer bâzı ağaç çeşitleri, yeşillikler arasında yayılmıştır.
Kayalık dağlarında bulunan başlıca av hayvanı çeşitleri yaban sığırı, geyik, ren geyiği ve bu dağlara mahsus olan kayalık dağı keçisidir. Boz, siyah ve kahverengi ayı, vaşak, çakal, sansar, misk sıçanı, zerdevâ, oklu kirpi, kırmızı sincap, ıslıklı tavşan, bol bulunan diğer bâzı hayvan cinsleridir.
On beşinci asır halk şâirlerinden. Doğum ve ölüm yılı kesin olarak bilinmemekle birlikte, 14. yüzyılın ikinci yarısında doğduğu tahmin edilmektedir. Asıl adı Alâeddin Gaybi’dir ve Alâiye (Alanya) beyinin oğludur. Abdal Mûsâ’nın yanında bir müddet kalıp ve onun isteği üzerine yanına kırk dervişi alıp Mısır’a gittiği, orada bir tekke kurduğu, Mısır’da dervişleriyle birlikte tarikatını yaymaya çalıştığı söylenirse de ölümüne kadar burada kalıp kalmadığı bilinememektedir. Fakat şiirlerden Edirne’ye Sofya’ya, Filibe ve Hicaz’a gittiği anlaşılmaktadır. 1444 yılında öldüğü zaman Mısır’daydı ve vasiyeti üzerine tekkesinin yanındaki bir mağaraya gömüldü.
Kaygusuz’un coşkun, içten ve bâzan da alaycı bir dili vardır. Şiirlerinde samîmî bir anlatımdan birden bire alaycı bir dile veya tekerlemeye geçmekte, normal hayatta olağan görebileceğimiz bâzı hareketleri alaya almakta, hicvetmektedir. Bâzı şiirleri ise ilâhî ve nutuk tarzındadır. Akıl, gönül, nefs, mürşid gibi tasavvufun çeşitli meselelerini heyecanlı bir üslupla anlatır. Fakat daha çok didaktik bir muhteva hâkimdir. Kaygusuz’un nesirleri, nazmına göre daha ağır basar. Mesnevîlerinde lirizmin zirvesine ulaşır. Canlı ve daha çok masal şeklinde olan bu nesirlerinde, anlatımda zorlamaya gidilmeden tatlı secîler görülür.
Ayrıca anlatıma renk katan tekerlemeleri de göz önüne almak gerekir. Kısa ve sâde cümlelerle hayal âleminde gördüklerini, bir masal şeklinde anlatmıştır.
Eserleri: Başlıca eserleri, manzum, mensur ve manzum-mensur karışık olmak üzere başlıca üç grupta toplanır.
Manzum eserleri: Divân, Gülistân, Mesnevî-i Bab-ı Kaygusuz, Gevhernâme, Minbernâme.
Mensur eserleri: Budalanâme, Kitâb-ı Miglate, Vücûdnâme.
Manzum-mensur karışık: Saraynâme, Dilguşâ.
Gel Hakka olma âsi
Ta gide gönlün pası
Dört kitâbın ma’nîsi
Var edeb öğren edeb
Gaflet içinden uyan,
Edebsüz olma iy cân
Edebdür asl-ı îmân
Var edeb öğren edeb
Edeb gerekdür eve
Tâ yolı doğru vara
Edebsüz olma yine
Var edeb öğren edeb.
Kaygusuz Abdal uyan
Işkı bil işka uyan
Şöyle dimişdür diyen
Var edeb öğren edeb
Oğuzların Bozok kolundan Osmanlıların da mensub olduğu bir boy. Kayı kelimesi; “muhkem, kuvvet ve kudret sâhibi” demektir. Kayı boyunun damgası, iki ok ve bir yaydan ibâretti. Oğuz Han oğlu Gün Han oğlu Kayı’nın bu boyun ceddi olduğu söylenir. Yirmi sene hükümdârlık yapan Kayı’nın nesli uzun yıllar bu makamda kalmıştır. Bu sebeple Kayı boyu, Oğuz boyları arasında ilk sırada gösterilmektedir. Dede Korkut da eserinde, gelecekte hanlığın geri Kayıya döneceğini bildirerek Osmanlıları haber vermiştir.
Kayılar, Selçuklularla birlikte, fetih esnâsında ve daha sonraları Anadolu’ya gelip değişik bölgelerde yerleştiler. Osmanlı Devletinin kuruluşunda esas nüveyi teşkil ettiler. Osmanlılar zamânında Rumeli’nin fetih ve iskânına katıldılar.
Sultan İkinci Murâd, soyunun bu boya mensûbiyetini göstermek için, sikkelerine Kayı boyuna âit iki ok ve bir yaydan müteşekkil damgayı koydurmuştur. Sonraki pâdişâhların bastırdıkları sikkelerde görülmeyen kayı damgasının, Kânûnî’ye kadar çeşitli eşyâ ve silâhlar üzerine konulmasına devâm edilmiştir. (Bkz. Osmanlı Devleti)
Kayı boyuna mensup Karakeçili göçebe oymağı, eski zamanlardan beri her yıl Söğüt’teki Ertuğrul Gâzi Türbesini ziyâret etmekte ve bununla ilgili şenlikler yapmaktaydı. Sultan İkinci Abdülhamîd Han, bu ziyâret ve şenliklere resmî bir hüviyet kazandırdı. Kendi oymağı saydığı Karakeçili gençlerinden Ertuğrul Alayını teşkil ettirdi. Bu oymak mensuplarını, ziyârete gelen Alman imparatoruna, “akrabâlarım” diyerek takdim etti.
“Ertuğrul’un ocağında uyandım
Şehidlerin kanlarıyla boyandım”
beytiyle başlayan bir marş bestelenip yıllarca dillerde söylenip, gönüllerde yaşatıldı.
Bugün Kayı boyu mensupları, genellikle; Eskişehir, Mihalıççık, Orhaneli, Isparta, Burdur, Fethiye, Muğla, Aydın ve Ödemiş civârındaki köylerde yerleşmişlerdir
Alm. Kaik, Ruderboot, Segelboot (m), Fr. Barque (f) caique, canotmléger et long, İng. Boat, rowboat, caique. Değişik boy ve biçimlerde, kürek, yelken ve motorla hareket eden güvertesiz küçük tekne. Deniz, göl ve nehirde gezmek ve belirli miktarda yük taşımak için kullanılır. Genellikle ağaçtan yapılan kayıkların yapımında son zamanlarda plastik maddeler de kullanılmaktadır.
Kürek çekmenin yoruculuğu ve süratinin az olmasından dolayı motorlar, kayığa konmadan önce, yelkenlerden istifâde edilmişti. Bâzı yerlerde hâlâ yelkenli kayıklar kullanılmaktadır. Kayığın gövdesine veya içine takılan motorlar kullanış kolaylığı, sürat kazandırması, taşıma kapasitesinin artması gibi sebeplerden tercih edilmektedir.
Çok eski zamanlardan beri kullanılmakta olan kayıklar bilhassa dar boğazlarda, küçük denizlerde, kıyılarda, balıkçılık, gezinti, yük taşımada kullanılmaktadır. İstanbul’da Boğaziçi’nde ve Haliç’te, semtler arasında değişik tipleri kullanılan kayıkların, yolcu taşıyanlarına “piyâde”, yük ve 20-30 kişi taşıyanlarına ise “pazar kayığı” adı verilirdi. Bunlar Boğaz’ın muhtelif yerlerinde kurulan pazarlara veya iş yerlerine mal taşırlardı.
Osmanlı devlet erkânını taşıyan ve saraya âit olan değişik tipte kayıklar günümüze kadar gelmiş olup müzeleri süslemektedir. Yapımına ve dış görünüşüne çok ehemmiyet verilen pâdişâhın oturduğu kayıklara “hünkâr kayığı”, paşaların bindiklerine ise “saltanat kayığı” adı verilirdi. Bunlar ince uzun çok mütenâsip yapılırdı. Hepsi bir sanat eseri şeklinde olan bu kayıklar muhteşem bir devletin sanat zevkıni aksettirmesi bakımından çok önemli sayılmakatdır. Yabancılar, hünkâr kayıklarının Boğaz’daki mâvi suların içindeki ihtişâmına hayran olduklarını hatıralarında devamlı dile getirmektedirler.