KATARAKT

Alm. Katarakt (f), grauer Star (m), Fr. Cataracte (f), İng. Cataract. Normalde saydam olan göz merceğinin kesifleşmesi (yoğunlaşması). Katarakt çoğunlukla yaşlı kimselerde görülür. 70 yaşın üzerindeki şahısların % 90’ında hafif veya ağır katarakt gelişmektedir. Nâdiren de doğumda mevcuttur veya diğer hastalıkların meselâ şeker hastalığının bir sonucu olarak gelişir. Aynı zamanda cam üfleyiciler, kaynak işçileri gibi güçlü ışığa sıklıkla mâruz kalanlarda da bir meslek hastalığı olarak görülebilir.

Göz merceğinin yoğunlaşması görüntüyü bulanıklaştırır. Hastalık ilerledikçe iyi bir görüntü elde etmek için sıkça gözlük değiştirmek gerekir.

Hastalığın gelişmesini durdurmak mümkün değildir. Tek tedâvisi göz merceğinin cerrahî olarak çıkarılmasıdır. Ameliyattan sonra çıkarılan lensin (göz merceğinin) görevini yapması için ya 12-13 diyoptrilik gözlük kullanılır ki, bu cisimleri olduğundan çok büyük gösterir veya kontak lens tercih edilir. Son yıllarda bir üçüncü şık olarak da ameliyatla göz içine yerleştirilen sâbit lens uygulanmaya başlanmış ve başarı sağlanmıştır (ön kamara ve arka kamera lensleri). (Bkz. Göz)

KATATONİ (Catanoia) (DONAKALIM)

Alm. Catatonie (f), Fr. Catatonie, İng. Catatonia. Kişinin belli bir durumda uzun bir süre kıpırdamadan kalması. Şizofreninin katatonik tipinde görülür. Hastayı uzun müddet aynı durumda bulunduran genel bir harekî donakalma hâlidir. Çoğunda hasta belli bir duruşta uzun süre kalır ve dışardan yapılan ilişki kurma girişimlerine tepkisiz gibidir. Yemez, içmez, uyumaz, konuşmaz ve yapılan öğütlere uymaz (karşıtçılık, menfîlik, negativizm). Bâzan birden atak ve aşırı hareketli bir durumu olabilir (catatonic exitation). Bâzan yatağında kıpırdamadan, komada imiş gibi yatar (catatonic stupor). Hasta dış çevre ile ilişkisini kesmiş gibi görünürse de, gerçekte çevrede olup bitenleri tanımakta ve kaydetmektedir. Fakat tepkisiz görünmektedir. Bâzan telkine müsâit olurlar, bâzan da stereotipi denen aynı hareketleri, sözleri tekrarlarlar. Yüz donuk ve anlamsızdır.

KATEKOLAMİNLER

(Bkz. Stress)

KATERİNA

Çarlık Rusya’sında çariçelik yapmış iki imparatoriçenin adı. Birinci Katerina 1725-1727, İkinci Katerina 1762-1791 târihleri arasında Çarlık Rusya’sını idâre ettiler. Katerina adını Türk kaynakları kullanmıştır.

Birinci Katerina: Katerina ünvanlı ilk Rus çariçesi. 1684’te Kurland’da, Leh (Polonya) asıllı Litvanyalı bir köylü âilesinin kızı olarak doğdu. 1727’de Petersburg’da öldü. Hafifmeşreb bir kadın olduğundan başından birçok evlilik ve metreslik hayâtı geçtikten sonra Rus Prensi Mençikov’a hediye edildi. Bu arada 1703 yılında Deli Petro ile gayri resmî evlenerek Ekaterina Alekseevne adını aldı. Câhil olmasına rağmen zekâsı ve cesâreti ile Deli Petro’yu tamâmen tesiri altına alarak pekçok servet sâhibi oldu. Deli Petro, Katerina’yı yanından hiç ayırmadığından Rus Çarı ileOsmanlılarla yapılan 1711 Prut Savaşına da gitti. Osmanlı Sadrâzamı Baltacı Mehmed Paşa, Prut bataklıklarında Rus ordusunu çevirince, Katerina sulh yapılmasını teklif etti. Önce Deli Petro’yu, sonra kumandanlarını iknâ eden Katerina, kendisinin ve oradakilerden topladığı bütün mücevherleri böyle durumlarda göndermek âdet olan fidye şeklinde elçilerle birlikte Baltacı Mehmed Paşaya gönderdi. Katerina’nın Baltacı’nın çadırına gittiğine dâir söylentiler hiçbir târihî kaynağa dayanmadığı gibi Paşayı sevmeyenler tarafından uydurulmuş ve edebiyatçılar tarafından romanlara geçirilmiş muhayyile mahsulü hikâyelerdir.

Prut Savaşından sonra Petro ile resmen evlenen Katerina 1724’te Çariçelik tacını giydi. Devlet işlerine karıştı. Câzibesiyle, Çar’ın nüfûzuyla ülkede söz sâhibi oldu. Birinci Petro 1725’te ölünce vasiyeti gereğince Çarlık Rusyasının tek hâkimi oldu. Din adamları, boyarlar (asilzâdeler) ve ahâli ahlâksızlığını bildiğinden Katerina’yı istemediler. Bunu önceden hesapladığından zekâ ve cesaretini kullanarak, çevresinde yeni bir asiller sınıfı meydana getirmiş, saray muhâfız birliği ve askerlere verilen bol para sâyesinde durumunu korumuştu. Rus imparatoriçesi olmasıyla, Rus târihinde hükümet darbeleri ve gözdeleri hâkimiyeti başlamıştır. Bütün iç olaylara rağmen Birinci Katerina, Papalığın telkinlerine uymak ve Deli Petro’nun, sistemleştirdiği “Rus Yayılma Siyâseti”ni tâkipte geri kalmamıştır. Ülkede hâkimiyetini eski kocası Prens Mençikov’un destek ve entrikaları sâyesinde sağladı. Çariçeliği devrinde Petersburg İlimler Akademisi kuruldu.

İkinci Katerina: Büyük Katerina ünvanlı İkinci Rus Çariçesi. Alman Anhalt-Zerbest Dükası’nın kızı olup, 1729’da Stettin’de doğdu. 1792’de Petersburg’da öldü. Fransız kültürüyle yetiştirildi. Çarlık tahtının namzedi Prens Petro ile evlendirilmek üzere Rusya’ya götürüldü. 1744’te Ortodoks mezhebini kabul edip, 1745’te Prens Petro ile mutsuz bir evlilik yapmasına rağmen sabretti. İleriye dönük münâsebetler kurup, çevresini genişleterek kendine sâdık bir kadro meydana getirdi. Ocak 1762’de Üçüncü Petro ünvanıyla kocası Rus Çarı olunca, entrikalar içine girdi. Üçüncü Petro, Rus devlet adamları ve ahâli ile anlaşmazlığa düşünce, bu durumdan faydalanıp kendi kadrosunu kullanarak, ordunun da desteğiyle 9 Temmuz 1762’de “Ortodoksluğun kudsiyetini, Rusya’nın menfaatlerini korumak” parolasıyla iktidârı ele aldı.

İhtiraslı, hîlekâr, azimli olmasıyla ahâliyi, zekâsı ve kadınlık câzibesiyle de devlet adamlarını çok iyi idâre etti. Çeşitli sınıf ve kademelerde sayısız dostu olmasına rağmen iktidârını kimseyle paylaşmak istemediği gibi, tahtında gözü olanları da ustalıkla ortadan kaldırttırırdı. Rusya menfaatine faydalı icrâatlarda bulunarak, kendini sevdirdi. İhtiraslı olduğundan “Rus Yayılma Siyâseti”ni tâvizsiz tâkib etti. 1764’te dostlarından Stanislaw Poniotowski’yi Polonya kralı seçtirip, 1768’de tamâmen himâyesine aldı. 1722’de bölgede Litvanya dâhil büyük bir toprak parçasını ilhâk ettirdi. 1768 ve 1787 Osmanlı-Rus harpleri neticesinde 1774 Küçük Kaynarca, 1794 Yaş Antlaşmalarıyla Ruslar Karadeniz kıyılarını işgâl ettiler. Katerina yaptığı işlerde asil sınıfına dayandığından bu durumdan köylüler ile din adamları hoşnutsuz olmaya başladı. Ülke içinde ve ilhâk ettiği Polonya, Lehistan, Karadeniz kıyıları, Kırım ve Orta Asya topraklarında birçok isyân hareketi oldu. Hoşnutsuzlukları sindirme ve isyanları bastırmada dost hayâtı yaşadığı Rus ordu kumandanlarını kullandı. Merkezî otoriteyi kuvvetlendirerek, Urallar ile Kırım’dan Kuban’a kadar yerlerde göçmenlerin yardımıyla sömürgeleşme siyâseti tatbik etti. Petersburg Güzel Sanatlar Akademisi ve Rusİlimler Akademisini kurdurdu.

KATETER

Alm. Katheter (m), Fr. Cathéter (m), İng. Catheter. Vücut boşluklarına teşhis ve tedâvi gâyesiyle özellikle damarlar içine ilâç ve sıvı vermek ve bunlardan, meselâ mesâneden sıvı almak için özel hazırlanmış tüpler (borular). Değişik maksatlar ve değişik bölgeler için özel tipte kateterler yapılmıştır.

Kalp kateterizasyonu özel bir durum olup, kalp hastalıklarının teşhisinde önemli bir metoddur. Kalp kateterizasyonu ile birlikte kalbin ve büyük damarların filmleri de çekilir. Uygulanan metodlardan, özellikle bir cerrâhî müdâhaleden önce kalpteki bozukluğun kesin olarak yerini ve derecesini tesbit için faydalanılır. Bu metodlara, doğuştan olan kalp hastalıklarında, romatizmal kalp kapağı hastalıklarında dâimâ başvurulur. Kalp kateterizasyonu, sağ kalp, sol kalp kateterizasyonu olmak üzere ikiye ayrılır. Sağ kalp kateterizasyonunda kateter, koldaki toplar damarlardan faydalanarak kalbe iletilir. Sol kalp kateterizasyonunda ise kateter, ya kol veya bacaktaki atardamarlardan faydalanılarak kalbe iletilir veya direkt olarak göğüs cidârından kalbe sokulur. Kalp kateterizasyonu oldukça tecrübe isteyen ve ölüm tehlikesi dahi bulunan bir metoddur. Bu yüzden ancak gelişmiş kardiyoloji merkezlerinde yapılabilmektedir.

KATGÜT

Alm. Katgut (n), Fr. Catgut (m), İng. Catgut. Daha çok koyun olmak üzere, at, katır veya eşek barsağından elde edilen, genellikle tıpta ameliyat ipliği olarak kullanılan, özel olarak hazırlanmış bir iplik.

Barsaklar temizlenir, alkali sıvılarla muâmele edilir ve steril (mikropsuz) hâle getirilir. Dikildiği yerden, zamanla, yara uçları kaynadıktan sonra doku tarafından emilir, ayrıca yara bölgesinden almak gerekmez. Açık yara uçlarını birbirine yaklaştırarak iyileşmeyi çabuklaştırmak ve kesik damar uçlarını birbirine dikmek için kullanılır. Ayrıca, keman, harp ve yayların ipliklerinde de kullanılmıştır.

KATI

Alm. Fest, Fr. Solide, İng. Solid. Maddenin üç fiziksel hâlinden, belirli bir hacim ve belirli bir şekle sâhib olduğu hâli. Katılar hacim ve şekil elastikliği gösterirler yani hacimlerini ve şekillerini değiştirmeye zorlayan kuvvetlere direnç gösterirler. Gayet belirli yüzeyler ve bütün yüzlerinde ayrık sınırlarla karakterize edilirler.

Maddenin üç hâli gaz, sıvı ve katı halleridir. Gaz halinde moleküller ve tânecikler arasındaki uzaklıklar en büyük olup, her molekül serbestçe hareket eder. Sıvı hâlinde ise tânecikler daha az serbest olup daha düzenli hareket eder ve birbirinden ayrılmazlar. Katı hâl, gaz ve sıvı hâle göre genel olarak daha yoğun olup, büyük çekim kuvvetleri ile tânecikler birbirlerine daha yakın bulundurulurlar. Tânecikler belli ve sâbit birer durum kazanmışlardır ve bu yüzden düzgün bir örgü yapısı gösterirler. Bu örgülü düzgün yapıya kristal denir. Katılar bu sebeple bir hacim ve belirli bir biçim gösterirler.

Cıva hâriç mâdenlerin hemen hepsi normal sıcaklıkta katı haldedir.

Katılar, gazlara nisbetle hemen hemen sıkıştırılamazlar. Birbirlerine yakın biçimde duran moleküller arasında büyük çekim (kohezyon) kuvveti bulunduğundan termik genleşme katsayıları küçüktür.

Mum, cam ve katran gibi bâzı katılar hacim ve şekillerini korumakla beraber düzgün kristalli bir yapıya sâhip bulunmazlar. Bu tür katılara amorf (şekilsiz) cisimler denir.

KATILAŞMA

(Bkz. Donma)

KATIR (Equus mulus)

Alm. Maultier (m), Fr. Mulet, İng. Mule. Familyası: Atgiller (Equidae). Yaşadığı yerler: Evcil olarak insanla beraber her yerde. Özellikleri: Eşek ile kısrağın (dişi at) çiftleşmesinden doğan bir melezdir. Uzun kulaklı, iri başlı, ince uzun ayaklıdır. Kanaatkâr ve yük taşımada dayanıklıdır. Ömrü: 40-45 yıl. Çeşitleri: “Katır” ve “bardo” olmak üzere iki çeşidi vardır.

Erkek eşekle kısrağın (dişi at) çiftleşmesinden meydana gelen melez. At büyüklüğünde olup, uzun kulaklı, iri kafalı, ince uzun ayaklıdır. Bitkisel besinlerle beslenir, geviş getirmez. Attan daha kanaatkâr ve dayanıklıdır. Dağlık bölgelerde dar patikalardan rahatça tırmanır. Eskiden askerî alanlarda yük hayvanı olarak kullanılırdı.

Güney Amerika’nın dağlık bölgelerinde katır sürülerinin başında tecrübeli yaşlı bir kısrak bulunur. Madrina adı verilen bu kısrağın boynunda zil vardır. Katırlar zil sesini duyarak emniyetle kısrağı tâkip ederler.

Erkek eşekle kısrak (dişi at) eşleştirilirse katır (Equus mulus) elde edilir. Aygır (erkek at) ile dişi eşeğin eşleşmesinden Bardo (Equus hunus) denen katır çeşidi elde edilir. Katır, bardodan daha iri ve dayanıklıdır. Kişnemeleri at ile eşekten farklıdır. İnatçılığı meşhurdur. Bu melez nesiller kısırdır.

KATIRTIRNAĞI (Spartium junceum)

Alm. Pfriemen (m), Fr. Genêt (m), İng. Spanisch broom. Familyası: Baklagiller (Legüminosae). Türkiye’de yetiştiği yerler: Akdeniz, Karadeniz, Ege ve Marmara bölgesi.

Yuvarlak, yeşil gövdeli, az yapraklı, sarı çiçekli, 1-3 m yüksekliğinde ağaççıklar. Kışın yaprağını dökmez. Mayıs, eylül aylarında çiçek açar. Yapraklarının ucu dikenlidir. Daha çok sarp yamaçlarda yabânî olarak yetişir.

Kullanıldığı yerler: Çiçeklerinin bileşiminde spartein, sitisin, skoparin bulunur. Yumuşatıcı ve idrar söktürücü etkisi vardır. Çiçekleri sarı boya verirler. Bütün bitki, özellikle çiçek ve tohumları zehirlidir.

KÂTİB ÇELEBİ

Târih, coğrafya, bibliyografya ve biyoğrafya ile meşgul olmuş meşhur âlim.

Asıl adı Mustafa olup, 1608 (H. 1017)de İstanbul’da doğdu. Babasının adı Abdullah’tır. Babası, Osmanlı devlet ve siyâset adamlarının yetiştirildiği Enderûn mektebinde tahsil görerek yetişmiş bir askerdir. Mustafa bin Abdullah, ordu kâtipliğinde bulunduğu için ulemâ ve halk arasında Kâtip Çelebi diye tanındı. Hacca gittiği ve başmuhâsebeci ikinci halîfesi olduğu için Hacı Halîfe ismiyle meşhur oldu. Babası dindâr bir zât olduğu için beş-altı yaşlarında onu ilme teşvik etti. O da İmâm Îsâ Halîfe-i el-Kırîmî’den Kur’ân-ı kerîm ve tecvid dersleri almaya başladı. On dört yaşına kadar çeşitli hocalarından din ve fen ilimleri tahsil etti.

On dört yaşında Anadolu muhâsebesi kalemine kâtip oldu. 1624 yılında babasıyla birlikte Tercan, bir sene sonra da Bağdat Seferine çıktı. Dönüşte babası bir müddet Diyârbakır’da kaldı. 1627-1628’de Erzurum kuşatmasına katıldıktan sonra İstanbul’a geldi ve yaklaşık iki sene, Bağdat Seferine katılana kadar, Kâdızâde’nin derslerine devâm etti. 1630 Bağdat kuşatmasında ordunun defterini tuttu. Seferden sonra tekrar İstanbul’a dönerek Kâdızâde’nin derslerine devâm etti. 1633-1635 Halep Seferinde hacca gitme fırsatı buldu. Dönüşte bir kış Diyârbakır’da kalıp oradaki âlimlerle görüştü. 1635 senesinde Sultan Dördüncü Murâd Han ile Revan Seferine katıldı. On sene kadar çeşitli savaşlarda bulunduktan sonra İstanbul’a döndü ve kendisini tamâmen ilme verdi.

A’rec Mustafa Efendi, Ayasofya dersiâmı Abdullah Efendi ile Süleymâniye dersiâmı Mehmed Efendiden ders aldı ve A’rec Mustafa Efendiyi kendisine üstâd edindi. Bir taraftan kendisi öğrenirken, diğer yandan birçok talebeye ders verdi.

1645’te Girid Seferi münâsebetiyle haritaların nasıl yapıldığını, tedkik etti ve bu konuyla ilgili yazılan eserlerde çizilen haritaları gördü. Bu arada memuriyetten ayrıldı ve üç yıl vazîfe almadı. Bu üç yıl içinde bâzı talebelerine çeşitli konularda dersler verdi. Yine bu zaman içinde âni olarak hastalandığı için tedâvi çârelerini aramak maksadıyla tıp kitapları okudu. Kalbini kötülüklerden temizlemek, mânevî sağlığa kavuşmak için de Esmâ ve Havâs kitaplarını okudu. Din âlimlerine olan aşırı sevgisi sebebiyle devamlı onlarla berâber olmaya çalışırdı. 1648 yılında tekrar memuriyete girdiğinde Şeyhülislâm Abdürrahîm Efendinin en yakın arkadaşlarından oldu ve pekçok eserini bu yıllarda yazdı.

Kâtib Çelebi 1656 senesinde vefât etti. Kabri, Vefâ’dan Unkapanı’ndaki Mahmûdiye (Unkapanı) Köprüsüne inen büyük caddenin sağ kenarındadır.

Kâtip Çelebi çalışkan, iyi huylu, vakarlı, az konuşan, çok yazan biri olarak bilinir. Arabî, Fârisî yanında Lâtinceyi de bilirdi. Osmanlı Devletinde batı ilmiyle en fazla ilgilenen, doğu ilmiyle mukâyesesini ve sentezini yapan ilk Türk ilim adamlarından biridir.

Eserleri:

1) Keşf-üz-Zünûn an Esâmi-il-Kütüb vel-Fünûn: Arabî, çok kıymetli eseridir. On beş bine yakın kitap ve on bine yakın müellifi tanıtan büyük bir bibliyografya ansiklopedisi mâhiyetindedir. Mısır’da, Almanya’da, İstanbul’da basıldı. Lâtinceye de tercüme ve tâb edildi.

2) Cihannümâ: En eski coğrafya kitabımızdır. Haritalarıyla birlikte İbrâhim Müteferrika matbaasında basılmıştır. Daha sonra yazılacak coğrafya kitaplarımıza kaynak teşkil edebilecek bu eser, Avrupa dillerinde tercüme edilmiştir.

3) Tuhfet-ül Kibâr fî Esfâr-il Bihâr: Denizcilik târihi bakımından mühim bir eserdir. Osmanlı Devleti zamânındaki deniz savaşlarından bahseder.

4) Takvîm-üt-Tevârîh: Âdem aleyhisselâmdan 1648 târihine kadar geçen vak’aların kronolojik açıklamasını ihtivâ eder. Arabî ve Fârisî dilde basılmıştır.

5) Fezleket-üt-Tevârîh: Bir mukaddime, üç usûl ve bir son sözden ibâret olan bu eser, varlıkların başlangıcı, peygamberlerin ve hükümdârların târihi diye hülâsa edilebilecek bir târih kitâbıdır.

6) Fezleke: Fezleket-üt-Tevârih’in devâmı niteliğindedir. 1591’den 1654 târihine kadar vukû bulan olayları anlatır. 1879’da iki cilt olarak basılmıştır.

7) Kânûnnâme, 8) Târîh-i Firengî Tercümesi, 9) Târîh-i Kostantiniyye ve Kayâsire, 10) İrşâd-ül-Hayâfâ ilâ Târîh-ul-Yunân ver-Rûm, 11) Süllem-ül-Vusûl ilâ Tabakât-ilFuhûl, 12) İhlâm-ül-Mukaddes, 13) Tuhfet-ül-Ahfâr fil-Hikem ve’l-Emsâl ve’l-Eş’âr, 14) Dürer-i Müntesira vel Gurer-i Münteşira, 15) Düstûr-ül-Amel fî Islâhil-Hâlâl, 16) Beydâvî Tefsîri Şerhi, 17) Hüsn-ül-Hidâye, 18) Resm-ür-Recm bis-Sim ve’l-Cîm, 19) Câmi-ul-Mütûn min Cüll-il-Fünûn, 20) Mîzân-ül-Hak fî İhtiyâr-il-Ehak.

KATMA DEĞER

Alm. Wertzwachs (m), Fr. Valeur (f) ajoutée, İng. Aceretion value. Bir istihsal faaliyetinde, üretim faktörlerinin mahsûlün değerine yaptıkları katkı.

İstihsal faaliyeti, ilk istihsalden başlayarak mal veya hizmetin müstehlike (tüketiciye) arzına kadar uzanan bir ameliyedir. Bu zincirin her safhasındaki (ilk istihsal, îmâlât, toptan, perakende) mal veya hizmet, değerine; toprak, sermaye, emek ve müteşebbis olarak sayılan üretim faktörleri tarafından; rant, fâiz, ücret ve kâr nâmıyla ilâvelerle aktarılır. Malın değeri, ilk safhada (eğer ara malı yoksa) tamâmıyle katma değerdir. Daha sonra, malın değeri içinde ara malı payı artar, eklenen değer düşer. Toptan ve perakende safhalarda, katma değer yalnızca kârdan ibâret olabilir. Katma değer, malın satış değerinden malın içinde bulunan ara malı değerinin düşülmesiyle veya her faktör payını ayrı ayrı toplayarak bulunabilir.

Matrahı, mal ve hizmetlerin katma değeri olan vergiye, Katma Değer Vergisi denilmektedir. (Bkz. Katma Değer Vergisi)

KATMA DEĞER VERGİSİ

Alm. Mehrwertsteuer (f), Fr. Taxe sur la valeur ajoutée, İng. Value added tax. Ara malları ve hizmetlerin (bir önceki üretim aşamasından yapılan alışların) vergi matrahından düşülmesine imkân veren veya her aşamadaki katma değeri vergileyen bir yazılı muâmele vergisi türü.

Katma değer, basit bir târifle; belirli bir üretim aşamasında belirli bir mal için yapılan faktör ödemelerinin (ücret, fâiz, kâr, rant) toplamıdır. Bir başka ifâdeyle belirli bir üretim aşamasındaki bir firmanın satışları ile bir önceki aşamalardan yapılan alışlar arasındaki farktır. Bir ekonomide bütün firmaların meydana getirdiği katma değerler toplanırsa, o ülkedeki gayrisâfî millî hâsıla bulunmuş olur.

Katma değer vergisinin türleri firmaların üretim esnâsında kullandığı sâbit varlıkların tâbi olacağı işleme göre üç şekilde ortaya çıkar. Katma değerin bir firmanın satışlarından bir önceki aşamadan alışların düşülmesi ile bulunduğunu belirtmiştik. Eğer sâbit varlıkların mâliyeti alındığı dönemde satışlardan düşülürse tüketim tipi katma değer vergisi ortaya çıkar.

Sâbit varlıkların toplam mâliyeti yerine amortismanın satışlardan düşülmesine imkân verilirse, gelir tipi katma değer vergisi; sâbit varlıkların ne mâliyetinin ne de amortismanın satışlarından düşülmesine imkân vermeyen vergi türüne de gayrisâfî millî hâsıla tipi katma değer vergisi denilir.

En kolay ve yaygın olan katma değer vergisi türü, tüketim tipi olanıdır. Zira bu KDV türü, ekonominin tamâmı düşünülürse, sâdece tüketim mallarını vergilendirdiğinden perakende satış vergisinden farksızdır. Gelir tipi katma değer vergisinin matrahı ise gelir vergisi matrahı ile aynıdır.

Vergi hesaplanırken ise genellikle iki usûl (metod) uygulanır. Bunlardan birincisi, verginin doğrudan doğruya katma değer üzerinden hesaplanmasıdır. Katma değer ya faktör ödemeleri toplanarak (toplama) veya satışlardan alışlar düşülerek (çıkartma) bulunduğuna göre, bu usûl genellikle toplama metodu ve çıkartma metodu diye ikiye ayrılır. İkinci usûl vergi mahsubu metodudur. Bu metodda, satış üzerinden ödenen vergilerden alış üzerinden ödenen vergileri düşürülür. Geriye kalan vergi, o aşamada ödenecek vergidir.

Tabloda ödenecek vergi sütunu, o aşamadaki katma değer vergisini göstermektedir. Görüldüğü gibi vergi katma değer metoduna göre her aşamadaki katma değere % 10 vergi oranı uygulayarak veya her aşamada satış üzerinden hesaplanan vergilerden alış üzerinden ödenen vergilerin düşülmesi ile bulunur. Sonuç aynıdır. Ancak katma değerin bulunması daha zor olduğundan genellikle yaygın olan vergi alma usûlü vergi mahsubu yöntemidir.

Katma Değer Vergisi 1.1.1985 târihinden îtibâren 3065 sayılı kânunla Türk vergi sistemine girmiştir. Gelir vergisinden sonra Türkiye’nin ikinci büyük vergisidir. Vergi, esas îtibâriyle tüketim tipi katma değer vergisidir. Vergi konusunu, gelir ve kurumlar vergisi mükelleflerinin ticârî, sınâî, zirâî ve serbest meslek faaliyeti çerçevesinde yaptıkları teslimler ve hizmetler teşkil etmektedir.

İhrâcat, deniz, hava ve denizyolu araçları, transit taşımacılık vergiden istisna edilmiştir. Ayrıca sosyal ve asgarî amaçlarla belirli faaliyetler vergi dışı bırakılmıştır. Verginin genel nisbeti % 10’dur. Mükellefler işlemleri (teslimi, hizmet îfâsı) üzerinden hesaplanan Katma Değer Vergisinden, aynı dönemde kendilerine yapılan teslim ve hizmetlere ilişkin belgelerdeki Katma Değer Vergisini indirerek varsa farklı dönemi (1 veya 3 ay) tâkip eden belli sürede vergi dâiresine öderler.

KATOLİKLİK

(Bkz. Hıristiyanlık)

KATOT

Alm. Kathode (f), Fr. Cathode (f), İng. Cathode. Daha çok sıvı ve gazlar üzerinden akım akıtılan düzenlerde negatif elektrot. Elektron tüplerinde veya lambalarda ısıtılarak elektron neşreden (yayan) eleman ve elektroliz düzenlerinde bataryanın negatif kutbunun bağlandığı elektrot, katot adını alır. Elektronlar bu elektrot sâyesinde sisteme girer.

Elektron tüplerinde ve gazlı deşarj lambalarında kullanılan katotlar soğuk ve sıcak (termoiyonik) olmak üzere iki kısımda incelenebilir. Soğuk katotlar herhangi bir ısı tesiri olmadan elektron neşrederler. Elektrik gerilimi ile hızlandırılan elektronlar katota çarpar ve elektron neşrine sebeb olurlar. Bu tür elektron neşrine sekonder (ikincil) emisyon denir.

Isıtılarak elektron yayan katotlara sıcak katot adı verilir. Katotun kendisine gerilim uygulayarak ısıtılırsa buna doğrudan ısıtılan katot denir. Ayrı bir flamana gerilim uygulayarak ısıtılan katotlara da indirekt ısıtılan katot ismi verilir.

KATOT IŞINLARI

Alm. Kathodenstrahlen, Fr. Rayons (m. pl.) cathodiques, İng. Cathodic rays. Çok düşük basınçlı bir cam borunun içindeki katottan dik olarak çıkan elektronlar. Katot ışınları gözle görülmez, katot karşısına konan bir fluoresans camında ışıklı noktalar meydana getirirler. Katot ışınlarının, elektrik alanı vâsıtasıyle saptırılması, yüklü parçacıklar olduğunu; yalıtılmış bir levhâda birikmeleri sonucu levhânın negatif elektrikle yüklenmesi de, taşıdıkları yükün negatif olduğunu gösterir.

Katot ışınlarının uygulama alanları“Braun tüpleri” ile çok genişlemiştir. Braun tüplerinde ince bir demet hâlindeki katot ışınları bir elektrik alanından geçirilerek fluoresans ekran üzerine düşürülür. Elektrik alanı, negatif yüklü katot ışınlarını(elektronları) saptırır. Ekranın verdiği ışıklı noktadan kayma miktarı görülebilir. Elektrik alanı değişken bir alan ise ışıklı noktalar yer değiştirirler, ekranda bir doğru gibi görünürler. Dönen bir ayna kullanılarak bu doğru, eğri şeklinde açılır. Bu eğriye alternatif akımın “sinüs eğrisi” denir. Braun tüpleri ossiloskoplarda ve televizyonlarda kullanılır.

Katot ışınları ince alüminyum levhadan bir pencere üzerine düşerse bu levhayı geçerek tüp dışına çıkabilirler ve serbest hâle geçerler. Bu şekilde dışarı çıkan ışınlara “Lenard ışınları” adı verilir.

Düşük basınçlı bir cam tüpte hareket eden iyonlanmış atom veya moleküllere de “kanal ışınları”denir. Katotta bulunan delikler yardımı ile katodu geçip görünür hâle gelirler.

KATOT IŞINLI TÜP

Alm. Kathodenstrahlröhre (f), Fr. Tube (m) à rayons cathadiques; İng. Cathode Ray Tube. İki kutbu arasında bir gerilim uygulanmasiyle hâsıl olan elektrikî ve manyetik alanların kontrol edilmesi ile gözle görülebilir şekillerin meydana gelmesini sağlayan âlet. Meselâtelevizyon alıcılarında kullanılan tipleri, kamera tarafından gönderilen manzaranın aynıdır. Bâzı durumlarda ise tüpte meydana gelen şeklin bir değer ifâde etmesi için bir uzman tarafından yorumlanması gerekir. Meselâ radarda, tıbbî cihazlarda, osiloskop uygulamalarında olduğu gibi.

Katot ışınlı tüp üç ana bölümden meydana gelir.

1. Yüksek hızlı elektron hüzmesini meydana getiren elektron tüpü.

2. Bu hüzmeyi istenilen biçimde saptırmaya yarayan saptırma sistemi.

3. Elektron hüzmesinin çarptığı floresant ekran. Burada ekrana çarpan elektronlar gözle görülen ışık hâline dönüşür.

Bu işlem için ilk önce belli bir hızda elektron demeti elde etmek gerekir. O da şöyle sağlanır: Flaman (ısıtıcı) katodu ısıtarak elektron neşretmesi sağlanır. Katottan çıkan bu elektronlar, pozitif potansiyeldeki hızlandırıcı iki gri arasında farklı potansiyellerden dolayı bulunan elektrikî alanın tesiriyle itilerek hız kazandırılır. Katotla hızlandırıcı gri arasında bulunan kontrol grisi elektronların sayısını kontrol ederek ekrandaki parlaklığın şiddetini ayarlar. Hızla hareket eden elektron demeti yatay ve dikey saptırıcı levhaların tesiri ile ekranın istenilen noktasına düşürülür. Elektronun hızı çok fazla olduğundan (saniyede 300.000 km) ekranda sürekli bir şekil elde edilebilir. Televizyon tüplerinde saptırıcı levhâlar yerine, dışardan saptırma bobinleri ile elektron demeti kontrol edilir.

Renksiz tüplerde ekrana sürülen madde sâdece beyaz renk verir. Elektron düşmeyen nokta siyah gözükür. Bu tüplerde ekrandaki şekil ve resim milyonlarca noktacıktan meydana gelmiştir.

Renkli tüplerde ise üç ana renk (yeşil-mavi-kırmızı) ekrana yanyana sürülür. Üç ayrı elektron tabancası kendine âit renge elektron düşürerek renk karışımlarını meydana getirir.

KATRAN

Alm. Teer (m), Fr. Goudron (m), İng. Tar. Ağaç, kömür ve petrol gibi organik maddelerin kapalı bir kapta havasız olarak imbiklenmesi ile meydana gelen ürün. Siyaha yakın koyu kahve renkli bir maddedir. Katran, ülkemizde özellikle Osmanlı İmparatorluğu döneminde Güney Anadolu’da, Toros Dağlarında elde edilmekteydi. Katranların çoğu sıvı veya sıvımsı olup, karekteristik kokuya sâhiptirler. Zift, katranın destilasyonundan arta kalan maddedir.

Kömür katranının ekonomik değeri büyüktür. Bu katranın çoğu, mâden eritme ocaklarında kullanılan kokun elde edilmesinde yan ürün olarak ele geçer. Katranın fraksiyonlu destilasyonundan katranı meydana getiren maddeler elde edilir. Kullanılan kömüre ve elde etme şartlarına bağlı olarak fraksiyonların tam bileşimi çeşitlidir. Kömür katranından 200’den çok bileşik elde edilir. Bu bileşikler boya, patlayıcı, tat verici şey, mikrop öldürücü ve ahşap koruyucu gibi muhtelif maddelerin îmâlâtında kullanılır. Hâlen bâzı kömür katranlarından su izolasyonu malzemesi, çelik fırınlarında yakıt olarak, yol yapımında ve çatı kaplama maddesi olarak istifade edilir.

Kömür katranları genellikle, kömürün vakum altında (5-40 mmHg) 450°C’ye kadar ısıtılması ile elde edilir. Kömürün ağırlıkca % 6,5 kadarı katran olarak elde edilir. Yoğunluğu 0,99 g/cm3 olan kömür katranı organik bileşiklerin karmaşık bir karışımı olup, daha çok aromatik hidrokarbonlardır. Kömür katranının hafif kısmı yani 200°C’nin civârında uçan kısımları benzen, toluen, ksilen, muhtelif asit ve bazlar ihtivâ ederler. Orta kısmı 200-250°C’de ayrılan kısmı olup, başlıca katran asitlerini, bazlarını ve naftalin ihtivâ eder. Ağır kısmı (250-300°C arasında geçen kısmı) metilnaftalin, kreozod (katran ruhu) bulundurur. 300-350°C arasında geçen kısımlar ise fenantren, antrasen, karbozol ve kinolin bulundurur. Artık ise katran ziftidir.

Odun katranları: Sert veya çam gibi reçineli ağaçlardan elde edilir. Odun katranı ruhu denilen kreozot (odun katranının 200-280°C arasında imbiklenmesiyle elde edilen bir sıvı olup, hidrokarbonların krezollerin, fenol ve diğer aromatik bileşiklerin karışımıdır) sert ağaç olarak bilinen sedir ve ardıç ağaçlarının kök ve gövde kısımlarının yakılmasıyla meydana gelen odun katranının yoğun yağlı kısmından elde edilir. Çam katranı çinko ve kurşun cevherlerinin flotasyonunda (yüzdürülmesinde), deterjan sanâyiinde ve mikrop öldürücü olarak kullanılır.

Sert  ağaçların uçucu kısımları ortalama % 81 su, % 3-4 metil alkol, % 6-8 asetik asit, % 7 katran ihtivâ ederler. Katran ise yağ asitlerini, esterleri, ketonları, alkolleri, fenolleri ve fenollerin metil eterlerini ve yağları ihtivâ eder.

KATRAN AĞACI (Cedrus libani)

Alm. Zedef (f), Fr. Cédre du Liban, İng. Cedar of Lebanon. Familyası: Çamgiller (Pinaceae). Türkiye’de yetiştiği yerler: Güney Anadolu dağları, Sultandağı, Eğridir ve Beyşehir ormanları.

Kırk metreye kadar yükselen, kışın iğne yapraklarını dökmeyen dâimî yeşil orman ağaçları. İğne yaprakları 20-50 tânesi bir arada demet hâlinde, dala bağlanmış olarak bulunur. İğne yaprakları 1,5-3,5 cm boyunda, sert, batıcı, sivri, kesitleri yassı ve köşelidir.

Katran ağacı, Lübnan sediri olarak da bilinir. İlk defâ Lübnan’da bulunduğundan bu ad verilmiştir. Sedir ağaçları münbit topraklarda yetişir ve ışık ağacıdır. Kozalakları kahverengi, silindir biçiminde ve dallarda dik durur. Gövdeleri pürüzsüz ve grimsi renktedir. Ağaçlar şemsiye şeklinde görünürler.

Kullanıldığı yerler: Tıbbî olarak gövde ve dallarının yakılmasıyla elde olunan katran kullanılır. Katranı halk arasında sarı katran olarak bilinir. İdrar ve solunum yolu hastalıklarında, dıştan ise cilt hastalıklarında antiseptik olarak, bilhassa keçi ve benzeri hayvanların cilt hastalıklarında çok kullanılır. Kerestesi yumuşak ve dayanıklıdır. Kolay işlenir. Yeraltı ve köprü inşâatları ile travers îmâlinde, çürümemesi dolayısiyle çok kullanılır.

KATSAYI

Alm. Koeffizient (m), Fr. Coéfficient (m), İng. Coefficient. Matematikte bir terimin değişken olmayan sayısal kısmı. 2x, 3x2y3 terimlerindeki 2 ve 3 sayıları birer katsayıdır. Daha genel olarak, 3axy teriminde 3 çarpanı axy’nin; 3a çarpanı xy’nin; 3ax çarpanı da y’nin katsayılarıdır.

Aylık katsayısı: 657 sayılı Devlet Memurları Kânunu’nun 1965 senesinde kabûl edilip yürürlüğe girmesiyle birlikte, memurlara barem esâsına göre aylık ödeme sistemine son verildi. 657 sayılı kânuna ekli gösterge tablosunda yer alan ve her memurun derecesi ve kademesine tekâbül eden rakamlarla ek göstergelerin aylık tutarlarına çevrilmesinde uygulanacak katsayı; memleketin ekonomik gelişmesi, genel geçim şartları ve devletin mâlî imkânları birlikte gözönünde bulundurulmak sûretiyle, her yıl Genel Bütçe Kânunu ile tesbit edilmektedir. 26 Haziran 1984 târih ve 241 sayılı Kânun Hükmünde Kararnâme ile bir hüküm ilâve edilerek. Bakanlar Kurulu mâlî yılın ikinci yarısı için katsayı değiştirmeğe yetkili kılınmıştır. Aylık katsayıları her yılın ilk yarısında ve ikinci yarısında olmak üzere zamanın hükümeti tarafından senede iki defa ilan edilmektedir.

Gösterge tablosundaki rakamların, Genel Bütçe Kânununda o yıl için tespit edilen katsayı ile çarpılması sonunda bulunacak miktar, memurun kendi derecesi ve kademesine göre aylık tutarını göstermektedir.

Fizik ilminde, belirli bir cismin çeşitli özelliklerini ifâde eden sayısal değere de “katsayı” denmektedir. “Esneklik katsayısı” “genleşme katsayısı” gibi.

KATYON

(Bkz. İyon)

KAUÇUK

Alm. Kautschuk (m), Gummi (m,n), Fr. Caoutchouc (m), İng. Rubber. Daha çok sütleğengiller (Euphorbiaceae) familyası bitkilerinde, ayrıca Compositae, Apocynaceae ve Asclepiadaceae familyaları bitkilerinde bulunan lateks (bitkilerde süt görünümünde özsu)in kurutulmasıyla elde edilen ürün. Kauçuğun adı, Amazon bölgesi yerlilerinin dilinden gelir (caa-o-cu= ağlayan ağaç).

Brezilya’da eskiden kurutulmuş bir balçık kalıp üstünde kat kat sürülen kauçuğun pıhtılaştırılması ile ayakkabı yapılıyordu. Lateksin bezler arasında kurutulması ile de, su geçirmez bezler üretiliyordu. Kauçuktan ilk olarak 1530’larda bahsedilmeye başlandı. Daha önceleri bilinmiyordu. Modern kauçuk îmâlât endüstrisi ise, kauçuğun kükürtle sertleştirilmesi (vulkonizasyon) işlemiyle başladı(1839). Bu endüstrinin gelişmesi, kauçuğun hammaddesinin işlenerek birçok yerde kullanılmasına sebeb oldu.

1839-1840 yıllarında Amerika Birleşik Devletlerinde Goodyear, İngiltere’de Hancock, kauçuğu kükürtle birleştirdiler ve sıcakta yapışkan olmayan, soğukta esnekliğini kaybetmeyen bir madde elde ettiler.

Özellikleri: Kauçuk neftyağında, karbondisülfürde, karbontetraklorürde, terebentinde, eterde, gazyağında, benzinde ve buna benzer eritici sıvılarda çözülür. Fizikî ürünler arasında kauçuk; yumuşaklık, dayanıklılık, elastikiyet, su ve hava geçirmeme özelliği, yapıştırıcılık ve elektriğe karşı direnciyle çok önemli bir üründür.

Hakikî kauçuk tekrar tekrar birçok defalar uzatıldığında hemen hemen ilk baştaki orijinal boyutlarına yeniden geri gelir. Bu özelliği de kauçuğu, sentetik kauçuktan ve kauçuk gibi maddeleri ihtiva eden diğer bütün maddelerden ayırır.

Üretimi: Dünyâ kauçuk üretimi yılda ortalama 3,5 milyon tondur. ABD dünyâda en çok kauçuk îmâl eden ülkedir (yaklaşık dünyâ kauçuk üretiminin % 50’si kadar). Dünyâ kauçuk ihtiyâcının % 90-95’i sütleğengiller familyasından olan hevea ağaçlarından elde edilmektedir. Ağaçların gövdeleri üzerine demir bıçaklarlaV şeklinde yarıklar açılır ve yarıklardan akan süt (lateks) kaplarda toplanır. Bu lateksin % 30-40 kadarı kauçuktur. Kauçuğu elde etmek için lateksin koagüle edilmesi gerekir. Bu işlem için asetik asit veya formik asit kullanılır. Böylece elde edilen kauçuk topaklar hâlindedir ve çekilebilir özelliktedir. Fakat kopmaya dayanıklı değildir. Lâstik hâline getirilebilmesi için kauçuğun kükürtle 135-160 derecede vulkanizasyonu gerekir. % 12-20 oranında kükürt taşıyan kauçuk, lastik adını alır. Daha fazla kükürt (% 30 gibi) girerse bu takdirde kauçuk sertleşir ve ebonit adını alan ve elektrik yalıtkanı olarak kullanılan bir ürün elde edilir.

Kauçuk, izopren (2-metil butadien) moleküllerinin kondensasyonuyla meydana gelmiş bir bileşiktir. % 70 kadar su taşır ve molekül tartısı 350.000 civârındadır. Kauçuk 180 derecede yapışkan olur, 220 derecede erir. Bu dereceden sonra kauçuğun damıtılması başlar. Damıtım ürünü akıcı, yağımsı bir sıvı olup kauçuk yağı adını alır. Kauçuğun da en iyi çözücüsüdür.

Kauçuğun ham (işlenmemiş) şekli pratikte fazla bir değere sâhip değildir. Fakat çeşitli kimyevî maddelerle karıştırıldığında binlerce faydalı ürün elde edilir.

Kauçuk kükürtle vulkanize edilir. Vulkanizasyonda kükürt (S) ve kükürt bileşikleri (S2Cl2,SO2,H2S) gibi kullanılır. Se ve Te de kullanılır, fakat pahalıya mal olur. Vulkanizasyonla polimerde bir bağlaşma meydana gelir. % 2-3 lük S bağları teşekkül eder.

Bundan başka kauçuğa ilâve edilen katkı maddeleri şöyle sıralanabilir:

1. Plâstikleştiriciler (inaktif karbon),

2. Yumuşatıcılar,

3. Eskimeyi geciktirenler (aktif karbon),

4. Ucuzlatıcı maddeler (kireç, kaolen gibi),

5. Dayanıklılık ve sertliği arttıranlar,

6. Boyalar,

7. Reaksiyonu hızlandıran veya yavaşlatan maddeler.

Kullanma sahaları: Kauçuk kullanımı, karayolu ulaşımının gelişmesiyle büyük artış göstermiştir. Önce bisikletler olmak üzere sırası ile otomobillere, kamyonlara, uçaklara, traktörlere ve hafriyat makinalarına teker yapımında kullanılmaktadır. Bundan başka su geçirmez giyecekler, ayakkabı, eldiven, sıhhî eşyâlar, döşeme malzemesi oyuncak ve şişme yatak gibi birçok malzemenin üretiminde kullanılmaktadır. Kauçuk eriyiğinden yapıştırıcı olarak istifade edilmektedir.

Sentetik kauçuklar: Butadien (CH2= CH–CH= CH2C kloropren (CH2C= CH–CCl= CH2), akrilonitril (CH2= CHCN), stiren (CH2= CH–C6H5) gibi bâzı doymamış (çifte bağ ihtiva eden) organik bileşiklerle sentetik kauçuklar da elde edilmektedir. Sentetik kauçuklar tabiî kauçuğun niteliklerine sâhib olmamakla beraber çok miktarda üretilip dolgu lâstiklerde kullanılmaktadır.

Önemli sentetik kauçuklar, butadien kauçuğu (BR), stiren-butadien kauçuğu (SBR); nitral butadien kauçuğu (NBR), izobutileni-izopropilen kauçuğu (IBR), izobutilen-izopren kauçuğu (IIR) v.s. sayılabilir. Neopren kauçuğu kloroprenden üretilir. Besin endüstrisinde kullanılan taşıyıcı bantlar, bitkisel yağlara ve makina yağlarına büyük direnç gösteren bu maddeden yapılır. Akrilonitrik kauçuk, akrilonitrilin (CH2 = CHCN) bütadienle polimerleştirilmesiyle yapılır. Bitkisel yağlara ve organik çözücülere karşı direnç gösterir. Mobilya ve yataklarda bulunan köpüklü malzeme de, poliüretan kauçuktan yapılır. Vulkanize edilmemiş olan ürüne, kalıba konduktan sonra, ısı ve basınç uygulanır. Isıtmada kauçuk yumuşar ve kalıbı dolduracak biçimde akar. Aynı anda, kükürt kauçukla birleşerek kalıcı bir biçim almış vulkanize ürünü verir. Bunlardan başka dimetil silikondan elde edilen slikon kauçuğu da yapılmaktadır.