KAŞAĞI
Alm. Pferdestriegel (m), Fr. Etrille (f), İng.Currycomb. Hayvanları tımar etmek için kullanılan mâdenden yapılmış dişli âlet. Bâzı yörelerde kaşak da denir. Hayvanların üzerlerinde biriken toz, çamur çöp vs. gibi maddelerin temizlenmesinde kullanılır. İnsanın sırtını kaşıyabilmesi için uzun saplı, ucu el şeklinde, ekseriya ağaçtan yapılan âlete de kaşağı adı verilmektedir. Bunlar, fildişi, sedef, abanoz, bağa gibi maddelerden de yapılırdı.
Kaşağı yapımı bilhassa Osmanlılarda çok yaygındı. Günlük hayatta ve harpte vazgeçilmez yardımcı bir âletti. At, eşek ve katır gibi hayvanların bakımında devamlı kullanılan kaşağı bilhassa konaklarda ve saraylarda vazifeli seyislerin ellerinden düşmezdi. Hediye olarak verilen değerli at, koşum ve eyer takımları içinde, kıymetli madenlerden yapılmış, güzel taşlarla süslenen, sanat eseri görünüşündeki kaşağılar da bulunurdu. Günümüzde de hayvan besleyicileri tarafından temizlikte devamlı kullanılmaktadır.
Alm. Pottwal, Fr. Cachalot, İng. Sperm whale. Familyası: Balinagiller (Balaenidae), Yaşadığı yerler: Okyanuslar. Özellikleri: 18 metre boyunda, 50 ton ağırlığındadır. Dev mürekkep balığı ve ahtapot avlar. Ömrü: 80-90 yıl. Çeşitleri: Tek türdür. En büyük dişli balinalardan biri. İspermeçet balinası olarak da bilinir. Erkeğinin boyu bâzan 20 metreye ulaşır. Yalnız alt çenelerinde normal dişler bulunur. Boğazı bir insanı rahatça yutabilecek genişliktedir. Bütün okyanuslarda rastlanır. Başlarında büyük bir boşluk bulunur. İçine ispermeç ve yağ depolar. Sırtı siyahımtrak, karın kısmı külrengi, ak olur. Zıpkınlı toplarla donatılmış balina avcı gemileriyle avlanır. (Bkz. Balina)
Hanefî âlimlerinden. İsmi, Ebû Bekr bin Mes’ûd bin Ahmed Alâüddîn-i Şâşî’dir. Alâeddîn ve Melik-ül-ulemâ lakabları ve Kâşânî nisbesiyle meşhurdur. Kâşân, Türkistan’da Seyhun Nehrinin kuzeyindeki Fergana bölgesinde bulunan Şâş’ın arkasında, sağlam bir kaleye sâhip büyük ve güzel bir beldedir.
Doğum târihi kesin bilinmeyen Ebû Bekir, Kâşân’da doğdu ve 1191 (H.587) senesinde vefât etti.
Kâşânî, kendini, başta fıkıh olmak üzere, bütün İslâmî ilim dallarında yetiştirmek istedi. Tuhfet-ül-Fukahâ kitabının sâhibi Alâeddîn-i Semerkandî’den ilim öğrenmeye başladı. Hocası ona bütün eserlerini okutup ezberletti. Usûl ve fürû ilimlerinde emsâlleri arasında çok yükseldi. Hocasının Tuhfe kitabını şerh ederek ona takdim edince, çok beğenildi. Mükâfât olarak; ilminin, ahlâkının ve cemâlinin güzelliği her yere yayılan kızı Fâtıma-i Fakîhe ile evlendirdi. Hanımı da Tuhfe kitabını ezberlemişti. Mehir olarak, yaptığı şerhi kabul etti ve başka birşey istemedi. Bundan dolayı asrındaki büyük fıkıh âlimleri, Kâşânî’den bahsederken; “Tuhfe’sini şerh etti, kızını aldı.” dediler.
Kâşânî, hanımı Fâtıma-i Fakîhe, hocası ve kayınpederi Alâeddîn-i Semerkandî, üçü de aynı zamanda fetvâ verirlerdi. Bir evde üç müftî olup, her birinin fetvâları birçok yere yayılmıştı. İbn-ül-Adîm, onun hakkında, babam; “Fâtıma-i Fakîhe Hanefî mezhebinin meselelerine vâkıf ve mezhebi çok iyi nakleden bir hanımdı. Kocası Alâeddîn-i Kâşânî’nin fetvâlarındaki noksanlıkları gösterince, kocası onun re’yine dönerdi. Kocası, ona çok hürmet ederdi. İlk defâ, babası ve kendisi tarafından imzâ edilen fetvâlar çıkardı. Daha sonra da, her üçünün imzâsı ve elyazısı bulunan müşterek fetvâlar verdiler.” demektedir.
Hanefî fıkhında büyük bir âlim olan Alâeddîn-i Kâşânî, çok yeri dolaşmış ve geniş ilmî faaliyetlerde bulunmuştur. Bir ara Konya’ya oradan Şam’a ve Halep’e gidip yerleşti. Burada Haleviyye Medresesine müderris oldu ve çok talebe yetiştirdi. Cesâreti çok olup, güzel yüzlüydü. Müslümanlara hizmet etmeyi çok severdi. Ehl-i sünnet îtikâdının temsilcilerinden olan bu büyük âlim, zamânındaki mu’tezile îtikâdındaki bid’at ehli ile sık sık mücâdele eder, onların bozuk, yanlış fikirlerini kuvvetli delîllerle çürütürdü. Halep’te yerleştiği sırada önce hanımı; 1191 (H. 587) senesi Receb ayının 10’unda da Kâşânî vefât etti ve Halep dışındaki Halil İbrâhim makâmına defnedildi.
Kâşânî’nin başlıca eserleri şunlardır:
1. Bedâyî’-üs-Sanâyî’ fi-Tertîb-iş-Şerâyi’: Bu, eserlerinin en mühimidir. El yazması üç cilt olan bu eser, yedi cilt hâlinde basılmıştır. Bu kitap için; “Hanefî fıkhına dâir yazılmış, tertip bakımından, ilk sistemli eserdir.” denilmiştir. Hocasının Tuhfet-ül-Fukahâ kitabının şerhi olmakla berâber, değişik bir tarzda hazırlanmıştır.
2. Sultân-ül-Mübîn: Dînin usûl, akâid (îmân esasları) bilgilerini içine alan bir eserdir. Ne yazık ki ele geçmemiştir.
3. Kitâb-ül-Cehl: Dînî nasîhatleri ve vaazları bu eserinde toplanmıştır.
Alm. Kachexie (f), Fr. Cachexie (f), İng. Cachexia. Kötü beslenmeyle birlikte ortaya çıkan aşırı düşkünlük ve zayıflık hâli.
Kanser, verem gibi hastalıkların, ağır zehirlenmelerin son safhasıdır. Bunların (kanser hâriç) tedâvileri nisbeten mümkün olduğu için bugün fazla görülmez.
Esas olay, dokuların fonksiyonel hücrelerinin harab olmasıdır. Harab olan hücrelerin yerine geçen bağ doku elemanları, kas, bez ve sinir hücrelerinin görevini yapamaz. Bu yüzden, gittikçe azalan doku ve organ faaliyetiyle birlikte hayâtî fonksiyonlarda ağırlaşma, azalma ve sonunda ölüm görülür.
Bu hastalığa yakalanan kimsenin yüzü sarı-kurşunî renkte olup, hasta, ileri derecede zayıf ve dermansızdır, bayılma nöbetleri geçirir.
İlk Türk dil bilgini. Hayâtı hakkında bilinenler pek azdır. Ortaya koyduğu eserleri ile Türk diline büyük hizmet etmiştir. On birinci yüzyılda Karahanlılar Devletinde yetişmiştir. Keşf-üz-Zünûn’da adı Mahmûd bin Hüseyin bin Muhammed olarak geçmektedir. Meşhur eseri Dîvânü Lügati’t-Türk’tür. Kaşgarlı Mahmûd, nesepçe yüksek bir âileye mensuptur. Kendi rivâyetine göre babası Barsaganlı bir beydir. Dîvân’ını Halîfe Ebü’l-Kâsım Abdullah bin Muhammedü’l-Muktedi bi-Emrillah’a 1072 yılında sunmuştur. 1071-1077 târihleri arasında Bağdat’ta bulunmuş, Türk dil ve kültürünün Arap dünyâsına tanıtılmasında büyük rol oynamıştır. Buradan hareketle Kaşgarlı Mahmûd’un 1025 yıllarında doğup, 1090 yıllarında öldüğünü ve 11. yüzyılın ilk üç çeyreğini yaşadığı sanılmaktadır.
Çağının İbni Fadlan, Gerdîzî, Tâhir Mervezî, Muhammed Avfî, Beyhakî gibi önde gelen ve Türk hayat ve cemiyetleri üzerine eğilen İslâm âlim ve seyyâhları yanında, Kaşgarlı Mahmûd, mensubu bulunduğu milletin içtimâî ve kültür hayatına eğilmiş, bu uğurda Türk illerini adım adım dolaşmıştır. Zâten devrinde Müslümanlığı kabul eden ve ilk Türk devleti olan Karahanlılar, Türkçeyi devletin resmî dili hâline getirmişlerdir. Onun bu başarılarında devletin de yardımcı olması ve bu gibi kültür teşebbüslerini desteklemesi rol oynamıştır. Gerçekten hükümdarlara sunulan eserler bu devirde îtibâr görmüş ve müellifler taltif edilmiştir.
Türk dili, İslâmî sâhaya bu devirde devlet dili olarak girmiştir. Türkçe bu devirde malzeme ve kültür sâhasında gelişmiş bir edebiyata sâhiptir. Fakat bu malzeme halkın içinde yaşadığından dağınık ve toplanmaya muhtaçtı. Bilhassa sözlü edebiyatın kaydedilip yazıya geçirilmesi, Türkçenin incelenmesi ve Türk kültür seviyesinin bilinip değerlendirilmesi kaçınılmaz bir mecburiyet olmuştu. Bu hususların gerçekleşmesi sayesinde Türkçe varlığını ve devamlılığını sürdürebilecek ve geniş bir sahaya yayılmış bulunan Türk dünyâsı bir dil ile konuşup yazabilecekti. Türkçenin ufkuna bu devirde doğan iki kişiden biri Kaşgarlı Mahmûd, diğeri ise Balasagunlu (Kuzordulu) Yûsuf’tur. Her ikisi de ortaya koydukları eserleri ile Türk dil birliğinin asırlarca devam etmesinde mühim rol oynamışlardır. Kaşgarlı Mahmûd, Türk dil ve kültürünü Arap muhitine aşılamak ve tanıtmak gâyesi gütmüştür.
Kaşgarlı Mahmûd, filolog, etnograf, ilk Türk haritacısı ve toponimistidir. Dîvânü Lügati’t-Türk adlı eserinde yaşadığı devirdeki Türk illerinin ve boylarının ağızlarını canlı olarak tesbit etmiştir. Böylece Türk kültür ve geleneklerine âit malzemeyi toplamış ve anonim malzemenin kaybolmasına mâni olmuştur. Bu şekilde Türk dilinin zenginliğini Arap ve Fars dilleri yanındaki değerini isbâta çalışmıştır. Hattâ Kitâbu Cevâhirü’n-Nahvi Lügati’t-Türk adlı gramerini, Türkçeyi Araplara öğretmek gâyesi ile kaleme almıştır. Bu şekilde o, Türk dil ve kültürünün yükseliş ve gelişmesinde büyük rol oynamıştır. Yalnız Kaşgarlı Mahmûd eserini meydana getirirken, Türk illerini, Müslüman obalarını, bozkırlarını birer birer dolaşmış, Türk diline ve kültürüne âit bulduğu malzemeyi büyük bir titizlikle incelemiş ve eserine almıştır. Zâten o, Türklerin hemen bütün illerini, obalarını, bozkırlarını gezip gördüğünü; Türk, Türkmen, Oğuz, Çiğil, Yağma, Kırgız boylarının dillerini zihnine nakşettiğini, her Türk bölüğünün ağız ve şivesini en ileri bir sûrette ortaya koyduğunu belirtmiştir. Bunları karşılaştırdıktan sonra ise; Türk ağız ve şivelerinin en kolayının Oğuz, en dürüst ve kullanışlısının Yağma ve Tuhsi şivesi, edebî şive olarak ise hanların konuştuğu devlet dili olan Kaşgar Türkçesi olduğu neticesine varmıştır.
İlim âleminde ve Türkiye’de yeteri kadar çalışma yapılmamış olan Dîvân’ı Arapça yazılmasına karşılık Orta Asya’da yaşayan Türk boy ve soylarının sağduyusuna bağlıdır.
Seyyah bir müellif ve dil âlimi olmasıonun Kaşgar ile Bağdat arasında gidip gelmesine sebeb olmuştur. Fikirleri her asırda canlı kalmış ve diyalektoloji ilminin kurucusu olmasının yanında, mukâyeseli ağız çalışmalarının da başlatıcısı olarak her zaman anılmıştır.
Kaşgarlı Mahmûd, sonunda yine memleketine dönmüş ve eskiden beri bir Türk ülkesi olan Doğu Türkistan’ın Kaşgar şehrinde ölmüştür. 1983 yılının Temmuz ayında bulunan kabri, Kaşgar’a 35 km uzaktaki Azak köyündedir. Bugün Gobi Çölü kıyısında olan köy Upal kazasına bağlıdır.
Eserleri: Kaşgarlı Mahmûd’un bilinen iki eseri vardır. Bunlardan birincisi Dîvânü Lügati’t-Türk adlı meşhur eseridir. Büyük bir kültür hazinesi olan ve Arapça yazılan eser, yazıldığı zamandan beri Türk dünyâsının en kıymetli ve ana eseri durumunda olup, Türk dil ve kültürünün hazînesidir. Dîvân, bu yönü ile sâdece bir kâmus değildir. Onda oldukça büyük bir malzeme bolluğu görülmektedir. Bu bakımdan dünyâ edebiyatında emsali görülmemiş bir eserdir. Eserde Türk dilinin Arapça olarak açıklaması da yapılmıştır. Dilbilgisi terimleri de hâliyle Arapça verilmiştir. Bulundurduğu malzeme bakımından ise eser, Türk şîve ve ağızlarından metinlere yer vermiştir. Bu bakımdan Kaşgarlı Mahmûd için karşılaştırmalı Türk Dili Araştırma Mektebinin kurucusu dense yeri vardır. Eserde Çu-Çi adlı halk arasında ünlü bir şâirden de haber verilmiştir.
İmlâ sistemi bakımından Divânü Lügati’t-Türk, kendisine has bâzı imlâ hususiyetlerine yer vermiştir. Daha çok fonetik yönden bâzı düzenlemeler yapan Kaşgarlı Mahmûd, başta iki elifle başlayan “a” sesine de yer vererek, sonraları Macar Türkoloğu Ligeti tarafından ortaya atılacak olan Türkçede uzun sesli (vokal) meselesini de eserinde ele almıştır. Meselâ aaçlık, aat, aak, aaş, aaz, aay gibi kelimeleri başta iki elifle yazılmışlardır. Ayrıca tek elifle yazılan aç, at, ak, aş, az, ay gibi kelimeler de Dîvân’da yer almıştır. Buna ilâveten f ile be arasında bir ses olan f üstünde üç nokta ile gösterilen “w” sesi Kaşgarlı’nın kendi eklemesidir.
Bir haritayı da ihtivâ eden Dîvân, Türk toponimi (yer adları) sine de gereken değeri vermiştir. Damgaları ile birlikte Türk uluslarının verilmesi, eserin dikkat çeken bir yönüdür. Yalnız burada Oğuz boyuna mensup yirmi iki ulusun damgaları yer almıştır. Ali Emiri Efendinin gayretleri ile bulunan eser üzerinde Kilisli Rıfat, Konyalı Abdullah Atıf Türüner ve Besim Atalay çalışmalar yapmıştır (Bkz. Dîvânü Lügati’t Türk). Eser Kültür Bakanlığı tarafından 1990 yılında en güzel şekilde ve aslına uygun olarak tıpkı basım hâlinde neşredilmiştir.
Kaşgarlı Mahmûd’un ikinci eseri bir gramer kitabıdır. Cevâhirü’n-Nahvi Lügati’t-Türk adındaki bu eser Türkçenin ilk gramer kitabıdır. Fakat birçok aramalara rağmen hâlâ ele geçmemiştir.
Alm. Löffel (m), Fr. Cuillère (f), İng. Spoon. Sofrada yemek yemede kullanılan bir mutfak eşyâsı. Kaşık, insanlar tarafından çok eski zamanlardan beri kullanılmaktadır. Yapılan kazılarda en eskilerinin Mısır’da olduğu anlaşılmıştır. Bunlardan mâbetlerde kullanılanlar, en sanatkârâne yapılanlarıdır. Roma ve Bizanslılar tarafından da kullanıldığı bilinen kaşıklar muhite ve zamana göre çeşitli olabilmektedir. Araştırmalarda ilk kaşıkların pişmiş topraktan, daha sonraları ise şimşir gibi sağlam ağaçlardan yapıldıkları görülmüştür. Zamanla madenlerden yapılan kaşıkların, en kıymetlileri gümüş ve altın olanlarıdır.
Türklerin kullandıkları kaşıklar yemeklere göre değişmekte, genellikle kemik ve tahtadan yapılmaktaydı. Kepçeler, kahve ve muhallebi kaşıkları mâdenden olurdu. Pilav, çorba ve muhallebi kaşıklarının burunları yuvarlak, yemek kaşıkları sivri olur; kahve kaşıkları küçük, çay kaşıkları ise daha küçük yapılırdı. Anadolu’da Selçuklular ve bilhassa Osmanlılar zamanında çok güzel tahta kaşıklar yapılmıştır. Bu zamanda, Kastamonu ve Konya illeri kaşıkçılığın merkezi durumundaydı. Bunlardan başka İstanbul’da da kaşıkçılık sanatı sürdürülmüş ve kaşıkçı esnafı, tam bir teşkilâtla çalışmıştır. En nâdide kaşıkların İstanbul sanatkârının elinden çıktığı da bir gerçektir.
Konya kaşıklarının ayrı bir ünü vardı. Rivâyete göre, Karaman’dan Konya’ya ilim tahsiline gelen talebeler boş zamanlarını kaşık yapmakla değerlendirirlerdi. Böylece hem dinlenir hem faydalı bir işle meşgûl olurlardı. Bunları, pazarlara gönderirler elde ettikleri parayla ihtiyaçlarını görürlerdi. Yerli halktan olan talebeler de zamanla bu sanatı öğrenmişler ve Konya için yerli bir sanat şekline sokmuşlardı. Uzun süre kaşık yapmaya devam eden Konyalılar 19. asrın ikinci yarısında mallarını Suriye, Mısır, Tunus ve Cezayir’e göndermeye başlamışlardı. Fakat zamanla eski önemini kaybeden tahta kaşıkların günümüzde mahallî olarak yapılmasına devam edilmektedir. Fabrikasyon olarak yapılan tahta kaşıklar yanında Anadolu’da bâzı yerlerde mâdenî kaşıklar tercih edilmektedir.
Örf, âdet ve geleneklerine bağlı Anadolu halkının tahta kaşıkları kullanması boşuna değildir. Sapının sıcaktan ısınmaması, hafifliği, zerâfeti, soğan ve et kavurmalarındaki kullanılış rahatlığı tercihin belli başlı olanlarıdır. Zevk ve zerâfetin işlendiği Anadolu tahta kaşıkları tereyağının yıkanmasında ve kaplara yerleştirilmesinde yaygın olarak kullanılır. Tahta kaşıkların bir kısmı günümüzde müzeleri süslemektedir. Bu kaşıklarda, oymacılık ve süsleme sanatlarının en güzellerine rastlamak mümkündür.
Alm. Grösster Diamant im osm. Staatsschatz, Fr. Autrefois, le plus grand diamant dans le trésor ottoman, İng. (Formerly) the largest diamond (in the Ottoman regalia). İstanbul’da Topkapı Sarayı Müzesi Hazîne Dâiresinde muhâfaza edilen 86 kırat ağırlığında elmas. Damla bilimindeki Kaşıkçı elması iki sıra altın montürlere yerleştirilmiş kırk sekiz pırlantayla çevrilidir. Sıranın en tepesinde diğerlerinden daha büyük bir pırlanta bulunur.
Kaşıkçı elmasının Osmanlı hazinesine nasıl geldiği hakkında çeşitli rivâyetler vardır. Târihçi Reşit Mehmed’in bildirdiğine göre, fakir bir balıkçı tarafından üç kaşık karşılığında bir başka kaşıkçıya, ondan da bir kuyumcuya satılmıştır. Sadrâzam Mustafa Paşa elmasa sâhib olmak istemiş, ancak Sultan Dördüncü Mehmed Han bu elması alarak Hazine-i Hümâyûna koymuştur. Başka bir rivâyete göre ise; Pigot adlı bir Fransız tarafından 1774’te satın alınan elmas, birkaç defa el değiştirdikten sonra Napoleon’un annesine, ondan da Tepedelenli Ali Paşaya intikâl etmiş, Tepedelenli’nin ölümü üzerine bütün mallarıyla birlikte Osmanlı hazînesine konulmuştur.
Karanlıkta etrâfını bir lamba gibi aydınlatan kaşıkçı elmasıyla ilgili olarak anlatılan bu rivâyetlerin doğru olduğunu gösteren bir belge ve şâhit mevcut değildir.
Alm. Löffelkrauf, Löffelkresse (n), Fr. Cochlearia. İng. Cochlearia. Familyası: Karanfilgiller (Caryophyllaceae). Türkiye’de yetiştiği yerler: Anadolu’nun her yeri.
Toprak yüzeyinde yatık olarak gelişen, daha çok yol kenarlarında rastlanan bir veya çok yıllık ot. Çiçekler küçük olup, beyazımsı-pembemsi renklerde ve 7-10’u bir arada yaprakların koltuğunda yoğun kümeler teşkil ederler. Türkiyede yabânî olarak 7 türü yetişmektedir.
Kullanıldığı yerler: Bitkisinin toprak üstü kısımlarında saponin, herniarin vardır. İdrar söktürücü olarak böbrek taşlarına karşı kullanılır.
Alm. Juckreiz (m), Fr. Prurit (m), İng. Pruriency. Özellikle, deride ve mukozanın deri ile sınırlaştığı yerlerde (göz, burun gibi) hissedilen bir duygu. Bu yerlerde bulunan özel bir dizilim gösteren reseptörlerin (alıcıların), rahatsızlığa sebeb olduğuna inanılmaktadır.
Sebepleri: Bölgesel deri bozuklukları veya sistemik hastalıkların deriyi etkilemesi sonucu; sık banyo, fazla sabun, deterjan veya sıcak su kullanılmasına bağlı derinin kuruması (Bu etkiler derinin tabiî yağını azaltır.); çok seyrek yıkananlarda ciltten salgılanan toksik (zehirli) maddelerin etkisi; ilâç reaksiyonları (hassas kişilerde); kimyâsal maddeler, kozmetik ve deodorant kullanımı sonucu balık, çikolata, yumurta, çilek gibi bâzı gıdâların yenmesi; bâzı bitkilerin ısırgan oluşu ile temas dermatiti (deri iltihâbı); böcek sokmalarının allerjik reaksiyonu; uyuz hastalığı, bitlenmesi; kıl kurdu gibi bâzı barsak parazitleri; her türlü çiçek tozu (polen); özellikle sporcu ayaklarında meydana gelen mantar enfeksiyonları; tıkanma sarılığı; şeker hastalığı (kadın şeker hastalarında özellikle genital bölge kaşıntısı); temas dermatiti veya egzema gibi cildin allerjik ve iltihabî özellikteki hastalıklarında, çeşitli sebeplerle; hodgkin hastalığı (lenf bezi kanseri); deri lenforması; böbrek yetmezliklerinde (üremi) ciltte ürenin tahrişine bağlı olarak; psikolojik (korku, heyecan düşünce gibi) olabilir.
Hemoroitlerde makat bölgesinde kaşıntı tipiktir.
Sebebi bulunamayan kaşıntılar da vardır.
Kaşıntı hissini dindirmek gâyesiyle yapılan elle kaşınmalarda deride yaralar, bereler, çizikler meydana gelir. Bu tahriş olmuş deri bölgesi kolayca iltihaplanabilir.
Uzun süreden beri devâm eden kaşımalar netîcesinde ise kaşınan bölgedeki deri kalınlaşır ve rengi koyulaşır. Bu durum en çok egzamalarda görülür.
Tedâvisi: Esas tedâvi kaşıntının sebebine yönelik olmalıdır. Fazla kaşıntı varsa, evde tedâvi imkânı yoksa, soğuk kompresler faydalı olabilir. Sıcak su uygulaması, ev ilâçları, kaşıma tedâvide aslâ yapılmamalıdır. Bütün vücûdun kaşındığı hâllerde kişiyi rahatlatmak için kepekli banyolar faydalıdır. Tuzlu su da kaşıntıyı dindirir.
Alm. Augenbramen (f.pl.), Fr. Sourcils (m.pl.), İng. Eyebrows. Alın kemiğinin göz çukurunu sınırlayan tümsekleri üzerinde bulunan özelleşmiş kıllar. Bu kıllar kalın ve kısadır. Burun üst noktasından dışa doğru bir kavis çizerler. Kadınlarda, erkeklere nazaran daha dar bir şerit hâlindedir. Uzunlukları 6-10 mm; kalınlıkları ise, kadınlarda 50 mikron, erkeklerde 90 mikrondur.
Kaşlar, estetik bir görünüm kazandırırken, gözlerin üstten korunmasına da yardımcı olmaktadırlar.
Kaşların dökülmesi hastalık alâmetidir. Cüzzam hastalığı, lenfoma, mantar hastalıkları ve bâzı asabî (sinirsel) hastalıklarda kaşlar dökülebilir.
Alm. Eigentumscrecht (n), Fr. Droit (m) depropriété, İng. Ownership of a flat. Tamamlanmış bir binânın, kat, dâire, iş bürosu, dükkân, mağaza, depo, mahzen gibi ayrı ayrı ve başlı başına kullanılmaya elverişli bölümleri üzerinde kurulan ve arsa payı ve ana gayrimenkuldeki ortak yerlerle bağlantılı olan özel bir mülkiyet hakkı. Kat mülkiyeti, bugün birçok ülkede kabul edilmiş bulunmaktadır. Ancak, çeşitli ülke kânunlarının bu kurumu düzenleyiş tarzları değişik olmuştur.
Her devirde insanların temel ihtiyaçlarından bir tânesi de mesken, yâni evdir. Bu ihtiyâcın karşılanmasında gerek fertler, gerekse devletler çaba sarf etmek mecbûriyetindedir. Bu konuda yurdumuzda bilhassa büyük şehirlerde, sanâyinin gelişmesine paralel olarak nüfus artışı olmuş ve mesken ihtiyâcı bir problem hâline gelmiştir. Mesken ihtiyâcı, kat mülkiyetini problem olarak beraberinde getirmiştir. Netice olarak kat mülkiyeti için de, çâreler aranmıştır. Târihte Germen veİslâm Hukukunda (Mecelle’nin 1150-1192-1193 mad.) “Kat mülkiyeti”dediğimiz hukûkî çözüm yolu çok eskiden bulunmuş ve kabul edilmiştir. Ancak, Türk Medenî Kânûnu, bir binâda, birçok kimseye, ayrı ayrı sâhib olunması mümkün olan özel mülkiyet bölümlerini tanımamaktaydı. Fakat ihtiyaçların zorlamasıyla, Medenî Kânunun 753. maddesine dayanılarak, binânın bir bağımsız bölümünde “irtifak hakkı” kurulması sûretiyle bir çözüm yolu bulunmuştu. Yalnız bu, çeşitli ihtilaflara yol açtığından yeterli olmaktan uzaktı. Bu sebeple gerekli araştırmalar yapılarak 23.6.1965 târih ve 634 sayılı “Kat Mülkiyeti Kânunu” hazırlandı. Bu kânuna göre memleketimizde de bir binâda birden çok bağımsız bölüm yapılması hukûken mümkün kılınmıştır. 14.4.1983 târih ve 2814 sayılı kânun ile adı geçen kânun değiştirilmiş ve bâzı maddeler eklenmiştir.
Kat mülkiyeti kânununun 1. maddesine göre “Tamamlanmış bir binânın kat, dâire, iş bürosu, dükkân, mağaza, mahzen, depo gibi bölümlerinde ayrı ayrı ve başlı başına kullanılmaya elverişli olan bağımsız bölümleri üzerinde, o taşınmazın sâhibi veya ortak sâhipleri tarafından, kat mülkiyeti kânunu hükümlerine uygun surette bağımsız mülkiyet hakları kurulabilir. Kat mülkiyetine konu olan gayrimenkulün (taşınmazın) bütününe “ana gayrimenkul”; yalnız esas yapı kısmına “ana yapı”; ana gayrimenkulün ayrı ayrı, başlı başına kullanılmaya elverişli bölümlerine “bağımsız bölüm”; bir bağımsız bölümün dışında olup doğrudan doğruya o bölüme tahsis edilmiş yerlere “eklenti” (kömürlük, su deposu, garaj, elektrik, havagazı veya su saati yuvaları, tuvalet gibi yerler); bağımsız bölümler üzerinde kurulan mülkiyet hakkına “kat mülkiyeti”; bu kat mülkiyeti hakkına sâhib olanlara da “kat mâliki” denilir. Ana gayrimenkulün bağımsız bölümleri dışında kalıp korunma, ortak kullanma, ortak faydalanma yerlerine “ortak yerler” adı verilir. Kat sâhiplerinin ortak mâlik olarak hissedarı bulundukları bu yerler üzerindeki yararlanma haklarına “kullanma hakkı” denilir. Bir arsa üzerinde ilerde kat mülkiyetine çevrilmek üzere yapılacak veya yapılmakta olan bir yapının bağımsız bölümleri için o arsanın sâhibi veya ortak sahipleri tarafından kurulan irtifak hakkına “kat irtifakı”, bu hakka sâhib olanların herbirine de “kat irtifakı hakkı sâhibi” denir. Arsanın bağımsız bölümlere tahsis edilmiş ortak mülkiyet paylarına “arsa payı”, kat mülkiyetinin veya irtifakının ilgili kânunlara dayanılarak kurulmasına ait tanzim edilen resmî belgeye “sözleşme” denir.
Kat mülkiyeti, arsa payı ile, ana gayrimenkuldeki ortak yerlerde bağlantısı olan özel bir mülkiyettir. Bu mülkiyete konu olan ana yapının bağımsız bölümlerinden herbiri o bölümün kat mülkiyetinin kurulması anındaki değeriyle oranlı olarak, tahsis edilmiş olan arsa payının, ortak mülkiyet şartlarına göre açıkça gösterilmek sûretiyle kurulur. Sonradan arsa payının düzeltilmesi için dâva açılabilir (13.4.1983 târih ve 2814 sayılı kânun).
Binâda ortak yerler önceden yapılan sözleşmede belirtilebilir. Yalnız, kat mülkiyeti kânununun 4. maddesinde belirtilen belli yerler, sözleşmede olmasa bile, kânunen ortak yer sayılmıştır. Bu ortak yerler şunlardır: Temeller, ana duvarlar, bağımsız bölümleri birbirinden ayıran ortak duvarlar, genel giriş kapıları, tavan ve tabanlar, antreler, merdivenler, asansörler, sahanlıklar, koridorlar, buralardaki genel tuvaletler, lavabolar, kapıcı dâire ve odaları, genel çamaşırlık, terasta çamaşır kurutma yerleri, genel kömürlükler, ortak garajlar, elektrik, su, havagazı saatlerinin korunmasına mahsus olup bağımsız bölüm dışında bulunan yuvalar, kalorifer dâireleri, kuyular, sarnıçlar, binânın genel su depoları, sığınaklar, bağımsız bölümün dışındaki kanalizasyon tesisleri, çöp kanalları, kalorifer, su, havagazı, elektrik, telefon, radyo, televizyon için ortak tesislerle ortak şebekeler, antenler, ortak sıcak ve soğuk hava tesisleri, çatılar, bacalar, genel dam terasları, yağmur olukları, yangın emniyet merdivenleri. Bu sayılanların dışında kalıp da yine ortaklaşa kullanma korunma, yararlanma için zarûrî olan daha başka yerler de “ortak yer” sınıfına girer.
Ana gayrimenkul “kat mâlikleri kurulu”nca yönetilir. Kat mâlikleri kuruluna bütün ortaklar girer. Yönetim şekli, kânunların emredici hükümleri saklı kalmak şartıyla, ana gayrimenkulün yönetimi, kat malikleri kuruluşunun seçeceği bir veya üç yönetici tarafından yürütülür. Kat mâlikleri kurulu senede bir defadan az olmamak üzere, yönetim planında gösterilen zamanlarda veya her yılın ilk ayı içerisinde toplanır. Kat mâlikleri kurulunca ekseriyete dayanılarak verilen kararlar uygulanır. Ortaklardan kurul kararına râzı olmayan kimse, gerekli îtirazını bağlı bulunduğu sulh hâkimine götürmek sûretiyle çözdürebilir. Kat mâlikleri kurulunun seçtiği yönetici, genel giderle ilgili bir “hesap defteri” ile “karar defteri” tutmak zorundadır. Yapılan yıllık toplantılarda o yıla ait hesapları, ilgili belgeleri, yönetici, kurulun denetimine ve oyuna sunar. Denetim sonucunda kurul gerekli görürse yöneticiyi oylamaya giderek değiştirebilir, yerine yenisini seçebilir. Yönetici, sözleşmede bir ücret verilmesini isteyebilir. Gider masrafları (kapıcı, kaloriferci, bekçi, bahçıvan ücretlerine eşit oranda katılırlar) arsa paylarının orantısına göre ortaklardan sağlanır. Gider masraflarına katılmayan, istenilen parayı vermeyen ortak hakkında ilgili sulh mahkemesinde dâva açılabileceği gibi, onun aleyhine icrâ yoluna da gidilebilir.
Her kat mâliki, ana gayrimenkulün genel görünüşünü, kullanılışını bozmadan kendi bağımsız bölümünde istediği değişiklikleri yapabilir. Ortak yerlerde değişiklik yapabilmesi kural olarak, ancak kat mâliklerinin oy birliğine bağlıdır. Bu konuda aralarında bir ihtilâf çıkarsa ilgili sulh hâkimliğine başvurulur. Sulh hâkimliğinin verdiği karar uygulanır. Kat mülkiyeti, kat mâlikinin sicildeki kaydının silinmesiyle sona erer.
Eshâb-ı kirâmdan, Evs Kabîlesinden ve Ensârın ileri gelenlerinden. Ebû Ömer ve Ebû Abdullah künyeleriyle de bilinirdi. Doğum târihi bilinmemektedir. Evs kabîlesinden olup, Ebû Sa’îd-i Hudrî’nin kardeşidir. Hazret-i Katâde hicrî 24 târihinde 65 yaşında Medîne-i münevverede vefât etti. Namazını hazret-i Ömer kıldırdı. Meşhur hadis âlimlerinden Âsım bin Amr’ın dedesidir. Resûlullah efendimizle tanışmış ve Müslüman olmuştu.
Akabe Bîatinde, Bedr, Uhud ve diğer savaşlarda bulundu. Eshâb-ı kirâmdan Câbir bin Abdullah şöyle bildiriyor: “Uhud Harbi sırasında Muhammed aleyhisselâma hücum eden müşriklere karşı vücudunu siper eden Katâde’nin gözüne bir ok isâbet ederek gözü çıkmıştı. Göz bebeğini eline alarak Peygamberimizin huzûruna gelip: “Yâ Resûlallah! Benim çok sevdiğim bir eşim var. Beni bu halde görürse hoş karşılamayabilir.” deyince, Peygamber efendimiz Katâde hazretlerinin elinden gözü alıp çıktığı yere koydu, eskisi gibi sağlam oldu. Peygamberimizin mûcizesiyle görmeye başladı. Hattâ bu gözü diğer gözünden daha iyi görürdü.”
İmâm-ı A’zam hazretleri Peygamberimizi medhetmek için yazdığı bir şiirinde bu hâdiseyi şöyle yazmıştır: “Mûcizenle geri getirdin. Katâde’nin gözünü.”
Mekke’nin fethedildiği gün, kabîlesinin Benî Zafer kolunun bayrağı hazret-i Katâde’nin elindeydi.
Katâde hazretleri bir gece karanlıkta yatsı namazına giderken yolda Peygamberimize rastladı. Peygamberimiz, ona; “Katâde, sen misin?” diye sordu. Katâde de; “Evet, yâ Resûlallah.” dedi. Peygamberimiz; “Dönüşte bana uğra!” buyurdu. Namazdan sonra uğradığında Peygamberimiz ona bir hurma dalı verdi. O günden sonra Katâde hazretleri gece bir yere giderken yanında o hurma dalını taşıyınca o hurma dalından etrâfa ışık yayılır, çevresini aydınlatırdı.
Buyurdular ki: “Size, hastalığınızı teşhis ettirip, tedâvi çârelerini bulduran Kur’ân-ı kerîm’dir. Hastalığınız günâh irtikâbı, tedâvisi ise, tövbe ve istiğfârdır.”
“Kabir azâbı üç şeyden meydana gelir: Bunun üçte biri gıybet, diğer üçte biri nemîme (söz taşıma), diğer üçte biri de idrardan sakınmamaktır.”
“Elbise, servet, güzellik ve ilim gibi nîmetler kendisine verilip de tevâzu etmesini bilmeyenlerin bu varlıkları kıyâmet günü kendilerine vebâldir.”
Bizzat Peygamber efendimizden işiterek rivâyet ettiği hadîs-i şerîfler:
Kurbân etini yiyiniz veya bekletiniz. Onu satmayınız.
Allahü teâlâ gönderdiği her peygamberi güzel sesli göndermiştir.
Kıyâmet günü insanların en büyük hatâda olanları, dünyâda en çok bâtıla dalanlardır.
Alm. Katalepsie (f), Fr. Catalepsie (f), İng. Catalepsy. Bâzı özel histeri formlarında ve karakteristik olarak katatonik şizofrenide görülen, hastanın çizgili kaslarında iradeli kasılma gücünün geçici kaybı.
Kalp hızı ve solunum, dramatik olarak azalmıştır. Vücut sıcaklığı düşer. Kas gerginliğinde özel bir değişim vardır. Yüz donuktur. Kol ve bacaklara normalde yapılması zor veya imkânsız bir şekil verilse bunu aynen muhâfaza eder. Bundan dolayı bu hâle “balmumu durumu” denir. Bu vaziyeti değiştirilmek istense direnç gösterir. Yâni itaat etmez. Faal, zıt ve menfî hareketlerde bulunur. Hasta, ağza konan besini çıkarır; sorulara cevap vermez; herkes susunca konuşmaya başlar. Bu ataklar birkaç dakika sürebileceği gibi, birkaç saat de sürebilir.
Kataleptik pozisyon, değiştirilmek istendiğinde direnç göstermezse vücûdunu başka bir biçime sokar ve bu pozisyonda uzun süre kalır. Buna “Feleksibilitas serea” denir. Katalepsi, histeri nöbetinde, hipnoz tedâvisinde, erken bunamada görülür.
Alm. Katalysator (m), Fr. Catalyseur (m), İng. Catalyser. Kimyevî bir reaksiyonun hızını arttıran veya yavaşlatan maddeler. Katalizör terimi, 1835’te İsveçli kimyâcı Jöns Jakob Berzelius tarafından ilk defa kullanıldı. Berzelius, katalizörün reaksiyona giren maddelerin bağlarını çözecek şekilde tesir ettiğini ve böylece reaksiyonun daha hızlı bir şekilde meydana gelmesine yardım ettiğini kabul etti. Bâzı katalizörler reaksiyonun hızını yavaşlatır. Bunlara negatif katalizör denir. Buna rağmen katalizörlerin çoğu reaksiyon hızını arttırır ve reaksiyon hızını arttıran katalizörlere de pozitif katalizör denir.
Katalitik işlemler modern sanâyide (bilhassa esâsı kimyevî madde olan) ve petrol ürünlerinin elde edilmesinde yaygın olarak kullanılır.
Katalizörlerin karakterleri: Her tip katı, sıvı veya gaz madde katalizör olarak tesir edebilir. Buna rağmen katalitik reaksiyonlar çok tipik özellikler gösterdiğinden yalnız belirli maddeler belirli reaksiyonlara katalitik etki yapabilir.
İlk önceleri, katalizörlerin katıldıkları reaksiyon sırasında değişikliğe uğramadıkları düşünüldü. Sonradan bâzı katalizörlerin reaksiyona iştirak ettiği, yâni bir değişikliğe uğradığı, fakat bunların reaksiyon sonunda miktar ve şekil olarak yeniden ilk hallerine döndükleri tesbit edildi. Bâzı katalizörlerin reaksiyon sırasında hiç olmassa şekillerinin devamlı olarak değiştiği bilinmektedir.
Katalizörlerin genellikle küçük miktarları tesirlidir. Bir katalizör kendinin birkaç bin katı ağırlığındaki maddelerin reaksiyonunu katalize edebilir. Katalizör, reaksiyonun hızını arttırırken tersinir (geri dönebilen veya çift yönlü) bir reaksiyonun denge noktasına tesir etmez. Katalizör reaksiyon hızını arttırdığı için reaksiyonun kısa zamanda dengeye gelmesini sağlar. Fakat reaksiyona giren maddelerin denge noktasındaki bağıl konsantrasyonlarını değiştirmez. Yani o reaksiyon katalizörsüz, meydana gelse ve dengeye ulaşsa, denge halinde iken mevcut olan reaksiyona giren madde miktarı, aynı reaksiyonun katalizörle elde edilmiş denge halindeki miktarına eşittir.
Katalitik etkimenin mekanizması: Katalitik etkimenin gerçek mekanizması tam olarak bilinmemesine rağmen bunun en azından bâzı durumlarda reaksiyona giren maddelerin katalizör yüzeyinin küçük bir kısmı üzerinde emildiği (absorblandığı) bir yüzeysel olay olduğu düşünülmektedir. Böyle bir olay, reaksiyonun başlaması için gerekli olan aktif enerji miktarını herhangi bir şekilde azaltabilir. Böylece ilerlemenin daha hızlı olması sağlanır. Negatif katalizörler, zincirleme reaksiyonlardaki bir basamağa etki ederek bunu tâkip eden basamakları durdururlar. Meselâ katalizör, reaksiyon ortamındaki maddelerden biriyle birleşerek reaksiyonun devamına mâni olur. Aynı zamanda negatif katalizörler, pozitif katalizörlerle birleşerek onun tesirini yok edebilir. Pozitif ve negatif katalizörler bâzı kirliliklerin etkisine mâruz kalır ki o zaman katalizör zehirlenir, yâni katalizörün etkisi ortadan kalkar. Bu şekildeki zehirler, katalizör yüzeyi üzerindeki aktif bölgeleri âtıl hale getirebilecek şekilde etki edebilirler.
Katalizör tipleri: Çok bilinen katalizörler metalik bileşiklerin ve metallerin tozlarıdır. Katalizörler, bileşik ve reaksiyon tipine bağlı olarak sınıflandırılabilir. Meselâ, sülfat asidi, hidrokarbonların izomerizasyonunda, platin, çift bağların hidrojenlendirilmesinde kullanılır. Hayvan ve bitki hücrelerinde bulunan enzimler, hayat için zarurî olan biyokimyevî reaksiyonları katalize ederler.
Alm. Katalog (m), Verzeichnis (n), Fr. Catalogue (m), İng. Catalogue. Yunanca katalogos, Lâtince catalogus kelimesinden gelir. Belli bir sıraya göre hazırlanan listeye denir. Çeşitli konularda hazırlanabilirler. Daha çok kütüphâne ve yayın hayatında kullanılırlar. Ticârî mânâda kullanılan kataloglar da vardır.
Bir kütüphânede bulunan eserleri belli bir düzen içinde sıralamak, yerini belirtmek ve aranılan eserin kolayca bulunmasını sağlamak amacıyla, bir sistem dâhilinde hazırlanan kart (fiş) topluluğuna veya listeye katalog denir. Bibliyografyadan farkı, bildirdiği eserin hangi kütüphâneye veya hangi kitap topluluğuna âit olduğunu göstermesidir.
Kataloglar genel olarak alfabetik ve sistematik katalog olmak üzere ikiye ayrılırlar:
Alfabetik katalog; yazar, çeviren, yayınlayan, resimleyen vs. gibi şahısların soyadları ile kitap adının alfabetik olarak sıralandığı katalogdur. Bu tür kataloglarda şahıs soyadları ile kitap adları alfabetik olarak aynı veya ayrı ayrı sıralanabilir.
Sistematik katalog ise, kütüphânedeki eserlerin, belli bir sisteme göre hazırlanmış konu kataloğudur. Bu sistemler konuları belirli dallara veya başlıklara ayırırlar.
Her konu başlığının belirli bir konu numarası vardır. Konu kataloğunda rastladığımız tasnif numarası, o eserin konusunun harf veya sayılarla ifâdesidir. En çok kullanılan tasnif sistemleri: Dewey, Bruxelles ve Library of Congress’dir. Konu kataloğunun faydası, araştırmacının belirli bir konuda aradığı yayınları bir arada göstermesidir. Bunların dışında sözlük katalog veya kelime kataloğu adı verilen bir katalog çeşidi daha vardır. Bu katalog alfabetik kataloğa konu başlıklarının ilâve edilmesi sûretiyle hazırlanır. Yâni yazar ve kitap adı ile konu başlığı aynı alfabetik düzen içinde ve bir arada sıralanmışlardır. Bu katalogda konu başlıkları anahtar kelimelerle kurulur. Kitap adında bulunan ve konuyu doğrudan ifâde eden kelime veya kitap adının vurguladığı kelime konu başlığı olarak alfabetik sıraya girer.
Bu kataloglar ayrıca şekil bakımından, kart (fiş) katalog ve cilt katalog olmak üzere ikiye ayrılır. Yukarıda adı geçen alfabetik, sistematik ve sözlük kataloglar kütüphânelerde genelikle kart katalog şeklindedir. Yâni bu kataloglar 7,5x12,5 cm ebâdındaki kartlarla kurulmuştur. Cilt katalog ise büyük boyda bir defter hatta bir klasör şeklindedir. Bu katalogda her yazar için bir veya birkaç yaprak ayrılmış; bu yapraklar alfabetik olarak dizildiği gibi, aynı yazara âit olan eserler de kendi arasında alfabetik olarak sıralanmıştır. Fakat bu tip kataloglar artık kullanılmamaktadır. Bunların yerini basılı kütüphâne katalogları almıştır.
İngiltere’de British Museum’daki basılı eserlerin kataloğu olan Catalogue of the Printed Books of the British Museum 1881-1905 ve Fransa’da Millî Kütüphânedeki basılı eserlerin genel bir kataloğu olarak Catalogue Général des Livres İmpriés de la Bibliothèque Nationale basılı kütüphâne kataloglarıdır. Bu ikinci kataloğun 1897’de birinci cildi çıkmış ve 1955’e kadar 183 cildi yayımlanmıştır. Bu mânâda Türkiye’de de çeşitli yayınlar yapılmıştır. Bunlar arasında; İstanbul Kütüphânelerindeki Türkçe Hamseler Kataloğu (1962), İstanbul Kütüphânelerinde Türkçe Yazma Dîvânlar Katoloğu (1953-69, 4 cilt olarak), İstanbul Kitaplıkları Târih-Coğrafya Yazmaları Katalogları serisinden Türkçe Târih Yazmaları (11 kitap yayımlandı), İstanbul Belediye Kütüphânesi Alfabetik kataloğu (3 cilt), Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphânesi Yazmalar Kataloğu (Arapça, Farsça, Türkçe olarak 7 cilt), Türkiye Yazmaları Toplu Kataloğu (yayımı devam etmektedir) vs. sayılabilir. Basılı kataloglar belli bir kütüphânede bulunan eserlerin, belli bir konuda yayımlanmış eserlerin veya belli bir yazarın eserlerinin çeşitli kütüphânelerde bulunduğu yeri gösterir ve eser hakkında bilgi verirler.
Kataloglar hazırlanırken belirli bazı kurallara uyulması gerekir. Bu kurallar millî ve milletlerarası nitelik taşırlar. Burada asıl gâye yazar adı ve kitap adı ile kitabın fizikî özelliklerinin fişe yazılmasında birliği sağlamaktır. Türkiye’de uzun seneler kullanılan; 1941 yılında yayımlanan Alfabetik kâtalog Kâideleri ile 1954’te yayımlanan Türk Kütüphaneleri İçin Bibliyografik Künyelerin Tespitinde ve Alfabetik Kataloğun Hazırlanmasında Uygulanacak Kâideler adlı bu iki eserden sonra bilginin evrenselleşmesi ve dışa açılma politikalarına uyarak milletlerarası katalog kâideleri benimsenmiştir. American Library Association tarafından hazırlanan Anglo American Cataloging Rules (Anglo-Amerikan Kataloglama Kuralları) milletlerarası bir hüviyet kazanmış ve neticede Türkiye de bu kuralları kabul etmiştir.
Ticârî sahada hazırlanan kataloglar da vardır. Ticârî katalog, tüccarın mallarını alıcılara en çekici biçimde tanıtmasını sağlar. Çeşitli sanâyi kuruluşları, dağıtım ve pazarlama yerleri, mallarını kolayca tanıtmak ve müşteriye bilgi vermek için çeşitli şekillerde katalog hazırlarlar. Eşya, oyuncak, elektrik malzemeleri katalogları gibi. Sergilerde teşhir edilen eserlerin kime âit olduğu ve mevcutlarını bildiren liste şeklindeki kitaplar da birer katalogdur. Kitapçı kataloglarında ise bir yayınevinin satışa arz ettiği kitapların listesi verilmiştir.
DEVLETİN ADI |
Katar Devleti |
BAŞŞEHRİ |
Doha |
NÜFÛSU |
520.000 |
YÜZÖLÇÜMÜ |
11.427 km2 |
RESMİ DİLÎ |
Arapça |
DÎNİ |
İslâmiyet |
PARA BİRİMİ |
Katar riyali |
Arabistan Yarımadasının doğusunda, Basra Körfezine uzanan bir yarımada üzerinde kurulmuş bir ülke. Batısında Bahreyn Körfezi, güneyinde Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri yer alır.
Târihi
Katar’ın târihi çok yenidir. Sami ırkından olan körfez halkı, İslâmiyetin yayıldığı yıllarda bütün Arap Yarımadası ve çevre yöreler halkı gibi İslâmiyeti kabul etmiştir. Katar, uzun yıllar bölge aşiret beylerinin emri altında yönetilmiştir.
Arap Yarımadasının Osmanlıların hâkimiyeti altına geçmesinden sonra, bâzan İran Safevîlerinin, bâzan Osmanlıların bâzan da Kaçarların egemenliği altına girmiştir. İngilizlerin Hindistan’a yerleşmelerinden sonra Katar Şeyhliği ile bir antlaşma yaparak, Katar dış işlerinde İngiltereye bağımlı iç işlerinde serbest bir ülke olmuştur. 1971’de İngilizlerin Basra Körfezinden çekilmesiyle diğer şeyhliklerle kurulan federasyona katıldı ise de aynı yıl federasyondan ayrılarak 1972’de bağımsızlığını ilân etti. Ülke hâlen şeyhlerin idâresi altındadır.
Fizikî Yapı
Ülkenin güneyini çöller kaplar. Kuzey kısmında ise otlaklar bulunur. En yüksek noktası batı kıyılarında yer alan kireç taşı tepecikleridir. Bu tepeciklerin yüksekliği 76 m kadardır. Kıyılarında alçak burunlar, dar körfezler, tuz yatakları ve mercan kayaları bulunur. Ülke sınırları içinde göl ve akarsu yoktur. Su ihtiyacı kuyulardan ve arıtma tesisleri vasıtasıyla denizden elde edilir.
Tabiî Kaynakları
Ülkede çöl iklimi hüküm sürdüğünden bitki örtüsü yok denecek kadar azdır. En önemli bitki toplulukları otlaklar ve çöl çalılarıdır. Ülkenin en önemli mâden kaynağı petrol kaynaklarıdır. Ayrıca sabkha adı verilen tuz yatakları bulunur. Kıyılarından bol miktarda inci çıkarılır.
İklim
Katar’da çok sıcak ve kurak iklim hüküm sürer. Yaz aylarında sıcaklığın 49°C’ye kadar çıktığı görülür. Kışın ise yağışlar sayesinde hava biraz serinler, fakat soğuk olmaz.
Nüfus ve Sosyal Hayat
520.000 nüfûsa sâhib olan ülkede, halkın büyük bir çoğunluğu başşehir Duha ve çevresinde yaşar. Nüfûsun % 73’ünü Araplar, % 20’sini İranlılar, % 7’sini Pakistanlılar meydana getirir.
Ülke halkının hemen hepsi Müslümandır ve büyük çoğunlukta Arapça konuşulur. Katar’da ilköğretim ücretsiz ve meburîdir. Okur-yazar oranı % 74,7’dir. Yetişkinlerin büyük çoğunluğu okuma-yazma bilmez. Yabancı ülkelerdeki üniversitelerde 2000’e yakın Katarlı öğrenci öğrenim görmektedir.
Siyâsî hayat: Katar Şeyhi yönetimin mutlak hâkimidir. Bugünkü şeyh ise, Halife bin Ahmet es-Sani’dir.
Ekonomi
Ülkenin en önemli kaynağı petroldür. Petrol, Katar’ı yoksulluktan kurtarmış, refah bir memleket hâline getirmiştir.
Tarım: Eskiden Katar’da sulama yetersizliği sebebiyle tarım yapılamıyordu. Fakat bugün modern usûllerle sebze üretimi yapılmakta, hattâ ihrâç edilmektedir.
Çiftliklerin çoğunluğu Katarlılara âit olmasına rağmen Filistinliler tarafından işletilmektedir. Tarım ilâçlaması, tohumlama, rüzgâr kesici ağaçların dikilmesi, toprağın sürülmesi, Tarım Bakanlığı tarafından ücretsiz yapılmaktadır.
Sanâyi: Petrolün bulunması ülkede hayat seviyesini yükseltmiş, aynı zamanda gübre ve çimento sanâyiinin gelişmesine yol açmıştır. İnşâat sanâyii çok gelişmiştir. Ayrıca petrol işletme tesisleri ve rafineriler de bulunmaktadır.
Ticâret: Dışarıya en fazla petrol ve petrol ürünleri satar. İhrâcâtın % 95’ini ham petrol, geri kalanın büyük bir bölümünü tabiî gaz meydana getirir. Ayrıca dışarıya amonyak ve sebze de satar. Dışarıdan ise gıda maddeleri dâhil, birçok tüketim maddesi alan Katar’ın en fazla aldığı ürünler motorlu araçlar ve özel otomobillerdir. Genelde ticâretini Japonya, İngiltere, Hollanda, ABD, Fransa ile yapar.
Ulaşım: Ülkede 2000 km uzunluğunda karayolu vardır. Demiryolları ise gelişmemiştir. Hava ulaşımı Körfez ülkelerinin ortak hava yolları olan Gulf-Air tarafından sağlanır. Doha Havaalanı en önemli havaalanıdır.
Deniz ulaşımı ise Um Said ve Doha limanlarından sağlanır.