KARTACA

İlkçağda, Kuzey Afrika kıyısında bugünkü Tunus şehrinin yakınlarında Fenikeliler tarafından kurulan bir koloni.

Mîlâttan önce 814’te kurulan Kartaca’nın kuruluşu efsâneye göre şöyledir: Bu târihte Sayda şehrinde Sur’a karşı Elissa adında bir kadının ele-başılığını yaptığı gizli bir ayaklanma hazırlanmıştı. Ancak olay önceden haber alınınca Elissa, taraftarlarıyla birlikte gemilerle gizlice denize açılıp, batıya yöneldi. İlk olarak rastladıkları Afrika kıyısına çıktılar. Burada bir şehir kurmak isteyen Elissa, Kambe hükümdarından toprak diledi. Bu arâzi üzerine kurulan şehre Kart-Hataç (yeni şehir) adını verdiler.

Kartaca’nın batıya yönelen gemiciler için uygun coğrafî mevkii geniş ve güvenilir tabiî limanlara sâhili olması kalenin çok sağlam ve topraklarının çok verimliliği, buranın kısa zamanda gelişerek ticâret merkezi hâline gelmesini sağladı. Bu şehrin ticâret gemileri için dikdörtgen, savaş gemileri için yuvarlak olmak üzere iki limanı vardı.

Kartacalılar, kendi buluşları olan üç sıra kürekten daha çok kürekli ticâret ve savaş gemileriyle Kuzey Afrika kıyılarını, İspanya’yı ve Güney Fransa’yı ele geçirdiler. Romalılar, Akdenizin doğusunu hâkimiyetleri altına alırlarken, Kartacalılar da Batı Akdeniz’e yöneldiler. İlk zamanlar Romalılarla iyi geçindiler. Kartaca, önce Komşu Afrika kavimlerini, ardından Afrika’daki öteki Fenike kolonilerini hâkimiyeti altına aldı. M.Ö. 6. yüzyıldan başlayarak önce Yunanlılarla, daha sonra da Romalılarla mücâdeleye başladılar. Korsika ve Sardinya’yı Yunanlıların elinden alan Kartacalılar, ticârî ve stratejik ehemmiyeti olan Sicilya’yı ele geçirmeye gayret ederek, bâzı bölümlerine yerleşmeşe muvaffak olmuşlardı.

Kartacalıların Sicilya’ya yerleşmeleri Romalılarla çatışmasına sebeb olmuştur. Kartaca’yla Roma arasında yapılan ve târihte Pön Savaşları denen mücâdele yüz yirmi yıl kadar sürdü. M.Ö. 240 yılında başlayan bu savaşlar sonunda Hannibal, Roma ordusunu mağlub edip, on altı yıl Kuzey İtalya’yı elinde tuttu. Ancak Kartaca’dan çok uzaklaştığı için, bir müddet sonra çekilmek zorunda kaldı. Bundan sonra üstünlük Romalıların eline geçti. Romalılar, Kartaca şehrinin kara ile bağlantısını keserek halkı açlığa mahkûm ettiler. Şehri fedâkârca müdâfaa eden Kartacalılar, neticede teslim olmak mecburiyetinde kaldılar. Ele geçen Kartacalılar katlolundular. Romalılar, şehrin izi kalmasın diye toprağı sabanla sürdüler. Böylece ünlü Kartaca târihten silindi.

Kartaca, aristokrasiye dayanan bir monarşi ile idâre olunurdu. İki hükümdârla, yirmi sekiz senatörden kurulu bir ihtiyarlar meclisi ve bir de bunun üstünde yüz onlar meclisi vardı. Yüz onlar; hükümdârları, komutanları ve ihtiyarlar meclisini yargılıyabilirdi. Orduda, sâdece komutanlar Kartacalı olup, diğerleri ücretli idiler. Kartaca, sanatta, dinde ve diğer bilgilerde Fenike’nin bir devamıydı.

Romalılar M.Ö. 40 yıllarında Caesar (Sezar) devrinde şehrin eski yeri üzerinde yeni bir koloni kurdular. Burası Romalılar zamanında ünlü bir sanâyi ve ticâret merkezi oldu. Beş ve altıncı yüzyıllarda Vandalların başkenti olan Kartaca, sonra Bizans imparatorluğu sınırlarına dâhil edildi. Yedinci yüzyıldan sonra ise bölge bütünüyle Müslümanların hâkimiyetine geçti. Bugün, eski Kartaca’dan ancak Romalılar devrinden kalma bâzı yıkıntılara rastlanmaktadır.

KARTAL (Aquila)

Alm. Adler (m), Fr. Aigle, İng. Eagle. Familyası: Kartalgiller (Falconidae). Yaşadığı yerler: Yeryüzünün hemen her yerinde bulunan, birçok türü vardır. Özellikleri: Üst gagaları çengel gibi kıvrık, ayakları güçlü ve keskin pençeli kuşlar. Yükseklerde yuva yapar. Gündüz avlanırlar. Ağırlığı 7 kg, kanat açıklığı 2,5 m olanları vardır. Ömrü: 70-104 yıl. Esâret hayâtında 40 yıl kadar yaşar. Çeşitleri: Kara kartalı, kuzu kartalı, balık kartalı, kayzer kartalı (şah kartal), yılan kartalı, büyük bağırtgan kartal, küçük bağırtgan kartal meşhurlarıdır.

Kartallar (Falconiformes) takımından birçok türe verilen genel ad. Gündüz yırtıcı kuşlarının en irilerindendir. Kıvrık sivri gagalı, güçlü ve keskin pençeli, büyük yuvarlanmış kanatlı kuşlardır. Gagada burun delikleri etlidir. Genellikle kahverengi veya gri tüylüdür. Görme duyuları keskindir. Çok yüksek sarp kayalara veya ağaçlara yuva yapar. Memeli hayvanları, sürüngen ve kuşları avlayarak beslenirler. Balık ve leş yiyenleri de vardır. Az yumurtladıklarından çoğalmaları yavaştır. 1-2 yumurta yumurtlarlar. Kuluçka süreleri 43-49 gün kadardır. Çoğunlukla dişi, kuluçkaya yatar. Yavruları berâber beslerler. Bâzı türlerde yumurtadan ilk çıkan yavru, sonra çıkanı yuvadan atar.

Kartallar yüksek ve hızlı uçan, cesur, atılgan hayvanlardır. İri olanları antilop, maymun, tilki, tavşan gibi hayvanları rahatça öldürebilirler. Kuzu yavrularını kaldırıp kaçıranları vardır. Birbirinin avını almak için döğüşenlerine rastlanır. Avlarının kemiklerini rahatça sindirirler; tüylerini, sindirimden sonra top hâlinde ağızlarından çıkarırlar. Çoğunun ayakları ayak parmaklarına kadar tüylüdür. Kemiricileri ve leşleri tükettiklerinden faydalı sayılabilirler. Bâzı bölgelerde evcilleştirilerek av için kullanılırlar. Sıkıştığında insana saldırmaktan çekinmezler. Kartallar dört ana grup altında toplanarak, incelenirler: 1) Deniz kartalları ve balık kartalları, 2) Yılan kartalları, 3) Arpia kartalları ve tepeli kartallar, 4) Gerçek kartallar veya paçalı kartallar.

Birinci grupta bulunan kartalların hepsinin ayak bilekleri tüysüzdür ve ayak parmaklarında balıkların kaymasını önleyen iğne biçimli yapılar (spikula) mevcuttur. Baş ve kuyruklarında beyaz lekeler görülür .Yavruları da kahverengi tüylüdür. Büyük göl, ırmak ve deniz kıyıları ile bâzı adalarda yaygındırlar. Deniz kartalları, balıkların dışında, fok gibi deniz memelilerinin yavruları ile çeşitli deniz kuşlarını da avlarlar. Yılan kartalları, Asya ve Afrika’da yaşarlar. Çoğunlukla sürüngen ve yılanlarla beslendiklerinden bu adla anılırlar. Çeviklikleri, kısa ve güçlü bacaklarının pullu oluşu ve tüylerinin sıklığı sâyesinde en zehirli yılanları bile tehlikesizce yakalayıp avlarlar. Zaman zaman memeli hayvan, kuş ve leşleri de yedikleri olur. Arpia ve tepeli kartallar Güney Amerika’nın tropik ormanlarında yaygındır. Son derece yırtıcı ve iyi uçucu kuşlardır. Çoğunlukla maymun, aguti ve tembel hayvanları avlarlar. Arpia kartalının dişilerinin ağırlığı 6,5 kg, erkeklerinin ise, 4-5 kg kadardır. Başlarında bulunan bir çift sorguç bu türe ürkütücü bir görünüm kazandırır. Paçalı kartalların 30 kadar türü bilinmektedir. Çok yaygın olan kaya kartalı bu gruptandır.

Kartal eski çağlardan beri bir çok milletin folkloruna cesâret ve kuvvet sembolü olarak geçmiştir. 70-104 yıl kadar yaşarlar. Esâret hayâtına fazla dayanamazlar.

KARTEL

Alm. Kartell (n), Wirtschaftsring (m), Fr. Cartel (m), İng. Cartel. Serbest rekabetin hâkim olduğu ülkelerde, aynı iş dalında zirâî, sınâî veyâ ticârî faaliyette bulunan rakip firmaların, rekabeti devam ettirmenin artık zararlı olmaya başladığı noktada, ortak çıkarlarına ters rekâbeti önlemek maksadıyla aralarında yaptıkları bir anlaşma.

Devletin müdâhalesi ile meydana gelen kartellere mecbûrî kartel; firmaların çıkarları gereği ihtiyârî olarak anlaşmalarıyla kurulan kartellere de serbest kartel denir. Her iki halde de rekâbet durur. O sahada fiilî bir inhisar (tekel) meydana getirilmiş olur. Kartelle tröstler arasındaki fark, kartelin geçici, tröstlerin daimî olmasıdır. Kartele giren bir firma ortak bir fiyat ve üretim politikası kabullenmek mecburiyetindedir.

Kartel, rekâbeti fiilen ortadan kaldıracak surette de rakip firmalarına asgarî satış fiatını veya satış şartlarını, aralarında kararlaştırmaları, piyasaları bölüşmeleri, üretimi tesbit olunan miktar ve çeşitlere inhisar ettirmeleri veya bunlara benzer değişik konularda gerçekleştirilebilir; konusuna göre, fiyat, bölge veya miktar ve çeşit ile ilgili kartellerden söz edilebilir.

Rakip firmaların, bir ülke sınırları içinde kalmak üzere kartel tesbit etmeleri yanında, dünyâ çapında kurdukları karteller de vardır. Kartel, serbest rekâbet rejiminin menfî bir sonucu sayılmaktadır. Serbest ekonomi sisteminin cari olduğu memleketlerde, bu gibi menfî sonucu önleyici hukukî ve iktisadî tedbirlere baş vurulduğu görülmektedir. Ancak ekonomide gerileme olduğu dönemlerde kartelleri teşvik edici tedbirlere baş vurulduğu da olur.

KARTOPU

(Bkz. Gilaburu)

KÂRÛN

Mûsâ aleyhisselâmın ümmetinden ve akrabâlarından olduğu hâlde, zenginliği yüzünden kibirlenip, Mûsâ aleyhisselâma karşı çıktığı için yerin dibine batan kimse. Babasının ismi Yasher idi. Önceleri fakir ve güzel huyluydu. Tevrât’ı güzel okurdu. Hazret-i Mûsâ buna duâ etti ve kimyâ ilmini öğretti.

Kârûn, hazret-i Mûsâ’ya îmân etmeden önce İsrâiloğullarının başında Mısır Firavun’unun temsilcisiydi. İdâresi altında bulunanlara zulüm ve eziyet ederdi. Mûsâ aleyhisselâma inandıktan sonra, kendisini ilim ve ibâdete verdi. Ondan pekçok şeyler öğrendi. Hazret-i Mûsâ ve kardeşi hazret-i Hârûn’dan sonra, İsrâiloğullarının en bilgilisiydi. Tevrât’ı ezbere bilir ve çok güzel okurdu. Şeytanın vesvesesine kapılıp ibâdeti terk etti.

Dünyâ malı toplamaya başladı ve gittikçe hırsı arttı ve çok mal toplamak gayretine düştü. Mûsâ aleyhisselâmdan kimyâ ilmini öğrenmiş ve hayır duâsına kavuşmuştu. Kavuştuğu bu nîmetlerin kıymetini takdir edemedi. Bildiklerini dünyâ malı toplamak için kullandı. İnsanlara hizmet etmeyi hiç aklına getirmedi. Zenginliği ile dillere destân olup, darb-ı mesellere geçti. “Kârûn gibi zengin.” sözü, onun sâhib olduğu mal sebebi ile ortaya çıktı. Mallarını hazînelere doldurdu. Hazînelerinin anahtarlarını, kırk katır taşırdı.

Kârûn zengin olunca, fakirliğindeki iyi, güzel hasletleri kaybetti. Taşkınlık yaptı ve haddi ziyâdesiyle aştı. Böylece zulüm ve haksızlık yapmaya başladı. Zînetlerle süslü elbiselerle dışarı çıkar, göğsü ilerde, salınarak kibirle yürür ve elbiseleri yerlerde sürünürdü. Nitekim Kasas sûresinin 79. âyet-i kerîmesinde meâlen; “Kârûn, zînet ve ihtişâmı içinde kavminin karşısına çıktı.” buyrularak, onun bu hâli haber verildi. Sonradan gördüğü için, eyeri altından beyaz bir ata biner, iki yanına, süslü elbiseler ve zînetlerle donatılmış yüzlerce köle ve câriyeler alır, halka gösteriş yapardı. Bunun da ötesinde İsrâiloğullarına ve Mûsâ aleyhisselâma karşı kibirlenir, işlerine karışarak muvaffak olmamaları için çalışırdı. Fakirleri aşağı görür, mal ve mülkünün çok fazla olmasına rağmen, cimriliğinden kıyıp birazını bile onlara veremezdi. Nasîhat edenleri, hiç dinlemezdi. Hattâ, duâsı ve öğrettiği ilim sâyesinde, mal ve mülke kavuşmasına vesîle olan hazret-i Mûsâ’nın sözünün bile, İsrâiloğulları tarafından dinlenmesine tahammül edemez oldu.

Kârûn’un yaptıkları ve Müslümanların ona nasîhatleri, Kur’ân-ı kerîmde meâlen şöyle beyân buyruldu:

Kârûn, Mûsâ’nın (aleyhisselâm) kavmindendi. Fakat o, onlara (İsrâiloğullarına, mal sebebi ile zulüm ve kötülükte bulunup, hazret-i Mûsâ’ya muhâlefet ederek ona) karşı azgınlık etmişti. Biz ona, anahtarlarını taşımak bile, güçlü kuvvetli bir cemâate ağır gelen hazîneler verdik. O vakit kavmi (nden îman edenler) ona şöyle dediler: (Ey Kârûn!) Dünyâ malı ile şımarma! Çünkü Allahü teâlâ dünyâ malı ile şımaranları sevmez. Allahü teâlânın sana verdiği zenginlik ve servet ile, âhıret yurdunu (yâni Cenneti) iste! Allahü teâlânın sana ihsân ettiği gibi, sen de O’nun kullarına (mal ile) ihsân et. (Dünyâdan da nasîbini unutma.) Yeryüzünde fesâd arama, isteme. Çünkü Allahü teâlâ, fesâd çıkaranları sevmez. (Kasas sûresi: 76-77)

Kârûn, müminlerin yaptığı bu nasîhatleri kabul etmedi. Şımarıklığının yanında, Allahü teâlânın kendisine verdiği nîmetlere nankörlüğünü git gide arttırdı. O dereceye geldi ki, utanmadan nîmeti kendinden bildi ve âyet-i kerîmede meâlen şöyle dediği bildirildi: “Bu servet, bana ancak bende olan ilim mukâbilinde verilmiştir, dedi.” Âyet-i kerîmenin devâmında Allahü teâlâ, meâlen; “O (mâdem ki âlimdi), kendisinden önce geçen asırlardaki nesillerden kuvvetçe ondan daha üstün, cemiyetçe (malca, yâhut cemâatçe, sayıca) daha çok olan kimseleri, Allahü teâlânın hakîkaten helâk etmiş olduğunu bilmedi mi? (Kıyâmette) mücrimlerden günahları sorulmaz.” buyurdu. (Kasas sûresi: 78)

Kârûn, zînet ve ihtişâmı içinde kavminin karşısına çıktı. Dünyâ hayâtını arzu edenler; “Ne olurdu, Kârûn’a verilen (servet) gibi, bizim de olsaydı. O, hakîkaten büyük nasîb sâhibidir” dediler. Kendilerine (berekete ve âhiret hâllerine dâir) ilim verilenler de; “Yazıklar olsun size! Îmân edip, sâlih amel işleyenlere Allahü teâlânın verdiği sevâb, (Kârûn’un malından ve dünyâdan) daha hayırlıdır. Bu sevâba ancak günahlardan sakınıp, tâate sabredenler kavuşur” dediler. (Kasas sûresi: 79-80)

Kârûn, Mûsâ aleyhisselâma muhâlefette daha da ileri gidip, altından binâ yaptı. İsrâiloğullarını yanına çekmeye çalıştı. Onlardan bir kısmı, ona iltifât etmeye, ziyâfetlerine gitmeye, sözlerine kanmaya başladı. Şatafat ve malına imrenip, onun gibi zengin olma hülyâlarına düşenler oldu. Hattâ bâzıları emrine girerek, dediğinden çıkmaz oldu.

Mûsâ aleyhisselâm ona nasîhat ederek, yaptıklarına son vermesini istedi. Allahü teâlâdan zekât emri gelinceye kadar bu hâl böyle devâm etti. Allahü teâlâ, müminlere zekâtı farz kılınca, Mûsâ aleyhisselâm, Kârûn’a vereceği zekâtın miktârını söyledi. Fakat Kârûn eve dönüp, mal ve parasını hesâb edince, vereceğini çok buldu. İsrâiloğullarından, kendisi gibi olanları etrâfına toplayıp, Mûsâ aleyhisselâma karşı çıkardı.

Bir fâhişeye bol, para ve mal vâd ederek Mûsâ aleyhisselâmın kendisiyle zinâ ettiğini söylemesini istedi. Ertesi gün, Kârûn, İsrâiloğullarını topladı. Sonra Mûsâ aleyhisselâma geldi. İsrâiloğulları toplandı, seni beklerler, Allahü teâlânın emir ve yasaklarını, dinlerinin esaslarını, şerîatlerinin hükümlerini onlara bildir.” dedi. Bunun üzerine Mûsâ aleyhisselâm, onların yanına gitti. Anlatmaya başladı. “Hırsızlık yapanın, elini keseriz; iftirâ edene, seksen sopa vururuz; zinâ eden bekâr kimseye, yüz sopa vururuz; evli olan kimse zinâ ederse, ölünceye kadar onu taşlarız.” buyurdu. Kârûn; “Ya bu işi sen yapmış olursan?” dedi. Mûsâ aleyhisselâm; “Ben de yapsam durum aynıdır!” buyurdu. Kârûn; “İsrâiloğulları, senin filân kadınla düşüp kalktığını söylüyorlar.” dedi. “Ben mi?” buyurdu. “Evet!” dedi. “Onu çağırın bakalım ne diyor? Şâhitlik ederse, yâhut îtirâf ederse, dediği gibidir.” buyurdu. Çağırdılar. Gelince, Mûsâ aleyhisselâm ona; “Ey kadın! Ben sana, bunların dediği gibi bir şey yaptım mı?” buyurdu. Sonra peygamberlik nûru ile ona bakıp; “Mûsâ’ya ve İsrâiloğullarına denizi yarıp yol yapan ve Mûsâ’ya Tevrât’ı indiren Allahü teâlâ hakkı için doğru söyle.” dedi. Allah için doğruyu söylemesine yemin verince, Allahü teâlâ kadına tevfik ve yardım verdi. Kadın kendi kendine; “Bugün tövbe ile söze başlamam, Allah’ın peygamberine eziyet etmemden iyidir.” diye düşündü ve; “Hayır, onlar yalan söylüyorlar. Ama Kârûn bana, benimle zinâ ettiğin iftirâsını söylemem için çok para verdi.” dedi. Bu sözleri söyleyince, Kârûn şaşırdı, ne yapacağını bilemedi. Orada bulunanları bir müddet sessizlik kapladı. Mûsâ aleyhisselâm hemen secdeye kapandı, ağlayarak; “Yâ Rabbî! Senin düşmanın bana eziyet etti, beni rezîl ve rüsvâ etmek isteyip, çirkin bir fiille suçladı. Ey Allah’ım, onun cezâsını ver.” diyordu. Allahü teâlâ, hazret-i Mûsâ’ya başını secdeden kaldırmasını emir buyurdu. Yere de, Mûsâ aleyhisselâmın isteğine uymasını emretti. Mûsâ aleyhisselâm; “Ey İsrâiloğulları! Allahü teâlâ beni Firavun’a gönderdiği gibi, Kârûn’a da gönderdi. Ona uyan onunla kalsın, benimle olan ondan ayrılsın.” buyurdu. İki kişi hâriç hepsi Kârûn’dan ayrıldı. Sonra Mûsâ aleyhisselâm; “Ey toprak! Onları yut!” buyurdu. Dizlerine kadar yuttu. “Ey toprak onları yut!” buyurdu ve bellerine kadar yuttu. Sonra; “Ey toprak onları yut!” buyurdu. Boyunlarına kadar yuttu. Sonra; “Ey toprak onları yut!” buyurdu. Toprak onları içine alıp, kapandı. Böylece yerin dibine geçtiler. Kârûn ve arkadaşlarından hiçbir eser kalmadı.

Allahü teâlâ, Kârûn’u ve iki arkadaşını yere geçirince, İsrâiloğulları, kendi aralarında fısıldaşıp; “Mûsâ aleyhisselâm, Kârûn’un evini, mal ve hazînelerini elde etmek için ona bedduâ etti.” dediler. Mûsâ aleyhisselâm, bunun üzerine Allahü teâlâya duâ edip, evini, malını ve hazînelerini de yere geçirmesini istedi. Bunun üzerine, Hak teâlânın emriyle Kârûn’un sarayı, mal ve hazîneleri de yerin dibine geçti. Nitekim Allahü teâlâ, Kasas sûresi 81. âyetinde meâlen; “Nihâyet biz onu (Kârûn’u) ve sarayını yere geçiriverdik. Artık Allahü teâlânın azâbından onu kurtarmaya yardım edecek hiçbir cemâatı da yoktu. Kendisi de o azâbı men etmeye kâdir değildi.” buyurdu.

Kârûn helâk olunca, Mûsâ aleyhisselâmın nasîhat edip, Allahü teâlânın azâbıyla korkuttuğu müminler, Allahü teâlâya hamd ettiler. Önceden Kârûn’un malını, saltanatını ve yaşayışını temennî edenler, pişmân oldular. Allahü teâlâ bunu bildirerek, aynı sûrenin 82. âyetinde meâlen; “Dün onun mal ve saltanatını temennî edenler; Vay, demek ki, Allahü teâlâ dilediği kimsenin rızkını genişletiyor ve daraltıyor. Eğer Allahü teâlâ bize lutf etmeseydi, bizi de yere batırmıştı. Vay, demek hakîkat şu ki, kâfirler aslâ kurtulmayacak, demeye başladılar.” buyurdu.

Allahü teâlâ, peygamberi, Mûsâ aleyhisselâmı ve müminleri her belâ ve sıkıntıdan kurtardı. Düşmanları olan Firavun’u, Hâmân’ı ve Kârûn’u helâk eyledi. Nitekim Ankebût sûresi 39. âyet-i kerîmesinde meâlen; “Kârûn’u Fir’avn’ı ve (onun vezîri) Hâmân’ı da helâk ettik. Gerçekten Mûsâ (aleyhisselâm), onlara apaçık delillerle gelmişti de, onlar yeryüzünde kibirlenip baş kaldırmışlardı (îmân etmemişlerdi). Azâbımız onlara ulaşıp kurtulamadılar.” buyurdu.

KARYALILAR

Batı Anadolu’da eski bir kavim, devlet ve yer adlarından. Büyük Menderes Nehri ile Dalaman Çayı arasındaki bölgeye eskiden, Karia, Laria, Karisa denilirdi. Fenikeliler devrinde; başları sorguçlu, ellerinde iki kulplu kalkanları bulunan muhârip bir topluluğa da Karya denirdi. Karyalıların adı, başkanları Kar’dan gelmektedir. Hâkim oldukları bölge ve devletin adı da Karya olup, târihleri M.Ö. 3400’lere dayanır. 500 ile 320 yılları arasında on bir kral hüküm sürmüştür. Lidyalılar, Mısırlılar, Persliler ve Makedonyalı İskender ile mücâdele ettiler. Karya toprakları Büyük İskender’in ölümünden sonra generallerinin eline geçti. Generalleri uzaklaştırarak bölgeye hâkim olan Bergama Krallığından sonra da M.Ö. 64 târihinde Roma İmparatorluğunun istîlâsına uğradı. Bölge Romalılardan sonra, Bizans ve Türklerin hâkimiyetine geçti.

Dünyânın yedi hârikasından biri kabul edilen Mausolos Mezarı, Karya Kralı İkinci Mausolos (M.Ö. 377-353) adına kendinden sonra tahta geçen kızkardeşi ve karısı İkinci Artemisia (M.Ö. 353-351) tarafından Bodrum’a yaptırıldı. Batı Anadolu’dan adalara ve Yunanistan’a da göç eden Karyalılardan yer adları hâlâ mevcuttur. Batı Anadolu’daki ve Yunanistan’daki sonu, “nt, ss, tt” ile biten yer adları Karyalılardan kalmadır; Bodrum, Datça, Milasa, Atamones, Korinotes, Koskintos vs. Yunan Medeniyeti ve kültürüne büyük tesirleri olan Karyalılar, mozele tipi taşlardan yapma ve oyma mezarları ile tanınırlar. Hânedân mensupları âile içi evlilik de yaparlardı. Zamanla Romalıların içinde kaybolup gitmişlerdir.

KARYOTİP

Alm. Caryotype, Fr. Caryotype, İng. Caryotype. Bir hücredeki kromozomlar özdeş çift kromozomlar hâlinde eşlendikten sonra belli bir düzene göre sıralanırsa o kişinin karyotipi meydana gelir. Her bireyin kromozom sayısı, şekli ve büyüklüğü onun karyotipini ifâde eder. Karyotip nesilden nesile aktarılarak korunur. Karyotipten faydalanılarak çeşitli türlerin kromozom haritaları çıkarılabilmektedir.

Kromozomlarda kısa kol p, uzun kol q bulunur. Kromozomlar boylarına, sentromerlerin yerine göre birden yirmi ikiye kadar numaralanmış ve yedi gruba (A,B,C,D,E,F,G) ayrılmıştır. Cinsiyet kromozomları X,Y olarak ayrıca belirtilmiştir.

X kromozomu altı numaralı kromozoma benzer. Y ise yirmi bir, yirmi iki kadar veya daha büyüktür.

Karyotip kan hücrelerinden veya ağız içinden dökülen hücrelerden özel metotlarla elde edilir ve özel boyalarla boyanır. Bununla bâzı kromozom hastalıklarının teşhisi yapılır. (Bkz. Kromozom)

Normal karyotip erkekte 46, XY, kadında 46, XX’tir. Down sendromu olarak da bilinen mongolizm hastalıında 21. kromozom çiftinde iki yerine üç kromozom mevcuttur. 47 kromozomlu bu hastalarda vücut iyi gelişmez ve zekâ geriliği gözlenir. Günümüzde mongolizm terimi yerine trizomi 21 veya trizomik 21 terimleri kullanılmaktadır. Erkek hastaların karyotipi 47, XY+21 şeklinde gösterilir (Bkz. Mongolizm). Turner sendromunda eşey kromozomu olarak yalnız X kromozomu bulunur. X0 olarak tanımlanır. Böyle kadınlar iyi gelişmez. Karyotipi 45, X0’dır. Klinelfelter sendromunda ise cinsiyet kromozomlarının XXY olmasıdır. Karyotipi 47, XXY’dir. Bunlar iyi gelişmemiş, 47 kromozomlu geri zekâlı erkeklerdir. Bu bahsedilen hastalıklar doğuştan olan ve vücudun çeşitli yerlerinde bozukluklarla seyreden durumlardır. Her üç hastalığa aynı zamanda “Geri zekâlılık” da eşlik eder. Bâzan da aynı kişide farklı hücrelerden farklı karyotipler elde edilir ki buna “mozaizm” denir.

KARZ-I HASEN

(Bkz. Ödünç Vermek)

KAS

Alm. Muskel (m), Fr. Muscle (m), İng. Muscle. Tellerden (fibrillerden) meydana gelen; vücudun, organların ve iç organların hareketlerini sağlayan; ayrıca vücûdu tesbit eden yapılar.

Kasların normalde, sürekli, kısmî kasılmaları vardır, buna kas gerilimi(tonus) denir. Tesbit görevini bu yapar. Kaslar bütün görevlerini belirli hastalıklar dışında, sinirler aracılığı ile yerine getirirler.

Kaslar üç çeşittir: Düz kaslar, çizgili-iskelet kası, yürek kası.

1. Düz kas: Sindirim kanalları, kan damarları ve çeşitli iç organların yapılarında bulunurlar. Kasılma süreleri uzundur, kasılmış durumlarını az enerjiyle ve uzun süre muhâfaza ederler. Düz kas hücresinin tek, oval ve soluk renkte, merkeze, yerleşmiş bir çekirdeği vardır. Bu kasın telcik (fibriler) yapısı düz ve eşit dağılmış olup, ışık kırma durumu bütün kısımlarında aynıdır. Bu yüzden, düz kas denmiştir.

Safrakesesi kanalında, barsakta ve böbrek ile mesâne (idrar kesesi) arasındaki kanalda bulunan kaslarda, kendi kendilerine, kasılmak için lâzım olan sinirsel uyartıyı (impuls) çıkarma kâbiliyeti vardır. Bütün diğer düz kaslar sinirlerini otonom sinir sisteminden alırlar ve istek dışı çalışırlar.

İki çeşit düz kas bulunur: 1) Çok birimli düz kas: Her bir kas lifi için bir sinir lifi vardır. 2) Organların düz kası: Lifleri sık olduğundan her bir kas lifi için bir sinir lifi yoktur.

2. Çizgili-iskelet kası: Vücut ağırlığının % 40’ını teşkil eder. Kas lifi, 10-100 mikron çaplı, 1 mm ile 2-3 cm arası uzunluktadır. Refleks olaylarına katılır. Kasılırken yan ürün olarak ısı verirler. Bu ısı da ayrıca vücutta kullanılır. Hızlı, kısa süreli ve çoğunlukla isteğimiz dâhilinde çalışırlar. Kas liflerinde kenarlara dizilmiş çok miktarda çekirdek bulunur. Her kas lifi kendine âit bir sinir lifine sâhiptir. Kas lifleri (telleri) yüzleri miyofibrilden (telcikten) meydana gelir.

Bu telcikler de aktin ve miyozin parçacıklarından (flamanlarından) meydana gelmiştir. Bunlar protein yapısındadırlar. Her kas telciğinde 2500 miyozin 5000 aktin vardır. Bunların düzenli dizilmeleriyle enine çizgili görünüm arz ederler.

Miyozin parçacığında küçük çıkıntılar vardır. Bunlara çapraz köprüler denir. Bunlar sâyesinde aktin, miyozin tarafından miyozinin merkezine doğru çekilir. Böylelikle kas kasılmış, boyu kısalmış olur.

3. Yürek kası: Birbiriyle ağ şeklinde birleşen çizgili tellerden meydana gelmiştir. Bunlar çizgili kaslardır. Fakat irâde dışı çalışırlar. Bu kasların ritmik olarak kasılmasını sağlayan özel uyarı merkezi ve iletim yolları vardır. Yürek kası lifleri, birbiri ile diziler şeklinde birleşmiş olan bir dizi yürek kası hücresidir. Bitişik hücreler arasında yüzey farklılaşmasından meydana gelmiş zarlar vardır. Bunlar hücrelerin birbirine sıkıca bağlanmasını ve kasılmasını ve kasılma sırasında hücrelerin birbirlerinden ayrılmamasını sağlarlar. Bu zarların hücrenin dış yüzüne bakan zarlara oranla 400 kat daha fazla dirençli oluşu, kalbin bir noktadan uyarılmasına ve bunun yayılmasına imkân verir.

Bütün kaslarda enerji santralı olan mitekondriler ve diğer hücre elemanları bulunur. Ayrıca potasyum, kalsiyum, magnezyum ve az miktarda da sodyum iyonları vardır.

Kasın % 72-74’ü sudur. İçinde ATP (Adenozintrifosfat), fosfokreatin ve çeşitli enzimler bulunur. Organik fosfat türevleri, karbonhidrat ve lipitlerin ara metabolizması kaslara gerekli enerjiyi sağlar.

Kasların sâdece birkaç lifinin uyarılmasıyla kısmî kasılmalar meydana gelir. Buna seğirme denir.

Tekrarlanan uyaranlara karşı kas lifinin elektrikî cevâbı, sinirlerinkine benzer. Hızla tekrarlanan uyaranlarla, kasılıcı mekanizmanın aktivasyonu herhangi bir gevşeme meydana gelmeden tekrar tekrar meydana gelir ve kasın uyaranlara verdiği cevaplar, bir tek devamlı kasılma doğuracak şekilde kaynaşır. Böyle bir cevaba tetanus veya tetanik kasılma denir.

Sağlam hayvan veya insanda sağlam iskelet kası, motor sinirlerinin uyarıldığı durumlar hâricinde kasılmaz. Bu sinirlerin tahrib olması ile kasta atrofi (körelme) husûle gelir. Buna en güzel misal, belden aşağısı felç olan paraplejik hastalarda alt uzuvlardaki kasların körelmesidir. Bir kırık sebebiyle uzun süre alçıda hareketsiz kalan kaslarda da tedbir alınmazsa körelme başlar.

Motor nöronların (hareket ettirici sinir hücreleri) her biriyle, bunun sinir verdiği kas liflerinin tamâmı bir motor birim teşkil eder. Deney hayvanlarında ve insanda bu motor birimlerin faaliyetleri, elektromyografi yöntemi ile incelenebilir. Böylece kasların durumu hakkında bilgi edinilir.

KASA

Alm. Geldschrank (m), Safe (n), Fr. Caisse (f), coffre-tort (m), İng. Cash box, strong box, chest, safe. Para ve değerli eşyâların hırsızlardan başka yangın ve sel gibi tabiî felâketlerden korunması için yapılan çelik dolap.

Eskiden kasalar sertleştirilmiş çelikten yapılmaktaydı. Ama çok geçmeden bu kasaları delebilen elmas uçlu matkaplar yapıldığı için günümüzde kasalarda matkapla delinemeyen alaşımlı çelikler kullanılmaktadır. Ayrıca, çelik daha erimiş hâldeyken, içine sertleştirilmiş parçacıklar katılır. Böylece, bir plâka delinmeye çalışılırken ortaya çıkan gerilmeler, matkap ucunu parçalar veya köreltir.

Kasa kilitleri: Aşağı yukarı bütün kasa kilitleri şifrelidir. Şifreli kilitlerde patlayıcı veya maymuncuk sokulacak bir anahtar deliği bulunmaz ve meselâ dört diskli bir kilitte 100.000.000’dan çok değişik şifre ihtimali vardır. Ayrıca, kasa sâhibi, istediği zaman şifreyi değiştirebilir. Kasalarda anahtarlı kilit de kullanılabilir, fakat deliğin içeri su sızmasını önleyen bir plakayla kapatılması gerekir.

Kilit mekanizmaları, matkaba dirençli ek çelik tabakalarıyla, şifreyi bilmeyen birinin zorlamalarına cevap vermeyen kilitli şifrelerle ve çevrilen şifreyi görmeyi zorlaştıran kalkanlarla korunur.

Zaman ayarlı kilitler ise ancak belli saatlerde açılabildiğinden, bankada çalışanlar için kaçırma veya işkence gibi tehlikeleri ortadan kaldırmaktadır. Şifreli kilitlere şifre iş saatlerinden sonra çevrilirse polise alarm veren bir sistem de yerleştirilebilir. Bâzı alarm sistemlerinde, kasa odasına iş saatlerinden sonra giren olursa alarmı çalıştıran bir radar ile duvarı yıkmak isteyen olursa alarmı çalıştıran, duvar içine yerleştirilmiş teller bulunur.

KASIK

Alm. Leiste, Leistengegend (f), Fr. Aine, bas-ventre (m), İng. Groin, inguinal. Karnın alt bölgesi. Bir çukurluk meydana getirir. Kasık kıvrıntısı denen bu çukurluk, uyluk ile karın arasında uzanır. Altında, kasık kemeri denen, çatı kemiği ile kalça kemiği arasında uzanan kuvvetli bir kiriş bulunur. Burada karın ön duvarı kasları ve kasık kirişi tarafından meydana getirilen 3-4 cm uzunluğunda olan kasık kanalı vardır. Bu kanaldan erkekte spermatik kord (döl hücrelerini taşıyan kanal), kadında rahimi sâbitleştiren kirişlerden birisi geçer. Ayrıca bu bölgede, uyluk üçgeninden dıştan içe doğru kasık siniri, uyluk atardamarı, uyluk toplardamarı bulunur. Burada zayıf bölgeler vardır ve iç organlar buralardan fıtıklaşabilirler. Yâni, fıtık kesesi içine girebilirler. Kasık bölgesi lenf düğümlerinden zengindir.

Erkekte, ana rahmindeyken, kasık kanalından geçen erbezi torbasına iner. Bu kanalın körelmemesi sonucu, doğuştan veya sonradan fıtık gelişir.

Kasık fıtığı iki çeşittir:

1. Doğuştan: Erbezi inerken berâberinde getirdiği karın zarı cebinin devamlı kalması sonucu.

2. Sonradan: Karın kasları yetersizliği sonucu.

Bu fıtıklar nâdiren ağrılı olabilir ve genellikle ameliyatla tedâvi edilir.

KÂSIM AĞA

Osmanlı mîmarbaşılarından. Arnavutluk’ta Berat veya Avlonya civârında bir yerde doğan Kâsım Ağanın 1570 yılında doğduğu tahmin edilmektedir. Devşirme olarak alınmış, Acemi Oğlanları arasında yetiştirilerek saray-ı hümâyuna alınmıştı. Mîmarlığı Has Bahçe gulamında öğrenen Kasım Ağa, 1597’de Vâlide Hamamının tâmiri sırasında kendini tanıtmıştır. 1623’te başmîmar olmuş, bir müddet sonra bu vazifesinden alınmışsa da 1645’te ikinci defa mîmar başılığa getirilmiştir. Yirmi yıl mîmarbaşılıkta kalan Kâsım Ağa, devrin bâzı siyâsî hâdiselerine karışmış, saraydaki nüfûzundan faydalanarak Köprülü’nün Sadrazam olmasında mühim rol oynamıştı. 1659 veya 1660 yılında İstanbul’da öldü. İrili ufaklı pekçok eser bırakan Kâsım Ağanın en güzel eseri, Topkapı Sarayındaki Sepetçiler Kasrıdır.

KÂSIM BİN MUHAMMED

Tâbiînin büyüklerinden. Medîne-i münevveredeki yedi büyük âlimden biri. İnsanları Hakk’a dâvet eden, onlara doğru yolu gösterip hakîkî saâdete kavuşturan ve kendilerine silsile-i aliyye denilen büyük âlim ve velîlerin üçüncüsüdür. Adı, Kâsım bin Muhammed bin Ebû Bekr-i Sıddîk et-Teymî’dir. Babası Muhammed, hazret-i Ebû Bekr’in oğludur. Annesi Sevde, son Sâsânî hükümdârıYezdücürd’ün kızı olduğundan, İmâm-ı Zeynelâbidîn ile teyze çocuklarıdır. Hazret-i Osmân’ın hilâfeti zamânında 651 (H.31) yılında doğdu. BabasıMısır’da şehid edilip küçük yaşta yetim kalınca, halası ve Peygamberimizin mübârek hanımı hazret-i Âişe’nin yanında büyüdü. 719 (H. 101) veya 725 yılında Mekke ile Medîne arasında Kudeyd denilen yerde Kâbe’yi ziyâret için giderken vefât etti.

Hazret-i Ebû Bekr-i Sıddîk’in torunu olan Kâsım bin Muhammed, Eshâb-ı kirâmdan bir çoğuna yetişmiş ve onlardan ilim öğrenmiştir. Başta halası hazret-i Âişe olmak üzere, Ebû Hüreyre, Abdullah ibni Abbâs ve Abdullah ibni Ömer, hazret-i Muâviye gibi meşhur sahâbîlerden hadîs-i şerîf rivâyetinde bulunmuştur. Kendisinden de; Tâbiînin büyüklerinden oğlu Abdurrahmân, Sâlim bin Abdullah, İmâm-ı Şa’bî, akranlarından İbn-i Amr, Yahyâ bin Sa’îd ve Sa’d bin Sa’îd el-Ensârî, Abdullah bin Ömer, Sa’d bin İbrâhim, Abdullah bin Avn ve daha bir çoğu hadîs-i şerîf rivâyet etmişlerdir.

Kâsım bin Muhammed, Selmân-ı Fârisî’nin sohbetlerinde bulunarak yetişip bir rûh mütehassısı olmuştu. Tasavvuf ilminde, verâ ve takvâda yâni Allahü teâlânın harâm ettiklerinden sakınıp kaçınmada eşi yoktu. Silsile-i aliyye büyüklerinden dördüncüsü olan İmâm-ı Ca’fer-i Sâdık da bunun sohbetinden feyz aldı. (Bkz. Ca’fer-i Sâdık)

Kâsım bin Muhammed, hadis ve fıkıh ilminde zamânının en yükseğiydi. İlimde ve takvâda eşine rastlanmayacak bir yüksekliğe erişmişti. Büyük hadis ve fıkıh âlimlerinden Yahyâ bin Sa’îd; “Medîne’de Kâsım’dan üstün bir kimseye yetişmedik.” derken, İbn-i Sa’d da; Tabakât adındaki eserinde; “Kâsım, hadis ilminde sika yâni güvenilir bir râvi; fıkıh ilminde yüksek bir âlim ve her bakımdan imâm, önder olan bir zâttı. Pekçok hadîs-i şerîf bildirdi. Takvâ ve verâ sâhibiydi.” diyerek kendisini medhetmektedir. Ebü’z-Zenâd da; “Ben, Kâsım’dan daha çok hadis ve fıkıh bilen bir kimse görmedim.” demektedir. Yine büyük hadis âlimlerinden Süfyân ibni Uyeyne de; Kâsım bin Muhammed’in, devrinin en büyük âlimi olduğunu söylemiştir. Ömer bin Abdülazîz’in de; “Eğer birini yerime halîfe seçmem îcâb etseydi, Kâsım’ı seçerdim.” dediği rivâyet edilmiştir. Ömer bin Abdülazîz, halîfeliği zamânında Kâsım bin Muhammed’i, halası hazret-i Âişe’ye âit olan ne kadar hadîs-i şerîf ve başka rivâyetler biliyorsa, onların hepsini toplamakla görevlendirmiştir. Hattâ Ömer bin Abdülazîz bir keresinde; ilmin yok olup, âlimlerin son bulması edişesi üzerine, Medîne Vâlisi Ebû Bekr bin Muhammed bin Hamza’ya mektup yazarak şöyle demiştir: “Resûlullah’ın hadîs-i şerîflerini, sünnetlerini Amre binti Abdurrahmân el-Ensârî’nin ve Kâsım bin Muhammed’in rivâyetlerini araştır ve yaz! Zîrâ ben ilmin yok olup, âlimlerin de tükenmesinden korkuyorum.” Amre ile Kâsım bin Muhammed, hazret-i Âişe’nin talebesiydiler. Onun Resûlullah’tan rivâyet ettiği hadîs-i şerîfleri en iyi bilen bunlardı.

O, fıkıh ilminde de yüksek bir âlimdi. Medîne’de yetişen ve kendilerine fukahâ-i seb’a adı verilen yedi büyük âlimden birisiydi. Allah ve Resûlü adına konuşmanın ve dînî meselelerde fetvâ vermenin mesûliyetini en iyi şekilde idrâk edenlerdendi. Yahyâ bin Sa’îd’in bildirdiği şu sözleri, bunu açıkça göstermektedir: “İnsanın, Allah’ın hakkını bildikten sonra câhil yaşaması, bilmediği şeyi söyleyerek fetvâ vermesinden hayırlıdır.” Hâlbuki, Abdurrahmân bin Ebî Zenâd, onun hakkında; “Peygamberimizin sünnetini Kâsım bin Muhammed’den daha iyi bilen birisini görmedim.” diyor. Kendisinden bir mesele sorulunca: “Anlamıyorum, bilmiyorum.” derdi. Ona sormayı çoğalttıkları zaman da; “Vallahi, sorduğunuz her şeyi bilmiyorum. Şâyet bilseydik, sizden saklamazdık. Çünkü bildiklerimizi saklamamız bize helâl değil.” derdi. Dînî meseleler hakkında çok hassas davranır, ancak açık olanları hakkında fetvâ verirdi. Her sabah Mescid-i Nebî’ye gelir, iki rekat namaz kılar, sonra Resûlullah’ın minberi ile kabri arasına oturur, sorulan meselelere fetvâ verirdi. Nitekim mezheb imâmlarından Mâlik bin Enes de onun hakkında; “Kâsım bu ümmetin fakihlerindendi.” buyurmuştur.

Kâsım bin Muhammed, çok mütevâzî, alçak gönüllüydü. Bir gün köylünün birisi ona; “Sen mi daha çok biliyorsun, Sâlim bin Abdullah mı?” diye sordu. Cevâb olarak; “Burası Sâlim’in evidir.” deyip başka söz söylemedi. Muhammed bin İshak da onun için; “O benden daha iyi bilir, deyip, yalan söylemeyi veyâhut ben ondan daha iyi bilirim, diyerek kendisini üstün göstermeyi istemedi.” dedi. Hâlbuki Kâsım bin Muhammed, her ikisinden de âlimdi. Ebû Eyyûb-i Sahtiyânî; “Ondan daha faziletli bir kimse görmedim.” derken, İmâm-ı Buhârî de; “Zamânının en fazîletlisiydi.” demiştir.

KÂSIM HANLIĞI

Moskova yakınındaki Oka Irmağının kuzey kıyısında hüküm süren bir Türk hanlığı. Hanlığın ismi burasının ilk hâkimi Kâsım bin Uluğ Muhammed’e izâfeten verilmiştir. Altınordu eski hükümdarı Uluğ Muhammed 1436’da tahtından indirildikten sonra 1437’de Kazan Hanlığını kurdu. 1445’te Moskova PrensiVasily ile yaptığı savaşı kazanarak onu esir aldı. Yapılan antlaşma ile Kâsım, Yılatom, Şatsk ve Temnik kazalarını içine alan bölgenin oğlu Kâsım’a verilmesi sonucunda prensi serbest bıraktı. Böylece kurulan hanlığın başına Uluğ Muhammed’in oğlu Kâsım Han getirildi.

Kâsım’ın Rus topraklarının ortasında kurduğu devletin masrafları, Moskova hazînesinden ve diğer Rus şehirlerinin gelirlerinden sağlanıyor, Kazan Hanlığı adına Moskova kontrol altında tutuluyordu. Fakat enerjik hükümdâr Uluğ Muhammed Hanın kısa bir müddet sonra vefâtı, oğulları arasında taht kavgalarına yol açtı. Fırsatı değerlendiren Moskova Büyük Knezi, Kâsım Hanı destekledi. Rus yardımcı kuvvetleriyle desteklenen Kâsım Han, kardeşi İbrâhim’e karşı harekete geçti ise de, başarı kazanamayarak geri döndü. Bu hâdiseden sonra, zâten Rus topraklarının ortasında kalan Kâsım Hanlığı, Rus knezlerinin Kazan Hanlığını karıştırmak için kullandığı bir âlet durumuna düştü. Devlet, kuruluş gâyesinden tamâmen uzaklaştı. Kırım Hanları ve Astırhanlar Sülâlesinden hükümdârlar başa geçti. Ancak hiçbiri Rusların kontrolünden çıkamadı. Rusların çeşitli bölgelere düzenledikleri seferlere Kâsım Hanları da iştirak ettiler. Gittikçe zayıflayıp benliğini kaybeden Kâsım Hanlığı, 1681 yılında tamâmen ortadan kaldırıldı.

Kâsım halkı arasında kalan Müslümanlar, daha sonra İslâm memleketlerine göçtüler. Bir kısmı ise günümüze kadar orada kaldılar.

Devletin merkezi olan Kâsım şehri, Oka Nehrinin sol sâhili yamacında Oka’ya dökülen iki küçük derenin arasında kurulmuştu. Kâsım Han, burada bir taş câmi inşâ ettirdi. Tahrib edilen bu câminin yerine 1768 senesinde iki katlı başka bir câmi yapıldı. Eski minâresi ise ayakta kalmıştır. Şehirde, hânlık döneminde yapılmış bir çok eser, Ruslar tarafından yakılıp yıkıldı.

Kâsım Hanları

Tahta Geçiş

Kâsım Han

1445

Danyal Han

1468

Nûr Devlet  

1486

Satılgan Han

1491

Canay Han  

1506

Seyid Avliyar

1512

Şâh Ali    

1516

Can Ali    

1519

Şâh Ali (ikinci defâ) 

1537

Şâh Ali (üçüncü defâ)    

1552

Sayın Bulat 

1567

Mustafa Ali  

1573

Uraz Muhammed   

1600

Tahtın boş kalması 

1610-1614

Arslan-Han   

1614

Seyid Burhan

1627

Fatma Sultan-Bike  

1679

Rus istilâsı  

1681

KASIMPATI (Chrysanthemum sp.)

Alm. Chrysanthemun (n), Chrysantheme (f), Fr. Chrysanthème (m), İng. Chrysanthemum. Familyası: Bileşikgiller (Compositae) Türkiye’de yetiştiği yerler: Ege, Akdeniz, Marmara bölgesi.

Vatanı Çin, Japonya olan park ve bahçelerde yetiştirilen güzel çiçekleri olan süs bitkileri. Sonbahardan kışa kadar çiçek açar. Sarıdan kırmızıya kadar çeşitli renklerde iri ve katmerli çiçekleri vardır. Büyüklükleri ve şekilleri türlerine göre farklıdır.

Kasımpatı çelikten yetiştirilebilir. Çelikler nisanda alınır ve saksıya dikilir. Daha sonra gübreli, kumlu toprağa aktarılır. Memleketimizde yabânî olarak iki türü yetişir.

Kullanıldığı yerler: Güz ve kış aylarında çiçekçilerde en çok görülen ve satılan bir çiçektir.

KASIR (Kasr)

Alm. Schlösschen (n), Fr. Palais (m), İng. Summer palace, mansion. Umûmiyetle hükümdârlar için şehir dışında yaptırılmış saray ve köşk mânâsında kullanılan bir tâbir. Anadolu beyliklerinin ve vâlilerinin tehlikelere karşı savunma tedbirlerine sâhib olan binâlara da kasr denirdi. Bu tip kasırlar şehirlerin yüksek yerlerinde yapılan hisarların içerisinde iç kaleler özelliğindedir. Aynı maksatla, kırlarda kesme taştan yapılmış kalın duvarlı, mazgal delikleri ve gözetleme kuleleri bulunanları da vardır. Kayseri yakınlarında Haydarbey Kasrı, Hızırilyas Kasrı ve Doğubâyezît’teki İshakpaşa Kasrı bu tip kasırlardandır.

Osmanlı sultanları yeşilliklerde, dinlenme köşkleri ve saray özelliğine sâhip kasırlar yaptırmışlardır. Güzel gezinti kıyılarında, orman kenarlarında inşâ edilen çok odalı kasırlar, zengin süslemelere ve sanat eserlerine sâhipti. İstanbul’daki Sâdâbâd, Göksu, Aynalıkavak ve tersane kasırları bunların en güzel örnekleridir.

17. yüzyılda Vâlide Turhan Sultanın Ramazan aylarında ibâdet etmek ve Kur’ân-ı kerîm dinlemek için Yeni Câmiye bitişik ve câminin hünkâr mahfiline bir geçitle bağlı olarak yaptırdığı Yeni Câmi Kasrı çok güzel olup bir eşi daha yoktur.