KARIN ZARI (Periton)
Alm. Bauchfell, Peritoneum (n), Fr. Péritaine (m), İng. Peritoneum. Karın içi organların çoğunu saran ve askıya alan iki katlı bir zar. İki katı arasında bir boşluk teşekkül eder. Bunun içinde çok az sıvı vardır. Onikiparmak barsağı hâriç, bütün barsakları sarar ve karın arka duvarına asar. Kalın barsak son kısmı ile dölyatağı arasında duglas çukuru meydana gelir ki karın boşluğunun en alt kısmıdır. Bunun erkekteki karşılığı, kalın barsak ile mesâne arasında bulunur. Karın içine sıvı toplanınca ilk olarak burada birikir. Dolayısıyla karın içi iltihâbî hâdiselerde duglasın, parmakla makattan girilerek muâyenesinde hassas bulunması, erken teşhis yönünden çok mühimdir.
Karaciğer ve mîde, karın zarı ile sarılır. Pankreas ve onikiparmak barsağının sâdece ön yüzlerini sarar. Böbrek ve böbrek üstü bezi, alt taraflara giden ana damarlar, zarın dışında kalır.
Görevi karın içi organları sâbitleştirmek, darbelerden korumak ve mikroplara karşı ilk engeli teşkil etmektir.
Pozisyonu ve yapısı sebebiyle çok çabuk mikrop istilâsına uğrar ve karın zarı iltihâbı meydana gelir. Bu hastalıkta karın sert, ağrılıdır. Barsak sesleri dinleme âletiyle duyulmaz. Bulantı kusma olur. Bu hastalık tablosu genellikle karın içinde olan bir bozukluğa ilâveten meydana gelir. Zemindeki sebeb aranmalıdır.
Bâzı hastalıklarda karın boşluğu içinde sıvı birikebilir. Kadınlık organlarının tümörleri, karaciğer hastalıkları(siroz) karında sıvı (ascites) birikiminin önde gelen sebeplerindendir.
Alm. Ameise (f.pl), Fr. Fourmi (f.pl.), İng. Ant. Familyası: Karıncalar (Formicidae). Yaşadığı yerler: Buzlu kutup bölgesi hâriç, dünyânın her tarafında; en fazla tropik bölgelerde bulunurlar. Özellikleri: Cemiyet hayâtı yaşayan böceklerdir. En küçükleri 2 mm, en büyükleri 18 mm’dir. Sonbaharda yuvalarının donmayan derin kısımlarına çekilerek kışı uyuşmuş olarak geçirirler. Erkek ve dişileri kanatlı, işçiler kanatsızdır. Ömrü: Kraliçeler 15-20 yıl kadar, işçiler 5-10 yıl kadar yaşar. Erkekler, 5-6 ay yaşarlar, zifaf uçuşundan sonra ölürler. Çeşitleri: 7500’e yakın türü vardır. Orman karıncası, mantar yetiştiriciler, çoban karıncaları, esir akıncıları ve harpçiler en çok bilinenleridir.
Zarkanatlılar takımının, karıncagiller (Formicidae) familyası türlerinin genel adı. Böcekler sınıfının cemiyet hayâtı yaşayan en geniş familyasını meydana getirirler. Sıcak memleketlerde yaşayan termitlerin aksine dünyânın hemen hemen her tarafında bulunurlar. Karıncalar çalışkanlığın sembolüdür. Bütün böcekler gibi vücutları baş, göğüs ve karın olmak üzere üç bölümden meydana gelir. Altı adet eklemli bacakları vardır. Başlarında iki petek ve üç tâne osel (nokta) göz bulunur. En belirin özellikleri göğüsle karın bölgelerini birleştiren ince belleri (pedikül) ve başlarında dirsek şeklindeki kıvrık bir çift antenleridir. Antenlerini gözlerinden daha çok kullanırlar. Hattâ bâzı türlerde gözler körelmiş haldedir. Boyları 2 ilâ 18 mm arasında değişir. Genellikle renkleri siyah, kahverengi ve kırmızımtrak olmakla berâber her ortama uygun renkte olanları vardır. Vücutları, derilerinin salgısı olan kitinden teşekkül etmiş kutikula denen sert bir örtüyle kaplanmıştır. Alt çeneler (mandibula) oldukça gelişmiş olup yapacakları işe göre özelleşmiştir: Yaprak kesen karıncalarda makas gibi keskin kenarlı; savaşçılarda sivri olup düşmanın başını delecek güçtedir. Bâzıları testeremsi veya öğütücü tiptedir. Karıncalar ön bacaklarını bir el gibi kullanırlar. Bunlarla besin yakalar, yuvada yumurta ve kozaların yerini değiştirir ve vücutlarını temizlerler. Birinci çift bacaklarında arılardaki gibi kıllardan meydana gelmiş temizlik organı olan bir çift tarakları vardır. Karınca temizliğe son derece düşkündür. Trake sistemi denen borularla solunum yaparlar. Besin artıklarını ve ölen arkadaşlarını yuvanın dışındaki çöplüğe bırakırlar.
Bir karınca kolonisinde üç tip fert bulunur: Doğurucu dişiler (kraliçeler), erkekler ve işçilerdir. Erkek ve dişiler, ikişer çift kanatlıdır. Zifaf uçuşundan sonra kraliçede kanatlar düşer. İşçiler ise kanatsız kısır dişilerdir. Cemiyetin çoğunu bunlar teşkil eder. Besin toplama, çobanlık yapma, yuvanın temizliği gibi ağır işlerin çoğu bunlara âittir. Bir kaç fertten meydana gelen karınca cemiyetleri bulunduğu gibi, yüz binden kalabalık olanlar da vardır. Küçük kolonilerde kraliçenin sayısı 1-3, büyüklerde ise 15-20 arasında değişir. Koloninin çoğunluğunu işçiler teşkil eder. Kırmızı orman karıncası (Formica ruga) kolonisi; 20 kadar dişi, 100 kadar erkek ve 10 bin kadar işçi bireyden meydana gelir.
Kraliçeler, zifaf uçuşundan sonra ömrü boyunca yumurtlarlar. Erkekler ise zifaf uçuşundan sonra ölürler. Kraliçe ömrü boyunca yuvanın içinde yumurtlar. Kendisine bakmakla görevli dadı karıncalar kendisini besler, temizler, yumurta ve yavrularının bakımını yaparlar. Yumurtalar beyaz olup 0,5 mm boyundadır. Balık yemi olarak satılan karınca yumurtaları gerçek yumurta değildir. Koza hâline gelen larvalardır. Karıncalarda tam başkalaşım (metemorfoz) bulunur. Yumurtalardan çıkan kurtçuklar (larva) ağızlarında salgıladıkları ve havayla karşılaşınca iplik şekline dönen sıvılarıyla kozayı örerek pupa dönemine geçerler. Dadı karıncaların yardımıyla kozadan çıkan genç karıncanın vücut rengi açıktır ve bir süre daha bakıma muhtaçtır. Koza yapan karınca türlerinde gelişimini tamamlayan yavru, dadı karıncaların yardımı olmadan kozayı delip çıkamaz. Koza içinde ölümü beklemekten başka çâresi yoktur. “Pupalara bakmakla görevli işçiler pupalık döneminin bittiğini nasıl anlıyorlar? Hangi esrarlı işâret bu zamanın dolduğunu bunlara haber veriyor?” suallerine kesin cevap vermek hayli güçtür. Kuluçka bakımıyla görevli işçiler, yuvada şartlar değiştikçe yumurta ve kozaları (pupa) en uygun ve kuru yerlere aktarırlar. Yumurta ve larvaları (kurtçuk) devamlı şekilde yalayarak rutûbetli dehlizlerde küflenmelerini önlerler.
Koloni bireyleri birbirlerine yüksek bir sevgi hissi ile bağlıdır. İki fert karşılaştıklarında antenlerini birbirlerine dokundururlar, hattâ tatlı sıvı damlalarını birbirlerinin ağızlarına akıtırlar. Larvalar çengel biçiminde kıvrık küçük bir baş ve 13 parçadan meydana gelen, ayaksız beyaz kurtçuklardır. Üzerleri ince bir tüy tabakasıyla örtülüdür. Genellikle dadı karıncalarının kursaklarında muhâfaza edilen besin salgısıyla beslenirler. Birkaç karınca türünde larvalar kendilerinin parçalamak zorunda kaldıkları böceklerle beslenirler. Ekin karıncalarının larvaları da tohum kabuğundan arınmış tohumları yerler. Üremede görev alacak olan erkek ve kraliçeler larva döneminde protein bakımından zengin besin alırlar. İşçi olacak olanlar ise karbonhidratlı besinlerle beslenirler.
Karıncaların antenleri üzerindeki kıllar dokunma ve işitme vazîfesi görürler. Bâzı karınca türleri gıcırtı veya çığlık şeklinde insan kulağının duyabileceği kadar ses çıkartırlar. Bâzılarının karın halkalarında ses çıkarma organı vardır. Bâzıları mandibulalarını (besini parçalamaya yarayan ağız parçaları) çarparak veya başlarını sert cisimlere vurarak ses çıkarırlar. Ancak insan kulağı bu seslerin çoğunu duyamaz. Termit (beyaz karınca) avcısı olan bâzı karınca türlerine av esnâsında çekirge gibi keskin ses çıkartan bir “rehber karınca” önderlik eder. Bu rehber karınca arkadaşlarından 50 cm uzakta toprağın altına girse bile çıkardığı tiz sesler arkadaşlarını bu noktaya çeker. Karıncaların işitme organlarının birinci çift bacakta olduğunu ve gözlerinin arılar gibi ultraviole şualarına hassas olduğunu ileri süren bilim adamları da vardır.
Karıncalarda alarm mandibül bezlerinden salgılanan kimyâsal bir maddeyle duyurulur. Bu kokuyu alan karıncalar bir tehlikenin varlığını anlayarak kaçışırlar. Besin bulan karınca da geçtiği yollara koku bırakır. Arkadaşları bu kokuyu tâkip ederek besine ulaşırlar. Her gidiş gelişte geçtikleri yolda koku bırakmaya devâm ederler. Bu kokulu yolda besinle yuva arasında gidiş geliş devâm eder. Besin tükendiğinde yuvaya dönenler koku bırakmayı keserek arkadaşlarının boşuna gidip gelişini önlerler. Karıncalarda koku, tad ve dokunma duyuları çok güçlüdür. Görme ikinci derecededir. Her koloninin kendine has kokusu vardır. Birbirlerini bu kokudan tanırlar. Aynı türden bir yabancı, korunan yuvaya girse, derhal fark edilerek öldürülür. Ancak uzun süre gizlenerek yuvanın kokusu üzerine sinerse yuvaya kabul edilir. Çiftleştikten sonra yuvaya dönen dişinin emniyetle yuvaya kabul edilmesi bu sebeptendir. Yine yuvanın kokusunu alarak yuvayı istilâ eden diğer böceklerin varlığı da bu şekilde îzah olunur. Yabancı bir kraliçe zifaf uçuşundan sonra yolda öldürdüğü işçilerin parçalarını vücûduna temas ettirerek onların kokusunun üzerine sinmesine müsâade eder. Bu koku sâyesinde yabancı bir yuvaya rahatça girerek kendini kabul ettirir. Karıncalarda gelişmiş olan koku alma duyusu özellikle antenlerin son 7 mafsalında (bölmesinde) alınır. Mafsalın her biri ayrı bir koku alma özelliğine sâhiptir. Meselâ yuva kokusu son parçayla alınır. Sonuncu parça koparılır veya bantlanırsa karınca herhangi yabancı bir yuvaya girer ve yuva sâhipleri tarafından öldürülür. Sondan başadoğru üçüncü parça karıncanın yolda giderken bıraktığı kokuyu algılar. Bu parça alınırsa artık gittiği yerde izini bulamaz. Sonraki mafsal “ana-kraliçenin” vücudundan çıkan kokuyu alır. Bu parçası kesilen işçi karınca bundan sonra ne yumurtlayan kraliçeyle ne de yumurta ve kozalarla uğraşmaz olur. Başka bir mafsal koloninin fertlerinin kokusunu alır. Bu parça yok edilirse birçok karınca türü bir araya karıştırılsa kavga etmezler. Karıncalar yuvalarının etrâfındaki dar patikalardan gidip gelirken birbirlerine her rastlayışta bir sâniye dururlar ve birbirlerine birşeyler söylüyormuş gibi antenlerini birbirlerine dokundururlar. Karıncaların anten dili mi vardır? Antenleri koparılan bir karınca yön bulma özelliğini kaybeder. Yuvasını bir daha bulamaz.
Karıncanın sindirim sisteminde üç adet mîde bulunur. İlk kısım bir pompa gibi besinleri emmeye yarar. İkinci kısım ise besinlerin bozulmadan saklanmasını sağlayan, genişleyebilen bir nevi kursaktır. Bu sosyal bir cep veya sadaka uzvundan başka birşey değildir. Onda hiçbir sindirim bezi bulunmaz. Üçüncü kısım ise besinlerin sindirildiği gerçek mîdedir. Kursak gerçek mîdeden tamâmen ayrılmıştır. Bir karınca yuva içinde veya dışında aç bir arkadaşına rastladığında büyük bir nezâkette bulunur. Antenlerini diğerinin antenlerine dokundurarak ön ayaklarıyla arkadaşına yaslanır. Ardından kursağında depoladığı besinin bir kısmını arkadaşının ağzına boşaltır. İki canlı arasında yapılan bu besin alışverişine “trofalazı” veya “boşanma” denir. Boşanma karıncaya büyük bir zevk verir. Arkadaşını doyuran karınca neşe içinde oradan ayrılır. Beslenen karınca aldığı besinin hepsini mîdesine aktarmaz. Bir kısmını diğer karıncaları beslemek için sosyal mîdesine aktarır. Karınca, sosyal mîdesindeki besinden kendisi hiçbir zaman faydalanamaz. Mîdesinin tamâmen dolu olması onun açlıktan ölmesine mâni olamaz.
Her karıncada zehir bezi bulunur. Zehir dikeni körelmiş olanlarda zehir dışarı püskürtülür. Bu madde düşmanları ıslatmaya, boğmaya ve yapıştırmaya yarar. Kendilerini rahatsız eden bir su birikintisiyle karşılaştıklarında bunu kurutuncaya kadar üzerine toprak zerreleri taşırlar.
Karınca yuvası: Karıncalar, yaşadıkları iklim ve çevre şartlarına uygun olarak taşlar altında, toprakta, ağaç içine, ağaç yaprakları arasında olmak üzere çeşitli yuvalar yaparlar. Hatta karınca türü kadar karıncalık çeşidi vardır. Çoğunda yuvalar, dehlizlerle birbirine bağlı yeraltı mağaralarını andırır. Genellikle her yuvada galeriler, mağaralar, kraliçe odası, yumurta ve larva odaları, erzak depoları, yorgun işçiler için dinlenme ve uyuma salonları vardır. Bâzı türlerde mantar yetiştirme yerleri, yaprak bitleri için ahırlar gibi kısımlar da bulunur.
Gezici ordu karıncaların (Eciton ve Anommalar) belli yuvaları yoktur. Büyük kümeler hâlinde bir bölgeden diğerine geçerler. Yolda buldukları her türlü canlıyı avlarlar. Böcekler, fâreler, büyük sıçanlar, kuşlar, yılanlar ve herşeyi yerler. Bunlar kraliçeleri, erkekleri ve her gelişme safhasındaki yavruları berâberlerinde taşırlar. Yalnız geceleri mola vererek basit geçici yuvalar yaparlar. Karıncalar yuvalarını, yumurta, larva ve kozalarını her türlü tehlikeye karşı büyük bir azimle korurlar. Başka bir karınca kolonisinin baskınına karşı yuvalarını kahramanca savunurlar. Rakipleriyle göğüs göğüse çarpışır veya üzerlerine formik asit püskürtürler. Eğer güçlü bir yağmur felâketinde yuva tamâmen su altında kalırsa işçi karıncalar kraliçeleri, yumurta ve yavruları ortalarına alarak birbirlerine kenetlenerek canlı bir top meydana getirirler. Bu canlı küme çözülmeden uzun süre su üstünde kalabilir.
Bal küpü karıncalar: Amerika’nın sıcak bölgelerinde yaşayan bir karınca türü (Myrmecoystus hortideorum). Bunlar sosyal kursağını vücûdun birkaç misli şişecek şekilde tatlı bir sıvıyla doldurabilmektedir. Tabiî halde 5-6 milimetre boyunda olan bu karıncalardan bâzıları kolonileri için kendilerini fedâ ederek bal odalarının tavanlarına ön ayaklarıyla tutunarak canlı birer silo meydana getirirler. Topluluğun diğer zayıf karıncaları bâzı ağaçların mazılarını (yapraktaki şişkinlikler) delerek emdikleri balı bunların kursaklarına boşaltırlar. Kışın ise bu canlı bal küplerinden besin dilenirler. Her bal odasında 30 kadar canlı tulum baş aşağı sarkar. Meksika’da bu karıncalardan yapılan şekerlemelerin satıldığı görülmüştür. Yuvalarını sert killi toprak içinde yaparlar. Bunlara düşkün yerliler kil tabakalarını kırarak bunları kilerlerden toplayarak satışa arz ederler.
Karıncalarda kölelik: Bâzı karınca türleri kendilerinden daha zayıf kolonilere yaptıkları baskınlarda buradaki yavruları kaçırarak yuvalarında esir olarak kullanırlar. Karıncalar içinde bâzı esir akıncıları bunu sanat hâline getirdiklerinden kendilerini besleme kâbiliyetlerinden dahi mahrumdurlar. Böyleleri kölelerini kaybettikleri an, açlıktan ölmeye mahkûmdur. Esir akıncılığında en tanınanlar “Amazon karıncaları”dır. Bunlara ABD’nin kuzeyindeki ormanlarda bol rastlanır. Senede birkaç defa esir akınlarına çıkarlar. Amazonların yuvada yaptıkları tek iş köleleri tarafından beslenmek ve hasımlarının başını delmek için gelişmiş olan silahlarını cilalamaktır. Ağızlarına besin boşaltan esirlerin yardımı olmadan yaşayamazlar. Kendilerini beslemekten âciz olduklarından bir şurup gölcüğü içinde olsalar da açlıktan ölmekten kurtulamazlar. Onlar için esir akıncılığı bir ölüm kalım meselesidir. Fakat bu akınlarda zannedildiği gibi büyük katliam yoktur. Ancak karşı koyanlar öldürülür. Bâzı köle kullanan karınca türleri köleleri olmadığı zaman kendilerini besleyebilmeye adapte olabilmektedirler.
Avcı karıncalar: Yalnız tropik iklimlerde yaşayan ve etle beslenen karıncaların milyonlarcası bir araya gelerek ordular kurarlar. Bunların öldürmek ve yağma etmekten başka sanatları yoktur. Ordularını ve seferlerini askerce tanzim ederler. Ordunun önünde keşif kolları çıkarırlar.
Bunların en korkuncu Afrika’da yaşayan “Doryline Anomma” karıncaları ile Tropik Amerika’da yaşayan “Eciton”lardır. Bir Anomma ordusunun gelişi çevredeki canlılar için büyük bir panik meydana getirir. İki milyondan fazla askerli bu muazzam ordunun önünden kaçmayan her şey ânında imhâ edilir. Ordunun ortasında kraliçe ve kozalar taşınır. Bir çeşit çığlık sesi ve kuşların kaçışı sürünün geldiğini haber verir. Yollarının önüne rastlayan tavuk kümesini, memeli ve böcekleri imhâ ederler. Yerliler bunların korkusundan köylerini terk ederler. Eskiden bâzı yerlerde esirler bunlara yem olarak atılırdı. Anomma karıncaları Tonga’da kafesteki bir parsı bir gece içinde iskelet hâline getirmişlerdi. Evden götürülemeyen bir hasta olursa karyolanın ayakları sirke içine konur. Damdaki çatlaklardan üstüne düşerlerse bir anda etini kemiklerden sıyırırlar. Onların geçtikleri yerde canlı kalmaz. Zararlı böcekleri yok ettiklerinden bir bakımdan faydalı sayılırlar. Anomma ordusunun yürüyüşünü akarsular bile durduramaz. Bir nehirle karşılaştıklarında çeneleriyle birbirlerinin bellerine tutunarak canlı bir köprü yaparlar. Kraliçe, yumurta ve larvalar bu canlı köprü üzerinden geçirilir. Bunların belli bir yuvaları yoktur. Göçebeler gibi devamlı yer değiştirirler. Her konakladıkları yerde geçici yuvalar kurarlar.
Çeneleri vücuttan ayrılsa bile tuttuğunu bırakmaz. Yerliler yaraları dikmek için bunları dikiş kancası gibi kullanırlar. Yaranın dudaklarını sıkıca ısıran karıncanın hemen başı vücûdundan kesilir. Öldüğü halde yarayı bırakmaz. Evliyâ Çelebi Seyahâtname’sinde bu karıncaların ameliyatlarda yara dikişlerinde kullanıldığını hikâye etmektedir.
Mantar yetiştiren karıncalar: Amerika’nın sıcak bölgelerinde yaşayan bâzı karınca türleri yeraltı mağaralarında küçük mantarlar yetiştirirler. Kendileri ve larvaları bu bitkisel besinlerle geçinir. Ektikleri mantarlardan başka besin almazlar. Güney Amerika’da yaşayan (Atta sexdens) bu tür karıncalardandır. Kolonide üç çeşit işçi karınca vardır. Yuva dışına çıkmayarak kapıları bekleyen 16 mm’den daha irilere “büyükler”; yuva dışında ağaç yapraklarını kesen, parçalayan ve yuvaya getiren “ortalar”; yuva içindeki mantarlıkta sporları eken gübreleyen ve mantarları yetiştiren “çok küçükler”. Arjantin’de yaşayan bir karınca türü mantarını yuvasında değil, yuva dışında açık havada yetiştirir. Bu dev mantarların şapkalarının çapı 20-40 cm, ağırlığı ise bâzan üç kiloyu bulur. Zehirsiz olan bu yenebilen mantarlara ancak bu karıncanın yuvasının üstünde rastlanır.
Çoban karıncalar: Bâzı böcekler tatlı madde çıkarırlar. Bunlar genellikle Hemoptera takımına bağlıdır. Bâzı gündüz kelebeklerinin tırtılları da tatlı madde çıkarırlar. Bu maddelere düşkün olan bir kısım karınca türleri bunların çıkardığı tatlı sıvılarla beslenirler. Yaprak bitlerine özel bir ilgi gösterirler. Bunları antenleriyle âdetâ okşayarak şekerli madde çıkarmalarını teşvik ederler. Damlalar hâlinde çıkan bu tatlı salgıları içerler. Karıncalar bu bitleri diğer böceklere karşı korurlar. Yaprak biti sürüsünü otlatmayı, yuvalarında barındırmayı, muntazam sağmayı bir sanat hâline getirmişlerdir.
Bazı karıncalar da şekerli salgısı olan tırtıllardan faydalanırlar. Kendilerine göre dev bir at gibi olan tırtılların sırtlarına binerek kendilerini taşıtırlar. Tırtılın karın bölgesinin son kısmını antenleriyle okşayarak çok sevdikleri tatlı sıvıyı salgılamasını sağlarlar. Her karınca bindiği tırtılı düşmanlarına karşı korur.
KARINCAYİYENLER (Myrmecophagidae-Echidnidae)
Alm. Ameisenfresser, ameisenigel, Fr. Myrmécophagide’s, échidnés, İng. New World ant-eaters, echidnas. Familyası: Karıncayiyengiller (Myrmecophagidae-Echidnidae). Yaşadığı yerler: Güney Amerika, Avustralya, Tasmanya ve Yeni Gine. Özellikleri: Solucan gibi uzayabilen, yapışkan dilleriyle karınca toplayıp beslenen dişsiz memelilerdir. Tabanlarına basarak yürürler. Çeşitleri: Büyük karıncayiyen, cüce karıncayiyen, tamandua, dikenli karıncayiyen (ekidne) en iyi bilinen türlerdir.
Vücutları kıllı, koni veya hortum şeklinde uzunca yüzleri, solucana benzer uzun ve yapışkan dilleri, toprağı kazmaya yarayan güçlü pençeleri olan dişsiz memeliler. Güney Amerika’da yaşayan büyük karıncayiyen, cüce karıncayiyen ve tamandua memeliler sınıfının dişsizler (Edentata) takımının “Myrmecophagidae” familyasındandırlar. “Karıncaayıları” olarak da bilinerler. Karınca, arı ve termitlerle beslenirler. Ön ayakları kuvvetli olup, parmakları kanca tırnaklıdır. Bu tırnaklarla karınca ve termit yuvalarını kolayca bozarlar.
Avustralya, Tasmanya ve Yeni Gine’de bulunan karıncayiyenler ise, tekdelikliler (Monotremata) takımının “Echidnidae” familyasından olup, ornitorenk (gagalı memeli) gibi yumurtlayan memelilerdir. “Dikenli karıncayiyengiller” de denilmektedir. Sırtlarındaki sık kıllar arasında sivri dikenler bulunduğundan, dıştan kirpiyi andırırlar. Bacakları kısa ve beş parmaklı olup kuvvetli kanca tırnaklıdır. Uzun gagalı ekidne (Zaglossus bruijini) ve kısa gagalı ekidne (Echidna aculeatus) olmak üzere iki türü bilinmektedir. Küçük gagalı ekidne en çok bilinen türdür. “Avustralya dikenli karıncayiyeni” olarak da bilinir. Boyu 35-50 cm kadardır. Kuyruğu ise bir santimetreyi pek geçmez. Ağırlığı 10 kilogramı bulanları vardır. Genellikle temmuz ile eylül arasında yuvarlak ve lâstikimsi tek yumurta yumurtlarlar. Fakat yumurtalarının üzerinde kuluçkaya yatmazlar. Dişi, yumurtasını karnındaki kesesinde 10-11 gün kadar taşır. Kesede kuluçka süresini tamamlayarak gelişen yavru “yumurta dişi” ile yumurta kabuğunu kırarak keseye yerleşir. Burada anne sütüyle bir süre beslenir. Başlangıçta yarım gramdan hafif olan ekidne yavrusu, 60 gün içinde 400 gramlık bir ağırlığa erişir.
Büyüyüp dikenleri çıkınca, anne onu toprakta açtığı bir çukura bırakır. Sütten kesilinceye kadar anne tarafından düzenli olarak burada emzirilir. Üç aylık olunca 900 gr ağırlığa ulaşır. Emzirme devresi yaklaşık olarak 200 gün sürmektedir.
Ekidnenin dikenlerinin uzunluğu altı cm kadardır. Avustralya yerlileri bu dikenleri oklarının uçlarına takarlar. Erkek gagalı memelide olduğu gibi, erkek karıncayiyenlerde de savunma organı olarak zehirli mahmuzlar mevcuttur. Tasmanya karıncayiyenlerinin dikenlerinin uzunluğu ekidneninkinden daha kısadır.
Amerika karıncayiyenlerinin postlarında dikenler bulunmaz ve yavrularını diğer memeliler gibi doğururlar. Ön ayakları 4, arka ayakları 5’er parmaklıdır. Büyük karıncayiyen (Myrmecophaga tridactyla) Güney Amerika’da yaşar. Boyu, 100 santimetrelik kuyruğu ile berâber 210 santimetreyi bulur. Ağırlığı 50 kg kadardır. Boz renkli postunun kıllarının uzunluğu 25 cm’yi bulur. Kuyruk kılları ise daha uzundur. Başın yanlarından sırtın her iki tarafına doğru uzanan siyah-beyaz bantları mevcuttur. Ön ayaklarının geriye kıvrık güçlü pençeleriyle karınca yuvalarını kolayca dağıtır. Bir kaç dakika içinde binlerce karıncayı yiyebilir. Yalnız yaşamayı sever. Hemcinsler eşleşme devrelerinde bir araya gelirler. Gebelik süresi 190 gün kadardır. Çoğunlukla tek yavru doğurur. Anne karıncayiyen, yavrusunu sırtında taşıyarak ona karınca yemeyi ve kendi hâlinde yaşamayı öğretir. Gündüzleri yüksek otlar arasında kuyruğu ile örtünerek dinlenir. Gece avlanmaya çıkar. Ağaçlara tırmanamaz. İnsan kadar süratlidir. Kuvvetli olup, insan ve köpekler için tehlikeli olabilmektedir. Tamandua (Tamandua tetradactyla) Orta ve Güney Amerika’da yaşar. Boyu, 40 santimetrelik kuyruğu ile beraber 100 cm kadardır. Postunun rengi sarımsı olup yanları siyah lekelidir. Çoğunlukla ağaçlarda yaşar ve iyi tırmanıcıdır. Sık çalılıklar arasında da dolaşır. Termitlerle beslenir. Geceleri ağaçlarda avlanır. Tehlike hâlinde pis kokulu bir madde çıkarır. Dişiler yavrularını korumak için sık sık bu kokuyu salarlar.
Cüce karıncayiyen (Cyclopes didactylus), bu âilenin en küçük üyesidir. Boyu, 18 santimetrelik kuyruğu ile beraber 38 cm kadardır. Postu tilki kızılı rengindedir. Dört parmaklı ön ayaklarının yalnız iki parmağı tırnaklıdır. “Karınca ayısı” olarak da bilinir. Orta ve Güney Amerika’nın ağaçlık bölgelerinde gizlenerek yaşar. Gündüzleri ağaç çatallarında uyuklayarak dinlenir. Geceleri av aramaya çıkar. Yalnız dolaşmayı sever. Karınca, arı ve termitlerle beslenir. Davranış ve üreme özellikleri hakkında fazla bir şey bilinmemektedir.
Karıncayiyenler kara hayvanı olmakla berâber iyi yüzerler. Kavgacı olmamalarına rağmen, yaralanınca veya sıkıştırılınca, keskin ön pençeleriyle tehlikeli olurlar.
Alm. Ventrikel (m), Herz, Hirn-Kammer (f), Fr. Ventricule (m), İng. Ventricle. Vücûdun çeşitli organları içinde bulunan boşluklar. Önemli olarak beyinde ve kalpte vardır.
Kalp karıncıkları: Sağ ve sol olmak üzere, kalp kasıyla çevrilmiş iki tâne boşluktur. Sağdakinden akciğer atardamarı, soldakinden aort (ana vücut atardamarı) çıkar. Kan, kalbin kulakçıklarından karıncıklara geçer. Kapakçıkların tutunduğu özel kaslar, karıncık içinde bulunur. Sol karıncık daha kuvvetli kaslara sâhiptir ve duvarı daha kalındır. Bu kaslar sinus düğümünden çıkan uyarılarla irâde dışı olarak dakikada ortalama 60-90 defâ kasılır ve gevşer.
Beyin karıncıkları: İki tâne yan karıncık, üçüncü karıncık, dördüncü karıncık olmak üzere dört tânedir. Yan karıncık ile üçüncü karıncık arasında “monroe deliği”, üçüncü karıncık ile dördüncü karıncık arasında “silviyus kanalı” bulunur. Yan karıncıkta yapılan beyin omurilik sıvısı bu deliklerden geçer ve dördüncü karıncıktan emilir. Bu sıvı devamlı dolaşım hâlindedir.
Beyindeki bir bozukluğun gösterilmesinde beyin karıncıkları içine boyalı madde verilerek röntgen filmi çekilir.
KARINDANAYAKLILAR (Gastropoda)
Alm. Bauchfüssler (m.pl.), Fr.Gastéropodes (m.pl.), İng. Gastropodes (pl.). Yumuşakçalar (Mollusca) şûbesinin en kalabalık sınırı. Gastropoda deyince salyangozlar akla gelir. Çoğu denizlerde, bir kısmı tatlı ve acı sularda, bir kısmı da karada yaşar. Vücutları helezonî bir kabukla örtülü veya çıplaktır. Kaslı düz ayaklarıyla zemine sürünerek yürürler. Başlarında iki çift anten (dokunaç) bulunur. Uzun çiftlerin üzerinde bir çift göz mevcuttur. Çoğunun ağızlarında radula denen dişli bir dil bulunur. Suda yaşayanlar manto boşluğundaki tüy veya yaprak şeklindeki solungaçlarıyla, karada yaşayanlar hava ile solunum yapar. Bir delikle dışarı açılan manto boşluğunun tabanı zengin bir damar ağına sâhiptir. Akciğer vazîfesi gören manto boşluğuna giren havanın oksijeni, osmozla (geçişme) kan damarlarına geçerek gaz alışverişi yapılır.
Çoğu otçuldur. Az bir kısmı ise etçil olup, canlı veya ölmüş hayvanlarla geçinirler. Çok azı da parazittir. Salyangozların bir kısmı ayrı eşeyli, çoğu ise erdişili (hermofrodit)dir. Böyle bireylerde hem erkek hem de dişi üreme organları mevcuttur. Erdişi olanlar karşılıklı birbirini döller veya biri erkek diğeri dişi görevi yapar. Karadakiler, yumurtalarını toprak içine açtıkları çukurlara bırakır. Suda yaşayanlar yumurtalarını jelatinsi bir torba veya kılıf içinde su bitkilerine yapıştırır. Çoğunda metamorfoz (değişim) olmayıp, yumurtalarından, erginlere benzer yavrular çıkar. Karada yaşayanlar çoğunlukla nemli bölgelerde barınır. Kabuklu olanlarına “salyangoz”, kabuksuzlara “sümüklüböcek” denir. Mantar, ot ve sebze ile beslendiklerinden bâzen bahçelere dadanarak büyük zararlar yaparlar. Bostanlara ziyânları ise daha fazladır. (Bkz. Salyangozlar)
Alm. 1. kim.Gemisch (n), 2. Mischung (f), Fr. 1. kim. Mélange (m), 2. tek. Dosage (m), İng. Mix, mixture, medley. İki veya daha çok maddenin kimyâsal bir tepkime olmaksızın bir araya gelmesi. Karışımda karışımı meydana getiren cisimlerin atomlarında bir değişme olmaz. Bunlar yapılarını da değiştirmezler. Yalnız fiziksel olarak karışırlar. Metallerin karışımına alaşım denir. Alaşımlar metallerin eritilmesiyle elde edilir.
Karışımı meydana getiren maddeler gözle veya optik âletlerle görülemiyorsa, karışıma “homogen” denir, aksi halde karışım “heterogen” olur. Karışımın fiziksel özellikleri kendini doğuran elemanların fiziksel özelliklerinden başkadır. Sıvılarla ve gazlarla da karışımlar meydana gelir. Meselâ hava bir karışımdır. Hava; azot, oksijen, az olarak da helyum, argon ve neon karışımından meydana gelmiştir.
Alm. Garnele, Fr. Crevette grise, İng. Shrimp. Familyası: Çalıkaridesgiller (Crangonidae). Yaşadığı yerler: Denizlerde, özellikle soğuk su kısımlarında. Özellikleri: Kalabalık topluluklar hâlinde yaşayan bir eklembacaklıdır. Uzunluğu 5-6 cm’dir. Çeşitleri: Bu âilenin iki türü bilinmektedir. C. Munita, C. crangon. Avrupa denizlerinde ve Kuzey Amerika kıyılarında yaşayan, kabuklular sınıfından bir eklembacaklı. Silindirik vücutlu, uzun duyargalıdır. Boyu 5-6 santimetredir. Vücûdu kalsiyum karbonattan meydana gelen bir zırhla örtülüdür. Gövdesi eklemlidir. Geniş yüzgeçimsi kuyruğunu sallayarak geri geri yüzer. Yumurtalarını ve çıkan yavrularını gelişinceye kadar karınaltı bacakları arasında taşır.
Karidesler, tatlı ve tuzlu sularda yaşayan on ayaklı eklembacaklılardır. Boyları 1-30 cm arasında değişir. Karidesler oymağının yedi familyası bilinmektedir. En yaygını çalıkaridesgillerdir. Beş çift bacaklarının en az iki çiftinde kıskaçlar bulunur. Kuyrukları belirgin olup, yelpâzeye benzer. İki çift olan duyargaları ise çok uzun ve iki çatallıdır. Bu çatallardan en az bir tânesi geriye kıvrılarak, karidesin yarıkların içine geri geri girmesini sağlar ve arkadan gelen tehlikeyi haber verir. Tehlike karşısında karidesin en belirgin tepkisi, âni bükülmeyle kendini korumaya çalışmasıdır. Vücut renkleri, bulundukları çevreye uyacak biçimde değişebilmektedir. Küçük balıklarla beslenen büyük kıskaçlı avcı tipler olduğu gibi, kumlar arasındaki besin parçacıklarıyla beslenen çöpçü tipler de vardır. Bunların bâzı türlerinde besin parçacıklarını rahat toplamak için kıskaçları üzerinde fırçamsı kıllar mevcuttur.
Dişiler yumurtalarını bacaklarının ilk dört çiftiyle taşırlar. Bâzan sondaki iki bacak da bu göreve katılır. Tatlı su karidesleri çoğunlukla tropikal bölgelerde yaygındır.
Alm. Karikatur (f), Fr. Caricature (f), İng. 1. Cartoon 2. Caricature. Herhangi bir insanın, fikrin veya bir olayın resimlendirilerek gülünç şekilde anlatılması. Bir insanın veya bir olayın ayrıntılarına girmeksizin, kısa, düşündürücü ve özlü bir fikir vermek veya genellikle güldürmek için bâzı özelliklerinin göze çarpıcı bir şekilde resimlendirilmesi. Karikatür, bir resim sanatıdır. Bu resimleri çizenlere “karikatürcü” veya “karikatürist”denir.
Karikatür, özelliği îtibârıyla tanınan, bilinen orijinalinden farklıdır. Karikatür, konu olan bir kişinin veya bir olayın dikkati çekici özelliklerini ortaya koyar. Çoğu zaman kişinin bâzı özelliklerinin abartılmasını konu eden karikatür, o kişiyi hicvetmek, küçültmek ve onunla alay etmek vâsıtası olarak da kullanılmaktadır. Alay etmek, insanların birbirlerini hafife alması, rencide etmesi, onu küçük ve gülünç duruma düşürmesi demektir. Bu hususta Avrupalı filozof Bergson “İnsanlar, yalnız insanları veya insanlarla ilgili olayları gülünçleştirmeyi düşünmüşlerdir.” demiştir.
Çok eski devirlerden beri karikatürün yapıldığı bilinmektedir. Pompei ve Herculanın kazılarında, duvar ve vazolarda çeşitli karikatür örneklerine rastlanmıştır. Esas karikatür sanatı, Rönesans devrinde başlamıştır. Fakat Champfleury, eskiden yapılan resimleri karikatürden saymamaktadır. Resme konu olan kişilerin özellikleri aydınlatılmadığı için karikatür sayılmaz. Bunlara “bürlesk” denir.
Taş, tuğla, vazo ve duvar gibi yerlere yapılan karikatür, baskı makinesi bulunup da kitaplar ve gazeteler yayınlanmaya başlayınca daha da gelişti.
On sekizinci yüzyılda yaşamış İspanyol ressamı Goya, siyâsî karikatürleriyle ün yaptı. Aynı çağda yaşamış İngiliz ressamı William Hogarthda eserlerinde bu özelliğe çok yer verdi.
Gazeteciliğe karikatürü ilk defa Fransız ressamı Charles Philippon getirdi. Hatta 1831’de Paris’te La Caricature Gazetesi’ni kurdu. Ondan sonra İngilizler ve Almanlar da karikatürü gazetecilikte kullanmaya başladı. İngiltere’deki ünlü siyâsî mîzâh dergisi Punch bu çığırın kısa zamanda gelişmesine yol açtı.
Karikatür, kendine özgü sâdeliği ve didaktik (öğretici) tarafı sebebiyle herkes tarafından benimsendi. Karikatürde insanları veya tipleri hicivli olarak canlandırma şekli ilk olarak 16. yüzyılda olmuştur. Meselâ, Agostino Carracci ve Giovanni Bernini tarafından ele alınmıştır. On altıncı yüzyılın tanınmış karikatürlerinden birisi, küçük bir el arabasında midesini taşıyan ve bir yandan da kusan bir oburu tasvir eden Alman karikatürüdür.
Siyâsî konuları gâye edinen karikatürler, 18. yüzyılda çoğaldı. Luterciliğin ortaya çıkışı İngiltere’de Hannover Hânedânıyla Jakobitler arasında meydana gelen olayları anlatan çizgiler önemli siyâsî karikatürler arasında sayılmaktadır. Son zamanlarda milletlerarası karikatürcüler arasında Fransa’da Sennep, Guérin ve Effel; İngiltere’de Sir David Low; Almanya’da da P. Simmel bilinmektedir. Şâir ve edipliklerinin yanında Victor Hugo ile Alfred de Musset birer karikatürcüydüler.
Türkiye’de ilk karikatür; Teodor Kasap’ın 1870’te çıkardığı Diyojen Dergisi’nde görüldü. İlk karikatürist Cem adındaki bir ressamdır. Çıkardığı Cem dergisinde batı anlayışına uygun olarak Osmanlı Devletini ve idârecilerini hicvetmiştir. Cumhûriyet döneminde önceleri Necmi Rızâ, Orhan Vural, Sedat Nûri İleri, Münif Fehim, Rıfkı, Râmiz ve daha sonra Sâlih, Vehip Sinan, Semih Balcıoğlu, Turhan Selçuk, Nehar Tüblek, Ferruh Doğan, Güngör Kabakçıoğlu, Tonguç Yaşar gibi karikatürcüler yetişmiştir. Cemâl Nadir ve Râmiz yurdumuzda karikatürcülüğü meslek hâline getirmişlerdir.
İnsanlarla alay etmek, onları gülünç duruma düşürmek, toplumdaki şeref ve itibarlarını rencide etmek İslâm dîninde kesinlikle yasaklanmıştır. İslâmiyet, eziyet edici, kalp kırıcı, üzücü ve alay edici oldukları zaman karikatür yapmayı yasak etmiştir. İslâm dîninde, insanların şeref ve îtibârını zedeleyen, mânevî değerleriyle alay eden ve insanları kötülüğe sürükleyen karikatürler de yasaktır. İslâm dîni, insanlarla alay edilmesine, gençlerin fuhşa sürüklenmesine, evlilerin baştan çıkarılmasına sebeb olan her türlü canlı resimleri ve karikatürleri haram kılmıştır.
Roma-Germen İmparatoru. Şarlken olarak da bilinir. Belçika’nın Gand şehrinde 1500 yılında doğdu. Babası Habsburg Hânedânından Güzel Philippe, annesi Kastilya Kraliçesi Deli Juanna’dır.
Geleceğin imparatoru gözüyle bakıldığından ihtimamla büyütüldü. Dedesi İmparator Max, 1516 yılında ölünce Karl’ın babası Arşidük Güzel Philippe daha önce öldüğünden kendisine büykü mîrâs kaldı. Aynı yıl anne tarafından dedesi olan II. Fernando’nun ölümüyle Kastilya, Aragon, Napoli ve Sicilya krallıklarının taçları şahsında birleşti. Karl, 1519’da Alman imparatoru seçilince, Avrupa’daki en büyük imparatorluğun sâhibi oldu. Alman imparatoru olarak (1519-1556), İspanya kralı olarak (1516-1556), Hollanda-Belçika kralı olarak (1516-1556) yılları arasında hüküm sürdü. İmparatorluğun sınırlarına İspanya ve ona bağlı sömürgeleri ile Avusturya-Almanya topraklarının hepsi dâhildi. Sömürgeleri ile İngiltere ve Avrupa’da tek başına kalmış Fransa, Karl’ın en büyük rakîbiydi. Beşinci Karl, bir Avrupa imparatorluğu meydana getirmek için Fransa ile otuz yıl süren savaşlara girişti. Önce La Bicoque (1522) ve Pavie (1525) savaşlarını kazanarak, Fransa Kralı Birinci François’i esir aldı. Bu durumda Birinci François annesi vâsıtasıyle resmen Osmanlı Sultanı Kânûnî Sultan Süleymân Hana baş vurup kurtarılması için ricâda bulundu. Yalvarıp yakaran mektubunda dünyâda oğlunu kurtaracak devlet başkanının kendisinden başkası olmadığı belirtiliyordu. Kânûnî Sultan Süleymân Han, yardım etmek ve Osmanlı menfaatlerini korumak için Macaristan Seferine çıktı (1526). Beşinci Karl’ın yakın akrabâsı olan Macaristan Kralı İkinci Layoş’u yenip, Macaristan ve Transilvanya’yı Osmanlı topraklarına kattı. Ayrıca Barbaros Hayreddîn Paşanın idâresindeki donanma, Alman İmparatorluğu donanmalarını Akdeniz’de ard arda mağlub etmesi, Beşinci Karl’ı şaşkına döndürdü.
Kânûnî Sultan Süleymân’ın bu yardımlarından başka Fransızlara uzun vâdeli borçlar ve imtiyazlar vererek ekonomilerini kuvvetlendirmesi Fransa ile Avrupa’da Almanya karşısında denge sağlamak içindi.
Osmanlı Devletinin hiçbir zaman imparator olarak görmediği ve tanımadığı Beşinci Karl hiçbir başarı kazanamayınca siyâset alanından da çekilmek zorunda kaldı. İspanya’yı oğlu Filip’e, imparator ünvânını ise kardeşiFerdinand’a bırakarak Yunte manastırına çekildi (1557). 21 Eylül 1558’de öldü.
(Bkz. Demirbaş Şarl)
1683’te Sadrazam Merzifonlu Kara Mustafa Paşanın Viyana’yı kuşatması ile başlayan ve 1699’a kadar önce üç, sonra dört devletle yapılan savaşlar sonunda Almanya, Lehistan, Venedik ve daha sonra Rusya ile imzalanan barış antlaşması.
Osmanlı ordusunun, Viyana önünden çekilmesi üzerine Avrupa devletlerinden Avusturya, Lehistan, Venedik ve Malta, kutsal bir ittifak kurarak, Osmanlıları Avrupa’dan atmak gâyesiyle, her taraftan Osmanlı ülkesine saldırdılar. Bu ittifaka daha sonra Rusya da katıldı. On altı yıl süren bu harplerde Osmanlı orduları dört cephede savaşmak mecburiyetinde kaldı. 1695’te tahta çıkan Sultan İkinci Mustafa Han kaybedilen yerleri geri almak için Avusturya üzerine üç sefer düzenledi. İlk iki seferde önemli başarılar kazandı ise de üçüncü seferinde Zenta’da Avusturya ordusunun âni hücumuna uğrayan Osmanlı Ordusu ağır bir yenilgiye uğradı.
1697 Zenta yenilgisinden sonra sadrazamlığa getirilen Amcazâde Hüseyin Paşa tecrübeli ve iyi görüşlü bir vezir olduğundan bu şartlar altında dört cephede savaşa devam edip, elden çıkan yerlerin geri alınmasının imkânsız olduğunu görmüş ve barış yapılmasının şart olduğunu anlamıştı. Esasında İngiliz ve Felemenk elçileri de barış için gayret sarf ediyorlardı. Daha önce gerek Osmanlı Devleti ve gerekse Avusturya uzun savaşa son verilmesi için faaliyette bulunmuşlar, ancak sulh gerçekleşmemişti. Padişah Sultan İkinci Mustafa Han, elden çıkan yerlerin hiç olmazsa bir kısmı geri alınmadıkça sulhe yanaşmak istemiyordu. İngiliz ve Felemenk sefirleriyle görüşerek sulh akdine lüzum gören Sadrâzam Amcazâde Hüseyin Paşa, devletin on altı yıldan beri savaştığını, maddî manevî pek büyük kayıplara uğradığını, Anadolu ve Rumeli’de asayişsizliklerin ortaya çıktığını, şimdilik barış yapılarak düşman arasındaki ittifakın bozulmasını beklemenin devlet için daha faydalı olacağını anlatınca, padişah da sulhe taraftâr oldu.
Taraflar anlaşmaya karar verdikten sonra antlaşmanın Tuna Irmağı kıyısında, Belgrad’a yakın Karlofça kasabasında imzâlanması kararlaştırıldı.
Karlofça’daki görüşmeler ve tartışmalar dört ay devam ederek otuz altı celse sürdü. Sert ve çetin müzâkereler sonunda, sulh kararını imzâlamağa mezun olmayan Rusya hâriç olmak üzere, üç devletle yirmi beşer sene, müddetle ayrı ayrı muâhede ve Rusya ile de üç esne üzerinde mütâreke imzâlandı. Barış görüşmelerine arabulucu olarak katılan İngiliz ve Hollanda hükümetleri, Osmanlı hükümetine konferanstan önce antlaşma esaslarını kabataslak ortaya koyan bir protokol imzâlatmayı başardılar, bu sebeple Osmanlı birinci murahhası Râmî Mehmed Efendinin başarılı diplomatik faaliyetlerine rağmen Karlofça Antlaşması Osmanlı Devleti için ağır bir mağlubiyet oldu.
26 Ocak 1699’da Avusturya ile imzâlanan yirmi maddelik antlaşmaya göre; Bonat (Temeşvar) eyâleti bütün sancakları ile Osmanlılarda kalıyor, Erdel de dâhil olmak üzere Macaristan’ın diğer yerleri Avusturya’ya terk ediliyordu. Hırvatistan taraflarında her iki devlet ellerindeki yerleri muhafaza ediyorlardı. Bu tarafta Sava Nehri hudut kabul edildi. Tire ve Moroş nehirleri balık avı vesâire ihtiyaçlar ve nehir gemileriyle yapılacak nakliyat için her iki tarafça serbest bırakıldı. Bu antlaşma ile Erdel (Transilvanya) Osmanlı nüfûzundan çıkarak Avusturya’nın bir eyâleti oldu.
Lehistan’la imzâlanan on bir maddelik antlaşmaya göre; Osmanlı Devleti, Bucaş Muâhedesi ile Lehlilerden aldığı Podalya eyâleti ve Kamaniçe ile Ukrayna’yı geri veriyordu. Bundan başka Osmanlı hükûmeti Kırım hanının Lehistan’a taarruzunu önlemeği taahhüt ettiği gibi, aynı zamanda Lehlilerin Kırım hanlarına her sene vermekte oldukları vergi de kaldırılıyordu.
Venedik Cumhûriyeti ile de on altı maddelik bir antlaşma yapıldı. Bu antlaşmaya göre: Kuzey Mora’da yarımadanın kapısı olan Korent şehri müstesnâ olmak üzere Mora Yarımadasiyle Ayomovra Adası ve yanındaki Küçük Ada, Dalmaçya’da Knin, Sin, Gabelas Zadvarya, Vorgaraç, Velika, Çeklot kaleleriyle daha güneyde Nove ve Rısen (Resne) kaleleri gibi muhârebe esnâsında Venedikliler tarafından alınmış olan yerler ayrıca onlarda kalıyordu. Venedikliler de İnebahtı Körfezinin kuzeyinde elde ettikleri bütün şehir ve kasabaları geri veriyorlardı. İnebahtı liman ve kalesi de bu suretle Osmanlılara iâde ediliyordu.
Azak Kalesini alarak Karadeniz’e çıkmak isteyen Rus Çarı Deli Petro’nun bu emeline, Kerç Boğazının Osmanlılar elinde olması ve bu sırada Osmanlılarla Avusturyalılar arasında sulhun yapılması mâni olmuştu. Bu sebeple Çar, Karlofça’ya murahhas (temsilci) göndermiş, ancak murahhas sulhe yanaşmıyarak üç sene üzerine bir mütareke yapıp memleketine dönmüştü. Ancak, Çar yalnız başına niyetini gerçekleştiremiyeceğini anladığından, ertesi yıl İstanbul’a bir murahhas gönderdi. Reîsülküttâb Râmi Mehmed Efendi ile Rus MurahhasıUkrayçov arasında yapılan görüşmelerden sonra (on dört maddelik) antlaşma imzâlandı.
14 temmuz 1700’de Rusya ile imzâlanan yine yirmi beş yıl süreli İstanbul Muâhedesine göre; Azak Kalesi ve etrafında ona tabi kale ve hisarlar ile, Koban taraflarından önemli bir bölge Ruslara bırakıldı. Özi Suyu üzerindeki Doğan (Togay), Gâzi Kerman, Şahin Kerman, Nusret Kerman hisarları yıkılmak üzere o havali Osmanlılara iâde olundu. Ayrıca Rusların dâimî sûretle İstanbul’da kapı kethüdası ismiyle küçük elçi bulundurmaları ve bunun diğer devletlerin dâimî elçileriyle aynı hakka sâhib olması kabul edildi.
Karlofça Antlaşması, Osmanlılar aleyhine yapılmış en ağır antlaşmadır. Bu antlaşmayla Osmanlı Devletinin Orta Avrupa’ya doğru gelişme hareketi kesinlikle durdurulmuş ve Osmanlı Devleti müdâfaa durumuna düşürülmüştür.
1683 Viyana bozgunu ile başlayan on altı yıllık harp neticesinde devletin asırlardan beri elde ettiği yerler elden çıkmış, Macaristan, Erdel, Podolya, Ukrayna, Mora gibi geniş bölgeler Bosna ve havâlisinden mühim yerler düşmanların eline geçmiştir.
Karlofça Muâhedesiyle neticelenen ve dört cephede ve bilhassa Avusturya ve Venedik cephelerinde en kıymetli toprakların terkini gerektiren bu muhârebeler Osmanlı ordusunun bundan böyle yeniden tertib edilerek yeni usûllere göre harb etmesini îcâb ettiriyordu. Karlofça Muâhedesi, Osmanlıların askerî kudretinin mühim surette zaafa uğradığını meydana koymuş ve asırlarca süren düşman üzerindeki Türk kudret ve satvetini silmiştir.
Osmanlı Devleti, bu antlaşmanın şartlarını bozmak için çok gayret gösterdi. 1711’de Rusya’yı, 1715’te Venedik’i yenerek, Karlofça Antlaşması ile bu devletlere verdiği toprakları geri aldı. Yalnız bütün çabalarına rağmen Avusturya’ya verdiklerini geri alamadı. Büyüyen Rus tehlikesine karşı Lehistan’ı destekleme siyâseti güttüğünden Karlofça ile Lehistan’a bıraktığı yerleri geri almaya teşebbüs etmedi.
Dokuz Oğuz Türk boylarından. Çin kaynaklarında Kalaluk, İslâmî kaynaklarda Karluh, Halluh olarak geçer. Karluk, “kar yığını” mânâsındadır. Göktürkler (522-745) devrinde Altayların batısındaki Kao İrtiş ve Tarbagatay havâlisinde otururlardı.
630’da Göktürk Devletinin Çin entrikaları sonunda onların hâkimiyeti altına girmesiyle, diğer Türk boyları gibi Karluklar da İstiklâl mücâdelesine giriştiler. Çin’e karşı her beğ kendi reisi tarafından idâre edilirken, Karluklarda Külerkin ünvanlı Üç beğ, Yabgu ünvanı alarak kuvvetli bir orduya sâhib oldular. Karluk reisi, 845’te Uygur Devletinin kuruluşunda Göktürklere karşı cephe alarak önce sağ yabgu, Uygur hakanı Kutluğ Bilge Kül devrinde de sol yabgu oldu. Beşbalık havâlisindeki Karlukluların da ayrı bir yabgusu vardı.
Sekizinci yüzyıl oralarında Maveraünnehr’de bulunan Müslüman Araplar ile karşılaşan Karluk Türkleri, Orta Asya’yı tehdit eden Çinlilere karşıMüslümanlar ile ortak hareket ettiler. Temmuz 751’de yapılan Talas Meydan Muhârebesinde Müslümanların safında yer alan Karluklar, Çinlilerin Orta Asya’dan çekilmesini sağlayan mağlubiyetine sebeb oldular. Sekizinci yüzyıl sonlarında Balasagun ve Talas havâlisine yerleşerek, hâkimiyet kurdular. Uygur Devleti 840’ta Kırgızlar tarafından yıkılınca, Karluk yabgusu kendisini “Bozkırların Hükümdârı” ilân ederek, Kara Han ünvanı aldı (Bkz. Karahanlılar). Karahanlılar Devleti (840-1212) devrinde mühim mevkilerde bulunan Karluklar, Türklerin topluca Müslüman olmasına hizmet ettiler. On üçüncü yüzyıldaki Moğol zulmetinden Afganistan ve Hindistan’a giden Karluk Türklerinden meşhur kumandanlar, bölgede Türk-İslâm devletlerinin kurulmasında vazife alarak iktidârda söz sâhibi oldular. Hâlen Tacikistan’da Karluk adlı kabile ve İran’da yer adları mevcuttur.
Alm. Gemischte Witschaft (f), Fr. Economie (f) mixte, İng. Mixed economoy. Kapitalist ve sosyalist iktisadî sistemler arasında yer alan bir iktisadî düzen.
Karma ekonomi düzeni, özellikle kapitalist sistemin bütün özellikleri ile uygulanmadığı, devletin iktisadî hayata müdahalesinin ağırlık taşıdığı ekonomilerde görülür. Özel teşebbüse yer veren sosyalist sistemler de bir ölçüde karma nitelik taşımaktadır.
Türkiye’de karma ekonomi gereği iktisâdî, sosyal ve kültürel kalkınmayı, özellikle sanâyi ve tarımın düzenli ve uygun bir şekilde gelişmesini ve kaynaklarını planlamak devletin görevidir. Devlet ayrıca para, kredi, sermaye mal ve hizmet piyasalarının doğru ve düzenli işlemelerini sağlayıcı ve geliştirici tedbirleri alır; piyasalardaki fiilî veya anlaşma sonucu doğacak tekelleşme ve şehirleşmeyi önlemek vazifesini üstlenmiştir. Tabiî servetler ve kaynaklar da devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunmaktadır.