KARBON TETRAKLORÜR
Alm. Kohlentetrachlorid (n), Fr. Tetrachlorure (m) de carbone. İng. Carbon tetrachloride. Kimyâda formülü CCl4 olup, yoğun, renksiz, alev almayan, iletken olmayan bir sıvı.
Kesif bir buhar veren karbon tetraklorürün kendisine has bir kokusu vardır. -23°C’de katılaşır ve 77°C’de kaynar. Yoğunluğu, 1,585 g/cm3tür. Molekül yapısı düzgün tetraedron olup, merkezinde karbon atomu bulunur. Apolar yapıya sâhiptir. Suda çözünmez, fakat alkol gibi apolar çözücülerde çözünür. Karbon tetraklorür zehirli olup, hava içinde bulunan milyonda 25 nisbetindeki buharı zehirlemeye yeterlidir. Deriden içeriye girebilir. Aşırı miktarda buharını teneffüs etmek veya sıvı ile temas etmek mîde bulantısı meydana getirir. Uzun süre temas edilirse karaciğer veya böbrekler harap olur ve ölüme götürür.
Karbon tetraklorür, katalizör mevcudiyetinde karbon sülfürün kuru klor gazı ile ısıtılmasından elde edilir:
CS2+3Cl2 Æ CCl4+S2Cl2
Elde edilen ürünler birbirinden fraksiyonlu destilasyon ile ayrılır. S2Cl2 tekrar karbon sülfür ile reaksiyona sokulur:
2S2Cl2+CS2 Æ CCl4+6S
Karbon tetraklorür, sanâyi çözücüsü ve yağ giderici diğer maddelerin elde edilmesinde ara maddesi olarak geniş ölçüde kullanılır. Tahılların buharlanmasında ve böcek öldürücü olarak da ziraatta kullanılır. İyi yağ temizleyici olduğu için, eskiden kuru temizlemede kullanılırdı. Karbon tetraklorür, yangın söndürücü olarak da kullanılıyordu. Isınma sonucu meydana gelen karbon tetraklorürün buharının yoğunluğu havanın yoğunluğunun yaklaşık 5,3 katı olduğundan, yanan madde ile havanın irtibatını keser. Fakat buhar alev sıcaklığında hidrolize olarak zehirli fosfeni (COCl2) meydana getirdiğinden artık yangın söndürmede kullanılmamaktadır. İletken olmadığından elektrik yangınlarında emniyetle kullanılabilir.
(Bkz. Soda)
Alm. Karbonaten, Fr. Carbonates, İng. Carbonates. Yaygın halde bulunan önemli bir mineral grubu. Karbonatlar karbonik asidin (H2CO3) metalik tuzlarıdır. Bunlar başlıca kalsiyum, mağnezyum, demir, mangan, çinko, baryum, stronsiyum ve kurşun karbonatlardır.
Karbonatlar kristal yapılarına göre bazı alt gruplara ayrılırlar. Kalsit grubu denilen grup heksagonal kristal yapı gösterir. Bu grubun başlıcaları kalsit CaCO3; dolomit CaMg(CO3)2; magnezit MgCO3; siderit FeCO3; rodokrosit MnCO3 ve smitsonit ZnCO3tir. Kalsit kireçtaşı mermer ve tebeşir şeklinde önemli kaynaklar hâlinde bulunur ve dolomitle beraber önemli bir yapı malzemesidir (Bkz. Kireç). Bütün karbonatlar ihtiva ettikleri metaller için birer cevher durumundadır. Meselâ magnezya magnezitten elde edilir.
Diğer bir karbonatlar grubu ortorombik kristal yapısı gösteren aragonit grubudur. Bu grubun ilk üyesi olan aragonit CaCO3, yâni kalsiyum karbonat olmakla beraber kalsitten kristal yapı bakımından ayrılır. Bu serinin ehemmiyet taşıyan diğer üyeleri başlıca witerit BaCO3; strontianit SrCO3 ve kerusit PbCO3tir. Kerusit kurşunun önemli bir mineralidir.
Monoklinik sistemde kristallenen karbonatlar da vardır. Malahit Cu2CO3(OH)2 ve azurit Cu3(CO3)2(OH)2 bunların başlıcaları olup birer bakır mineralidirler.
Alm. Kohlendioxyd (n), Fr. Dioxyde (m) de carbone, İng. Carbon dioxide. Bir karbon, iki oksijen atomunun kovalent bağlarla bağlanmasından meydana gelen bir bileşik. Renk ve kokusu yoktur. Karbon ihtivâ eden besin vb. maddelerin metabolize edilmesi sonucu meydana gelen bir son üründür.
Solunumdaki yeri açısından hayâtî önem arz eder. Oksijen akciğerlere üst hava yollarını geçerek gelir ve alveolde hemoglobin ile taşınarak alveole getirilmiş olan karbondioksit ile yer değiştirir. Daha sonra karbondioksit oksijenin tâkip ettiği yolla dışarıya verilir. Bitkiler gündüz CO2 alır, O2 verirler. Gece ise O2 alır, CO2 verirler.
CO2 serbest gaz hâlinde volkanik bölgelerden çıkan gazlarda, suda çözünmüş olarak ise mâden suyunda bulunur. Şehir ve dağlık bölgelerde değişmek üzere atmosfer havasında ortalama % 0,03-0,04 nisbetinde, egzozda ise % 13 nisbetinde bulunur.
Laboratuvarda CO2, kızdırılmış kok kömürü üzerinden hava geçirilerek elde edilir. CO2 kanda belli seviyelerde bulunur ve vücudumuzun tampon sistemlerinden birini meydana getirir. Kanda artması halinde asidoz, azalması halinde ise alkaloz meydana gelir. Bu durumlar dolaylı olarak hidrojen iyonu konsantrasyonunu etkilemesi ile meydana getirir.
Karbonik asit: Karbondioksidin su ile reaksiyonu sonucu meydana gelen zayıf bir asittir: (CO2+H2O Æ H2CO3) Gazoz ve soda yapımında kullanılır. Karbonik asit basınç altında şişelere konur, bir kısmı çözünür, bir kısmı ise sıvının üzerinde kalır. Kapak açılınca kaynama sesi vererek dışarı çıkar. çözünmüş kısım ise gazoza, sodaya tat verir.
CO2 yangın söndürme aracında da kullanılır. Bugün birçok yerde bulunması mecbûrî olan bu araçların aslını basınçla doldurulmuş CO2 meydana getirir. Kâfi miktarda CO2 bulunan yerde yanma olayı devam edemez. Çelik tüplerde 50 Atmosfer basınç altında CO2 saklanır. Tüp içinde basınç sebebiyle sıvı halde bulunur. Musluğu açıldığında CO2 hızla buharlaşır ve yanmakta olan cismin üzerini örter, hava ile temâsını keser. Böylece yanma olayı durur.
Karbondioksit karı: Sıvı halde bulunan CO2yi, tüpü eğerek dışarı döktüğümüzde, gürültü ile etrafa dağılır ve sıvı halden gaz haline geçer. Bu değişim için gerekli enerjinin tamamını dışarıdan alamaz (olay çok hızlı cereyan eder) ve bir miktarını kendi içinden alır. Böylece gaz halindeki CO2 kendini soğutarak donar. Buna karbondioksit karı denir. Bu olaydan faydalanılarak istenildiği anda -80°C lik soğuk ortam elde edilebilir. Dewar kapları bu karın asetonla karıştırılmasıyla meydana getirilen özel termoslardır. Bu termosların dışarıyla ısı alış verişi olmadığından -80°C’lik ortam elde edilmiş olur.
Atardamar kanında, CO2 basıncı 120 mm Hg’ye varırsa; baş ağrısı, adale seğirmeleri, oryantasyon bozukluğu, (olmayan şeyleri gören) bir şuur bulanıklığı, konfüzyon, hatta koma görülebilir. Kanda yüksek CO2 bulunması durumunun tedâvisinde dakikada en fazla 1-3 litre O2 ve toplardamar yoluyla niketamit verilir.
Alm. Kohlendisulfid (n), Fr. Dioxyde (m) de sulfit, İng. Carbon disulphite. Formülü CS2 olup yanabilen, hemen hemen renksiz olan, oldukça zehirli bir sıvı. Ticârî karbondisülfürün kokusu safsızlıktan ileri gelmekte olup, çürük lahana veya yumurta kokusuna benzer. Karbondisülfür dikkatli depolanmalı ve taşınmalıdır. Buharının konsantrasyonu havada milyonda 20 kadar olduğunda zehirlenme başlar. Havadaki derişimi % 2 ilâ 50 arasında olduğu zaman patlayıcıdır. Böyle bir karışımı sıcak buhar borusu ateşleyebilir.
Karbondisülfür -108,6°C de donar, 46,3°C de kaynar. Spesifik gravitesi 1,261 g/cm3tür. Suda az çözündüğü halde alkol, eter ve karbontetraklorürde çok çözünür. Madenî ve hayvan yağlarını, mumları, kauçuğu, kükürtü, iyotu ve beyaz fosforu çok iyi çözer.
Karbondisülfür, elektrik fırınında 800-1000°C de kükürt ile kömürün ısıtılması suretiyle elde edilir. Fırından buhar halinde çıkan karbondisülfür yoğunlaştırılarak toplanır.
Karbondisülfür en çok viskos ipeği ve selefon imalâtında kullanılır. Ayrıca, karbon tetraklorürün, ditiyokarbonatların, tiyosiyanatların ve ürenin imalâtında, zirâatte depolanmış tahılların toprağının dezenfekte edilmesinde ve toprakta yuvalanmış hayvanların ödürülmesinde kullanılır.
Alm. Kohlenhydrate. Fr. Hydrates de carbone. İng. Carbonhidrates. Karbon, hidrojen ve oksijenden meydana gelmiş organik bileşiklerden bir sınıf. “Şekerler” olarak da bilinirler. Moleküler yapılarında ihtivâ ettikleri toplam hidrojen atomları sayısının oksijene oranı, sudaki gibi (2/1) olduğundan “karbonhidrat” adını almışlardır. Cn(H2O)n genel formülü ile gösterilirler (n= 3,4,5,.... gibi rakamları gösterir). Fakat bu formül bütün karbonhidratlara uygulanamaz. Meselâ, deoksiriboz (C5H10O4) ve rammoz (C6H12O5) şeker oldukları halde yukarıdaki formüle uymazlar. Diğer taraftan C3H6O3 formülü ile gösterilen laktik asit, karbonhidratların genel formülüne uymasına rağmen bir şeker değildir.
Karbonhidratların çoğu canlılar için temel besin maddeleri’dir. Yeşil bitkilerde fotosentez sonucu meydana gelirler. Otçul hayvanlar bu ihtiyaçlarını bitkilerden, etçil hayvanlar da otçullardan tedarik ederler. Vücutta 1 gr karbonhidratın yanması sonucunda ortalama 4 kalori açığa çıkar. Selüloz, besin kaynağı olmakla birlikte bitkilerin destek yapısına da giren önemli bir karbonhidrattır.
Karbonhidratların çeşitleri: Moleküllerindeki basit şekerlerin sayısına göre; monosakkaritler, disakkaritler, oligosakkaritler, polisakkaritler gibi gruplara ayrılırlar.
a) Monosakkaritler: Su ile daha küçük birimlere parçalanamadıklarından “basit şekerler”, “tek şekerler”, “monozlar” olarak da bilinirler. Çoğu Cn(H2O)n formülüne uyar. Hepsi tatlıdır. Zincir veya halkalı yapıya sâhip olup, genellikle 3-6 arasında karbon atomu taşırlar. Moleküllerindeki karbon sayılarının Lâtincelerinin sonuna “-oz” eki getirilerek gruplandırılırlar. Üç karbonlu olanlar “trioz”, dört karbonlular “tetroz”, beş karbonlular “pentoz”, altı karbonlular “heksoz” adını alırlar. Pentozlardan riboz (C5H10O5) ve deoksiriboz (C5H10O4) nukleik asitlerin yapısına girer.
Besin kaynağı bakımından önemli olan monosakkaritler heksozlardır. Bunlardan glikoz, fruktoz (levüloz) ve galaktoz en önemlileridir. Hepsinin kapalı formülleri C6H12O6 şeklinde olup birbirlerinin izomeridirler.
Glikoz: Üzümde bol bulunduğundan “üzüm şekeri” olarak da anılır. Fotosentezin en önemli ürünüdür. Üzüm ve baldan saf olarak elde edilir. Çeşitli karbonhidratların yapısında da bulunur. Hemen her şeker vücutta glikoza dönüşerek kullanılır.
Glikoz, canlıların en önemli enerji kaynağıdır. Beyin hücrelerinin hayâtiyeti tamâmen glikoz ve oksijen varlığına bağlıdır. Kanda serbest olarak taşınır. Kan şekeri açlık vet oklukla değişir. 100 ml kanda 70-110 mg dolayında bulunur. Vücutta enerji amacıyla kullanılır. Çok sayıda glikozun birleşmesiyle vücutta glikojen sentezlenir. İhtiyaç durumunda glikojen enzimlerle serbest glikoza parçalanıp kullanılır. Fotosentetik organizmalarda glikoz, fruktoza dönüşür.
Fruktoz: Üzüm, incir, dut gibi olgun meyvelerde ve balda bulunur. En tatlı karbonhidrattır. “Meyve şekeri” ve “levüloz” olarak da bilinir. Vücutta glikoza dönüşerek kullanılır.
Galaktoz: Serbest halde pek bulunmaz. Disakkarit olan laktozun ve agar gibi bâzı polisakkaritlerin yapısında mevcuttur.
b) Disakkaritler: Birbirleriyle birleşen iki monosakkaritten bir mol su açığa çıkmasıyla meydana gelen şekerdir. “Çift şekerler” de denir. 2. Monosakkarit Æ Disakkarit + Su. Beslenme bakımından önemli olan disakkaritler; maltoz, laktoz ve sakkarozdur. Bunların yapılarında iki heksoz molekülü bulunur. Hepsinin kapalı formülü C12H22O11 şeklindedir. Birbirlerinin izomeridirler. 2C6H12O6 Æ C12H22O11 + H2O. Tatlılık dereceleri farklıdır.
Maltoz: “Malt şekeri” ve “arpa şekeri” de denir. İki glikoz molekülünden meydana gelmiştir. Çimlenmiş arpa ve tahıl nişastasından bitkisel amilaz enziminin hidroliziyle elde edilebilir. Bitki maltında ve birçok kavak türünde mevcuttur. Tatlılığı az, bulunmasız or olduğundan şeker olarak kullanılmaz. Sindirim kanalında maltoz enzimiyle glikoz moleküllerine ayrıştırılarak kana verilir.
Laktoz: “Süt şekeri” de denir. İnsan ve hayvan sütlerinde bulunur. Bir molekül glikoz ile bir molekül galaktozdan meydana gelmiştir. Tatlılığı en az olan şekerdir. Tatlı sevmeyen bâzı hastalar tarafından şeker yerine kullanılır.
Sakkaroz: “Sükroz” veya “çay şekeri” de denir. Glikoz ve fruktozdan meydana gelmiştir. Fotosentetik bitkilerde, şekerkamışı ve şeker pancarında bulunur. Çay şekerinin % 99,6’sı sakkarozdur.
c) Oligasakkaritler: Üç ile altı arasında monosakkaritin birleşerek dehidrasyonu (su açığa çıkması) ile meydana gelirler. Bâzı bitkilerde serbest olarak bulundukları gibi, karbonhidrat olmayan çeşitli maddelerin yapısına da katılırlar. Üç monosakkaritten ibâret olanlara “trisakkarit”, dörtlü olanlara “tetrasakkarit” denir.
Raffinoz, heksozlardan türeyen önemli bir trisakkarittir. Fruktoz, glikoz ve galaktoz moleküllerinden meydana gelmiştir. Şeker kamışında, okaliptüs türü ağaçlarda, pamuk tohumunda bulunur. Şeker üretimi esnâsında melasta toplanır.
d) Polisakkaritler: Çok sayıda (n tâne) monosakkaritin, “n-1” adet su molekülü kaybetmesiyle meydana gelen büyük moleküllü bileşiklerdir. “Kompleks şekerler” de denir. n. Monosakkarit Æ Polisakkarit + (n-1) H2O. Yalnız heksoz veya pentoz birimlerinden meydana gelenler olduğu gibi, bâzıları da hem heksoz hem pentoz birimleri ihtivâ ederler. Heksozlardan türeyenlerin genel formülü (C6H10O5)n, pentoz ihtivâ edenler ise (C5H8O4)n şeklinde gösterilir.
Polisakkaritler tatsız olup, çoğu suda erimez. En önemlileri; nişasta, glikojen ve selülozdur. Çok sayıda glikoz molekülünün birleşmesinden türemişlerdir. Meydana gelişleri; n.(C6H12O6) Æ (C6H10O5)n. H2O + (n-1) H2O şeklinde gösterilebilir. Aralarındaki fark, glikoz moleküllerinin sayısı ve birbirlerine farklı bağlanış biçimlerinden kaynaklanır.
Nişasta: Çok bilinen bir polisakkarittir. Yaklaşık 500 ilâ 10.000 glikoz molekülü ihtivâ eder. Çeşitli bitkilerin kök, tohum ve meyvelerinde yedek besin maddesi olarak depolanır. Tekc insli bir madde değildir. Glikozdan yapılmış düz bir zincir olan “amiloz” ile dallanmış olan “amilopektin” moleküllerinden meydana gelmiştir. Amiloz nişastanın % 20’sini, amilopektin % 80’ini teşkil eder. Hidroliz esnâsında (n-1) sayıda su alarak, sindirim enzimleri yönetiminde glikoz birilerine parçalanır. Sıcak suda kalloidal olarak çözünür. Nişastanın ayıracı iyottur. İyot eriyiğinde mavi renge boyanır. Isıtılınca renk kaybolur.
Glikojen: Çok sayıda glikoz molekülünün birleşmesinden meydana gelen dallanmış zincir biçimindeki bileşiklerdir. Glikoz, insan ve hayvanların karaciğer ve kaslarında enzimlerin aracılığı ile glikojene çevrilerek enerji kaynağı olarak depolanır. Glikojen molekülü, 3000-60.000 kadar glikoz molekülünden meydana gelmiştir. Nişastaya çok benzediğinden, “hayvan nişastası” olarak da bilinir. Suda nişastadan daha kolay çözünür. Karaciğer, gerektiğinde glikojeni glikoza parçalayarak kana verir. Kaslardaki glikojen ise, glikoza dönüşerek enerji amacıyla kullanılır.
Selüloz: Çok sayıda (200-3000) glikozun birbirine göre ters dönerek bağlanması sonucu meydana gelen düz zincir şeklindeki bileşiklerdir. Polisakkaritler içinde en bol bulunanıdır. Bitkilerin hücre duvarlarında, meyve kabuklarında ve ağaçların odunumsu kısımlarında bulunur. Bitkilere sertlik ve desteklik kazandırır. Ağaçlarda % 50, pamuk liflerinde % 98 oranında mevcuttur. Yeryüzündeki bütün bitkilerdeki toplam karbon miktarının yarıdan çoğu selülozun yapısında bulunur. Suda çözünmez. İnsan sindirim sisteminde, selülozu birimlerine ayrıştıracak enzim bulunmadığından sindirilemez. Bu yüzden enerji yönünden değersizdir. Bağırsak hareketlerini kolaylaştırıcı ve kabızlığı önleyici etkisi vardır.
Otçul hayvanların sindirim sistemlerinde, selülozu glikoza parçalayabilen enzimlere sâhip bakteri ve protozoalar bulunur.
Glikoz, bitki hücrelerinde nişasta, hayvan hücrelerinde glikojen olarak depolanmasaydı, küçük molekülleri hücre dışına çıkabilirdi. Bu büyük moleküller ise plazma zarından geçemezler.
Alm. Kohlenoxyd (n), Fr. Oxyde (m) carbone, İng. Carbon monoxide. Karbonun yeterli oksijen veya hava olmaması durumlarında yanmasıyla meydana gelen bir gaz.
Renksiz, kokusuz bir gazdır. Bâzan görüldüğü gibi, sobalarda mavi bir alevle yanar. Çok kuvvetli bir zehirdir. Solunan havada konsantrasyonu artarsa, kana geçer ve oksijenin taşındığı hemoglobine O2’den daha kolay bağlanır. Yâni bütün CO’lar bitmeden O2 bağlanamaz. Bu bakımdan oksihemoglobin meydana gelemez ve kanda karboksihemoglobin artar, dokulara oksijen taşınamaz ve hücre ölümü meydana gelir. Zehirlenme tablosunda başağrısı, görme bozuklukları, uyku hâli, zihnî bulanıklık ve koma vardır. Yargı kâbiliyeti bozulur ve sezgi kaybolur. Sonuçta kalıcı beyin hasarı meydana gelebilir. Ayrıca nevrasteni, depresyon görülebilir. Belirgin iyileşme durumunu oksijensizliğe ikincil gelişen ansefalopati tâkib edebilir. Organik psikozlar aylarca sürebilir, fakat sonu nisbeten iyi biter. Tedâvisi mekanik bir solunum aracı ile saf oksijen verilmesi veya âcil durumlarda ağızdan solunum yoluyla yapılır.
Endüstride jenaratör gazı, su gazı, kuvvet gazı ve hava gazı içinde kullanılır. Yakıt olarak da kullanılmaktadır.
Kömür sobasında kömür akkor olunca üzerinde çok defa mavi bir alevle CO’in yanışı görülebilir. Eğer bu bölgeye giren hava yâni oksijen yeterli olmazsa ortaya çıkan karbonmonoksit, karbondioksit haline gelemez, yükseltgenemez. İyi çekmeyen sobalarda bu durum meydana gelebilir. O zaman zehirlenme olayı hâsıl olur. Fakat karbonmonoksitin zehirlenme yapabilmesi için havada belli nisbette bulunması gerektiği unutulmamalıdır.
Alm. Karborund (-um) (n), Fr. Carborundum (n), İng. Carborundum. Kimyâsal adı silisyumkarbür (SiC) olup kristal yapısı elmasa benzeyen ve elmas gibi sert olan bir madde.
Elmas ve bor karbürden başka her türlü maddeyi keser. Ticârî karborondum, yanar döner renkte veya siyahtır. Silisyum dioksit ile kömürün elektrikli fırınlarda ısıtılması ile elde edilir.
Matkap ve torna bıçaklarının uçlarında kullanılır.
Alm. Carburetor (n), Fr. Carburateur (m), İng. Carburettor. Silindirlerde yanacak olan hava yakıt karışımını hazırlayan benzinli motorların önemli bir parçası. On dokuzuncu yüzyılın sonuna doğru ortaya çıkan ilk karbüratörler “yüzey karbüratörü” olarak adlandırılırdı. Bunlarda hava, yakıtın yüzeyi üzerinden geçirilerek emilir. Böylece havaya karışarak yanıcı bir karışım meydana getiren yakıt buharı motora verilirdi. Daha sonra geliştirilen fitilli karbüratör de bu ilkeye göre çalışırdı ama, bunlarda hava yakıtın üzerinden değil, bir uçları yakıta batırılmış fitilin üstünden geçirilirdi. Yakıt fitillerinden buharlaşarak havaya karışırdı. Bu buharlaşmayı kolaylaştırmak maksadı ile motordan gelen sıcak havadan faydalanılırdı. Günümüzde kullanılan karbüratörler geliştirilinceye kadar çok değişik tipte karbüratörler yapılmıştır.
Hava-Yakıt Karışımı
Karbüratör, motorun emme gücünden faydalanılarak yakıtı küçük sıvı zerrecikleri hâline getirir ve buharlaştırır. Karbüratörde hava yakıt karışımının oranı “jikle” veya “ventüri” adı verilen daralan bölüm yardımı ile ayarlanır. Bu bölümden geçen havanın hızı artar ve dolayısıyle basınç düşer, bu sûretle yakıt emilir. Böylece hava-yakıt karışımı silindirlere gider. Genellikle 1/15 oranında yakıt/hava karışımı elde edilir. Ancak soğuk havalarda motorun çalışması için karışımın daha zengin olması, yâni yakıt oranının artması lazımdır. Motora giren hava-yakıt karışımının miktarını ventürinin arkasına yerleştirilen gaz kelebeği belirler. Açıldığı zaman motora giren yakıt miktârı artar. Kapandığı zaman ise geçen yakıt miktarı asgariye iner. Bu sebepten gaz kelebeği motorun çalışma hızını ayarlar. Günümüzde genellikle iki tip karbüratör kullanılır. Bunlar:
1. Sabit (Değişmez) püskürmeli karbüratör: Bu tip karbüratörlerde değişmez büyüklükte memeler ile gerektiği zaman bütün yakıt püskürtme sistemini harekete geçiren bir hızlandırma pompası vardır. Rölanti memesi öteki memelerin tümünü görev dışı bırakır ve hava akımına sürekli olarak çok az mikdarda yakıt karıştırır. Böylece motor düşük devirde çalışır. Öteki memelerin bir bölümü karışımın “aşırı zengin” olmasını önlemek için, ventüriden az miktar hava karışacak şekildedir.
2. Değişken püskürmeli karbüratörler: Bu tip karbüratörlerde motorun hızı, gaz kelebeğinin konumuna bağlıdır. İçlerinde bir şamandıra bulunan küçük bir yakıt deposu vardır. Şamandıra, yakıt belirli bir seviyeye ulaşıncaya kadar yükselip ana depodan gelen benzini keser.
Şamandıra, böylece, karbüratöre çok fazla benzin gelmesini önleyip bir denetim subabı vazifesi yapar.
Yarış otomobillerinde olduğu gibi üstün performans göstermesi istenen motorlarda, değişiklik yapılması gereken parçaların başında karbüratör gelir. Bu tür motorlarda, bir yerine iki karbüratör bulunabilir ve her karbüratörde yan yana dizilmiş iki veya dört boğaz yer alabilir.
Alm. Schneeglöckchen (n), Fr. Perceneige (f), İng. Snowdrop. Familyası: Nergisgiller (Amaryllidaceae) Türkiye’de yetiştiği yerler: Memleketimizin çoğu yerinde dağlık bölgelerde.
Şubat, nisan ayları arasında çiçek açan, 10-30 cm yüksekliğinde, çok yıllık, soğanlı, otsu bir bitki. Yapraklar 2-3 şeritsi, uçları küt, alt tarafları beyazımsı renkli bir kılıfla sarılıdır. Çiçekler beyaz, çan şeklinde, iç taç yaprakları dış taç yapraklarından farklı, tabanları yeşil benekli, bir sap üzerinde bir veya birkaçı birarada sarkık salkım durumundadırlar. Bitki soğanından üretilir.
Kullanıldığı yerler: Süs bitkisi olarak yetiştirilmektedir. Galantamin alkaloitini taşır. Bu alkaloidin göz bebeğini daraltıcı etkisi vardır ve çocuk felci hastalığı geçtikten sonra hastalık ardından görülen bozukluklara karşı kullanılır.
Alm. Kardinal (m), Fr. Cardinal (m), İng. Cardinal. Hıristiyanlıktaki Katolik mezhebi reisini seçen meclisin azası olan başpapazların herbiri. Bu ünvânı taşıyanlar kardinaller meclisini meydana getirirler. Vekil kardinal tâbiri Roma piskoposluğu vazîfesinde, papaya vekâlet eden kardinal için kullanılır.
Hıristiyanların din adamlarına “prétre”, yâni “papaz ve keşiş” denir. Ortodoksların en büyüğüne “patrik”, orta derecelerdeki papazlara “pasteur” denir. İncil okuyucularına “kıssîs”, kıssîsin üst derecesine “üskûf” ismi verilir. Bunlar bizdeki müftî karşılığıdır. Üskûflerin yüksek derecesindekilere “evéque” veya “piskopos”, daha yükseklerine “arşövek” veya “metropolit” veya “matran” adı verilir. Bunlar kâdıları, yâni hâkimleridir. Kilisede âyin yaptıranlara “cosilik”, aşağı derecedekilere “curé” veya “şemmâs” ve kilise hizmetçilerine “ermite” veyâ “şemâmise” denir. Yalnız ibâdetle meşgûl olanlara“râhip” denir. Papa Roma’dadır. Bundan sonrakiler“kardinal” diye tanınır.
Eski Roma’da bu ünvan, papanın en mühim müşâvirleri olan piskopos ve râhiplere verilmekte idi. Târihteki zaman içinde nüfuzları çok artmış ve papanın tek seçicileri olmuşlardır. Kardinal olmak için papaz olmak şarttır. Kardinaller, kral âilesindeki prenslerle aynı seviyede tutulmuşlardır.
Kardinallik, bütünüyle kilise hukûkuna dayanır. Kilise hukûku kardinallerin vazîfesini şöyle târif eder: “Kardinaller, papalığın senatosunu teşkil ederler. Katolik kilisesinin idâresinde onun başlıca müşâvir ve yardımcılarıdır.”
Yeni kardinal atama papanın yetkisindedir. Papa kardinallerden meydana gelen bir toplantıda yeni kardinallerin adlarını açıklar. 1586’da Birinci Sıxtus kardinal sayısını yetmişle sınırladı. Bunlardan altısı kardinal piskopos, ellisi kardinal papaz on dördü kardinal diyakozdu. Yirmi üçüncü Johannes’in bu kısıtlamayı kaldırmasından sonra kardinal sayısı yüz’ü aştı. Papanın seçiminden sonra halka açık bir törenle kardinallere kardinallik simgeleri olan kırmızı başlıkla yüzük takılır.
KARDİNALKUŞU (Cardinalis cardinalis)
Alm. Kardinal (m), Fr. Cardinal (m), İng. Cardinal. Familyası: İspinozgiller (Fringillidae) Yaşadığı yerler: Kuzey Amerika’nın güneyindeki orman ve çayırlarda. Özellikleri: 20 cm boyunda, kırmızı renkli, tepeli ve konik gagalı, ötücü bir kuş. Çeşitleri: Kırmızı kardinal, boz kardinal, Virginia kardinalı en meşhur türleridir.
20-23 cm boyunda, kırmızı tüylü bir Amerikan ispinozu. Başının tepesinde kırmızı renkli bir hotoz bulunur. Tâne yemeye elverişli kalın ve kavisli bir gagası vardır. Gaga ve tüyleri kırmızı olduğu halde, gözlerinin kenarları, çenesi ve gerdanının üst kısmı siyahtır. Kısa ve yuvarlanmış kanatlı, etli bir kuştur. Yazın dağ ve ormanlarda yaşayıp, kışın ovalara iner. Yazın çift dolaşır, kışın küçük sürüler meydana getirirler. Göçmen değildirler. Şiddetli kışlarda köylere sokularak, ambarlara girmeye çalışırlar.
Alm. Herzenzündugn (f), Fr. Cardite (f), İng. Carditis. Kalbin bakteri, virüs, mantar gibi mikroplar tarafından veya başka faktörlerle iltihaplanması. Kalbi dıştan çevreleyen zarın iltihabına perikardit, kalp kasının iltihâbına miyokardit, kalbin iç yüzünü döşeyen zarın iltihâbına endokardit denir. Hepsi birlikte olursa pankardit ismini alır.
a) Akut (had) perikardit: Bâzı enfeksiyon hastalıkları, bağ dokusu hastalıkları(eklem romatizması, romatoit artrit vb.) allerjik ve otoimmün hâdiseler, akciğer kanserinin kalbe doğru yayılması, üremi, nikris hastalığı, travmalar ve kalp ameliyatları buna sebeb olabilmekte, bâzan da sebep bulunamamaktadır.
Göğüs ağrısı, en sık rastlanan şikâyetlerdir, fakat şart değildir. Bu ağrı nefes almakla, yutkunmakla, hareketlerle ve düz yatınca artar. Teşhisin konulmasında kalbin muâyenesi, elektrokardiyografinin yardımı büyüktür. Asıl tedâvi altta yatan sebebe yönelik olmalıdır. Ayrıca hastanın ağrısı dindirilir. Gerekiyorsa kalp zarları arasında biriken su katetlerle dışarı çekilir ve streoid verilebilir.
b) Kronik (müzmin) konstriktif (kısıtlayıcı) perikardit: Oldukça nâdir görülür. Çoğunda altta yatan sebeb bulunamaz. Tüberküloz, diğer bâzı enfeksiyonlar, kanserlerin yayılmaları veya kalp zarları arasındaki bir kanamaya bağlı olarak husûle gelebilir. Bu durumda kalınlaşmış, kireçlenmiş perikard, kalbin kanla yeterince doluşunu engellemektedir. Buna bağlı olarak kalbin attığı kan miktarı azalır, kalbin çalışma hızı artar. Karın şişliği, nefes darlığı, ayak bileklerinde ödem, çarpıntı iştahsızlık ortaya çıkar. Kesin teşhis röntgen filminde kireçlenmiş perikardın görülmesiyle konulur. Kalp sesleri hafiflemiştir. Tek etkili tedâvi şekli, kalınlaşan perikardı cerrâhî olarak çıkarmaktan ibârettir. Ayrıca altta yatan sebeb varsa o da tedâvi edilir. Hastanın şikâyetleri de giderilmelidir.
c) Miyokardit: Difteri, chagas hastalığı, trişinoz (domuzlardan geçer), toksoplazmaz (en çok domuz ve kabuklu deniz hayvanlarından geçer) ve bâzı viral enfeksiyon hastalıklarında (meselâ ağır grip, çocuk felci) miyokardit, o hastalığın önemli bir parçasını teşkil eder. Mikropların kana karışması esnâsında kalp kasında bâzan yer yer iltihaplanmalar gelişir. Had eklem romatizmasında da miyokarditin yeri çok mühimdir.
Birçok enfeksiyon hastalığında da miyokarditin hafif şekli görülür. Burada sâdece kalbin hızlı çalışması ve bâzı elektrokardiyografi değişiklikleri söz konusudur. Difteriye bağlı miyokarditlerde, kalp hızında bir yavaşlama söz konusu olabilir. Ayrıca sağ ve sol kalp yetmezliklerine âit şikâyet ve belirtiler görülebilir (nefes darlığı, iştahsızlık, öksürük, kalp büyümesi, ödem vb.). Şok tehlikesi veya âni ölüm tehlikesi de vardır. Genel bir hastalık sırasında ölçüsüz bir çarpıntı (nabzın yüzün üzerinde olması) ve aşırı bir kalp büyümesi tesbit edilirse, miyokardit düşünülmelidir.
Özel bir tedâvisi yoktur. İstirahat ve kalp yetersizliğinin genel tedâvisi gereklidir. Altta yatan sebep de tedâvi edilmelidir.
d) Endokardit: Enfeksiyonlu endokardit bakterilere, mantarlara veya riketsiyalara bağlı olabilir. Had (akut) veya hadde yakın (subakut) gidiş gösterir. Sağlam kalpte oturması çok nâdirdir. Önceden hastalanmış olan bir kalp kapağı veya doğuştan gelen bir anormal yapı üzerine oturabilir. Enfeksiyöz endokardit, daha ziyâde romatizmal kalp hastalığı olan genç kadınlarda görülmektedir.
Dişlerin ayrılmaz bir parçası olan streptokokküs vridans isimli mikroorganizmalar en mühim endokardit sorumlularıdır. Diş çekimi, bâdemcik ameliyâtı, anjini tâkiben bir endokardit gelişebilir.
Enfeksiyona bağlı olarak “vejetasyon” ismi verilen bir takım gevrek yapılar kalp zarı üzerinde meydana gelir. Bu vejetasyonların kopup kan dolaşımına karışarak organlara âit damarları tıkamaları netîcesinde bir çok belirtiler ortaya çıkar. Halsizlik, ateş, kansızlık deride kanama odakları, çomak parmak, dalak büyümesi, kalpte ilâve ses duyulması, idrarla kan gelmesi söz konusu olabilir. Bâzen de koma, havâle ve yarım vücut felci görülebilir. Kesin teşhis, kan kültürü ile kanda mikrobun tesbit edilmesiyle konulur.
Hastalığın antibiyotiklerle kontrol altına alınmış olduğu durumlarda dahi, ölüm riski fazladır. zîrâ kalp kapaklarında ağır tahribat meydana gelmektedir.
Tedâvinin etkili olabilmesi için, hastalığa yol açan mikroba karşı etkili bir antibiyotikle gecikmeden tedâviye başlamak gerekir. En etkili ilâçlar penisilin ve streptomisindir. Başarılı bir tedâviden sonra doğuştan olan bir kalp hastalığının düzeltilmesi veya bir kapak değişimine gidilmesi için bir cerrâhî müdâhale gerekebilir.
Streptokokus viridans enfeksiyonlarının önemine binâen, doğuştan olan veya kalp kapağı hastalığı olan şahıslarda diş hastalıklarının tedâvisinden önce (bir saat önce) kas yoluyle penisilin zerk edilir ve üç gün süre ile buna devâm edilir.
Alm. Kardiologie, Kadiologie (f), Fr. Cardiologie (f), İng. Cardiology. Kalbin ve damarların anatomi, fizyoloji ve patolojisini inceleyen bilim dalı.
Dâhiliyenin bir alt branşı olan bu bilim dalı, üniversite hastaneleri ve özel bâzı hastânelerde başlıbaşına bir branş olmuştur.
Kardiyoloji kalp ve damarlara âit bozuklukların teşhis ve tedâvisi ile uğraşır. Kalp muayenesinde genel dört muayene metodu uygulanır. Gözle inceleme, el ile muayene, parmakların üzerine vurularak çıkan sesi değerlendirme ve dinleme âleti ile kalbi dinleme.
Kalp-damar sistemi bir bütün olduğu için bir yerde olan hâdise bütün sistemi etkiler. O sebeple hastalıkların teşhis ve tedâvisinde bu husus göz önünde tutulmalıdır.
Kardiyolojinin günümüzde çok sık rastlanan romatizmal kalp hastalıkları, damar sertliği, koroner arter hastalıkları sebebiyle önemi çok artmış ve ona paralel olarak da gelişmiştir.
Bugün açık kalp ameliyatları, çok ince koroner damar (kalbin kendini besleyen damarlar) ameliyatları başarıyla yapılmaktadır.
Röntgen (kalbe özel çekilmiş röntgen), kalp elektrosu (grafisi) önemli teşhis metodlarıdır. Ayrıca anjiografi (damar içine boyalı madde vererek filmini çekme), ekokardiyografi (kalbe özel ses dalgaları göndererek yansımaları yazdırma), sintigrafi, kateterizasyon (özel âletlerle bacak damarlarından kalbin içine girerek kalbin basınçlarını ölçme, boyalı madde vererek filmini çekme) ile teşhis imkânları artmıştır. Myokard scanning’i ile de kalp kasının durumu hakkında bilgi edinilmektedir.
Kardiyoloji dalında ihtisasını tamamlayan hekimlere kardiyolog denmektedir.
Alm. Quadrat (n), Fr. Carré (m), İng. Square. Kenarları ve açıları birbirine eşit dörtgen. Bütün açıları 90 derecedir. Köşegenleri eşit ve birbirine dik olarak ortalar. Karenin çevresi bir kenar uzunluğunun dört katına eşittir. Bir dikdörtgenin alanı iki kenarının çarpımı olduğuna göre bir karenin alanı, bir kenar uzunluğunun karesine eşittir. Bir sayının kendisi ile çarpımına kare denmesinin sebebi budur. Karenin köşegeninin boyu V2a dır.
Bir sayının karesi, bu sayının sağ üst kısmına yazılarak gösterilir. Meselâ 17’nin karesi 172 şeklinde ifâde edilir. Bir sayı ister (-) negatif, ister (+) pozitif olsun karesi dâimâ (+) pozitiftir.
Bir sayının kare kökü: bir sayı eşit iki çarpana ayrılırsa bu çarpanlardan herbirine o sayının kare kökü adı verilir. Meselâ: 25= 5x5 ise 25’in karekökü ±5’tir denir. Karekök ( ) işâreti ile gösterilir. Negatif (-) gerçel sayıların kare kökü reel bir sayı değildir. Başka bir ifâde ile gerçel sayılar kümesinde (cümlesinde) negatif gerçel sayıların kare kökü yoktur.
Alm. Rabe (m), Fr. Corbeau (m), İng. Crow. Familyası: Kargagiller (Corviae). Yaşadığı yerler: Yeni Zelenda ve Büyük Okyanus adaları hâriç, dünyânın her tarafında bulunur. Özellikleri: İri ve güçlü gagalı, ötücü kuşlar. Tohum, böcek ve avladıkları kuşların etiyle beslenirler. Ömrü: 100 yıl kadar. Çeşitleri: 200 kadar türü mevcuttur. Ekin kargası, ala karga (kestâne kargası), kara karga, leş kargası, köknar kargası, dağ kargası, kızılca karga, hırsız karga, gökçe karga meşhurlarıdır.
Kargagiller âilesinden, geniş kanatlı, alın ve sivri gagalı, kuvvetli ayaklı, yarı yırtıcı, gezici ve ötücü kuşların genel adı. Kuzgun (kara karga) en irilerindendir. Boyu 70 cm kadardır, kanat açıklığı 90 santimetreyi bulur. Çoğunun tüyleri siyahımtrak ve mâvi metal parlaklığındadır. Tohum, böcek, leş ve avladıkları küçük kuşlarla beslenirler. Kuşların yuvalarından yumurta ve yavrularını çalar, fâre ve yavru tavşanları da avlayıp yerler. Ekin saplarını kanatları ile yere yatırıp kırar, tohumları yer, filizleri söküp yağma ettiğinden çiftçiler tarafından sevilmezler. Kargalar hırsızlığı ile meşhur, çirkin sesli hayvanlardır. Toplu halde yaşarlar. Eşler birbirine tutkundur. Yuvalarını eski kuleler, sarp kayalar ve yüksek ağaçlar üzerine kurarlar. Gübreleri keskin olduğundan ağaç dibini kuruturlar. Soğuk ve sıcağa dayanıklı ve uzun ömürlüdürler. 100 yıl kadar yaşarlar. Çoğu göçmendir. Yazın, dişiler yeşilimsi kabuklu ve gri benekli 4-5 yumurta yumurtlarlar.
Ufak kuşların yuvalarını bozmaktan, parlak mâdenî ve cam eşyâları çalıp saklamaktan hoşlanırlar. Karga, yavruyken evcilleştirilebilir. Papağan gibi birkaç kelime öğretilip söyletilebilir. İnsan sesini taklit edebilirler. Köpek gibi havlar, insan gibi güler, kumru gibi sesler çıkarırlar. Buna rağmen hâin huyludurlar. Tavşan, tavuk ve kaz gibi evcil hayvanları öldürür, çıplak ayakla gezenlerin ayaklarını ısırırlar. Hattâ küçük çocuklar için büyük tehlikelidirler. “Besle kargayı oysun gözünü” sözü meşhurdur.
Alm. Speer, Spiess (m), Lanze (f), Fr. Lance (f), İng. Pike, javelin, lance. Ucunda sivri demiri olan mızrağın adı, temrenli mızrak. Kök olarak sokmak, deşmek mânâsına gelen karmaktan gelir. Çok eskiden beri çeşitli milletlerin ordularında kullanılan kargıların değişik tipleri vardı. Bütün Türk boylarının, İslam-Türk devletlerinin ortaçağ boyunca çeşitli kargılar kullandıkları bilinmektedir. Büyük Selçuklu Devleti ordusunda kullanılan hatti ve gargı adı verilenleri Bahreyn’de yapılırdı. Yeniçeriler, ilk zamanlar harp silâhlarına ilâveten kürde adını verdikleri kargıyı da harplerde mahirâne bir şekilde kullanırlardı.
Alm. Bauch (-höhle f), Leib (m), Fr. Abdomen, ventre (m), İng. Abdomen, belly. Üstteki diafragma kası, altta leğen kemiklerinin üzerini örten ve özel bir yapı arz eden pelvik diafragma denen zar ve kaslar topluluğu; arkada omurga ve sırt kasları, önde ise karın ön duvarları kaslarıyla sınırlandırılmış vücut bölgesi. Karın, içi bir torbaya benzeyen ve mîde, ince barsak, kalın barsak, karaciğer, dalak gibi iç organları örten karın zarıyla kaplıdır. Böbrekler, böbrek üstü bezleri, büyük damarlar ve pankreas, karın zarı dışında kalır.
Karnın büyük çoğunluğunu barsaklar doldurur. Ortada, ince barsaklar düzensiz bir yığın meydana getirir ve sağ alt kadranda kalın barsağa açılırlar. Kalın barsaklar, sağ yandan yukarı çıkar, yatay olarak sol tarafa geçer, sol kenardan aşağı iner, ortaya gelir ve anüsle sonlanır. Karaciğer sağ üst köşede, dalak sol üst köşede bulunur ve normal muâyenede ikisi de ele gelmez. Böbrekler, pankreas, büyük damarlar daha derinde yer alır. Karnın en alt orta kısmında bulunan mesâne, içi aşırı dolu olduğunda ele gelebilir.
Birçok sistemik ve başlangıcı karında olan hastalık, karın ve karın cildinde bulgu verir. Muâyene ve teşhiste doktor, karın bölgesi bulgularından çok faydalanır.
Çok sık rastlanan karın ağrısı basit sindirim bozuklukları, barsak spazmına bağlı olabileceği gibi, enfeksiyon hastalıkları veya kanser gibi ağır hastalıklarda da olabilir. Şiddet ve süresi araştırılmalı, sebebi mutlaka aranıp, bulunmalıdır.
Karın zarı iltihâbı (Peritonit): Karın zarı denilen peritonun iltihaplanmasına verilen ad. Peritonit denilince genel olarak akut (had) peritonitler anlaşılır. Müzmin peritonit ise, sâdece tüberküloz peritoniti için kullanılmaktadır.
Peritona mikropların yerleşip üremeleri genellikle iki şekilde olur. Birincisi dışarıdan bir etkiyle husûle gelmesidir ki, bunlar çeşitli yaralanmalar ve ameliyat sebepleriyle meydana gelebilir. Ameliyattan sonra bir saat içinde her bir santimetrekarede 60.000 bakteri bulunur. Buna sebep ise dikiş yetersizlikleri, sterilizasyonları tam yapılmamış âletler ve eldivenlerin kullanılmaları, karın içinde yabancı cisim unutulması, diğer organların hasara uğramasıdır.
Peritonitlerin gelişmesinde ikinci bir yol da herhangi bir dış âmil veya yaralanma olmadan, çeşitli iç organların hastalıkları sebebiyle delinmeleridir. Böylelikle karın zarına ulaşan organın içindeki muhteviyat veya mikroplar kısa bir süre sonra şiddetli bir akut peritonit tablosuna yol açarlar. Bunların arasında sık rastlanılanlar apendiks delinmesi, mîde-duodenum ülseri delinmeleri ve safra kesesi delinmeleridir. Kadınlarda tüp delinmeleri de görülebilir. Delinmenin dışında iltihaplı bir organdan karın zarına mikrop yayılması karaciğer dalak ve böbrek etrâfı apselerinde görülebilir. Kızıl, zâtürre, yılancık, kemik iltihabı gibi durumlarda da mikroplar kan yoluyla karın zarını iltihaplandırabilirler.
Peritonitin sebebi olarak uzak veya yakın hiçbir sebep bulunamamışsa, “primer peritonit” tâbiri kullanılır.
Karın zarı iltihaplanmağa başladığı zaman, önce, karın içinde yeri tesbit edilemeyen müphem ağrılar duyulur. Zamanla artan ağrılar bütün karın duvarını tutar. İçi boş organların delinmesinde ise ağrı bıçak saplanır tarzda çok şiddetlidir. İştahsızlık, bulantı, kusma, titreme, gaz ve gaita çıkaramama ve susuzluk hissi duyarlar. Barsak sesleri dinleme âleti ile duyulmaz.
Hastanın bütün bu şikâyetler arasındaki duruşu tipiktir. Burunları sivrilmiş, gözler ve yanaklar çökmüş, kulakları soğuk, yüz soluk ve hasta korku içindedir. Hastanın karnı ileri devrelerde tahta gibi serttir.
Karın içi organ delinme ve yırtılmalarına bağlı olarak veya batın içine nofiz dış kaynaklı yaralanmalarda meydana gelen peritonitlerde tedâvi ameliyattır. Ancak akut pankreotit, pnomokoksik ve diğer septik (bakteriyel) peritonitler ile organ yapışıklıklarına sebeb olmadan erken safhada teşhis edilmiş tüberküloz peritonitlerde, önce tıbbî tedâvi denenmelidir. Genellikle de ameliyata gerek kalmaz. Çünkü bakteriyel özellikle tüberküloz peritonitte karın içinde protein (albumin)den zengin litrelerce mâyi birikir. İyi bir tıbbî tedâviyle bu mâyi tekrar vücut (damarlar) tarafından emilir.