KARAMÂNÎ MEHMED PAŞA
Fâtih Sultan Mehmed Han devri ilim ve devlet adamı. Karamanlıdır. Mevlânâ Celâleddîn Rûmî neslinden olup, babasının adı Ârif Çelebidir.
Genç yaşında İstanbul’a gelen Mehmed Paşa, Sadrâzam Velî Mahmûd Paşa ile tanıştı. Onun sevkiyle Paşanın kendi vakf ve tesis ettiği medresede tahsil gördü. İlmiye sınıfından mezun olduktan sonra bir müddet müderrislik yaptı. Sonra vezirlik pâyesiyle nişancı oldu. Bu aradaFâtih Sultan Mehmed Hanın teveccühünü kazanarak devlet memuriyetlerinin düzenlenmesi ve devlet idâresine âit temel kânunların tertibi husûsunda pâdişâhın müşâviri oldu. 1478 yılı Mayısında Gedik Ahmed Paşayı vazîfeden alan Fâtih Sultan Mehmed Han, Mehmed Paşayı sadârete getirdi. Sadrâzamken Uzun Hasan’a yazdığı, üslûp ve muhtevâsı sebebiyle beğenilen siyâsî mektuplar, şöhretini artırdı. Fâtih Sultan Mehmed Hanın vefâtından bir gün sonra 4 Mayıs 1481’de Tahtakale’de isyân eden yeniçeriler tarafından öldürüldü. Kumkapı’da yaptırdığı Nişancı Câmii bahçesine defnedildi.
Mehmed Paşa, değerli ve âlim bir vezir olup, Fâtih Sultan Mehmed Han zamânında hazırlanmış olan Kânunnâme-i Âl-i Osmân, bunun sadâretinde kaleme alındı. Câmi ve medrese yaptırdı. Karamanî Mehmed Paşanın târih yazarlığı ve şâirliği de vardı. Yazdığı Osmanlı Târihi Arapça olarak iki kısımdan meydana gelir. Birinci kısım Osman Gâziden, Fâtih Sultan Mehmed Hanın cülûsuna (1451), ikinci kısım 1451 yılından 1480’e kadarki devirlere âittir. Mehmed Paşa kendisi şâir olduğundan şâir ve ediplere çok alâka gösterirdi. Sâde ve külfetsiz bir üslûpla yazdığı şiirlerinde Nişânî mahlasını kullanmıştır.
Ka’r-ı bahr-ı dilde kalur mı bu dürr-i şâhvâr
Ey Nişanî îtibâr-ı hazret-i şah olmasa.
On üçüncü asırda Konya ve havâlisine hâkim olup, 1487 senesine kadar devâm eden büyük Türk beyliği. Karaman aşîreti, Oğuzların Avşar boyuna mensuptur.
Türkiye Selçuklu Sultânı Birinci Alâeddîn Keykûbâd (1219-1237), Türkmen aşîretlerini Bizans ve Kilikya hudutlarına yerleştirmişti. Bu sırada, 1228 senesinde Kilikya, Ermenilerden alınınca, Ermenek taraflarına da Karaman aşîreti yerleştirildi. O zaman Karaman aşîretinin beyi Sa’deddîn oğlu Nûre Sûfî idi. Türkmenler üzerinde nüfûz sâhibi olan Nûre Sûfî, Hıristiyanlara âit yerleri zaptederek topraklarını genişletti. Ölüm târihi bilinmeyen Nûre Sûfî’den sonra oğlu Kerîmüddîn Karaman aşîret beyi oldu. Bu sıralarda Türkiye Selçukluları Devleti, Moğol-İlhanlıların kontrolüne girmişti.
Karaman Bey; Ermenek, Mut, Gülnar, Mer’a ve Silifke kalelerini muhâsara etti. Ermenek’i ele geçirdi. Sâhib olduğu topraklarda serbestçe hareket ediyordu. Bundan dolayı Türkiye Selçuklu Sultânı Dördüncü Kılıç Arslan, Karaman Beyin hâdise çıkarmasından çekinerek ona, Lârende (Bugünkü Karaman) Kalesini iktâ olarak verdi. Aynı zamanda kardeşi Bunsuz da, Selçuklu Sultânının sarayında “candar” yâni muhâfız olarak vazifelendirildi. Fakat uç beylerinden bâzılarının cezâlandırılmasından endişelenen ve bir gün sıranın kendilerine geleceğini düşünen Karaman Bey, berâberinde kardeşi Zeynül-Hac ve Bunsuz olduğu hâlde 20.000 kişilik bir kuvvetle Konya üzerine yürüdü. Ancak Gevele Kalesi önünde yapılan muhârebede Selçuklu Vezîri Muînüddîn Pervâne, Karamanlıları mağlub etti. Karaman Beyin kardeşleri Zeynül-Hac ve Bunsuz yakalanarak Konya’da îdâm edildi.
Karaman Beyin, 1262 senesinde vefâtı üzerine Sultan Dördüncü Kılıç Arslan, bunun oğullarını Gevele Kalesine hapsettirdi ise de, Vezir Muînüddîn Pervâne’nin müdâhalesi ile serbest bıraktı. Kardeşlerden en büyüğü olan Şemseddîn Birinci Mehmed Bey, Ermenek tımarına sâhib olarak Karaman Beyi oldu. Mehmed Bey, aşîret reisi olduktan bir süre sonra isyân eden Hatiroğlu ile birleşerek Selçuklulara karşı faaliyete geçti ve Bedreddîn Hutenî komutasında üzerine gönderilen Selçuklu-İlhanlı ordusunu Göksu Derbendinde, âni bir taarruzla bozguna uğrattı. Daha sonra Konya üzerine yürüyerek, Cimri lakabı verilen Alâeddîn Siyavuş’u Selçuklu sultânı îlân etti. Mehmed Bey, yanında Alâeddîn Siyavuş olduğu hâlde, 1277 senesi Mayıs ayının on ikisinde Konya’ya girdi ve Siyavuş’un vezîri oldu. Toplanan dîvânda Türkçeden başka dil kullanılmamasına karar verdi. Bir süre sonra Akşehir ve civârında Sâhib Atâoğulları idâresindeki bir orduyu yendi. Bu sefer dönüşü Konya’ya sokulmayan Karamanoğlu Mehmed Bey, Ermenek’e çekilmek mecbûriyetinde kaldı. Bu sırada Sâhib Cüveynî komutasındaki Selçuklu-İlhanlı ordusu Konya’ya geldi. Bu ordu ile yaptığı çarpışmada yakalanarak bâzı kardeşleri ile birlikte öldürüldü (1277). Bu hâdise bir süre için Karamanlıları sindirdi.
Mehmed Beyin yerine kardeşi Güneri Bey geçti. Bu da, Selçuklu şehzâdeleri arasındaki saltanat mücâdelesinde büyük rol oynadı. Güneri Bey, 1286 senesinde Tarsus üzerine yürüdü. Aynı sene İlhanlılar, Lârende ve havâlisini tahrib ettiler. Güneri Bey, dağlara çekildi. Karamanoğulları, bu târihten sonra Moğollarla bâzan anlaştılar, bâzan savaştılar. Güneri Bey 1300 senesinde vefât edince, yerine kardeşi Mahmûd Bey geçti. Mahmûd Bey, 1308 senesinde Ermenilerle savaşırken öldü. İki oğlu arasında çıkan ihtilaflar, beyliğin birliğini sarstı ve beylik, Memlûklerin tesir sahasına girdi. Bu sırada beyliğin başına Yahşi Bey geçti. Yahşi Bey zamânında Karamanoğulları, tekrar Konya’ya hâkim oldu. Anadolu beylerinin kendi başlarına hareket etmeleri üzerine, İlhanlı Vâlisi Emîr Çoban idâresindeki Moğol ordusu, Anadolu’ya girdi (1314). Emîr Çoban, Konya’yı Karamanoğullarının elinden aldı. Yahşi Beyin ölümü üzerine Karamanoğullarının başına Bedreddîn Birinciİbrâhim geçti.Karamanlılar bunun zamânında da Konya’ya hâkim oldular. Bedreddîn İbrâhim 1319 senesinde Tarsus Ermenileri üzerine sefer düzenleyerek bâzı yerleri ele geçirdi. İlhanlıların Anadolu Vâlisi Timurtaş’ın 1327 senesinde Mısır’a kaçması üzerine, diğer Anadolu beyleri gibi Karamanoğulları da serbestçe hareket etmeye başladılar.
İlhanlıların çöküşü ile Karamanlılar hudutlarını genişletmeye devâm ettiler. 1328 senesinde Gevele Kalesine kadar ilerlediler. Beyşehir’e hâkim oldular. 1333 senesinde Birinci İbrâhim Bey, beylikten çekilerek yerini, kardeşi Alâeddîn Halil Beye bıraktı. Bu beyin vefâtından sonra, yeniden Birinci İbrâhim Bey Karamanlıların başına geçti. Ölümü üzerine yerini oğullarından Fahrüddîn Ahmed bey aldı. Beyliği çok kısa süren Ahmed Bey, Moğollar ile muhârebe ederken öldü (1350). Bundan sonra kardeşleri Süleymân ve Şemseddîn beyler kısa süreler ile başa geçtiler. Karamanoğulları Beyliğinde bu iki kardeşi, Burhâneddîn Mûsâ Bey tâkib etti. Bu bey, hastalığı yüzünden Seyfeddîn Süleymân ile Karaman Beyi Lârende’ye göndererek kendisi Mut’a çekildi. 1356 senesinde Mûsâ Beyin yerine Süleymân Bey geçti. Beş sene kadar saltanat süren Süleymân Bey, Sivas Emîri Eretnaoğlu Mehmed Bey tarafından bir hîleyle öldürüldü(1361). Bundan sonra Ebü’l-Feth lâkabını taşıyan Alâeddîn Ali Bey Karamanlıların başına geçti.
Alâeddîn Ali Bey, başa geçer geçmez Osmanlılarla münâsebet kurdu. Ali Bey, faal, mücâdeleci ve azîm sâhibi bir hükümdârdı. Osmanlı Sultânı Murâd Hüdâvendigâr’ın kızı Nefîse Sultan ile evlenerek iki sülâle arasında akrabâlık tesis etti. Osmanlıların Anadolu’ya yayılmalarından ve beylikleri elde etmelerinden çekinen Alâeddîn Ali Bey, Eretnaoğulları ve diğer Türk beyleri ile bir ittifâk kurma gayretine düştü. Fakat Sultan Birinci Murâd’ın aldığı yerinde tedbirler bu gayretleri netîcesiz bıraktı. Alâeddîn Ali Bey, daha sonra Kıbrıslıların elinde bulunan Gorigos (Kız Kalesi) üzerine yürüdü ve kaleyi muhâsara etti. Kendisini bu sefere teşvik eden Moğol kumandanı Yelboğa Nâsırî’nin muhâsara sırasında ölümü üzerine, Karamanlılar muhâsarayı kaldırarak geri çekildiler. Alâeddîn Ali Bey, daha sonra komşu beyliklerin arâzisinden bâzı yerleri zaptetti. 1376 yılında Kayseri’yi muhâsara edince, Eretnaoğlu Ali Bey Sivas’a çekildi. Fakat Eretnaoğlunun vezîri Kâdı Burhâneddîn, Alâeddîn AliBeyi geri çekilmek zorunda bıraktı.
Alâeddîn Ali Bey, kayınpederi ve Osmanlı Sultânı Birinci Murâd Hanın, Rumeli’de fetihlerde bulunmasından faydalanarak, Osmanlılara âit olan Beyşehir’i ele geçirdi. Bunun üzerine Rumeli’denAnadolu’ya geçen SultanMurâd Han, yaptığı muhârebede Karamanoğullarını mağlub ederek, Konya’yı muhâsara etti ise de, Kızı Nefîse Hâtunun ricâsı ile aldığı yerleri iâde ederek barış yaptı (1386). Bu sulh, 1389 senesinde Sultan Murâd Hüdâvendigâr’ın Kosova’da şehid olması üzerine Karamanlılar tarafından bozuldu. Alâeddîn Bey, tekrar Osmanlı topraklarına girdi. Bu durum karşısında Osmanlı sultânı olan Yıldırım Bâyezîd Han, Batı Anadolu’ya geçerek, Saruhan, Aydın ve Menteşe beyliklerini Osmanlı topraklarına ilhâk ettikten sonra, Karamanoğlu Alâeddîn Ali Beyi mağlub ederek tekrar sulhe mecbur etti. Daha sonraki senelerde, Tîmûr Hanın Doğu Anadolu’ya hâkim olmasıyla, Alâeddîn Ali Bey, ona tâbi oldu. İki düşman arasında kalan Kâdı Burhâneddîn, Karamanlılara karşı harekete geçti ve 1396 senesinde Konya önlerine kadar gelerek, beylik topraklarının bir kısmını ele geçirdi. Bu hâdiseden iki sene kadar sonra Alâeddîn Ali Bey, Osmanlı Sultânı Yıldırım Bâyezîd Hanın Rumeli Seferinde olmasından faydalanarak, tekrar Osmanlı topraklarına girdi ve Ankara’ya baskında bulundu. Bu olay üzerine Yıldırım Bâyezîd Han, büyük bir ordu ile Karaman seferine çıktı. Arpaçay Muhârebesinde Karaman ordusunu bozguna uğrattı. Alâeddîn Ali Beyin Konya’ya sığınması üzerine, Yıldırım Bâyezîd Han Konya’yı muhâsara etti. On günlük bir muhâsaradan sonra Konya halkı, şehri Sultan Bâyezîd’e teslim etti. Alâeddîn Bey, yakalanarak öldürüldü. Böylece Karaman Beyliğinin toprakları Osmanlılara geçerek beylik sona erdi (1398). Yıldırım Bâyezîd, kız kardeşi Nefîse Hâtun ile iki oğlu Ali ve Mehmed Beyleri Bursa’ya gönderdi. Bu iki kardeş Ankara Savaşı sonuna kadar burada kaldılar.
Yıldırım Bâyezîd’in 1402’de Ankara Savaşında Tîmûr’a yenilmesi üzerine, Karamanoğullarından Mehmed ve Ali Bey Bursa’da hapisten çıkarıldı. Tîmûr Han, Karaman Beyliğinin başına Alâedîn Beyin büyük oğlu Mehmed Beyi geçirdi. Kardeşi Ali Bey, ona tâbi olarak Niğde emîri oldu. Mehmed Bey, fetret devrinde Osmanlı şehzâdeleri arasındaki taht mücâdelelerinden istifâde etmesini bildi. Sultan Çelebi Mehmed Hanın müttefiki Germiyanoğlu Yâkub Beyin arâzisine girdi. Bursa üzerine yürüyüp şehri tahrib etti (1413). Buna karşılık olarak Çelebi Mehmed Han da, Karamanoğulları arâzisine girdi ve 1414 senesinde Konya önlerinde Mehmed Beyi mağlub etti. Mehmed Bey, çok geçmeden tekrar Osmanlı topraklarına girdi. Fakat Bâyezîd Paşa karşısında bozguna uğrayıp, esir düştü. Sultânın huzûruna getirilen Karamanoğlu Mehmed Bey özür dileyince, 1415 senesinde sulh yapıldı. Antlaşmaya göre, Osmanlılar, zaptettikleri Akşehir, Beyşehir ve Seydişehir’e hâkim oldular.
Ramazanoğlu Ahmed Bey, Tîmûr Hanın Anadolu’da bulunduğu sırada, Karamanoğullarına âit Tarsus şehrini ele geçirip, Memlûk Sultânı Melik Müeyyed Şeyh adına hutbe okuttu. İki sene sonra Mısır ve Şam emîrleri arasındaki ihtilâftan istifâde eden Mehmed Bey, oğlu Mustafa Bey kumandasında bir ordu ile Tarsus’u tekrar ele geçirdi. Bu durum Memlûk Sultânıyla arasının açılmasına sebeb oldu. Memlûk Sultânı Müeyyed, oğlu İbrâhim kumandasında bir orduyu Anadolu’ya gönderdi. Mehmed Bey, Memlûk kuvvetlerinin Niğde, Konya Ereğlisi ve Lârende’yi zabtetmesi üzerine Taşeli’ne kaçtı. Karamanoğulları toprakları Memlûk Devletinin himâyesinde olarak Mehmed Beyin kardeşi ve Niğde emîri Ali Beye verildi. Bu hâdiselerden sonra Karamanoğlu Mehmed Beyin Kayseri’yi ele geçirme teşebbüsü netîcesiz kaldı. 1420 senesinde yapılan muhârebede, Ramazanoğlu Nâsıreddîn Mehmed Bey tarafından esir alınarak Kâhire’ye gönderildi ve burada hapsedildi.
Mehmed Beyin büyük oğlu İbrâhim Bey, Osmanlılara sığındı. Osmanlıların yardımı ile Konya ve Lârende’yi ele geçirdi. Amcası Ali Beyi tekrârNiğde’ye çekilmek zorunda bıraktı. Osmanlıların, Karamanoğullarının iç işlerine müdâhalesini hoş karşılamayan Memlûk Sultânı, Mehmed Beyi serbest bıraktı. Mehmed Bey, başa geçer geçmez, Osmanlılara karşı cephe aldı. Hamidoğlu Osman Bey ile anlaşarak Antalya üzerine bir sefer düzenledi. Antalya Muhâfızı Hamza Bey şehri kahramanca müdâfaa etti. Muhâsara sırasında Mehmed Bey isâbet eden bir top güllesiyle öldü (1423). Bu sefere katılan İbrâhim Bey, babasının cenâzesini alarak Lârende’ye çekildi. Kardeşi Alâeddîn Ali Bey ise, Antalya’ya sığındı. Böylece ikinci defâ Karaman tahtına çıkan İbrâhim Bey, Osmanlıların yardımı ile amcası Ali Beyi tekrar Niğde’ye çekilmeye mecbur etti. Fakat daha sonra Osmanlılarla olan dostluğu bozdu. Kendisini kuvvetli hissedince beyliğin üzerindeki Memlûk nüfûzuna da son verdi. Memlûkler, Îsâ Beyi kardeşi İbrâhim’e karşı destekledilerse de muvaffak olamadılar. Îsâ Bey, Kâhire’ye kaçtı. İbrâhim Beyin zamânında Karamanoğulları en parlak devirlerini yaşadılar. Osmanlılar aleyhine ittifak yapan İbrâhim Bey, 1433 senesinde Macarların Osmanlılara saldırmasını fırsat bilerek Beyşehir’i aldı. Osmanlı sultânı, Rumeli’de Macarları yendikten sonra Karamanoğlu İbrâhim Bey üzerine yürüdü. Konya’ya kadar birçok şehri zaptetti. İbrâhim Beyin sulh isteği, 1453 senesinde aldığı yerleri geri vermek ve bir daha antlaşmaya aykırı harekette bulunmamak şartıyla kabul edildi.
Diğer taraftan, Memlûk Sultanlığı ile Dulkadiroğulları arasındaki ihtilaftan faydalanan İbrâhimBey, Kayseri’yi ele geçirdi. Bu durum Osmanlılarla Memlûklerin arasını açtı. Kayseri’den sonra Osmanlı topraklarına giren ve Amasya Kalesini muhâsara eden İbrâhim Beye karşı Sultan İkinci Murâd Han, kendisinden yardım isteyen Dulkadiroğlu Süleymân Beye yardımcı kuvvet gönderdiği gibi, Tokat sancak beyine de bu kuvvetlere katılarak Kayseri’yi zaptetmelerini emretti ve şehir 1436 senesinde alındı. Bundan sonra İbrâhim Beyin kardeşi olan ve Osmanlıların yanında bulunan Îsâ Bey, Karaman arâzîsine yaptığı akınlarda Akşehir’i ele geçirdi. Karamanoğlu üzerine yapılan akınların birinde Îsâ Bey öldü. 1437 senesinde İbrâhim Beyin Osmanlı Devleti ile sulh yapması üzerine Anadolu’da sükûnet hâsıl oldu.
İbrâhim Bey, 1444 senesine kadar OsmanlıDevletine karşı hiçbir harekette bulunmadı. Fakat Osmanlılar Sofya’ya kadar inen Haçlı kuvvetlerini karşılamaya gittiklerinde, Osmanlı Devletini arkadan vurmakta da tereddüd etmedi. Karamanoğlu kuvvetleri Ankara ve Kütahya’ya kadar olan yerleri tahrib ettiler. Sultan Murâd Han, Macarları mağlub ettikten sonra, Anadolu’ya geçerek Karamanoğulları üzerine büyük bir sefer düzenledi. İslâm âleminde suçlu duruma düşen ve çâresiz kalan İbrâhim Bey, yemin vermek sûretiyle ağır şartlar altındaOsmanlı Devleti ile sulh yaptı. Bu ahidnâmede İbrâhim Bey, her sene bir oğluyla kendi askerini Osmanlı Devlet hizmetine göndermeyi taahhüd ediyordu. Edirne-Segedin antlaşması bozulup, Haçlıların taarruz ederek Varna önüne geldikleri zaman, İbrâhim Bey yeminine sâdık kalarak, antlaşmaya aykırı bir harekette bulunmadı. İkinci Kosova Savaşında (1448) Haçlılara karşı Osmanlı ordusuna yardımcı kuvvetler gönderdi.
Hıristiyanlara karşı yapacağı bir seferin, üzerindeki kötü intibâı sileceğini hesaplayan İbrâhim Bey, henüz Kıbrıslıların elinde bulunan Gorigos’a taarruza karar verdi ve 1448 senesinde Gorigos’u fethetti. 1451 senesinde Osmanlı tahtına Sultan İkinci Mehmed Hanın geçmesi, İbrâhim Beye yeni ümitler vermişti. Fakat Sultan Mehmed’in Karaman üzerine yürümesi onu tekrar barışa mecbur etti. İstanbul’un fethi hazırlıkları sırasında Karamanoğulları Venediklilerle ticâret antlaşması yaptılar. Hakîkatte antlaşmada zikredilen düşman, Osmanlı Devletiydi. İbrâhim Bey, 1456 senesinde Tarsus, Adana ve Külek taraflarını ele geçirmek için sefer düzenleyince, Memlûkler, bir ordu göndererek Karaman topraklarını tahrib ettiler. İbrâhim Bey, Fâtih Sultan Mehmed’in Kastamonu ve Trabzon seferlerinde, antlaşma gereğince oğlu kumandasında asker yolladı (1461).
İbrâhim Beyin son günleri ızdırap içinde geçti. Oğulları sağlığında Karaman tahtına geçebilmek için, mücâdeleye başladılar. İbrâhim Bey, büyük oğlu İshak Beyi veliaht ve İçel vâlisi yapmıştı. İshâk Bey, babasının sağlığında idâreyi bizzât ele aldı. Fakat, taht mücâdelesinde babasıyla berâber Kavala Kalesine çekildi. Diğer oğlu Pir Ahmed, Konya’da hükümdârlığını îlân etti. Bu sırada İbrâhim Bey, Kavala’da öldü. İshâk Beye rakib olarak Pir Ahmed’in çıkması; Osmanlı, Memlûk ve Akkoyunlu devletlerinin, beyliğin iç işlerine karışmalarına sebeb oldu. Netîcede Pir Ahmed, Osmanlıların yardımını sağlayarak Antalya Vâlisi Hamza Beyin kuvvetleriyle Karaman’a girdi. İshâk Bey, yenilerek Silifke’ye çekildi ve yardım için Akkoyunlu Hükümdârı Uzun Hasan’ın yanına gitti. Pir Ahmed, Karamanoğullarının başına geçince, Osmanlılara yardımları karşılığında Beyşehir ve Ilgın’ı verdi. Fakat Ahmed Beyin bir süre sonra Akkoyunlu ve Venediklilerle anlaşması, Fâtih Sultan Mehmed Hanın Karaman üzerine sefere çıkmasına sebeb oldu. Osmanlı kuvvetleri Konya’yı aldı. Ahmed Bey, Lârende önlerinde Mahmûd Paşaya yenilerek Tarsus’a kaçtı. Fâtih SultanMehmed, oğlu Şehzâde Mustafa’yı Karaman vilâyetine tâyin etti ise de, Karaman’ın yerli halkı beylerine sâdıktı. Pir Ahmed Bey, kardeşi Kâsım Beyle barışarak Karaman Beyliği için berâberce mücâdele etti. Akkoyunlu Uzun Hasan ve Venediklilerin teşebbüsleri, Karaman topraklarının Osmanlılar tarafından ele geçirilmesini önleyemedi. Osmanlılar, Otlukbeli Savaşında Uzun Hasan’ı yendikten sonra, Karamanoğlu topraklarına tamâmiyle sâhib oldu. Gedik Ahmed Paşa, önce Ermenek, sonra da Mennan Kalesini ele geçirdi ve Silifke’yi zaptetti. Şehzâde Mustafa da Develi-Karahisar’ı teslim aldı. Bu sırada Pir Ahmed öldü ve Karamanoğullarının başına Kâsım Bey geçti. Kâsım Bey devrinde bütün mücâdelelere son verildi.
Karaman vâliliğine gönderilen Şehzâde Cem Sultan, Karaman beyleri ile dostluk tesis ederek onların kalbini kazandı. Karamanoğullarının son vârisi olan Kâsım Bey, Karaman vâlisi tâyin edilen Şehzâde Cem Sultan ve Sultan İkinci Bâyezîd Han ile anlaşarak Osmanlı himâyesinde ölüm târihi olan 1483 Şubatına kadar İçel taraflarında hüküm sürdü. Onun ölümü ile Karamanoğulları Beyliği sona erdi. Kâsım Beyin dâmâdı Turgut’un oğlu Mahmûd Bey, 1487 senesine kadar İçel’de sancak beyliği yaptı. Onun beyliği yeniden ihyâ etme faaliyetlerine karşılık üzerine kuvvet gönderildi. Karşı duramayan Mahmûd Bey tutunamayıp, Memlûklere sığındı, Karamanoğulları toprakları Sultan İkinci Bâyezîd devrinde bütünüyle Osmanlı Devleti sınırları içine alındı.
Karamanoğulları, Anadolu beyliklerinin, Osmanoğullarından sonra en mühimi, en büyüğü, en kudretlisi ve en devamlısıdır. Konya’yı yâni Türkiye Selçukluları’nın merkezini elinde tutan Karamanoğulları, kendilerini Selçukluların halefi saymışlardır. Fakat Osmanoğullarının, mânevî, siyâsî ve jeopolitik durumları, gazâlarının kazandırdığı îtibâr ve hükümdârlarının emsalsiz dehâsı karşısında bu iddiâları hayalden öteye gidememiştir. Karaman-Türkmen Beyliği, 1250 senelerinden 1487 yılına kadar yaklaşık iki yüz otuz yedi sene hüküm sürmüştür.
Kültür ve medeniyet: Karamanoğullarının siyâsî ve ticârî ehemmiyeti memleketlerinin coğrafî durumuna göreydi. Bunlar kuvvetli düşmanları karşısında sarp yerlere çekilerek korunurlar, tehlike geçince tekrar İçel ve Lârende taraflarına gelirlerdi. Karaman Beyliğinin ilk hükûmet merkezi Ermenek’ti. Sonraları toprakları genişleyince Lârende kasabasını uzun müddet merkez olarak kullandılar. Konya’yı elegeçirince devlet merkezini buraya taşıdılar. 1463 senesinde Konya Osmanlılara geçince, Lârende’yi tekrar merkez yapan Karamanoğulları ikiye bölündü. Bu zamanda muvakkat olarak Niğde ve Silifke’yi de hükûmet merkezi yaptılar. Karamanoğullarında, memleketin bütünü baştaki bey ile âilenin diğer fertleri tarafından idâre edildiğinden, bu beylikte hükümrânlık âileye münhasır idi ve beylerinin resmî ve umûmî bir ünvânı yoktu.
Şehâbeddîn Ömer, Mesâlik-ül-Ebsâr isimli eserinde, 14. asrın ilk yarısında, Karamanoğulları’nın 25.000 atlı ve 25.000 yaya askeri olduğunu kaydetmiştir. Bunlardan başka aşîret kuvvetlerinden de faydalanmışlardır.
Geçitler vâsıtasıyla Konya’ya ulaşan ticâret yollarını kontrol eden Karamanlılar, Ceneviz ve Kıbrıs tâcirlerinden aldıkları vergiler ile mühim bir gelir temin ediyorlardı. Lamos, Silifke, Anamur ve Manavgat gibi kendilerine âit limanlardan tahsil ettikleri gümrük resmi de belli başlı gelirlerindendi.
Karamanoğullarının Ermenek, Anamur, Lârende, Aksaray, Niğde ve Konya’da inşâ ettirdikleri mîmârî eserler, Selçuklu sanatının tâkibçisi olduklarını göstermektedir. Karaman’da Nefîse Sultan tarafından Mîmâr Nûman bin Hoca Ahmed’e yaptırılan Hâtuniye Medresesi, Selçuklu mîmârî tarzının özelliklerini taşır. Yine Karaman’da 1388 senesinde yaptırılan Alâeddîn Bey Kümbeti, kesme taştan on iki köşeli olup, üzeri yivli konik bir külah ile örtülüdür. Bu eser, Selçuklu mîmârisi tarzından farklı bir üslûpla yapılmıştır. Karamanoğulları ayrıca birçok yerde câmi, medrese, han ve kervansaraylar inşâ ettirmiştir. Niğde’de Ak Medrese, Zinciriye Medresesi, Aksaray Ulu Câmi; Karaman’da İbrâhim Bey İmâreti, Nefîse Sultan Câmii, Aktekke Câmii; Ermenek’te Havâsıl Câmii ile Ulu Câmi ve Tol Medrese; Konya’da Nâsuh Bey Dâr-ül-Huffâzı, Has Bey Dâr-ül-Huffâzı ve Hasbeyoğlu MescidiKaramanoğlu beyleri tarafından yapılmış eserlerdir.
Çini sanatı, Türkiye Selçukluları zamânında zirveye çıkmış, Karamanoğulları zamânında da bu durumunu muhâfaza etmiştir. Alçı sanatı da aynı kuvvetle devâm etmiştir. Karamanoğullarından Alâeddîn Ali Bey ve haleflerinin gümüş sikkeleri görülmektedir.
Karamanlı Beyleri |
Saltanatı |
Nûre Sûfî Bey |
(?) |
Kerîmüddîn Karaman Bey |
1256-1262 |
Şemseddîn Birinci Mehmed Bey |
1262-1277 |
Güneri Bey |
1277-1300 |
Bedreddîn Mahmûd Bey |
1300-1308 |
Yahşi Bey |
1308-1312 |
Birinciİbrâhim Bey |
1312-1333 |
Alâeddîn Halil Bey |
1333-1348 |
Birinci İbrâhim Bey (ikinci saltanatı) |
1348-1349 |
Fahrüddîn Ahmed Bey |
1349-1350 |
Süleyman ve Şemseddîn Beyler |
1350-1351 |
Burhâneddîn Mûsâ Bey |
1351-1356 |
Seyfeddîn Süleymân Bey |
1356-1361 |
Birinci Alâeddîn Bey |
1361-1398 |
Osmanlı hâkimiyeti |
1398-1402 |
İkinci Mehmed Bey |
1403-1418 |
İkinci Alâeddîn Ali Bey |
1418-1419 |
İkinci Mehmed Bey (ikinci saltanatı) |
1419-1423 |
İkinci Alâeddîn Bey |
1423-1424 |
İkinciİbrâhim Bey |
1424-1446 |
Sultanzâde İshâk Bey ve Pir Ahmed Bey |
1466-1479 |
Kâsım Bey |
1479-1483 |
Turgutoğlu Mahmûd Bey |
1483-1487 |
Osmanlı fethi |
1487 |
Alm. Kornrade (f), Fr. Nielle des Champs, İng. Corn cockle. Familyası: Karanfilgiller (Caryophyliaceae) Türkiye’de yetiştiği yerler: İç Anadolu, Karadeniz, Marmara bölgesi.
Haziran-ağustos ayları arasında çiçek açan, genellikle ekin tarlalarında rastlanan, 30-100 cm yüksekliğinde, büyük, mor, nâdiren beyaz çiçekli, tüylü, bir yıllık otsu ve zehirli bir bitki. Gövdeleri, yaprakların çıktığı yerde şişkinlik göstermekte olup, basit veya ikiye çatallanmıştır. Yapraklar gövde üzerinde karşılıklı, sivri uçlu, mızraksıdır ve sapsız yapraklar, taban kısımlarında birbiriyle birleşmiştir.
Kullanıldığı yerler: Tohumları tıpta solucan düşürücü, balgam ve idrar söktürücü olarak kullanılmaktadır, zehirlidir.
KARAMUKBELİ (Miryakefalon) MEYDAN MUHÂREBESİ
1176 yılında vukubulan Selçuklu-Bizans Meydan Muhârebesi.
Türklerin 1071 Malazgirt Zaferinden sonra, devâmlı batıya genişlemeleri, Hıristiyan âleminin doğudaki müdâfaacısı Bizanslıları telaşlandırdı. Ege ve Marmara kıyılarına kadar gelen Türk akıncılarına karşı aldıkları tedbirler kâfi gelmiyordu. 1096’dan beri Avrupa kıtasındaki Hıristiyan kavimlerden toplanan ordular, Türklerin gazâ akınlarına ve ilerlemelerine mâni olamıyordu. 1156’da Türkiye Selçuklu Sultanlığına getirilen İkinci Kılıç Arslan, sistemli bir iskân siyâseti tâkib etti ve doğudan gelen Türk boylarını Bizans hudûduna yerleştirdi. Ayrıca bunları, İslâm dîninin cihâd emri gereğince, Bizans’a karşı gazâ akınları yapmakla vazifelendirdi. Akıncılar; Denizli, Kırkağaç, Bergama ve Edremit’e kadar Bizans askerî mevkilerine karşı yıldırma ve yıpratma faaliyetlerinde bulundular. Devrin Bizans İmparatoru Birinci Manuel; Türklerin gazâ akınlarını durdurmak için ülkesinin bütün imkânlarını seferber etti. Bizanslılardan başka; Frank, Macar, Peçenek, Sırp ve diğer Balkan kavimlerinden yüz bin kişilik bir ordu topladı. Gâyesi; her ne pahasına olursa olsun, Türkiye Selçuklu Devletine son verip, Türk ve İslâm nüfûzunu Anadolu ve Ortadoğu’dan atmaktı. Bizans imparatorunun faaliyetlerini tâkib eden ve gâyesini bilen Sultan İkinci Kılıç Arslan da hazırlıklarını tamamladıktan sonra harekete geçerek Karamukbeli’ne geldi. Bizans ordusunun yaklaşması üzerine, Manuel’e elçi heyeti gönderip, antlaşma teklifinde bulundu. Haçlı taassup ve kininden ayrılmayan, yüz yıl önceki Malazgirt hâdisesinden ders almayan imparator, gelen heyete; “Antlaşma, Konya’nın zaptından sonra yapılacaktır.” cevâbını verdi. Manuel’in cevâbı ve ordusu hakkında toplanan bilgiler, Sultan’a arz edildi. Sultan, Karamukbeli ile biraz doğudaki Tuzluca geçidinde, Bizans ordusuna karşı tedbir aldı. Ciddî bir keşif bile yapmayan Bizanslılar, Türklerin mevzi alıp, tuttuğu boğaza tedbirsiz olarak girdi.
1176 yılının 17 Eylülünde Müslüman-Türk ordusu, boğazdan içeri girmeye çalışan düşmana karşı taarruza geçti. Önce şiddetli çarpışmalarla hücûma geçen mücâhitler, taktik gereği yenilmiş görünerek, hızla geri dönüp kaçmaya başladılar. Bizanslılar, “Türkler kaçıyor!” düşüncesine kapılarak, bütün kuvvetleriyle hücûma geçtiler.
Kılıç Arslan, Bizans ardçı birliklerinin de boğazdan içeri girdiğini gördükten sonra, ihtiyât kuvvetlerini ardçı birliklerin arkasına sürdü. Sonra kendisi, önü ve arkası kesilen koca Bizans ordusunun üzerine yüklendi ve sol kanadı hezîmete uğrattı. Sol kanadın imdâdına gelen sağ kanat komutanı Boudan d’Antioche öldürüldü. Başsız kalan sağ kanat birlikleri dağılmaya başladı.
Sultan Kılıç Arslan, sağ kanadın da işini bitirdikten sonra, vargücü ile ardçı birliklere yüklendi. Ağırlıklar çevrilerek, ikmâl kollarının hayvanları öldürüldü. Böylece geçit geriye doğru iyice kapatılmış oldu. Artık Bizans ordusu için ileriye ve geriye gitme imkânı yoktu. Ölen pekçok hayvan leşi, kırılan arabalar, asıl ordu ile ardçılar arasında aşılmaz bir engel teşkil ediyordu.
Ordusunun eriyip yok olduğunu gören ve her şeyin bittiğine hükmeden imparator Manuel, şaşkınlık içinde sağa-sola koşmaya ve kaçmaya başladı. Bizans ordusunu tamâmen imhâ olmaktan, İmparatorun sulh isteği ve Emîr Cabras’ın bunu Sultan Kılıç Arslan’a iletmesi kurtardı.
Emîr Cabras, sulh şartları olarak Homa ve Eskişehir kalelerinin yıkılmasını istedi. Ölüm veya esâreti bekleyen İmparator Manuel, bu kadar insânî şartlarla yapılan teklifi derhal kabul etti. Antlaşmaya göre, bölgedeki Bizans tahkim ve istihkâmları yıkılacaktı. Huduttaki eski statü muhâfaza edilip, Türklere tazminât ve yıllık yüz bin altın ile yüz bin gümüş para ödenecekti. Bizans imparatoru, muhârebe meydanını terk ederek, kalan askeriyle İstanbul’a döndü.
Karamukbeli (Miryakefalon) Meydan Muhârebesi, Türklerin Anadolu’da yerleşmelerini ve Anadolu’nun bir Türk yurdu olmasını temin ettiği gibi, aynı zamanda Bizans’ın yıkılış târihinin de başlangıcı oldu.
Osmanlıların ilk kaptan-ı deryâsı. İsmi Mürsel olup, kahramanlığı ve gözüpekliği sebebiyle Orhan Gâzi tarafından kendisine “kara” lakabı takılarak Karamürsel denmiştir.
Doğum yeri ve târihi belli değildir. Büyük mücâhid Akçakoca’nın aşîretinden ve onun yetiştirdiği yiğitlerdendi. Gençliğinde güçlü bir donanmaya sâhib olan Karasioğulları hizmetine girdi. Bu beyliğin Osmanlı hâkimiyeti altına geçmesinden sonra, Karamürsel Bey de Osmanlı hizmetine girdi. Osmanlı Devleti donanmasının gelişmesi için büyük gayret sarf etti. Armutçuk limanında bir tersâne kurup, donanma hazırladı. Hafif ve süratli giden gemiler yaptırdı. Bu gemi tipine onun adına izâfeten Karamürsel denilmiştir. Donanması ile Kocaeli cephesinin gerisine çıkarma yapan Karamürsel Alp, Orhan Gâzinin Bizans imparatoru Andronikos ile yaptığı Pelekanon Savaşını kazanmasında büyük rol oynadı.
Karamürsel Alp’in kurduğu donanma sebebiyle, Marmara Denizinde üstünlük Bizanslılardan Osmanlılara geçti. Hattâ Bizanslılar denize gemi çıkaramaz bir hâle geldiler. Ömrünü cihâd ile geçiren Karamürsel Bey, vasiyetinde (rivâyete göre); “Vefât edince beni öyle bir yere defnedin ki, sırtım dağlara dayansın, kucağıma deniz gelsin. Böylece dâimâ donanmamı göreyim.” demiştir. 1329 târihinden sonra vefât eden bu mücâhid Türk komutanının kabri, İzmit-Yalova karayolu üzerinde kendi ismini taşıyan ilçenin kabristanlığındadır.
KARANFİL (Eugenia caryophyllata)
Alm. Gevürznelkenbaum (m), Fr. Giroflier (m), İng. Clovetree. Familyası: Mersingiller (Myrtaceae) Türkiyede yetiştiği yerler: Tabiî olarak yetişmez.
10-20 m yüksekliğinde, yaprak dökmeyen ağaçlar. Vatanı, tropik Asya (Moluk Adaları, Zengîbar) dır. Karanfil bildiğimiz süs karanfil çiçeğinden farklıdır. Yaz kış yeşil kalan yaprakları, meşin gibi serttir. Çiçekleri pembedir ve kiraz çiçekleri gibi demet hâlinde bulunurlar. Bu çiçeklerin kurutulmuş tomurcukları “karanfil” adını alır. Kurutulmuş tomurcuklar, 10 mm boyunda, çiviye benzer şekilde, ovaryumu hafif dört köşeli, dört taç ve çanak yaprağından meydana gelmiş olup, kırmızı-kahverenklidir. Çiçek sapları da karanfil adıyla satılmakta ise de ikinci kalite ürün sayılmaktadır. Karanfile koku ve lezzetini veren “eugenol” adındaki bir uçucu yağdır. Kurutulmuş tomurcuklar ezilip subuharı distilasyonuna tâbi tutulursa % 14-20 kadar karanfil esansı denilen uçucu yağ elde edilir. Bu uçucu yağda % 80-90 kadar eugenol ve %3 kadar da asetil eugenol bulunur. Eugenol, hoş kokulu, kuvvetli antiseptik ve analjezik bir maddedir.
Kullanıldığı yerler: Karanfil çok eski çağlardan beri baharat olarak kullanılmaktadır. Eskiden saraylarda konuşacak kimseler, nefesleri güzel koksun diye karanfil kullanırlardı. Tıpta, diş hekimliğinde, diş tedâvisinde ağrı kesici ve antiseptik olarak kullanılır. Gaz söktürücü bir etkisi de vardır. Diş macunlarının terkibine girer. Pasta ve şekercilikte, parfümeride ve sabun sanâyiinde kullanılır. Ayrıca eugenol vanilin eldesinde kullanılan başlıca maddelerden biridir.
Bugün karanfilin en çok yetiştirildiği ve ihraç edildiği ülkelerin başında Zengibar ve Madagaskar gelir.
KARANFİL ÇİÇEĞİ (Dianthus sp.)
Alm. Gartennelke (f), Fr. Oeillet, Girofle (m), İng. Clovepink. Familyası: Karanfilgiller (Caryophllaceae) Türkiyede yetiştiği yerler: Anadolu’nun her yerinde.
Memleketimizde yabanî olarak oldukça yaygın olan pembe, beyaz veya kırmızı renkli, hoş kokulu otsu bir süs bitkisi. Karanfil daha çok ilkbaharda bir kısmı da sonbaharda çiçek açar. 20-40 cm boylarındadır. Kültür formları, seralarda yetiştirilebilmektedir. Bunlar yabânîlerden daha iri, daha gösterişlidir. Ayrıca katmerli olanları da yetiştirilebilmektedir. Seralarda her mevsim yetiştirilmesi mümkün olabilmektedir. Daldırma veya çelik usulüyle üretilmektedir. Bol güneş ister, gübreli ve kuvvetli toprakta iyi yetişir.
Kullanıldığı yerler: Çiçekler arasında en çok satılan süs bitkilerinden biridir. Karanfilin Türkiyede 66 türü yabânî olarak yetişmektedir.
KARANFİLGİLLER (Caryophyllaceae)
Alm. Nelkengewaechse, Fr. Caryophyllacées, İng. Caryophyllaceae. Çoğu kuzey yarımkürenin ılıman bölgelerinde yetişen, basit ve uzun yapraklı, karşılıklı dizilişli, otlar veya küçük ağaçlar. Gövdeleri şişkin ve düğümlüdür. Çiçek parçaları beş parçalıdır. Parçalar serbest veya bileşiktir. Meyveleri kapsül veya üzümsüdür. Familyada çoğunluğu Akdeniz çevresi memleketlerinde yetişen 80 kadar cins ve 2100 kadar tür vardır. Memleketimizde 35 cins ve 470 civarında türü yetişmektedir. Karamuk, kaşık otu, çöven, karanfil otu, sabun otu bu familyaya ait bazı bitkilerdir.
Alm. Quarantäne (f), Fr. Quarantaine (f), İng. Quarantine. Bulaşıcı hastalıkların yaygın olduğu bölgelerden gelen insan, hayvan, gemi ve malların tecrid edilerek bekletilmesi. Bulaşıcı bir hastalığa yakalanan insan ve hayvanın da diğerleri ile temasının kesilmesine karantina denmektedir.
Avrupa ve diğer yerlerde 14. asırdan îtibâren kısmen uygulanmaya çalışılan karantina iyi tatbik edilemediğinden, milyonlarca insan bulaşıcı hastalığa tutularak ölmüşlerdir. Karantinanın insanlığa faydalı olduğu, batının doğudaki İslâm devletleri ile temasından sonra anlaşılmıştır.
Karantinaya âit esaslar ve karantinanın tatbiki târihte ilk defa İslâmiyette görülmektedir. Peygamber efendimizin hadîs-i şerîfleri ile bâzı bulaşıcı hastalıkların yayıldığı şehirlere girmek ve çıkmak yasaklanmıştı. Müslümanlar, bu emre itaat ederek böyle şehirlere girmemişler, şâyet orada yaşıyorlarsa dışarı çıkmamışlar ve böylece hastalığın diğer yerlere yayılmasına mâni olmuşlardır. Meselâ hazret-i Ömer hilâfeti günlerinde Şam’a giderken Şam’da tâun (yâni vebâ hastalığı) olduğu işitildi. Yanında bulunanların bâzısı, “Şam’a girmeyelim!” bir kısmı da “Allahü teâlânın kaderinden kaçmayalım!” dedi. Halife de, “Allahü teâlânın kaderinden yine O’nun kaderine kaçalım, şehre girmeyelim. Birinizin bir çayırı ile, bir çıplak kayalığı olsa, sürüsünü hangisine gönderirse Allahü teâlânın takdiri ile göndermiş olur.” buyurdu. Abdurrahman bin Afv’ı çağırıp, “Sen ne dersin?” diye sorduğunda; “Peygamber efendimizden işittim; «Vebâ olan yere girmeyiniz ve vebâ olan bir yerden, başka yerlere gitmeyiniz, oradan kaçmayınız.» buyurmuştu.” dedi.
Vebâ bulunan yerden dışarı çıkmanın yasak edilmesine sebep, sağlam olanlar çıkınca, hastalara bakacak kimse olmaz, helâk olurlar. Vebâlı yerden kaçanlar hastalığı başka yerlere götürmüş, bulaştırmış olurlardı. Görüldüğü gibi İslâm memleketlerinde vebâ salgını olunca hastalar kendilerinden kaçılarak helâk olmuyorlar, rahatlatıcı tedâviler ile vefât edip, şehid olana kadar beşeriyete lâyık muamele görüyorlardı. Hem dünyâda ve hem de âhirette kazanıyorlardı. Müslüman olmayan memleketlerde ise hastalar bir leş gibi muamele görüyor, yığınlar hâlinde biriktirilerek hastalığın sıkıntılarıyla birlikte çok büyük ızdıraplar çekiyorlardı. Zamanlaİslâm devletlerinden karantinanın faydalarını gören diğer devletler de karantinaya başvurdular. Bulaşıcı hastalıkların yayılmasını önlemek için böylece ilk defa 14. yüzyılda karantina uygulanmaya başlandı. Karantina İtalyanca “guaarantina” ve “guaranta” kelimesinden türetilmiş olup “40” mânâsına gelir. İlk kullanıldığında mânâsı, yolcusu ve mürettebâtı ile bir geminin epidemik (salgın) hastalıkların bulunduğu bölgelerden gelmesi veya yolcuların yâhut mürettebâtın arasında hastalık ortaya çıkması hâllerinde sâhile yanaşmadan açıkta 40 gün bekletilmesiydi. Bugün mânâsı genişlemiş ve nakledilebilir bir hastalığa yakalanmış kişilerin, hayvanların ve bitkilerin bulundukları vaziyet ve yere göre ve söz konusu hastalığın kuluçka süresine göre değişiklik gösterecek şekilde kullanılır olmuştur.
On dokuzuncu yüzyılda hastalıkların sebebleri ve bulaşma yolları ortaya çıkarılmadan ve bugünkü ilmî esaslarına kavuşmadan önce, milletlerarası ticaret ve yolculukta karışık karantina muameleleri sebebiyle çok sıkıntı çekiliyordu. Etkili teşhis ve önleme metodlarının gelişmesinden sonra, karantina kanunları, kuralları ve işlemleri bugünkü şeklini aldı. Hastalık yayıldıktan sonra yolcunun ve vâsıtanın girişinin engellenmesi yerine yolculuk esnâsında temizliğe dikkat ve yolcuların aşılanması gibi yapıcı tedbirlere başvurulmaktadır.
Dünya Sağlık Teşkilâtının kararları yönünden 1952’den beri uygulanmakta olan kâideler şöyledir: Salgın hastalıkların ortaya çıkmasıyla birlikte, derhal bildirimde bulunmak, milletlerarası hava alanlarında ve limanlarda çevre sağlığını temin edecek usulleri tatbik etmek ve milletlerarası trafiğe yön verecek en ileri karantina ölçülerini uygulamak. Bu tedbirler daha ziyâde altı hastalığa yöneliktir: Kolera, vebâ, çiçek, sarıhumma, bitle geçen tifo ve hummai-racia.
Alm. Ministerratsbeschluss, Regierungsbeschluss, Erlass (m), Fr. Décret (m), İng. Written decree, decision or agreement. Cumhurbaşkanı, Başbakan, Bakanlar Kurulu veya ilgili Bakanlar tarafından imzâlanan karar. Kararnâme, bir idârî düzenleyici işlemdir. Kânun Hükmünde Kararnâmeler (K.H.K.) dışındaki kararnâmeler, kânun gücünde değildirler (Bkz. K.H.K.). Kararnâme, idârî bir tasarruf olup, gerekli görüldüğü hallerde, çıkaran yetkili organ tarafından değiştirilebilir veya kaldırılabilir.
T.C. Anayasası’nda “kararnâme” adında bir hukukî işlem düzenlenmemiştir. Aslında Türk İdâre Hukukunda “kararnâme” ismini taşıyan bir muâmele mevcut değildir. Fakat tatbikatta bu tip bir işleme rastlanmaktadır. Türkiye’de olduğu gibi, hemen her ülkede “kararnâme” adını taşıyan hukûkî tasarruflar mevcuttur.
Tatbikatta, şekil îtibâriyle iki tip kararnâme vardır. Bunlar “Bakanlar Kurulu Kararnamesi” (Toplu Kararnameler) ve “Üçlü veya İkili Kararnameler”dir. Bakanlar Kurulu Kararnamesi, Başbakan ile bütün Bakanların ve Cumhurbaşkanının imzâları ile teşekkül eder. Bakanlar Kurulu Kararnameleri, prensip îtibâriyle bir kânuna dayalı olarak çıkarılırlar. Fakat tatbikâtta, ortada bir kânun hükmü olmadan da Bakanlar Kurulu kararnâmesi çıkarıldığı görülmektedir. Üçlü veya İkili Kararnâme’ye gelince, üçlü kararnâme ilgili Bakanın, Başbakanın ve Cumhurbaşkanının imzâlarını ihtivâ eden kararnâmedir. Meselâ bir İçişleri müsteşarının tâyinine dâir kararnâme, İçişleri Bakanı, Başbakan ve Cumhurbaşkanı tarafından imzâlanır. İkili kararnâme ise Başbakan ve Cumhurbaşkanının imzâsı ile meydana gelen kararnamedir. Meselâ Başbakanlıkta açık bulunan 3. derecedeki bir kadroya bir şube müdürünün tâyin edilmesi ikili bir kararnâme ile olur.
Bu tip kararnâmeler dışında bir de “Prensip Kararnâmeleri” adı verilen bir başka müşterek kararnâme vardır. Meselâ bir kânunda birkaç tâne bakana yetki verilmiş olabilir; böyle bir durumda bu konu ilgili birkaç bakanın ayrı ayrı imzâsı ile Başbakanlık Kânunlar Teklif Dâiresi tarafından müşterek bir kararnâme metni hâline getirilerek bakanlara imzâlattırılmaktadır. Bunların sayısı senede bir-ikiyi geçmez.
Cumhurbaşkanının irâdesini ihtivâ eden tasarruflar da kararnâme adı altında düzenlenir. Bu kararnamelere Cumhurbaşkanı Kararnâmeleri denir.
Bakanların imzâsının bulunması bakımından kararnâmeler Bakanlar Kurulu Kararnâmesi ve Müşterek Kararnâme olmak üzere iki kısma ayrılırlar. Bakanlar Kurulu kararnâmelerinde bütün bakanların imzâsı bulunur. Müşterek Kararnâme’de ise ilgili bir veya birkaç bakanın imzâsı bulunur. Fakat her iki tip kararnâmede de cumhurbaşkanının ve başbakanın imzâsı mutlaka bulunur.
Kararnâmelerde müsteşar vs. gibi bakan statüsüne tâbi olmayanların imzâsı bulunmaz. Kararnâmelerde şekil şartları oldukça önemlidir. Bu unsurlardaki bir bozukluk kararnâmenin yokluğu sonucunu meydana getirir.
Kararnâmeler konuları bakımından da objektif ve subjektif kararnâmeler olmak üzere ikiye ayrılırlar. Nizamnâmeleri, talimâtnâmeleri ve husûsî bir kânuna istinâden çıkarılmış kararnâmeleri kabul ve tasdik eden Cumhurbaşkanı Kararnâmeleri objektif kararnâmelerdir. Tâyin vs. gibi ferdî tasarrufları (kişilere âit işlemler) ihtivâ eden Cumhurbaşkanı Kararnâmeleri ise subjektif kararnamelerdir.
Ayrıca, 1930 târihli Türk Parasının Kıymetini Koruma Kânunu ve 1940 târihli Millî Koruma Kânunu’na dayanılarak yapılan işlemler de “kararnâme” ismini taşımaktadır. Yine, Bakanlar Kurulunun dış ticâretle ilgili olarak yaptığı düzenlemelere de kararnâme adı verilmektedir.
Kararnâmeler de, diğer idârî ve düzenleyici işlemler gibi idârî yargı denetimine tâbidir. Bu işlemlerden doğacak dâvalarda, yüksek idâre mahkemesi olan Danıştay, Askerî Yüksek İdâre Mahkemesi, Bölge İdâre Mahkemeleri yetkilidir.
On dördüncü asrın başlarında Balıkesir ve Çanakkale taraflarında kurulmuş Türk beyliği. Bu âile soy îtibâriyle 11. yüzyılın ikinci yarısından sonra Orta Anadolu’da bir devlet kurmuş olan Melik Dânişmend Gâziye dayanır. Türkiye Selçukluları, Dânişmendlilerin 1175 yılında Sivas, 1178’de Malatya koluna son vererek bu devleti ortadan kaldırdı. Sonra Dânişmendli âilesi mensupları Selçukluların hizmetine girerek Bizans hudutlarında uç beyi olarak vazîfe aldılar.
Karasi Beyliği Balıkesir, Aydıncık, Bergama, Edremid, Ayazmend, Bigadiç, Başkelenbe, Ezine ve Eski Truva’ya hâkim oldu. Karasi Bey, 1384’te Türk fütûhatına karşı Bizanslılara yardıma gelen Katalanlıları Erdel’de bozguna uğratarak, geri çekilmeye mecbur bıraktı. Moğollar önünden kaçan Saru Saltuk Türklerini kendi beyliği arâzisinde yerleştirmek sûretiyle bölgedeki Türk nüfûsunun artmasına gayret etti.
Kalem Bey ile oğlu Karasi Beyin hangi târihte vefât ettikleri belli değildir. Fakat bâzı kayıtlardan Karasi Beyin 1328’den evvel vefât ettiği anlaşılmaktadır. Karasi Beyden sonra beyliğin büyük kısmı ile merkez Balıkesir’e oğlu Demirhan hâkim oldu. Güneydeki Bergama ve havâlisi ise kardeşi Yahşıhan’ın idâresindeydi. Karasi Beyin üçüncü oğlu Dursun Bey ise, Osmanlı Hükümdârı Orhan Gâzinin yanına sığındı. Yahşî Bey, Bizanslılara karşı 1341 ve 1342 yıllarında iki defâ donanma ile Gelibolu Yarımadasına asker çıkardıysa da muvaffak olamadı. Bizans hükümdârı Kantakuzen ile anlaşma imzâlayıp, geri çekildi. Yahşıhan, 1345’ten önce vefât etti. Osmanlılara ilticâ eden Dursun Bey, kardeşi Demirhan’a karşı Orhan Beyden yardım istedi. 1345 yılında Orhan Bey ile berâber Balıkesir üzerine yürüdüler. Demirhan Bergama’ya kaçtı. Kardeşiyle anlaşmak üzere Bergama önüne gelen Dursun Bey, kaleden atılan bir okla vurularak öldürüldü. Bu durumdan son derece üzüntü duyan Orhan Gâzi, Balıkesir ve çevresini Osmanlı ülkesine katarak, Bergama’yı kuşattı. Demirhan müdâfaayı bırakıp teslim oldu. Bergama’yı Osmanlı sınırları içine alan Orhan Gâzi, Demirhan’ı affederek Bursa’ya yerleştirdi. Bursa’da iki sene kadar yaşayan Demirhan Bey, 1347 yılında vefât etti.
Karasi Beyliğinin Demirhan’a âit kısmının Osmanlılara geçmesi üzerine tecrübeli Karasi ümerâsından Hacı İlbeyi, Evrenos Gâzi, Ece Halil ve Gâzi Fâzıl Bey, Osmanlı Devleti hizmetine geçtiler. Bu beyler Osmanlı Beyliğinin Rumeli’de yayılmasında büyük gayret sarf ettiler.
Diğer taraftan Yahşi Beyin vefâtı ile Truva taraflarına Süleymân Bey hâkim oldu. Süleymân Beyin Yahşı Han ve Demirhan’dan hangisinin oğlu olduğu bilinmemektedir. Bizans tahtı için mücâdele eden Kantakuzen, düşmanlarına karşı düştüğü zor durumdan Süleymân Beyin 1343’te gönderdiği kuvvetler sâyesinde kurtulabildi. Yine 1345 yılında Kantakuzen’e yardıma giden Aydınoğlu Umur Beyin yanında Süleymân Bey de vardı ve Rumeli sâhiline Karasioğulları gemileri ile geçildi.
Süleymân Beyin Truva ve Çanakkale yöresindeki hâkimiyeti 1360 yılına kadar devâm etti. Ancak 1361 yılında Osmanlı tahtına geçen Birinci Murâd Han Karasioğullarına âit bu sâhil bölgesini zaptetmek sûretiyle beyliğe son verdi. Karasioğullarına dâir şimdiye kadar mevcut eser, kitâbe ve sikke bulunamamıştır.
Karasioğulları Beyleri |
Tahta Geçişi |
Karasi Bey (takriben) |
1297 |
Demirhan (Balıkesir’de) |
(?) |
Şücaeddin Yahşihân (Bergama’da) |
(?) |
Süleyman Bey (Truva’da) |
(?) |
Osmanlı hâkimiyeti |
1360 |