KARAKOYUNLULAR

On dördüncü asrın ikinci yarısında Doğu Anadolu’da devlet kuran bir Türkmen hânedânı. Karakoyunlu oymağı, Karakoyunlu Devletinin çekirdeğini teşkil etmiştir. Sa’dlu, Baharlu, Duharlu, Karamanlu, Alpagut, Çakırlu, Ayunlu, Bayramlu, Ağaç-eri, Düğer ve Hacılu oymakları halkları da Karakoyunlu Devletinin ahâlisiydi. Yaklaşık otuz bin çadırdan müteşekkil olan Karakoyunlular, Cengiz Hanın hücûmu üzerine Töre Bey idâresinde Türkistan’dan Mâverâünnehir’e, oradan da İran yoluyla Doğu Anadolu’ya göç etmişlerdi. Töre Bey, Kara Yûsuf’un yedinci atası olup, Oğuz Hanın torunlarındandı.

Karakoyunluların siyâsî bakımdan ehemmiyet kazanması İlhanlı Hükümdârı Ebû Sa’îd Bahadır Hanın ölümü ve içerde Moğol noyanlarının bir mücâdeleye girişmeleri ile başlar. Karakoyunlular, ilk zamanlarda, Trak’taki Celâyir âilesinin ve Çobanoğullarının hizmetindeydiler. On dördüncü yüzyılın başlarında, Karakoyunluların reisleri, Bayram Hoca idi. Bayram Hoca, Sincar Hâkimi Pîr Muhammed’i öldürerek emîrliği ele geçiren Hüseyin Beyin maiyetinde bulunuyordu. Daha sonra Hüseyin Beyi ortadan kaldırarak yerine geçti (1351). Hüseyin Beyin ölümünden sonra, Türkmenlerin büyük bir kısmı Bayram Hoca’nın emîrliğini tanıdılar.

1370 yılından îtibâren fetih hareketine girişen Bayram Hoca; Sürmelü, Alakilise, Hoy ve Nahcivan havâlilerine hâkim oldu. 1374’te Musul’u zaptetti ve şehir, devletin yıkılışına kadar, Karakoyunlu Hânedânının elinde kaldı.

Erzurum’dan Musul’a kadar uzanan sahayı hâkimiyeti altına alarak, Karakoyunlu kabîlesini târih sahnesine çıkaran Bayram Hoca, 1380 senesinde ölünce, yerine kardeşi Türemişîn oğlu Kara Mehmed geçti. Kara Mehmed, Celâyirlilere bağlı kalmak şartıyla, babasından kalan yerleri elinde tutmasını başardı ve kızını Celâyirli Sultânı Ahmed’e vererek, bu bağlılığını kuvvetlendirdi. Kara Mehmed Bey, 1383 senesinde Musul hacılarının yolun kesip, mallarını yağmalayan Ca’ber Hâkimi Sâlim Beyin üzerine yürüdü, onu büyük bir bozguna uğrattı ve arâzisini yağmaladı. 1387 senesinde Erzincan Emîri Mutahharten ile Akkoyunlular arasında başlayan mücâdele, Mutahharten’in mağlûbiyetiyle sonuçlanınca; Erzincan emîri, Karakoyunlu Kara Mehmed’den yardım istedi. Akkoyunlular ile öteden beri mücâdele içinde olan Kara Mehmed, Mutahharten’in yardımına koştu ve Akkoyunluları ağır bir mağlûbiyete uğrattı. Akkoyunlu Ahmed ve kardeşi Hüseyin beyler, Kâdı Burhâneddîn’e sığındılar.

Mehmed Bey, 1307’de Karabağ üzerinden Anadolu’yu istilâya teşebbüs eden Tîmûrlu kuvvetlerini bozguna uğrattı. Birçok Tîmûrlu emîri bu çarpışmada öldürüldü. 1388 senesinde Tebriz şehri için Kara Mehmed Bey ile Celâyirli emîrlerinden Şebli ve Şâh Ali arasında büyük bir mücâdele başladı. Şebli komutasındaki Celâyir ordusuyla, Heştrud’da karşılaşan Karakoyunlular, bu orduyu büyük bir bozguna uğratırken, Şebli’yi de öldürdüler. Bu hâdisenin akabinde Kara Mehmed Bey, Kara Hasan adındaki bir Türkmen emîriyle giriştiği mücâdele sırasında 1389 yılında öldürüldü.

Kara Mehmed Beyin ölümünden sonra yerine oğlu Kara Yûsuf geçti (1389). Hükümdârlığının ilk yılları iç karışıklıklarla geçen Kara Yûsuf Bey, 1392’de Tîmûr Hanın (1370-1405) tabiiyet teklifini kabul etmeyip mücâdeleye girişti. Tîmûr Hanın Anadolu’dan ayrılmasını fırsat bilerek Erciş’i ele geçirdi. Tîmûr Hanın Van ve çevresinin idâresine tâyin ettiği Emîr İzzeddîn Şîr, yanındaki Çağatay askerleri ile birlikte Kara Yûsuf’un üzerine yürüdü. Yapılan küçük çapta bir çarpışmanın ardından iki taraf arasında barış sağlandı. Kara Yûsuf geri çekilirken, Avnik Emîri Atlamış’ın dört yüz atlı ile İzzeddîn Şîr ve Çağatayların yardımına gitiğini gördü ve Erciş Ovasında bir gece baskını ile Atlamış’ı esir alarak, askerlerinin büyük bir bölümünü öldürdü. Kara Yûsuf, daha sonra Atlamış’ı, Memlûk Sultânı Berkuk’a gönderdi ve orada hapsedildi.

Tîmûr Han, Hindistan Seferini büyük bir başarı ile tamamlayarak yeniden Doğu Anadolu’da görülünce, Kara Yûsuf, Van Gölü çevresindeki atalarından kalma yurdunu boşaltarak Musul’a çekildi (1399). Tîmûr Hanın Bağdat’ı ele geçirmek için ordu göndermesi üzerine Sultan Ahmed Celâyir, yanında bulunan az sayıda asker ile Bağdat’tan ayrılarak Musul’da bulunan Kara Yûsuf’un yanına gitti. Bu sırada Sultan Ahmed’e tâbi olan kaleler, Tîmûr Hanın gönderdiği ordu tarafından ele geçirildi. Tîmûr Hanın ordusu Bağdat’tan ayrılınca, Kara Yûsuf ve Sultan Ahmed, hiçbir güçlükle karşılaşmadan şehire hâkim oldular. Ancak bu sırada Bingöl yaylasında bulunan Tîmûr Hanın, kendilerini arkadan çevirme plânını öğrenince, Sultan Ahmed ve Kara Yûsuf, Memlûk sultânına ilticâ etmeye karar verdiler. Memlûk sultânına bu durumu bildirmek için elçiler gönderdiler. Elçilerin dönüşünü beklemeyen Kara Yûsuf ve Sultan Ahmed, yanlarında emîrleri ve kuvvetleri olduğu hâlde Kâhire’ye doğru yola çıktılar. Memlûklerin Halep Nâibi Demirtaş’ın yollarını keserek Sûriye’ye girmelerine mâni olmak istemesi üzerine iki taraf arasında şiddetli bir muhârebe oldu. Muhârebede Demirtaş ağır bir bozguna uğradı. Bu muhârebenin netîcesinde Kara Yûsuf ve Sultan Ahmed’in, Memlûk sultânına sığınma yolları kapandı. Bu yüzden iki hükümdâr, Osmanlı pâdişâhı Yıldırım Bâyezîd Hanın yanına gitmeye karar verdiler. Fakat aralarında çıkan anlaşmazlık yüzünden birbirlerinden ayrıldılar. Kara Yûsuf, memleketine geri döndü. Tîmûr Han ise, onların hareketlerinden günü gününe haber alıyordu. Gönderdiği kuvvetler, Sultan Ahmed Celâyir’e âni bir baskın düzenleyerek mağlub ettiler. Sultan Ahmed, bütün ağırlıklarını kaybettikten sonra, güçlükle Osmanlı sultânına sığınabildi. Kara Yûsuf Bey de Tîmûr’un 1400’deki yakındoğu seferinde Osmanlı Sultânı Yıldırım Bâyezîd Hanın yanına gitti, ondan himâye ve iltifat gördü. Kendisine Aksaray havâlisi maîşet ve ikâmet yeri olarak verildi. Bu durum, Tîmûr Han ile Sultan Yıldırım Bâyezîd Han arasında yapılan, 1402 Ankara Savaşının sebeplerinden biri oldu.

1402 yılında Yıldırım Bâyezîd’le yaptığı Ankara Meydan Muhârebesini kazanan Tîmûr Han, Karakoyunlu Emîri Kara Yûsuf’a kesin bir darbe indirdi. Tîmûr Hanın ordusu karşısında bozguna uğrayarak muhârebe meydanından güçlükle kaçan Kara Yûsuf, nâibi Şeyh-ül-Mahmûdî’ye sığındı. Dımaşk Nâibi önce Kara Yûsuf’a sonra da yine buraya gelen Ahmed Celâyir’e iyi bir kabul gösterdi. Fakat bir süre sonra Tîmûr Hanın, Memlûk sultânına yaptığı tehdit ve baskılar tesirini gösterdi. Memlûk Sultânı Ebü’l-Ferec, Dımaşk nâibinden Kara Yûsuf ve Ahmed Celâyir’in öldürülmelerini istedi. Ancak nâib bu emri yerine getirmedi ve sâdece hapsetmekle yetindi. Bir sene kadar hapiste kalan Kara Yûsuf, buradan çıktıktan sonra Van Hâkimi İzzeddîn Şîr üzerine yürüyerek Van bölgesini ele geçirdi. Onun eski ülkesine sâhib olması üzerine, dört bir yana dağılan Türkmen emîrleri tekrar bayrağı altında toplandılar. Kara Yûsuf’un bu faaliyetlerine Âzerbaycan veIrak Arab Hükümdârı Miran Şahoğlu Ebû Bekr karşı çıktı. İki ordu çok geçmeden Nahcivan’ın batısında karşılaştılar. Ebû Bekr’in ordusu mağlûb oldu ve kuvvetlerinin pekçoğu Aras Nehrinde boğuldu. Bu zaferle şöhret ve kuvveti bir kat daha artan Kara Yûsuf, Tebriz ahâlisinin isteği üzerine şehir önüne gelerek yaptığı muhârebede Ebû Bekr’in babası ve Tîmûr’un oğlu Miran Şahı öldürdü ve şehri ele geçirdi. Bir süre sonra Ebû Bekr’le karşılaşan Kara Yûsuf, onu tekrar mağlub etti. Bu muvaffakiyetle Kara Yûsuf, Tîmûr İmparatorluğunun önemli bir parçasını alarak, Karakoyunlu Devletini kurdu.

Kara Yûsuf’un Ebû Bekr’e karşı kazandığı ikinci ve parlak zaferden sonra başta Irak Emîri Bistam Bey olmak üzere bütün emîrler ona bağlılıklarını bildirdiler. Daha sonra Bistam Beyi, Irak-ı Acem’in fethine memur eden Kara Yûsuf, Aladağ’a gitti. Bistam Bey, Sultâniye’yi fethedince, KaraYûsuf onu Irak-ı Acem vâliliğine tâyin etti. 1409 senesinde “zabtolunmaz” olarak tavsif edilen Alıncak Kalesi, Karakoyunluların eline geçti.

Bu sırada Sultan Ahmed Celâyir, Karakoyunlulara âit Tebriz’e girerek şehirdeki Türkmenlerin çoğunu katletti. Durumu öğrenen Kara Yûsuf, Âzerbaycan’a girerek, Tebriz yakınlarında karargâh kurdu. İki ordu arasında vukû bulan savaşta, Sultan Ahmed askerlerinin büyük bir kısmıyla Karakoyunluların eline esir düştü. Sultan Ahmed, ordu komutanlarının ısrârıyla öldürüldü(1410). Kara Yûsuf, bu zaferden sonra oğlu Pir Budak’ı hükümdâr îlân etti. Irak-ı Arab üzerine sefer düzenleyip, bölgeyi ele geçirdi. Oğlu Şâh Mehmed’i Bağdat’a vâli tâyin etti. Daha sonra Amid, Ergani üzerine yürüdüğü sırada, önüne çıkan Akkoyunlu Beyi Kara Yülük Osman’la savaşıp, onu mağlub ve sulha mecbur etti. Akkoyunluların müttefiki olan Şirvan veGürcistân hükümdârlarını da yendikten sonra, Irak-ı Acem’i tamâmen ele geçirdi.

1420’de Ucan’da vefât eden Kara Yûsuf Beyden sonra Karakoyunlulara bütünüyle hâkim olabilecek bir şehzâdenin bulunmaması birliği sarstı. Hükümdâr îlân ettiği Pir Budak, kendisinden önce vefât etmişti. Karakoyunlu beyleri, cesur bir bey olan Kara Yûsuf’un ikinci oğlu İskender Mirzâ’yı hükümdâr îlân ettiler.

İskender, başa geçer geçmez Âzerbaycan ve Doğu Anadolu’yu işgâl etmekte olan Şahruh’la Eleşkird mevkiinde yaptığı savaşı kaybetti. Şahruh’un Âzerbaycan’a dönmesinden sonra Tebriz’e gitti. Kardeşi İsfahan Mirzâ’nın elinde bulunan bu şehri zabtetti. Daha sonra Bitlis ve Ahlat çevresini ele geçirdi. Şemahi ve Şirvan civârına akınlar düzenledi ve Tîmûrlu Sultânı Şahruh’u uzun süre uğraştırdı. Bir süre sonra İskender’in kardeşleri Şahruh tarafına geçtiler. Bunun üzerine Şahruh, 1434 senesinde Âzerbaycan üzerine yürüdü. İskender, üzerine gelen bu kuvvetli orduya karşı koyamadı. Erzurum üzerinden batıya çekildi. Bu sırada yolunu kesen Akkoyunlu Beyi Kara Yülük Osman’ı Erzurum kalesi önlerinde yapılan savaşta yaraladı ve ölmesine sebeb oldu. İskender, daha sonra Osmanlılara âit Tokat kasabasına sığındı. Osmanlı Devletine sığındıktan sonra, Karakoyunlu hükümdârlığı Şahruh’un yanında bulunan Cihânşâh’a verildi. Bu yüzden Karakoyunlu Devleti, Şahruh’un ölümüne kadar Tîmûrluların himâyesi altında kaldı. Şahruh çekilince, İskender, kardeşi Cihânşâh ile uğraşmaya başladı ise de, Sofuâbâd mevkiinde yapılan muhârebede mağlub oldu (1438). Nahcivan taraflarındaki Alıncak Kalesine sığındı. Fakat, orada oğlu Kubad tarafından öldürüldü(1438).

İskender’in ölmesiyle, rakibsiz kalan Cihânşâh Karakoyunlu hükümdârı oldu. Gürcüleri mağlub ettikten sonra hâkimiyetini tanımayan Bağdat’ı 1444 senesinde ele geçirdi. Şahruh’un vefâtına kadar, ona bağlılığını muhâfaza etti. Sonra Tîmûr evlatları arasındaki taht mücâdelelerinden faydalanarak, Fars ve Kirman eyâletlerini ele geçirdi (1457). Horasan ve Herat’ı ele geçirdiği sırada oğullarından Hasan ve Pir Budak isyân ettiler. Cihânşâh, bu isyânlarla uzun süre uğraştı. Osmanlı sultanlarından İkinci Murâd Han (1421-1451) ve Fâtih Sultan Mehmed Han (1451-1481) ile dostâne münâsebetler kurdu ve devletini yükseltip, ülkenin sınırlarını genişleterek Sultân, Hâkan ünvânlarını kullandı. Karakoyunlu ülkesi en geniş sınırlarına Cihânşâh döneminde kavuştu. Bütün İran, Irak, Güney Kafkasya, Doğu ve Güneydoğu Anadolu dâhil Basra Körfezine kadar genişleyen Karakoyunlu Türkmen Beyliği, Akkoyunlu Hükümdârı Uzun Hasan’ın hücumlarına uğradı. Nihâyet, 1467 senesinde Mardin’de Uzun Hasan’a yenilen Cihânşâh, aynı muhârebede öldürüldü. Cihânşâh’ın yerine oğlu Hasan Ali geçti. Hasan Ali, iki yıl saltanat sürüp, 1468 senesinde ölünce, Bağdat kolu dâhil bütün ülke uzun Hasan tarafından ele geçirildi. Böylece Karakoyunlu Devleti târihe karıştı.

Devlet teşkilâtı: Karakoyunlular, devlet teşkilâtı husûsunda tamâmiyle Celâyirli ve İlhanlı devlet an’ane ve müesseselerine bağlı kaldılar. Bu devlette hükümdâr seçiminde âile ve aşîret reisleri müessirdi. Devleti teşkil eden âile efrâdı ve aşîret reisleri tarafından kim uygun görülürse, idâre onun eline verilirdi. Devlet işlerinin mercii Büyük Dîvân idi. Reisine Sâhib-i Dîvân denilirdi. Bunun emrinde Sâhib-i Âzam adını taşıyan reîsler de vardı. Vilâyetler hem iktâ, hem de idâre olarak hânedân âilelerinden olanlara ve emîrlere verilirdi. Bunlar iktânın gelirine göre asker beslemek mecbûriyetindeydiler. En önemli vilâyetlerinden olan Fars, Yezd, İsfehan ve Bağdat’tan her biri bir şehzâde tarafından idâre edilmekteydi. Bu şehzâdelerin çok kalabalık maiyetleri ve muntazam saray teşkilâtları vardı.

Karakoyunlu Devletinde ordu, yaya ve atlı kuvvetlerden meydana geliyordu. Beylere bağlı tımarlı askerle ayrıca önemli bir yekün teşkil eden tımarlı sipâhî ve çerik denilen aşîret kuvvetleri, devletin esas askerî gücünü meydana getiriyordu. Ordu günümüzdeki takım, bölük, tabur ve alay gibi, koşun, tip ve fevc diye bir takım gruplara bölünmüştü. Harp esnâsında öncü birliklerine pişdar denilirdi. İhtiyat ordu karargâhına uruğ denilmekteydi. Hükümdârın maiyetindeki kapıkulu askerleri, maaşlarını dîvândan alırlardı. Kara Yûsuf Bey, askerlerinin maaşlarını tam zamânında almalarına çok dikkat ederdi. Bu iş için ayrıca, bir teşkilât da kurmuştu.

Kültür ve medeniyet: Karakoyunlu hükümdârları savaşların yanında, memleketin îmâr ve ihyâsı için de çalışmışlardır. Cihânşâh, adâlet ve îmârcılığı ile meşhur olmuştur. Saltanatı devrinde Tebriz’i mâmur bir belde hâline getirmiştir. Tîmûr Han tarafından ortadan kaldırılmasına rağmen o devirde tekrar ortaya çıkan Hurûfilik adlı sapık fırkanın önüne geçen Cihânşâh, Tebriz’de bulunan Hurûfîlerin çoğunu ortadan kaldırarak, İslâmiyet’e büyük hizmette bulundu. İlme ve âlimlere hürmetkâr olup, ilim adamlarını koruyup gözetmiş, medrese ve câmiler yaptırmıştır. Tebriz’de muhteşem ve müzeyyen bir câmi yaptıran ve memleketin muhtelif yerlerini âbideler ile süsleyen Cihânşâh, şâirleri himâye etmiş ve kendisi de Hakîkî mahlasıyla Türkçe ve Farsça şiirler yazmıştır. Onun oğlu Bağdat Vâlisi Pir Budak da şâirdi. Meşhur âlimlerden Celâleddîn Devânî, Akkoyunlulara intisâb etmeden önce, Tebriz’de Cihânşâh’ın medresesinde müderrislik yapıyordu. Devânî, Farsça yazdığı  Risâle-i Hurûf isimli eserini Cihânşâh adına telif etti. Yine Şeyh Şücâeddîn bin Kemâleddîn Kirmânî, Hadîkat-ül-Meârif adlı eserini Cihânşâh adına kaleme aldı.

Cihânşâh’ın Tebriz’de tamâmen mermer taştan yaptırdığı ve çiçekli çinilerle süslediği Gökmedrese, diğer adı ile Muzafferiye Medresesi çok meşhûrdur. Medresenin özellikle kapısı bir sanat hârikasıdır. Tebriz’de, Cihânşâh’ın hanımının yaptırdığı, Büyük Câmi ve medresesi vardır.

Karakoyunlular, îtikat bakımından Şiîliğe meyilli olduklarından, gerek Memlûk Devleti, gerekse Akkoyunlular ve diğer Sünnî devletler bunların aleyhinde idiler. Bilhassa Akkoyunlularla olan mücâdelelerinin sebeplerinden biri de aralarındaki mevcut mezhep farkıdır. Buna rağmen, Karakoyunlu paralarında ilk dört halîfenin adları ve Kelime-i şehâdet yazısı görülmektedir.

Karakoyunlu Hükümdârları: 

Tahta Geçişi

Bayram Hoca

(?)

Kara Mehmed Bey

1380

Kara Yûsuf Bey

1389

İskenderşâh  

1420

Cihânşâh    

1438

Hasan Ali     

1467

Akkoyunluların işgâli

1468

KARAKTER

Alm. Charakter (m), Fr. Charactére (m), İng. Character. Bir şey üzerinde değişmeden kalan izler, bir şeyi benzerlerinden ayırmaya yarayan temel husûsiyet, üstün mânevî özellik, bir nesnenin ayırıcı özelliği. Fransızcadan gelen kelime; huy, mizac, seciye yerine de kullanılır. Genel olarak, bir nesnenin yapısını, diğer nesnelerden ayıran kalite ve vasıflara karakter denilir. Ahlâkî değerleri ifâde etmek için de kullanılır. “Karakter sâhibi insan” veya “karaktersiz şahıs” tâbirleri böyledir. İyi ve kötü kimseleri belirtmek içindir. Biyoloji ilminde karakter, herhangi bir canlının görülebilen bir özelliği veya davranış tarzıdır. Genetikte ise, bir veya bir grup genin bir fenotipte görülen ifâdesidir. Karakter, daha çok şahsiyet psikolojisini ifadelendirmede kullanılan ilmî bir tâbir olmuştur.

Psikolojide karakter kelimesi, bir insanın kendine has davranış ve düşüncelerini belirtmek için kullanılmaktadır. Ferdin kendine mahsus davranış özelliklerine karakter adı verilmiştir. Bir bakıma karakter, bir şahsın, rûhî hayatının dışarıdan görünüşüdür. Kalıplaşmış bir yapıdan uzak olan insanın rûhî hayâtı, değişkenlik ve karmaşık bir özelliğe sâhiptir. Karakterin belirmesi, kişinin kanaatleriyle davranışlarının arasında devamlı bir uygunluğun bulunmasına bağlıdır. Bu kanaat ve davranışların iyi ve kötü olmasına göre insan şahsiyeti gelişmesinde, doğuştan getirilen mizac, huy, zekâ ile fizik veya sosyal çevreden kazanılan değerlerin etkisi büyüktür. Bu bakımdan karakter, “Çok çeşitli davranışlardan, toplumun kültür değerlerine göre, iyi veya kötü olanlarının yâhut doğru veya yanlış olanlarının bir insan tarafından devamlı yapılmasıdır.” diye de târif edilmiştir. Psikolojide mizaç, karakter ve şahsiyet içiçe geçmiş üç kavramdır. Bu bakımdan bâzı klasik kitaplarda bile biri diğeri yerine kullanılmaktadır. Bunun yanında bâzı psikologlar karakteri, şahsiyetten ayrı mütalaa etmektedir. Bunlardan bâzılarının karakter hakkındaki görüşleri şöyledir:

Kant, karakter’i bir insanın düşünme, davranış ve hissetme tarzı olarak kabul eder. Bâzı müellifler için karakter, eğilimlerin topluluğudur. Bourlud’a göre karakter, ferdin istikrarlı eğilimlerinin sentezidir. Dupre, karakteri, ferdin alışılmış reaksiyonlarının topluluğu diye târif etmiştir. Çeşitli târiflerden, şöyle toplu bir târif daha yapılabilir:

“Karakter, her birimizi vasıflandıran hissetme, düşünme ve hareket etme tarzlarının bütünlüğüdür.”

İnsanda, fizyolojik ve morfolojik (şekille ilgili) karakteristiklerinin topluluğuna mizaç denilirken, ferdi canlılıkları ve dürtüleriyle bütün anadan doğma içgüdülerin topluluğuna da fıtrat (yaradılış, hilkat, nature) denebilir. Bütün bu îzahlara göre karakter, insanın doğuştan bünyesinden menşe alan mizaç ile huyun teşkil ettiği kompleks (karmaşık) bir örgüden ibârettir. O halde karakter, zekâ ve ahlâkın yönlendirilmesi altında, mizaç ve hilkat dediğimiz anadan doğma unsurlarla fizik ve psiko-sosyal çevre arasındaki karşılıklı faaliyetin birleşik bir sonucudur, denilebilir. Mizaç ve motivasyonal (güdülerle ilgili) eğilimlerin topluluğu şahsın iradesiyle çok değişebildiği halde, karakter terbiye ve ferdî gayretle oldukça az değişmeler gösterir.

Belli bir karakter yapısında olan insan, belli hallerde tutarlı ve önceden az çok kestirilebilen tepkiler gösterir. Her insan çocukluk yıllarında, çevresiyle sürekli tesir görme neticesi, kendine has bir tepkiler sistemi geliştirir. Başka bir deyişle savunma ve uyum mekanizmaları aracılığı ile bir intibak sağlamaya çalışır. Kendi faydasına olan, ama çevresine ters düşmeyen çözümler geliştirir. Haz veren, tatmin sağlayan yollardan gider, kendi dürtü(dirve) veya motivleriyle(güdü) çevre isteklerini bağdaştırmaya uğraşır. Bu maksada umumiyetle egonun düzenleyici, uzlaştırıcı ve bütünleyici fonksiyonu aracılığıyla ulaşır. İyi işliyen bir karakterde, bugünkü psikiyatrinin kabul ettiği mefhumlarla ifâde edilecek olursa, id-ego-süperego ve çevre arasında belli bir denge ve uyum sağlanmıştır. Oysa bu denge nevrozlarda ve psikozlarda bozulmuştur. Karakter bozukluklarında uyumsuzluk ego ile çevre arasındadır. İd-ego-süperego dengesi çarpık da olsa vardır. Karakter bozukluğu kendini insanlar arası münâsebette gösterir.

Ahlâk ilmi, ruh sağlığı bilgisi demektir. Kötü huylar, rûhun hastalığı ve kötü işler, bu hastalıkların alâmetleri, ârızalarıdır. İslâm âlimlerinin çoğuna göre, herkesin huyu değişebilir. Hiçbir kimsenin huyu, yaratılıştaki gibi kalmaz. Sonradan değişebilir. Huylar değişmeseydi, peygamberlerin getirdikleri dinler, boş lüzumsuz olurdu. Âlimlerin sözbirliği ile koymuş oldukları terbiye ve cezâ usûlleri abes olurdu. Bütün ilim adamları, çocuklarına ilim ve edep vermiş ve terbiyenin fayda sağladığı her zaman görülmüştür. Şu kadar var ki, bâzı huylar pek yerleşmiş; rûhun hassası gibi olmuştur. Böyle huyları değiştirip, yok etmek pek güçtür. Böyle ahlâk, çok câhil, kötü kimselerde bulunur. Bunu değiştirmek için çok uğraşmak lâzımdır.

Patolojik olsun olmasın bütün karakter yapıları için geçerli olan belli başlı keyfiyetler şöyle sıralanabilir:

a) Karakterlerin çekirdekleri hayatın ilk yıllarında atılır ve teşekkül eder. Ancak karakterin gelişmesi ve son biçimini alması ergenlik ve delikanlılık çağının sonuna kadar sürer. Böylece karakter çizgileri uzun bir sürede belirir; oysa nevrotik belirtiler kısa sürede ortaya çıkabilirler.

b) Herkesin karakteri kendine hastır; parmak izi gibi onu başkalarından ayıran göstergedir.

c) Karakter çizgileri, uzun sürede biçimlendiği için yıllar geçtikçe katılaşır ve değişmez bir özellik hâline gelirler. Terbiyenin belli yaştan sonra güç hâle gelmesi, bunun böyle olduğunu göstermektedir.

d) Karakter çizgileri veya nitelikleri egosintoniktirler. Yâni kişinin normal dışı davranışları kendini rahatsız etmez, tersine haz vericidir.

e) Karakter bozukluklarında iç çatışmaları ve dürtüler açığa vurulmuş, kişinin davranışına aksetmiştir. Yâni karakter bozukluğu olan bir kimse kendisini çevreye değil, çevreyi kendisine uydurma yolunu seçmiştir. Buna “alloplastik uyum” denir. Bu hal, şahsın çevresiyle ve toplumun ahlâk ve kıymet hükümleriyle çatışmasıyla neticelenir. Halbuki nevrotik dürtülerini, temayüllerini açığa vurmakta güçlük çeker. Kendisini değiştirmek yoluyla, kendi zararına etrafa uymaya çalışır. Buna “otoplastik uyum” denir.

Karakterin gelişmesi: Uygun bir âile ortamında küçük bir çocuk, ana-babasının yardımıyle hangi insiyaklarını nasıl düzenleyeceğini, neyin yanlış, neyin doğru olduğunu öğrenir. Çocuk, doğumdan başlayarak karşılaştığı engellenmeleri, çatışmaları yenmek için savunma mekanizmaları vâsıtasıyle özel tepkiler gösterir. Teşekkül eden sağlıklı veya patolojik tepkiler yeni hallerle karşılaşıldıkça tekrarlanır. Çünkü bir davranışın tekrârı, yeni çözüm bulunmasından daha kolay ve ekonomiktir. Böylece benzer hallerde aynı davranış ve tepkiler ortaya çıkar ki, bu da karakteri, o kimseye has bir şekilde teşekkül ettirir. Aslında karakter, kazanılmış alışkanlık, tepki ve davranışların terkibinden başka bir şey değildir.

Gelişme dönemlerinde ortaya çıkan değişik meselelerin, çatışmaların (frustrasyon) çözülmesiyle karakterin teşekkülü tamamlanır.

Karakter Bozuklukları

1. Yetersiz karakter (inadequate caharacter): Bu çeşit karakter yapısında bir insan, fizik ve zekâ bakımından eksikliği olmadığı halde sosyal alanda yetersiz davranış gösterir. Hiçbir işte belli bir heves veya tutkusu yoktur. Başladığı bir işi pek seyrek olarak sonuna kadar götürür.

2. Şizoit karakter (Schizoid c.): Şizofrenik hastaların bâzı özelliklerini taşırlar. Kendi içlerine kapanma, kendi özel dünyalarında yaşama temayülü gösterirler. Başkalarıyle kolay münâsebet kuramazlar. Rûhî alışverişleri çok satıhta kalır. Hissî küslük gösteren kimselerdir. Çok hassastırlar, çabuk kırılır, fakat belli etmezler.

3. Siklotimik karakter (Cyclothymic c.): Geniş bir hissiyât dalgalanması içindedir. Bir zaman canlı, neşeli olur. Bir süre sonra neşesiz, durgun, kendine güvensiz olabilir.

4. Paranoit karakter (Paranoid c.): Kuşkulu, kuruntulu ve alıngandır. Sevilmediği, kötülüğünün istendiği inancı içinde her şeyi ters yorumlar. Temel güven duygusu geliştirememiş bir insandır.

5. Duyguca dengesiz karakter (Emotionally unstable c.): Aşırı derecede çocuksudur. Küçük bir uyarılma veya kışkırtılma ile çok neşeli bir durumdan çok öfkeli veya çok üzgün bir duruma geçebilir. Bencil ve egosantrik olup yalnızca kendisini sever.

6. Pasif-agresif karakter (Passive-aggressive c.): Bu çeşit, karakter yapısındaki bir insan, saldırganlık insiyaklarını dizginleyemeyen kişidir. Üç ayrı şekilde olabilir. Pasif-bağımlı tip çâresiz, asalak, çocuksu davranışlı çevreden sürekli destek bekleyen bir insandır. Pasif-saldırgan tip açıkça başkaldıramayan, ama doğrudan boyun eğmeyen kişidir. Hayır demese bile söyleneni ya yapmaz, yâhut eksik yapar veya geciktirir. Saldırgan tip saldırganlık insiyaklarını açıkça, ama dizginsiz olarak dışa vuran kimsedir.

7. Kompülsif karakter (Compulsive c.): Düzenli, titiz, temizliğe aşırı düşkündür. İşinde, kıyafetinde, hayat tarzında kurallara sıkı sıkıya bağlıdır. Bir işte üst durumunda ise, altında çalışanlardan çok şey bekler veya her işi kendi yapmaya kalkar. Şuur dışında güçlü bencillik, düşmanlık, inatçılık, pislik ve düzensizlik temâyülleri saklıdır.

8. Histriyonik karakter (Histrionic c.): Klâsik olarak “histerik karakter” diye bilinen ve daha çok kadınlar arasında görülen, ama erkeklerde de bulunabilen bir karakter türüdür. Histriyonik kişi yapmacık hareket eden, durumla orantısız olarak dramatik tepkiler sergileyen insandır. Mantıksız ve tutarsız davranır. Yapmacık davranışlarını bir topluluk önünde sergilemeye özen gösterir. Yalana, abartmaya, hayâlî hikâyeler söylemeye yatkındır.

Sosyopatik Karakter Bozuklukları

1. Antisosyal karakter (Antisocial c.): Eski tabirle psikopat denen bu kimseler davranışlarıyla cemiyetin törelerini, geleneklerini saymayan veya kânunlarını çiğneyen kişilerdir. Başkalarının haklarına saygı göstermeyen, yalan söyleyen, kavga eden, dolandıran, yaralayan, öldüren, ırza geçen ve umûmiyetle cemiyete karşı suç işleyen insanlardır. Bencil, mesuliyetsiz yaşayışları zevk kâidesine göre düzenlenmiştir. İsteklerini elde edemezlerse, maksatlarına ulaşmak için her çâreye başvurmayı  hakları sayarlar. Eski tecrübelerden veya hatâlardan ders almayı bilmezler. Yaptıklarından  pişmanlık, işledikleri suçtan suçluluk duymazlar. Antisosyal davranışlı insanlar çoğunlukla çocukluklarında ezilmiş, çok baskı ama az sevgi ve alâka görmüş insanlardır. Egolarının gelişmesi bozuk ve çarpık, süperegolarının gelişmesi bâzı alanlarda yeterli, bâzı alanlarda yetersiz kalmıştır. Yaptıkları suçun cezalandırılmayışı pekçok psikopatta bunalım ve huzursuzluk doğurur. Yakalandıkları zaman gösterdikleri kayıtsızlık, şuur-dışı suçluluk hissinden kurtuldukları içindir.

2. Dissosyal karakter (Dyssocial c.): Cemiyet içinde bâzı yörelerde ve küçük topluluklarda özel gelenek veya görenekler vardır ki bunlar büyük cemiyetin gelenek veya görenekleriyle çatışır. Yankesicilik veya çalmayı meslek edinmiş bâzı bozuk çevrelerde, îtibâr gören bir kimse kendi çevresi hâricinde psikopat veya antisosyal kişi sayılabilir. Kan davası güdülen bâzı mahallerde, adam öldürmeye suç veya günah gözüyle bakılmaz.

3. Geçici karakter bozuklukları: Bir insanın karakteri ne kadar dengeli olursa olsun dış zorlara, baskılara (stress), tehlikeli hallere uyma kabiliyetinin bir hududu, dayanma gücünün yıkıldığı bir nokta vardır. Normal insanların zor durumlarda geçici nevrotik veya psikotik (akıl hastalığı ile ilgili) belirtiler gibi davranış bozuklukları göstermeleri de rastlanan bir hâdisedir. Bâzı insanlar evlenme, doğum, askerlik, işsizlik, ayrılık gibi mûtat hâdiseler karşısında bile eski karakterlerine uymayan davranış bozuklukları gösterirler. Bu davranışlar hâlin düzelmesiyle kaybolabilirler. Buna “yetişkinlerin husûsî hallerde reaksiyonları” (Adult situational reaction) denir. Pek mûtat sayılmayan felâketler, cephede uzun süre çarpışma, esâret, ölümler gibi hallerde normal insanlarda görülen davranış bozukluklarına da “zor hallerde reaksiyonlar” (Gross-stress reaction) ismi verilir.

Karakter umumiyetle değişmez bir keyfiyet gösterir. Fakat çok husûsî ve zor hallerde beklenmedik veya evvelden kestirilemeyen inhiraflar (sapmalar) olabilir. Bunun hâricinde merkezî sinir sisteminin mühim hastalıklarında, başlangıçta belki de en mühim değişiklik karakter hususiyetlerinde bozulma ile belirir. Damar bozuklukları, metabolik, toksik hastalıklar ve beyin uru gibi hallerde karakter keyfiyetleri süratli değişmeler ve sapmalar gösterebilir ve erken teşhis için bir ipucu olabilir.

KARAKURUM DAĞLARI

Himalayaların doğusunda Keşmir bölgesindeki yüksek dağlar. Kuzeybatı-güneydoğu istikâmetinde uzanır. Bu istikâmette uzunluğu 500 km kadardır. Güneybatıdan İndüs Vâdisi, kuzeydoğudan ise Varkent Nehri ve Sakidulla Yaylası ile çevrilidir.

Dağ kütlesinin büyük bir bölümü buzlarla kaplıdır. Birçok yerine tırmanılması imkânsız olduğu gibi, dağ çok nâdir geçit verir. En önemli geçit Leh şehri ile Sakidülla şehirlerini birbirine bağlayan Karakurum Geçididir (5575 m). İkinci geçit ise Khunjerab Geçidi (4934 m)dir. Bu geçitler dışındaki yerlerden dağı aşmak çok zordur. Himalayalarda bulunan Everest Tepesinden sonra dünyânın ikinci yüksek noktası olan Golwin Austen (8611 m) Tepesi buradadır.

Dağlar çok yüksek ve buzlarla kaplı olduğundan bitki yetiştirilmesine müsâit değildir. Dağların yüksek bölgelerinde çok sert bir iklim hüküm sürer. Dağ eteklerinde ise normal kara iklimi görülür. Dağlar mâden bakımından çok fakir olduğu gibi hayvana da az rastlanır.

KARAKUTU

(Bkz. Uçak)

KARAMAN

İlin Kimliği

Yüzölçümü   : 9237 km2

Nüfûsu           : 217.536

İlçeleri           : Merkez, Ayrancı, Başyayla, Ermenek, Kâzımkarabekir, Sarıveliler.

İç Anadolu bölgesinde yer alan bir ilimiz. Batı ve kuzeyinde Konya, güneyinde İçel, güneybatısında Antalya illeri ile çevrilidir. 37°35’ ve 36°30’ kuzey enlemleri ile 34°04’ve 32°30’ doğu boylamları arasında yer almaktadır. Trafik kodu 70’tir.

İsminin Menşei

Bizanslılar zamânında şehre Larenda ismi verilmiştir. Selçuklular bölgeyi ele geçirince şehre Larende denilmiştir. Anadolu Selçuklularından sonra bölgeye hâkim olan Karamanoğulları Beyliğinin başşehri olduğu için şehre daha sonra Karaman ismi verilmiştir.

Târihi

Karaman’ın târihi eski devirlere dayanır. Hititlere bağlı, içte serbest, Arzava Devletinin sınırları içinde kutsal merkezlerden biriydi. M.Ö. 6. asırda Frigyalıların, sonra da Lidyalıların istilâsına uğradı. M.Ö. 5. asırda Perslerin hâkimiyetine girdi. Büyük İskender zamânında çok gelişmiş olmasına rağmen, istilâya uğrayarak, büyük hasara uğramıştır. Roma İmparatorluğunun ikiye bölünmesinden sonra (M.S. 395) Doğu Roma(Bizans)nın idâresinde kaldı. İslâm orduları tarafından iki defâ fethedildi ise de yine Bizanslıların elinde kalmıştır. 1071 Malazgirt Zaferinden sonra, Anadolu’nun Türkler tarafından fethine başlanması ile, şehir, önce Danişmendlilerin, daha sonra Sultan İkinci Kılıç Arslan devrinde Anadolu Selçuklu Devletinin hâkimiyetine girdi (1165).

Karaman, Haçlı seferleri sırasında Hıristiyanlar tarafından geçici olarak işgâl edildi ise de, sonra yine Selçukluların hâkimiyetine geçti (1190). Moğol istilâsından sonra Anadolu Selçuklu Devletinin çökmesi üzerine kurulan Türk beyliklerinden Karamanoğullarının başşehri oldu. Karaman, bu beylik zamânında bir kültür ve sanat merkeziydi. En parlak dönemini de Karamanoğulları zamânında yaşadı. Çeşitli zamanlarda Osmanlılar ve diğer bâzı devletler tarafından kısa sürelerle işgâl edilen Karaman, kesin olarak Fâtih Sultan Mehmed Han tarafından fethedilerek Osmanlı topraklarına katıldı(1467). Karamanoğulları beyliği de böylece sona erdi. Osmanlılara bağlı bir eyâlet hâline getirildi. Birinci Dünyâ Harbinde işgâle uğramayan illerimizdendir. Konya’ya bağlıyken 15 Haziran 1989’da vilâyet oldu.

Fizikî Yapı

Dağları: Karaman topraklarının büyük kısmı geniş ovalarla kaplıdır. İlin güneyi dağlıktır. Toros Dağları batıdan doğuya uzanır. Denizden yüksekliği 1014 metredir. Kuzey batıdaki Karadağ’ın en yüksek yeri 2288 metredir. Karadağ volkanik sönmüş bir yanardağdır.

Yuntdağı(2227 m), Oyukludağı (2427 m), Özyurt Dağı (2481 m) ve Kartaltepe (2226 m) önemli dağlarıdır.

Ovaları: Karaman geniş ovlar üzerine kurulmuştur. Karaman Ovası 20 km genişliğinde 30 km uzunluğundadır. Ayrancı Ovası ise, Karaman ile Ereğli Ovaları arasındadır. Kocadere Vâdisinin tabanındadır. Yüksek dağlardan doğan akar sular derin vâdiler meydana getirerek bu ovaları sular. Ermenek ilçesi yüksek yaylalarla çevrilidir.

Akarsuları: Karaman ili sınırları içinde önemli akarsu yoktur. En büyük akarsuyu Göksu Çayıdır. Taşeli Yaylasından geçen Geyik Dağları suları ile beslenip Akdeniz’e dökülen bu ırmağın Hadim ve Ermenek kolları Karaman’dan geçerek, İçel’in Mut ilçesinde birleşirler. Yüksek dağların arasından inerken derin vâdiler meydana getirirler.

İbrala Deresi, Toros Dağlarının kuzey yamaçlarından doğar, Sudunağı, Beydilli, Akçaşehir yolundan akarak Akgöl bataklığına dökülür.

İklim ve Bitki Örtüsü

Karaman’da tipik bir kara iklimi hüküm sürer. Kışları soğuk ve sert, yazları sıcak ve kurak geçer. Yüksek yaylalarda dağlık kesimlerde kara iklimi hüküm sürer. Göksu Çayının geçtiği düzlüklerde Akdeniz ikliminin özellikleri görülür. Sıcaklık kış aylarında -17°C’ye kadar düşer. Yaz aylarında ortalama sıcaklık 30°C’dir. Senelik yağış ortalaması 300-450 mm arasında değişir.

İl toprakları, bozkır alanı içinde kaldığından bölgeye has bitki örtüsü step bitkileridir. Dağlık bölgelerde ağaç ve ağaççıklardan meydana gelen ormalar vardır. Ormanlar meşe, ardıç, karaçam, kızılçam, dişbudak ve akasya ağaçları ile kaplıdır.

Ekonomi

Karaman’ın ekonomisi tarıma dayalıdır. Faal nüfûsun % 58’i tarımla uğraşmaktadır.

Tarım: İl topraklarının % 36’sı tarıma elverişlidir. %26’sı çayır ve mer’a, % 30’u orman % 8’i tarıma elverişsizdir. Geniş ovalara sâhib olmasına rağmen, akarsularının az olması yüzünden topraklardan gereği gibi faydalanılamamaktadır. Başlıca tarım ürünleri, buğday, patates, kimyon, arpa, mercimek, nohut, ayçiçeği, soğan, pancardır. Ermenek ve Gülsu Vâdisi boyunda domates, kavun, karpuz, lahana başta olmak üzere her çeşit sebze yetiştirilir. Elma, üzüm, armut, ayva, şeftâli erik, kiraz, vişne, nar, incir, zeytin ve antepfıstığı ilde yetiştirilen meyvelerdir.

Hayvancılık: Çayır ve mer’alarda hayvancılık yapılır. Karaman ve Akkaraman koyunları meşhurdur. Bu koyunların özelliği kuyruklarının çok büyük olmasıdır. Koyun, keçi, sığır, beslenmektedir. Arıcılık gelişmiştir.

Ormancılık: İl topraklarının % 30’u ormanlarla kaplıdır. Ermenek ve Toroslar üzerindeki ormanlardan tomruk, teldireği, mâdendireği ve sanâyi odunu ve yakacak odun elde edilir. Kızılçam ormanlarından senede ortalama 70.000 kg reçine üretilmektedir. 88 köy orman içi veya kenarı köyüdür.

Mâdenleri: Karaman, mâden bakımından fazla zengin değildir. Ermenek linyit kömürü çıkarılarak, çevrenin yakacak ihtiyacı karşılanır. İl topraklarında manganez ve magnezit vardır.

Sanâyi: Karaman’da tarıma dayalı sanâyi gelişmiştir. Yeni vilâyet olması yüzünden sanâyi yeni gelişmektedir. Zirâat âlet ve makina sanâyii gıdâ sanâyii alanlarında kurulmuş fabrikaların önemlileri, Bifa, Karsa, Saray ve Gümüş Bisküi Fabrikaları, Altın Gıdâ Sarayı, un fabrikası, Karaman Yem Fabrikaları, Buman Bulgur Sanâyi ve Sümerbank Karaman Pamuklu Sanâyiidir.

Ulaşım: Ankara’yı Akdeniz’e bağlayan en kısa karayolu Karaman’dan geçer. Adana-Konya demiryolu Ayrancı ilçesinden geçer. Konya’ya 103 km Ankara’ya 365 km, Adana’ya 305 km uzaklıktadır.

Nüfus ve Sosyal Hayat

Nüfûsu: 1990 sayımına göre, toplam nüfûsu 217.536 olup, 106.051’i il ve ilçe merkezlerinde, 111.485’i bucak ve köylerde yaşamaktadır. Yüzölçümü 9237 km2 olup nüfus yoğunluğu 24’tür.

Örf ve âdetleri: Eski devirlerden beri pekçok kavim, millet ve medeniyetlerin gelip geçtiği bu bölgede Türk-İslâm kültürü hâkimdir. Diğer kültür ve milletlerin örf ve âdetleri unutulmuştur. Türkmen ve yörüklerin tesirleri büyüktür. Ovalarda yerleşik olan halk yazın yaylalara çıkarlar. Halk misâfirperverdir. Karaman çevresinde düğün öncesi kına geceleri meşhurdur. Mahallî yemeklerden en meşhuru sac kebabıdır.

İlçeleri

Karaman; Merkez, Ayrancı, Beşyayla, Ermenek, Kâzımkarabekir ve Sarıveliler olmak üzere altı ilçeden meydana gelmiştir.

Merkez: 1990 sayımına göre, toplam nüfûsu 125.927 olup, 76.525’i ilçe merkezinde 49.402’si köylerde yaşamaktadır. Merkez bucağa bağlı 40, Kılbasan bucağına bağlı 18, Kızılkaya bucağına 10, Bucakkışla bucağına bağlı 16, Yeşildere bucağına bağlı 6 köyü vardır.

İlçe topraklarının büyük kısmını Karaman Ovası meydana getirir. Tarıma elverişli toprakları ile Osmanlılar zamanından beri tahıl anbarıdır. Başlıca tarım ürünleri buğday, patates, soğan ve armuttur. Hayvancılık gelişmiş olup, çok sayıda koyun, keçi ve sığır beslenir. Sümerbank Pamuklu Sanayii ve un fabrikaları başlıca sanayi kuruluşlarıdır. İlçe topraklarında magnezit yatakları vardır. İlçe merkezi Deliçay kıyısında kurulmuştur. Konya, Mersin karayolu ilçeden geçer. Eski ismi Larende’dir.

Ayrancı: 1990 sayımına göre toplam nüfûsu 14.600 olup 2927’si ilçe merkezinde 11.673’ü köylerde yaşamaktadır. Merkez bucağa bağlı 22 köyü vardır. Konya’nın Ereğli ilçesine bağlı bucakken, Karaman’ın il olması üzerine 19 Haziran 1987’de 3392 sayılı kânunla ilçe hâline getirilerek Karaman’a bağlanmıştı. Karaman’ı Çukurova ve Doğu Anadolu’ya bağlayan yol üzerinde kurulmuştur. Halkın geçim kaynağı tarım ve hayvancılığa dayanır. İl merkezine 48 km uzaklıktadır. Konya-Adana demiryolu ilçeden geçer.

Başyayla: 1990 sayımına göre, toplam nüfûsu 12.446 olup 5042’si ilçe merkezinde, 7404’ü köylerde yaşamaktadır. Ermenek’in tepebaşı bucağına bağlı bir köyken Karaman’a bağlanmış daha sonra da 9 Mayıs 1990’da 3644 sayılı kânunla ilçe merkezi hâline getirildi.

Ermenek: 1990 sayımına göre toplam nüfûsu 34.443 olup 12.592’si ilçe merkezinde 21.851’i köylerde yaşamaktadır. Merkez bucağa bağlı 16, Kazancı bucağına bağlı 7 köyü vardır.

İlçe merkezi, Toros Dağlarının yaylalarından Taşeli yaylasında kurulmuş târihî bir ilçedir. İç Anadolu ile Akdeniz bölgesinin geçiş yerinde bulunduğundan ikili bir iklim özelliği gösterir. Yüksek yaylalarla dağlık kesimlerde kara iklimi, Göksu Çayı vâdisindeki düzlüklerde Akdeniz iklimi hüküm sürer.

Ekonomisi tarıma dayalıdır. Buğday, mısır, mercimek, nohut ve pamuk başlıca tarım ürünleridir. Halı, çuval dokumacılığı ekonomisinde önemli yer tutar. Ormancılık ve meyvecilik de gelişmiştir.

Konya’ya bağlı ilçe merkezi iken, Karaman’ın il olması üzerine Karaman’a bağlanmıştır. İl merkezine uzaklığı 161 km’dir.

Kâzımkarabekir: 1990 sayımına göre, toplam nüfûsu 12.879 olup, 3737’si ilçe merkezinde, 9142’si köylerde yaşamaktadır. Karaman’a bağlı bucak merkeziyken, Karaman’ın il olması üzerine, 19 Haziran 1987’de 3392 sayılı kânunla ilçe hâline getirildi.

Düz bir arâzide kurulmuştur. Ekonomisi tarım ve hayvancılığa dayanır. İlk ismi Gaferiye idi. Kâzım Karabekir Paşanın babasının doğum yeri olduğu için sonradan Kâzım Karabekir ismi verilmiştir. İl merkezine 21 km uzaklıktadır.

Sarıveliler: 1990 sayımına göre toplam nüfûsu 17.241 olup, 5228’i ilçe merkezinde, 12.013’ü köylerde yaşamaktadır. Ermenek’in Göktepe bucağına bağlı belediyelik köyken, 9 Mayıs 1990’da 3644 sayılı kânunla ilçe merkezi oldu. Merkez bucağa bağlı 13 köyü vardır.

İlçe merkezi Başdere vâdisinde kurulmuş târihi bir yerleşim merkezidir. Ekonomisi meyvecilik ve arıcılığa dayanır. Elma ve erik başlıca yetiştirilen ürünlerdir. Hayvancılık ve halıcılık ekonomide önemli yer tutar.

Târihî Eserler ve Turistik Yerleri

Yedi bin yıllık zengin bir târihi olan Karaman, târihî eser yönünden zengindir. Başlıcaları şunlardır:

Ermenek Kalesi: Firan Kalesi olarak da bilinir. Ermenek ilçesinde, şehrin kuzeyindeki kayalıklar üzerine kurulmuştur. Kimin tarafından ve ne zaman yapıldığı belli değildir. Osmanlı Devletinin son devrine kadar önemini korumuş, son devirde ise, zindan olarak kullanılmıştır.

Mennan Kalesi: Ermenek ilçesinde Erik Deresi ile, Ermenek Suyunun birleştiği yere yakın bir tepe üzerinde kurulmuştur. Kalede pek çok yapı kalıntısı vardır. Kimin tarafından ve ne zaman yapıldığı belli değildir.

Karaman Kalesi: On ikinci asırda Anadolu Selçukluları tarafından yapılmıştır. İç içe üç surdan meydana gelen kalede yalnız içkale sağlam olarak günümüze kadar gelmiştir. Dış kaleden günümüze pek az iz kalmıştır.

Yunus Emre Câmii ve Tekkesi: Sinle Mahallesinde, câmi, türbe, zaviye ve hazîre bölümlerinden meydana gelen bir külliyedir. On dördüncü asırda yaptırıldığı tahmin edilmektedir. Câmi ve türbe kesme taştan yapılmıştır. Tekke kısmı harâbe hâlindedir. Kitâbeli mihrabı çok güzel işçilikle süslenmiştir. Çeşitli zamanlarda tâmir edildiğinden orjinal yapısını kaybetmiştir. Türbede Yunus Emre ve hocası Tabduk Emre’nin medfun bulunduğu söylenir.

Nuhpaşa Câmii: Koçakdede Mahallesinde Nuh Paşa tarafından 1596’da yaptırılmıştır. Tek kubbeli olan câmi Osmanlı mîmârî tarzını aksettirir. Tavanları çok ince sanat eseri oymalarla süslenmiştir.

Hacı Beyler Câmii: Karamanoğlu Emir Seyfeddîn Hacı Bey tarafından 1356’da yaptırılmıştır. Kesme beyaz taştan yapılmıştır. Kapısının kemer taşlarını yüksek kabartmalarla çiçek dal ve yapraklar süsler. Giriş kapısının üstünde kûhi hat ile çok güzel bir kitâbesi vardır.

Aktekke (Vâlide Sultan Câmii): Karamanoğlu Alâeddîn Ali Bey tarafından 1370’de Mevlânâ’nın annesi Mü’mine Hâtun için yaptırılmıştır. Mâder-i Mevlânâ Türbe ve Câmisi veya Mevlevî Türbesi adıyla da bilinir. Taş mihrabın solunda Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmi hazretlerinin annesi, hanımı ve çocuklarına âit mezarlar vardır.

Arapzâde Câmii: Hatip Mahallesindedir. Karamanoğlu Alâeddîn Halil Bey 1374’te Karamanoğulları döneminde yaptırmıştır. Câminin batı kapısı çok güzeldir. Kapısının üstünde nefis bir sülüs ile kitâbesi vardır.

Çelebi Mescidi: Gâzi Dükkan Mahallesindedir. Kitâbesi yoktur. Karamanoğulları devrinde yapıldığı tahmin edilmektedir. Yanında bir mescidi vardır. Mihrabı çok nefis bir zambak kabartmalarla süslüdür. Minâre ahşaptır.

Dikbasan Câmii: Şahruh Mahallesinde 1493’te yapılmıştır. Üç kapısı vardır. Minberi ahşaptır. Birçok defâ tâmir görmüştür.

Ulu Câmi: Kâzımkarabekir ilçesindedir. On dördüncü asırda yapılmıştır. Mihrabı çinilerle süslüdür. Osmanlılar devrinde mâvi beyaz çiniler ilâve edilmiştir. Anadolu Türk çini sanatının 15. asra kadar olan en güzel örneklerini toplamıştır.

İlisra Ulu Câmi: Kâzımkarabekir ilçesine bağlı Yollarbaşı köyündedir. Mihrabı çok güzeldir. Ahşap olarak yapılan câmi 1533’te tâmir edilmiştir.

Ulu Câmi: Ermenek ilçesinde Karamanoğlu Mehmet Bey tarafından 1302’de yaptırılmıştır. Mihrabı kilim motifli çinilerle süslüdür. Ceviz ağacından yapılmış kapılar geometrik ve bitki motifleriyle süslüdür.

Sipas Câmii: Ermenek ilçesi Çınarlısu Mahallesindedir. Ebü’l-Feth Alâeddîn Halil Bey tarafından yaptırılmıştır. Çok güzel motiflerle süslü bir câmidir.

Mimar Emir Rüstem Paşa Câmii: Ermenek ilçesi Meydan Mahallesindedir. Kubbesi ve minâresi ile ilgi çeken bir câmidir. Yapım târihi ve kimin tarafından yapıldığı bilinmemektedir. Çeşitli zamanlarda tâmir görmüştür.

Akça Mescid: 1300’de Hacı Ferruh Bey tarafından yaptırılmıştır. Ermenek ilçesindedir. Bu ilçedeki en eski câmilerdendir. Ahşap kapıları günümüze ulaşmış ağaç işçiliğinin orjinal örneklerindendir.

Hâtuniye Medresesi: 1381’de Sultan Birinci Murâd Hanın kızı ve Karamanoğlu Alâeddîn Beyin hanımı Nefise Sultan tarafından yaptırılmıştır. Karamanoğlu mîmârîsinin en muhteşem örneklerindendir. Klasik medrese tarzıyla yapılmıştır.

Emir Mûsa Medresesi: On dördüncü asır ortalarında Emir Burhâneddîn Mûsa Bey tarafından yaptırılmıştır. Kesme taştan tek katlı bir medresedir. Tek şerefeli minâre girişin sağındadır.

İbrâhim Bey İmâreti Medresesi: Karamanoğlu İbrâhim Bey 1432’de yaptırmıştır. Medrese, mescit, dârülkurra, tabhâne, türbe ve çeşme yapılarıyla külliye olarak yapılmıştır. Güneybatısında İbrâhim Bey’in türbesi yer almaktadır. Medrese türbe ve çeşme günümüzde tâmir edilmiştir.

Tol Medrese: Ermenek ilçesinde Karamanoğlu Emir Mûsa Bey tarafından 1339’da yaptırılmıştır. Tek katlı bir medresedir. Medresede bulunan lahidlerin üzerindeki çiniler Karamanoğulları dönemi orjinal örneklerindendir.

Karamanoğlu İmâreti ve Türbesi: Ermenek ilçesine bağlı Balkusan köyündedir. Karamanoğlu dönemi ilk eserlerindendir. Kesme taştan yapılmış olan eser türbe ve namazgâh bölümlerinden meydana gelmiştir. Namazgâh yıkık vaziyettedir.

Alâeddîn Bey Kümbeti: Karamanoğlu Alâeddîn Bey için yaptırılmıştır. Kesme taştan 12 köşeli yivli konik kulaklı ilgi çekici bir eserdir. Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından tâmir ettirilmiştir.

Bıçakçı Köprüsü: Karaman-Ermenek yolunda GöksuÇayı üzerindedir. 80 m uzunluğunda 20 metre genişliğinde olan köprü Karamanoğulları döneminde yapılmıştır.

Ala Köprü: Ermenek ilçesinde Karamanoğulları döneminde yaptırılmıştır. Ermenek-Anamur yolunda Göksu üstünde dar, kayalık bir boğazda kurulmuştur. Karayolları tarafından tâmir edilmiştir.

Yedi Oluklu Çeşme: Ermenek ilçesi Gülpazarı semtindedir. Karamanoğulları döneminde yapılan çeşmenin mermer ayna taşı sütun yazıyla çevrelenmiştir. Çeşitli zamanlarda tâmir gören eser günümüzde kullanılmaktadır.