KARAGÖZ OYUNU
Alm. Türk Schattenspiel (n), Fr. Jeu (m) d’ombres turc, İng. Turkish shadow show. Türklere has gölge oyunu. Deriden, mukavvadan biçilip, boyanmış şekilleri, arkadan ışık vererek, beyaz bir perde üzerine yansıtılarak oynatılan Türk gölge oyunu. İki değişmez oyuncusundan çok hareketli, canlı ve çekici olanı Karagöz’den dolayı bu isimle bilinmektedir.
Resimlerin renkleri şeffaf olduğundan, ışık arkadan vurdukça seyirciler yalnız bu sûretleri görür. Karagözcü sopaların yardımı ile şekilleri hareket ettirir, hem de sesini ve şivesini değiştirerek oyun kahramanlarını kendine has tarzda konuşturur. Oyunun konusu bir metne dayanmadan, temsil sırasında tabiî olarak geliştirilir. Seyircinin ilgisine göre kısaltılıp, uzatılır. Bütün oyun tek sanatçının hüneridir.
Hayâl veya gölge oyununun kaynağı, bugünkü bilgimize göre eski şark (doğu) medeniyetidir. Bütün şarkta hayal-i zıl, tayf-ül hayal, hizib-i sitâre, hayal-bâzî gibi isimlerle bilinmektedir.
Türk gölge oyununun nasıl yayıldığına dâir değişik rivâyetler vardır. Türkiye’deki gelişmesi 12. yüzyılda oldu. Türklerin en eski temsil tarzı olan Karagöz oyunu, hayatın sahnelerini ve zaman olaylarını tasvir ve tenkid eder. Çifte anlamalar, abartma, güzelleme, ağız taklitleri, sosyal ve siyasî taşlama, tekrar tersinleme gibi yollara başvurarak güldürü mâhiyetinde anlatılmak istenen konu verilirdi.
Selahaddîn Eyyubî ile Kâdı Fâzıl’ın bulunduğu bir mecliste, sultanın emri ile hayâl-ı zıl ile uğraşan sanatkârdan sanatını göstermesi istenir. Gösterinin sonunda Sultan Kâdı Fazıl’a oyun hakkında fikrini sorduğunda şu cevabı alır:
“Büyük ibretlerle dolu olduğunu ve hayâllerin hakîkatı tamâmiyle temsil ettiğini ve aradan perde kalkınca bir sanatkârdan başka kimse olmadığını gördük.”
Şeyh Muhyiddin-i Arabî Füthuhât-ı Mekkiye adlı kitabında tasavvufi bir açıklama yapmak için hayal oyunundan bahseder.
Ebüssu’ûd Efendi fetvâsında, ibret için nazar edip ehl-i hal fikri ile tefekkür etmesine fetvâ vermektedir.
Türk gölge oyununun iki kahramanı olan Karagöz (Demirci ustası) ile (Baş Mimar Hacı İvaz Ağa) rivâyete göre Bursa’da yaşamıştır. Orhan Gâzinin emriyle Şeyh Küşterî, Hacivat ve Karagöz’ü eski bir Türk oyunu olan gölge tiyatrosu ile devâm ettirmiştir.
Türkler kendilerine has olan bu oyunu, çok eski çağlardan beri çeşitli adlar altında biliyorlar ve oynatıyorlardı. Hatta Batı’da “Çin Gölgeleri” diye tanınmış gölge oyununun bile Karagöz’den gelme olduğunu araştırmalar göstermektedir.
Karagöz oyunu 15. yüzyılda Osmanlı Türkleri arasında çok sevilip, uzun zaman yaygın halde yaşadı. O zaman karagözcülerin gâyesi, seyredenleri güldürmek değil, güldürürken düşündürmek ve ders vermekti.
Zamanın örf ve âdetlerine ters düşen durumları da karagözcüler perdede yansıtmaya çalışıyorlardı. On altı ve on yedinci yüzyıllarda, Karagöz oyunu sünnet düğünleri başta olmak üzere, birçok yerde oynatılıyor ve 19. yüzyılda da Ramazan gecelerine katılıyordu.
Oyunlarda hakikatın gölge ile perdeye yansıtılması ve insanın ibret alması meseleleri işlenmiştir. Hakikat gizlidir ve temsilî olarak verilmiştir. Âhiret ve dünyâ hayâtı birbirlerine tezat teşkil ettikleri gibi Hacivat (Hacı İvaz) ve Karagöz de birbirinin zıddı tiplerdir. Hacivat hakikate yakın düşünürken, Karagöz ona tezat teşkil etmekte ve doğruyu görememektedir.
Karagöz oyunu, gerçekte tek sanatçının hüneridir. Seyircilerin önüne konulan gergin beyaz bir perde arkasında yağ kandili veya mum ışığıyla deve derisinden kesilmiş, şeffaflaştırılmış ve renkli boyanmış tasvirler, bunlara dikey açı yapan sopalar yardımıyla hareket ettirilir. Karagözcü bir taraftan sopalarla bu görüntüyü hareket ettirirken bir taraftan da sesini ve şivesini değiştirerek her bir oyun kişisini kendine has şekilde konuşturur. Karagöz kadrosu şu kimselerden meydana gelmektedir: Usta (Oyunu oynatan ve seslendiren), çırak, sandukkâr, iki yardak, bir hamal.
Ustanın gâyet zekî ve hazır-cevap bir kişi olması lâzımdır. Çünkü oyunu yalnız bir kişi (Usta) oynatır. Çırak, sıra ile oyun içerisindeki şekilleri yerleştirir. İşi bitenleri kaldırır. Sandukkâr ise işi biten malzemeleri sandığa yerleştirir, ayrıca ustaya yardım eder. Birinci yardak, oyuna gerekli mânileri ve tekerlemeleri okur. İkinci yardak da tef çalıp, oyun için gerekli gürültüleri sağlar. Hamal ise sandığı ve daha başka malzemeleri taşır.
Karagöz temsili için önce perde gerilir, perdeye “meydan” veya “ayna” denir. Arkasına ensiz bir tahta yerleştirilir. Bunun üzerine içinde mum parçaları yanan “şem’a” konur ve yakılır. Perde aydınlanınca arkadan ışık alan şekiller renkli olarak beyaz perde üzerinde görünür. Usta, şekilleri perdede hem hareket ettirir, hem de oyun kahramanlarının ağzından gereğince ses vererek oyunu yürütür.
Karagöz oyunu dört bölümden meydana gelir. Oyun başlamadan evvel gösterilecek temsilin konusuna göre perdeye bir şekil iğnelenir ki buna “göstermelik” denir. Bu, temsil başlayıncaya kadar perdede durur. Göstermelik yerinden ağır, ağır kalkmaya başlayınca perdenin arkasında bir def gürültüsü başlar. Derinden derinden Hacivat’ın ağdalı, boğuk sesi duyulur:
“Nakş-ı sun’un remz eder hüsnünde rüyet perdesi.
Hâce-i hükm-i ezeldendir hakikat perdesi.
Bu hayâl-i âlemi gözden geçirmektir hüner,
Nice Karagözleri mahvetti sûret perdesi.
Of; hey hak! perdemi sanmayın bezden,
Hisse alın siz bu sözden.
Of; bir yâr-i vefâkâr olsa... Ol söylese ben dinlesem.”
Hemen perdeye Karagöz iner ve aralarında muhavere başlar. Üçüncü bölümde belli bir olaylar dizisi içinde çeşitli kimseler boy gösterir. Bitiş bölümünde seyirciden özür dilenir, gelecek oyunun adı duyurulur.
Karagöz oyununun şahısları toplumun mahalle çevresinde çeşitli tipleri temsil eder. Başta Karagöz gelir. Karagöz’ün başında”ışkırlak” denilen bir başlık vardır. Karagöz, tok sözlü, halktan bir adamdır. Sonra Hacivat gelir. Hacivat medresede yetişmiş, dili ağdalı bir dîvân efendisidir; Çelebi, kibâr bir delikanlıdır; Zenne (kadın) bir hanımefendidir; Tiryâkî, afyon tutkunu bir sersemdir; Tuzsuz Deli Bekir sarhoş bir külhanbeydir; Altı Karış Bebe Rûhî bir cücedir; Çengi oyuncudur. Acem, Arnavut, Yahûdî, Frenk, Ayvaz, Himmet, Arap Osmanlı devletinin her yanından gelerek İstanbul’da toplanmış olan tipleri canlandırır.
Karagözcü bunların herbirini kendi ağızları ile konuşturur. Ayrıca, herbirinin sokaklık, evlik kıyafette değişik şekilleri vardır.
Karagöz oyunlarının konuları yazılı değildir. İkinci Meşrutiyetten önce, yirmisi Kâtip Sâlih tarafından olmak üzere, birçok fasıl kitap hâlinde yayınlanmıştır. Hayal veya gölge oyununun asıl özelliği böyle tesbit edilmiş olmasında değil, tersine, olmamasındadır. Bütün ustalık, Karagözcünün mahâretine, buluş kâbiliyetine bağlı olarak konuşma kısmındadır. Bu bakımdan, ana çizgileriyle yayınlanan bir fasl, oynandığı zaman âdetâ tanınmaz olur.
Çok ün kazanmış Karagöz fasılları, konusunu yaşanmış hayattan alırdı. Pekçoğunun isimleri dahi o devirde geçmiş olayları hatırlatır. Kanlı Nigâr, Kanlı Kavak, Karagöz’ün Yazıcılığı, Yalova Safası, Hamam, Mandıra, Çeşme, Tımarhâne, Ters Evlenme, Bekçi, Karagöz’ün Şâirliği, SalıncakSafası,Karagöz’ün Aşcılığı gibi.
840-1212 târihleri arasında Türkistan ve Mâverâünnehir’de hâkimiyet kuran ilk Müslüman Türk devleti. Karluk, Çiğil, Yağma ve diğer Türk boylarından meydana gelen Karahanlılar Devleti, devrin İslâm kaynaklarında El-Hakâniye, El-Hâniye, Âl-i Afrasiyâb; başka eserlerde de, Alp-ilig Hanlar, Arslan-Buğra Hanlar ünvânlarıyla anılır. Karahanlılar tâbiri, batılı şarkiyatçılar tarafından, bu sülâlenin Kara ünvânını çok kullanmaları sebebiyle verilmiştir. Kara, Türkçede, kuzey yönünü işaret etmesinin yanında, büyüklük ve yükseklik de ifâde eder.
Karahanlılar Devleti, 840 senesinde Uygur Devletinin Kırgızlar tarafından yıkılmasıyla, Orta Asya bozkırlarında Bilge Kül Kadır Han tarafından kuruldu. Kadır Han, Mâverâünnehr’i almak isteyen Sâmânîler Devleti ile mücâdele etti. Karahanlıların başlangıç dönemi ilmî yönden pek açık değildir. Kadır Handan sonra iki oğlundan Bazır Arslan Han, Balasagun’da Büyük Kağan olarak, kardeşi Oğulçak Kadır Han ise, Ortak Kağan olarak Taraz’da devleti idâre ettiler. Oğulçak Kadır Han, Sâmânî Hükümdârı İsmâil bin Ahmed ile devâmlı mücâdele etti. Sâmânîler, 883 senesinde Taraz’da devleti ele geçirince, Oğulçak Kaşgar’ı merkez yapıp, Sâmânî hâkimiyetindeki bölgelere akınlara başladı. Bu akınlar sırasında Oğulçak Kadır Hanın yeğeni Satuk, Karahanlılara sığınan Ebû Nâsır adlı Sâmânî şehzâdesi veya Müslüman din adamları ile tanışarak, İslâm dînini kabul etti. Satuk, amcası Oğulçak’a karşı Müslümanlardan da yardım alarak taht mücâdelesine girişti. Onuncu asrın başlarında taht mücâdelesini kazanan Satuk Buğra Han, Karahanlı hükümdârı olarak İslâmiyeti kabul ettiğini îlân etti.
Nûh aleyhisselâmın oğlu Yâfes’in torunları olan Türkler, hükümdârlarının Müslüman olmasından sonra fıtratlarındaki temizlik ile seve seve ve büyük topluluklar hâlinde en son ve en mütekâmil din olan İslâmiyeti topluca kabul ettiler. Sekizinci asırda Müslümanlarla tanışıp, içlerinden kısmen bu dîni kabul edenlerin bulunduğu, Türklerin 10. asırda topluca İslâmiyeti kabûlü, netîce îtibâriyle târihteki birçok hâdiseye yön vermesi bakımından pek önemlidir.
Müslüman olunca, Abdülkerîm adını alan Satuk Buğra Han, doğudaki amcasına karşı mücâdelesinde, Müslüman gönüllülerden de faydalandı. Abdülkerîm Satuk Buğra Han, 995 senesinde vefât edince Artuç’a defnedildi. Yerine oğlu Mûsâ hükümdâr oldu. Onun çok kısa sürdüğü anlaşılan saltanatından sonra hükümdâr olan kardeşi Baytaş Arslan Han, doğu kağanı Arslan Hanı mağlûb ederek sülâlenin bu kolunu ortadan kaldırdı ve bütün Karahanlıları birleştirdi. Büyük evliyâ Ebü’l-Hasan Muhammed’in yardımı ile ülkenin doğusundakiler de Müslüman oldular. Baytaş Arslan Han, Karahanlı ülkesinde İslâmiyetin yayılması faaliyetlerini tamamlayınca, komşu Türk boylarını hak dîne dâveti kendisine gâye edindi.
Baytaş’tan sonra oğlu ebü’l-Hasan Ali hükümdâr oldu. Bu dönemde devletin batı kısmını kardeşi Buğra Han Harun idâre ediyordu. Buğra Han, 990 senesinde İsbicâb’ı zaptedip, 992 senesinde Sâmânîlerin merkezi Buhâra’ya girdi. Böylece Horasan ve Mâverâünnehir, Karahanlıların eline geçti. Şihâbüddevle ve Zâhirüdda’vâ gibi İslâmî ünvânlar kullanan Buğra Han, Kaşgar’a dönerken 996 yılında vefât etti. YerineAhmed bin Ali geçti. Halîfe tarafından tanınan ilk Karahanlı hükümdârı Ahmed Handır.
Ahmed Han zamânında, Sâmânîler ve onlara bağlı devletçiklerle Karahanlı münâsebetini, devletin batı kısmını idâre eden İlig Han ünvanlı Nâsır bin Ali sağlıyordu. Özkent’te oturan Nâsır, 996 senesinde Sâmânî kumandanlarından Fâik’in teşvikiyle bu ülke topraklarına sefer düzenledi. Fakat Gazne Hâkimi Sebüktekin’in aracılığı ile bu iki devlet antlaşma yaptı. Bu antlaşmaya göre Sâmânîler, Seyhun sâhasını Katvan Çölüne kadar Karahanlılara bırakıyor, Fâik de Semerkand vâlisi oluyordu. Nâsır, 999 senesinde Buhârâ’yı zaptederek, Sâmânî Hânedânı mensuplarınıÖzkent’e götürdü. Nâsır Han, Gazneli Mahmûd ile anlaşınca, Ceyhun Nehri iki devlet arasında sınır kesildi. Ayrıca Mahmûd Han, aralarındaki dostluğu kuvvetlendirmek için Nâsır’ın kızı ile evlendi. Nâsır, Sâmânîlerin bütün mîrâsına konmak ve Horasan’ı ele geçirmek istiyordu. Bu yüzden Gazneli Mahmûd’un Hindistan Seferinden faydalanarak iki koldan Horasan’a girdi ise de mağlub oldu. Hânedân mensubu Hotan Hâkimi Yûsuf Kadır Handan yardımcı kuvvet alıp, Gaznelilere karşı yeniden askerî harekâta geçti. 1006 senesi Ocak ayının beşinde, Sultan Mahmûd’a mağlub oldu. Bu başarısızlık, Karahanlılar arasında âile kavgalarına yol açtı. Nâsır, bağımsızlığını îlân etmek istedi. Nâsır’a karşı BüyükKağan Ahmed Han, Gazneli Mahmûd’a mürâcaat ettiyse de, Nâsır bin Ali 1013 senesinde vefât etti. YerineArslan İlig ünvânıyla kardeşi Mensûr bin Ali geçti. Büyük Kağan Ahmed Arslan Hanın hastalığında kendisini Büyük Kağan îlân eden Mensûr Han, kardeşi Muhammed’e de Arslan İlig ünvânını verdi.
Ahmed Arslan Han, Ortak KağanYûsuf Kadır Han ve Ali Tigin ile birlik olup, hânedanlık kavgasına son vermek için harekete geçti. Ali Tigin, Mensûr’a esir düştü. Yedisu bölgesine yapılan düşman hücûmuna karşı hasta yatağında mücâdele eden Arslan Han, Balasagun’a sekiz günlük mesâfede, yüz bin çadırdan fazla gayri müslim göçebeyi mağlub etti. Tufan’a kadar tâkib ederek ülkesini korudu. Ahmed Han bu seferden dönüşünde 1017 senesinde vefât etti.
Ahmed Handan sonra, Büyük Kağan olan Mensûr Arslan Han ise, 1024 senesinde kendi isteği ile saltanatı Yûsuf Kadır Hana bıraktı. Bu sırada Selçuklulardan yardım alan Ali Tigin, Buhârâ’yı zaptetti. Yûsuf Kadır Hana karşı kardeşleri Ahmed ve Ali birleştiler. İkinci Ahmed kendisini 1004’te Muizüddevle lakabıyla büyük kağan îlân etti. Kardeşi Ali ise, Arslan İlig oldu. İkinci Ahmed Arslan Han; Balasagun, Hocend, Ahsikas, Fergana ve Özkend’e hâkim oldu. Yûsuf Kadır Han, Gazneli Mahmûd ile görüştü. İki Müslüman Türk Devleti arasında dostluk bağları, evlenme yoluyla da kuvvetlendirildi. Bu görüşmede Karahanlıları ilgilendiren meselelerin yanısıra, Arslan bin Selçuk ve emrindeki Oğuzların da Horasan’a nakledilmesi husûsunda karâra vardılar. Sultan Mahmûd, bir fırsatını bulup, Arslan bin Selçuk’u yakalattı ve Hindistan’da Kalincâr Kalesine hapsettirdi. Bu sırada Ali Tigin bozkırlara kaçtı ve Mahmûd’un ülkesine dönmesi üzerine tekrar Buhârâ ve Semerkand’a hâkim oldu. Yûsuf Kadır Hanın 1032 senesinde vefâtıyla oğulları Süleymân, Arslan Han; Muhammed de Buğra Han ünvânlarıyla devletin idâresini ele aldılar. Bu sırada Ali Tegin de Mâverâünnehir’de kendisini Tavgaç Kara Buğra Kara Hakan îlân etti.
Karahanlı Hânedânı arasında kıyasıya devâm eden mücâdele netîcesinde, 1042 yılında ülke kesin olarak ikiye ayrıldı. Nâsır bin Ali’nin oğullarından Muhammed Arslan, Kara hakanlık mevkiinde Büyük Kağan ve İbrâhim de Tavgaç Buğra Kara Hakan ünvânını alarak Batı Karahanlılar Devletini meydana getirdiler. Yûsuf Kadır Hanın oğulları da Doğu Karahanlı Devletini idâre ettiler.
Doğu Karahanlılar Devleti
Karahanlı Devleti ikiye ayrılınca; Büyük Kağan ünvanıyla Şerefüddevle lâkaplı Ebû Şücâ Süleymân bin Yûsuf, merkezi Balasagun ve Kâşgar’ı kendine bırakıp, kardeşlerinden Buğra Han Muhammed’e, Taraz ile İsficab’ı, Mahmûd’a ise Arslan Tiğin ünvanıyla ülkenin doğusunu verdi. 1043 senesinde yapılan âile toplantısında ayrıca eski Büyük Kağan İkinci Ahmed Hana da Mâverâünnehir mülk olarak verildi. Fergana’nın bir kısmı zaptedilerek. Bulgar ile Balasagun arasında yaşayan on bin çadırdan meydana gelen Türkler, 1043 senesi güzünde, topluca İslâmiyeti kabul etti.
İslâm dîninin esaslarına sıkıca bağlı, âdil bir hükümdâr olan Süleymân Han, ilim âşığı ve âlimlerin hâmisiydi. 1056’da kardeşi Ortak Kağan Buğra Han, Büyük Kağan Süleymân Hanla anlaşmazlığa düştü. Muhammed Han, Süleymân Hanı hapsettirip, büyük kağanlığını îlân etti. On beş ay hükümdârlık yapan Muhammed Han, mevkiini büyük oğlu Hüseyin’e bıraktı. Hüseyin Hanı, kardeşi İbrâhim tahttan indirtip, 1057’de büyük kağan oldu. İbrâhim Han 1059’da hânedândan Yınal Teğin tarafından öldürülünce. Tuğrul Kara Han ünvanlı Mahmûd bin Yûsuf başa geçti. Mahmûd Han (1059-1074), Ortak Kağan Tabgaç Buğra Kara Han, Hasan bin Süleymân ile Batı Karahanlılarla, kaybedilen toprakları geri almak için harekete geçtiler. 1068 yılında iki taraf arasında yapılan antlaşma ile Seyhun hudut kesilerek; Fergana, Doğu Karahanlılara bırakıldı. 1074’te Mahmûd Hanın yerine oğlu Ömer geçti ise de ancak iki ay hükümdârlık yapabildi. Büyük Kağan olan Buğra Han Hasan bin Süleymân (1074-1103) devrinin ilk yıllarında; Buge Budraç kumandasındaki Yabaku ve Basmılların da aynı safta olduğu yedi yüz bin düşmana karşı, Ömer bin Mahmûd kumandasında kırk bin Müslüman askeriyle büyük bir zafer kazanıldı.
Büyük Selçuklu Sultanı Melikşâh (1072-1092), 1082’de Mâverâünnehir’i zaptedip Özkend’e gelince Doğu Karahanlı hükümdârı Hasan Han, onun hâkimiyetini tanıdı. Hasan Handan sonra oğlu Ahmed (1103-1128) hükümdâr olup, Abbâsî Halîfeliği ile münâsebette bulundu. Halîfe Mustazhirbillâh (1094-1118) Ahmed Hanın istediği berâtı verip, ona “Nûruddevle” demiştir. 1128’de Karahıtayları Kaşgar şehri yakınlarında mağlub eden Ahmed Han, onların batıya doğru ilerlemelerini durdurdu.
Ahmed Handan sonra 1128’de hükümdâr olan oğlu İbrâhim, Karahitaylardan yardım alarak, rakiplerini yendi. Karahıtaylar İkinci İbrâhim Han (1128-1158) devrinde Balasagun’u zaptedince, merkez Kaşgar’a taşındı. Karahıtaylar, kendilerine isyân eden Karlukların üzerine onu gönderdi. 1158’de de, öldürülen İkinci İbrâhim Hanın yerine oğlu Arslan Han ünvanlı Muhammed ve sonra da torunu Ebü’l-Muzaffer Yûsuf geçti. Yûsuf Han 1205’te vefât ettiği sırada oğlu Ebü’l-Feth Muhammed, Karahıtaylı Kür Hanın yanında rehin bulunuyordu. Nayman Devleti kurucusu Küçlük tarafından 1207’de kurtarılan Ebü’l-Feth Muhammed daha sonra Kâşgar’a gönderildi. Ancak Kâşgar’a varmadan şehirdeki beyler tarafından yolda öldürüldü (1211). Bu durum Küçlük’ün Karahanlı merkezini işgâl edip, katliam yaptırmasına sebeb oldu.
Hâdenânlık içi mücâdele netîcesinde bölünen Doğu Karahanlılar, Moğol Naymanlarca işgâl edilerek, hâkimiyetlerine son verildi. Böylece Türk milletine ve İslâma büyük hizmetleri olan Doğu Karahanlılar Devleti târihe karıştı.
Batı Karahanlılar Devleti
Karahanlı Devleti ikiye bölününce Batı Karahanlı Hanlığı, Mâverâünnehir ve Hocend’e kadar Batı Fergana’yı içine almaktaydı. Büyük Kağanın merkezi, önceleri Özkend, sonraları Semerkand oldu.
Bu devletin ilk hükümdârı Birinci Muhammed Han, 1052 senesinde vefât edince yerine kardeşi Ortak Kağan İzzül-umma Ebû İshak İbrâhim Tavgaç Han geçti. Tavgaç İbrâhim Han, doğu Karahanlılardan Şaş, İlak gibi hudût şehirleri ile Fergana’nın bir kısmını aldı. İbrâhim Han âlim olup, iyi bir hükümdârdı. Devletin idâresi için lüzumlu kânunları tanzim edip, hırsızları tamâmen ortadan kaldırdı. Ahâlinin menfaatlerini koruyup, piyâsayı düzeltti. Âlimlerin sohbetinde bulunup onların tasvibini almadan kânun koymadı. Bâtıl îtikatlara karşı, Ehl-i sünneti müdâfaa etti. İbrâhim Han, Ortak Kağanken devlet aleyhinde faaliyette bulunan İsmâilîleri dâhiyâne bir siyâsetle ortadan kaldırdı.
İbrâhim Handan sonra oğlu Şemsül-Mülk Nasr hükümdâr oldu. Şaş ve Tünhas Hâkimi Şuayb, yeni hükümdâra isyân etti. Nasr Han, bu isyânı bastırdı. Bu karışıklıktan faydalanan Doğu Karahanlılar, İbrâhim Hanın zaptettiği yerleri geri almaya çalıştılar ise de, bu mücâdele bir antlaşma ile sona erdi. Daha sonra Birinci Nasr Han, Selçuklular tarafından zaptedilen yerlerin alınması için bir hareket başlattı. Fakat Melikşâh’ın Semerkand’a gelmesiyle sulh yapılıp, akrabâlık tesis edilerek meseleler halledildi. Nasr Han da, âlimlere hürmet edip, ilim merkezleri inşâ ettirdi. Ticâretin gelişmesi için sosyal hayâtın bütün lüzumlu müesseselerini içine alan iki ribat yaptırdı.
1080 senesinde Nasr’ın vefâtı üzerine oğlu Ebû Şücâ Hızır hükümdâr oldu. Hızır Hanın saltanatı bir sene kadar sürdü. Yerine geçen Ahmed Han devrinde ulemâ ile hükümdar arasında bir anlaşmazlık oldu. Bu sırada Selçuklu Sultânı Melikşâh, önce Buhârâ’yı sonra da Semerkand’ı zaptetti ve Ahmed Han’ı Özkend’de esir alıp İsfehan’a götürdü. Bunun netîcesi, Batı Karahanlı ordusunun temelini teşkil eden Çiğil Türklerinin kumandanı Yâkub bin Süleymân Semerkand’a dâvet edilip hükümdâr îlân edilerek Selçuklulara karşı bir ayaklanma başlatıldı. Bunun üzerine Melikşâh, ikinci defâ Semerkand seferine çıktı. Bu sefer sonunda Batı Karahanlı Devleti, Selçuklulara bağlandı. Karahanlı devlet adamları Mes’ûd bin Muhammed’i hükümdârlığa getirdi.
Birinci Mes’ûd’un hükümdârlığı devrine âit bir bilgi yoktur. Mes’ûd Handan sonra Selçuklu Sultânı Berkyaruk, arka arkaya üç hükümdâr tâyin etti. Bunlardan üçüncüsü olan Cebrâil Han, Selçuklu şehzâdeleri arasındaki saltanat kavgalarından faydalanarak, Horasan’ı ele geçirmek istedi. Bu sırada Horasan vâlisi olanSencer, Tirmiz şehri için yapılan savaşı kazandı ve Cebrâil Hanı esir alıp, 1102’de îdâm ettirdi. Bu zaferden sonra Sultan Sencer, Mâverâünnehir’i yeniden teşkilâtlandırdı. Karahanlı Sülâlesinden olup, Selçuklu sarayında büyüyen yeğeni Muhammed bin Süleymân’ı Arslan Han ünvânıyla Semerkand’da Büyük Kağan îlân etti. Dayısı Sultan Sencer’in yardımıyla isyânları bastıran İkinci Muhammed Han, düşmanlarına karşı seferler düzenledi. İkinci Muhammed Han, saltanatının son zamanlarında felc oldu. Çıkan iç isyanları bastırmak için Selçuklulardan yardım istedi. Fakat yardım gelmeden isyânı bastırınca Selçuklu yardımını geri çevirdi. Bu durum Sultan Sencer’i kızdırdı. 1130 senesinde Semerkand’a gelen Sultan Sencer, Muhammed Hanı Merv’e götürdü. Muhammed Han, 1132’de orada vefât etti.
Sultan Sencer, Muhammed Hanın ölümünden sonra Batı Karahanlı tahtına sırasıyla Ebü’l-Meâli el-Hasan bin Ali, Ebû Muzaffer İbrâhim bin Süleymân ve Mahmûd bin Muhammed’i tâyin etti. İkinci Mahmûd Han, Karahıtaylarla 1137 senesi yazında Hocend yakınında yaptığı muhârebeyi kaybedip, Semerkand’a çekildi. Karluklular ile ülke içinde anlaşmazlık çıkıp, Sultan Sencer’den yardım isteyince, Karluklular da Karahıtaylara mürâcaat etti. Sultan Sencer ve İkinci Mahmûd 8 Eylül 1141 târihinde Katvan Muhârebesinde Karahıtaylara mağlub olup, Horasan’a çekildiler. Karahıtaylar bütün Mâverâünnehir’i istilâ edip, Mahmûd Hanın kardeşi Ortak Kağan Tavgaç Buğra Han İbrâhim bin Muhammed’i BüyükKağan îlân ettiler. Üçüncü İbrâhim Han, Karluklar ile anlaşmazlığa düşünce,Buhâra yakınlarındaki Kallabâz Muhârebesinde öldürüldü. Yerine geçen oğlu Mahmûd Han, Horasan’a çekildi ve vefâtına kadar orada kaldı. Sultan Sencer’in ölümünden sonra Oğuzlar, İkinci Mahmûd Hana hükümdârlık teklif ettiler. O, önce oğlu Muhammed’i gönderdiyse de bir müddet sonra Oğuzların hükümdârı oldu. Sultan Sencer’in eski kumandanlarından Nişâbûr Vâlisi Müeyyeddevle Ay Aba, 1163 senesinde Horasan’ı ele geçirmek arzusuyla hareket edip, İkinci Mahmûd Han ve oğlu Muhammed’i esir alarak gözlerine mil çektirip hapse attırdı. Baba, oğul, 1164 senesinde hapisteyken vefât ettiler. İkinci Mahmûd ve iki oğlunun hapiste vefâtları ile Karahanlıların hâkimiyeti Ali Tegin’in soyundan gelenlere geçti.
Üçüncü İbrâhim Hana halef olan, Ali Tegin âilesinden Ali bin Hasan, Karluklar ile mücâdele edip, reisleri Paygu Hanı öldürterek, onları iskâna mecbur ve askerlikten men etti. Fakat bu hareketi isyhanlara sebeb oldu. Ülkedeki isyânları Buhâra’daki Hanefî âlimi Muhammed bin Ömer’in vâsıtasıyla yatıştıran Ali Han, 1160 senesinde vefât edince, yerine kardeşi Ebü’l-Muzaffer Mes’ûd bin Hasan geçti. İkinci Mes’ûd Han, iç işlerini nizâma soktu. Sarayını âlim ve şâirlere açıp, ilmin hâmisi oldu. 1178 senesinde vefât eden İkinci Mes’ûd Hanın yerine kardeşi Fergana hâkimi Hüseyin bin Hasan’ın oğlu İbrâhim bin Hüseyin hükümdâr oldu. Önce Feryun’da, sonra da Semerkand’da hüküm süren Dördüncü İbrâhim Han, Nusretüddünyâ ved-dîn Kılıç Tavgaç Küç Arslan Han ünvanlarıyla Büyük Kağan oldu. Onun vefâtıyla yerine oğlu 1204 senesinde Büyük Kağan oldu. Osman Han tedbirli bir insandı. Önce Karahıtaylara tâbi olmasına rağmen, Müslüman Gurluların Moğollar tarafından yok edilmesini engellemek için gayret sarf etti. Karahıtaylı saldırısına karşı Muhammed Harezmşâh ile iyi münâsebetler kurdu. Muhammed Harezmşâh’ın kızı ile evlenip, âdet olduğu için bir sene Harezm’de kaldı. 1211 senesinde Semerkand’a dönen Osman Han, Karahıtayların gücünden çekinerek onlarla ittifak kurdu. Bu hareketi Muhammed Harezmşâh’ın Mâverâünnehir’i almasına sebeb oldu. Yakalanan Osman Han îdâm olundu(1212). Osman Hanın ölümü ile Batı Karahanlı Devleti sona erdi.
Fergana Kağanlığı
1141 yılında Batı Karahanlı Devleti, Karahıtayların istilâsına uğrayınca, Fergana’da merkezi Özkend olmak üzere müstakil bir Karahanlı Devleti kuruldu. İlk hükümdârı Gelâleddünyâ ved-dîn Hüseyin bin Hasan olup, Fergana kağanları, Türkçe Tuğrul Kara Hakan ünvânını taşırlardı. Ünvânlarında Türk kelimesi de kullanan Fergana Kağanlığı, 1211 veya 1212 senelerinde Muhammed Harezmşâh’ın tâbiiyetine girdi.
Karahanlı Devleti, daha ilk kuruluş yıllarında târihî Türk devlet idâresi geleneğine uygun olarak iki büyük idârî kısma bölündü. Bunlardan doğuda kalan kısmın başında hakan bulunur ve her türlü idârî selâhiyeti elinde bulundururdu. Batı kısmını ise hakanın hükümrânlığı altında, aynı âileden bir han ona bağlı olarak idâre ederdi. Karahanlı devlet teşkilâtında bu büyük ve ortak kağanın yanında hânedâna mensup dört alt kağan ile altı hükümdâr vekili vardı. Rütbeler kademe kademe yükselme esâsına göreydi. Her rütbenin değişebilen ünvanları olurdu. Türkçe ünvânların değişmesine rağmen, İslâmî ünvânlar değişmezdi. Hükümdâr vekilleri İrken, Sagun, İnanç ünvânlarını taşırlardı. Hükümdârların yanında “yuğruş” denilen bakanlar kurulu bulunurdu. Yüksek devlet memuriyetlerinde, baş kumandana “subaşı”, mâliye bakanına “ağıcı”, saray hâcibine “tayangu” veya “bitikçi” denirdi.
Karahanlılarda ordu: Selçuklularda olduğu gibi başlıca dört ana bölümden meydana gelirdi. Bunlar, saray muhâfızları, hassa ordusu, hânedân mensupları ile vâlilerin ve diğer devlet adamlarının kuvvetleri, devlete bağlı Türk teşekküllerine mensup kuvvetlerdi.
Kültür ve medeniyet: Türk an’anesine göre kurulan Karahanlı Devleti, 10. asırda İslâmiyeti kabûlüyle, ilk İslâmî Türk eserleri meydana getirdiler. Hakanî Türkleri adını taşıyan Karahanlılar, Türklerin millî kültür ve sanat an’anesini ve istidâdının kuvvetli husûsiyetlerini bütünüyle İslâma adayıp, bu ilham ile yeni bir üslûbun kurucusu oldular. Karahanlı hükümdârlarının ilme hayranlığı, âlimlere hürmetkârlığı ve onları korumaları netîcesinde Türkistan, Mâverâünnehir şehirleri birer medeniyet, kültür beşiği hâline geldi. Doğu Karahanlılar devrinde Balasagunlu Yûsuf Hâs Hâcib Kutadgu Bilig, Kaşgarlı Mahmûd, Dîvânü Lugât-it-Türk, İmâm-ı Ebü’l-Fütûh Abdülgafür Târih-i Kaşgâr adı ile, Türk dili, edebiyâtı, kültürü ve târihi için çok mühim eserler yazdılar.
Büyük İslâm hukukçu ve âlimleri Karahanlılar zamânında yetişti. Bunlardan bâzıları şunlardır: Burhâneddîn Mergınânî, Şems-ül-Eimme Serahsî, Şems-ül-Eimme Hulvânî, Ebû Zeyd Debbûsî, Fahr-ül-İslâm Pezdevî, Sadrüşşehîd, Kâşânî, Ömer Nesefî, Sirâcüddîn Üşî.
Şâh-i Türkistan denilen Ahmed Yesevî hazretleriislâm dîninin göçebe Türkler arasında yayılmasına hizmet etmiş olup bugün bile; Rusya, Bulgaristan, Çin ve İran’daki Türklerin Türklüklerini veİslâmlıklarını muhâfaza etmelerinde tesiri vardır.
Türklerin şehir hayâtına geçişi Karahanlılar devrinde başladığından, şehircilik ve mesken mîmârisi gelişti. Buhârâ, Fergana, Merv, Semerkand, Tirmiz ve Ürgenç’te birçok mîmârî eser yapıldı. Türkistan’da ağaç ve taş az olduğundan Karahanlılar, eserlerini umûmiyetle kerpiç ve tuğladan yaparlardı. Mescit ve hayır külliyeleri çok yaygındır. Çok kubbeli mescitlerin sütunları tahtadan, yuvarlak veya çok köşeli; minâreler ise pişmiş tuğladan yapılırdı. Kerpiç ve tuğladan köşe pâyeli, yazı şeritli, örgülü eserler yapıldı. Duvarları çiğ tuğladan örülüp, üstü tezyin edilip, kaymak taşı sıvası ile veya çeşitli şekillerde kesilmiş süslü, oymalı, kabartmalı, çizgili kiremitler ile kaplanıyordu. Cilâlı ve sırlı tuğla ve cam tezyinâtın getirdiği koyu mâvi ve yeşil renkler ve parlak satıhlar Karahanlı eserlerinin husûsiyetleridir. Saraylar, arklı ve havuzlu bahçeler ve korular içinde yapılırdı. Karahanlılar devrinde mescit, câmi, türbe, külliye, kervansaray, saray, kale, köprü, hamam yapılmıştır. Câmilerin sâdece minâreleri günümüze ulaşabilmiştir. Türk hat sanatı Karahanlılar ile başladı. Kûfi, sülüs, celî gibi yazı türleri ile Kur’ân-ı kerîm ve hadîs kitapları îtinâ ile yazılıp, saklandı.
Karahanlı Hükümdârları |
Tahta Geçişi |
Abdülkerim Satuk Buğra Han |
(?) |
Mûsâ |
955 |
Baytaş Arslan Han Süleymân |
(?) |
Ebü’l-Hasan Ali bin Mûsâ |
(?) |
Birinci Ahmed Arslan Kara Han |
998 |
Mansur Arslan Han |
1015 |
İkinci Ahmed Togan Han |
1024 |
Yûsuf Kadır Han |
1026 |
Batı Karahanlı Kağanları
Muhammed Aynüddevle |
1041 |
Birinci İbrâhim Tavgaç Han |
1052 |
Birinci Nasır |
1068 |
Hızır |
1080 |
Birinci Ahmed |
1081 |
Yâkub |
1089 |
Birinci Mes’ûd |
1095 |
Süleymân |
1097 |
Birinci Mahmûd |
1097 |
Cebrâil |
1099 |
İkinci Muhammed |
1102 |
İkinci Nâsır |
1129 |
İkinci Ahmed |
1129 |
Hasan |
1130 |
İkinci İbrâhim |
1132 |
İkinci Mahmûd |
1132 |
Üçüncü İbrâhim |
1141 |
Ali |
1156 |
İkinci Mes’ûd |
1161 |
Dördüncü İbrâhim |
1178 |
Osman |
1204 |
Harezmşâh hâkimiyeti |
1211 |
Doğu Karahanlı Kağanları
Süleymân |
1032 |
Birinci Muhammed |
1056 |
Birinci İbrâhim |
1057 |
Mahmûd |
1059 |
Ömer |
1074 |
Hasan |
1075 |
Ahmed |
1103 |
İkinci İbrâhim |
1128 |
İkinci Muhammed |
1158 |
İkinci Yûsuf |
(?) |
Üçüncü Muhammed |
1211 |
Noymanların işgâli |
1211 |
On ikinci yüzyılda, Orta Asya’da kurulan Moğol devleti. Hıtay Başbuğu Apaoki, 10. yüzyıl başlarında Çin’in güney bölgelerinde Liao Devletini kurmuş, Kırgızları da hâkimiyeti altına almıştı. Aynı kavimden olan Çurçenlerin baskınları netîcesinde Liao Devleti çökmeye başlayınca, Yebu Taş, kendisine bağlı aşîretlerle birlikte ayrılarak Moğolistan bozkırlarında Karahıtay Devletini kurdu (1124).
Çevresine topladığı kuvvetlerle Türkistan üzerine yürüyen Yebu Taş, Kaşgar önlerinde Doğu Karahanlı Hükümdârı Ahmed Hana yenildi (1128). Bundan sonra Karahıtaylar, Kırgız topraklarını geçip Gügeçek bölgesinde İmel şehrini kurup başkent yaptılar. Doğu Karahanlıların başkentleri Balasagun’u, peşinden de Kaşgar ve Hotan şehirlerini alarak bu devleti kendilerine bağladılar (1130). Balasagun’u merkez yaptılar. Mâverâünnehir ve Horasan’a saldırılar düzenlediler. Batı Karahanlıları yenip, Semerkand’ı ele geçirdiler (1137). Harezm Hükümdârı Atsız’ı haraca bağladılar. Büyük Selçuklularla Katvan Savaşını(1141) yapıp Sultan Sencer’i ağır bir mağlûbiyete uğrattılar. Hâkimiyetlerini geniş bir sâhaya yaydılar. Fakat batıdan Müslüman emirler, doğudan Moğolların baskıları sonunda Karahıtay Devleti sarsıldı. Bilhassa son Karahıtay Hükümdârı Cilugu döneminde (1178-1211), Müslümanlara baskının arttırılması çöküşü hızlandırdı. Nayman Devletinin kurucusu Küçlük Han, Balasagun’u ele geçirip, Cilugu’yu tahttan indirerek, Karahıtayları hâkimiyeti altına aldı(1200). Naymanların Cengiz Han tarafından ortadan kaldırılması üzerine, Cilugu, Karahıtayların başına geçip devletine bağımsızlığını tekrar kazandırdı (1205). Karahanlı Hükümdârı Osman’ı ayaklanmaya teşvik eden Harezmşah Muhammed’in ordusunu yenip ayaklanmayı bastırdı(1207). Müslümanlara baskının iyice arttırılması, Müslüman emirlerinin Harezmşah Muhammed’in etrâfında toplanmasına sebeb oldu. Güçlenen Harezmşah, Balasagun’u ele geçirip, esir aldığı Karahıtay hükümdârını öldürdü. Devlete de son verdi. Karahıtay ahâlisinin bir kısmı Müslüman oldu. Bir kısmı da Moğolistan’a göçüp Cengiz Han’a katıldı.
Göçebe bir hayat tarzına sâhib olan Karahıtaylar, kültür ve medeniyet eserleri ortaya koyamamışlardır. Çin yazı ve kültürünü benimsemişler, Çin ünvanlarını kullanmışlardır. Budizme inanan Karahıtaylar, hükümdârlarını“gürhan” ünvânıyla anarlardı.
KARAHİNDİBA (Taraxacum officinale)
Alm. Löwenzahn (m), Fr. Dent-de-lion (f), İng. Dandelion. Familyası: Bileşikgiller (Compositae) Türkiye’de yetiştiği yerler: Anadolu.
Çayır ve yol kenarları gibi ekilmemiş her yerde yaygın olarak bulunan, mart, haziran aylarında sarı renkli çiçekler açan, 5-30 cm boyunda, taban kısmında toplanmış rozet yaprakları bulunan çok yıllık otsu bir bitki. Bitkinin toprak altında çok yıllık bir toprak altı gövdesi vardır. Bitki, yapısında lateks (süt) ihtiva eder. Çiçekler, başçık (kapitulum)larda bir arada toplanmış, sarı renkli durumlar yapmışlardır. Çiçek durumu olgunlaştıkta, tabanında aşağı doğru kıvrılmış verimsiz yaprakçıklar bulunan küre biçiminde bir meyve durumu meydana getirir. Meyve grimsi renkli, kenarları dikenli çıkıntılı, uzun silindir biçiminde olup, tepesinde uçmaya yarayan tüyümsü bir kısım vardır.
Kullanıldığı yerler: Yaprakları salata olarak yenir. Kavrulmuş kökleri kahve lezzetindedir. Köklerin bileşiminde acı maddeler (taraksasin ve inülin) vardır. İştah açıcı, midevî, idrar söktürücü ve kan temizleyici olarak kullanılır.
Taraxacumun diğer bir türü de kök sakızı (taraxacum kok-saghyz) dır. Bu da tabanda rozet yapraklı çok yıllık bir bitkidir. Rusya’da kauçuk elde etmek için kültürü yapılır. Köklerinde %9 kadar kauçuk vardır.
Fâtih devri âlim ve şâirlerinden. İsmi, Abdürrahîm’dir. Afyonkarahisar’da doğdu. Doğum ve vefât târihleri bilinmemektedir. Karahisar’da vefât etti. Kasımpaşa Câmii bitişiğindeki türbede medfun olup, dâmâdı Sûfî Çelebi ile yanyanadır.
Abdürrahîm Efendi aslen Mısırlı olup, Afyon’a yerleşmiş zengin bir âiledendir. O devirde ilim ve irfân merkezi olan Karahisar’da tahsil gördü. Kendisinden önce vefât eden fazîlet sâhibi kardeşi Muslihiddîn Efendi de âlim ve sâlih bir zât idi. 1436’da Beypazarı’na gidip Akşemseddîn hazretlerine talebe oldu. 1453 yılında hocasıyla birlikte İstanbul’un fethine katıldı. Daha sonra Afyon’a döndü. Kendi adıyla kurduğu vakıfla, câmi ve diğer hayır eserleri yaptırdı. İlâhî bir aşk ile tasavvufî mâhiyette şiirler söyledi. Eserler yazdı.
Eserleri:
1. Münyet-ül-Ebrâr ve Gunyet-ül-Ahyâr: İstanbul’un fethi esnâsında yazdı. İki kısımdır. Birinci kısımda hak yoluna girenler; ikinci kısımda Halvetî yolu âdâbı anlatılmaktadır.
2. Tercüme-i Kasîde-i Bürde: Ka’b bin Züheyr’in (radıyallahü anh) Bânet Süâd diye başlayıp Peygamber efendimizi medh ü senâ eden kasîdesinin tercümesidir. 60 beyte yakındır.
3. Vahdetnâme: 4250 beyit olup, mesnevî tarzındadır. Âşıkpaşa’nın Garibnâme’sine benzemektedir.
4. Risâle fî Eşrât-is-Sâat: Arabî olarak yazılan eser, kıyâmet alâmetlerinden bahseder.
5. Işknâme: Nûruosmaniye Kütüphânesinde bulunan bu eser, Vahdetnâme’sinden seçilmiş şiirlere yer verir.
Fırat Nehri üzerinde kurulan GAP Projesi içinde, Keban Barajından sonra ikinci kademeyi teşkil eden baraj.
Keban Barajına 166 km, Diyarbakır iline 134 km mesâfede ve Çüngüş ilçesi sınırları içindedir. 1976 yılında ihâle edilerek inşâatına başlanmış 1987 yılında tamamlanmıştır. Enerji üretimi gâyesiyle kurulmuş olup, 1800 megavat kurulu gücü, 7,5 milyar kilovat saat/yıl üretim kapasitesi bulunmaktadır. Karakaya Barajı, Atatürk Barajından sonra, elektrik enerjisi üretmesi bakımından Türkiye’de ikinci sırada yer almaktadır (1993). 225 metre sâbit yarıçapında tek eğrili(beton kemer ağırlık) tipindedir. Dolu kret uzunluğu 462 m ve gövde beton hacmi 2 milyon metreküptür. Baraj üzerinde tesis edilen 14x14 metre ebadında on adet radyal kapak ile kontrol edilebilen, sâniyede 17 bin metreküp kapasitede olan dolu savak, açılı düşük kanallı ve santral üzerinde traplenli olarak yapılmıştır.
Her birinin gücü üç yüz megavat olan, altı adet türbün greratör üretim ünitesi bulunmaktadır. Hidroelektrik santral 184 m tûl ve 81 m genişlikte inşâ edilmiştir. Su depolama alanı 80.538 km2, yıllık ortalama su akışı 23.554 milyar metreküptür. Toplam su hacmi 9.58 milyar metreküp, baraj gölü alanı 29.800 hektardır.
Tipi beton kemer ağırlıklı olup, temelden yüksekliği 173 metredir. Türkiye’nin ikinci sırada en büyük barajıdır.