KARACİĞER
Alm. Leber (f), Fr. Foie (m), İng. Liver. Karın boşluğunun sağ üst köşesine yerleşmiş, önemli fonksiyonları olan vücûdun en büyük iç organı.
Hayatî bir organdır. 1200-1600 gr ağırlığındadır. Bir erişkinin toplam vücut ağırlığının % 2,3’ünü teşkil eder. Rengi, kahverengiye kaçan kırmızıdır. Lastik kıvamındadır. Şekli üç yüzlü bir piramide benzetilebilir. Kaburgalar tarafından örtülür. Safra depolayan safra kesesi, karaciğerin tabanında, arkaya kısmen gömülü vaziyettedir.
Normal, sağlıklı insanlarda göğüs boşluğunun altından parmakla hissedilen karaciğer, düz kenarlı ve yumuşaktır. Karaciğerin aşağı doğu yer değiştirmesi, genişlemesi, sertleşmesi, yumru veya kistlerin varlığı elle muâyenede hissedilebilir. Karaciğerin vücut yüzeyindeki belirtisi, karaciğerden teşhis için parça alabilmek (biyopsi) açısından önemlidir.
Karaciğerin yerleşimi: Karnın sağ üst kısmına yerleşmiştir. Diaframın altında, ona komşu olarak uzanır. Kaburgalar karaciğerin sağ bölümünün büyük bir kısmını örter. Çok az bir kısmı karın ön duvarı ile alâkadardır. Karaciğer arkada mide ve barsakları örter, üstte akciğere komşudur. Karın zarındaki bağlardan ziyâde, karın içi basıncı sâyesinde yerinde tutulur.
Karaciğerin dört parçası (lobu) vardır. Sağ lob soldan altı defa daha büyüktür. Küçük olan quadrate ve caudate loblar, sağ lobun parçası olarak görülür.
Karaciğere iki yönden kan sağlanır: Portalven (kapı toplardamarı), barsaklar, dalak ve mîdeden getirdiği kirli kanı sol loba taşır. Hepatik arter (Karaciğer atardamarı) ise temiz kan getirir; bu kan da sağ loba gider. Bu iki kaynaktan gelen kanlar birleşerek karaciğere girmelerine rağmen, karışmadan sağ ve sol loblara gitmektedirler. Böylece karaciğere dakikada 1200 ml kan gelmektedir.
Kan, karaciğeri hepatik venler (karaciğer toplardamarı) yoluyla terk eder. Karaciğere giren portal ven ve hepatik arter daha küçük dallara ayrılarak dağılırlar. En küçük dalda temiz ve kirli kan damarları birleşerek sinüzoit denilen kılcal damarları meydana getirir. Sinüzoitlerin etrâfında yabancı parçacıkları ortadan kaldırabilecek Kupffer hücreleri yerleşmiştir. Daha sonra sinüzoitler bir kirli kan damarına akarak toplayıcı sistemi meydana getirirler. Tek bir toplayıcı damara akan sinüzoit ve karaciğer hücreleri bir karaciğer lobülünü(görev yapan en küçük birim) meydana getirirler. Bir erişkin karaciğerinde ortalama 50.000 ilâ 100.000 karaciğer lobülü mevcuttur. Karaciğer hücreleri tabakalar şeklinde dizilmiştir. Hücrelerin sinüzoitler ve safra kanalcıkları ile alâkaları vardır. Safra kanalcıkları birleşerek ana safra kanalını meydana getirirler. Bu kanal onikiparmak barsağına boşalır. Sistik kanal ise safra kesesini ana safra kanalına bağlar.
Görevleri
Karaciğerde kan depolanması: Kan basıncındaki az bir artış sonucu karaciğerde 200-400 ml kan depolanabilir. Bu yüzden karaciğer bir kan deposu sayılır. Eğer bir şahıs kanama sonucu fazla miktarda kan kaybederse, bu kaybı karşılayabilmek için karaciğerin sinüzoitlerindeki normal kanın çoğu dolaşıma akar.
Kanın süzülmesi: Karaciğerde sinüzoitlerin iç yüzlerinde bol miktarda bulunan kupffer hücreleri, portal kanla gelen mikropların % 99 veya daha fazlasını ortadan kaldırabilir. Portal kan barsaklardan geldiği için sıklıkla belli miktarda bakteri taşır. Kupffer hücrelerinin sayısı kanda diğer yabancı madde ve ölü dokular çoğalınca belirgin bir şekilde artar.
Safra salgılanması ve safranın görevleri: Bütün karaciğer hücreleri sürekli olarak az miktarda safra salgılarlar. Bu salgı kanalcıklar vâsıtasıyla toplanır ve ana safra kanalı ile onikiparmak barsağı ve safra kesesine akar. Günde toplam 800-1000 ml safra salınırken, ihtiyaç fazlası safra hacmi 40-70 ml, olan safra kesesinde beş kat (10-12 kata kadar olabilir) yoğunlaştırılarak depolanır.
Safrada bulunan safra tuzları, barsaklarda yağların küçük parçalara ayrılmasını ve böylece sindirilen yağların emilmesini sağlarlar. Safra tuzlarının yokluğunda yağların % 40’ı emilemeyip atılır. Bu durumda besin kaybı yanında, yağda eriyen A, D, E, K vitaminlerinin emilimi de bozulur. Bu yüzden A, D, E vitaminleri vücutta depolanırlar. K vitamini depolanmadığından kan pıhtılaşma bozuklukları ortaya çıkar. Safra tuzu salınımı karaciğerde devamlı kontrol altındadır. Safra salınımı ile birlikte kırmızı kan hücrelerinin yıkım ürünleri de vücuttan atılmaktadır.
Karaciğerin metabolik görevleri: Karaciğerin metabolik görevleri çok fazladır.
Karbonhidrat metabolizması: Karaciğer normal bir kan şekeri seviyesinin sağlanmasında çok önemli bir role sâhiptir. Fazla şekeri glikojen şeklinde depolayarak kan seviyesini ayarlar. Ayrıca glikoz ve ara ürünlerden bir çok önemli maddelerin yapımında rol alır.
Yağ metabolizması: Karbonhidrat ve proteinlerin yağa dönüştürülmesi, kolesterol yapımı ve yağların yakılıp enerji elde edilmesinde rol alır.
Protein metabolizması: Karaciğerin protein metabolizmasındaki rolü kalkacak olursa, vücut buna birkaç günden fazla dayanamaz. Amonyaktan üre elde edilerek kanın temizlenmesinde, kan plazma proteinlerinin yapımında rol alır. Vücutta amonyak birikmesi ölümle sonuçlanır. Kan plazma proteinlerinin azalması karaciğer hücrelerinin hızla çoğalıp karaciğerin büyümesine sebep olur.
Karaciğerin aynı zamanda A,D,B12 vitaminlerinin ve demirin depolanmasında da rolü vardır.
Karaciğer hastalıkları: Vücudun en büyük iç organı olan karaciğer, yaptığı birçok fonksiyonla hayâtın idâmesinde çok önemli bir rol oynar. Bu fonksiyonlardan birinin aksaması vücutta çeşitli aksaklıklara sebep olur. Misâl verilecek olursa kan proteinlerinden albuminin yapımında bozukluk, dokularda şişmeye (ödem, karında su toplanmasına yol açar. Bununla birlikte bütün karaciğeri tutan ve birçok işlemin yapılamaması ile seyreden hastalıklar da vardır.
Karaciğerin hastalıkları çeşitli şekillerde sınıflandırabilir. Bu gruplardan birisi karaciğerin hücrelerini ilgilendiren hastalıklardır. Adı geçen grup içinde hepatitler, siroz, çeşitli maddelerin karaciğerde birikmesi durumları bulunur (Bkz. Siroz ve Hepatit). Madde birikmesi durumları(infiltrasyonlar) nâdir durumlardır ve glikojen birikmesi, yağ birikmesi, hücre birikmesi (kan kanserinde olduğu gibi) olarak sayılabilir. Ayrıca karaciğerde yer işgal eden tümörler, abseler, kistler de hücreleri ilgilendiren durumlardır.
Bir başka grup karaciğer hastalığı da, safra sistemi ile ilgili rahatsızlıklardır. Safra yolu tümörleri ile safra yolu taş ve iltihapları bunların en önemlileridir.
Karaciğerin damarlarla ilgili hastalıkları, bir diğer gruptur. Bunlar, kalp yetmezliğine bağlı karaciğerde kan göllenmesi, karaciğer toplardamarı tıkanması, kapı toplardamarı tıkanması ve iltihabıdır.
Karaciğer tümörleri: Her organın urlarında olduğu gibi karaciğerde de tümörler “selim” (iyi huylu) ve “habis” (kötü huylu) olarak ikiye ayrılır. İyi huylu olanlar çok nâdir olup, başlıca karaciğer urları kanserlerdir.
Kanserler, karaciğerde iki türlü bulunurlar: Birincisi bizzat karaciğer hücrelerinden gelişenler, ikincisi diğer organ kanserlerinden atlayanlardır. Karaciğerin kendinden gelişen kanserler 50 yaş üzerindeki hastalarda, en çok da sirozlularda görülür. Hasta çok hızlı kilo kaybeder ve şiddetli halsizlikten şikâyet eder. Ateş ve karında su toplanması vardır. Muayenede karaciğer büyümüş olarak hissedilir. Hastalığın gidişi oldukça hızlıdır ve 6-12 ay içinde mutad olarak hayat kaybedilir.
Karaciğer çok kan alan bir organ olduğundan diğer vücut bölümlerinin kanserleri buraya çok kolay yerleşir. Bunlar, sirozdan sonra karaciğerin en çok öldüren hastalıklar grubudur. Yukarıda sayılan belirtilere ilâveten ayrıca tümörün yerleştiği organın bozukluk belirtileri de vardır. Tedâvi genellikle başarılı olamamakta, hastalar kısa bir süre sonra hayatlarını kaybetmektedirler.
Karaciğer absesi: Ateş, terleme, titreme, karaciğer bölgesinde ağrı, zayıflama, bulantı, kusma, bâzan hafif bir sarılıkla seyreden karaciğer absesi mutlaka bir mikrobik absedir. Mikroplar karaciğere safra, kan yollarından, komşu organlardan gelebilir. Cerrahî olarak abse boşaltılır ve antibiyotik tedâvi yapılır.
Mikrobik abseden başka entemoeba hystolitica adlı amipin yaptığı bir abse de vardır ki “amip absesi” adını alır. Önceden geçirilen bir dizanteri sonucu meydana gelebilir. Mikrobik abseden daha hafif seyreder ve genellikle cerrâhî müdâhaleye gerek kalmadan ilâç tedâvisiyle iyileşir.
KARAÇALI (Paliurus spine-christi)
Alm. Christdorn (m), Fr. Paliure (m), épine de christ, İng. Christ’s thorn. Familyası: Cehrigiller (Rhamnaceae), Türkiye’de yetiştiği yerler: Anadolu.
Haziran, temmuz ayları arasında sarı çiçekler açan, zikzak dallı, 2-3 m yüksekliğinde dikenli bir ağaççık. Yaprakları saplı, yuvarlak ve kenarları dişlidir. Yaprak tabanındaki yaprakçık dikensidir. Meyveleri disk şeklinde yuvarlak, ortası şişkin, kenarları ince ve dalgalı, kahve renkli olup üç tohumludur.
Kullanıldığı yerler: Meyvelerinde tanen, yağ, glikozit ve alkaloit vardır. Meyveleri kabız edici, idrar söktürücü olarak, yaprakları yakı şeklinde çıbanlar üzerine konulur.
Kafkasya’da Rusya Federasyonuna bağlı bir Türk muhtar bölgesi. Kıpçaklara bağlı bir boy olan Karaçaylar, Kuzey Kafkasya’nın Yukarı Kuban Irmağı ile Elbruz Dağları arasında kalan bölgesinde uzun süre diğerTürk boyları gibi göçebe olarak yaşadılar. Daha sonra Moğol istilâsı yüzünden Taberda Irmağının Kuban’a döküldüğü, Karaçay denilen bölgeye yerleştiler. On beşinci yüzyıldan 1812 senesine kadar Osmanlı Devletine bağlı olarak kaldılar. İslâmiyetin bölgede yayılması üzerine 18. asırda göçebeliği bırakarak yerleşik düzene geçtiler. Bölge üzerinde baskılarını arttıran Ruslar, 1812’de bölgeyi işgâl ettiler. Özerk yapılarını sürdürmek isteyen Karaçaylar, 1822’de Rus yönetimine karşı ayaklandılarsa da ağır bir mağlubiyet aldılar. 1918’de Kuzey Kafkasya Cumhûriyeti içinde yer alan Karaçaylar, İkinci Dünyâ Harbi sırasında Almanlarla işbirliği yaptıkları gerekçesiyle Orta Asya’ya sürüldüler.Karaçaylara 1957’de sürgünden dönmelerine izin verilerek Karaçay-Çerkes Muhtar bölgesine yerleştirildiler. Karaçaylar sürgün döneminde büyük nüfus kaybına uğradılar.
Yüzölçümü 14.100 km2 olan bölge, toprakları düzlüklerle ve Büyük Kafkasların derin vâdi ve boğazlarla bölünmüş olan kuzey uzantıları arasında yer alır. Dağların orta kesimleri sık ormanlarla, etekler ise alp tipi çayırlarla kaplıdır.
Muhtâriyetin nüfûsu 425.000 civârındadır. Nüfûsun % 31.2’sini Karaçaylar, % 42.4’ünü Ruslar, % 9.7’sini Çerkesler, % 6.6’sını Abazinler, % 3.2’sini Nogaylar, % 6.9’unu diğer milletler meydana getirir. Bölgede Karaçaylarla birlikte yaşayan Çerkesler, Adige, Çerkes, Kabartay olmak üzere üç ayrı soydan gelirler ve genelde şehirlerde yaşarlar. Başşehir Çerkesk olup, nüfûsu 115.000’dir.
Bölge nüfûsunun büyük kısmı tarıma müsâit olan düzlüklerde yaşar. Karaçay-Çerkes Muhtar bölgesinde 181 ortaokul, 10 teknik lise, 1 üniversite bulunmaktadır. Eğitim Karaçay ve Çerkes dillerinde yapılır.
Karaçay-Çerkes Muhtar bölgesi ekonomik kaynaklara bol miktarda sâhiptir. Kömür, çinko, bakır, mermer çıkarılır. Sanâyi esas îtibâriyle Çerkesk şehrindedir. Başlıca sanâyi sahası petro-kimyâdır. Gıda maddeleri makina yapımı, tekstil sanâyii de gelişmiştir.
Düzlüklerde tarım yapılır. Başlıca tarım ürünleri hububat, şekerpancarı, ayçiçeği ve patatestir. Hayvancılık oldukça gelişmiştir. Özellikle at yetiştiriciliği çok önem taşır. En çok sığır ve koyun beslenir.
KARAÇELEBİZÂDE ABDÜLAZÎZ EFENDİ
Osmanlı âlimlerinden. Otuz üçüncü Osmanlı şeyhülislâmıdır. İsmi, Abdülazîz’dir. Sultan Üçüncü Mehmed Han zamânı âlimlerinden, Rumeli Kazaskeri Karaçelebizâde Hüsâmeddîn Efendinin oğludur. Karaçelebizâde Abdülazîz Efendi diye meşhur olmuştur. 1591 (H. 1000) senesinde İstanbul’da doğdu. 1658 (H. 1068) senesinde Bursa’da vefât etti. Şeyh Mehmed Deveci mezârlığına defnedildi.
Küçük yaştayken babası vefât eden Karaçelebizâde Abdülazîz Efendi, ilk tahsilini ağabeyi Mehmed Efendiden yaptı. Şeyhülislâm Sun’ullah Efendiden ilim öğrendi. Staj süresini doldurduktan sonra müderrisliği seçip, ilk olarak 1611 senesinde İstanbul’da Hayreddîn Paşa Medresesine tâyin edildi.
Kalenderhâne, Sahn-ı Semân (Fâtih) medreselerinden birinde, Hankâh ile Eyyûb ve Süleymâniye medreselerinde müderrislik yaptı. Daha sonra Yenişehir kâdılığına tâyin edildi. Mekke-i mükerreme kâdılığına gönderildi. Tekrar İstanbul’a dönüp, Edirne kâdılığına tâyin edildi. Bir müddet sonra da İstanbul kâdılığına terfî ettirildi. Bundan sonra Kıbrıs’a gönderildi. Daha sonra tekrar İstanbul’a dönüp ilmî çalışmalarla meşgûl oldu.
1648’de Sultan Dördüncü Mehmed tarafından Rumeli kâdıaskerliğine tâyin edildi. Bu vazîfede bir sene kaldı. 1651 senesinde şeyhülislâm oldu. Beş ay kaldığı bu vazîfe esnâsında, fıkha dâir eserlerini tamamladı. Karaçelebizâde, Sakız Adasına gönderilince, yerine Ebû Saîd Efendi getirildi. Orada Ravdat-ül-Ebrâr’a güzel bir zeyl (ilâve) yazdı. İki sene sonra kendi isteğiyle Bursa’ya nakledildi. Bursa’da uzun müddet ikâmet edip, eser yazmakla meşgûlken vefât etti.
Karaçelebizâde Abdülazîz Efendi, aklî ve naklî ilimlerde yüksek derece sâhibi olup, zamânındaki âlimlerin üstünlerindendi. Fıkıh ilminde özel ihtisâsı vardı. Târihe karşı büyük alâkası olan Karaçelebizâde, bu konuda birçok kıymetli eser yazdı. Aynı zamanda şâir ve edip olan Karaçelebizâde, şiirlerinde Azîzî mahlasını kullanırdı. Sert bir mîzâca sâhipti, bu yüzden bâzı hareketleri, mâcerâlı bir hayat sürmesine sebeb oldu.
Şiirlerinde süslü kelimelere yer veren Karaçelebizâde, Arap edebiyâtında da tanınmış bir şahsiyetti. Cömert ve kerem sâhibiydi. Bursa’da kaldığı müddet içinde, birçok çeşme yaptırdı ve Müftü Suyu adıyla anılan meşhur suyu, Uludağ’ın eteğinden o şehre getirtti. Sed başında bir câmi inşâ ettirdi.
Eserleri:
1. Ravdat-ül-Ebrâr: Dillere destan olan bu kıymetli eseri, Âdem aleyhisselâmdan 1646 (H. 1056) târihine kadar olan hâdiseleri anlatır. Dört bölümden meydana gelir. Sultan İbrâhim’e ithâf ettiği bu eserinde, şu bölümler vardır: a) Peygamberler târihi, b) Sevgili Peygamberimizin hayâtı ve güzel ahlâkı, c) İslâm hükümdârları târihi, d) Osmanlı sultanları târihi. Sakız Adasında ve Bursa’da bulunduğu sırada da Sultan Dördüncü Mehmed’in tahta geçişinden, 1648 senesine, yâni kendi zamânının son günlerine kadar geçen olayları ele alan, Ravdat-ül-Ebrâr zeylini ise açık bir dille hâtıra şeklinde yazmıştır. Târihî bir kaynaktır.
2. Mir’ât-üs-Safâ fî Ahvâl-il-Enbiyâ: Âdem aleyhisselâmdan sevgili Peygamberimize sallallahü aleyhi ve sellem kadar yazmış olduğu ayrı bir peygamberler târihidir.
3. Süleymânnâme: Kânûnî Sultan Süleymân devrini anlatır. Bu eser Şeyhülislâm Hoca Sâdeddîn Efendinin Tâc üt-Tevârih’ine bir zeyldir. Süslü ve edebî bir dille yazılmıştır.
4. Hilyet-ül-Enbiyâ,
5. Zafernâme: Dördüncü Murâd Hanın Revân ve Bağdat seferlerini anlatır. Bu esere; “Târih-i Feth-i Revân ve Bağdâd” adı da verilmiştir.
6. Ahlâk-ı Muhsinî Tercümesi: Ahlâk ilmine dâirdir.
7. Hall-ül-İştibâh an Ukdet-il-Eşbâh: Fıkıh ilmine dâir Eşbâh şerhidir.
8. Kitâb-ül-Elgâz fî Fıkh-il-Hanefiyye: Fıkha dâirdir.
9. Kâfi: Fıkıh kitâbıdır.
10. Gülşen-i Niyâz: Manzûm bir eserdir.
11. Ferâyih-un-Nebeviyye fî Siret-il-Mustafaviyye: Kazerûnî’nin Siyer-i Nebevî’sinin tercümesidir.
12. Dîvân-ı Eş’âr,
13. Risâle-i Kalemiyye,
14. Nefehât-ül-Üns: Fıkıh ilmine dâir Ravdât-ül-Kuds adlı esere yazdığı şerhidir.
Alm. schwarzes Loch (n), Fr. Trou (m) noir, İng. Black hole.Teleskop veya radyoteleskop gibi hiçbir fizikî gözlem âletiyle varlığı keşfedilemeyen, ancak etrafında meydana getirdiği tesir ve değişikliklerle teşhis edilebilen, çekim gücü sonsuza yakın olduğu için ısı, ışık ve ses dâhil herşeyi yutan son derece yoğunlaşmış küçük bir uzay sahası.
Yakın zamanlara kadar astronomi ilmi kara deliklerden tamâmen habersizdi. Uzayda bu şekilde herşeyi yutabilecek dehşetli bir çekim gücünün varlığı hiç düşünülmemişti. Ancak gerek fizikî ömrünü tamamlayarak ölen yıldızların sonunun ne olduğunun yavaş yavaş anlaşılması ve gerekse galaksilerin çeşitli noktalarında görülen tuhaf olaylar; birçok gök cisminin arkasında hiçbir iz bırakmadan yok olması; gaz ve toz bulutlarının bir nokta etrafında meydana getirdiği spiral şeklindeki dönüşüm, uzayın bu noktalarında çekim gücü korkunç bir cismin varlığını apaçık ortaya koyuyordu. Karadelik ilk defa Einstein’in genel relativite (izafiyet) teorisinden faydalanılarak 1939’da Amerikalı bilim adamı J.Robert Oppenheimer ve Hartland S.Synder tarafından açıklandı.
İleri sürülen bir hipoteze göre, karadelik, yıldızların meydana gelişi ve devamının bir neticesidir. Milyonlarca sene boyunca parlayan bir yıldız sonunda yakıtını tüketmektedir. Bu yüzden de şiddetli bir şekilde büzülmekte ve bu şekilde meydana gelen ters tepki yıldızın tekrar ısınmasına yol açmakta ve sonunda yıldızı infilak ettirmektedir. Patlıyan yıldızın bir bölümü uzaya dağılırken çekirdek, büzülmesine devam etmekte ve yoğunluğu da giderek artmaktadır. Sonunda koskoca yıldızın çapı birkaç kilometreye inince yoğunluk müthiş bir ölçüye çıkmakta ve artık ısıyı ve ışığı yutacak bir hâle gelmektedir. Madde o kadar sıkışır ki, meselâ 696.000 km yarıçapındaki güneşin bu şekilde büzülmesi ile 2,5 km yarıçapında bir karadelik meydana gelir.
Yıldızlarda enerji, zincirleme nükleer reaksiyonlar sonucu meydana gelir. Nükleer füzyon reaksiyonu ile birlikte hidrojen çekirdeği helyum çekirdeğine, o da karbon çekirdeğine dönüşür. Bu zincirleme reaksiyonlar akıl almaz büyüklükte enerjiler açığa çıkarır. Açığa çıkan enerjinin çoğu ısı olmak üzere muhtelif radyasyonlar hâlinde uzaya yayılır. Bu reaksiyonların milyonlarca sene devâm etmesi sonucunda hacimce küçülen, kütlece büyüyen ve dolayısı ile çekimi kuvvetli çok fazla bir uzay sahası meydana gelmiş olur. Bu dâiresel uzay sahası karadelik olarak çevresindeki gaz, yıldız, ışık gibi kütle taşıyan her cismi çekerek yutar.
Bir başka hipoteze göre karadelik süper nova olarak tanımlanan çok büyük kütleye sâhip yıldızların infilakinden sonra enerjisinin tükenmesi ile meydana gelir. Süper-nova demirden çok ağır metallerden meydana geldiği için füzyon hâdisesi meydana gelemez. Enerjisini füzyon reaksiyonu ile ısıya ve radyasyon parçalarına çeviremeyen bu büyük yıldız sonunda infilak eder. Samanyolu galaksisindeki güneş sisteminin böyle bir süper-novanın infilakı ile hâsıl olduğu ve Samanyolu galaksisinde buna benzer binlerce karadelik meydana geldiği zannedilmektedir. Astronomlara göre bir karadeliğin yıldızları yuta yuta büyümesi, zamanla bütün bir galaksiyi yutacak hâle gelmesine yol açabilecektir.
Karadelik, küçük ve buna karşılık güçlü ise “nötron yıldızı” ismini alır. Nötron yıldızının meydana gelişi, nükleer enerjisini tüketen yıldızın, toplam atomlarındaki elektronların ve çekirdeklerin birbirine yapışması ile olmaktadır. 10 milyon kg/m3ten daha yoğun proton ve elektronlar, nötron meydana getirmeye başlarlar. Süper sıkışık bir kütleye sâhib olan bu yıldız, kendi ekseni etrâfında hızlı bir dönüş kazandığı için yeni nükleer parçacıkları, oldukça dar hüzmeler hâlinde dışarıya doğru fırlatır. Bu sırada elektromanyetik radyasyon meydana gelir.
Karadelik, uzayda ışığı yansıtmadığından gözlenemez, bu sebepten maddesiz bir cisim olarak düşünülmesi yanlıştır. Madde olduğu, kuvvetli çekimi ve yıldızı yutmadan önce meydana gelen ışın neşri ile anlaşılabilmektedir. 1971 senesinde Uhuru uydusu ile Cygnassx-l uzay sahasında darbeli x ışını yayınları alınmış ve bu bölgede bir karadelik olduğu ispatlanmıştır. Bu karadeliğin çapı 14,5 km ve kütlesi güneş kütlesinin on katı büyüklüktedir.
Karadelikle ilgili diğer bir hipotez ise, daha ilgi çekicidir. Güney kütlesinin bir ile 1000 milyon katına eş bir süper karadelik yeterli ölçüde gaz, yıldız gibi uzay kütlelerini yutarsa, yutulan kütlelerden açığa çıkan enerjilerin toplamı netîcesinde ya çevreye yalnız enerji parçacıkları yayar veya infilak eder. Yalnız enerji parçacıkları yayan karadelik “kuasar” ismini alır. Karadelik, infilak ederse yeni galaksiler, nebulalar meydana gelir.
Karadelik hipotezleri dünyâ yörüngesine atmosfer tesirlerinden kurtarılarak yerleştirilen uzay teleskobu ile incelenerek daha teferruatlı bir şekilde îzâh edilebilecektir.
Modern astronominin en ilgi çekici konularından biri olan karadelikler, kurgubiliminde başlıca temalarından birini teşkil eder. İnsanoğlunun bilinmeyen şeylere olan nihâyetsiz merakı kurgu bilimin, uzayın bu dipsiz kuyularını alabildiğine işlemesine sebeb olmuştur. Kimi filmlerde esrarengiz bir karadeliğin çekimine kapılan ve bundan kurtulamayan uzay gemileri kaçınılmaz sonlarına doğru sürüklenirken, kimilerinde de karadeliğin içine dalıp hayatta kalabilen uzay adamları bambaşka bir âleme giriş yapmışlardır.
Herşeyden önce hakikat olan birşey vardır ki, o da karadeliklerin kâinâtın yaratıcısı Allah’ın sonsuz kudretinden bir nişâne oluşudur.
Alm. Schwarzes Meer (n), Fr. Mer Noire (f), İng. Black Sea. 41° ile 45° kuzey enlemleri arasında bulunan, kıtalararası büyük bir iç deniz. Avrupa’nın güney doğusundaki Balkan ve Anadolu yarımadaları ile, Doğu Avrupa ovaları ve Kafkasya arasında, doğu-batı doğrultusunda uzanır. Batı kısmında kuzey bölgesi Odessa civârında 47° kuzey enlemine kadar çıkar.
Kuzeyinde Rusya; batısında, Romanya, Bulgaristan, Türkiye; güneyinde, Türkiye; doğusunda, Kafkasya (Rusya) yer alır. Yüzölçümü 424.000 km2dir. Karadeniz, kabaca bir yumurtaya benzetilir. En uzun ekseni, Burgaz (Bulgaristan) ile Poti (Rusya) arasında, 1170 km’dir. Genişliği ise doğudan batıya doğru gidildikçe artar ve Ereğli (Türkiye) ile Odessa (Rusya) arasında en fazla uzunluğa erişir (600 km).
Eski Yunan kolonileri, Karadeniz’e “yabancılara düşman” mânâsına gelen “Axeınos” ismini vermişlerdi. Daha sonraları ise buraya daha başka koloniler yerleşip çoğalınca yabancılara dost mânâsına gelen “Euxenis”a çevirdiler.
Coğrafya: Karadeniz körfez bakımından fakir sayılır. Büyük girintiler olarak, batıda Odessa, Varna, Burgaz körfezleri vardır. Bunların körfez niteliğinde olmasına mukabil, Anadolu kıyılarındaki girintiler daha çok koy niteliğindedir. Bunlardan ancak pek azı kuytu liman durumundadır. Ereğli, Sinop ve Polathane bu durumdaki limanların başlıcalarıdır. Kuzeyde esas en büyük girintiyi, Kerç Boğazı ile Karadeniz’e birleşen Azak Denizi meydana getirir. Deniz, Karadeniz’de ikinci bir iç deniz durumunda olup yüzölçümü 38.000 km2 kadardır. Bu denizin kıyıları daha girintili çıkıntılıdır.
Karadeniz’in en önemli özelliklerinden birisi de ada bakımından fakir olmasıdır. Mevcut olan Kefken, Şile önlerindeki adalar ve Giresun Adası ise sâdece birer kaya parçası durumundadırlar.
Karadeniz, İstanbul Boğazı vâsıtasıyle Marmara Denizine, buradan da Çanakkale Boğazı ile Ege Denizine, dolayısıyle Akdeniz’e irtibatlıdır.
Deniz dibi topoğrafyası, denizi çevreleyen kara parçaları ile yakından ilgilidir. Yüksek dağların yer aldığı Anadolu kıyıları önünde Kafkasların ve Kırım yarımadasının hemen yakınında büyük derinlikler meydana gelir. Karadeniz’in şimdiye kadar bilinen en derin yeri 2245 m olup, Kastamonu kıyılarındaki Kerempe Burnu açıklarında kıyıdan 80 km kadar uzaklıktadır. Buna karşılık kuzeybatı kesimi daha az derindir. Derinliği 0-200 m arasındaki alan sâdece bu kesimde ve Azak Denizinde geniş bir yer tutar. Bu alan kuzeyde Rusya, Romanya ve Bulgaristan kıyılarından İstanbul Boğazına kadar uzanır. Karadeniz’in dibi 2000 m civarında tek bir havza gibi görülür. Bunun ortasında, Anadolu kıyıları ile Kırım arasında 2200 m’lik eş derinlik çizgilerinin sınırladığı en derin kısım bulunur. Zaten en derin bölge de buraya yakındır. Anadolu’nun kuzey kıyılarında büyük derinlikler sâhile kadar sokulur.
Azak Denizi ise çok sığ bir denizdir, buradaki en fazla derinlik 15 m’dir.
Karadeniz’de 200 m’nin altında kükürtlü hidrojen çıkaran bakteriler vardır. Denizin en derin yeri ise mavi gri renkte, ince unsurlu çamur tabakasıyla kaplıdır. Bu derinliklerde balıkçılık çok tehlikelidir. Karboniyeti kilsin çok miktarda olması, derin yerlerde suların dâima durgun kalması ve denizlerin derin yerlerine has hayat emârelerinden mahrum bulunması yalnız Karadeniz’e has özelliklerden biridir. Fakat bugün bu denizin derin yerlerinden çıkarılan fosillerin incelenmesinden; Karadeniz’in derin yerlerinde bir zamanlar hayatın olduğu ve bu denizin Hazar Denizinin bugünkü hâline çok benzediği anlaşılmıştır.
N. Andrusov adındaki bir bilgin, Karadeniz’in tamâmı kapalı bir deniz hâlindeyken içinde az tuzlu sularda yaşayan hayvanlar bulunduğu ve sonradan boğazlar açılarak Akdeniz’in çok tuzlu suları buraya hücum edince bu canlıların yaşamasına imkân kalmayarak öldüklerini iddiâ eder. Bu denizin diplerinde ve çok derin yerlerinde kükürtlü hidrojenin varlığı da bu olay ile açıklanabilir.
Karadeniz’e dökülen çok sayıdaki nehirler denizin tuzluluğunu büyük ölçüde giderirler. Tuzluluk oranı diğer denizlere nazaran oldukça azdır. Karadeniz’de yüzey sularının tuzluluğu okyanuslardaki normal tuzluluğun altındadır. Bu durum yağışların bolluğundan da ileri gelmektedir. Yüzey sularında tuzluluk oranı yaklaşık ‰15 ile ‰18 (binde 15-18) arasında değişmektedir. (Bu oran Akdeniz’de ‰37-‰39’dur.) Bu miktar batı ve kuzeye doğru gidildikçe azalır. Romanya, Bulgaristan kıyılarında, ‰16; Odessa Körfezinde, ‰10 hatta daha azdır. Azak Denizinde tuzluluk her yerinde ‰11’den azdır. Akarsu ağızlarında ise bu oran daha düşer. Yüzey suları, çok daha fazla tuzlu olan alt tabakanın üzerinde ince bir tabaka hâlindedir. 100 m’den sonra tuzluluk artmaya başlar. 200 m’de %20-22,5 oranında değişir. Bu tuzlu sular Çanakkale ve İstanbul boğazının alt taraflarından olmak üzere Akdeniz’den gelmekte ve denizin dibinde kalmaktadır.
Karadeniz’in yüzey sularının sıcaklığı yazın 20°C ile 26°C arasında değişir. Fakat Azak Denizinde hemen her yıl deniz suyu sıcaklığı kışın 0°C’nin altına düşer. İşte bu kuzeybatı kesiminde tuzluluğun az olması da suların donma imkânını arttırır ve bu sularda deniz donar. Donma olayları Anadolu kıyılarında görülmez. Kışların şiddetli olduğu yıllarda Karadeniz’in batı kıyılarında kendini gösteren donmalar Trakya kıyılarımızda ancak İğneada’ya kadar yayılmaktadır. Zaman zaman İstanbul Boğazından geçerek Marmara’ya çıkan Buzullar ise Tuna Irmağının donması sonucu meydana gelmiş ve akıntılarla sürüklenmiştir. Yakın târihte iki defa 1929 ve 1954’te Tuna Nehrinden kopup gelen buzlar İstanbul’a kadar gelmiştir.
Senenin kış aylarından ikisi bir kenara bırakıldığında, satıhtaki sular dipteki sulara nazaran daha sıcaktır (2000 m derindeki sularda sıcaklık her mevsimde 9°C civârındadır). İşte bu sıcaklık ve tuzluluk farkları sebebiyle üsteki sular nisbeten hafif olur ve derin sular üzerinde bir yağ tabakası gibi geçilmez bir satıh şeklinde kalır. Böylece derin suların içindeki gazların havaya çıkmasına ve havadan başka gazlar almasına mâni olur. Demek ki 200 metreden derindeki sular havanın oksijenini alamıyorlar ve yüzey sularında yaşayan canlı varlıklar öldükten sonra bunların cesetleri dibe düşüyor. Bu kalıntılar oksijensiz bir ortamda karbon hamızı ve kükürtlü hidrojenin meydana gelmesine sebeb olduğundan derin sularda hayat görülmez. Karadeniz’de hissolunacak derecede gelgit olayına rastlanmaz. İklimi oldukça şerttir. Kışın kuvvetli kuzey, kuzeydoğu ve kuzeybatı rüzgârları eser ve çetin fırtınalar hüküm sürer.
Akıntılar: Karadeniz’e dökülen akarsular (Tuna, Dinyester, Dinyeper, Don, Kızılırmak, Sakarya) ve yüzeyindeki bol yağış buharlaşma ile kaybolan açığı kapattıktan başka bu denizin yüzeyini Marmara ve Ege Denizinin yüzeyine göre aşağı yukarı 50 cm kadar yüksekte bulundurur.
İşte bu durum, İstanbul Boğazına doğru sâdece bir yüzey su akıntısının varlığına sebeb olur. Karadeniz’in batı kesiminde bir kısım sular İstanbul Boğazına girerek üst akıntı meydana getirir. Bir kısım akıntı da doğuya doğru akarak Anadolu kıyıları boyunca hızı saatte 1,3 km olan bir akıntı meydana getirir. Bu ana akıntı kıyının şekline uyarak Batum yakınında kuzey batıya döner. Azak Denizinin güneyinde de batıya yönelir. Kırım ve Odessa Körfezinin güneyinden geçerek, Romanya ve Bulgaristan kıyılarını yalar ve İstanbul Boğazına girer.
Bu ana akıntıdan Sinop’un batısında ayrılan bir kol Kırım’a doğru ilerler. Kırım Yarımadasının güneyinde Kafkasya kıyılarını yalayarak gelen ana akıntıya karışır. Hopa’dan başlayıp yön değiştiren akıntı Kafkasya kıyıları boyunca giderek Kırım Yarımadasında güneye kıvrılır, burada ikiye ayrılır. Bir kol havzanın doğu yönünü, ötekisi kuzey-güney yönünü alır. Anadolu kıyıları boyunca bir süre aktıktan sonra ana akıntıya karışır.
Sosyal yapı: Çok sayıda plaj ve turistik merkezleri barındıran Karadeniz, Romanya (Köstence), Bulgaristan (Burgaz, Varna) Türkiye (Samsun, Sinop, Trabzon, Zonguldak), Sovyetler Birliği (Batum, Nikolayev, Odessa, Sivastopol, Yalta, Souhumkale [Suhumi], Soçı, Novorossisk) limanlarının canlı trafiği sâyesinde, dünyâda önemli rol oynar. Ortadoğu için Karadeniz’in ayrı stratejik önemi vardır.
Yurdumuzun kuzey kısımlarını kaplayan coğrafî bölge. Batıda, Sakarya Ovasından başlayıp, Sovyetler Birliği sınırına kadar uzanır. Genişliği değişik olup bâzı yerlerde 100 km, yer yer de 200 km’yi bulur. Zonguldak, Kastamonu, Sinop, Tokat, Amasya, Samsun, Ordu, Giresun, Gümüşhâne, Trabzon, Rize, Artvin illerinin tamâmı bu bölgenin içindedir. Ayrıca Erzurum, Erzincan, Sivas, Çorum, Yozgat, Çankırı, Ankara, Eskişehir, Bilecik illerinin bâzı ilçeleri de Karadeniz bölgesinin içinde kalır. Bölgenin yüzölçümü 141.155 km2dir. Bölge nüfûsu yaklaşık yedi milyon civârındadır.
Fizikî Yapı
Karadeniz bölgesinde, Kuzey Anadolu Dağları, baştan başa hâkimiyetini gösteren en önemli coğrafî şekildir. Bu dağlar birbirine ve kıyıya paralel olarak geniş iki yay biçiminde doğu batı doğrultusunda uzanırlar. Bunlardan kuzeyde deniz kenarında olanlara kıyı dağları, diğerlerine iç sıralar adı verilir. Kıyı dağlarının yüksekliği doğuda oldukça fazladır. Buradaki Kaçkar Dağının yüksekliği 3937 m’ye ulaşır. Batıya doğru alçalan bu dağlar, ortalama 2000 m yüksekliğe sâhiptir. Arâzi yüksek olduğundan geçitler de yüksektedir. Batıya doğru uzanan Canik Dağları, Yarılıgöz Dağında (1885 m), İsfendiyar Dağlarında yükseklikler fazla değildir. İç sıradağlar da doğuda yüksektir. Batıya doğru alçalıp kızılırmak batısında Bolu dağları adını alıp tekrar yükselirler. Buralarda iç dağlar kıyılardakinden daha yüksektirler. Daha iç kısımda vâdilerle ayrılmış Köroğlu Dağları bulunur. Bu dağ sırasının en yüksek yeri Aladağların Köroğlu Tepesi (2378 m)dir.
İklim
Bölgede, deniz kenarında bulunan dağlar kıyıya ve biribirine paralel uzandığı için iklim özelliklerine tesirli olurlar. Deniz kenarında sıcaklık farkları azdır. Buna karşılık nem fazladır. İç kısımlar ise kıyıya nazaran hem sıcaklık hem de yağış bakımından farklıdır. Bölgenin doğusunda, Kafkas Dağları tarafından korunduğundan, kışlar ılık ve yağışlı geçer. Batı kısım ise kuzey rüzgârlarına karşı korunmadığından kışın sert soğuklar olup, iç kısımlarda ise yazları serin kışları çok soğuk kara iklimi görülür. Yağış bakımından Türkiye’nin en zengin bölgesidir. Özellikle Doğu Karadeniz kıyıları en çok yağış alan yerlerdir.
Bitki Örtüsü
Bölgedeki kıyıya paralel dağlar denizden gelen yağmurları tuttukları için bol yağış alırlar. İç kısımlardaki Ilgaz ve Köroğlu dağlarının bulunduğu kısımlar kıyı dağlarından daha yüksek olduklarından, buralarda da oldukça fazla yağış görülür. Bu dağların ve kıyı dağlarının yamaçları sık ormanlarla kaplıdır. Karadeniz ormanlarının en önemli ağacı lâdindir. Batıda ise bu ağaca rastlanmayıp, onun yerine köknar yer alır. İç kısımlar genelde step görünümündedir.
Ekonomi
Tarım: Kıyı bölgesinde ekilebilen arâzi azdır ve ekime müsâit hiçbir yer boş bırakılmaz. Genelde bölgenin beşte biri ekim için elverişlidir. Deniz kenarında yağış bol olduğu için mısır, çay, fındık çok yetiştirilir. Ekime uygun toprak az olduğundan halkın bir kısmı diğer vilâyetlere göç eder. Orta ve Doğu Karadeniz bölgesinde tütün yetiştirilmesi yaygındır. İç kısımlarda buğday yetiştirilir. Sinop, Zonguldak civârında keten, Kastamonu’da ise kenevir ekimi önemli yer tutar. Meyve olarak fındık, turunçgiller, elma, ceviz, erik yetişir.
Hayvancılık: Karadeniz bölgesinde büyük ve küçük baş hayvanların yanında, kümes hayvanları da beslenir. Samsun en çok hayvan beslenen il olup, bunu Ordu tâkip eder. Kümes hayvanları ise daha çok batı Karadeniz bölgesinde fazla olarak yetiştirilir. Amasya, Kastamonu, Bolu yörelerinde tiftik keçisi beslenmesi önemli yer tutar.
Doğu Karadeniz bölgesinde ise inek daha çok beslenir. Boydan boya deniz kenarında balıkçılık yapılır. Denize dökülen ırmakların ağızlarında Mersin balığı avlanarak bunlardan siyah havyar çıkarılır.
Mâdenler: Bölgenin doğu ile batısında çıkan mâdenler farklıdır. Batıda Ereğli’den başlayıp batıya doğru uzanan zengin kömür, Amasya civârında linyit yatakları vardır. Doğu Karadeniz bölgesinde, Murgul’da bakır, diğer yerlerde kurşun ve demir yatakları bulunur. Bunlardan başka Ereğli yakınlarında manganez, Kastamonu-İnebolu arasında Küre’de sülfür yatakları bulunup bunlar işletilmektedir.
Sanâyi: Bölgede kıyı kısımlarında sanâyi daha çok gelişmiştir. Amasya, Kastamonu ve Turhal’da şeker fabrikaları, Samsun’da tütün, Rize çevresinde çay, Ordu’da soya, Karabük ve Ereğli’de demir-çelik, Ordu, Çaycuma’da kâğıt, Murgul’da bakır ve bâzı yerlerde balık unu fabrikaları vardır.
Bölgenin şehirleri: Tamâmen bu bölge içinde olan şehirler: Amasya (357.191), Artvin (212.833), Bayburt (107.330) Giresun (499.087), Gümüşhâne(169.375), Kastamonu(432.621), Ordu (830.105), Rize (348.776), Samsun (1.158.400), Sinop (265.153), Tokat (719.251), Trabzon (795.849), Zonguldak (1.073.560)tır.
KARADENİZ EKONOMİK İŞBİRLİĞİ BELGESİ (KEİB)
Alm. Wirtschaftliches Koorperationsdokument um das Schwarze Meer, Fr. Le Document Cooperation de la Mer Naire Economique, İng. The Bleack Sea Economic Cooperation Document. Türkiye Cumhûriyeti Cumhurbaşkanı Turgut Özal tarafından 1990 yılında ortaya atılan ve 11 ülke tarafından benimsenerek 1992 yılında teşekkül eden Karadeniz çevresi ülkeleri arasındaki ekonomik işbirliği.
Ekonomik alanda önemli bir potansiyeli temsil eden projeyle ilgili bildiri (deklarasyon) 25 Haziran 1992’de İstanbul’da Çırağan Sarayında 11 ülke lideri tarafından imzâlanmıştır. Deklarasyona imza koyan ülkeler şunlardır: Türkiye, Âzerbaycan, Gürcistan, Rusya Federasyonu, Ukrayna, Moldavya, Romanya, Bulgaristan, Arnavutluk, Yunanistan ve Ermenistan.
Deklarasyonu Türkiye adına Başbakan Süleyman Demirel, Âzerbaycan Cumhurbaşkanı Ebülfez Ali Elçibey, Gürcistan Devlet Konseyi Başkanı Edvard Shevardnadze, Rusya Federasyonu Cumhurbaşkanı Boris Yeltsin, Ukrayna Cumhurbaşkanı Leonid Kravçuk, Moldavya Cumhurbaşkanı Mircea Sinegur, Romanya Cumhurbaşkanı İon İliescu, Bulgaristan Cumhurbaşkanı Jelyu Jelev, Arnavutluk Cumhurbaşkanı Sali Berisa, Yunanistan Başbakanı Konstantin Miçotakis, Ermenistan Cumhurbaşkanı Levon Petrosyan imzalamıştır.
Avrupa, Kuzey Amerika ve Güney Doğu Asya’dan sonra dördüncü bir bölgesel ekonomik blok hüviyeti taşıyan Karadeniz Ekonomik İşbirliği, 300 milyon nüfuslu bir pazarı temsil etmektedir.
Karadeniz Ekonomik İşbirliği (KEİB) deklarasyonun imzâlanmasından sonra bir de ortak bildiri yayınlanmıştır. Zirveye katılan liderler ortak bildiride, üye ülkelerin halkları arasında Birleşmiş Milletler ana sözleşmesinde Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı (AGİK) belgelerinde yer alan prensipler çerçevesinde daha barışçı ve yapıcı ilişkiler kurulması gerektiği konusunda görüş birliğinde olduklarını belirttiler.
“Bosphorus Statement” adıyla yayınlanan bildiride, üye ülkeler arasında ekonomik işbirliğinin daha da arttırılması için etkin mekanizmalar oluşturulması gereğine işâret edilerek, deklarasyonun imzalanmasının taraf ülkeler arasında demokrasi, hukukun üstünlüğü ve insan haklarına saygı değerlerine dayanan yeni bir ortaklığın başlangıcını temsil ettiği belirtilmiştir. Bildiride, geleceğe ortak bir bakış ve karşılıklı işbirliği yoluyla Karadeniz’in bir barış, özgürlük, istikrar ve refah denizine dönüştürülmesi istekleri bildirilmiş, liderler, yeni bir Avrupa mîmârîsinin kurulması gereğini vurgulayarak, Karadeniz Ekonomik İşbirliğinin, Avrupa birliğine gidilmesinde katkıda bulunan bir teşebbüs olduğunu belirtmişlerdir.
KEİB’in uzun vâdeli hedefi, üye ülkeler arasında bir serbest ticâret bölgesinin tedricen gerçekleştirilmesidir. Şu andaki durum sâdece ekonomik bâzı hedeflere yöneliktir. AT gibi siyâsî ve geniş çaplı ekonomik bir birlik olmak düşüncesiyle kurulmamıştır. Bu birliğe üye olan devletleri veto hakkı yoktur. Bu proje Türkiye için ekonomik ve ticârî işbirliği açısından önemli bir güçtür. Sovyetler Birliğinden ayrılan veya eski Sovyet peyki olan ülkeler piyasa ekonomisine geçişte bu projeden güç alacaklardır.
KARAGÖZ BALIĞI (Sargus sargus)
Alm. Geissbrasse (f), Fr. Sargue (f), İng. Sargo, black sea bream.Familyası: İzmaritgiller (Sparidae), Yaşadığı yerler: Atlantik Okyanusu ve Akdeniz’in taşlık ve kayalık yerlerinde. Marmara ve Karadeniz’e de geçtikleri olur. Özellikleri: Parlak gümüşî renkli, yassı vücutlu, küçük ağızlı, iri gözlü bir deniz balığı. Boyu 20-30 cm kadardır. Çeşitleri: Birkaç çeşidi vardır. Denizlerimizde “asil karagöz” ve “sivri burun karagöz” mevcuttur.
Kemikli balıklar takımından yassı vücutlu iri pullu bir balık. Gümüşî renkli olup 20-30 cm boyundadır. 3-4 tânesi bir kilogram gelir. Küçük ağızlı, iri gözlüdür. Sürü hâlinde Atlantik’ten Akdeniz’e geçerken bol avlanırlar. Kışın derinlere inerler. Çamurlu zeminlerde yaşayanlar balçık koktuğundan makbul değildir. Her mevsim tutulursa da en çok sonbaharda avlanırlar. Atlantik ve Akdeniz balığı olmasına rağmen, Marmara veKaradeniz’e de geçer.
Mayıs ve haziranda yumurtlarlar.