KAPLAMA
Alm. Plattierung, Furnitur, Umhüllung, Politur (f), Fr. Masque, revêtement (m), redoulure, İng. Covering, plating, coating. Dış etkilere karşı korumak veya görünüşünü güzelleştirmek için cisimlerin yüzeylerinin başka bir maddeyle örtülmesi işlemi. Kaplamacılıkta kaplama vasıtası olarak pekçok usûl kullanılır.
Metal kaplama: Metal veya metal olmayan cisimlerin yüzeyleri çok defa çürümeyi önleyici veya sürtünmeye karşı dirençli metallerle kaplanır. Kaplanacak satıh önce temizlenerek hazırlanır. Kaplama işlemi püskürtme, daldırma, difüzyon, gaz ve vakum içinde yoğuşturma yollarıyla gerçekleştirilir.
Yüzeylerin hazırlanması: Kaplama işlemi yapılmadan önce kaplanacak yüzeylerdeki organik ve anorganik kirlerin ve oksit tabakalarının iyice temizlenmesi gerekir. Bunun için metal yüzey, uygun çözücülere daldırılır veya çözücüler bu yüzeylere püskürtülerek yabancı maddeler yüzeyden temizlenir. Kirin türüne göre alkali deterjan veya asit çözeltileri kullanılır. Gerektiğinde bunların içlerine aşındırıcı ince tuzlar da katılır ve yüksek basınçlı püskürtücülerden faydalanılır. Elektroliz metodu da uygulanabilir. Çeliğin temizlenmesinde oksit tabakasını giderici madde olarak 65-85°C sıcaklıkta % 10-15’lik sülfat asidi (H2SO4) çözeltisi veya 20°C sıcaklıkta derişik hidroklorik asit kullanılır.
Mekanik temizleme: Alüminyum oksid veya silisyum karbürlü aşındırıcı taş ve tozlar, zımpara kâğıdı veya keçe kullanılarak kaplanacak satıh düzeltilir ve kirlerden, yabancı maddelerden temizlenir. Aşındırıcı tozlar yüzeye basınçla veya buhar ile püskürtülür veya bir döner tambur içerisinde kaplanacak parçaların yüzeyini aşındırması temin edilir.
Kimyâsal temizleme: Bu metodla metal yüzeyler asitle yıkanır, dağlanır, kimyâsal veya elektrokimyasal yoldan parlatılır. Bakır yüzeyler genellike persulfatlar, demir üç oksidin kromatlı bileşikleri veya tuzları kullanılarak dağlanır. Kimyevî parlatma çinko ve alüminyuma nitrik ve fosforik asit gibi kuvvetli oksitleyici asit çözeltileri içine daldırılarak gerçekleştirilir. Elektro-parlatmada ise alüminyum, demir, çelik, paslanmaz çelik, çinko, çeşitli bakır alaşımları elektrolitik banyoda anoda bağlanır.
Metal Kaplama İşlemleri
Püskürtme: Toz veya tel hâlinde uygun metal veya metal alaşımları bir tabancada eritilerek kaplanacak yüzeye püskürtülür. Püskürtme yoluyla kaplamada en çok kullanılan iki metal, çinko ve alüminyumdur. Metal püskürtme daha çok sıvı tanklarının, çelik yapıların yerinde kaplanması için kullanılır.
Sıcak daldırma: Kaplanacak metal yüzeyi, temizlendikten sonra erimiş haldeki metale daldırlarak sathî difüzyon (yayınma) yoluyla kaplanması sağlanır. Bu amaçla kaplayıcı metal olarak çinko, kalay, kurşun ve alüminyum kullanılır.
Çelik, çinkoya daldırılarak galvanize edilir. Çinko yerine kalay da kullanılabilir. İnce demir saçlar kalaya daldırılarak teneke elde edilir. İşlem sırasında yüzeylerin oksitlenmesini önlemek için uygun flakslar, hidrojen veya soy gazlar kullanılarak yüzeylerin hava ile teması kesilir.
Sementasyon veya difüzyon kaplaması: Kaplanacak metal, kaplamada kullanılacak metalin tozu içine konularak ısıtılır. Ortamda oksitlenmeyi, hava ile teması önleyici maddeler, soy gazlar bulundurulur. Meselâ bir metalin alüminyum difüzyonu ile kaplanması demek olan kalorizasyon işleminde metal parça, içinde alüminyum tozu bulunan bir döner tanbur içerisine yerleştirilir. Demirin sementasyonunda sıcaklık 850°-950°C olur. Demirin çinko ile bu yoldan kaplanmasına şerardizasyon (shererdization) denir. Krom ile kaplama yapılırsa buna kromizasyon denir.
Pin (Vurma) kaplama (Peen plating):Kaplanacak metal parçalar, kaplamada kullanılacak metal tozu ve aktive edici bir çözelti ile birlikte bir döner tambur içine konulur. Tambur içinde düşerek darbe etkisi yapan metal parçalar da vardır. Rondela (pul), çivi, zincir gibi küçük parçalar bu metodla çinko, pirinç ve kadmium ile kaplanır.
Gaz kaplama: Kaplama için kullanılacak metalin gaz hâlindeki bileşiği, genellikle karbonili, kaplanacak cisimde iken cisim ısıtılır. Sıcak yüzeyde gaz hâlindeki bileşikten metal atomu ayrılarak yüzeyde toplanır. Bu usûlle daha çok nikel kaplama bâzan da krom ve demir kaplama yapılabilmektedir.
Vakumda yoğuşturma: Bu metodla döküm metaller ve plastikler de metalle kaplanır. Kaplama için kullanılacak metal, vakumda tungsten ısıtıcı ile ısıtılarak buharlaştırılır. Kaplanacak parçanın yüzeyi, temizlenmiş, düzeltilmiş ve cilâlanmış olarak metal buharı bulunan hücre içerisinde döndürülerek tutulur. Metal buharı soğuk parçanın yüzeyinde yoğuşur. Alüminyum, altın, gümüş ve buharlaştırılabilen diğer metaller bu amaçla kullanılır. Bu tür kaplamalar aşınmaya dayanıklı olmadığından, ayrıca bir lak ile kaplanır.
Kimyâsal indirgeme yoluyla kaplama (Electroless): Suda çözünen gümüş, altın ve bakır tuzlarının kuvvetli indirgeyici etkisi ile sulu ortamda indirgenmesi yoluyla cam (ayna yapımında olduğu gibi), plâstikler ve metaller kaplanabilmektedir.
Kimyâsal yer değiştirme yoluyla kaplama: Cisimler, çözeltiden yer değiştirme yolu ile bakır, altın, gümüş ve kalay ile kaplanabilir. Kaplama kalınlığı çok incedir (2,5x10-6 mm kadar).
Elektroliz yolu ile kaplama (Electroplating): Kaplanacak metal veya yüzeyi iletken hâle getirilmiş plâstik parça, kaplama için kullanılacak metalin tuzunun çözeltisi içerisinde katoda bağlanarak, metal katyonlarının, elektrik akımı geçirilerek kaplanacak yüzey üzerinde birikmesi ile gerçekleştirilir. (Bkz. Elektroliz)
Yaklaşık 33 tâne metal ile, sulu çözeltilerinin elektrolizinden kaplama yapılabilir. Diğer metaller ile kaplama yapmak için erimiş tuzları veya organik elektrolitleri elektroliz edilir. Yaklaşık 15 metal ile olan kaplama ticârî maksatlıdır. Bunlardan bâzıları: Bakır, gümüş, çinko, altın, platin, kadmiyum, kalay, kurşun, krom ve nikeldir.
Altın kaplama: Daha çok mücevherâta, çizilmeye karşı mukâvemetinden dolayı, kaplama yapılır. Bunun kalınlığı ucuz mücevherde 0.000001 cm, daha iyilerinde 0.000005 cm kadar kalınlıkta olabilir. Kalın altın kaplama, bâzı radar techizâtında ve elektrik kontaklarında kullanılır. Altın alaşımı kullanılarak câzip renkler elde etmek mümkündür. Meselâ gümüşle yeşil altın, bakırla gülrengi ve nikelle beyaz altın elde edilebilir. Bütün bunlarda %85 altın bulunur. Bu 20 ayar altın demektir. Altının pahalı olmasından dolayı, pratik olarak bütün altın kaplamalar seyreltik siyanür çözeltilerinden yapılır. Kalın altın kaplamalar, pirinç eşyânın seyreltik altın siyanür çözeltisine batırılmasıyla elde edilir.
Konversiyon (dönüştürme) kaplaması (Conversion plating): Metal yüzey, yeni bir bileşiğe dönüştürülmesi yolu ile dış etkilere dayanıklı hale getirilebilmektedir. Yüzeyde kimyâsal veya elektrolitik yoldan fosfat, oksit, kromat veya sülfür meydana getirilir.
Fosfat kaplama daha çok demir, çelik, çinko ve alüminyuma; oksit kaplama alüminyum, bakır ve çeliğe; kromat kaplama çinkoya, kadmiyuma, alüminyuma, bakıra, gümüşe ve magnezyuma; sülfür kaplamalar bakır, bakır alaşımları ve gümüşe uygulanır.
Ağaç kaplama: Marangozlukta, çeşitli ağaçlardan elde edilen çok ince ahşap levha ve ahşap bir eşyânın yüzeyinin bu tür levhalar yapıştırılarak örtülmesi işlemi. Maun, ceviz, abanoz, gül ağacı gibi parlak veya güzel renkli ahşap fildişi, bağa gibi değerli malzemelerden ince bir levha olarak kesilen desenlerin bir mobilyanın yüzeyine yapıştırılması işlemine de kaplama denir. Kaplama, az bulunmaları, ebatlarının küçük olması veya zor işlenmeleri sebebiyle masif olarak kullanılmayan güzel desenli ağaçlardan, mobilyacılıkta daha verimli bir şekilde faydalanılmasını sağlar.
Her tür kaplamanın üretilmesi temelde aynı ilkelere dayanır. Kaplama yapılacak ağaçtan kesme, biçme veya soyma yoluyla çok ince levhalar çıkartılır. Bu işlemler elle yapıldığında ortalama 3 mm kalınlığında levhalar elde edilebilirken, bugün teknolojinin gelişmesiyle yapılan modern makinalar sâyesinde 0,5 mm kalınlığına kadar seri olarak kaplama üretilebilmektedir. Bu kaplamalardan özel yapıştırıcılar, kurutma makinaları vb. ileri teknolojiye sahip makinalar sayesinde sağlam ve güzel sonuçlar alınmaktadır.
Günümüzde düşük nitelikli ahşaplar veya sunta gibi sun’î ahşapların yüzeylerini kaplamak için ince uzun kaplama levhaları yaygın olarak kullanılır. Daha değerli olması istenen mobilyalarda ise kaplama levhalardan kesilen küçük parçalar, belli bir çerçeve içine, ağaç damarlarının çeşitli yönlere getirilmesiyle basit veya karmaşık desenler meydana getirecek şekilde yapıştırılır. Bu yöntemle yapılan kaplamalarda ışığın yönüne göre ton değişmeleri görülür.
Alm. Königstiger, Tiger (m), Fr. Tigre (m), İng. Tiger.Familyası: Kedigiller (Felidae). Yaşadığı yerler: Asya’nın sazlık ve nemli ormanlarında. Özellikleri: Kedi cinsinin en büyük ve en yırtıcı memeli hayvanı. Erkeğin boyu üç metre, ağırlığı 250 kg kadardır. Aç kalınca köylere inerek hayvan ve insanlara da saldırır. Ömrü: 25 yıl kadar. Çeşitleri: Sibirya kaplanı, Sumatra kaplanı, Sunda kaplanı, Bengal kaplanı, Bali kaplanı, Hazar kaplanı, Çin kaplanı meşhurlarıdır.
Kedigiller familyasından tarçın renkli, postu kara çizgili yırtıcı bir memeli. Kuyruğu püskülsüzdür. Karnı beyazdır. Çizgili yüzünde de beyaz lekeler bulunur. Kaplanın memleketi Asya’dır. Kuzeyde Sibirya, güneyde Hindistan ile Malakka yarımadası arasındaki bölgede yaşar. Çizgili postu, otlu bataklık ormanlarında rahatça gizlenmesine yardımcı olur. Boş bulunan binâ enkazları da kaplanlar için ideal barınaktır. Postunun rengi yaşadığı çevrenin rengine uyduğu için, uzaktan pek fark edilmez. Hindistan’ın Rewa bölgesinde yaşayan kaplanın postu kirli beyaz olup, üzerinde koyu kahverengi çizgileri mevcuttur. Gözleri, burnu ve ayak tabanları da pembedir. Yalnız veya grup hâlinde dolaşırlar. Kaplanların en küçüğü Sumatra, en irisi ise Sibirya kaplanıdır. Boyu kuyruğu ile dört metreye yaklaşır. Ağırlığı ise 325 kilogramdan fazla olabilir. Ortalama ömrü 25 sene kadardır.
Kaplan, aslana çok benzemesine rağmen, postunun çizgili ve yelesinin olmamasıyla ondan ayrılır. Aslan ile kaplandan meydana gelen melezin yelesi olabilir. Fakat kaplan esâret hayâtında pek ender ürediği için bu cins melezlere pek nâdir rastlanır.
Tehlikeli anlarda kendilerini suya atan kaplanlar rahatlıkla yüzebilirler. Sık çalılıklardan daha çok hoşlanan bu iri yapılı vahşî kediler, ağaca çok rahat tırmanırlar. Su bulunan yerleri tercih eden kaplanlar uzaklara gitmeden o bölgede gizlenerek avlanırlar. İnsan avcısı olmayan kaplanlar bu etin tadına alışınca, o bölge insanları için büyük bir tehlike arz eder. Böyle durumlarda köylerin bile terk edildiği Hindistan’da, kaplanların yiyip parçaladığı insan sayısı bine yaklaşır. İhtiyar, hasta kaplanlar kuvvetten düştükleri için normal avlarını yakalayamazlar. Bu durumda silâhsız insanlara saldırırlar. Eskiden her sene Singapur’da 400, Cava’da 300 kadar insan, kaplanlar tarafından parçalanırdı. Belli bir çiftleşme mevsimi olmayan kaplanlar, 98-109 günlük bir hâmilelik döneminden sonra, 2-4 yavru dünyâya getirir. Anne ve babanın büyüklüğü karşısında pek küçük olan bu yavrular 1-1,5 kg ağırlığında ve kedinin yarı büyüklüğündedir. İki haftalık oluncaya kadar gözleri kapalıdır. Anne tarafından büyük bir şevkatle bakılan yavrular, et yiyecek duruma gelinceye kadar sütle beslenir. Yavrularına dokundurtmayan anne kaplan, herhangi bir sûretle yavrularına el değdirildiğinde korkunçlaşır. Küçük kaplanlar altı aylık olunca annelerinden gördükleri usullerle yavru avlamaya başlarlar. Bir yaşına gelince artık iyi bir avcı olurlar. İki yaşına kadar anneleriyle berâber bulunurlar. Dört senede erginleşirler.
Yırtıcı bir hayvan olan kaplan, geyik, antilop, dağ keçisi gibi yabâni hayvanları avlamasının yanında koyun, at, inek gibi evcil hayvanları da parçalar. Bengal kaplanlarının bir senede altmış binden fazla koyun, at, inek parçaladıkları rivâyet edilir. Hindistan’da yaşayan kaplanların başlıca besin kaynakları geyik, vahşî domuz ve tavus kuşudur. Çoğunlukla gece avcıları olmakla birlikte gündüz de avlanırlar.
Kafesteki bir kaplan günde 5-6 kg civârında et yediğine göre ormandaki hayvanın beslenmesi için daha fazla ete ihtiyacı vardır. Bir defâda 20-25 kg et yiyebilir. Günlük et ihtiyaçları 8-10 kilogramdır. Su kenarlarında su içmeye gelen hayvanlara pusu kurar, sıçrayarak üzerine atılır, ön pençeleri ile yere yıkarak gırtlak ve boynundan ısırmak sûretiyle öldürür. Bir sıçrayışta 6 metrelik engelleri aşabilir. Otçul av bulamadıkları zamanlarda timsah, kurbağa ve kertenkele de avlarlar. Bütün kaplanlar leş de yerler.
Kaplanın insanlara alışması güç olmakla beraber, evcilleştirilerek sirk gösterilerinde istifâde edilmektedir. Korkuya kapıldığı zamanlarda parçalayıcı bir karaktere sâhip olur.
(Bkz. Kurtboğan)
Alm. 1. Heisse Quelle; Heilbad, Thermalbad (n) 2. Heilquelle (f), Fr. 1. Station (f) thermale, bain (m) minéral chaud 2. Surce (f) d’eau minérale, İng. 1. Hot spring 2. Mineral spring.Yeraltından kaynayarak yeryüzüne çıkan sıcak, şifâlı sular üzerine kurulan hamamlar, ılıca. Bu şifâlı sular, içmek için kullanılırsa “içme” adı verilir. Çünkü içme suları ile kaplıca suları arasında içindeki maddeler bakımından farklılıklar vardır.
Şifâlı sularda erimiş halde demir, kükürt, kireç, mağnezyum, potasyum, sodyum ve silist gibi mâdenî tuzlar bulunur. Bu sebeple şifâlı sular bâzı hastalıklara iyi gelirler. Ayrıca bu şifâlı sularda gözle görünmeyen bir takım radyoaktif ışınlar da vardır. Bundan başka kaplıca sularında vücûdun mikroplara karşı koyma gücünü arttıran, sindirimi kolaylaştıran ve vücuda rahatlık sağlayan bâzı tesirler de görülmektedir. Fakat bunların şifâ sebepleri ilmen tam açıklığa kavuşmamıştır.
Şifâlı sular birçok mîde, barsak, karaciğer, safra kesesi, böbrek, sinir hastalıkları ile romatizma, felç ve çeşitli deri hastalıklarına iyi gelmektedir. Her kaplıca ve içme sularının içindeki mâdenî tuzlar değişik olduğundan hangi hastalıklara hangi çeşit suların iyi geldiğini bilmek lâzımdır. Kaplıca tedâvîsine başlamadan önce ilgili doktora danışmak ve onun tavsiye ettiği kaplıca veya içmelere gitmek gerekir. Rastgele gidilirse, insana faydadan çok zarar verir.
Türkiye’deki kaplıcaların şifâ sağladıkları hastalıklar bakımından çeşitli kaynaklar vardır. Bunlardan “alkali kaynaklar”, bilhassa solunum sistemi üzerine; içilirse mîde, barsak, safra taşlarına; yıkanılırsa romatizmaya iyi gelir. “Silisli kaynaklar”romatizma, damar sertliği hastalıklarına iyi gelir. “Akratoterm kaynaklar” romatizmaya, böbrek hastalıklarına, felç ve kadın hastalıklarına iyi gelmektedir. “Lityumlu kaynaklar”ın ise böbrek ve mesâne taşlarına iyi geldiği bilinmektedir. Şifâ niyetiyle, vücuttaki rahatsızlıkların iyileşmesi için, soğuk-sıcak-çamurlu sularda banyo yapmak, tabiatın güzelliklerinden istifâde etmek, dinlenmek için geziler yapmak, içmecelere gitmek, çok faydalıdır.
İslâmiyetin yayıldığı ülkelerde Müslümanlar çok geniş bir şekilde içme ve kaplıcalardan istifâde etmiştir. İslâmiyetin temizlik ve hastalıklara şifâ araması hakkındaki emirleri, Müslümanların bol bol banyo yapmalarını ve bu arada yeraltından fışkıran şifâlı suların etrâfını muhâfaza altına almalarını teşvik etmiştir. Hıristiyan dünyâsında ise tahrif edilen İncîl’in emirleri denilerek yıkanmak, temizlik ve intizam günah sayılıp hor görülmüştür. Bu yüzden Anadolu’da eskilerden kalma binâlar gibi çeşitli istifâdeye hazır eserler harâb olmuştur. Zamanla Anadolu’ya giren Müslüman Türkler bunları istifâdeye uygun şekilde ihyâ edip, yenilerini yaparak mükemmelleştirmişlerdir. Türkler fethettikleri yerlere sayısız hamamlar, kaplıcalar, içmeler, çeşmeler, havuzlar ve sâir şifâlı su tesisleri kurmuşlardır. Hattâ bunlar dünyâ çapında ender rastlanan eserler vasfını hâizdir. Bunlardan günümüze kadar sağlam kalan Budapeşte kaplıcası Avrupa’da Türklerin bıraktığı en önemli eserlerden biridir.
Selçuklular zamânında yapımına başlanan şifâlı su tesisleri, kaynakları Osmanlılar devrinde zirveye çıkmıştır. Türkiye’nin jeolojik ve morfolojik yapısı îtibâriyle şifâlı suları boldur.
Bugün şifâlı suların bulunduğu yerlerde gerekli sağlık tesisleri tam mânâsıyla yoktur. Yerleşme yerleri azdır. Yaz aylarında mahdut sayıdaki otellerde yer bulmak bir hayli güçtür. Fakat her geçen gün şifâlı suların önemi daha iyi anlaşılmakta, etrâfında ihtiyacı karşılayacak yeni tesisler yapılmaktadır.
Yurdumuzdaki kaplıcaların şehirlere göre dağılımı şöyledir:
Adana: Avluk, Haruniye (cilt ve romatizma hastalıklarına iyi gelir), Narlık, Yeşilova.
Adıyaman: Çömrük ve Kuruçay (basur, romatizma) kaplıcaları.
Afyonkarahisar: Araplıdede (Kükürtlü Hamam), Gazlı Göl (sinir, böbrek, romatizma), Gece (sinir, cilt, romatizma), Heybeli Hüdai (böbrek, siyatik, romatizma), Ömer (cilt, sinir, romatizma) kaplıcaları.
Ağrı: Çermik (cilt, romatizma), Davut Çermiği (cilt, romatizma), Yılanlı Çermik (cilt, romatizma) kaplıcaları.
Amasya: Armut (cilt, romatizma), Gözlek (cilt, romatizma), Hamam, Hamamözü (cilt , romatizma), Ilısu, Terziköy kaplıcaları.
Ankara: Ayaş içme ve kaplıcaları, Haymana kaplıcaları, Kızılcahamam kaplıcaları, Dutlu Hamamı, Kapullu Hamamı, Melekçeköy Ilıcası, Sey Hamamı, Uyuz Hamamı, İçme Hamamı, Karıkoca Suyu.
Antalya: Cevinde (cilt, siyatik ve romatizma) Kaplıcası.
Balıkesir: Acısu (mîde, barsak), Altınsuyu (mîde, böbrek), Ekşisu (mîde), Emendere (cilt), Gönen (romatizma, cilt, göğüs) Hisaralan (mîde, cilt, romatizma), Ilıca(siyatik), Ilıcaoba (cilt), Kum Ilıcası(cilt), Kepekler (cilt romatizma) kaplıcaları.
Bingöl: Çerme (romatizma), Haçyan Çermiği (cilt), Harar (cilt), Ingan Çermiği (cilt), Kös (cilt, romatizma) kaplıcaları.
Bitlis: Alemdar Çermiği (cilt), Köprüaltı Çermiği (cilt), Çim Çermiği (kulak), Acısu Çermiği (cilt), Köçür Çermiği (cilt, romatizma), Sabkür Çermiği (cilt).
Bolu: Babas (cilt, romatizma), Büyük (romatizma), Çatlak (siyatik, romatizma), Küçük (siyatik, romatizma), Pavlı (cilt) kaplıcaları.
Burdur: Çerçin, İn (diyabet, egzama, gastrit) kaplıcaları.
Bursa: Çekirge (romatizma, cilt, siyatik, sinir), Armutlu (cilt, böbrek, romatizma, astım), Gemlik, Oylat (romatizma, cilt) kaplıcaları.
Çanakkale: Kestanbol (cilt, nefrit, romatizma), Külcüler (cilt, romatizma), Kırkgeçit (cilt), Terzialanı (felç) kaplıcaları.
Çankırı: Acısu (barsak), Akkaya(cilt, romatizma), Bayındır (barsak), Çavundur (cilt), Karacaviran (cilt), Kazancı (mîde) kaplıcaları.
Denizli: Pamukkale (kalb, damar, sinir), Karahayıt (safra, romatizma), Yenice (mîde, barsak, safra, karaciğer) kaplıcaları.
Diyarbakır: Çermik (cilt, romatizma) kaplıcası.
Erzurum: Çermik (romatizma cilt), Çermik-Oltu (romatizma), Ilıca (cilt) kaplıcaları.
Eskişehir: Eskişehir Kaplıcası, Sakarya Ilıcası, Uyuz Hamamı, Karacahisar Hamamı.
Hatay: Eskişehir kaplıcası, Sakarya Ilıcası, Uyuz hamamı, Karacahisar hamamı.
İstanbul: Büyük İçmece (karaciğer, mîde barsak), Yalova (nevralji, mîde, romatizma) kaplıcaları.
İzmir: Agememnun (romatizma, mîde, böbrek), Bademli (mîde, barsak, karaciğer), Bozköy (mîde, barsak, karaciğer), Cumalı(mîde, barsak), Çeşme (cild, romatizma), Deliömer (böbrek), Dereköy (cilt), Dikili (romatizma), Doğanbey (mîde, barsak, karaciğer, safra), Şifne (mîde, barsak, karaciğer, safra) kaplıcaları.
Kırşehir: Bulamaçlı (romatizma, nevralji, kadın hastalıkları), Karakurt (romatizma), Terme (böbrek, romatizma) kaplıcaları.
Kütahya: Dereli (karaciğer, safra, böbrek), Gediz (karaciğer, romatizma) Göbel (böbrek), Hamamköy (mîde, barsak, karaciğer, böbrek, safra) Ilıca(karaciğer, safra, romatizma), Murat Dağı (karaciğer, safra, böbrek), Naşa (damarsertliği, tansiyon), Yoncalı (böbrek, barsak, safra, siyatik, romatizma) kaplıcaları.
Malatya: Balaban ve İspendere içmeleri.
Manisa: Emirler (safra, romatizma, karaciğer, kadın hastalıkları), Ilıcak (böbrek), Kurşunlu (cilt, siyatik, romatizma, safra, solunum, karaciğer), Menteşe (kadın hastalıkları), Sart (romatizma, cilt) kaplıcaları.
Mardin: Asın Gürün (barsak), Belceğiz (barsak), Bozüyük (cilt, karaciğer, kalb, safra), Gebeler (cilt, siyatik, romatizma, karaciğer, mîde, barsak), Gölenye (mîde, barsak), Kalemiye (mîde, barsak, böbrek), Karaada (romatizma), Kel Girne(cilt), Sepetçiler (barsak) kaplıcaları.
Samsun: Havza (her çeşit romatizma, nevralji, nefrit, polinefrit, kırık çıkık sekelleri, kadın hastalıkları) Ladik Mahamyağı Hilyaz (sinir sistemi, nefrit ve çocuk felçleri) kaplıcaları.
Siirt: Bestemeremi (romatizma), Billüris (cilt, lümbago, siyatik, romatizma), Hısta (romatizma) kaplıcaları.
Sinop: Sinop ilinin yakınında Aloğlu İçmesi (hipostenik mîdelerde, nitrüsyon bozukluklarında karaciğer ve safra yolları hastalıklarında), Gebze, Acısı İçmesi (hipersenik ve hipostenik mîde hastalıkları için).
Sivas: Balıklı Çermik (cilt, romatizma), Çermik (romatizma, sinir), Divriği (safra kesesi, karaciğer), Erikli (barsak, karaciğer, safra) Ilıca (barsak, böbrek), Sıcak Çermik (cilt, romatizma), Soğuk Çermik (romatizma, sinir), Tepe Sıcak (romatizma, sinir hastalıkları) kaplıcaları.
Yozgat: Sorgun (romatizma), Terzili (kemik hastalıkları) Sarıkaya ve Yerköy (romatizma) kaplıcaları.
TÜRKİYE’DEKİ BAZI KAPLICALAR
TABLOSU VARRR!!!
Alm. Schildkröte, Fr. Tortue (m.pl.), İng. Turtle, tortoise.Familyası: Chelydridae, Testudinae, Emydidae vs. Yaşadığı yerler: Aslen sıcak memleket hayvanlarıdır. Kara, deniz ve tatlı sularda yaşayan türleri vardır. Özellikleri: Vücutları kabuk biçiminde kubbemsi bir bağa ile örtülüdür. Tehlike ânında baş, bacak ve kuyruklarını içeri çekebilirler. Çeneleri dişsizdir. Yumurtlayarak ürerler. Ömrü: 40-200 yıl kadardır. Çeşitleri: Kara, deniz ve tatlı sularda yaşayan 250 kadar türü bilinmektedir.
Sürüngenler sınıfının, kaplumbağalar (Testudinata) takımından, vücutları, “bağa” denilen kemiksi bir kabukla örtülü, kısa bacaklı, dişsiz gaga ağızlı türlerine verilen genel ad. Tosbağa da denir. Karada, denizde ve tatlı sularda yaşayan 250 kadar türü vardır. Kemik parçalarının kaynaşmasından meydana gelen zırhlarının iki ucunda birer delik vardır. Ön delikten kaplumbağanın başı ile ön iki ayağı, arkadakinden kuyruğu ve iki arka bacağı çıkar. Tehlike ânında bu kısımlarını kabuğunun içine çekebilirler. Alt ve üst yüzeyleri boynuzsu deri levhalarla kaplıdır. Her sene ilâve edilen halkalarına bakılarak hayvanın yaşı tahmin edilebilir. Yaş ilerledikçe veya hastalık ve fizikî şartlara bağlı olarak katları belirleyen çizgiler bozulabilir. 123 sene yaşamış deniz kaplumbağası tesbit edilmiştir.
Bacakları kitinsel pullarla örtülü ve dört parmaklıdır. Parmakları pençelidir. Karada yavaş yürürler. Suda yaşayanlarda ayaklar palet şeklinde olup, parmakları deri ile birbirine yapışıktır. Kuş gagasına benzer, nasırlaşmış, dişsiz çeneleri vardır. Boynuzsu gaga, bıçak gibi keskindir. Dilleri alt çene kâidesine bağlıdır.
Çukurda olan gözleri kapaklıdır. Koku alma duyuları hassastır. Türüne göre otçul veya etçil olanları vardır. Hepsi yumurta ile çoğalır. Akciğer solunumu yapar ve kış uykusuna yatarlar. Günlerce açlık ve susuzluğa dayanabilirler. Akciğer, omurga ve kaburgaları içte, sırt kabuğuna kaynaşmıştır. Amerika ve Avrupa’nın bir çok kısımlarında yumurtası, eti ve kabuğu için avlanırlar. Yarım ton ağırlığa ulaşanları vardır.
Hepsi toprakta açtıkları çukurlara yumurtlar ve üzerlerini tekrar toprakla örterler. Deniz ve tatlı suda yaşayanlar suda çiftleştikten sonra yumurtlamak için kumsallara çıkarlar. Yumurtalar toprağın ısısına bağlı olarak olgunlaşır. 2-3 ay içinde ergine benzer yavrular çıkar.
Kabukları yumuşak olduğundan etçil hayvanlar tarafından bol avlanırlar. Çok azı kurtulmalarına rağmen ömürleri uzun olduğundan nesillerini koruyabilmektedirler. Toprağa gömülerek kış uykusuna yatarlar. Karada yaşayanlar bitkisel besinlerle beslenirler. Ot ile birlikte sümüklü böcek, böcek ve solucan da yerler. Tatlı sularda yaşayanlar etçil olup, balık, kurbağa, tetari (iribaş) gibi çeşitli su hayvanları ile beslenirler. Denizde yaşayanlar ise, bitkisel eğilimli bir kaç türün dışında etcil olup, hem et hem de bitkisel besin yerler. Fırat ve Dicle nehirlerimizde yaşayan, Fırat yumuşak kaplumbağasının sırt zırhı yoktur. Sırtı köseleye benzer bir deri ile kaplıdır. Saldırgan ve ısırıcıdır. Sâdece yumurtlamak için karaya çıkar. Ufak yengeç, böcek, böcek kurdu ve balıklarla beslenirler.
Eşleşme döneminde erkekler arasında kavgalar olur. Erkek dişinin arkasında koşarak tos vurur. Yazın tarlalarda zırhlarının tokuşma sesleri uzaklardan duyulur. Yurdumuzda yaşayan kara kaplumbağaları, 20-30 cm boyunda ve 2-4 kg kadardır. 40 yıl kadar yaşarlar. “Yeşil deniz kaplumbağası”120 cm boyunda ve 450 kg ağırlığındadır. Ilık denizlerde toplu hâlde yaşar, bâzan Akdeniz’e de geçer. Yosun ve başka bitkilerle beslenir. Ayakları palet şeklindedir. Yaz geceleri yumurtlamak için ıssız kumsallara çıkar. Eti ve yumurtası için bol avlanır. Avrupalılar etinden çorba yaptığından “çorba kaplumbağası” da denir.
“Karet kaplumbağası” da aynı bölgelerde yaşar. Fakat bunlar bitki yemezler. Deniz hayvanlarıyla beslenir. Eti ve kabuğu için avlanırsa da eti ishal yapar. Ancak yerliler tarafından yenir. Avrupalılar bu kaplumbağanın etini sevmezler.
KAPTAN COUSTEAU (Jacques Yves)
Fransız sualtı araştırıcısı, kâşifi ve yazarı. Su altı dünyâsını anlatan filmleri ve kendi buluşu olan iki kişilik derin dalma hücresi ile bilinir. St. Andre-de-Cubzac’da 1910 senesinde dünyâya geldi. 1930 senesinde Brest Akademisini bitirerek bahriye subayı oldu. 1957 senesinde yarbay rütbesindeyken bahriyeden emekliye ayrıldı.
İkinci Dünyâ Savaşından önce balık adamlığa meraklı olduğundan daha derinlere dalabilmek için hava ve basınç şartlarına uygun dalma cihazları üzerinde çalışmaya başladı. 1943 senesinde arkadaşı Emile Gagnan ile modern dalgıç tüp sistemini geliştirdi.
Cousteau, Philippe Taillez ile Toulon’da Sualtı Araştırma Grubunu kurduktan sonra çalışmaları aktif bir sıfat kazanmaya başladı. 1948 senesinde İsveçli fizikçi Auguste Piccard’ın yaptığı batiskaf (bathyscaphe) dalma hücresi ile birlikte araştırmalar yaptı. Daha sonra Fransız Deniz Kuvvetlerini batiskaf yapımı için iknâ etmeye muvaffak olarak daha ileri teknolojiye sâhip olanları îmâl ettirdi. Denizlerdeki araştırmalara devâm etti. 1951-1952 senelerinde Kızıldeniz Calypso araştırmasının netîceleri büyük yankılara sebeb oldu. Bu araştırmalarının netîcesinde denizlerin birbirinden kesin hatlarla ayrıldığını tecrübe netîceleri ile ortaya koydu.
Cousteau, sualtı fotoğrafçılığında bir mütehassıs olarak 1943 senesinde 18 Metreye Dalış (18 Meter Down), 1945 senesinde Deniz Dibinde Tehlike (Danger Under the Sea) ve 1956 senesinde Sessiz Dünyâ (The Slient World) filmlerini hazırladı. Basınca dayanma metodlarını geliştirerek dalgıçların daha fazla su altında kalmaları konusunda değerli tecrübeler yaptı.
Dünyâ televizyonlarında uzun müddet yayınlanan “Yaşayan Deniz” programı ile okyanusların sırlarını gözler önüne getirdi. Cebelitârık Boğazındaki araştırmalarında iki farklı denizin su kütlelerinin birbirine karışmadığını tesbit etti. Aralarında yoğunluk farkı olduğundan Atlas Okyanusuna âit su kütlesi üstte, Akdeniz’e âit su kütlesi de altta olmak üzere iki su kütlesi birbirlerinin tarafına devamlı olarak aktıkları halde birbirlerine karışmamaktaydı. Yâni, Atlas Okyanusunun suyu Cebelitârık Boğazından Akdeniz’e, Akdeniz’in suyu da Atlas Okyanusuna akmakta, fakat iki su kütlesi arasında su alışverişi olmamaktaydı. Bütün bu çalışma ve tetkiklerin sonunda keşfettiği bütün bilgilerin 1400 yıl önce Kur’ân-ı kerîmde bildirildiğini görerek Müslüman oldu.
Kaptan Kusto İslâm dînini seçmesine sebeb olan olayı şöyle anlatır: “1962 senesinde Alman ilim adamları, Aden Körfezi ile Kızıldeniz’in birleştiği Mendeb Boğazında, Kızıldeniz’in suyu ile Hint Okyanusunun suyunun birbirine karışmadığını belirlemişlerdi. Biz de, Cebelitârık Boğazından karşılıklı akıntı olduğu bilinen Atlas Okyanusu ile Akdeniz’in sularının birbirine karışıp, karışmadığını araştırmaya başladık. Önce, Akdeniz’in kendine has sıcaklığı, tuzluluğu ve kesafeti ile barındırdığı canlıları tesbit ettik. Aynı araştırmayı Atlas Okyanusunda tekrarladık. İki su kütlesi binlerce yıldır Cebelitârık Boğazında birleşiyordu. Bu durumda, iki su kütlesinin karışması ile tuzluluk, yoğunluk gibi unsurların birbirine müsâvî (denk), hiç olmazsa birbirine yakın olması îcab ediyordu. Halbuki, her iki denizin en yakın kısımlarında bile deniz suyu kendi hassasını koruyordu.
Yâni, iki denizin birleşme sathında bir su perdesi iki deniz suyunun birbirine karışmasını engelliyordu. Bu durumu açtığım Profesör Maurice Bucaille, bunda şaşılacak bir şey olmadığını, İslâmın kutsal kitabı Kur’ân-ı kerîmin bunu açık bir şekilde yazdığını söyledi. Hakîkaten bu durum Kur’ân-ı kerîmde dosdoğru açıklanıyordu. Bunu öğrenince Kur’ân-ı kerîmin Allah kelâmı olduğunu anladım. Hakikaten yüce bir din olan İslâmı seçtim. İslâm dîni, mânevî gücü ile bana kaybettiğim oğlumun acısına dayanma sabrını verdi.”
“Yaşayan Deniz” programı hâlen TGRT Televizyonunda yayınlanmaktadır. (1993)
Alm. Grossadmiral (m), Fr. grand amiral (m), İng. Admiral. Osmanlı bahriyesinde en büyük âmir ve donanma baş komutanına verilen ad. Kaptanpaşa. Kaptanlık, eskiden Gelibolu Sancakbeyi olana verilen bir rütbeydi. Fakat Barbaros Hayreddin Paşadan îtibâren kaptanpaşalık, beylerbeyi rütbesindeki şahıslara verilmiştir. On altıncı yüzyılın son yarısıyla 17. yüzyıldan sonra da vezirlere verilmeye başlandı ve bu şekilde devâm etti. Eğer kaptanpaşa vezir değilse, sıfatı “Cezayir Beylerbeyi” olurdu. Umumiyetle kaptanpaşaların denizcilikten gelmeleri şart değildi. Eyâlet vâlileri veya kubbe vezirlerinden biri de kaptanpaşa olabilirdi.
Kaptan-ı derya tâbiri, 1867 târihine kadar kullanılmış, bu târihten sonra bahriyenin bütün işleri “Bahriye Nezâreti” adlı bir teşkilâta verilmiştir. Kaptan-ı deryâlık 1876 Haziran ayında Kayserili Ahmed Paşanın ikinci Bahriye Nâzırlığında yeniden ihdas edilmişse de, aynı yıl Bahriye Nezâretine dönüşmüştür.
Osmanlı Devletinde kaptanpaşanın idâresine verilen eyâlet.
Barbaros Hayreddîn Paşanın Osmanlı Devleti hizmetine girmesinden sonra, kaptanpaşa idâresindeki Gelibolu sancağına yeni sancakların ilâvesiyle Cezâyir-i Bahr-i Şefîd (Kaptanpaşa) eyâleti kuruldu. Merkezi Gelibolu (Paşasancağı) olan bu eyâlete, Gelibolu, Kocaeli, Suğla, Biga, Eğriboz, İnebahtı, Mizistre, Karlıeli ve Midilli sancakları bağlandı. Cezâyir-i Garb de, Barbaros Hayreddîn Paşadan îtibâren kaptanpaşaya bağlandı. Sonraları; Mehdiye, Nakşe, Sakız, Girne, Lefkoşe, Andre sancakları da kaptanpaşa eyâletine dâhil edildi. Bu sancakların beylerine “deryâ beyi” denirdi. Zamanla eyâletin toprakları azaldı. On dokuzuncu yüzyılda Kala-i Sultânî (Çanakkale) merkez olmak üzere yeniden düzenlendi ise de, 1867’de lağv edildi.
Alm. Schnee (m), Fr. Neige (f), İng. Snow, snowfall. Bulutları meydana getiren su buharı 0°C’nin altındaki sıcaklıklarda donar. Bu donma sonucu su buharı iğne şeklinde buz kristalleri hâlini alırlar. Bunların birbirlerine birleşmeleri netîcesinde de düzgün altıgen şeklinde kar kristalleri meydana gelir. Kar kristallerinin bozulmadan yere ulaşmaları için geçtikleri hava tabakalarının sıcaklıklarının 0°C’nin altında olması gerekir. Aksi takdirde yeryüzüne yağmur olarak yağar.
Çok sayıda kar kristal çeşidi olmasına rağmen hepsi altı köşelidir. Kar tânelerinin kristal yapıları birbirinin tıpa tıp aynısı değildir. Mikroskopla büyütülen kar tâneleri üzerinde yapılan araştırmalarda kristal yapıları birbirinin aynı olan iki kar tânesine rastlanmamıştır. Kar kristalleri üzerinde ilk araştırmaları yapan Amerikalı Wilson Bentley, gördüğü muhteşem sanat karşısında âdetâ büyülenmiş ve elli yıl boyunca sürekli kar kristali resmi çekmiştir. Elde ettiği 6000 resim içinde kristal yapıları birbirinin aynı olan iki kar tânesine rastlayamamıştır. Daha sonraları diğer ilim adamlarının sürdürdüğü çalışmalar netîcesinde şimdiye kadar kar tânecikleri arasında aynı büyüklükte, aynı şekilde ve aynı sayıda su molekülü ihtivâ eden iki kristal bile bulunamamıştır. İlim adamlarını şaşırtan bu hâl, herşeyi yaratan Allahü teâlânın sonsuz kudretinin delillerinden biridir.
Çapları 2-4 mm, ağırlıkları ise yaklaşık 0,005 gram olan kar tânecikleri havanın gösterdiği direnç sebebiyle süzülerek (limit hızla) yere inerler. Bu inme sırasında tânecikler birbirlerini ittiklerinden yapışmazlar. Özelliklerini koruyarak yere inerler. Bunlar güneş ışığını tamâmen yansıttıkları için beyaz olarak görülürler. Kar yağışı genellikle hava sıcaklığı -4°C ilâ -20°C arasındayken olur. Bu yağış, sıcaklık sıfırın altında birkaç derece olduğunda ağır, nemli, ebatları bir santimetreye ulaşan parçalar hâlinde gerçekleşir. “Lapa lapa kar yağması” tâbiri bu durum için kullanılır. Atmosfer ile toprağın sıcaklıkları eşit olursa yüzeye ulaşan kar hemen erimez. Toprak sıcaklığı atmosfer sıcaklığının üzerinde ise, yere düşen kar kısa sürede erir.
Dünyâ üzerinde bir bölgede, kar yağışı olma ihtimâli, o bölgenin ekvatordan uzaklık ve deniz seviyesinden yüksekliği ile doğru orantılıdır. Buna rağmen ılıman bölgelerin kara iklimi görülen kısımlarında, ekvatordan uzaklık ve denizden yükseklik şartları yeterli durumda olmasa bile, kar yağışı görülür. Yapılan araştırmalarda bütün yağışların altı veya sekizde birinin kar olarak gerçekleştiği anlaşılmıştır. Karın, tarım toprağını koruması ve nemli tutmasında önemi büyüktür. Kar, yeryüzü ve yeraltı su rezervlerinin ana kaynağıdır.
Kar, -8°C’de, bitkilerin üzerinde ince bir hava tabakası bırakarak, bu bölgeyi 0°C olacak şekilde örter. Kış boyunca toprak ve bitkileri donmaktan koruyan kar, ilkbaharda sıcaklığın artmasıyla eriyerek nehirlere ulaşır. Ayrıca kışın yağan ve dörtte üçü üst kısımlarda kalan kar, yaz kuraklığına karşı da toprağı ve bitkileri korumuş olur. Karda bulunan amonyak, kar erimesiyle birlikte toprakta kalır. Bu amonyak, azot bakterileri tarafından kalsiyum nitrat gibi azot tuzlarına çevrilerek bitkilerin azot ihtiyâcını karşılar.
Alm. Gewinn, Profit, Nutzen (m), Fr. Gain, profit, bènéfice (m), İng. Profit, gain. Bir malın satış fiyâtı ile mâliyeti arasındaki müsbet fark. Bir işletmede, belirli bir dönemde, dönem sonu öz sermâyesinin dönem başı öz sermâyeden fazla olan miktarı.
Kârın işletme ve muhâsebe açısından yukarıdaki târiflerine ek olarak, net ve gayri sâfî şekilde de hesaplanabilir. Gayri sâfî veya brüt kâr bir iktisadî faaliyetin neticesinde bir mal ve hizmet satışından elde edilen fazlalıktır. Söz konusu faaliyetle dolaylı şekilde alâkalı giderlerin düşülmesiyle net hâle gelir.
İktisatta, bir üretim faktörü olarak, iktisadî faaliyete ve üretime katılan müteşebbisin meydana gelen gelirden aldığı paya kâr denilmektedir. Bu pay, müteşebbislerin üretimi organize etmekten, riski yüklenmesinin bir sonucudur.
Alm. Schnee-Schleudermaschine (f), Fr. Chasse-neige (m), İng. Revolving snowplow. Yollardaki karı temizlemeye yarayan makina.
İnsanlar yaratıldığı zamandan beri çeşitli iklim şartlarıyla mücâdele etmişlerdir. Soğuk kış günlerinde yağan karı temizlemek için kullanılan en eski âlet şüphesiz kürektir. On dokuzuncu yüzyılda makinalaşmaya başlanması buharla, benzinle, mazotla, çalışan makinaların her alanda kullanılması büyük yığın hâlindeki karın temizlenmesinde de bunların düşünülmesine sebep oldu. Karayollarının, demir yollarının, havaalanlarının hemen trafiğe açılması için büyük makinalara ihtiyaç duyuldu. Senelerin geçmesi ile gittikçe modernleşen kar makinalarının çeşitli tipleri değişik maksatlar için kullanılmaya başlandı.
Kar süpürme makinalarının, türbünlü frezeli, türbo frezeli tiplerinin yanı sıra başka tipleri de vardır. Türbinin çarkları kar yığınlarını alıp, merkezkaç kuvvetle yakın kenarına süratli olarak fırlatır. Yığın hâlindeki kar üst veya yandaki boru vâsıtasıyla kenara doğru atılır. Böylece belli genişlikteki kar yığınlı yer temizlenmiş olur. Sertleşmiş karı koparmak için termikli, sarmal burgulu tipleri kullanılır. Karın çok yağdığı bilhassa Doğu Anadolu’da yolları, meydanları açmak için çeşitli kar makinaları kullanılır.
Dünyâ şampiyonu Türk pehlivanlarından. 1871’de Osmanlı Devletine bağlı Bulgaristan’ın Umur köyünde doğdu. Babası Rumeli pehlivanlarından Uzun Ali Ağa’dır.
Küçük yaşlarda başladığı yağlı güreşe, 1892’de geldiği İstanbul’da da devam etti. Yağlı güreşin çeşitli oyun ve usta tekniklerini, İstanbul’da Hergeleci İbrahim Pehlivandan öğrendi. Birçok defa Almanya’ya gidip müsâbakalara katıldı. 1899’da dünyâ şampiyonu oldu. Kara Ahmed’in bu muvâffakiyetini takdir eden zamanın Osmanlı Sultanı İkinci Abdülhamîd Han, Kara Ahmed’e “İftihar Madalyası” vererek mükâfatlandırdı. 1900 yılında Rus güreşçisi Petlasinki’yi elli üç saniyede mağlub edince, Avrupa’da karşısına çıkacak başka rakip bulunamadı. Paris’teki müsâbakalarda kendisini tanıyıp sporcu ahlâkına, efendiliğine hayran olan Fransız kızlarından birinin İstanbul’a gelerek, İslâmiyeti kabul etmesine sebeb oldu. Aişe Zarife adını alan bu Fransız kızıyla Kara Ahmed bilâhare evlendi.
Birçok defa Avrupa’ya dâvet edilen Kara Ahmed, yaptığı müsâbakalarda teknik güreşin en ince ustalıklarını göstererek sporseverlerin takdirini kazandı. Sporcu ahlâkının mümtaz temsilciliği ve müsâbakalardaki güreşiyle devrinde hayranlık uyandıran Kara Ahmed, spor yazarlarına hâlâ konu olmakta devam etmektedir.
1902 de Fransa dönüşü, İstanbul’da vefât eden Kara Ahmed’in kabri Eyûb Mezarlığındadır.
İkinci Osmanlı amirâli. Osman Gâzinin silâh arkadaşlarından Aykut Alp’in oğludur. Gözü pek, yiğit ve kahraman kimselere Türkler arasında kara lakabı verildiğinden, asıl adı Ali olan bu gâziye de gösterdiği kahramanlıklar dolayısıyla Kara Ali denmiştir. Doğum yeri ve târihi bilinmemektedir.
Kara Ali, Osman Gâzi tarafından 1308 senesinde Bursa civârında Kite Tekfûruna bağlı Galios Adasının fethine memur edildi. Adayı fethedince, buradaki büyük kilisenin şöhret sâhibi râhibini âilecek Osman Gâzinin huzûruna getirdi. Daha sonra râhibin kızı Kara Ali ile evlendirildi.
1313 yılında Geyve’ye bağlı müstahkem Tekfur Pınarı Kalesini zapteden Kara Ali, ele geçirdiği ganîmetleri Osman Gâziye gönderdi. Bu hizmetine karşılık Tekfur Pınarı ve buraya bağlı olan yerler, kendisine timar olarak verildi. Geyve ve diğer yerler de öteki mücâhid gâzilere dağıtıldı. Kara Ali daha sonra Geyve’ye bağlı Bizans kalelerinden Yeni Kale, Önde ve Yamukça hisar kalelerini Osmanlı topraklarına kattı.
Osman Gâzi zamânında başarılı askerî hizmetleri görülen Kara Ali, bu hizmetlerini Orhan Gâzi zamânında da sürdürdü. Orhan Gâzi, ilk Osmanlı amirâli Kara Mürsel Bey’in vefâtından sonra, onun yerine Kara Ali Beyi getirdi. O sırada deryâ kaptanının tam karşılığı olarak emîr-ül-bahr ünvânı kullanıldığı için, Kara Ali Bey, kısaca Emîr Ali diye anılmış ve târihe böyle geçmiştir.
Emîr Ali, yeni kurulan Osmanlı denizciliğini hareketlendirmek sûretiyle, Marmara’da bir deniz hâkimiyeti kurdu. Bu sûretle Mudanya ve Gemlik kıyılarına asker çıkararak Bursa’ya yardım eden Bizans donanmasını böyle bir dayanaktan mahrûm bıraktı. Bursa ve İznik’in fethedilmesini kolaylaştırdı. Bu arada Marmara’daki dayanak noktalarını da ihmâl etmeyen Emîr Ali, önceleri ismini alan, fakat sonraları halk dilinde İmralı şekline çevrilen Kalo Limno Adası ile Marmara Adasını da fethetti. 1330’da Osmanlılarla Bizanslılar arasında vukû bulan Pelekanon Muhârebesine katıldı ve zaferin kazanılmasında büyük yararlık gösterdi. Gemlik, Armutlu, İzmit, Yalova, Hereke gibi sâhil şehirlerini fethederek (1338), Osmalıların Marmara kıyılarına inmelerini sağladı. Böylece yeni kurulan Osmanlı filosu ile kara harekâtına büyük destek oldu.
Daha sonra Rumeli Fâtihi Süleymân Paşanın, Rumeli’ye geçişinde büyük hizmetleri oldu. 1356 Mart ayında çetin ve kanlı bir muhârebeye sahne olan Gelibolu’nun fethinde şehid düştü. Vasiyeti üzerine, Gelibolu’nun sonradan Hamzâ Bey Limanı ismini alan Marmara cihetindeki kıyısına defnedildi. Oğlu Timurtaş Paşa onun yattığı yere sonradan bir türbe yaptırdı. Gelibolu ve çevre halkı onu “Ali Baba” diye rahmetle anmakta ve türbesini ziyâret etmektedir.
(Bkz. Şarbon)