KANADA
DEVLETİN ADI |
Kanada |
BAŞŞEHRİ |
Ottawa |
NÜFÛSU |
27.737.000 |
YÜZÖLÇÜMÜ |
9.976.139 km2 |
RESMÎ DİLİ |
İngilizce, Fransızca |
DÎNİ |
Hıristiyanlık |
PARA BİRİMİ |
Kanada doları |
Kuzey Amerika kıtasının hemen hemen yarısını kaplayan, yüzölçümü bakımından Rusya Federasyonundan sonra dünyânın ikinci büyük ülkesi. Doğusunda Atlas Okyanusu, batısında Pasifik Okyanusu, kuzeyinde Alaska ve Kuzey Buz Denizi, güneyinde ise ABD vardır. Atlas Okyunusundan Pasifik Okyanusuna uzunluğu 5000 km, Amerika-Kanada sınırından kuzeye kadar olan uzunluğu ise 4480 kilometredir.
Târihi
Kanada’ya ilk yerleşenler, Bering Boğazını geçerek, Kuzey Amerika’ya gelen Kızılderililer (güney kesimde) ve Eskimolar (kuzey kesiminde) olarak kabul edilir. On altıncı yüzyılda Jacques Cartier, Kanada topraklarını keşfetti. Cartier 1534-1536 yılları arasında Saint-Laurent Körfezine girerek, bugünkü Montreal’a ve Québec’e kadar ilerleyip Kanada ülkesini bulmuş oldu ve bu toprakları Fransa’ya dâhil etti. O zamanlar ülkede mâden bulunmadığından kolonileştirme hareketi yarım kaldı ve Kanada tarafı yalnız Morino avcıları ile kürk tüccarlarının uğrak yeri oldu. Fakat Fransız yöneticilerin asıl maksadı, avcılığı, orman ve maden işletmesini geliştirmek, Fransa’nın ihtiyaç duyduğu hammaddeleri tedârik etmek ve misyonerler vâsıtasıyla Hıristiyanlığı yaymaktı.
1629’da İngilizlerin eline geçen Kanada’yı 1632’de Fransa geri aldı. Ülkede yerleşmeyi desteklemek için her yıl göçmen ve paralı gönüllüler gönderdi.
On sekizinci yüzyılda İngiltere’yle yapılan bir antlaşmayla Kanada İngiltere’ye bırakıldı. İngiliz göçmenlerin Kanada’ya büyük hızla yerleşmesi ile 1763-1837 yılları arasında İngiliz rejimi ülkede etkili oldu.
1783 yılında ABD’nin bağımsızlığını tasdik eden Versailles Antlaşmasından sonra Kanada, İngiltere taraftarı göçmenlerin akınına uğradı. 1791’de İngiltere, Saint Laurent topraklarını ikiye bölerek güneydoğu tarafları Fransız, kuzeybatı tarafları da İngiliz eyâleti şekline soktu. Her iki eyâlette de parlamento rejimi kuruldu ise de, genelde İngilizler ticarette yönetimi ellerinde tutuyorlardı.
1837’de Yukarı Kanada ve Aşağı Kanada’da meydana gelen isyan ile, Avrupalılar ülkenin yönetiminde kendilerine daha çok söz hakkı veren bir hükümetin kurulmasına imkân verdi. 1867’de Kuzey Amerika Britanya antlaşması, Ontario, Québer, Nauvelle-Ecorse ve Nouveau-Brunswich’i birleştirerek Kanada dominyonunun doğmasına sebeb oldu.
1914-1918 yılları arasında vukû bulan Birinci Dünyâ Savaşına İngiltere’nin katılması Kanada’yı da savaşa sürükledi. Bir İngiliz kolonisi olan Kanada, İtilaf devletlerine teçhizât ve malzeme yardımında bulundu.
1926 yılında, Londra’da imparatorluk konferansında İngiltere ve dominyonlarına statü eşitliği verildi. 1931 West Minster Tüzüğü ile Kanda bağımsız bir devlet oldu. 1939’da İkinci Dünyâ Savaşı patlak verince Kanada, Almanya’ya karşı savaş îlân etti ve bu savaştan güçlenmiş olarak çıktı. 1989 başında yapılan bir antlaşmayla ABD ile Kanada arasında gümrükler kalktı.
Fizikî Yapı
Kanada’nın yarısına yakın bir kısmı, Laurentian yaylası da denilen Kanada Kalkanı adlı bölgeden meydana gelmektedir. Kıtanın bu bölgesi, 4.568.889 kilometrekarelik bir alanı kaplayan çok eski ve sert kayalardan meydana gelmiş bir görünümdedir. Bu bölge Hudson Körfezinin etrafında bir kalkan biçiminde yayılarak Labrador kıyılarından başlayıp, St.Lawrence Irmağı ile Huron ve Superior Gölleri boyunca uzanır. ABD topraklarına girdikten sonra kuzeybatıdaki göllerin arasından geçerek Mackenzie Irmağı ağzının yakınlarında Kuzey Buz Denizinde son bulur. Kenarları, orta kısmını meydana getiren Hudson Körfezinden daha yüksek olduğu için bu bölge, bir tabağa benzetilir. Güneydoğuda Kalkan bölgesi ovalık görünümünden sıyrılarak St.Lawrence Irmağı ve Körfezi boyunca birdenbire yükselir.
St.Lawrence bölgesi: Kalkanın güneydoğusunda kalan bu bölge, yarımada biçimindeki Güney Ontario’yu ve Québec kentinin güneybatısında hafifçe dalgalanan alanı içine alır. Huron Gölünde Bruce yarımadasından güneydoğu uzantısına kadar bölge sert bir kireç taşı tabakası ile kaplıdır. Bu tabakanın Niyagara Irmağı tarafından yarılmasıyla ünlü Niyagara Çağlayanı meydana gelir. Kalkan ile Kanda Appalaşları arasında yer alan St.Lawrence Ovaları, târih öncesi dönemlerde denizle kaplanmışlardır. Bugün ise bir birikinti ovası görünümündedirler. Ancak bu duruma, Montreal’in doğusunda sıra halinde yükselen ve sayıları sekizi bulan Montreregian Tepelerine rastlanmaz. Ovalar Ontario yarımadasından Kalkanın güneydoğusundaki bir uzantısıyla ayrılırlar. Bu uzantı, Ontario Gölü ağzına yakın bir yerde, St.Lawrence Irmağı tarafından kesilir.
Appalaş bölgesi: Appalaş dağ sisteminin bir parçası olan bu bölge, Québec’in doğu sınırını, New Foundland adasını ve New Brunswick, Nova Scotia ve Prince Edward adası eyaletlerini içine alır. Kuzeyde Kanada Kalkanı ile Nova Scotia’daki sert kayalık arazi arasında yer alan Maritime eyaletleri bir havza meydana getirir.
İç ovalar: Kanada Kalkanının batısında bulunan üçgen biçimindeki bölüm, ABD’deki büyük ovaların bir uzantısıdır. Bu iç ovalar, değişik jeolojik merhalelerden geçmişlerdir. Ova içlerine doğru ilk yükselti, 490 m’lik Manitoba yüksekliğidir (Duch, Riding ve Porcupine Dağları) ikinci yükselti ise Saskat Chewan’da 910 m yükseklikteki Missouri Coteau’dur. Eski buz göllerinin birikimi, ovaların özelliğini kaybetmelerine yol açmıştır. Saskatchewon ve Albetro’daki ovalar, akarsular tarafından derin bir biçimde oyulmuşlardır. Güney kesimlerinde ise ünlü Prairie bölgesi vardır.
Akarsular ve göller: Kanada’da doğan bütün akarsular, sularını denize dökerler. Bu nehirlerin çoğu hem ulaşım yolu, hem enerji kaynağı olarak kullanılırlar. Ülkenin en önemli nehirleri, kayalık dağların doğusundan doğan, Kuzey Buz Denizine, Atlas Okyanusuna ve Hudson Körfezine dökülen nehirlerdir. Bu nehirlerden Mackenzienin uzunluğu 3700 km olup, Kuzey Buz Denizine dökülür. Bu nehir yılın sekiz ayında donduğu için ulaşımda yararlanılamaz. Saint Laurent Nehri daha kısa olmasına rağmen, ülkenin çok önemli ulaşım yoludur. Ontario Gölünden doğar, bir dizi gölün meydana gelmesine sebeb olur ve Atlas Okyanusuna dökülür. Denize döküldüğü yerde meydana gelen haliçin uzunluğu 40 km’yi bulur.
Göllere gelince, Kanada topraklarındaki irili ufaklı göllerin sayısı 250 bini bulur. Bunların en büyükleri Ayı Gölü 31.080 km2, Büyük Esir Gölü 28.919 km2, Winnipeg Gölü 24.530 km2dir. Saing Laurent göller serisi ise ABD ile Kanada toprakları arasında yer alır.
İklim
Bölgeler arasında iklim bakımından büyük farklılıklar görülür. Kuzey bölgelerinde kışlar uzun ve soğuk, batı ve güneydoğuda ise daha yumuşak geçer. Temmuz ayında ısı ortalaması 16°C’dir. iklimi etkileyen en önemli faktörler denize ve Kuzey Kutbu’na olan uzaklık ve yakınlık derecesidir. Kuzey Kutbu kuşağı içinde kalan bölgelerde, mesela Euroka’da kışın ısı ortalaması -37°C’dir. Yazın ise ancak +6°C’ye çıkar. Yağmur karyağışı da denizden olan uzaklığa bağlı olarak değişiklik gösterir.
Tabiî Kaynaklar
Bitki örtüsü ve hayvanlar: Kanada’nın toprağı ve bitki örtüsü iklime çok bağlıdır. Orman kuşağı, Mackenzie Irmağı ağzından Hudson Körfezinin güney sahillerine ve Ungaua yarımadasına kadar uzanır. Bu kuşağın kuzeyinde verimsiz topraklar üzerinde yalnızca tundralara rastlanır Güneyde ise “Prairie”ler dışındaki bütün alanlar ormanlıktır.
Bu ormanlarda her çeşit yabanî hayvan ve kuşlara rastlamak mümkündür. Kutuplarda kutup ayıları ve misk sığırları yaşarlar. Denizlerde fok, mors ve balinalar vardır. Daha güneyde geyikler, siyah ve boz ayılar, kurtlar, tilkiler, kunduzlar ve diğer kürk hayvanları görülür.
Mâdenler: Kanada geniş yeraltı zenginliklerini daha yeni kullanmağa başlamıştır. En önemli mâdenler arasında petrol gelmektedir. Çıkarılan diğer mâdenler ise nikel, demir, bakır, çinko, altın, kurşun ve uranyumdur. Kanada uzun zamandan beri dünyanın en fazla nikel çıkaran ülkesidir.
Nüfus ve Sosyal Hayat
Kanada 27 milyonu aşkın nüfûsa sâhiptir. Nüfus yoğunluğunun en fazla olduğu bölgeler doğudaki deniz eyâletleridir. Ontario ve Québec; sonra daha batıdaki bölgeler (Manitoba, Saskatchewan, Alberta) ve İngliiz Kolobiyası gelir. Kuzeyde nüfus seyrektir.
Kanada oldukça şehirleşmiş bir ülke olup, nüfûsunun üçte ikisinden fazlası şehirlerde yaşar. Nüfûsun ekseriyetini iki büyük etnik grup meydana getirir: Britanya asıllı Kanadalılar, yâni İngiliz, İrlandalı ve İskoç kökenliler (% 43) ve Fransız asıllı Kanadalılar (% 31). Nüfûsun diğer bölümünü yakın târihteki göçlerle Avrupa’dan gelenler meydana getirir: Almanlar, Ukraynalılar, İtalyanlar, Macarlar vs. Kızılderililer ve Eskimolar bütün nüfusun ancak % 1’ini teşkil eder. İngilizceyi ana dil olarak kabul eden şehirlilerin oranı Britanya asıllıların oranından fazladır. İstatistiklere göre, iki dil konuşan Kanadalıların çoğu, nüfusun Fransız kökenli olduğu bölgelerde oturmaktadır.
Siyâsî Hayat
Kanada, Cumhûriyet ile yönetilir. Anayasası 1867’de kabul edilmiştir. İngiltere Kraliçesi İkinci Elizabeth aynı zamanda Kanada’nın da kraliçesidir. Ottawa’da kendisi tarafından atanan bir genel vâli bulunur. Parlamento, Senato ve Avam Kamarasından meydana gelmiştir. Senato, başbakanın tavsiyesiyle seçilen 102 senatörden müteşekkildir. Avam Kamarası, her eyâletten nüfus oranına göre, beş yıllık süreyle seçilen 264 milletvekilinden meydana gelir. Her Kanada vatandaşı 18 yaşından îtibâren bulunduğu seçim bölgesinde oy kullanma hakkına sâhiptir.
Kanada, 10 eyâlet ve ülkeye bağlı iki toprak parçasının bir araya geldiği bir federasyondur.
Ekonomi
Kanada son derece zengin tabiî kaynaklara sahiptir. Geniş alanlara yayılan verimli topaklar, ülkeyi saran orman kuşakları, zengin balıkçılık sahaları ve mâden yatakları çok çeşitlidir. Bu kaynaklar sanâyiye gerekli hammaddeyi sağlar.
Tarım: Topraklarının % 7,8’i tarıma elverişli olup, işgücünün % 10’u bu kesimde çalışmaktadır. Ülkede buğdaydan şeker kamışına, tütünden sebze ve meyveye kadar her çeşit ürün yetiştirilmektedir.
Kanada, en çok buğday yetiştiren ülkelerden biridir. Buğday ihracatında ABD’den sonra dünyâda ikinci gelir. Diğer yetiştirdiği ürünler arasında arpa, yulaf, çavdar bulunur. Kanada, en çok elma yetiştiren ülkeler arasındadır. Elmanın yanında armut, şeftali erik gibi meyvelerin de önemi büyüktür.
Hayvancılık: Kanada’da otlakların ve mer’aların çokluğu sebebiyle hayvancılık önemli bir gelirkaynağıdır. Süt ve et ürünleri ihraç eder. En çok yetiştirilen hayvan sığırdır. Küçükbaş hayvanların ve atların sayıları gittikçe azalmaktadır.
Ülkede kürkçülük geliştiği için 2000’e yakın çiftlikte vizon, tilki, su samuru ve şinşila gibi kürk hayvanları yetiştirilmektedir.
Ormancılık: Ülke topraklarının yaklaşık % 48’ini kaplayan ormanlar, orman sanayiinde büyük önem taşır. Fakat işgücünün ancak % 1’inin çalıştığı halde, orman sanâyiinin ihrâcata katkısı büyüktür. Kereste kaynaklarının en çok bulunduğu Québec’te elde edilen ürünün büyük kısmı kâğıt hamuru yapımında kullanılır. İngiliz Kolombiyası’nda yetişen çam ağaçlarından biçilmiş kütük ve kontraplak yapılır Ormancılığın kışın yapıldığı ülkede kütüklerin fabrikalara ulaştırılması için daha çok akarsulardan faydalanılır. Kanada’da senede yaklaşık 10 milyon tondan fazla gazete kâğıdı üretilmektedir. Bu ise dünya imalatının yarısıdır. Bunun büyük kısmı ABD’ye ihraç edilir.
Balıkçılık: Kanada’nın batısı ve doğusu büyük okyanuslarla çevrili olması ve ülkede büyük göllerin bulunması sebebiyle balıkçılık çok gelişmiştir. Balık ihraç eden ülkeler arasında Japonya ve Norveç’den sonra üçüncü sırayı alır. Büyük ve modern balıkçı filosuyla som, morina, borlam, ringa ve sardalya gibi balıklar avlanır.
Sanâyi: Kanada, ülkeye yeterli iş gücünü temin eden nüfus artışı, tabiî kaynakların bolluğu, enerji kaynaklarının bulunması ve yabancı sermayenin ülkeye akışı gibi faktörlerle dünyânın en büyük sanayi güçlerinden biri olmuştur.
Kanada, ilâçtan dokumaya, elektronik âletlerden tarım âletlerine, uçaktan otomobile kadar birçok sanayi ürününü üreten bir güce sâhiptir. Toronto-Montreal ekseri sanâyi faaliyetlerinin en önemli merkezini teşkil eder. Ontario eyâleti îmâlâtın % 40’ını, Québec eyaleti ise % 25’ini sağlar.
Ülkede gelişmiş olan sanâyi dalları olarak çelik sanâyii, tarım makinaları sanâyii, ulaştırma malzemesi sanâyii, kâğıt sanâyii, kimyâ sanâyii ve gıdâ sanâyii sayılabilir. Bu sanâyi kollarının bir kısmı dünyâca ünlüdür.
Sanâyinin gelişmesinde büyük rolü olan enerji kaynakları ülkede bol, işletilmesi kolay ve ucuzdur. Bilhassa hidroelektrik enerjisi potansiyeli dikkate değer derecededir.
Kanada dünyânın en büyük ticâret ülkeleri arasında yer alır. Ticâret hacmi bakımından ABD, Birleşik Almanya, İngiltere, ve Fransa’dan sonra dünyada beşincidir.
Kanada dışarıya elde ettiği sanâyi ürünlerini satar. Otomobil ve yedek parça ihracatı bütün ihracatının % 25’i kadardır. Bunu kağıt, selüloz, alüminyum, nikel, uranyum, asbest, bakır, petrol, elektrik enerjisi, tabiî gaz, soy metaller, demir filizi, kurşun, kimya ve balık ürünleri takip eder. En fazla ihracat yaptığı ülkeler ABD, İngiltere ve Japonya’dır. En fazla ithalatı yine bu üç ülkeden yapar.
Ulaşım: Kanada’da ulaşım 120.000 km uzunluğunda demiryolu ve 280.251 km’lik karayolu ile sağlanır. Bu karayollarının % 57’si asfaltlanmıştır. Demiryollarının yarısı devlete, yarısı özel sektöre aittir. Büyük göller bölgesinde bulunan St. Lawrence su yolu, dünyânın en büyük su yollarından biri olup, gölleri ve kanalları denize birleştirir.
İki yanı denizlerle çevrili olan Kanada’da deniz ulaşımı çok gelişmiştir. Limanlarına her tonajda gemi yanaşıp, yük boşaltıp alabilmektedir. Önemli limanları Vancouver ve Sept-Iles’tir.
Hava ulaşımı devlete bağlı Kanada Havayolları ve özel sektöre ait Kanada Pasifik Havayolları ile sağlanmaktadır. Târifeli sefer yapılan havaalanı 61’dir.
Alm. Kanal (m), Wasserstrasse (f), Fr. Canal, aqueduc, conduit (m), İng. Canal, waterway, channel. İnsanlar tarafından belirli bir gâyeyle açılan su yolu.
İlk kanallar sulama ve ulaşım maksadıyla açılmıştır. Bunlara Mezopotamya’da rastlanır. M.Ö. 510-520 senelerinde Büyük Darius, Nil Nehrini Kızıl Denize birleştirecek kanal için çalışmalar yapılmış ve ilk Süveyş Kanalı fikrini ortaya atmıştır. Benzer projeler Romalılar zamanında da ortaya atılmış ve bir kısmı gerçekleştirilmiştir. Değişik bir kanal projesi de Kânûnî Sultan Süleyman Hanın sadrâzamlarından Sokullu Mehmed Paşa tarafından düşünülmüştür. Buna göre Volga Nehri Karadeniz’e bağlanacak, bu suretle Hazar Denizi Karadeniz ile birleşmiş olacaktı.
Kanallar topraktan olduğu gibi, beton, asfalt veya taş kaplı olabilir. Kanallar üzerine yapılacak setlerle su seviyesi alçaltılıp, yükseltilebilir. On beşinci yüzyıldan bu yana kullanılan bu sistemle çok eğimli arâzideki kanallar üzerinde ulaşımı sağlamak mümkün olmuştur. Setler çok çeşitli yapılmaktadır. Bunlardan en çok kullanılanları, yan duvarlara konan kanatçıklar veya tabandan yükselen engellerdir. Eski olanların ahşaptan yapılmasına rağmen, yenileri çelik konstruksiyondur.
Dünyâdaki en önemli iki kanal Panama ve Süveyş olup, bunlar iki okyanusu birbirine bağlar. Bu kanallardan Panama, çeşitli engellere sâhib olup; her havuzdaki su seviyesi, deniz aracı girdikten sonra, yükseltilir ve diğer havuzdaki su seviyesi ile aynı yüksekliğe getirilir. Böylece araç bir havuzdan diğer havuza geçer ve ilerler. Süveyş Kanalı ise deniz seviyesinde olup, herhangi bir müdâhaleye lüzum kalmaksızın araç hareket eder. Panama Kanalı 75 km; Kızıldeniz’i Akdeniz’e bağlayan Süveyş Kanalı ise 1869’da tamamlanmış olup 162 kilometredir.
Düşük mâliyetle ulaşımı sağladığı için, sanâyii gelişmiş ülkelerde kanallardan yaygın bir şekilde istifâde edilir. Özellikle Avrupa ülkeleri bu konuda ileri gitmişlerdir. Fransa’da yaklaşık 5000 km’lik kanal mevcuttur. Belçika ve Hollanda’daki kanallar daha çok deniz seviyesinin altında olup ulaşım ve sulama maksadıyla kullanılır. İngiltere’de 8000 km civârındaki kanalların pekçoğu 1759-1834 yılları arasında inşâ edilmiştir. Rusya’da da sun’î olarak açılmış veya çevrilmiş kanallar mevcuttur. ABD’de ise kanal ulaşımı oldukça gelişmiş olup, demiryollarının yaygınlaşmasıyla duraklamıştır. Memleketimizde ovaların sulanması için yapılan su kanalları gün geçtikçe artmaktadır.
Alm. Kanalisation, Kanalisierung (f), Fr. Canalisation (f), İng. Sewerage, drainage. Köy, kasaba ve şehirlerde, yer altına döşenen ve binalardan, sanâyi tesislerinden gelen kullanılmış sularla yağmur sularının toplanıp meskun sahadan uzaklaştırılmasını sağlayan sistem.
Binâ tesisâtı, binâ bağlantıları, kanallar, pompa istasyonları, tasfiye tesisi, tahliye ağzı kanalizasyon sistemlerinin elemanlarıdır.
Kanalizasyon tesisâtında malzeme olarak, pişmiş kil, asbestli çimento, beton, sert plastik kullanılmaktadır. Bunların kesitleri dâire, yumurta ve elips şekillerinde olmaktadır. Kanalların akım için 0,01-0,0003 eğimi olması lazımdır.
Memleketimizin eski, birçok şehirlerinde Osmanlılardan kalma tuğla, taş ile örülmüş veya içi sırlı toprak künklerden yapılmış kanallar vardır. Bunların bir kısmı hâlen kullanılmaktadır.
İki çeşit kanalizasyon sistemi vardır: a) ayrık sistem: Bu sistemde pis sular ve yağmur suları ayrı kanallarda toplanır. b) Birleşik sistem: Bu sistemde bütün sular bir kanalda toplanır.
Zamanımızda birçok yerde kanallarla toplanan atık sular tasfiye edilerek zararsız hale getirilmektedir. Bunun için pis sular tabiata terk edilmeden önce ızgara, çökeltme, oksitleme, çürütme ve dezenfekte gibi işlemlere tabi tutulurlar.
Bu işlemlerde, kirli suların içinde askıda veya çözünmüş halde bulunan organik maddeleri, bakteriler yardımıyla oksitlemek ve hastalık yapan mikropları klor vererek yok etme gayesi güdülür. Daha sonra ortaya çıkan çamur çürütüldükten sonra kurutularak gübre olarak da kullanılabilir.
Kanalizasyon borularının çapları ihtiyaca göre 15 cm’den 3 m’ye kadar değişebilir. Ana borular üzerine her yüz metrede bir delikli kapaklarla donatılmış muayene (havalandırma), yıkama ve düşümlü (şût) bacaları (rögar) yerleştirilir. Doğrudan denize verilen pis sular 20-30 m derinliği bulana kadar sahilden uzaklaştırılır.
Kanalizasyon kanalları su borularının altında ve aralarında en az 30 cm mesafe bulunacak şekilde geçmelidir. Su borusunun alttan geçmesi durumunda izolasyon yapılması îcâb eder. Yoksa sulara kanalizasyon sızıntıları karışabilir. Umumî Hıfzıssıhha Kânunu’nun 244 ve 249. maddeleri ve Belediye Kânunu’nun 15. maddesi gereğince, belediyeler şehir ve kasabalarda kanalizasyon işlerini yürütmekle görevlidirler. Herkes pis suyunu rastgele yere akıtamaz. Kanalizasyona veya standartlara uygun yapılacak fosseptik çukurlara vermek mecburiyetindedir.
Büyük eserler veren Türk mîmârîsi; câmi, medrese, hamam veya külliye ve imâret gibi yapı topluluklarının, dârüşşifâların, kervansarayların lâğım sularını, özellikle arâzinin eğiminden istifade ederek yerleşim yerlerinden uzaklaştırarak denize veya meskun yerlerden uzak arâziye vermiştir. Evlerin bahçelerindeki her çeşit atık maddeyi üstü örtülü derin çukurlarda biriktirmişler, çevreye mikrop ve pislik yayılmasına mâni olmuşlardır.
Avrupa’da kanalizasyon düşüncesi henüz çok yenidir. Daha önceleri meselâ, ortaçağda Paris’te oturan bir Fransız, sabahleyin kalktığı zaman, evinde bir helâ olmadığı için oturağa yaptığı pislik ile içme suyu şişesini beraber Seine Nehrine götürür, nehirden önce içme suyunu alır, sonra da pisliğini nehre dökerdi.
Alm. Bluten (n), Blutung, Hamorrhagie (f), Fr. Saignement (m), İng. Bleeding. Kanın, içinde dolaştığı atardamar, toplardamar veya kılcaldamarlardan dışarıya çıkması.
Kanamalar, damarların anatomik bütünlüğünün çeşitli sebeplerle bozulması sonucu meydana gelmektedir. Bunları birçok şekilde sınıflandırmak mümkündür.
İç kanamalar: Damardan çıkan kanın, vücudun tabiî boşluklarına veya içi boş organlardan birine akması hâlidir. Bu tür kanamalar; kanamanın şiddetine göre değişen kansızlık belirtileri yanında, biriken kanın miktarının tesiriyle organların vazifelerinde meydana getireceği bozukluklar veya tabiî çıkış yollarından (ağız, burun, makat, idrar yolu) dışarı atılmalarıyla kendini belli eder. Damar dışına çıkan kan, beyin zarı ile beyin arasında veya beyin yarım küreleri arasında, göz arkasında, beyin tabanında, göğüs boşluğunda, karın boşluğunda, kalb zarları arasında, eklem boşluğunda, mesanede birikebilir. Bazan kan, yumuşak dokular arasında birikerek, hematom denen kan birikintilerini meydana getirir.
Dış kanama: Kanın, yara ağzından vücut dışına çıkması hadisesidir. Bu çıkış kanayan damarın cinsine ve yaranın büyüklüğüne bağlı olarak değişik derecelerde olabilir. Atardamar kanamaları, kan basıncı sebebiyle fışkırır tarzdadır. Bu fışkırma, kalb atımlarıyla uygunluk gösterir. Atardamar kanı, taşıdığı oksijen fazlalığı sebebiyle parlak kırmızı renktedir. Atardamar kanamaları çok tehlikelidir ve zamanında gerekli müdâhale yapılmalıdır.
Kanamalar ya yaralanmadan hemen sonra meydana gelir veya kanamayı geçici olarak durduran tedbirlerin ortadan kaldırılması sonucu (yaralının hareket etmesi, yara pansumanının değiştirilmesi, tansiyonun yükselmesi) yaralanmayı tâkib eden 12-24 saat içinde meydana gelir. Yaralanmadan 5-7 gün sonra yarada meydana gelen enfeksiyona bağlı olarak da ortaya çıkabilir.
Dış kanamalar, genellikle kesici, delici veya ezici cisimlere mâruz kalmakla meydana gelir. İç kanamalar ise ya çeşitli dâhilî hastalıklar (kan kanseri, hemofili, ülser gibi) sebebiyle kendiliğinden veya dışarıdan mâruz kalınan künt darbeler, çarpmalar sonucu ortaya çıkar.
Bir de gizli iç kanamalar vardır. Burada, gözle kan görülmemekte, fakat gizli kanama olduğu düşünülen şahıstan alınan materyalin bazı maddelerle muayeneye tutulması veya mikroskopla incelenmesi neticesinde gizli kanama anlaşılmaktadır. Meselâ, dışkıda gizli kan tesbit edilebilir ki bu hal, genellikle üst sindirim sistemi iltihapları (ösofejit, gastrit, duodenit) ve ülserlerinde, barsak kanserlerinde ve iltihaplarında görülür. Tedâvi görmüş belirgin kanamaların sonunda da bir süre gizli kanama devam edebilir. Herhangi bir kanama durumunda ortaya çıkacak olan belirtiler, kanamanın cinsine, yerine, devam ediş müddetine, şiddetine, yaralının genel durumuna ve müdâhaleye bağlı olarak değişiklik gösterir. Küçük toplardamar ve kılcaldamar kanamaları kolayca durduğundan herhangi bir belirtiye yol açmazlar. Büyük bir atardamarın âni yırtılması ise çok kere müdahaleye zaman kalmadan ölümle neticelenir.
Sağlam bir insanda kanamanın meydana getireceği bozukluklarda kaybolan kan miktarı önemli rol oynar. Solunum ve dolaşım sisteminde ve hücre beslenmesinde herhangi bir bozukluk meydana getirmeyen kanamalara kompanse (dengelenmiş) kanama denir. Bu tür kanama, tansiyonun düşmesine sebeb olmadan vücut ağırlığının % 1,5-2,5’unun kaybedilmesine kadar devam eden ve yavaş cereyan eden kanamadır. Bir yaralıda kanın üçte biri hızla kaybolursa ölüm meydana gelir. Halbuki, vücut kanının yarısı, hatta dörtte üçü, 24 saat veya daha uzun sürede kaybolursa, ölüm görülmeyebilir. Tansiyonu düşürmeyen, solunum sayısını arttırmayan kanama miktarına “tolerans eşiği” denir ki bu eşiğin aşıldığı durumlarda vücutta, durumu kurtarabilmek için bir takım hadiseler cereyan eder (dalak kasılır, kan yapımı uyarılır, çevredeki damarlar kasılır, su tutulması artar...). Bunlar da yetersiz kalırsa insan vücudu bocalamaya başlar ve dekompanse (dengesi bozulmuş) kanama durumu ortaya çıkar. Bu durumdaki bir hastada; şiddetli susuzluk hissi, hava açlığı, heyecan, şuur bulanıklığı, havaleler, soğuk ve soluk bir deri, soğuk ve yapışkan bir ter, tansiyon düşüklüğü, nabızda hızlanma, kulak çınlaması, etrafı karanlık görme, bulantı-kusma, bitkinlik, idrar ve dışkının kontrol edilememesi söz konusu olur ve şoka girmiş olan hasta ölür. Eğer hastada iç kanama söz konusu ise kanamanın yerine göre de belirtiler ortaya çıkar (mesela karın ağrısı, kas direnci, şişkinlik gibi).
Âcil olarak ve doğru bir şekilde yapılacak müdâhaleler ile kanamayı durdurup, tehlikeyi önlemek mümkündür.
Kanayan damar küçük bir toplardamar veya kapiller damarlar ise vücûdun aldığı tedbirlerle kanama kendiliğinden durabilir. Bu tabiî gelişmeye yardımcı olarak; yaralının istirahati, yaralı bölgenin kalp seviyesinin üstünde tutulması ve yara ile oynanmaması faydalı olur. Yaranın temizlenip kapatılması yeterlidir. Asıl mesele, büyük çapta meydana gelen kanamaların durdurulmasıdır.
Elde kan durdurmaya ait herhangi bir malzeme bulunmadığı zaman, derhal parmaklarla, kanayan damar üzerinden veya duruma göre biraz uzağından sıkıştırılır. Böyle bir sıkıştırmanın başarılı olabilmesi için, damarın altında tek bir kemik veya kemik çıkıntısı gibi sert bir yüzeyin bulunması gerekir. Kol ve bacaklarda meydana gelen atardamar kanamalarını durdurmak için kanayan yerin yukarısından elastik bir bandaj veya bir kravat, bir bez parçasıyla sıkıştırma da faydalıdır. Bu metodlar geçici kan durdurma çâreleridir. Bu şekilde geçici olarak kan durdurulduktan sonra, hastânelerde, yırtılan damar ve yara tâmir edilmek sûretiyle kalıcı çâre bulunmuş olur. Büyük kanamalarda sâdece kanamayı durdurmak yetmez, aynı zamanda kaybolan kanı da yerine koymak lazımdır. Yaralı şahsı hastâneye taşırken, üşütmemelidir.
İç kanama şüphe edilen durumlarda hastayı en kısa zamanda cerrahî servisi bulunduran bir hastaneye nakletmelidir.
Herhangi bir darbe olmadan kendiliğinden meydana gelen burun kanamalarının, balgamda kan bulunmasının, kan kusmanın, büyük abdestte taze veya siyah renkte kan bulunmasının, idrarla kan gelmesinin ve döl yolundan olan kanamaların mutlaka sebebinin araştırılması ve tedâvisinin ona göre yapılması gerekir.
Alm. Kanarienvogel (m), Fr. Canari (m) des canaries, İng. Canary. Familyası: İspinozgiller (Fringillidae). Yaşadığı yerler: Yabânîleri; Kanarya, Azor, Madeira adaları, Güney Avrupa ve Kuzey Afrika’da su kıyılarındaki ağaçlık alanlarda. Evcilleri; hemen hemen dünyânın her tarafında. Özellikleri: 13-14 cm boyunda, ötücü bir kafes kuşu. Anayurdu Kanarya Adalarıdır. Yabânîlerin sırtı gri çizgili zeytin yeşili, diğer tarafları ise sarı-yeşildir. Evciller altın sarısı rengindedir. Tâne ile beslenirler. Ömrü: 34 yıl kadar. Çeşitleri: 22 kadar türü bilinmektedir. Birçok ırkı üretilmiştir. Harz, Manchester, Londra, Norveç, Belçika ırkları meşhurdur.
İspinozgiller âilesinden bir kuş türü. Kanarya, adını aldığı Kanarya adaları ile Azor ve Madeira adalarında yaşayan yabanî türden, bütün dünyâya yayılmış bir kafes kuşudur. Süs ve sesi için beslenir. Serçe iriliğinde olup, evcilleri sarı renktedir. Yabânîlerin sırtı gri çizgili zeytin yeşilidir, karnı sarımtrak yeşildir. Dişilerin renkleri daha soluktur. Yabânî kanaryaların sesi daha etkileyici ve kuvvetli olduğu halde, kafes kanaryaları kadar değişken değildir. Evcillerin renkleri, esâret hayatının etkisi ile sarıya dönüşür. Nâdir olarak beyaz ve kırmızımsı olanları da vardır. Tohum ve taze bitkiyle beslenirler. Küçük sürüler hâlinde etrafı ağaçlarla çevrili göl, dere gibi su kenarlarında yaşarlar. Gülü severler, dişiler tüy, kıl yosun ve köklerden ağaç veya çalılara fincan şeklinde gizli yuvalar yaparlar.
Yılda iki döl verirler. Kış ve sonbaharda bir araya gelirler. Bu esnâda erkek kanaryalar uzun ötüşler ve âni uçuşlar yaparak birbirleriyle döğüşürler. Dişi, kahverengi benekli açık mavi renkli 3-5 yumurta yumurtlar. Kuluçka süresi 13 gündür. Bu devrede erkek kanarya dişiyi devamlı besler. Yavrular çıplak ve gözleri kapalı olarak yumurtadan çıkarlar. 17 günde tüylenerek üçüncü hafta sonunda yuvayı terk ederler.
Kanarya, Avrupa’ya 400 sene evvel girmiştir. On altıncı asırda Kanarya Adasından bir gemi, içinde birkaç bin kanarya ile Avrupa’ya gelirken fırtına yüzünden İtalya yakınında karaya oturdu. Gemiciler gemiyi terk etmeden önce kanaryaların kafeslerini açtılar. Elbe Adasına sığınan bu kanaryalar çiftleşerek ürediler. Buradan yakalananlar bütün dünyâya yayıldılar. Uzun süren ayıklamalar sonucu çeşitli ırklar üretildi. Bunların içinde en meşhuru Almanya’nın Harz Dağlarında geliştirilen soydur. En iyi ve en çok öten budur. Bunların seslerinin güzel olmasında tâlim ve iyi bakımdan başka Harz Dağlarının iklim ve havasının da etkili olduğu savunulmaktadır. Kanaryaların en süslüsü ve güzeli Norveç kanaryasıdır. Vücutları daha büyük ve tüylerinin rengi kırmızımtrak sarıdır. Soyların karışmasıyla tepeli ve siyahlı olanlar da üretildi. Fakat bunlar pek makbul değildir. Yurdumuzda Alman, İrlanda ve yerli kanaryalar mevcuttur. Yerli kanaryaların rengi sarı, limonî beyazımsıdır. En makbulü sarı renkli ve siyah tepeli olanlardır.
Kanaryaların bakımı: Kanarya beslemek isteyenler önce iyi bir kafese sâhib olmalıdır. Bir iki kanaryalık çeşitli tel kafesler vardır. Çok miktarda kanarya beslemek için daha büyük kafeslere ihtiyaç olur. Kafesin altına sık sık değiştirilen temiz kum koymalıdır. Kum yerine taban iki kat tahtadan yapılabilir. Üstteki çıkarılıp tekrar yerine konacak bir tarzda olmalıdır. Temizlik sırasında rahat yıkanabilmesi için çinko veya başka bir mâden ile kaplı olması daha uygundur. Kanarya kafesinin konacağı yerin seçimi de önemlidir. Kanaryaların en büyük düşmanı kedidir. Kedi ve başka düşmanlardan korumak için kafesi odada yüksek ve uygun bir yere asmalıdır.
Kanaryalar zor şartlara dayanıklıdır, ancak devamlı olarak temiz hava ve güneşe ihtiyaçları vardır. Bununla beraber hava cereyanından ve aşırı ısıdan korumak, kafesinin yerini günde bir iki kere değiştirmek lâzımdır. Sabahleyin, kanarya kafesini güneşli bir pencereye asmalıdır. Sabah güneşi pek hoşuna gider. Fakat güneş ısınınca mutlaka yerini değiştirerek serin bir yere almalıdır.
Kuşa bakanlar, kafesin yeri değiştikçe sabahları ve dâima aynı saatte kafesi temizlemeli ve kuşun banyosunu yaptırmalıdır. Kafesi temizlemek için bir masanın üzerine koymalı ve altını çıkarıp temizlemelidir. En iyisi kafesin altındaki tahtayı çıkarınca güzelce yıkamalıdır. Bu saatte kanaryanın banyosu da yaptırılmalıdır. Banyo için çok derin olmayan ve içinde ancak 2 cm kadar su bulunan bir tabak veya özel bir banyo kabını kafesin içine (altı yokken) koymalıdır. Kanarya suyu görünce hemen içine girer ve çırpınıp yıkanmaya başlar. Banyodan sonra kafes kurutulmalı ve altı yerleştirilmelidir. Su ve yem kaplarını da yeniden doldurup yerine asmalıdır. Alışkın olan kanaryaların banyosu kafes dışında da yaptırılabilir. Suyla dolu banyo kutusu kafesin dışına konur. Kafesin kapısı açılınca kanarya hemen dışarı çıkarak yıkanır. Banyodan sonra odanın içinde biraz uçarak ekzersiz yapar. Birçok kuşlar banyo ve uçuştan sonra kendiliğinden kafesin içine girerler.
Genellikle kanaryaların yemleri bâzı bitki tohumlarıdır. Yeşilliği de severler. Başlıca yemleri kanarya çimi tohumu, keten ve kenevir tohumları, kuş üzümü vs.dir. Yemlerini normal kararda vermelidir. Kanarya hastalıklarının baş sebebi aşırı beslemedir.
Bâzı kuşçular bu tohumları karıştırıp verir. Bu usul iyi değildir. Kanaryaların bu tohumlardan hangisini daha iyi yediğini ve hangisinin dokunup dokunmadığını anlamak için tohumları ayrı ayrı vermelidir. Kanaryalar kenevir tohumunu çok severler. Ağır olduğu için devamlı vermemelidir. Kenevir tohumu kanaryaları kızdırdığından yumurta zamanı az verilmelidir. Bâzı kuşçular satacakları kuşları alıcıya çok öttüğünü göstermek için kenevir tohumu ile besleyip kızdırırlar. Fakat bir hafta sonra bu kızgınlıkları geçeceğinden sesleri de kesilir.
Kuş otu ve salatalık gibi yeşil besinler de arasıra verilmelidir. Salatalık, kuşun yetişeceği bir yere kafesin teline bağlanarak verilebilir. İncir gibi tohumlu meyveler de tavsiye edilir. Arasıra katı pişmiş yumurta sarısı, ıslatılmış ekmek, tuz ve kireç ihtiyaçlarını karşılamak için mürekkep balığının kuru kemik parçası kafesin bir yerine asılırsakanarya gagasıyla kopararak yer.
Evcil kanaryaların üreme mevsimi şubattan mayıs sonuna kadardır. Kanaryaları çiftleştirmek için kullanılacak kafes 37,5 cm yükseklikte, 25 cm genişlikte ve 60 cm uzunlukta olabilir. Kafesin tel örgülü olan ön yüzü dışında diğer üç tarafı kapalı olmalıdır ve sallanmayacak şekilde duvara asmalıdır veya ayrıca bir çifthâne yapmalıdır. Bir çift kanarya için bir metre uzunluk ve yarım metre genişlik yeterlidir. Her bir çifthaneye bir iki yuva, folluk yapmalıdır. Folluklar tahtadan yapılabileceği gibi küçük tel bir sepet de kullanılabilir. Dişi kuşun yuva yapması için biraz pamuk, keçi kılı veya at kılı koymalıdır. Bu kıllardan bir miktar da kafesin bir tarafına asmalıdır. Kanarya bunları istediği kadar kullanır.
Kanaryalara kuluçka zamanında her zaman verilen yemlerden başka ekmek ufağı ile birlikte katı pişmiş yumurta ve ince istiridye kabuğu vermelidir. Dişi, benekli, mavi yeşil renkli 4-6 yumurta yumurtlar. Yeme kalktığı zaman yerine erkek gelerek yumurtaların üzerine oturur. Yavrular 13 veya en çok 15 günde yumurtadan çıkarlar. Anne ve babaları tarafından beslenirler. Üç hafta sonra her şey yiyebilirler ve ayrı kafeslere konabilirler.
Eğer çok miktarda kanarya yetiştirilecek ise çifthâneyi ona göre büyük yapmalıdır. Yâhut bir odayı çifthâne olarak kullanmalıdır. Büyük çifthanelere ağaç dalları da sermelidir. Çiftleşecek olan kanaryaları evvela küçük bir kafeste beraber bulundurup birbirlerine alıştırmalıdır. Böyle yapılmazsa erkekler birbirleriyle döğüşür ve çoğunlukla birbirlerinin gözlerini çıkarırlar.
Alm. Kanaren, Kanarische Inseln, Fr. Canaries, İng. Canary Islands. Kuzey Atlantik Okyanusunda ve Afrika’nın kuzeybatı sâhilleri açığında yer alan bir takımada. Fas-İspanyol sahrası sınırının 113 km batısında bulunan takımadalar 480 km uzunluğunda bir kemer meydana getiren yedi büyük ve altı küçük adadan müteşekkildir.
Târihi
Romalılar adalara köpeklerin adaları mânâsına gelen Insular Canaries demişlerdir. Bunun sebebi o zaman adalarda çok sayıda bulunan köpeklerdir. Daha sonraları kanarya kuşu ismini, adalar civârında bu cins kuştan çok sayıda bulunduğundan dolayı almıştır.
Fenikeliler, Yunanlılar, Kartacalılar, Romalılar, Araplar tarafından tanınan adaların modern tarihi Fransız Kâşif Sean de Dethencourt tarafından 1402 yılındaki keşfiyle başlar. Adaları tek başına ele geçiremeyen Dethencourt Kastiyalı, Üçüncü Henry’den yardım alarak adaları istilâ etmiş ve Kanarya Adaları Kralı ünvanını almıştır. Buraların hâkimiyetinde Portekizliler hak iddia ettiyse de 15. yüzyılın sonuna doğru adalar tamâmen İspanyol kontrolüne girdi. O zamandan beri İspanya’nın deniz aşırı bir eyâletidir. General Francisco Franco, İspanya Cumhûriyetine karşı olan 1936 ihtilâlini Kanarya Adalarında başlatmıştır.
Fizikî Yapı
Kanarya Adalarının toplam yüzölçümü 7495 km2dir. Volkanlardan meydana gelen adalar çok dağlık olup dik yamaçlı sâhilleri vardır. Arâzi deniz seviyesindeki ovalardan yüksek dağlara kadar değişik yükseltiye sahiptir. Adaların en yüksek dağı olan Fico de Teide 3619 metredir. Diğer dağlarının yüksekliği 1370 ile 2130 m arasında değişmektedir. Lanzorote ve Fuerteventura adaları Afrika sahillerine en yakın adalar olup yükseklikleri 730 m’yi geçmez. Kraterli ve kum bir arâziye sahip olduğunda nüfus azdır.
Adalardaki volkanik yamaçlar genellikle diktir. Ancak hava ve su hareketleriyle bâzı alüvyonlu ovalar ve sâhiller meydana gelmiştir. Toprak verimlidir. Hiç nehir olmamasına ve az yağmur yağmasına rağmen modern usullerle yapılan tarımla yüksek seviyede ürün elde edilir.
Nüfus ve Sosyal Hayat
1.456.474 olan adalar nüfûsu iki eyâlete eşit biçimde bölünmüştür. Las Palmas eyâletinde yaşayan 600.000 kişinin 500.000’i Gran Kanarya Adasında, bunun da 200.000’i başşehir Las Palma’da yaşamaktadır. Adacıklardan üçü boştur. Santa Cruz de Tenerifa eyâletinde yaşayan 675.000 kişinin 400.000’i Tenerifa Adasında, bunun da 145.000’i aynı isimli başşehirde yaşamaktadır.
Kanarya Adalarına ilk yerleşenlerin Berberi soyundan gelme Guanchesler olduğuna inanılmaktadır. Adaya sonradan gelen İspanyol göçmenleriyle tamâmen karışmışlardır.
Siyâsî Hayat
Kanarya Adaları idarî bakımdan İspanya’nın iki eyâletini meydana getirir. Gran Kanarya, Fuerteventura Lanzarote Adaları, Granciosa, Alegranza, Mantano Clana, Roque del Este, Roque del Oeste ve Las Islas de Lobos adacıklarından meydana gelen doğu eyâletinin adı Las Palmas’tır. Tenerif Gomera, La Palma ve Hierro adalarından meydana gelen eyâlete ise Santa Cruz de Tenerife denir.
Ekonomi
Adaların ekonomisi zirâat üzerine kuruludur. Sâhil şeritlerinde daha ziyâde muz, hurma ve şekerkamışı yetiştirilir. Daha yükseklerde Akdeniz iklimine benzer bir iklim hâkim olduğundan portakal, limon, domates ve incir yetiştirilir. Patates ve tütün, adaların önemli tarım ürünlerindendir. Buğday, mısır, arpa, kayısı, şeftali ve badem ise az yetiştirilen ürünlerdendir. İhrac ağırlığı muz ve domatestedir. Çevre denizlerde bol miktarda balık bulunduğundan balık konserve ve tuzlama, önemli sanâyi koludur.
Ulaşım: Deniz ve hava ulaşımı hızla gelişmektedir. Las Palmas, Santa Cruz de Tenerife en önemli limanlarıdır.
Alm. Kreuzkraut (n), Fr. Seneçon (m), İng. Groundsel. Familyası: Bileşikgiller (Compositae). Türkiye’de yetiştiği yerler: Türkiye’nin çoğu yerinde farklı türleri çok yaygındır.
Senenin çoğunu çiçekli olarak geçiren, yol kenarları ve bahçelerde görülen, 10-60 cm yüksekliğinde, bir veya iki yıllık otsu bir bitki. Gövdeleri dik, dalı, tüylü veya tüysüz, seyrek yapraklıdır. Yapraklar derin parçalı lobludur. Çiçekler küçük silindir şeklindeki kapitilum adı verilen başçıklarda toplanmıştır. Çiçeklerin hepsi tüp şeklinde ve sarı renklidir. Meyveleri siyahımsı renkli ve üzeri kısa ve sık tüylerle kaplıdır. Otuz kadar türü vardır.
Kullanıldığı yerler: Bitkinin toprak üstü kısımları toplanır. Uçucu yağ, tanen, reçine, inulin ve alkaloit taşır. Yumuşatıcı, kurt düşürücü, yara iyi edici, âdet ağrılarını hafifletici olarak kullanılır. Alkaloit taşıdıklarından dikkatli kullanılmalıdır.
KANAVCIOTU (Adonis aestivalis)
Alm. Sommer-Adonisröschen (n), Fr. Adonide (f) estivale, İng. Summer-adonis. Familyası: Düğünçiçeğigiller (Ranunculaceae), Türkiye’de yetiştiği yerler: Batı, Doğu, Orta Anadolu ve Marmara bölgesi.
Mayıs-haziran aylarında kırmızı renkli çiçekler açan, 25-50 cm boyunda, 1-2 yıllık, otsu bir bitki. Keklik gözü olarak da bilinir. Ekin tarlaları ve boş arâzilerde rastlanır. Gövdeleri uçta dallanmıştır. Yapraklar çok parçalı, yaprakçıklar dar ve uzundur. Çiçekler kırmızı renkte, gövde üzerinde tek tek, 5-10 taç yapraklı ve taç yaprakların dipleri siyah lekelidir. Bütün bitki zehirlidir. Memleketimizde dokuz türü vardır.
Kullanıldığı yerler: Bitki kardiotonik glikozitler ve alkoloit ihtiva etmektedir. (% 1-2’lik infüzyonu) Kalp kuvvetlendirici ve idrar söktürücü olarak kullanılır.