KALP

Alm. (an) Herz (n), Herz , Gemüt (n), Fr. Coeur, sentiment (m), İng. Heart. Ritmik kasılmalarıyla kan dolaşımını sağlayan, dolaşım sisteminin temel organı. “Yürek” ve “gönül” olarak da bilinir. Görevinin öneminden dolayı, canlı varlıkların hayat merkezi olarak kabul edilir. Lügatte, “değiştirmek, çevirmek veya değişmek, çevrilmek” mânâlarına kullanılır. Arapça gramer kâidesi olarak kalp, (vav) veya (yâ) harflerinin (elif) harfine çevrilerek okunmasına denir.

İnsan ve hayvan vücûdunun bir parçası olan kalp, kulakçık ve karıncık adı verilen, kanın toplandığı odacıklar ihtivâ eder. Balıklarda kalp iki odacıklıdır. Yüreklerinde kirli kan bulunur. Karıncıktan bir aortla çıkan kan, temizlenmek için solungaçlara gider. Buradan temiz olarak vücûda dağılır. Kurbağalarda üç bölmelidir. Üstte iki kulakçık, altta bir karıncık bulunur. Temiz ve kirli kan karıncıkta karışır. Vücutlarında karışık kan dolaşır. Sürüngenlerde de kalp üç gözlüdür. Karıncıkta yarım bir perde bulunmasına rağmen vücutlarında kısmen de olsa karışık kan dolaşır. Kuş ve memelilerde kalp dört bölmelidir. Üstte iki kulakçık (atriyum), altta iki karıncık (ventrikulus) mevcuttur.

Her insanın kalbi, kendi yumruğu büyüklüğünde olup, yumurta veya çam kozalağı şeklindedir. Göğüs boşluğunda, sol akciğerde bulunan oyuk kısma yerleşmiştir. Sol memenin altında ve iki parmak aşağısında bulunur. Elimizi sol memenin altına koyduğumuzda yüreğin atışını duyabiliriz. Adına “gönül” denilen kalp başkadır. İnsandaki “Kalb-i hakîkî” budur. Yüreğe de “kalb-i sanevberi” denir.

Kalb-i sanevberi veya yürek: Miyokard denilen özel bir çizgili kastan, bunu örten perikard adlı bir yürek dış zarı ve endokard adlı bir yürek iç zarından meydana gelmiştir. Sağ kulakçıkla sağ karıncık arasında üç parçalı bir kapakçık bulunur. Yukarı doğru kapanan, aşağı doğru açılan bu kapakçığa üçlü kapakçık (triküspit) denir. Sağ karıncıktan, küçük dolaşım için akciğer atardamarı çıkar. Sol kulakçıkla sol karıncık arasında da ikili kapakçık (mitral) mevcuttur. Sol karıncıktan da aort  çıkar. Yürekten çıkan aort ve akciğer atardamarlarının çıkış yerlerinde yarım ay şeklinde üç parçadan yapılmış sigma kapakçıkları  bulunur. Bunlarla beraber yürekte toplam olarak dört kapakçık bulunmaktadır. Kapakçıkların tek yönlü açılması, kanın tek yönde ilerlemesini sağladığı gibi, geri dönüşünü de engeller. Aortun çıkış yerinde, sigma kapakçıklarının üstündeki kısımdan iki küçük atardamar ayrılır. Bunlara yüreği besleyen koronorler adı verilir. Biri yüreğin ön yüzünü diğeri arka yüzünü besler. İnsandaki ve hayvandaki canlılığın menbaı, kaynağı kalptir. Buradan çıkan kan, damarlar vâsıtasıyla bütün vücuda dağılır. Böylece vücut hareket, canlılık kazanır. Çalışması durunca, hayat biter, ölür.

Vücut fabrikasının çalışma merkezi kalptir. Yâni yürektir. Kalbin tekallüsü (kasılması), yumruk sıkmak gibi, basit bir sıkışma olmayıp, kanın hareketi istikâmetinde giderek kalbin ucunda nihâyetlenen bir titreşim dalgası şeklindedir. Böyle bir kasılma dalgası yarım saniye devam edip, saniyenin altıda biri kadar süren bir aralıkla tekrar eder. Bu tekrarlar kalp faaliyetinin nizam ve ahengidir. Kalbimiz günde yüz bin defa çarpıp, yüz bin defa, bir saniyenin altıda biri kadar zaman istirahat eder. Yâni, günde beş saate yakın dinlenir. Demek ki, ortalama bir insan ömrü altmış sene kabul edilirse, böyle bir insanın kalbi, on iki sene kadar istirahatte kalır. Kalp her çarpışında 100 cm3 kan çekerek, günde damarlara 10.000 litre kan gönderir. Buna göre kalp, her darbesinde, bir kilo ağırlığı yarım metreye kaldıracak kadar iş yapmaktadır ki, bir insan, kendi kalbinin kuvveti ile işlemekte olan bir asansörle, bir saatte, yerden bir apartmanın beşinci katına çıkabilecektir. Yâni insan kalbi 1/375 beygir kuvvetinde bir motordur.

Parmağımızı, bileğin iç yüzünün alt kısmına bastırdığımızda nabız atışını duyarız. Nabız atması, bize kalbin çarpmasını gösterir. Nabzın dakikadaki adedi vücûdun kan ihtiyacına tâbidir. Bu sebeple nabız kuşlarda, dakikada ortalama 200, insanda 75, atta 35, filde 25’tir. Birkaç aylık çocuk kalbi büyük insanın iki misli çarpar. Nabız adedi, sıcak havada azalır.

Kalp, bir otomobil gibi olmayıp, bir elektron motoru gibidir. Kanda erimiş tuzlardan biri olan potasyum atomu radyoaktiftir. Bir insanda otuz gram potasyum olup, hergün bir milyar elektron neşreder. Kalbin giriş kapısında bir sinir makinesi vardır. Bu makina, tıpkı bayram yerlerinde çocukların atış tecrübelerinde mermi hedefe isâbet edince, hedef olan cisimde hareket meydana geldiği gibi, bir elektron isabeti ile, kalbi harekete getirir.

Kalbten çıkan kan, damarlarla vücudun her tarafına dağılır. Bu damarlar çok sağlamdır. Kalbe bağlı aort (epher) damarı, yirmi atmosfer basınca mukâvemet eder.Lokomotifler, 10-16 atmosferlik buhar tazyiki ile işlediğinden, yanmaktan korunabildiği takdirde bu damarlarla lokomotif boruları yapılabilecektir. Damarlar, kalpten uzaklaştıkça dallara ayrılır, yâni incelir. En ince damarlara kapiller denir. Kapiller bir kıldan elli defâ daha incedir.

İğne kalınlığındaki bir et parçasında bin kapiller vardır. Bir insanda elli kilo adale bulunduğuna göre, kapiller adedi kolay hesaplanabilir. Her kapiller, ortalama yarım milimetre uzunluğundadır. İnsandaki bütün kapiller ucuca konursa, dünyâyı dört defa saracak bir boru elde edilir. Herbirinin ağız genişliği yanyana getirilirse 60.000 m2 bir yüzey meydana gelir. Halbuki en büyük olan epher (aort) damarının ağız genişliği beş santimetre karedir. Epherden ve bütün kapillerden aynı zamanda geçen kan miktarı eşittir. Zira, epherdeki kan birkaç metre süratle aktığı hâlde, etrafta sürat azalarak kapillerde hemen hemen sıfır olur. Kan, yarım milimetre uzunluğundaki kapillerden bir saniyede geçer. Bu saniye içinde gaz alış-verişi olup, geri döner. Kan, kalp içinden 1,5 saniyede geçmekte, 5-7 saniyede ciğerleri, 8 saniyede dimağı, 18 saniyede elleri, ayakları dolaşmaktadır.Yâni bir kan hücresi, yirmi dört saatte, üç bin defa kalpten vücûda gönderilmektedir. İş esnâsında veya ateşli hastalıklarda kalbin çarpma kuvveti azalınca, kan sürati iki misline kadar artar.

Kalb-i hakîkî veya gönül: Bu kalp, yâni gönül, sâdece insanda bulunur. Yürek denilen bir parça ette bulunan nurdan bir kuvvettir. Yürek, kalb-i hakîkînin yâni gönlün yuvası gibidir. Yürekte bulunan nurdan kuvvete “kalb-i hakîkî” denir.

Hakîkî kalp, Rabbânî, ruhânî bir latife olup, cisim olan kalp, yâni yürek ile bağlılığı vardır. Bu latife insanın hakikatıdır. İnsanda Rabbini tanıyan, îmân edip, ibâdet yapmaktan zevk duyan odur. Allahü teâlâya muhatab olan odur. İnsanın kalbi nazargâh-ı ilâhîdir. Îmân etmek veya inkar etmek kalple olur. Kalp, yâni gönül, mahlukların en üstünü en şereflisidir. Kalp, insanın özü, hülâsasıdır. İnsanda bulunan her şeyi kendinde topladığı için çok kıymetlidir. Allahü teâlâya kalbin yakın olduğu kadar hiçbir şey yakın değildir. Bu sebeple mümin olsun, âsi olsun hiç kimsenin kalbini incitmemelidir. Zîrâ Allahü teâlâyı en çok inciten , küfürden sonra, kalp kırmak gelir.

Kalp Hastalıkları: Yürek denilen kalp, çok hassas bir organdır. Küçük bir hastalıktan zarar görür. Yüreği besleyen koroner damarların bir pıhtıyla tıkanması hâlinde “kalp enfarktüsü” denen çok tehlikeli bir hastalık ortaya çıkar. Bu rahatsızlıktan dolayı kalp kası yeterli derecede beslenemediğinden zamanla bozulur. Bunun sonucunda göğüste şiddetli ağrılar duyulur. Buna “göğüs anjini” denir. Göğüs anjini, kalp enfarktüsü sonucudur. Şiddetli kalp enfarktüsleri öldürücüdür. Halk arasında kalp enfarktüsü, “kalp yetmezliği” olarak da bilinir.

Sağ ve sol kulakçıklar arasındaki perde üzerinde çukurca bir nokta bulunur. Bu nokta, bebek ana karnındayken delik hâlinde olur. Bebek doğmadan önce bu delik kapanır. Nâdir durumlarda delik kapanmaz. Çocuk, kulakçık perdesi delik olarak doğar. Bu durumda, sağ kulakçıkta bulunan kirli kanla sol kulakçıktaki temiz kan karışır. Bu tip hastaların rengi mavimtrak görünür. Bunun için bu hastalığa “mavi hastalık” adı verilir. Bu hastalıkların tabipleri, tıp doktorlarıdır. Tıp ilminde, bu hastalığı tedâvi etmek için birçok usûller ve âletler geliştirilmiş ve geliştirilmektedir.

Gönül denilen mânevî kalp de böyledir. Bâzı âfetlere uğramakla zarar görür ve helak olur.Kalbin bozulmasına sebeb olan bu âfetlerin en tehlikelisi dinsiz olmak, îmândan ayrılmaktır. Küfür, îmânsız olmak, kalp hastalıklarının en kötüsüdür. Bu hastalığın ilâcı, Allahü teâlâya inanmak ve Muhammed aleyhisselâmın peygamberliğini tasdik etmektir. Bundan başka câhillik, kızgınlık (gazap), kin, haset (kıskanma, çekememezlik), hırs, tamah, kibir (büyüklenmek) gibi kötü huylar da kalp hastalıklarındandır. Böyle olan kalp hastalığının tabipleri de, Allah adamı olan hakîkî İslâm âlimleri ve velîlerdir. İlâcı da, bu âlimlerin İslâmiyeti anlatan, öğreten sözleri ve yazılarıdır. Kalp hastalıklardan temizlenip iyi olunca, beden iyi işler yapar. Kalp bozuk olunca, bütün uzuvlar, organlar hep kötü iş yapar. Hadîs-i şerîfte; “O (kalp)iyi olunca, bütün beden iyi olur. O bozuk olursa, bütün beden bozuk olur.” buyruldu.

KALP CERRAHİSİ

Alm. Herzchirurgie, Fr. Chirurgie du coeur, İng. Heart surgery. Bir insanın kalbini ameliyat masasında durdurmak, içini açarak gerekli düzeltmeleri yapmak, sonra tekrar kapatıp uyararak sıhhatli çalışmasını sağlamak.

Daha bu asrın başlangıcında devrinin en büyük cerrahlarından Billroth “İnsan kalbine dikiş koymaya kalkışan cerrah meslekdaşları arasındaki itibarını kaybetmeye mahkumdur.” demekle konuyu ne kadar imkânsız gördüğünü dile getirmiştir. Yirminci asrın ortalarında ise bilim adamlarının büyük gayretleri ve cesur cerrahların teşebbüsleri ile açık kalp cerrahisi gerçekleşti. 1953’te Dr. Gibbon’un ilk başarılı ameliyatını, 1955 ve 1956’da Dr. Lillehei ve Dr. Kirklin izledi. Doğuştan kalp hastalıkları bu sûretle düzeltilmeye başlamışken 1960’da Dr. Starr ve Dr. Harken ile, büyük ölçüde fonksiyonlarını kaybetmiş olan kapakların yerine yapay kapakların takılmasına başlandı. 1967’de insandan insana kalp nakli N. Shumway’ın târif ettiği ameliyat tekniğine dayanarak C. Barnard tarafından gerçekleştirildi. Gene aynı yıl içinde Dr. Favaloro ve Dr. Effler safen ven (toplardamar) kullanmak sûretiyle, koroner yetmezliğinin tedavisinde Aorta-koroner by-pass cerrâhisini insanlığa kazandırdılar. 1975’den itibaren yeni doğmuş bebeklerde açık kalp cerrâhisi büyük değer kazandı ve Jaten tarafından başlatılan arteriel Switch ameliyatı önceleri hayatın ilk 30 gününde, sonraları ilk haftasında uygulanmaya başlandı. Bugün ise 1 günlük bebeklerde bile açık kalp cerrahisi gerçekleştirilmektedir.

Ülkemiz açık kalp cerrâhisi alanında dünyadaki yenilikleri çok yakından izlemiş ve bugün bir günlük bebekten, en ileri yaştaki insanlara kadar gereken herçeşit kalp ameliyatının emniyet ve başarı ile uygulandığı bir düzeye ulaşmıştır.

Kalp cerrahisinin tedâvi sahaları basitce doğuştan olan kalp bozukluklarının düzeltilmesi, genellikle romatizmaya bağlı olan kalp kapakları hastalıklarının ameliyatları, koroner arter by-pass ameliyatları, kalp nakli şeklinde özetlenebilir.

Kalp kapak hastalıklarında mekanik kapak protezleri: 1950’lerde ilk valvüler kapak protezinin pekiştirilmesi ve 1960’larda ilk kalp içi kapak protezinin uygulanmasından sonra, özellikle tâmiri mümkün olmayacak derecede hasar görmüş doğuştan veya sonradan olma kalp kapak protezi ameliyatları yaygınlaşmış ve benimsenmiştir. Günümüze kadar ideal bir kapak protezi geliştirilememiştir. Çünkü îmâl edilmiş prostetik kalp kapaklarının hiçbirisi tabii kapağın performansına yaklaşamamıştır. Hasar görmüş kalp kapakçıkları ömür boyu tromboembolik ve dejeneratif problemler çıkarmadan mükemmel bir hemodinamik performansla çalışırken, prostetik kapaklar bir takım problemler çıkartmaktadırlar. Kalbin kendi kapakçıkları akut romatizmal ateş, enfeksiyon ve dejenerasyona maruz kalmaktadırlar. Bu hastalıklar neticesinde bozulan kapakçıkların düzeltilmesinde çeşitli plastik ameliyatlar yapılmakta ise de, hastaların büyük kısmına prostetik (protez) kapak gerekmektedir. Modern kalp kapak protezleri halen kabul edilen bir nisbette ameliyat sonu ölüm ve hastalık hali ile tabii kapak ile değiştirilmekte; ancak kalp ve damar içi pıhtılaşmalar, kanama, protez kapağa bağlı kalp iç duvarı iltihabı, kan hücreleri parçalanmasına bağlı kansızlık ve sarılık ve dejenerasyon gibi problemler ortaya çıkmaktadır. İdeal bir prostetik kapakcık üretmek için yaygın bir şekilde çalışılmaktadır. Kalp kapak protezlerinin ilki 1952’de aort yetmezliği olan bir hastaya kafes-top prensibinin kullanıldığı sun’î kalp kapağı protezinin takılmasıyla uygulandı. Kapak tâmirine yönelik operasyonlar geliştirilmeye çalışılırken ileri derecede hasar gören kapaklarda, kapak yapılarını yeterli tamire imkan vermeyecek derecede kontraksiyon (büzülme) ve kalsifikasyon (kireçlenme) gösterdiği, hareketlerinin kısıtlılığı görülerek bunların yerine konacak kapak veya kapakçıkların üzerinde çalışmalar başlatılmıştır. İlk dönemlerde protez yapımında naylon, dacron, teflon, marley, poliüretan, lucite çelik ve ivalan gibi maddeler kullanılmaktaydı. Fakat bunlar problemli idiler. Şu an uygulanan kapaklar genel olarak pinolitik karbon komponentlerinden mamul kafes top, hareketli disk veya iki ayar yaprak şeklindedirler.

Koroner arter cerrâhisi: Koroner arter cerrâhisi, kamuoyunda büyük ilgi uyandırmış ve değişik tıp çevrelerince hiçbir ameliyat grubunun olmadığı kadar araştırma konusu olmuştur. Koroner arter cerrahisinin konforlu bir hayat sağlamasının yanısıra ömür beklentisini arttırmasının anlaşılması, bu cerrâhinin sağlam temeller üzerine oturmasını sağlamıştır. Türkiye’de ilk koroner by-pass Dr. Aydın Aytaç tarafından 1974 yılında yapılmıştır. Daha sonra birçok merkezde şimdi yılda 5000’e yakın vakaya uygulanmaktadır.

Göğüs ağrısı ve miyokard iskemisini (kalbi besleyen damarın tıkanmasına bağlı olarak kalp duvarının beslenememesi) ortadan kaldırabilmek için koroner arterlerdeki (atardamar) darlıkların “by-pass” edilmesi gerekmektedir. Koroner by-pass greftleri 1 den 7-8 grefte kadar artabilir. Klasik olarak koroner by-pass cerrahisinde safen veni (bacaktaki bir toplardamar) veya internal mammary arteri (IMA) (göğüsteki bir atar damar) greftleri kullanılmaktadır. Ameliyatı izleyen birinci yılda ven greftlerinin % 10’u ve bunu izleyen her yılda % 2-3’ü tıkanır. Koroner ateroskleroz ise yılda % 10 oranında ilerler. IMA greftlerinin bu yönden ven greftlerine kesin avantajı vardır. Ameliyattan beş yıl sonra IMA greftleri % 90 oranında açık bulunurken, aynı süre sonunda safen ven greftleri % 50 oranında tıkalı olarak bulunmuştur.

Kalp nakli: Kalp nakli, kalp hastalıklarının son dönemlerinde kullanılan ve başarı ile uygulanan bir tedavi şeklidir. Bu konudaki ilk deney 1905 yılında Alepis A. Carrel tarafından köpekte yapılan heterotopik kalp naklidir. İnsanlarda ise ilk başarılı kalp nakli 3 Aralık 1967’de Cope Town’da (Güney Afrika), Barnard tarafından yapılmıştır. Ocak 1968’de ise Stanford üniversitesinden Norman Shumway ortopetik teknikle kalp naklini gerçekleştirmiştir. Bu teknik en popüler tekniktir.

Kalp hastalığının son döneminde bulunan ve beklenen ömür süresi 6 ay veya daha az olan hastalar transplant adayıdırlar. Hastaların % 80-90’ı son dönem iskemik (kalp atardamar tıkanıklığına bağlı kalp beslenme bozukluğu) kalp hastalığı veya sebebi meçhul kardiomiyopati (kalp kasının hastalığı) dir. Çocukluk yaş grubunda ise ilk sırada kardiomiyopati gelmektedir. Doğuştan olan kalp kası bozuklukları, endokardial fibroelastosis (kalbin sertleşmesine yol açan bir hastalık) ve Doxorubisin adlı ilaca bağlı kardiomiyopati diğer sebeplerdir.

Doğuştan olsun, sonradan olsun kalp hastalığı olanlarda hastalığı son dönem kabul etme vasıfları şunlardır:

1) Tedaviye cevap vermeyen ciddi kalp yetmezliği.

2) Optimal tedaviye rağmen tekrar tekrar hastaneye yatırılma zorunluluğu.

3) Kardiak fonksiyon bozukluğuna yol açan ciddi atım düzensizlikleri.

Bu adaylarda aşağıdaki durumlar bulunursa genellikle ameliyata alınmazlar:

50 yaşın üzerinde olmak, şeker hastalığı, aktif mide ülseri, iki ay önce geçirilmiş akciğer enfarktüsü hikâyesi, aktif enfeksiyon, akciğer hipertansiyonu, ciddi bronşit ve amfizem, alkolizm, böbrek yetmezliği, psikiyatrik hastalık, karaciğer hastalığı, yabancı doku reddini baskılayan ilaçları almayı engelleyen sistemik hastalıklar.

Beş yaşın altında kalp naklinin teknik güçlükleri kabul edilmektedir. Kalbini veren ile bunu alan arasında kan grubu uygunluğu bulunması gerekir.

Kalbini veren herhangi bir sebeple kesin beyin ölümü oluşmuş kişilerdir. Kalp damarları tıkanabileceğinden kalbini veren erkeğin 35, kadının 40 yaşından yukarı olması tercih edilmez. Kalbini verenin ağırlığı alanınkinin en az % 20 azı olabilir. Kalbini verende de önemli diğer hastalıklar meselâ enfeksiyon olmamalıdır.

Kalp alınınca emin ve tesirli bir koruyucu mâyide saklanır. Ameliyattan sonra yabancı doku nakline red olayını baskılayıcı ilaçlar kullanılır: Cyclosporin, prednisone, akciğer enfeksiyonu sık görüldüğünden antibiyotikler verilir. Kalp içindeki dikiş hatlarında pıhtılaşmayı önleyici ilaçlar da verilir.

Doğuştan mevcût kalp bozukluklarının cerrâhi tedâvisi

Aşağıda ismi verilen ve tarifi yapılan kalp hastalıkları doğuştan mevcutturlar. Gebeliğin birinci ayında annenin geçirdiği kızamıkçık gibi enfeksiyonlar, kullanılan ilaçlar ve genetik bozukluklar sebebiyle hasıl olurlar.

Patent ductus arteriosus: Ana rahminde çocuğun aort damarı ile akciğer arteri arasında tabii olarak mevcut bir kanalın doğumdan sonra kapanması gerektiği halde açık kalmasıdır. Sol kalp yarısı zorlanır ve akciğer hipertansiyonu olur. Îman tahtası kemiğinin soluna doğru makine sesine benzer üfürüm duyulur.

Aort koarktasyonu: Aort damarı kalpden çıkıp sol subklavian arter kendisinden ayrıldıktan sonra aşağı dönerken meydana gelen daralmadır. Hayatla kabil olmayacak kadar daralabildiği gibi az miktardaki daralmalar da olabilir, kalp yetmezliği belirtileri yapabilir. Veya sadece kollarda yüksek fakat bacaklarda normal veya düşük tansiyonun tesbit edilmesi ile de tesbit olunabilir. Kalp yetmezliği veya beyin damarlarına tesiri ile ölüme sebep olabilir. Daralmış kısmın çıkartılması ile tedavi edilir.

Fallot tetralojisi: Genellikle 4 bozukluk bir arada olduğundan tetraloji denilmiştir. Bunlar akciğer çıkışında darlık, aorta çıkışının yer değiştirmesi, iki kalp karıncığı arasındaki duvarın deliği, sağ kalp karıncığının büyük olmasıdır. Bu hastalığa mavi bebek hastalığı da derler. Zira siyanoz (vücutta morluk) yapar. Yani temiz kan kirli kan ile karıştığından kanın rengi morarır ve ciltten de belli olur.

Atrial septal defekt: Kalp kapakcıkları arasında delik oldukça büyük ve çeşitli olup kan sol karıncıktan sağdakine geçtiğinden zamanla akciğer hipertansiyonu yapar. Büyük olursa tâmiri gerekir.

Ventriküler septal defekt: Sıktır. Doğuştan kalp hastalıklarının % 30-40’ıdır. Kalp karıncıkları arası duvarın deliğidir. Basınç farkından dolayı kan soldan sağa geçer. Atrial saptal defekt de olduğu gibi akciğer kan dolaşımına giden kan bedene gidenin 1,5-2 katı olunca ameliyat gerekir. Şiddetli akciğer tansiyonu varsa ameliyat yapılmaz.

Kalpden çıkan büyük arterlerin yer değişikliği: Sık rastlanır. Ölümcül tipinde bedene gidecek arter yani atardamar (Yani oksijenlenmiş temiz kan damarı) akciğere, akciğere gidecek olan (bedende kullanılmış kirli kan damarı) da bedene giderken aralarında hiç bağlantı yoktur. İki sistemi birbirine açarak akciğerde havalanan kanın bedene gitmesini sağlamak ile tedâvi edilir.

KALP KRİZİ

Alm. Herzanfalt (m), Fr. Crise (f), cardiaque, İng. Heart attack. Kalp adalesini besleyen koroner damarlardan birinin veya birkaçının (tıkanma, daralma veya geçici spazma bağlı olarak) âni yetersizliği netîcesinde, kalp adalesinin bir bölümünün ölmesi veya yetersiz beslenmesiyle netîcelenen ve göğüste özel bir ağrı ile kendini gösteren hastalık.

Kalp krizine sebeb olan en büyük faktör, damar sertliğidir (Bkz. Atardamar Sertliği). Damar sertliği vücuttaki bütün atardamarları etkilediği gibi koroner arterleri de etkilemektedir. Bu hastalık yıllarca devâm etmekte, hiçbir önleyici tedbir alınmadığı takdirde kalp krizi ile sonlanabilmektedir. Fakat genellikle kalp krizi ortaya çıkmadan önce göğüs ağrıları ile karakterize, angina pektoris denen haberci bir hastalık tablosu ortaya çıkmaktadır.Küçük yaşlarda başladığı ileri sürülen damar sertliği, genellikle 40 yaşından sonra angina pektorisle kendini göstermektedir.Tipik angina pektoris şöyledir: Hasta bir güç sarf ettiğinde (yürümek, koşmak, merdiven çıkmak), sinirlendiğinde âni olarak îmân tahtasının gerisinde bir ağrının olduğunu söyler ve elini yumruk yaparak yerini gösterir. Yâni ağrı tek bir noktada değildir. Ağrı baskı tarzında bir ağrıdır. Özellikle sol kola, çeneye, boyna ve hattâ karna ve sağ kola da yayılabilir. Bâzan çenede diş ağrısını andırabilir. Bu ağrı nöbeti genellikle 1-10 dakika kadar sürer. Dinlenme ile ve nitrit denen ilâçlarla çabucak geçer. Angina pektorisin kesin teşhisi, nöbet esnâsında çekilen bir elektrokardiyografi ile konulur. Bu hastaların çoğu, birtakım tedbirlerle oldukça sağlıklı ve rahat bir hayat sürerek yıllarca yaşayabilirler. Fakat bu hastalarda dâimâ kalp krizi ve buna bağlı âni ölüm tehlikesi vardır.

Kalp krizinin diğer sebepleri arasında yüksek tansiyon, kalp kapaklarındaki darlıklar, koroner damarların kendiliğinden uzun süreli olarak kasılarak daralması (spazm) da sayılabilir. Ayrıca koroner arterlerin kalpten gelen bir pıhtı, bir yağ parçası veya hava kabarcığı ile tıkanması da kalp krizine nâdir de olsa yol açabilir.

Kalp kasının ölmesi için, koroner arterin ileri derecede yetersiz hâle gelmesi gerekir. 100 gr kalp kası, canlı kalabilmek için dakikada 1,3 ml oksijene ihtiyaç duyar. İstirahat hâlindeki bir kalbe ise yaklaşık olarak dakikada 100 gramına 8 ml oksijen gelir. Bu yüzden normal koroner kan akımının % 10-15’i mevcut olsa bile kalp kası ölmeyecektir.

Kalp krizi ile hastada görülen durumlar:

En belirgin olanı göğüs ağrısıdır. Bu ağrı, yukarıda anlatılan angina pektorise benzer. Farklı olarak, şiddeti daha fazladır, dinlenmekle, ilâç almakla geçmez, ısrarla devâm eder. Hasta soğuk soğuk terler, arasıra bulantı-kusma da eşlik eder. Hasta şiddetli bir ölüm korkusu içerisindedir. Ağrı bâzan kısa süreli olabilir, çoğu zaman yarım saati geçer veya saatlerce sürer; günlerce devâm ettiği de olur. Hastalar son haftalar veya günler içinde patlak veren ilk angina pektoris nöbetlerinden veya eski nöbetlerin son zamanlarda sıklaşıp ağırlaştığından bahsederler.Hastalar bâzan gerçek bir ağrı duymadıklarını ifâde ederler ve göğüslerinin ortasında bir sıkıntı, bir huzursuzluktan söz ederler. Fakat bir kalp krizinin gerçekten hiç ağrısız oluşu, çok nâdir bir durumdur.

Nabzın dolgunluğu ve hızı normal olabilir. Fakat ritm bozukluğu sık görülür. Tansiyon genellikle yavaş yavaş düşer. Ara sıra kalpte, dinleme cihazı ile üfürüm denen ses duyulur. Nâdiren krizden 24 saat sonra 38°C’yi bulan bir ateş görülebilir. Bu belirtilerin çoğu birkaç gün içinde kaybolur, devâm etmeleri hastalığın ağrılığına bağlıdır.Hastanın durumu ve elektrokardiyografi ile kolayca teşhis konulur. Ayrıca kanda bâzı enzimlerin (serum kreatin fosfokinaz, serum glutamik oksalasetik asit tansaminaz vb.) yükselmesi de yol göstericidir.

Hastalığın gidişi: Hastalığın erken döneminde birtakım istenmeyen durumlar ortaya çıkar. Bunları şöyle sıralayabiliriz.

Kalbin ritm ve iletim bozuklukları: Hastaların % 95’inde ortaya çıkar. Bunların yarısı kadarı üstünde durulacak kadar mühim değildir.Kalbin hızlanması, yavaşlaması, kulakçıkların düzensiz titremeleri (fibrilasyon), karıncıklarda normal dışı kasılmalar, karıncık titreşimleri (fibrilasyonu) olabilir. Karıncık fibrilasyonu hayatla bağdaşmaz, önlenemezse ölümle sonlanır.

Şok: Cilt, soğuk ve terlidir. Eller ayaklar morarmıştır. Hasta bitkin ve durgundur. Tansiyon düşüktür. Genellikle ölümle sonlanır.

Sol kalp yetersizliği: Vakâların üçte ikisinde 48 saat içerisinde yerleşir. Kan, akciğerlerde birikince; öksürük, yatarken rahatsızlık hissi, solunum zorluğu, cilt ve dudaklarda morarma gibi belirtiler ortaya çıkar. Kalp yetmezliği, kalp kasının kasılabilme gücünün azalması sonucu meydana gelir. İlerlerse ve önlenmezse kalpten atılan kan miktarı azalacağı için, hasta şoka girer ve ölür. Sağ kalp yetmezliği de görülebilir. Akciğer enfarktüsü: Kalp krizini izleyen 2-3 gün içerisinde hastada âni bir tansiyon düşüklüğü veya sağ kalp yetmezliği tesbit edildiği takdirde akla gelir. Göğüs ağrısı ve kanlı balgam da bulunur.

Kalp kasının yırtılması: Kalp krizinden sonra ölümlerin % 10 kadarı özellikle yaşlılarda, sol karıncık duvarının yırtılması sonucu görülür. Öldürücüdür.

Papiller adale yırtılması: Kalp karıncığında bulunan parmaksı adaleler de, kas ölümü netîcesinde yırtılabilir. Şâyet ölüm olmazsa, mitral kapak yetersizliği şeklinde kendini gösterir.

Kalp krizinin geç döneminde de birtakım rahatsızlıklar ortaya çıkabilir:

1. İkinci bir kalp krizi öldürücü olabilir.

2. Tekrarlayan ağır kalp ritm bozuklukları.

3. Kalp karıncığının dışa doğru balonlaşması (ventrikül anevrizması): Hastaların % 10-20’sinde görülür. Tehlikeli olabilir.

4. Omuz-el sendromu:Hasta sol kolunu ve sol omuzunu oynatmaktan korktuğu için ortaya çıkar. Omuz hareketleri sınırlıdır, omuz mafsalı ağrılı ve hassastır. El ve parmaklarda şişme görülür.

Kalp krizi geçirenlerin dörtte biri daha ilk dakikalarda ölür. ilk dakikaları atlatanların da % 20-40 kadarı bilâhare ölmektedir. Bu ölüm oranı, hastaların yaşına, öteden beri kalp damar hastalıkları olup olmadığına, geçirilen enfarktüsün genişliğine ve zamânında tıbbî müdâhale yapılıp yapılmamasına bağlıdır. Ölümlerin % 60’ı ilk iki güne dağılır.

Bütün kalp krizi geçiren vâkıalar gözönüne alınırsa, % 80-90’ı en azından bir sene, % 75’i en az beş sene, % 50’si 10 sene ve % 25’i en az 20 sene yaşar. Bundan sonra yeni bir kriz veya âni ölüm tehlikesi her zaman için sözkonusu olmakla berâber, ilk krizden sonraki seneler uzadıkça bu tehlike gittikçe azalır. Vak’aların büyük bir kısmı krizin başından îtibâren üç ay sonunda ve kriz atlatan vak’aların tamâmı altı ay içinde, krizden önceki işlerinin başında olmalıdırlar.

Tedâvi: Kalp krizi teşhisi konulan hasta, derhal sırtüstü yatırılır, güç sarf etmesi önlenir. Hasta evdeyse en kısa zamanda hastaneye nakledilir. İlk yapılacak iş, hastanın ağrısını dindirmektir. Bu maksatla dolantin veya morfin gibi güçlü analjezikler zerk edilir. Gerekirse sâkinleştirici iğne yapılır. Tehlikeli ritm bozukluklarına karşı tedbir alınır. Hasta, bir “koroner bakım ünitesinde” devamlı kontrol altına alınır. Monitör cihazından kalbin durumu devamlı olarak izlenir. Gerekiyorsa hastaya oksijen verilir, serum takılır. Eğer kalp yetmezliği ritim bozukluğu vb. komplikasyonlar ortaya çıkmışsa tedâvi ona göre ayarlanır. Hastanın diyeti de tanzim edilir. Kabızlık kesinlikle önlenir. Genellikle ilk bir hafta mutlak yatak istirahati uygulanır. Bilâhare durum iyiye gidiyorsa, hasta rahat bir koltuğa oturabilir, daha sonraları birkaç adım atmasına müsâade edilir. Bu hastalar 3-4 hafta içinde hastaneyi terk edebilirler. İstirahat ve rehabilitasyon programı hastadan hastaya değişir.

Kalp krizlerinde ilk birkaç saat zarfındaki en korkulu komplikasyon olan birden ölüm probleminin halli yönünden âcil tedâvi imkânlarını toplayan geçici ekipler düzenlenmiştir. Bunlar derhal hastanın evine koşmakta ve ilk tedâviye orada başlamaktadır. Gerekli müdâhaleyi yapıp, hastaları bundan sonra en ideal şartlarla hastanelere nakletmektedirler. Bu âcil ambulans servis personelinin de özel olarak yetişmiş kişilerden kurulması gerekmektedir. Bu sistem batılı ülkelerde işlemektedir. Ülkemizde de sistemin yerleştirilme çalışmaları devâm etmektedir.

Kalp krizlerini önlemek pek mümkün olmasa da, en azından uygun bir tedâvi, uygun bir diyet ve bâzı hususlara dikkat etmek sûretiyle geciktirmek mümkündür. Özellikle 40 yaşını geçen şahıslar, hiçbir şikâyetleri olmasa da kalp yönünden belirli peryotlarla muâyene edilmelidir. Damar sertliği tesbit edilenler, angina pektorisi olanlar devamlı olarak belirli ilâçları kullanmalı, sigara ve alkol almamalı ve riski artırıcı diğer faktörlerden uzak durmalıdırlar.

Günümüzde kalp damarı tıkanıklıkları için anjyoplasti (balon metodu) ve kalp pompası gibi ameliyatsız yeni yeni tedâvi yolları uygulanmakta ve geliştirilmektedir.

KALP PİLLERİ

Alm. Herzschrittmacher, Fr. Entraineur (m), İng. Pace-makers. Düzenli uyarılar göndererek, kalbin pompalama görevini düzgün biçimde sürdürmesini sağlayan özel pil. Bütün kaslar, elektriksel uyarılara duyarlıdır; ama, kalbin duyarlığı, bunların çoğundan fazladır.

Kalp uyarıcıları üç grupta toplanır: En basitinden en karmaşığına kadar bütün hayvanlarda bulunan tabiî düğümsü doku; beden dışında yer alan ve hastânelerde geçici olarak kullanılan dıştan takma elektronik kalp uyarıcıları; ameliyatla bedene yerleştirilen minyatür kalp pilleri. Düğümsü doku, uyarı sayısını bedenin ihtiyaçlarına göre düzenler. Meselâ bir yetişkinin kalbi, uyku anında dakikada yaklaşık olarak 55-65 vuruş yapmasına karşılık, ağır işler sırasında kalbe gelen kan miktarında artış olduğundan 100’den fazla vuruş yapabilir. Aşırı çaba gerektiren geçici dönemlerde, vuruş sayısı dakikada 200’ü aşabilir. Kalbin vuruş sayısının yapılan ağır işle orantılı olarak artması, dokunun oksijen ihtiyacının karşılanabilmesi içindir. Kalbin bir bozukluk sonucunda uyarı almaması, pompalama işlemini durdurmasına yol açar.

Dıştan takma pil: Âniden meydana gelen tehlikelerde ve geçici durumlarda kullanılır. Dıştan takma kalp pili, bir toplar damara yerleştirilerek kalbin sağ karıncığına uzatılan ve ameliyatla yerleştirilen ince boru (kateter) yardımıyla çalışır. Kateter muhtevasında, elektrikî yönden hassas, uyarıcı, cihazlar vardır.

İçe takılan kalp pili: Bu modellerin bâzılarında cihaz, hastanın göğsüne band gibi bir tutucuyla yapışır ve yalnızca elektrotların bedenin içine yerleştirilmesi gerekir. Cihaz kendisi için gerekli olan gücünü, göğüste ve cepte taşınan veya kemere takılan pillerden alır. Beden içine yerleştirilen kalp pilleri, 1950 yıllarının sonlarında kullanılmaya başlanmıştır. Bunlardan uzun süreli kullanım sırasında gösterdikleri özellikleri hâlâ araştırma safhasındadır.

Beden içine yerleştirilen piller yıllarca bozulmadan çalışmalı, uzun ömürlü olmalı (günümüzde bu süre 3-4 yıldır); devre, çok az akımla çalışacak biçimde düzenlenmeli; çıkıştaki uyarıcı gerilim, pilin durumundan ve değişmelerden etkilenmemelidir. Bu özelliklerin yanısıra, cihazın çevresindeki koruyucunun, beden sıvılarını sızdırmayacak biçimde olması, elektrot sisteminin de mekanik ve elektronik açıdan güvenilir olması gerekir.

Kalbi yeterli biçimde çalışmayan hasta, hastaneye götürülür. Hastânede küçük bir ameliyat uygulanırken kalbin görevini yardımcı bir cihaz devralır ve hastanın göğsüne minyatür bir sistem yerleştirilir. Kalp pili takılan hasta belirli aralıklarla kontrol için hastâneye gitmenin dışında herkes gibi normal bir hayat sürdürebilir.

KALP YETMEZLİĞİ

Alm. Herzschwäche (f), Fr. Insuffisance (f) cardiaque , İng. Cardiac insufficiancy. Kalbin, doku ve organların ihtiyâcına yetecek kadar kan pompalama gücünün olmaması. Kalp yetmezliğinde kalbin dakikada vücûda verdiği kan miktarı, artmış veya azalmış olabilir. Ancak vücûda pompalanan kan miktarı vücûdun metabolik ihtiyaçlarını karşılamaya yetmiyorsa, kalbin dakikada verdiği kan miktarı normalden fazla bile olsa, kalp yetmezliği vardır.

Kalbin sol tarafının mekanik pompa gücünün azalması hâlinde “sol kalp yetmezliği”, sağ tarafın pompa gücünün azalması hâlinde “sağ kalp yetmezliği”; her ikisinin de azalması hâlinde ise “total kalp yetmezliği”nden bahsedilir. Sağ kalp yetmezliği çok kere, sol kalp yetmezliğine bağlı olarak ortaya çıkar.Kalp yetmezliği istirahatle belirgin değilse, sâdece hareket, ateş, heyecan gibi durumlarda belirgin hâle geliyorsa “gizli kalp yetmezliği”nden bahsedilir.

Kalp yetmezliğinin birçok sebebi vardır:Kalp boşluklarından kanın atılmasına engel bulunan durumlar (meselâ aort kapağı darlığı, pulmonal darlık), kapak yetmezlikleri, karıncık balonlaşması, kalp adalesini tutan hastalıklar (kardiyomyopatiler, beriberi, hiper ve hipotroidi, enfarktüs, myokarditler) ve kalbin bâzı ritm bozuklukları bunlar arasında sayılabilir.

Kalp yetmezliğinin başlangıcında ortaya çıkan durumu dengeleyebilmek için birtakım mekanizmalar harekete geçer. Deri, kas, böbrek ve dalak damarlarında büzülme olur. Kan akımı, beyin ve kalp gibi daha hayâti öneme hâiz organlara yöneltilir. Kalbin atım sayısı artar. Dokuların kandan oksijen çekme kâbiliyetleri, böbreğin su ve tuz tutma kapasitesi artar. Daha ileri dönemde kalp kasında da irileşme olur ve kalp büyür. Şâyet bu mekanizmalar gelişmekte olan kalp yetmezliğini dengelerlerse belirtiler ortaya çıkmaz. Bu dengenin yetersizliği hâlinde ise kalp yetmezliği belirtileri ortaya çıkar.

Vak’aların çoğunda, hareketlilikle ortaya çıkan nefes darlığı başlangıç belirtileridir. Kalp yetmezliği daha da ilerlerse, istirahatte de nefes darlığı ortaya çıkar. Özellikle gece yatarken nefes darlığı ve hava açlığı hissi ile uyanırlar. Otururken daha rahattırlar, öksürük ve balgam da vardır. Balgamda kan bulunabilir. Vücutta tuz ve su birikimi netîcesi ağırlık artar, ayaklar şişer, karında su toplanabilir, iştahsızlık ve çabuk yorulma, geceleyin sık sık idrara çıkmak, karın ağrıları, kabızlık söz konusudur.

Bu hastaların kalpleri büyümüştür. Dinlemekle, kalp seslerinde kendine has değişiklikler fark edilir. Röntgen de teşhise yardım eder. Tedâvi edilmeyen kalp yetmezliklerinde, hasta giderek kötüleşir ve genellikle akciğer ödemi (şişmesi) ile ölür.

Tedâvide esas, kalp yetmezliğine yol açan sebebi ortadan kaldırmaktır. Bunun yanında hastaya istirahat tavsiye edilir; su ve tuz kısıtlanır; hazmı kolay, kaloriden zengin proteinli bir diyet uygulanır. Verilecek ilâçların başında ise digital gelir. Ayrıca idrar söktürücü ilâçlar, bronş genişletici ilâçlar ve gerektiğinde antibiyotik, vitamin tatbik edilir. Âcil durumlarda müsekkin verilir ve oksijen koklatılır.

KALPAZANLIK

Alm. (Ver) fälschung Falschmünzerei (f), Fr. Falsification (f), İng. Counterfeiting, falsification. Hükümetin çıkardığı kâğıt para, sikke, pul veya tahvilin, kânunsuz basılması ve tedavüle çıkarılması. Özel teşebbüse âit tahvil, uçak bileti, seyahat kartı, kredi kartı gibi geniş ölçüde kullanılan ve paraya çevrilebilen her türlü değerli kâğıt da kalpazanlığın sahasına girer.

Çinlilerin kâğıt para kullanmasıyla başlayan kâğıt para kalpazanlığının, 20. asırda başlıca konusu piyasada değeri yüksek olan, Alman markı, Amerikan doları gibi banknotlar olmuştur. Uzmanlara göre kalpazanlık en çok Fransa ve Hong-Kong’da yapılmakta, sahte kâğıt paralar bu iki memleketten dünyâ piyasasına sürülmektedir.

ABD’de yılda ortalama 10 milyon sahte dolar basılmakta, bunların büyük kısmı, piyasaya sürülmeden ele geçirilmektedir.

Ofset baskı ve fotokopi tekniğinin gelişmesiyle kalpazanlık eskiye göre kolaylaşmıştır. Kalpazanlar grup hâlinde veya ferdî olarak çalışmaktadırlar. Basılan paralar genellikle bir mikdar düşük değerden piyasaya sürülmektedir.

Îmâli daha güç olduğu için sahte altın para basılmasına daha az rastlanır. Fakat enflasyondan korunmak isteyen halkın talebini karşılamak üzere İkinci Dünyâ Harbinin ardından İngiltere’de bol mikdarda sahte altın para basılmıştır.

Zaman zaman pul kalpazanlığı da yaygınlaşmakta, eski posta pulları basılarak pul kolleksiyoncuları aldatılmaktadır.

Harp eden devletlerin de, birbirlerinin paralarını bol mikdarda basarak ekonomilerini çökertmeye çalıştıkları târihte görülmüştür. 1470’te Milan Dükü, harp hâlinde bulunduğu Venedik’in parasını bol mikdarda bastı. İkinci Dünyâ Harbinde Almanlar İngiliz sterlini, Amerikalılar Japon yeni basarak hasımlarını zayıflatmaya çalıştılar.

Aslından ayırd edilemeyen sahte para yoktur. Amerikan dolarının basımında, kalpazanların taklid edemediği, içinde metalik maddeler bulunan mürekkepler kullanılır. Baskıda kullanılan ve özel olarak hazırlanan kâğıtları taklid etmek daha zordur. İngiltere’de, banknotlarda, metalik bir şerit kullanılır.

Sahte parayı ayırt etmek için yapılan testlerde, bu teller elektriği iletir. Elliden fazla memlekette bu şeritler kullanılmaktadır. Sahte parayı anlayabilmek için, herkesin yapabileceği en faydalı usûl, ışığa tutmaktır. Sahte paranın renkleri mat, resimler karanlıktır. Baskıda önem verilmediği için arka yüzde hatalar daha çoktur.

Eline sahte para geçenlerin, bunu aldıkları kimseyi şüphelendirmeden polise haber vermeleri, bu arada parayı vereni oyalamaları, aksi takdirde belirgin özelliklerini, meselâ arabasının plakasını not etmeleri tavsiye edilmektedir.

Kalpazanlıkla ilgili yasaklayıcı hükümler, Türk Ceza Kânunu’nun, “Ammenin îtimadı aleyhinde cürümler” başlığı altında madde 316-338’de düzenlenmiştir. Bu kânuna göre, memlekette kanunen tedâvül eden millî paralarla, yabancı memleketlerde tedâvülü kânunları îcâbından olan paraları taklit eden üç yıldan on iki yıla kadar ağır hapis ve doksan bin liradan dokuz yüz bin liraya kadar ağır para cezası ile cezalandırılır.

İslâm dîni, alışverişte ve diğer muâmelelerde insanları zarara sokmayı büyük günah, suç saymıştır. Alışverişte Müslümanlara ve diğer insanlara zarar vermek ziyan yapmak iki türlüdür. Birisi herkese zararı dokunan karaborsa (ihtikar) yapmak (Bkz. Karaborsa) ve piyasaya kalp para sürmektir. Diğeri de, alışverişte bulunulan kimseye yapılan zarardır. Zarar veren her iş, zulüm, yâni haksızlık olur. Zulüm ise haramdır, büyük suçtur. Her Müslüman, kendisine yapılmasını istemediği bir şeyi diğer dinden olanlara da yapmamalıdır. Herkese yapılan zararın biri de kalp para sürmektir. Yani kalpazanlıktır. Alan, anlamazsa, zulmedilmiş olur. Anlarsa, o da başkasını, başkası da bir diğerini zincirleme aldatırlar. Elden ele dolaştıkça, günahı, hep birinci kimseye de yazılır. Bunun için; “Bir sahte lira vermek, yüz lira çalmaktan daha fenadır.” buyrulmuştur. Çünkü, hırsızlığın günahı bir keredir. Bunun günahı ise, öldükten sonra bile devam eder. En zavallı kimse, ölüp gittiği halde, bıraktığı kötülük sebebiyle günahı tükenmeyen kimsedir. Öldükten senelerce sonra günahı yazılır ve azâbını çeker.

Eline sahte para geçen, onu yok etmeli, kimseye vermemelidir. İnsan paraları iyi tanımalı ve aldanmamaktan ziyâde, kimseyi aldatmamaya dikkat etmelidir. Bilmeyerek alıp vermek de günahtır. Çünkü insanın başına gelen her işin, dindeki ilmini öğrenmesi vâciptir, yâni gereklidir. Yok etmek niyetiyle kalp para almak sevaptır. Ayarı bozuk mâden paraları yok etmemeli, söyleyerek emin kimselere, hükûmete vermelidir. Hîle edecek kimselere vermesi, silâhı, yol kesene satmaya benzer. Bunu dînimiz şiddetle yasaklamıştır.

KALSÂDÎ

On beşinci yüzyılda Endülüs’te ve Kuzey Afrika’da yetişen matematik ve Mâlikî mezhebi fıkıh alimi. İsmi, Ali bin Muhammed bin Muhammed bin Kureşî olup, künyesi Ebü’l-Abbâs, lâkabı Nûreddîn’dir. Kalsâdî diye meşhur oldu. 1412 (H.815) senesinde Endülüs’ün Basta şehrinde doğdu. 1486 (H.891) senesi Zilhicce ayında Kuzey Afrika’daki Becâye şehrinde vefat etti.

İlk tahsiline doğum yerinde başladı ve Kur’ân-ı kerîmi meşhur kırâat imâmlarından İmâm-ı Nâfî’nin kırâatini; İmâm-ı Verş rivâyetine göre fıkıh âlimi Aziz’den öğrendi. Daha sonra Muhammed Kusturlî ve Fakih Câfer’den  matematik, feraiz ve fıkıh ilmi tahsil etti. Menekeb şehrine giderek buranın hatibi Ebû Abdullah Becel’den ve Ebü’l-Hasan Âmirî’den nahiv ve fıkıh ilimlerini öğrendi. 1436 senesinde Tilmsan’a giderek Şeyh Ahmed bin Zâgî’nin derslerine devam etti. Uzun zaman ilim tahsili ile meşgul olan Kalsâdî, özellikle ferâiz ve matematik ilimlerinde yüksek bir mertebeye ulaştı. 1443 senesinde ilim öğrenmek için Tunus’a gitti. Tunus’ta birçok alimin derslerini takib etti. 1446 senesinde hacca gitmek üzere yola çıktı. İlim aşkıyla yanan Kalsâdî, bu seferi sırasında rastladığı birçok âlimin ilim meclislerinde bulundu. Hac farizasını yerine getirdikten sonra Kahire’ye döndü. Burada ilim tâliplerine hem ders veriyor, hem de başka âlimlerin bilgilerinden istifâde edebebilmek için onların derslerine devam ediyordu. Daha sonra Gırnata’ya döndü. Fakat çıkan savaşlar yüzünden Kuzey Afrika’ya gitti ve Becâye şehrinde vefât etti.

Kalsâdî, matematik ilminde yüksek dercelere kavuştu. Günümüze kadar kullanılan cebirle alakalı rumuz ve işâretleri ilk defa kullandı. Cebire âit işâretler ve rumuzları batı bilim dünyâsında 1540 ile 1603 seneleri arasında yaşayan Fransız François Viete’in bulduğu iddiâ ediliyorsa da, Kalsâdî’nin eseri incelendiğinde, bu iddianın yanlış olduğu görülür. Kalsâdî, Fransız matematikçiden 1,5 asır önce yazdığı eserinde cebire âit işaretleri kullanmıştır. Ayrıca, İbn-i Bennâ’nın matematiğe dair çalışmalarını açıklayıp genişletti. Kesirler teorisi, pozitif ve negatif sayılar üzerine çalıştı ve bunlara önemli ilâveler yaptı. Sayıların yaklaşık karekökünü bulma metoduyla ilgili yeterince hassas formüller geliştirdi. Kalsâdî, bugünkü şekli ve kesirleri ilk kullanan âlimdir. Kalsâdî’nin üzerinde çalışarak geliştirdiği yaklaşık karekök bulma formülleri şöyledir:  

                        d     

a2 + d = a + ¾¾ a

                         2   

                                          d       

eğer a>d ise a2 + d = a + ¾¾¾

                                          2a+1  

                                           d      

eğer d<a ise a2 + d = a + ¾¾  olur.

                                            2a  

                                         d+1       

eğer a<d ise a2 + d = a + ¾¾¾¾   olur.

                                          2(a+1)   

Kalsâdî, din ve fen ilimlerine dair birçok eser yazmıştır. Bunların en meşhuru matematik ilmine dâir olan Keşf-ül-Esrâr an İlmi Hurûf-il- Gubâr’dır. Eser, dört bölüm ve bir hatimeden meydana gelmiştir. Birinci bölümde, toplama, çıkarma, çarpma, bölmeye dâir bilgiler; ikinci bölümde kesirlerin toplaması, çıkarması, çarpması ve bölmesi ile ilgili bilgiler; üçüncü bölümde, karekökle ilgili işlemler; dördüncü bölümde çeşitli cebir formülleri; hatime kısmında ise tam ve eksik sayının bulunması ve çeşitli formüller hakkında bilgi verilmektedir. Kalsâdî bu eserini yazarken, Harezmî, Sâbit bin Kurre ve Ömer Hayyan gibi âlimlerin eserlerinden faydalanmıştır. Kalsâdî’nin bu eseri günümüze kadar Avrupa ve bütün dünyâ üniversitelerinde ders kitabı olarak okutulmuştur. Cebirin bugünkü duruma ulaşmasında onun payı büyüktür.

Kalsâdî’nin yazdığı eserlerden bâzıları şunlardır:

1) El-Kârûn fil-Hesâb, 2) Keşf-ül-Cilbâb fî İlm-il-Hesâb, 3) Eşref-ül-Mesâlik ilâ Mezheb-il- İmâm-ı Mâlik, 4) Bugyet-ül-Mübtedî ve Günyet-ül-Müntehî, 5) Takrîb-ül- Mevâris ve Müntehâ-el-Ukûl vel-Bevâhis, 6) Tenbîh-ül-İnsân ilâ İlm-il-Mîzân, 7) Şerh-ul-Ecrûmiyye, 8) Şerhu Îsâgûci, 9) Şerh-ut-Telhîs fil-Me’ânî vel-Beyân, 10) Şerh-ut-Tilmsâniyye, 11) Şerh-ul-Kasîdet-il- Hazreciyye, 12) Keşf-ül-Esrâr an İlmi Hurûf-il-Gubâr, 13) Şerh-ul- Kuşeyriyye, 14) Gunyet-ün-Necât, 15) En-Nasîhatü fis-Siyâset-il-Amme vel-Hassa, 16) Hidâyet-ül-Enâm fî Şerhi Muhtasarı Kavâid-il-İslâm, 17) Hidâyet-ün-Nezzâr fî Tuhfet-ül-Ahkâm vel-Esrâr.