KAHT-I RİCAL

Bir memlekette büyük devlet ve siyâset adamları ile âlimlerin bulunmaması. Osmanlı Devletinde bilhassa Tanzimâttan sonra “kaht-ı rical” tâbiri çok kullanılmıştır. Devlet adamlarının yetişmemesi, âlimlerin çok azalması, devletin yıkılış sebeplerinden birisidir.

Büyük imparatorluk hâlindeki Osmanlıları yıkmanın tek şartının, onları ilimden, dirâyetli devlet adamlarından mahrum bırakmak olduğuna inanan İngilizler (iki asır boyunca bu iş için uğraştılar) fen ve din ilimlerinin okutulduğu medreselerin yozlaşması için var güçleriyle çalışarak, 19. asrın sonu ve 20. asrın başında arzularına tamâmen ulaştılar. Artık Osmanlıda devlet ve ilim adamı sayılabilecek çok az kimse yetişti. Bu bakımdan o zamanlar kaht-ı rical tâbiri günlük lisanda çok kullanılır oldu.

KAHVALTI

Alm. Früshstcük  (n), Nachmittagskaflee (m), Fr. Déjeuner (m), Collation (f), İng. Breakfast, light refreshment.Genellikle sabah vakitleri yenilen, kalorisi bol ve hafif yemek. Tıp otoritelerine göre insan sağlığında sabah kahvaltısının önemi çok büyüktür. Günlük kalorinin üçte birinden fazlasının kahvaltı yiyeceklerinden alındığı, bilinen bir gerçektir. Bunun sağlık ve işverimi bakımından önemi büyüktür.

Kahvaltılarda genelde: Peynir, zeytin, reçel, bal, yağ, kaymak, yumurta, sucuk, pastırma gibi şeylerden duruma göre bir veya birkaçı yenir. Süt, kahve, çay, ıhlamur gibi sıcak şeyler içilir. Bütçeye, örf-âdet, gelenek ve göreneklere göre kahvaltı yiyecekleri değişebilir. Kahvaltıda genellikle az ve soğuk yiyeceklerden ibâret yemeklerin de bulunduğu olur.

Memleketimizin bâzı yerlerinde kahvaltı yerine sıcak çorba içilmesi de bir gelenek hâlindedir. Bilhassa Anadolu’da sabahları tarhana çorbası içmek meşhurdur. Kahvaltıda, meyve yenildiği ve meşrûbât içildiği yerler de vardır.

KAHVE (Coffea)

Alm. Kaffee (m), Fr. Café (m), İng. Coffee. Familyası: Kökboyasıgiller (Rubiaceae). Türkiye’de yetiştiği yerler: Tabiî olarak yetişmez. Kültürü yer yer yapılır.

Vatanı Afrika olan fakat bugün tropikal bölgelerde yetiştirilen küçük boylu ağaç ve ağaççıklar. Kışın yapraklarını dökmez, çiçekleri beyaz, meyveleri 1-2 tohumlu olup kırmızıdır. Yabânî olarak yetişen kahve ağaçlarının boyları 5-7 m olduğu hâlde kültür olarak yetiştirilenlerin boyları 2-3 metreyi geçmez. Kahve ağaçlarının en iyisi Arabistan’da yetişenidir.

Kahve, insanlar tarafından ilk olarak Habeşistan’da 3. yüzyılda yetiştirilmeye ve kullanılmaya başlanmıştır. On sekizinci yüzyılda Mekke’ye hacca giden Habeşistanlılar, kahveyi Arabistan’a ve bütün Müslüman âlemine tanıtmışlardır. Böylece Müslümanlar tarafından bilinen ve kullanılan kahve, Osmanlılar zamânında Avrupa’da görevli elçiler yoluyla önce Venedik, İngiltere, Fransa’ya daha sonra da, bütün batı devletlerine tanıtılmıştır. Kahve, en çok Habeşistan, Libya, Brezilya, Meksika, Hindistan, Arabistan ve Orta Amerika’da yetiştirilir.

Kullanıldığı yerler: Kahve çekirdeklerinin kavrulup döğülmesinden ve sıcak suyla kaynatılmasından meydana gelen içecek “kahve” olarak bilinir. Kahvenin bileşiminde en önemli olarak kafein alkoloidi vardır. Kafeinin az miktarının damarları genişletmek sûretiyle uyarıcı etkisi vardır.Kalbi kuvvetlendirir, sindirimi kolaylaştırır, böbrek damarlarını genişleterek idrarı çoğaltır, solunumu hızlandırır. Kanı beyne çekerek, beynin faaliyetini arttırır ve narkotiklerle zehirlenmelere karşı kullanılır. Fazla miktarda alındığında uyarıcı etki fazlalaşır, kalbin çarpıntısını arttırır, kulakların uğuldamasına sebeb olur. Çok fazla alınırsa ölümle sonuçlanır.

Kahvede az miktarda protein, yağ ve sakkaroz bulunur. Kahve, ya çekirdek olarak veya çekilmiş olarak (kavrulup-öğütülmüş) olarak satılır. Kavrulup öğütülmüş kahve çabuk bayatladığından, daha çok çekirdek kahve tercih edilir.

Dünyâda en çok kahve üreten ülkeler şunlardır:Brezilya, Kolombiya, Venezuella, Meksika, Orta Amerika, Arabistan, Habeşistan, Kenya, Hindistan, Endonezya, Hawai, Filipinler.

Kahve dünyâda 23’ten fazla ülkede üretilmektedir. Son zamanlarda Türkiye’nin güney kısmında Antalya bölgesinde de kahve üretimi denemeleri yapılmaktadır. Araştırmalara göre dünyâda toplam  olarak1979 yılında 4.936.000 ton, 1980 yılında 4.702.000 ton kahve üretilmiştir.

Dünyâ Kahve Üretimi

Bölge ve Ülke

1991-1992 Üretimi (ton) (tahmînî)

Kuzey Amerika

1.086.000

El Salvador

 141.000

Guatemala

 206.400

Honduras

 132.000

Kostarika

151.800

Meksika

 27.600

Güney Amerika

3.071.400

Brezilya

1.710.000

Ekvador

 108.000

Kolombiya

1.077.600

Afrika

1.138.200

Etiyopya

180.000

Fildişi Kıyısı

 237.600

Kamerun

 84.000

Kenya

 94.200

Uganda

 180.000

Zaire

 90.000

Asya ve Okyanusya

 876.000

Endonezya

 426.000

Hindistan

 192.000

Toplam

 11.209.400

Kahvenin içimi: Kahvenin içecek olarak hazırlanmasında her memleketin kendine göre usûlleri vardır.Memleketimizde “Türk kahvesi” veya “alaturka kahve” diye meşhur olan kahve şöyle hazırlanır:

Tâze olarak kavrulmuş ve çekilmiş kahve kullanılır.Türk kahvesinde en önemli özellik bol köpüklü olması ve cezvelerde pişirilmesidir. Cezveye önce kahve ve isteğe göre (az-orta-şekerli) şeker konulur. Sonra soğuk su ilâve edilir, iyice karıştırılıp kaynatılır, köpüğü taşmadan fincanlara servisi yapılır.

Alafranga veya memleketimizde neskafe olarak bilinen kahveler ise, birtakım işlemlerden geçirilir. İri veya ince çekilmiş kahve tânelerinin üzerinden kaynar su geçirilir. Sonradan içersine süt, krema gibi bâzı maddeler ilâve edilir. Suyu uçurulur. Ticârette kavanozlar içerisinde toz olarak, piyasaya sevk edilir. İçilirken de üzerine sıcak su, süt, şeker ilâve edilerek içilebilir. Kahve ihtiyaçtan fazla alınırsa insanda uykusuzluk, çarpıntı, aşırı decede sinirlilik meydana getirir.

KÂHYA

Alm. Haushofmeister, Houshofmeister, Verwalter, Aufseher (m), Fr. Intendent; directeur, gardien (m), İng. Steward; majordomo, warden, caretaker. Büyük konaklarda ev işlerini idâre edenler. Sanat ve ticâret sâhiplerinin işlerine bakmak üzere hükümet tarafından seçilenler.

Çiftlik kâhyası çiftlik sâhibi adına, çiftliğin işlerini çekip çeviren; dolmuş kâhyası ise dolmuş yapan otomobilleri sıraya koyan, dolmuş müşterisini toplayan kişidir.

Osmanlılarda kâhya ile kethüda her ne kadar eş anlamda ise de, zamanla bu iki kelime arasında kavram bakımından farklılıklar meydana geldi. Kethüdalık resmî bir devlet memûriyeti hâline gelirken; kâhyalık daha çok esnaf kuruluşlarında, esnaf ve zanaatkârlarla hükümet arasındaki münâsebetleri yöneten yarı resmî bir memuriyet oldu.

Kâhyalar önceleri esnaf şeyhlerinin, nakîp veya yiğitbaşlarının yardımcılarıydı. Daha sonraları vazîfeleri icabı hükümete muhatap olduklarından, nüfuzları artarak temsil ettikleri esnaf kuruluşunun tek şahsı durumuna geldi.

Seçilmiş oldukları esnaf kuruluşuna hükümetin emirlerini tebliğ ederler; narh, imâlât, satışlar husûsunda hükûmet nezdinde tek sorumlu olarak görülürlerdi. Kâhyalar, esnafla hükûmet arasında tek aracı olduğundan, tâyin ve terfilerine çok dikkat edilirdi.

Kâhyalık 1908’de geçici olarak, 1912’de de tamamen kaldırıldı. Bu durum 1915 yılına kadar sürdü. Bu târihten îtibâren kâtib-i mesûl adıyla kâhyalık yeniden kuruldu.

Kâhya kadın: Osmanlı devletinde sarayların harem bölümündeki hizmetlilerin en yüksek rütbelisidir. Acemi olarak saraya alınan câriyelerden küçük kalfalık ve oda kalfalığı yapanlar arasından seçilirdi. Âmirlik belirtisi olarak eline gümüş kaplı bir değnek verilir ve padişah dâiresindeki eşyâları mühürlemek için bir mühr-i hümâyûn taşırdı.

Sadrâzamlarla, vezirlerin, diğer yüksek rütbeli memurların konaklarında da kâhya kadınlar vardı. Bunlar da bulunduğu konağın harem bölümünün idârecileriydi.

KAİK

(Bkz. Kuzey Atlantik İşbirliği Konseyi)

KAKADU (Kakatoe)

Alm. Kakadu, Fr. Cacatoées, cacatios, İng. Cockatoo, cacatua. Familyası: Papağangiller (Psittacidae). Yaşadığı yerler: Filipinlerden Avustralya’ya kadar olan bölgelerin balta girmemiş ormanlarında yaşar. Özellikleri:Başlarında yukarıya kalkık tüylerden bir taç vardır. Gagaları kuvvetlidir. Çeşitleri: On yedi türü bilinmektedir. En tanınmış türü arara kakadusudur.

Papağangiller familyasının büyük boyda çeşitli türlerine verilen genel ad. Kakaduların umûmiyetle tüyleri beyaz, gri veya siyahtır. Filipinlerden Avustralya’ya kadar olan bölge ormanlarında, bâzı cinsleri kafes ve hayvanat bahçelerinde yaşarlar. Anatomik yapısı bakımından papağandan bir farkı yoktur. Fakat bütün kakaduların başlarında yukarı kalkık tüylerden bir taç bulunur.

Kakaduların beş cinsi ve on yedi türü bilinmektedir. Önemli türlerden olan arara kakadu (Probosciger aterrimus) siyah tüylü, uzun yelpâze taçlı, kırmızı ve çıplak yüzlü, uzun kuyrukludur. Avustralya’nın balta girmemiş ve sık ormanlarında yaşarlar. Gagası kuvvetli olan kuşlardan biridir.

Kakaduların on türü, Tasmanya Adalarından Filipinlere kadar olan bölgede yaşar. Bunların çoğu genellikle beyaz tüylüdür ve beyaz, sarı, kavuniçi, kırmızı tüylü taçları vardır. Bâzılarının açık sarı, benekli kanatları bulunur. Bunlar genelde gruplar hâlinde sık olmayan ormanlarda yaşarlar. Kakadular çoğunlukla ceviz, meyve, tohum ve bitki kökleri yerler.

KAKAO (Theobroma cacao)

Alm. Kakaobaum (m), Fr. Cacaoyer (m), İng. Cacao tree. Familyası: Kolağacıgiller (Streculiaceae). Türkiye’de yetiştiği yerler: Yetişmez.

Vatanı tropik Amerika ve Batı Afrika olan, kavliflor bir bitki. (Çiçeklerin yaşlı dal ve gövdelerden çıkması olayına kavliflor denir.) Kakao, theobroma denilen bir bitki türünün kurutulmuş tohumlarıdır.Kahve gibi içilmede kullanılır. 10-15 m boyunda bir ağaçtır. Çiçek ve meyveler ana gövde üzerinde bulunur. Bitkinin ancak 5-6 yaşından sonra meyvelerinden istifâde edilir. Meyveler kavun şeklinde, küçük bir hıyar büyüklüğünde ucu sivri, tâzeyken limon sarısı-kırmızı renkte, kuruduktan sonra daha koyu olan ve açılmayan bir kapsüldür. Meyveleri çok tohumludur. Beyaz veya açık mor renkteki ve bâdem şeklindeki tohumları kakao tânelerini teşkil eder.

Meyveler içerisinden çıkarılan kakao tohumları ya hemen veya bir süre fermantasyona terk edildikten sonra kurutulur. Fermantasyon sonucu acı lezzet kaybolur ve aromatik bir koku meydana gelir. 50 meyveden takriben bir kg, tohum elde edilir. Tâneler kavrulur, kızılımsı kahverengi un hâline getirilir ve yağı çıkarılır. Yağ çıktıktan sonra katılaşan kakao, yeniden öğütülerek çok ince toz hâline getirilir ki, bu toz, kakao tozunu teşkil eder.

Kullanıldığı yerler: Kakaonun bileşiminde teobromin, kafein, kakao sâbit yağı vardır. Bol kalorili bir besindir. Ayrıca %40 karbonhidrat, % 18 protein vardır. Kafeinden dolayı kahvede olduğu gibi yatıştırıcı ve uyarıcı etkisi vardır. Az miktarı kalbi kuvvetlendirir, sindirimi kolaylaştırır, idrar söktürür. Fazla miktarı zararlıdır. Sanayide teobromin, kakao tohum kabuğundan elde edilir.

Kakao kahve gibi ayrıca süt ilâvesi ile de içilebilir. Kakao yağı çıkarılmadan, çikolata îmâlinde kullanılır. Kakao yağı şeker yapımında olduğu gibi, pomatlarda da kullanılır.

Yetiştirilmesi: Kakao ağacı tropikal bölgelerde, önce fidanlıklarda yetiştirilir. Beş yıllık olunca meyve vermeye başlar. Eskiden Orta Amerika’da, kakao ağacı tohumları para yerine kullanılırdı. Kakao ağacı yetiştirmek hem çok masraflı, hem de çok büyük gelir getiren bir iştir. Tropikal ülkelerin başlıca gelir kaynaklarındandır.

Son yapılan araştırmalara göre dünyâda 4 milyon tondan fazla kakao üretildiği istatistiklerden anlaşılmaktadır. Ülkelerin ürettikleri kakao miktarları şöylerdir:

Dünya Kakao Üretimi  (.000 Ton)

Bölge ve Ülke

1990

1991

1992

Kuzey ve Orta Amerika

 102

 107

 107

Güney Amerika       

 568

 469

 466

Brezilya     

 375

 295

 290

Ekvador 

 104

 83

  85

Afrika

 1.396

 1.236

 1.319

Fildişi Kıyısı   

 804

 750

 780

Gana 

 293

 242

 270

Kamerun    

 100

 95

 95

Nijerya    

 160

110

 135

Asya ve Okyanusya

458

 448

 459

Endonezya

165

 180

 200

Malezya

235

210

 200

Toplam        

 4760 

 4225 

 4406

KAKMACILIK

Alm. Einlegearbeit, Puanzarbeit (f), Fr. Ornement (m) en relief, repoussage (m) incrustation, İng. Repoussage, ornamental inlaying or. Oyulabilecek nitelikteki herhangi bir malzeme üzerine, istenilen şekillerde oyarak açılan yuvalara, diğer bir maddeden oyulan şeklin aynısından kesilmiş parçaların kakarak yerleştirilmesi işi. Oyulabilecek nitelikte olan malzeme; taş, tahta, mermer ve işlenmeye müsâit bâzı mâdenlerdir.

Taşın, tahtanın veya mâdenin bâzı kısımlarını oyarak bu oyulan kısımlara daha kıymetli başka bir mâdenden veya maddeden oyulan şekle göre kesilmiş parçaların gömülmesi sûretiyle kakma işi gerçekleştirilir. Bu işler tezyinât için yapılmaktadır.Meselâ, âdî bir taş oyulup mermer veya daha kıymetli bir mâdenden kesilmiş parçaları gömmek, abanoz üstüne sedef parçaları gömmek, ceviz tahtası üzerine fildişi veya kemik parçalarını desenli olarak keserek gömmek sûretiyle yapılmış kakma işlerine pekçok yerde rastlanır.

Üzerinde kakma olan eserler, vazifelerine göre mîmârî yapılarda yer alırlar. Bir câmide kapı kanatları, pencere kanatları, minber, kürsü, rahle gibi ahşap kısımlarda tahta üzerine sedef, fildişi, bağa kakma olarak görüldüğü gibi; yine minber, mihrap, kürsü ve duvarlarda mermer veya taş üzerine aynı maddenin diğer renkleri veya başka maddeler kakılarak yapılmış işler de görmek mümkündür.

Eskiden tabaka, çubuk, baston gibi bâzı eşyalar hep kakma ile süslenirdi. Kakma çeşitlerine göre bunlara, altın, gümüş, sedef veya fildişi kakmalı denilirdi. Bıçak, kılıç, kama, kalkan ve tüfek gibi silâhların da üzerine altın kakma ile süsler yapılırdı.

Pirinç veya gümüş üstüne açılan yuvalara altın veya gümüş tel ve çubuklar kakarak gömme suretiyle yapılan süsleme işlerine, “tel kakma” veya “Şam kakması” denilirdi. Şam’da mâden üzerine altın ve gümüş tel kakma olarak çok güzel işler yapıldığı için, Şam kakması adıyla anıldı.

Bir mâdenin sathında açılan yuvalara eritilmiş bir madde dökülmek sûretiyle yapılan kakmalar da vardır. Bu şekle “savat” denir.

KAKULE (Eletteria cardamomum)

Alm. Kardamom, Ingver, Fr. Cardamome, İng. Cardamom. Familyası: Zencefilgiller (Zingiberaceae), Türkiye’de yetiştiği yerler: Yetişmez.

Batı ve Güney Hindistan, Güneydoğu Asya’nın sıcak bölgelerinde yetişir. 4-5 m boyunda, büyük yapraklı çok yıllık bir bitkidir. Özellikle Güney Hindistan’ın bataklık ormanlarında yabânî olarak yetişir.

Kakulenin meyveleri 1-2 cm uzunlukta, sarımsı yeşil ve kirli beyazımsı renktedir. Tohumları mercimek şeklinde ve büyüklüğünde, kırmızımsı esmer renkte olup, keskin kokuludur.

Kakule yetiştiği yere göre isim alır. Seyhan kakulesi, Malabar kakulesi, Siyam kakulesi gibi

Kullanıldığı yerler: Kakule tohumları rezin, nişasta ve uçucu yağlar taşır. Hoş lezzeti ve kokusundan dolayı baharat olarak kullanılır. Ayrıca iştah açıcı, mîdevî ve gaz söktürücü etkilere sâhiptir.

KAKUM (AS) (Mustela erminae)

Alm. Hermelin, Fr. Hermine (f), İng. Ermine. Familyası: Sansargiller (Mustelidae). Yaşadığı yerler: Avrupa, Asya ve Kuzey Amerika’nın ormanlık, çalılık ve açık taşlık arâzilerinde. Özellikleri: Gelinciğe benzer, etçil, çevik bir hayvan. Boyu 30, kuyruğu 10 santimetredir.Postu yazın esmer kırmızı, kışın beyaz tüylüdür. Kuyruğunun ucu her mevsimde siyahtır. Beyaz postu kürkçülükte kıymetlidir. Ömrü: 6-8 yıl. Çeşitleri: Tanınan tek türdür.

Sansargiller âilesinden, gelinciğe benzer, etçil ve çevik bir hayvan. Türkçede buna “as”, “hermelin” veya “büyük gelincik” de denir. Uzun gövdeli, kısa bacaklıdır. Sıçrayıcı, tırmanıcı ve iyi yüzücüdür. Arka ayaklarına dayanarak sıçramalarla yol alır. Soğuk kuzey memleketlerinin ormanlık, açık arâzi ve taşlık bölgelerinde yaşar. Öldürdüğü sıçan ve tavşanların kütük ve kaya altlarındaki inlerinde barınır. Erkekleri daha büyüktür. Derisinin tüyleri gâyet ince ve yumuşaktır. Postu, yazın kestâne rengi, kışın beyaz renkte olur. Karın kısmının tüyleri sarımtraktır. Kış postu kürkçülükte makbuldür. Çoğunluk gece avlanmaya çıkar. Avının ensesinden ısırarak öldürür. Fare ve köstebeğe düşkündür. Bâzan ağaçlara tırmanarak kuş yuvalarını yağma eder. Balık ve karides avlamak için suya dalmaktan çekinmez.Kümes hayvanlarına da saldırdığı olur. Avlanırken tiz bir ses çıkarır. İri böcek, yer solucanı ve yılanları da avlar. Kendini tehlikede hissettiği an insana saldırmaktan çekinmez. Samanlık ve tahıl ambarlarının çevresindeki fâre ve sıçanları avladığından faydalı sayılır. En büyük düşmanları ev kedisi, baykuş ve atmacadır.

Yaz aylarında eşleşirler. 75 günlük gebelik süresinden sonra 3-13 kadar yavru doğurur. Yavrularının gözleri kapalıdır. İki hafta içinde gözleri açılır. İki aylık olunca avlanmaya başlarlar.

Eskiden, kıymetli beyaz tüylü postundan Avrupa’da, kral ve hâkimlere mahsus kürkler yapılırdı.

Hattatların yazı yazarken elleriyle kâğıdı yağlandırmamak ve elin hareketlerine mâni olmamak için ellerinin altında tuttukları, altı ince tüylü, üstü çuha kaplı deri parçasına da “kakum” denilirdi.

KALAÇ SULTANLIĞI

(Bkz. Delhi Türk Sultanlığı)

KALAFAT

Alm. Kalfater (n), Kalfaterung (f), Herausputzen, Zurechtmachen (n), Fr. Calfatage (m), ornementmfaux, falsification (f), İng. Caulking. Onarma, süsleme, sahte süs veya tâmir, düzen. Ahşap gemilerin içine suyun girmemesi için gerekli yerlerdeki tahtalar arasına üstüpü sıkıştırıp, üzerine kaynamış katran dökme işlemine kalafat adı verilmektedir. Bu işlem daha ziyâde güverte tahtalarının yanyana konulmasında ve başlarında meydana gelen aralıklarda yapılır.

Vezirlerle devlet ileri gelenlerinin giydikleri başlıklardan birine de kalafat denir. Bunlar, aşağısı geniş yukarısı dar yapılırdı. Kalafatların dışına birbirine paralel dilimler dikilirdi. Ayrıca çatal sarıklı olana da “çatal kalafat” adı verilirdi.

1826 yılında yeniçerilerin kaldırılmasına kadar topçu zâbitleri de kalafat ismi verilen serpuş (başlık) giyerlerdi. Yeniçerilerden sonra kurulan yeni teşkilâtta kıyâfet husûsunda da değişiklikler yapıldığından, topçu zâbitlerin (subay) giydiği kalafat kaldırılarak, yerine kaş kenarına enlice puşî sarılması getirildi. Ayrıca kağnı arabalarının yan taraflarına sıralanmış tahtalar konarak yapılan, tarlalardan ot, sap vs. gibi şeylerin taşınmasında kullanılan genişletilmiş kağnılara da “kalafat” denir.

KALAHARİ ÇÖLÜ

Afrika’nın güneyinde, 20° ilâ 28° güney enlemleri, 19° ilâ 24° doğu boylamları arasında yer alan bölge. Yüzölçümü 259.000 km2dir. Kalahari ismi genelde Botswana’nın batı kısmına denilmekte olup, Güney Batı Afrika ve Güney Afrika’nın Ümit Burnu kısmı da buna dâhil edilmektedir.

Bölge geniş otlaklıklar, çalı ve ağaçlıklar ihtivâ etmesine rağmen, yağış az olduğundan dolayı çöl denilmiştir. Bölgenin çok az bir kısmı bütün mevsimlerde çöl özelliği gösterir.Yıllık yağışlar kuzeydoğuda 600 mm’den güney batıda 130 mm’ye kadar değişiklik gösterir. Çok az yağış almasının sebebi, doğu doğrultusunda uzanan dağ sıralarının Hint Okyanusundan esen nemli rüzgârların etkisini azaltmasıdır. Bu dağların ortalama yüksekliği 900 ilâ 1200 m arasında değişir. Vâdilerde antilop sürüsü, fil dâhil birçok tropik bölge hayvanı bulunur ve serbestçe dolaşırlar. Toprak genelde kızıl renkli yumuşak kumlu olup, eski nehirlerin getirdiği alüvyonlar bulunur. Bu alüvyonlar sıcakta sertleşerek yağan yağmurlardan göletler meydana getirirler.

Sebzeler yağış durumuna göre yüksek ormanlardan alçak bölgelere doğru değişir. Çok miktarda sebze yetiştiği gibi, bunlardan kavun, karpuz ve patates bol miktarda ekilir. Bölgede bulunan otlaklardaki otların çok olması, bunların çok iyi bir hayvan yemi olmasını sağlamaktadır.

Bölgenin kıyılarına Bantu kabileleri yerleşmiş olmasına rağmen, buranın asıl sâkinleri Bushmen denilen, 2000 civârındaki sarı derili ormancılardır. Avcılık ve inşâatçılık gibi mesleklerle geçinirler. Bölgenin güneybatısı Kalahari Gemsboh Millî Parkı olup, 20.720 km2 yer kaplamaktadır.

Kalahari Çölünü ilk defa 1849 yılında David Livingstone ile William C.Osweel geçmiştir.

KALAMİN

Alm. Galmei (m), Fr. Calamine (f), İng. Calamine. Bir çinko karbonat (ZnCO3) ve çinko metali minerali. Kristalleri cam gibi saydam olup beyaz, yeşilimsi, pembe veyahut renksiz olabilir. Genellikle kireç taşı minerali ve çinko ile berâber bulunur. Yarı saydam yeşilimsi kristalleri süs malzemesi olarak kullanılır.

Sertlik derecesi (Birinele göre) 4-4.5; yoğunluğu 4.4 g/cm3 ve kristal şekli de heksagonal sistemdir.

KALAVUN

Mısır Memlûk Devletinin yedinci hükümdârı. Eyyûbî Sultanı Melik Sâlih Necmüddîn Eyyûb’ün kölelerinden olup, bin altına satın alındığı için “Elifi” de denir. Sultan kendisini 1247 yılında, serbest bırakınca askerlik hizmetine girdi. Sultan Baybars ve oğlu Baraka Hanın hükümdârlığı zamânında Ermenilerle yaptığı savaşlardaki başarısıyla dikkati çekti.

Baraka Han tahttan indirilip yedi yaşındaki kardeşi Salamış hükümdâr olunca, Kalavun atabeg tâyin edildi. Altı ay süren bu atabeglikten sonra bir darbe ile hükümdârlığı ele aldı. Halîfenin de hükümdârlığını tanımasıyla durumu sağlamlaşan Kalavun, Suriye’deki Şam Sultanı Sungur, Moğollar ve onlara yardım eden Ermenilerle mücâdele ederek yaptığı savaşları kazandı. Bütün Suriye’yi elde etmek için St. Jean şövalyelerinin Morkab’daki kalelerini 1285’te ele geçirdi. Trablus’u ve yakınındaki Batrun Kalesini ele geçirdikten sonra Akka’yı almak için yola çıktığı sırada, Kahire yakınlarında öldü. Yaptırdığı medresenin bahçesine defnedildi.

Cesur, tedbirli, âdil, ilmi ve terakkiyi seven bir hükümdâr olup, Kahire’de iki kasr arasında büyük bir medrese yaptırdı. O zamâna kadar bir benzeri yapılmamış olan Kahire Hastânesi, en önemli eseridir. Bu hastânenin çeşitli hastalıklar için laboratuvarları, ilâçlar ve diğer erzaklar için ayrı ayrı depoları, tertipli, güzel hasta koğuşları bulunmaktaydı. Ayrıca bu hastânenin yanına câmi ve diğer eserler de yaptırdı.

Memlûk sultanları arasında, kurduğu hükümrânlık devâm eden yalnız budur. Bu sülâlenin başına Kalavun’dan sonra beş hükümdâr daha geçti. 1382 yılında Çerkes Sultanları ortaya çıkınca sülalenin hükümrânlığı sona erdi.

KALAY

Alm. Zinn (n), Fr. Etain (m), İng. Tin. Yumuşak, haddelenebilir (tel ve levha hâline gelebilir), gümüş beyazlığında metalik bir element. Târihçesi mîlâttan önce 3000 yıllarına dayanır. Mısır’da ve Mezopotamya’da bronz alaşımında kalay kullanılmıştır. Mîlâttan önce 2000 yıllarında bakır orta doğuda tam kullanıldığı hâlde kalayın kullanılışı sınırlıydı. Bu târihlerde kalay, İran ve Kafkasya’da elde ediliyordu.

Özellikleri: Kalay kimyâda Sn sembolüyle ifâde edilir. Periyodik cetvelde IV A grubunda bulunur. Atom numarası 50, atom ağırlığı 118,69’dur. Bileşiklerinde 2+ ve 4+ değerlikli olabilir. Erime noktası 231,9°C, kaynama noktası ise 2270°C’dir.

Kalayın a-kalay ve b-kalay olarak başlıca iki kristali vardır. Birinciye gri kalay denir ve 13,2°C’den daha düşük sıcaklıklarda, kübik sistem halinde ve 7,75 g/cm3 yoğunluklu olarak teşekkül eder. İkincisi ise beyaz kalay olarak bilinir ve 13,2°C ilâ 161°C arasında, tetragonal yapıda ve 7,3 bağıl yoğunluklu olarak ortaya çıkar. Gri kalay çok az kullanıma sahiptir. Kalayın üçüncü bir kristal şekli olarak ileri sürülen ³-kalayın mevcudiyeti henüz kesinleşmemiştir.

Kalayın 10 adet kararlı ve tabiatta mevcut ve 21 adet sun’î ve radyoaktif izotopu vardır. Metalik kalaya 100°C’den yüksek sıcaklıklarda halojenler ve hidrojen sülfür, etki eder. Oksijen, kalayla SnO2 teşkil ederek, yüzeyde çok ince bir tabaka meydana getirir. Sulu hidroklorik ve hidroflorik asit yavaş, hidrobromik ve nitrik asit hızlı olarak kalayla reaksiyona girer. Birçok alkali çözeltiler metal kalaya etki eder. Yâni kalay amfoterdir. Yiyeceklerdeki organik asitler kalaya tesir etmez.

Bulunuşu: Kalay yeryüzündeki zeminin içinde 4 ilâ 200 ppm (milyonda bir kısım) bulunur. Aydan gelen taş nümûnesinde 0,6 ppm bulunmuştur. Dünyâda Malezya, Bolivya, Tayland, Endonezya, Nijerya, Kongo (Kinşasa) ve Çin’de işletilmesi ekonomik olan kalay yatakları vardır. En mühim filizi SnO2 kasiterit (kalay taşı) olup, kahverengi veya siyah renklidir. Tetragonal veya ditetragonal-dipiramidal kristallere sâhiptir.

Elde edilişi: Filizi içinde demir, kükürt, tungsten, nikel, tantalum, arsenik, kurşun, bakır ve gümüş bulunur. Bunların giderilmesi için önce filiz öğütülüp suyla yıkanır. Manyetik olan kısım mıknatıs ile ayrılır. Kavrulma yoluyla kükürt ve arsenik ayrılır. Asitle yıkanarak ve sentezlenerek fırınlarda indirgenme işlemi tamamlanır. Saflaştırmak için kademeli olarak ergitme uygulanır. Ayrıca hurda tenekelerden de kalay elde edilir.

Kullanılışı: Çelik levhaların kalayla kaplanmasında takriben üretilen kalayın % 40’ı kullanılır. Böylece yiyecek ve konserve kapları olan teneke, daldırma veya elektroliz yoluyla elde edilir. Teneke ve sert kalaydan yapılmış süs veya kullanım eşyaları siyah vernikle kaplanarak sıkça kullanılır.

Bu maksatla eritilmiş kalay veya kalay-bakır alaşımına daldırılan demir veya çelik teneke levhalar çaydanlık, tepsi ve şamdan gibi çeşitli ev eşyaları biçiminde işlenirler. Bundan sonra bu malzemeler beziryağı, kurutucu maddeler ve boyalarla hazırlanan siyah vernikle cilâlanırlar.

Kalay mekanik olarak zayıf olduğundan bakır, kurşun, çinko, demir, kadmiyum, antimon, nikel, kobalt, titan ve zirkonyum ile alaşım hâlinde kullanılır. Kurşunlu kalaya lehim denir. Şimdi kalay ihtivâ etmeyen ve alüminyum, silisyum, fosfor, mangan vb. gibi elementlerin bakırla yaptığı ikili alaşımlara bu elementlerin tuncu denmekle berâber, bronz (tunç) ismi ile kalay bakır alaşımı hatırlanmaktadır. Bronzdaki kalay korozyonu (paslanmayı) önlemekte ve bakırın mekanik özelliklerini iyileştirmektedir. Buna antimon da katılarak makina yatakları gibi dayanıklı parça ve eşyaların yapımında kullanılır.

Kalay-4-klorür bileşiği özel kaplama, ağartma, duyarlı kâğıt imali işlerinde kullanılır.Makina yağlarının özelliklerinin ıslahında, reaksiyonlarda katalizör olarak, ayna yapımında, sabunlardaki parfümü tesbit etmek için de kullanılır. Kalay-4-oksit seramik sırlarında, tekstilde ve cam imâlinde işe yarar. Kalay-2-klorür kimyevî madde, boya, fosfor, polimer üretiminde indirgeyici olarak ve galvenize edici, ayna sırlayıcı ve yağlama yağlarını temizleyici olarak kullanılır. Kalay sülfat boyamada ve kalay kaplamada kullanılır.

KALÇA ÇIKIĞI

Alm. Ausrenkung (f), Fr. Déhanchement (m), İng. Dislocation of hipjoint.Uyluk kemiği başının kalça eklemindeki yuvasından çıkması.

Yetişkin kişide, normal olarak, kalça ekleminde uyluk kemiğinin başı eklem yuvasına sıkıca yerleşmiştir ve ancak çok ciddî zedelenme olaylarında yerinden çıkabilir. Bu çıkık öne veya arkaya olabileceği gibi uyluk kemiği istikâmetinde gelecek travmalarda uyluk kemiğinin başı eklem yuvasını kırarak çıkık kalça boşluğuna doğru da gelişebilir. Çıkık sıklıkla arkaya doğru olur ve o zaman siyatik sinirinin zedelenmesine bağlı bacak felci veya kanlanma yetmezliğine bağlı uyluk kemiği başının hayâtiyetini kaybetmesi gibi komplikasyonlar gelişebilir. Çıkık, genel anastezi (narkoz) altında yerine konur ve bacak, alçı veya çekici tarzda askıya alınarak, eklem, dört hafta hareketsiz tutulur. Bu süre, eklem kapsülü yırtıklarının şifâsına imkân verir. Bâzı vakalarda çıkığın cerrâhî olarak yerine konması gerekebilir. Öne doğru çıkıklarda komplikasyonlar daha azdır. Tedâvî bir önceki gibidir. Kalça boşluğu içine doğru olan çıkıklarda olay hafif ise uyluğun çekici tarzda askıya alınması yeterli olabilir. Eğer ciddî ise ameliyatla eklemin hareketinin dondurulması veya sun’î eklem protezi takılması gerekir.

Kalça çıkığının özel nitelik taşıyan bir şekli “doğuştan kalça çıkığı”dır. 250-300 canlı doğumda bir görülür ve kızlarda erkeklerden 8-10 misli daha sıktır. Zamânında teşhis ve koruyucu tedâvi yaptırmakta gecikildiğinden memleketimizde hâlâ ciddî sakatlıklarla netîcelenebilmektedir. Halbuki bebek yürümeden uygulanacak koruyucu tedbir ve tedâvilerin netîcesi genellikle yüz güldürücüdür.

Doğuştan kalça çıkıklığının başlıca sebepleri arasında anne hormonlarının çocuk kalça ekleminde gevşeklik yapması, genetik faktörler ve anne karnındaki kötü duruşlar yer alır. Tipik şekilde doğumda çıkık yoktur, fakat çıkığı hazırlayıcı eklem gevşekliği vardır. Çıkık genellikle ilk kundağın uygulanması ile gelişir. Birkaç saatlik kundak uygulanması bile çıkığın meydana gelmesi için yeterli olabilmektedir. Bâzı basit arazlar (belirtiler) âileyi ikaz etmelidir. Eğer bebek sırtüstü yatarken bacaklarını kurbağa gibi iki yana açamıyorsa, dizler bitiştiğinde biri daha aşağıda kalıyorsa, uyluktaki çizgiler simetrik ve aynı sayıda değilse, bir bacağına basarken diğerine basamıyorsa, iki uyluk arası anormal derecede açıksa mutlak bir hekime gösterilmelidir. Yürüyen çocuktaki belirtiler ise, zâten âileyi hekime götürecek kadar bâriz aksamalar şeklindedir.

Tedâvi: Yeni doğanda, doğuştan kalça çıkığı tesbit edilirse kundak yasaklanır ve bacakları iyice açacak kadar bol arabezi konur. İki aylığa kadar özel frejka yastığı da kullanılabilir. Bebek 3-18 ay arasındayken tesbit edilen çıkıklarda özel cihazlar ve alçı teknikleri gerekir. 18 ay-6 yaş arasında iyi sonuçlar veren ameliyatlar vardır. Altı yaştan, hele 10 yaştan sonra ameliyatlar bile anatomik kusuru tam düzeltemez, ancak yine de hastanın faydasınadır.

KALÇA EKLEMİ

Alm. Hüftgelenk (n), Fr. Articulation (f) de la hanche, İng. Hip joint. Uyluk kemiğinin başı ile kalça kemiği arasındaki eklem. Eklem yüzeylerinden dış bükey olanı uyluk başına, iç bükey olanı da kalça kemiğinin dış yüzünde bulunan ve asetabulum denilen çukura âittir.

Uyluk kemiği başının eklem yüzünü yapan, kıkırdakla örtülü parçası, takriben 2,5 cm yarı çaplı bir kürenin üçte ikisi kadardır. Bu kürenin ortasındaki bir çukurcuğa kalça ekleminin içbağı yapışır ve bağla beraber gelen damarlar da bu çukurdan kemiğin içerisine sokulurlar.

Asetabulum büyüklük ve şekil bakımından uyluk başına uygun bir çukurdur. Asetabulum kalça kemiklerinden uyluk kemiğine gövde ağırlığını ilettiği için, burada kemik çok sağlam ve kalındır. Asetabulumun kenarları kıkırdaktan yapılı bir halka ile yükseltilmiştir. Bu halka sayesinde asetabulum derinleşir ve yuvarlak eklem yüzünün yarıdan fazlasını içine alabilecek duruma gelir. Bu şekilde eklem yüzleri arasındaki temas çoğalmış ve kalça çıkığı meydana gelmesi ihtimali azalmıştır. Bu kıkırdak halka elastikiyeti sayesinde hareketlere de fazla engel olmaz. Eklem başının, eklem çukuru içinde kalması bakımından en önemli faktör hava basıncıdır.

Kalça eklemi, eklem kapsülü ve üç adet dış bağ tarafından sarılır. Bu bağlar uyluk ve kalçanın aşırı hareketlerine mani olarak vücudun dengesinin sağlanmasına yardımcı olurlar.

KALÇA KEMİĞİ

Alm. Hüftbein (n), Fr. Os (m) coxal, İng. Hipbone. Kalçanın yan ve ön kısımlarını meydana getiren çift kemikler. Kalça iskeleti çok az hareket eden eklemler ve bağlar aracılığı ile birbiriyle birleşmiş dört kemikten meydana gelir. Bu kemikler önde symphysis pubis denilen bir eklem aracılığı ile birleşmiştir. Arkada ise, bu iki kemik arasına sağrı kemiği (os sacrum) sokulmuştur ve sağrı kemiğinin alt uçunda kuyruk sokumu kemiği (os cocyx) bulunur. Kalça kemiği (os coxae) üç ayrı kemiğin birleşmesinden meydana gelir. Küçük çocuklarda bu üç kemik kıkırdak dokusu ile birbirine bağlanmış durumdadır. Büluğ çağında üç kemiği birbirine bağlayan kıkırdak dokusu kemikleşir ve kalça kemiği tek bir kemik haline gelir. Erişkinde bu üç kemik birbiriyle tamâmen kaynaşmıştır.

KALDIRAÇ

Alm. Hebel (m), Brechstange (f), Fr. Levier (m), İng. Crank. Bir destek noktası üzerinde hareket edebilen sert çubuk. Kaldıraçlar genelde küçük kuvvetlerle büyük direngen kuvvetleri yenmek maksadıyla kullanılan basit makinalardan biridir. Ağır olan kaldırım taşlarını yerinden sökmek ve kalasları yerinden oynatmak için kullanılan küskü, çocuk bahçelerindeki tahteravalli, el makası, pense, ateş veya başka cisimleri tutmak için kullanılan maşa, el arabası birer kaldıraçtır.

Basit makinaların temel prensibi kaldıraçlarda da geçerlidir. Yani işten kazanç veya kayıp yoktur. Kuvvetten genellikle kazanç vardır. Yol ve zamandan yerine göre kazanç ve kayıp olabilir.

Kaldıraçlarda kuvvetin tatbik edildiği yerin destek noktasına uzaklığı kuvvet kolu (kaldıraç kolu), yükün destek noktasına uzaklığı ise yük koludur. Kuvvetin ve yükün ağırlığının destek noktasından geçen eksene göre momentleri eşit olduğunda kaldıraç dengededir. Buna göre kuvvetin, kuvvet kolu ile çarpımı; yükün, yük kolu ile çarpımına eşittir. Yâni, kuvvet x kuvvet kolu=yük x yük kolu:

F x a = R x b

Yükün, kuvvete oranına (R/F) kuvvet kazancı denir. Meselâ bir küskü ile 80 kgf (kg-kuvvet) ağırlığındaki bir taş 10 kgf’lik bir kuvvetle yerinden çıkarılabiliyorsa kuvvet kazancı 80/10 = 8’dir.

Destek noktası E, yük R ve tatbik edilen kuvvet F olmak üzere, F, E ve R’nin değişik dizilişleri ile üç çeşit kaldıraç vardır:

1) E, R ile F arasında; terâzi, makas, kerpeten gibi âletlerde (Birinci çeşit kaldıraç);

2) R, F ile E arasında; el arabası, ceviz kıracağı gibi âletlerde (İkinci çeşit kaldıraç);

3) F, E ile R arasında; maşa gibi âletlerde (Üçüncü çeşit kaldıraç).

Birinci ve ikinci tip kaldıraçlardaki asıl gâye ağır yüklerin küçük bir kuvvetle hareket ettirilmesi veya kaldırılmasıdır. Üçüncü tip kaldıraçlar hareket ettirilebilen veya kaldırılabilen bir yükü hızlandırır. Ayrıca bununla yük, birinci ve ikinci tipte olduğundan daha uzak mesâfelere hareket ettirilebilir.

Târihi kesin olarak bilinmeyen kaldıraç, bir fizik kânunu olarak kesin ifâde edildiğinde, Yunan Filozofu Arşimed şu iddiâda bulunuyordu: “Bana bir mesnet verin dünyâyı yerinden oynatayım.” Dünyâ, bir mesnet bulunur ve kaldıracın kısa koluna konup da uzun koluna kol kuvveti tatbik edildiğinde kaldırılabilir. Fakat dünyânın ağırlığı 6x1021 ton olduğu için kaldıracın uzun kolu kısa kolunun 1023 katı olması gerekir. Böyle bir kaldıraçla dünyâyı 1 cm oynatabilmek için uzun kolu uzayda 1018 km hareket ettirmek îcâb eder. Bunun için de 1031 saniye, yâni 3x1013 yıl gibi bir zaman ister ki, bu da Arşimed’in meşhur sözünün hesap olarak açıklamasıdır.