JÖN TÜRKLER
Alm. Jungen Turken, Fr. Jeunes Turcs, İng. Young Turks. On dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısında Osmanlı Devletinde batı tarzı idâre ve fikirlerin gelişip yayılması için çalışanlara verilen isim. “Yeni Osmanlılar” ve “Genç Türkler” de denilen bu grup mensupları, Avrupalıların verdikleri Fransızca “Jeunes Turcs” adıyla meşhur olmuşlardır. Bu tâbir umûmî olarak o yıllarda Avrupa’da politika, fikir ve edebiyâtta aşırılık taraftârı gençlere (Jeunes France/Genç Fransızlar gibi) veriliyordu. Yeni Osmanlılar için ise, ilk defâ Mustafa Fâzıl Paşanın yayınladığı bir mektupta Yeni Osmanlılar karşılığı olarak kullanılmıştır. Daha sonraları Namık Kemâl ve Ali Süâvî tarafından da benimsenerek, Türkçeye yerleştirilen bu tâbir, uzun müddet Osmanlı topraklarında yetişen devlet idâresine karşı gelen ve yabancılar tarafından yönlendirilen ihtilâlcilerin tamâmının ortak adı olmuştur.
Yeni Osmanlılar Cemiyeti, 1789 Fransız İhtilâlinden sonra Avrupa’da süren 1830 ve 1848 ihtilâllerine ve bunların netîcesinde ortaya çıkan fikir hareketlerine heveslenenler tarafından 1865’te gizli bir teşkilât olarak İstanbul’da kuruldu. Yine bu târihte Mısır Hidivi Kavalalı İsmâil Paşa, verâset usûlünü değiştirerek kardeşi Mustafa Fâzıl Paşayı bütün haklarından mahrum etti. İkbâl küskünü olan bu paşa, Abdülazîz Hana ve üst kademe devlet ricâline karşı düşman kesildi. İntikam için Jön Türklerin arasına katıldı ve başlarına geçerek onları bilhassa maddî yönden büyük çapta destekledi.
Mustafa Fâzıl Paşanın Abdülazîz Hana hitâben Pâris’te yazdığı ve küstahça ifâdelerin yer aldığı mektup, 1867’de Türkçeye tercüme edilerek Tasvîr-i Efkâr Gazetesi’nde yayınlandı ve Osmanlı ülkesinde binlerce adet bastırılıp dağıtıldı. Mektup, Meşrûtiyet fikirleri ve meşrûtiyetin îlânı arzusu bahânesiyle Osmanlı Devletine ve bâzı devlet ricâline karşı ağır ifâdeler ihtivâ ediyordu. Bu mektubun akabinde Mustafa Fâzıl Paşa tarafından Paris’e çağrılan Jön Türkler, onun maddî desteğiyle Avrupa’da geniş bir yayın faaliyetine giriştiler. Bu yayınların biri sönüp diğeri açılıyor ve sayıları çoğalıyordu. Jön Türkler bu yayınlarından mükemmel bir fikir sisteminin ifâdesi ve îzâhından ziyâde, belli başlı birkaç nokta üzerinde durdular ve hep aynı şeyleri tekrarladılar. Nâmık Kemâl, Ali Süâvî ve Ziyâ Paşa gibi meşhur isimlerin kalemleri ile dile getirdikleri fikirleri, “Osmanlı Devletine meşrûtiyet idâresinin getirilmesi ve bütün azınlıklara Avrupâî tarzda hak, hürriyet verilmesi” şeklinde özetlenebilir. Bunların sağlanması için aralarında birlik kuramadılar. Çoğu ihtilâl ve kanlı mücâdele istedi, bir kısmı da fikrî mücâdele taraftârı gözüktü. Abdülazîz Hanın Fransa ve İngiltere ziyâretleri esnâsında Pâdişâhtan af diledikten sonra kendisine nâzırlık verilen Mustafa Fâzıl Paşa, maksadına kavuşup aralarından ayrıldı. Pâdişâhın bu ziyâretinden sonra Osmanlı Devleti ile dost geçinmek mecbûriyetini hisseden Fransa ve İngiliz hükûmetleri, Jön Türklere îtibâr etmez oldular. Hiçbir devletten destek göremeyen Jön Türkler, bir müddet çeşitli Avrupa şehirlerinde dolaştılar. Bir kısmı İstanbul’a dönüp Pâdişâhtan özür dileyerek devlet kademelerinde görev aldılar. Bâzıları da yayıncılık faaliyetlerine devâm ettiler. Birinci Meşrûtiyetin îlânı ile canlanan Jön Türkler (Yeni Osmanlılar Cemiyeti), zararlı faaliyetleri görülünce İkinci Abdülhamîd Han tarafından kapatılarak ortadan kayboldu. Böylece Jön Türklerin birinci devre faaliyeti sona erdi.
Bundan sonra yurt içinde ve dışında kurdukları birçok dernek ve yayınladıkları sayıları yüze varan dergi ve gazete ile İkinci Abdülhamîd Hanın şahsında Devlete karşı kesif bir propagandaya girişen Jön Türkler, sıkı bir işbirliği içinde oldukları Fransız ve İngiliz hükûmet çevrelerinden destek gördüler. Nitekim 4 Şubat 1902’de Paris’te toplanan Birinci Jön Türk Kongresi Fransız Senatosu üyesi Lafeuvre Contalis’in evinde yapıldı. Bu kongreye Osmanlı Devletinin hâkim olduğu hemen her bölgeden çağrılan delegeler katıldı. Bunlar arasında bulunan her din ve milliyetten insanın ortak vasfı, Osmanlı Devletine karşı olmaktan ibâretti. Bunun dışında aralarında hiçbir bağ ve fikrî birlik bulunmayan bu insanlar, aralarındaki sen-ben çekişmesi sebebiyle kongreyi başarısız bir şekilde sona erdirdiler. Delegeler, Osmanlı Devletinin yıkılması hâriç, başka hiçbir noktada birlik olamadılar.
27-29 Aralık 1907’de yine Paris’te toplanan İkinci Jön Türk Kongresine; İttihat ve Terakki, Prens Sebahattin’in Teşebbüs-i Şahsî ve Adem-i Merkeziyet cemiyetleri yanında, Ermeni Taşnaksütyun Komitesi de katıldı. Kendi aralarında birlik olmamasından yakınılan bu kongrede; Osmanlı Devleti aleyhine en ağır ilhamlar yapıldıktan sonra, İran Mebusan Meclisine dostluk telgrafı çekilmesine, Makedonya’daki Rum, Bulgar vs. çetelerinin devlete karşı olan isyânlarının desteklenmesine, diğer gizli cemiyetlerin birleştirilerek ihtilâlci yayınlar yapılmasına karar verildi.
Jön Türklerin uzun yıllar devâm eden faaliyetlerinde ön plânda meşrûtiyet ve hürriyet fikirleri görünüyorsa da her grup ve şahsın ayrı ayrı maksatları vardı. Azınlıklar istiklâl, hiç değilse muhtâriyet kapmak, şahıslar ise şahsî hırs ve arzularını tatmin etmek peşindeydiler. Osmanlı Devletini parçalamak ve yıkmak isteyenler tarafından methedilen Jön Türklerin faaliyetleri ise devletin yıkılışını hızlandıran belli başlı sebeplerden olmuştur. Batı dünyâsı karşısındaki tavırlarının taklitten öteye geçememesi, devlet kademelerinde yer almak, meşhur olmak, hattâ Mithad Paşada olduğu gibi, kendi âilelerini hânedan âilesi yapmak için azınlıklarla, eşkiyâlarla, Rum-Ermeni çeteleri ve Avrupa devletleriyle işbirliği yapmaktan çekinmemeleri bu faaliyetlerin en acı tarafı olmuştur. Netîce olarak Osmanlı topraklarındaki sulh ve sükûnu, dört bir yandan patlak veren ihtilaller, isyanlar, hükûmet darbeleri ve savaşlarla yok etmişler, çıkarılan idâresizlik, kargaşa ve savaşlar ortamı içinde milletin felâketini hazırlamışlardır. Birinci Dünyâ SavaşıJön Türk faaliyetinin Türkiye’de sonu olmuş, daha önce yaptıkları gibi, yine yurt dışına kaçmışlardır.
Alm. Judo (n), Fr. judo (m), İng. Judo. Öncelikle el, kol, bacak ustalıkları olmak üzere çeşitli vücut hareketleriyle, silahsız olarak, rakibini alt etme sporu. Bu sporda çeviklik büyük ölçüde bir etkendir. Fizikî olarak zayıf olan kişiler yeteri kadar judo biliyorsa kendisinden çok daha kuvvetli olan kişileri yenebilir. Judo, Japonların millî sporu olup, sporda müstakil bir branştır.
Jiu-jitsu adı verilen, silâhsız olarak çeşitli savunma yollarını öğreten, kavga sporundan faydalanılarak ortaya çıkarılan judo 1860 yılında doğan Jigora Kano tarafından bulunup geliştirildi.
Vücut yapısı zayıf olan Kano bu eksikliğini gidermenin yollarını aradı. Tokyo Üniversitesinde Jiu-jitsu derslerine katıldı. Bunların metodlarında bir eleme yaptı. Geri kalanları judo adını verdiği bir teknikle geliştirdi. Vücut kadar kafayı çalıştırmayı da gâye edinen bu spor, güçlü bir rakibin elinden kurtulup onu yere vurmayı amaç ediniyordu. Kano 1882 yılında Kadakon Okulunu kurdu. Judo 1882 yılından sonra dünyaya büyük bir hızla yayılmaya başladı. Yarışmalarda Buda felsefesinin ilkeleri uygulanırdı. Judoyu öğrenen sporcu başlangıçta her şeyden önce onun törelerine, geleneklerine uyarak yetiştirilirdi.
Judonun başlıca giyimi sağlam bezden bir ceket ve pantolondan ibâret olan kimonodur. Bu elbisenin beline judocunun ustalık derecesinin işâreti olarak renkli kuşaklar sarılır. Kuşaklar sırasıyla; beyaz, sarı, truncu, yeşil, mavi, kahverengi ve siyahtır. Judoda kuşanılan kuşakların en yükseği siyah kuşak olup, bu sporun ustalarına verilir.
Judo yapılan yere “dojo” adı verilir. Düşünceye dalma anlamına gelir. Kalın bir keçe veya hasır üstüne iyice gerilen branda bezi üzerinde yapılır. Müsâbakaların süresi 3 ilâ 20 dakika arasında değişir. Bir ipona (sayı) kazandıran hareketi yapan sporcu müsâbakayı kazanır. Gâlip gelmeyi sağlayan durumlar, rakibi sırt üstü yere vurmak, otuz saniye yerde tutmak, kol, bacak bükmek veya boynunu sıkıp müsâbakayı bırakmasını sağlamaktır.
En önemli oyunlar fırlama, hareketsiz bırakma, burgu, kle takma ve boğmadır.
Judo’da hareketlerin anlamı şunlardır:
1. Karşısındakini savurmak veya yere sermek (Nega-Waza).
2. Karşısındakini yerde hareketsiz duruma sokmak (Osae-Waza).
3. Bir organ çıkması meydana getirebilecek ve solunumu güçleştirecek hareketlerle ve karşısındakini dikey ve yatay durumda hareketsiz tutmak (Kwansetsu-Waza ve Shime-Waza).
4. Kol ve bacakla karşısındakinin belirli bâzı noktalarına vurmak (Ate-Waza).
Yarışmalarda Ate-Waza yasak edilmiştir. Tokyo’daki Kodokan Okulu dünyâda judonun merkezi olarak kabul edilir.
Judoda Japonlar, 1961 yılına kadar kendi memleketlerinde yapılan dünyâ şampiyonluklarını, rahatlıkla kazandılar. 1961 yılında dünyâ şampiyonluğunu bir Hollandalının kazanması, judonun bütün Avrupa’da yayılmasına sebeb oldu. Judo 1964 senesinde olimpiyat oyunlarına dâhil olunca beynelmilel ehemmiyeti bir kat daha arttı.
Alm. Jubiläum (n), jubelfeier (f), Fr. Jubilé (m), İng. Jubilee. Bir mesleğin veya önemli bir olayın yirmi beşinci veya ellinci yılını başarıyla bitirmiş olanların, şerefine yapılan merâsim.
Jübile kelimesi İbranice “İobel” kelimesinden alınmıştır. Mânâsı “koç boynuzu” demektir. İbranilerin, inanışlarına göre her 50 yılda suçları bağışlanır, böylece tam bir sükûn ve dinlenme yılına girilir. Bu yıl, koç boynuzundan yapılma borularla îlân edilir.
Yahûdîlerde ise 50 yılda bir jübile ile borçlar affedilir; köleler, esirler âzâd edilir; inanışlarına göre Roma’ya gelenlerin bütün günahları affedilir.
Hıristiyanlarda da 50 yılda bir jübile yapmak gelenek hâlini almıştır. İnanışlarına göre Roma’ya hacca gidenlerin kilisece günahlarının tam olarak bağışlandığı imtiyaz yılı ve bağışlama yılı olduğu kabul edilir.
Yahûdîlik ve Hıristiyanlıkta böyle uzun bir târihe sâhip jübile, ülkemizde de hayat ve meslek yılları için kullanılmaktadır. Bilhassa belli bir müddet sporla uğraşanları uğurlamak için yapılması âdet hâline gelmiştir.
Güneş sistemini meydana getiren dokuz gezegenden biri ve en büyüğüdür.
Kütlesi |
20,9x1023 ton – (19x1026 kg) |
Hacmi |
14,2x1023 m3 |
Yoğunluğu |
1,334 g/cm3 |
Ekvator çapı |
142.750 km |
Kutupsal çapı |
133.300 km |
Yüzey çekimi |
25,9 m/sn2 |
Kaçma hızı |
61 km/s |
Yörünge hızı |
13 km/sn |
Eksenin eğimi |
3,1° |
Güneşe ortalama uzaklığı |
777,8 milyon km |
Dünyâya en uzak mesâfesi |
965 milyon km |
Dünyâya en yakın mesâfesi |
590 milyon km |
Ekvatoru etrafında dönüş zamanı |
9 saat 50 dak 30 saniye |
Güneş etrafında dönüş süresi |
11.86 yıl |
Kendi ekseni etrafında dönüş süresi |
9 saat 50 dak 30 saniye |
Işığı yansıtması |
% 45 |
Gezegen sayısı |
13 |
Jüpiter yer olarak Marsla Satürn arasında yer alır. Ekvatoral dünyânın çapından 11 kat büyüktür ve hacim olarak bu büyüklük dünyânın 1300 katına ulaşmaktadır.
Jüpiterin kendi etrafındaki dönüşü açısından çok ilgi çekici bir yönü de katı bir cisim gibi dönmemesidir. Yüzeyin farklı kısımları farklı hızlarda döner. Ekvator bölgesinin dönüş hızı kutup bölgelerine nazaran daha fazladır.
Jüpiteri karakterize eden en önemli özelliklerden biri de uydularıdır. Güneş sistemi içinde en fazla uyduya sâhip gezegen Jüpiterdir. Bu dev gezegenin tam 13 uydusu vardır. Bunlardan üçü Aydan büyük olup, en büyüklerinin ebatları merkür gezegeninin ebatlarıyla aynıdır.Gaynmede adlı bu gezegen-uydunun çapı 5600 kilometredir. Bundan sonra sırasıyla 5200 kilometre ile Callisto, 3800 kilometre çaplı Io, 3100 kilometre çaplı Europa’dır. Diğer uydular daha küçük olup fazla bir özellikleri yoktur.
Güneşten aldığı ışığın büyük bir kısmını yansıtan Jupiter, teleskopla bakıldığında son derece parlaktır. Şekli düz bir diski andırır.
Jüpiteri karakterize eden önemli bir başka özelliği de yüzeyinde görülen ekvatora paralel çizgilerdir. Karanlık kuşaklarla birbirinden ayrılan bu şeritler genellikle kırmızı veya menekşe rengindedir. Söz konusu şeritler birbirine fazla benzemezler. Hatta birçok defa son derece karışık bir biçime girerler.
Bugüne kadar teleskoplar yardımıyla çekilen Jüpiter fotoğraflarında bilim adamlarını en çok şaşırtan bir özelliği de üzerindeki kırmızı lekedir. Genişliği 50 bin, boyu 15 bin kilometre olan bu lekenin ne olduğu bu güne kadar anlaşılamamıştır. Dünyânın ekvator uzunluğunun 40 bin kilometre olduğu düşünülürse oldukça büyük olan bu lekenin katı bir cismi, atmosfer veya atmosferde dolaşan katı bir cisim olup olmadığı hâlâ esrarını koruyan bir sırdır. Zamanla şeklinde ve özellikle renginde bazı değişiklikler meydana gelen kırmızı leke teleskopla gözlenmeye başlandığı 130 yıldan beri hiç kaybolmamıştır. Son yıllarda ortaya atılan bir faraziyeye göre kırmızı lekenin meydana gelmesinde gezegenin o bölgesinde havanın hareketini engelleyen çok yüksek bir dağ zinciri rol oynamakta ve farklı bulut kümeleri meydana gelmektedir.
Jüpiterin atmosferinin kalınlığı tam olarak bilinmemekle beraber yaklaşık olarak 10 bin kilometre kadar olduğu sanılmaktadır. Atmosferdeki ısı da çok düşüktür. Sıfırın altında 120 dereceden daha aşağı olduğu tahmin edilmektedir.
Tamâmen bulutlarla kaplı olan gezegendeki bu bulutlarda amonyak kristalleri bulunup bunların zaman zaman damlalar halinde yağdığı zannedilmektedir.
Gâyet tabiî olarak bu kalınlıktaki atmosfer tabakasının gezegen yüzeyine yaptığı basınç da çok yüksek olmaktadır. Astronomlar bu basıncın dünyamız üzerindeki basınçtan bir milyon defa güçlü olduğunu ifâde etmektedirler.
Jüpiterin Dünyâ, Venüs veya Mars gibi gazdan meydana gelmiş bir atmosferle sarılmış katı yüzeyli bir gezegen olduğu söylenemez. Jüpiter büyük bir ihtimalle erimiş bir hidrojen okyanusundan meydana gelmiş dev bir küredir.
Güneş sisteminin bu dev gezegeni hakkında bilgilerimiz fazla değildir. Ancak süper-optik teleskoplar, radyo-teleskoplar Pioneer ve Voyager gibi araştırma uydularının gezegen yakınlarına kadar sokularak bize ulaştırabildiği bilgiler zamanla jüpiter hakkındaki bilgileri ve dolayısıyla araştırmaları geliştirmektedir.
Bir uzay aracı ile aya ulaşmak iki gün alır. Mars veya Venüse ise birkaç ayda ulaşılabilir. Jüpiter ise o kadar uzaktır ki, buraya yolculuk iki yıla yakın zaman alır. Uzaklığın artmasıyla gidilecek yolun (rotanın) tâyinindeki güçlük çok büyük ölçüde artmaktadır. Aynı zamanda uzay aracından gönderilen mesaj ve yayınların alınması problemi de oldukça önem kazanır. 629 milyon kilometre uzaklıktaki Jüpiterden bir uydunun göndereceği mesaj dünyâya çok zayıf bir enerji şeklinde ulaşabilir.
Jüpitere giden ilk araç olan Pioneer 10 (Öncü 10) 1972 Martında fırlatıldı. Hedefine 1973 Aralık ayında ulaştı. Esas görevi Jüpiter etrafındaki bölgedeki şartları incelemek ve resimler çekmekti.
Pioneer 10, Jüpitere 132.000 m kalıncaya kadar gâyet iyi çalıştı. Gezegen hakkında pekçok bilgi ve fotoğraf gönderdi. Araç daha yaklaştığında bütün cihazları gezegendeki yoğun radyoaktiviteden etkilenerek çalışmaz hâle geldi. Bu araç, Jüpitere yaklaştıktan sonra uzayın derinliklerine doğru bitmeyen bir yolculuğa başladı. 1980’lerde güneş sisteminden çıkan aracın yıldızlar arasındaki seyâhatinin çok uzun yıllar süreceği sanılmaktadır.
Pioneer 11, Pioneer 10’dan bir yıl sonra fırlatıldı. 1973 Martında yola çıkan araç, Jüpitere 1974 Aralık ayında vardı. Bu sefer gezegene kutuplardan yaklaştı, ekvator bölgesini oldukça hızlı bir şekilde geçerek yoğun radyasyondan kurtulmayı başardı. Jüpiter ekvatoruna 50.000 km yaklaşan araç sayesinde, Pioneer 10’dan elde edilen sonuçları tamamlayan daha ileri bilgiler elde edildi. Pioneer 11, Jüpiter’in yanından geçtikten sonra1979 da Satürn’e varacak bir yörüngeye oturtuldu.
Bu iki araç tarafından alınan fotoğraflar zamanlarında büyük ilgi uyandırmışlardır. Daha sonra yollanan Voyeger bir ve iki araçları tarafından alınan binlerce renkli fotoğraf bu gezegenle ilgili birçok yeni şeyleri ortaya koymuştur. Bu araçlar ayrıca Amaltea Europa, Ganymede ve Callisto uydularının da ayrıntılı fotoğraflarını çekmişlerdir. Bu uyduların hiçbirinin başka gezegenlere ve birbirlerine benzemedikleri, hepsinin ayrı özellikte oldukları anlaşılmıştır. Io uydusunda aktif volkanlar tesbit edilmiştir. Bu volkanlar, Voyager aracıları tarafından çekilen fotoğraflarda büyük bir taşlı yüzük şeklinde görülmüştür. 1979 yılında Jüpiterin yakınından geçen Amerika’nın gönderdiği Voyager araştırma peykleri Ganymede veCallisto uydularında buz parçacıkları tesbit etmiş ve yüzeyi tuz ve sülfürle kaplı diğer uydu Io da aktif yanardağları ortaya çıkarmıştır. Voyager araştırmaları esnâsında ayrıca Jüpiterin etrafında dönen ve dünyâdan görünmeyecek kadar ince kaya parçalarından meydana gelmiş bir halka tesbit edilmiştir.
Pioneer’lerin seferlerinden elde edilen gelişmeler: İki Pioneer aracı Jüpiter hakkında bâzı soruları cevaplandırırken pekçok soru da hâlâ cevapsız kalmıştır. İlk olarak Jüpiter üzerindeki büyük kırmızı leke meselesi vardı. Çünkü bu büyük lekenin rengi ve şeklinde uzun zamandır bir değişiklik olmamıştı. Jüpiterin dış atmosferinde dönen yarı katı bir cismin varlığını ileri süren yüzen ada teorisinin yanlışlığı Pioneerler tarafından yollanan fotoğraflardan anlaşılmıştır. Bu lekenin meteorolojik bir olay olduğu tahminleri kuvvet kazanmıştır.
Jüpiter resimlerinde yüzeyde görülen parlak bölgeler karanlık kuşaklardan daha yüksek seviyede ve daha soğuktur. Aynı zamanda kutuplarda ve ekvator bölgelerinde yüzey sıcaklığının aynı olduğu bulunmuştur. Eğer Jüpiter yalnızca güneşten alınan ısıya bağlı kalsaydı kutupların en soğuk bölgeler olması gerekirdi. Bu sebepten bir iç ısı kaynağının bulunduğu sonucuna varılmıştır. Eğer düşünülen bu iç ısı kutuplara yakın bölgelerde etkiliyse gaz katmanlarında akıntı ve türbilansa sebeb olarak görülebilir bir etki meydana getirir. Pioneer’lerden alınan resimler bu olayın varlığını doğrulamaktadır. Voyager araçlarından elde edilen bilgilerden de istifade edilmiş, fakat tam kesin arzu edilen neticelere henüz varılamadığından, Jüpiter ile ilgili araştırmalara devam edilmektedir.
JÜPİTER’İN UYDULARI
Adları (Gezegene Uzaklık Sırasıyla) |
Gezegene Uzaklığı (km) |
Çapı |
Dönüş Süresi (km) |
Keşif Tarihi (Dünya Günü) |
Amaltea |
181.500 |
240 |
0,5 |
1892 |
Io |
422.000 |
3.640 |
1,78 |
1610 |
Europa |
671.400 |
3.065 |
3,55 |
1610 |
Ganymede |
1.070.000 |
5.215 |
7,55 |
1610 |
Callisto |
1.844.000 |
4.890 |
16,7 |
1610 |
Leda |
11.095.000 |
7 |
238,7 |
1974 |
Himalia |
11.490.000 |
170 |
250,6 |
1904 |
Alara |
11.747.000 |
80 |
259,6 |
1905 |
Lysithea |
11.860.000 |
14 |
263,5 |
1938 |
Anenke |
21.250.000 |
14 |
631 |
1951 |
Carme |
22.540.000 |
14 |
692 |
1938 |
Pasiphare |
23.510.000 |
16 |
739 |
1908 |
Sinope |
23.670.000 |
14 |
758 |
1914 |
Alm. Jury (f), Fr. Jury (m), İng. Jury. Adâletin uygulanmasında ve bir işte hüküm vermede toplanan kurul. Bir imtihan, bir sınıflandırma, bir yargı işiyle görevlendirilmiş komisyon. Bâzı ülkelerde ağır suçluların yargılanmalarında, bu suçun fâili tarafından yapılıp yapılmadığına karar veren bir tür geçici yargıçlar kurulu.
Amerika ve Fransa’da uygulanan jüri sisteminde, jüri sanığı suçlu bulursa hâkim bu suçun karşılığı olan cezâyı vermek zorundadır. Eğer jüri sanığı suçsuz bulursa sanık hâkim tarafından beraat ettirilir.
Bir dâvâ konusunda karar veren kurulun görevi sona erer. Jüri genellikle 12 üyeden meydana gelir.
Jüri üyeleri hiçbir tesir ve nüfûza kapılmaksızın vicdanlarından gelen sese uyarak, samîmi bir şekilde kendi şahsî kanaatlerini beyan edeceklerine dâir mahkemede yemin ederler.
Jüri usûlü, bazı kimseler tarafından övülürken, bâzılarınca da kabul görmemektedir.
Lehte olanlar; “Jüriyi meydana getiren kişilerin hükümet memuru olmadıklarını bu yüzden resmî bir baskının olmayacağını, dar kânun maddeleri dışında adâlete daha uygun kararlar vererek cezaların şahsîleştirilmesinin ve mahkemelerin tenkitten ve müdâhaleden korunmasının sağlandığı” gibi düşünceler ileri sürmektedirler.
Aleyhte olanlar ise; “Bu jüriyi meydana getiren kişilerin hukuk bilmediklerini, mahkeme esnâsında etkileyici konuşan sanık avukatlarının baskısı altında kalıp, duygularına göre karar verdiklerini, bu yüzden jüri sisteminin zararlı olduğunu” beyan etmektedirler.
Bâzı ülkelerde “şeref jürisi”adı verilen, sâdece basın yoluyla işlenen hakâret suçlarıyla ilgili olarak uygulanmakta olan bir jüri sistemi vardır. Yayınlarda, bir hakaret olup olmadığına jüri karar vermektedir. Bu da bâzı kimseler tarafından basın hürriyetinin kısıtlandığı görüşünü ortaya çıkarmaktadır.
Bu jüri sistemleri bâzı ülkelerde iki bölümden meydana gelir. Birinci safhada suçun işlenip işlenmediğine “suçlama jürisi”, ikinci safhada sanığın suçlu olup olmadığına “yargı jürisi” karar verir. Türkiye’de jüri sistemi yoktur.
Alm. Jute (f), Fr. Jute (m), İng. Jute. Familyası: Ihlamurgiller (Tiliaceae) Türkiye’de yetiştiği yerler: Yerli bitkimiz değildir.
Tropik bölgelerde yetişen 2-4 m yüksekliğinde yıllık, lif bitkisi. Vatanı Doğu Hindistan’dır. Jüt adını taşıyan lif elde etmek için yetiştirilir. Ticârette kullanılan jüt, iki cins bitkiden elde edilir: Birisi, Corchorus capsularis, diğeri ise Corchorus olitoriustur. Bu bitkilerin bir sene içerisinde boyu 2-4 metreye ulaşır.
Tabiî olarak Hindistan’da yetişir. Çin ve Malezya’da yetiştirilmeye başlanmıştır. Colitorius cinsi Akdeniz memleketlerinde de tanınmış ve yetiştirilmeye başlanmıştır. Amerika’ya ulaşması 1870 senelerine rastlar. Amerika’da Teksas ve Güney Karolina eyâletlerinde üretilmektedir.
Dünyâ jüt istihsalinin hemen hemen hepsi Hindistan’a ve Pakistan’a âittir. İstihsalin buralarda fazla olmasının bir sebebi de işçiliğinin çok ucuz olmasıdır. Jüt toplaması oldukça zordur. Bitki üç ayda yetişkin hâle gelir. Çiçek açtığı vakit toplanması gerekir. Tohum dönemine rastlayan mahsul ağır olur, ama lifler kalınlaşmış ve sertleşmiştir. Toplanan jüt bitkisi balyalanarak havuzlara atılır. Havuzların üzeri orman bitkileri, hatta hayvan gübresi ile örtülerek bekletilir. Bu kirli ve havasız su içinde jüt kabukları çürüyerek açılır. Kabuklar içinden lifler çıkarılıp serilerek kurutulur. Bundan sonraki işlemlere fabrikalarda makinalarla devam edilir. Pamuk ipliği üretiminde olduğu gibi taraklardan geçirilerek temizlenir, tamâmen liflerine ayrılır, bobinlere ip olarak sarılır. İp kalınlıkları maksada göre değişiktir.
Jüt lifi elde etmede Pakistan ve Hindistan’ı Brezilya, Taiwan (Milliyetçi Çin) tâkip eder.
Kullanıldığı yerler: Kabukları ve liflerinden istifade edilir. Jütün tekstil sanâyiindeki önemi, liflerinin çok ince oluşundandır. Ayrıca çok ucuza yetiştirildiği için de iktisâdîdir. Jüt lifleri halat, ip, çuval gibi çok kullanılan malzeme îmâlatında da kullanılır.