İTFÂİYE

Alm. Feuerwehr (f), Fr. (Organisation f des) sapeur-pompiers (m.pl.), İng. Fire brigade. Yangın söndüren, etrâfa dağılmasına mâni olan ve yanan binâlardan kalanları kurtaran bir kuruluş.

Ateşin kullanılması tabiî olarak yangını da berâberinde getirdi. Yangınların büyüyerek toplu iskan yerlerinde yaptığı büyük tahribât, insanları yangınlardan korunma çârelerine sevk etti. Eski devirlerde, çeşitli topluluklarda değişik uygulaması yapılan yangın söndürme hizmetinin teşkilâtlandırılması, 16. yüzyıldan sonradır. Osmanlılarda Üçüncü Murâd devrinde çıkan büyük yangınların sonunda 1572 yılında bir ferman yayınlandı. Buna göre her evde bir küp su, merdiven, kazma, kürek bulundurmak mecbûriyeti getirildi. Yangın söndürmede esaslı gelişme 18. yüzyılın başlarında oldu. Müslüman olan ve Dâvûd ismini alan bir Fransız teknisyeni bir yangın tulumbası yaptı. Bu, Tüfekhâne ve Tophâne yangınlarında denendi (1714). Ağır, kullanışı zor olan bu tulumbanın yerine sonradan daha kullanışlı ve hafif bir teşkilât kuruldu ve başına Dâvûd getirildi. Teşkilâta Tulumbacılar Ocağı adı verildi (Bkz. Tulumbacı). Tulumbacılar Ocağı 1825 yılına kadar görev yapmış ve 1827 yılında yarı Askerî İtfâiye Teşkilâtı kurulmuştu. 1869 yılında belediye dâire ve merkezlerine, mahallelere tulumbalar verilerek Semt Tulumbacı Ocakları tesis edildi. Bu yıllarda İstanbul’da büyük bir yangın çıktı. Bunun üzerine Macaristan’dan Kont Secini getirtilerek Askerî İtfâiye Teşkilâtı kuruldu (1874). Bu teşkilât 1923 yılına kadar ordunun bir kuruluşu olarak hizmet gördü. 25 Eylül 1923 târihinde bakanlar kurulu kararı ile modern itfâiye teşkilâtı belediyelere devredildi. Belediye teşkilâtı olan her yerde itfâiye teşkilâtı bulunmaktadır. Belediye sınırlarının genişliğine göre bu teşkilât da, personel araç ve gereç bakımından artış göstermektedir.

1937 yılından beri faaliyet gösteren itfâiyecilik okulu yurdun çeşitli yerlerinden gelen personeli yangın söndürücü olarak yetiştirmektedir. Yangın söndürme ve kurtarma çalışmalarının yanısıra, verilen genel kültür ile ilgili dersler 9 ay sürmektedir.

1992 yılında en büyük vilâyetimiz olan İstanbul’da 12.506 yangın görülmüş, 66 kişi hayâtını kaybetmiş, 235 kişi yaralanmıştı. Bu yangınların neticesinde yapılan tesbitlere göre; binâlarda ve eşyâlarda meydana gelen maddî hasar ise 202.058.850.000 TL’dir. İstanbul İtfâiye Müdürlüğü 12’nin üzerinde bölgeye ayrılarak yangınlarla mücâdele etmeye çalışmakta, gelişen teknolojiye uygun olarak, çeşitli yangın söndürme araçları kullanmakta ve tekniklerini uygulamaktadır. (Bkz. Yangın)

İTHÂLÂT

Alm. Einfurh, Fr. İmportation, İng. İmports. Herhangi bir malın yurt dışından gümrük sınırlarından geçerek yurda sokulması. Dış alım.

İthâlât işlemi, gümrük ve kambiyo rejimine göre malın bedeli ve varsa gümrük vergileri ödenmekle tamamlanır. Bir malın ithâlinin tâbi olduğu esaslar her yıl îlân edilen ithâlât rejimine göre belirlenir. İthâl edilebilecek mallar genelde iki kategoriye ayrılabilir: Serbestçe ithâl edilebilecek mallar (libere); ithâli izne bağlı (lisansa tâbi) mallar. Liberasyon listesine dâhil mallar, döviz bedelinin ödenmesine ilişkin akreditif açılması ile ithal edilir. İthali izne bağlı mallarda, ithal için ayrıca lisans ve döviz tahsis izni (permi) gereklidir.

İthâlât, başlıca akreditifli (mal yola çıkmadan önce bedeli banka tarafından malı gönderenin bankasına havâle edilir), vesâik mukâbili (malın, sevkine ilişkin belgeler ithâlâtçının bankasına geldiğinde mal bedeli ödenir), mal mukâbili (mal geldiğinde belgeyi çekerek bedelin ödenmesi) şeklinde yapılabilir. Ayrıca yurt dışında çalışan ve gelir elde edenlerin belirli şartlarla bedelin transferi işlemine hâcet kalmaksızın ithal eşyâsı getirebilmelerine bedelsiz ithâlât denilmektedir. Nümuneler, reklâm ve eşantiyon eşyâsı da bedelsiz ithâlât kapsamındadır. İthâlâtta, malın ithal fiyâtıCIFfiyattır. (Varış yerine kadarki sigorta ve navlun dâhil, vapur veya trende teslim fiyatı.)

ÎTİKÂF

Bir yere kapanıp ibâdetle meşgul olma. Lügatte, hapis etmek ve men etmek, bir şeye yönelmek, bir işe devamlı ve sımsıkı bağlanmak mânâlarına gelir. İslâm dîninde, bir Müslümanın başkalarıyla olan münâsebetlerinden ve dünyâ işlerinden bir müddet uzaklaşarak, cemâatle namaz kılınan bir câmide ibâdetle meşgul olmasına ve sevap kazanmak niyetiyle bir müddet mescitte kalmasına “îtikâf” denir. Îtikâf yapana “mu’tekif” veya “âkif” adı verilir.

Îtikâfın yapılması, Kur’ân-ı kerîm ve hadîs-i şerîflerle bildirilmiştir. Peygamber efendimiz, orucun Allah tarafından emredilmesinden sonra Ramazanın son on gününde devamlı yaptığı bir ibâdettir. Eshâb-ı kirâmına da; “Îtikâf etmek isteyen ramazân-ı şerîfin son on gününde îtikâf etsin!” buyurdu. Böylece îtikâf, sünnet-i müekkede oldu.

Îtikâf; erkeğin cemâatle namaz kılınan bir mescitte (câmide), kadının ise evinin bir köşesinde îtikâf niyetiyle oturması sûretiyle yapılır. İtikâf esnâsında boş oturulmaz. Namaz kılmak, Kur’ân-ı kerîm okumak, zikir, tesbih ve tehlil okumak, Allahü teâlânın büyüklüğünü tefekkür etmek... gibi kendisini Allahü teâlânın rızâsına kavuşturan ve sevap kazanmasına sebep olan ibâdetlerle meşgul olur. Dînî kitapları, Peygamberimizin ve evliyâların menkıbelerini okuyarak vaktini değerlendirir. Başkalarına faydalı olmak, vaaz ve nasihat vermek, Kur’ân-ı kerîm öğretmek gibi ibâdetlerle meşgul olması da dînen yasak değildir. Lüzumsuz, boş söz ve işlerle meşgul olmak, hiçbir şey düşünmeden susmak ve her şeyden el çekip boş oturmak yasak edilmiştir.

Îtikâf, bir adak olarak yapılırsa vâcib, Ramazanın son on gününde yapılırsa sünnet, diğer zamanlarda yapılan da müstehab olur.

Îtikâf yapana lâzım olan şartlar şunlardır: 1) Îtikâfa niyet etmek, 2) Müslüman ve akıllı olmak (Büluğ çağına girmemiş çocuk da îtikâf yapabilir), 3) Erkekler cemâatle namaz kılınan bir câmide, kadınlar ise evinde namaz kılmak için ayırdığı yerde, îtikâf etmek, 4) Vâcib ve sünnet olan îtikâfta oruçlu olmak, 5) Cünüplükten ve kadınların hayız (âdet) ve nifastan (lohusalıktan) temiz olmak.

Îtikâf yapanın dînî ve bedenî zarûrî bir ihtiyacı olmadan dışarı çıkması îtikâfını bozar.

Fazîleti en çok olan îtikâf, Mekke’deki Mescid-i Haram’da, sonra Medîne’deki Mescid-i Nebevî’de, sonra da Kudüs’teki Mescid-i Aksâ’da yapılandır. Bundan sonra, cemâati kalabalık câmilerdir. Câmideki bir anlık kalmak dahi, îtikâfa niyet etmek şartıyla îtikâf sevâbına kavuşturur. Îtikâf sevâbına kavuşmak için birçok câmilerin giriş kapısına, “Neveytül-i’tikâfe” (Îtikâfa niyet ettim) ibâreleri yazılmıştır.

Peygamberimiz’den (sallallahü aleyhi ve sellem) bu tarafa gelmiş geçmiş âlimler, velîler ve sâlih Müslümanlar hep îtikâf yapmışlardır ve yapmaktadırlar.

İTRİYUM

Alm. Yitrium, Fr. Yitrium, İng. Yitrium, ittrium. Periyodik cetvelin III B grubunda yer alan kimyâsal element. Y sembolüyle gösterilir. Atom numarası 39, atom ağırlığı 88.9, erime noktası 1523°C, kaynama noktası 3337°C ve yoğunluğu 4.457 gr/cm3tür. Dış elektron biçimlenmesi 4d1 5s2 olup, bileşiklerinde +3 değerliğini alır. Bu özelliği ile de lantanitlere çok benzer ve bu elementlerin cevherleri arasında yer alır.

İtriyum başta gadolinit, öksenit ve ksenotim olmak üzere pekçok cevherde bileşikler hâlindedir. Tabiatta kurşundan daha fazla rastlanan bir elementtir. İtriyum sanâyide, diğer nâdir toprak elementlerinden iyon değişimi yoluyla ayrılarak üretilir. Metal hâlinde ise, itriyum flüorürün kalsiyumla indirgenmesiyle hazırlanır.

İtriyumun en mühim kullanılma sahalarından biri renkli televizyon tüplerinde, çeşitli bileşikler içinde, bilhassa kırmızı rengin elde edilmesinde mühim şekilde kullanılır. Ayrıca tıpta radyoaktif itriyum izotopundan kanser tedâvisinde faydalanılır. Bilhassa bir hipofizektomiyi gerçekleştirmede, iğne veya palet şeklinde doku içine yerleştirilerek kullanılır.

İtriyumdan ayrıca sanâyide alaşım îmâlâtında ve metalurji işlemlerinde de istifâde edilir. İtriyum bileşiklerinden optik camlarda ve özel seramiklerde katalizör olarak, ayrıca fosforesans maddeler ve laserler gibi optik ve elektronik cihazların îmâlinde faydalanılır.

İTTİHAT VE TERAKKİ

Alm. Einheit und Fortschritt Partei, Fr. L’époque du Parti de L’union, İng. Union and progress Party. Türkiye’de kurulan ilk siyâsî parti.

21 Mayıs 1889’da İttihâd-ı Osmânî adıyla ve Abdülhamîd Hanı tahttan indirmek gâyesiyle gizli bir cemiyet olarak kuruldu. Daha sonra İttihat ve Terakki adını aldı. Yapılan ilk toplantıda Cemiyetin başkanlığına Ali Rüşdî, kâtipliğine Şerefeddîn Mağmûmî, muhâsib üyeliğe de Âsaf Derviş seçildiler.

Cemiyet, İstanbul’daki sivil ve askerî okul talebeleri arasında taraftar kazanarak süratle büyüdü. İtalyan Karbonari mason teşkîlâtını örnek alarak kurulan bu gizli cemiyet, hücreler hâlinde teşkilâtlandı. Hücre içindeki her üyeye bir sıra numarası verildi. Birinci hücrenin birinci üyesi İbrâhim Temo idi.

Cemiyet üyeleri, Galata Fransız Postahânesi aracılığıyla merkezi Pâris’te kurulan Jön Türklerle irtibat kurdular. Cemiyetin üyelerinden olan Bursa maârif müdürü Ahmed Rızâ Bey, Pâris’teki bir sergiyi gezmek bahânesiyle Fransa’ya gidip, Jön Türkler grubuna katıldı ve geri dönmedi. İttihâd-ı Osmânî cemiyetinin fikirlerini yaymaya başladı. Çok geçmeden onlar arasında hâkim bir sîmâ oldu. Cemiyet, Sultan Abdülhamîd Hana karşı kişi ve çevrelerle kurduğu münâsebetler netîcesinde tanınmaya başladı; yurt içinde ve dışında şûbeler kurarak teşkilâtlandı. Ahmed Rızâ, Avrupa’daki teşkilâtın adını, Auguste Comte’un pozitivist felsefesinin parolası olan Nizam ve Terakkî koymak istedi. Jön Türkler bu ismi kabul etmeyip, İstanbul’daki İttihâd-ı Osmânî Cemiyetinin ittihâdının da bu cemiyetin isminde yer almasını istediler. Böylece İstanbul’dakilerin İttihâc’ı ile Ahmed Rızâ’nın Terakki’si bir araya getirilerek, cemiyetin adı İttihat ve Terakki oldu. Cemiyetin yayın organı olarak Meşveret Gazetesi ve Fransızca ilâvesi, Paris’te yayınlanmaya başladı. Daha sonra Cenevre ve Brüksel’de yayın hayâtına devâm eden Meşveret Gazetesi yurda gizlice sokuldu. Cemiyetin para ihtiyâcını Pâris mason locası karşıladı.

Tıbbiye, Harbiye, Mülkiye gibi yüksek okullarda gizli kollar ve komiteler teşkil eden cemiyetin yurt içindeki varlığı, 1895 yılındaki Ermeni olayları sebebiyle duyuldu. Cemiyetin; Dr. İshak Sükûtî, Dr. İbrahim Temo, Dr. Abdullah Cevdet, Dr. Âkil Muhtâr, TunalıHilmi gibi faâl üyeleri, yapılan soruşturmalar netîcesinde suçlu bulunarak dağıtıldılar. Bâzıları çeşitli yerlere sürülen cemiyet üyelerinin bir kısmı yurt dışına kaçtı. Yurt dışı faaliyetleri Bükreş, Paris, Cenevre veKâhire’den idâre edilmeye başlandı. 1897 yılında cemiyetin Cenevre ve Kâhire şûbeleri faaliyete geçti. Cenevre şûbesinin çıkardığı Mîzan ve Osmanlı gazeteleriyle Kâhire şûbesinin çıkardığı Kânûn-i Esâsî ve Hak gazeteleri cemiyetin fikirlerinin destekçiliğini yaptılar. Bükreş şûbesini İbrâhim Temo; Pâris şûbesini ise Ahmed Rızâ idâre etti.

Kalabalık bir kitle teşkil etmeyen ülke dışındaki cemiyet mensupları, sürekli anlaşmazlıklar içindeydi. Sultan İkinci Abdülhamîd Han, yurt dışındaki bu muhâlifleri iknâ veya pasifize etmek için gerekli tedbirleri aldı. Zâten fikrî ve siyâsî sebeplerden dolayı ikiye bölünmüş olan İttihatçıların Cenevre grubunun lideri Mîzâncı Murâd Beyle anlaşması için serhâfiye Ahmed Celâleddîn Paşayı vazîfelendirerek Avrupa’ya gönderdi.

Ahmed Celâleddîn Paşa’nın gizli çalışmaları netîcesinde, muhâliflerden büyük bir kısmı İstanbul’a döndüler ve Pâdişâh’ın hizmetine girdiler. Ancak Ahmed Rızâ’nın çevresinde kalan bir grup, Osmanlı Devletine karşı şiddetli muhâlefete ve basın yoluyla propagandaya devâm ettiler. Bu sırada Sultan İkinci Abdülhamîd Handan istediği ilgiyi göremeyen eniştesi Dâmâd Mahmûd Celâleddîn Paşa da, ülke dışına kaçarak, iki oğlu Prens Sebahaddîn ve Lütfullah beylerle Pâris’e gitti. Sultan İkinci Abdülhamîd Hanın ve Osmanlı Devletinin aleyhinde faaliyete başladı. Böylece Avrupa’daki Jön Türk hareketi biraz canlandı. Ancak anlaşmazlık ve şahsî rekâbetler de gittikçe arttı.

4 Şubat 1902 târihinde Pâris’te, bütün Jön Türkleri içine alan bir kongre toplandı. Bu kongreye; Prens Sebahaddîn, Ahmed Rızâ, İsmâil Kemâl, İsmâil Hakkı(Paşa), Hoca Kadri, Halil Ganem, Mâhir Saîd, Yûsuf Akçura, Ferid Bey, Ali Haydar, Hüseyin Sîret, İbrâhim Temo, Dr. Nâzım, Dr. Refik Nevzat ile Ermeniler ve Rumlar adına da bâzı şahıslar katıldı. Kongrede tâkib edilecek usûl ile ilgili görüş ayrılıkları belirdi. Ahmed Rızâ ve arkadaşları cemiyetin adını Osmanlı Terakki ve İttihat Cemiyeti olarak değiştirip, Pâris’’te Meşveret’i çıkarmaya devâm ettiler. Mısır’da da Şûrâyı Ümmet Gazetesi’ni kurdular. Prens Sebahaddîn ve taraftarları da Teşebbüs-i Şahsî ve Adem-i Merkeziyet Cemiyetini kurup Terakkî Gazetesi’ni çıkardılar. İki cemiyet yayın organlarıyla birbirlerini ithâm etmeye devâm etti. Bir taraftan da taraftar kazanmak için program ve fikirlerini açıklayıp yaymaya koyuldular.

Cemiyet, Rumeli’de de hızla teşkilâtlandı. Yalnız Tiran’da olmak üzere, Köstence, Dobruca, Şumnu, Plevne, Sofya, Kızanlık, Vidin ve İşkodra’da bir çok şûbeler açıldı. Terakki ve İttihat Cemiyeti batı dünyâsında Jön Türklerin temsilcisi olarak tanıtıldı.

1906 Eylülünde ekseriyeti üçüncü ordu subaylarından olan; Bursalı Tâhir, Nâki, Edib Servet, Kâzım Nâmi, Ömer Nâci, İsmâil Canbolat, Hakkı Bahâ beyler ile posta ve telgraf idâresi başkâtibi Mehmed Talat, Rahmi ve Midhat Şükrü beyler tarafından Selânik’te Osmanlı Hürriyet Cemiyeti kuruldu. Sultan Abdülhamîd Hanı tahttan indirme gâyesini güden, ihtilâlci bir hüviyete sâhib olan ve kurucularının ekseriyetinin mason olması ile dikkat çeken bu cemiyet, ülke içinde veya dışında aynı gâye ile kurulan cemiyetleri kendine çekerek kaynaştırmayı başardı. Cemiyet, silâhlı kuvvetler çevresinde hızla yayıldı. Asker ve sivil üyeleri fazlalaşarak ihtilâlci bir güç meydana geldi. Bu cemiyet, bir yıl sonra Osmanlı Terakki ve İttihat Cemiyetinin Pâris şûbesiyle birleşme karârı aldı. Hem yurt içinde hem de yurt dışında faaliyet gösteren Terakki ve İttihat Cemiyetinin biri Selânik’te, diğeri Pâris’te olmak üzere iki merkez-i umûmîsi ortaya çıktı.

Bu birleşmeden sonra Rumeli’de hızlı bir şekilde teşkilâtlanan Osmanlı Terakki ve İttihat Cemiyeti komita faaliyetlerine girişti. Enver Bey, Tikveş yöresinde; Niyâzi ve Eyyûb Sabri beyler Resne ve Ohri’de; Selâhaddîn ve Hasan Tosun beyler Arnavutluk’ta hürriyet taburları kurarak tedhiş hareketlerini yaygınlaştırdılar. Bulundukları bölgelerdeki gayri müslim ve Türk olmayan unsurlarla da işbirliği yaparak, Müslüman ahâliyi Sultan Abdülhamîd Hana karşı ayaklanmaya çağırdılar. Durumun tehlike arz ettiğini gören Sultan İkinci Abdülhamîd Han, bu komita faaliyetlerini bastırmak üzere Makedonya’ya asker sevk etti. Gönderilen askerî birliklerden de İttihatçı komitacılara katılanlar olması, cemiyetin Manastır ve Selânik’te hürriyet îlân edeceğine dâir aldığı karârı pâdişâha bildirmesi, durumu iyice tehlikeli bir hâle soktu. Bu defâ Sultan İkinci Abdülhamîd Han, Şemsi Paşayı ayaklanmayı bastırmakla vazîfelendirdi. Hazırlıklarını tamamlayan Şemsi Paşa, 7 Temmuz 1908’de Pâdişâha son raporunu vermek üzere girdiği Manastır Postahânesinden çıkarken İttihat ve Terakki komitacılarından Bigalı Teğmen Âtıf tarafından öldürüldü. Dağa çıkan komitacıların sayısı gittikçe arttı. Komitacılar, 20 Temmuz 1908’de Firzovik’te halkı meydana toplayarak hürriyet ve meşrûtiyet isteğiyle gösteri yaptı. Bu vak’alardan sonra Tatar Osman Paşa, İzmir ve civârı redif kuvvetleri de kendisine verilerek, Manastır ve havâlisi fevkalâde kumandanı olarak bu bölgeye gönderildi. Ohri Taburu kumandanı Eyyûb Sabri ve Resne kuvvetleri kumandanı Niyâzi beyler, Manastır’da Osman Paşanın oturduğu konağı muhâsara ederek kendisini Resne’ye götürdüler.

Durumun nâzikliği üzerine Kânûn-i Esâsiyi yürürlüğe koyan Sultan İkinci Abdülhamîd Han, 23 Temmuz 1908’de İkinci Meşrûtiyeti îlân etti. Meşrûtiyetin îlânını tâkib eden günlerde birleştirici olduğunu îlân eden İttihatçılar, cemiyetlerinin ismini Osmanlı İttihat ve Terakki Cemiyeti olarak değiştirip, Prens Sebahaddîn grubunun mensub olduğu Teşebbüs-i Şahsî ve Adem-i Merkeziyet cemiyetiyle birleştiğini duyurdular. Partinin Selânik’teki merkez-i umûmî üyelerinden Ahmed Rızâ, Talât, Hüseyin Kadri, Hayri, Midhat, Şükrü, Habib, Enver, İsmâil Hakkı, Dr. Bahaeddîn Şâkir ve Nâzım beyler hükûmetin faaliyetlerini gözetlemek üzere İstanbul’a geldiler. Kendileri kabîneye giremedilerse de hükûmet üzerinde hâkimiyet kurdular. Tecrübesizliklerinden dolayı kabîneleri doğrudan doğruya kurmak yerine kontrol altında bulundurmayı tercih ettiler. 4 Ağustos 1908’de kurulan meşrûtiyetin ilk kabînesi olan Saîd Paşa hükûmeti, İttihat ve Terakkînin baskısına dayanamayarak 13 Ağustosta çekilmek zorunda kaldı. İkinci defâ kurulan Saîd Paşa hükûmeti ise beş gün dayanabildi. İttihat ve Terakki iktidar olmamıştı ama hükûmeti ve hükûmetin icrâatını kendileri tâyin ediyordu. 21 Ağustosta İttihat ve Terakkinin baskısıyla Kâmil Paşa hükûmeti kuruldu. Hükûmetlerdeki istikrarsızlık, İttihat ve Terakkinin devlet otoritesini ve bütünlüğünü bozmaya yönelik faaliyetlerini fırsat bilen Bulgarlar, 5 Ekimde bağımsızlık îlân ettiler. Ertesi gün Avusturya, Bosna-Hersek’i ilhâk etti. 6 Ekim’de Girid, Yunanistan’a bağlandı.

Meşrûtiyetin îlânından sonra ülkeye dönen Prens Sebahaddîn Bey grubu, İttihat ve Terakki ile birlikte hareket etmeyi reddederek kendi görüşleri doğrultusunda faaliyet göstermeye başladılar. Adem-i Merkeziyetçi görüşleri sebebiyle İttihat ve Terakkiden bekledikleri iltifâtı göremediler. İttihat ve Terakki ile tamâmen irtibâtı kesen Prens Sebahaddîn Bey, 14 Eylül’de Ahrâr Fırkasının kurulmasını destekledi. Kısa zamanda muhâlefetin sesi hâline gelen Ahrâr Fırkası, İttihat ve Terakkinin gizli kapaklı yönetim modeliyle iktidar tekelciliğinin ve gizliliğinin sonunda bir istibdat meydana gelebileceği konusunu işledi. İdârî ve siyâsî mesûliyetten uzak olan İttihat ve Terakkinin devlet işlerine karışmasını, hükûmeti ve milleti tahakkümü altına almasını, orduyu siyâsete karıştırmasını tenkid etti.

İttihat ve Terakkinin, Kâmil Paşa hükûmeti üzerinde şiddetli baskı kurmak istemesi yüzünden, Kâmil Paşa ile İttihat ve Terakkinin arası açıldı. 18 Ekim-8 Kasım 1908 târihleri arasında İttihat ve Terakkinin kongresi gizli olarak toplandı ve cemiyet için yeni bir siyâsî program hazırlandı. Kongre sonunda yayınlanan 13 maddelik bildiride, cemiyetin siyâsî fırka (parti) hâline geldiği îlân edildi. Gayri müslim ve Türk olmayan unsurların da desteğiyle, 1908 yılı sonlarına doğru yapılan seçimi İttihat ve Terakki kazandı. 17 Aralık 1908’de Sultan İkinci Abdülhamîd Hanın konuşmasıyla yeni seçilen meclis-i meb’ûsan açıldı. Sadrâzam Kâmil Paşanın hükûmette bâzı değişiklikler yapması İttihat veTerakkinin Bâbıâlî’ye karşı sert tepkiler göstermesi sebebiyle, İttihat ve Terakki ile Sadrâzam’ın arası iyice açıldı. 14 Şubat 1909’da meclis-i mebûsânda yapılan güven oylamasıyla, Ahmed Rızâ, Talat, Câvit ve Enver Bey gibi ittihatçıların faaliyetleri sonucu Kâmil Paşa hükûmeti düşürüldü. Sadrâzamlığa Hüseyin Hilmi Paşa getirildi. İttihat ve Terakkiye karşı gerek meclis içi, gerekse meclis dışı muhâlefet şiddetlendi. Meclis içinde, çok az üyesi bulunan Ahrâr Fırkası, Meclis dışında Serbestî Gazetesi ile muhâlefet çalışmalarını sürdürdü. Bu gazete, eski memurlardan şantaj yoluyla para alındığını gösteren belgeler ve makâleler yayınladı. Siyâsî rakiplerine karşı tedhiş yoluna baş vuran İttihatçılar, Serbestî Gazetesi başyazarı Hasan Fehmi’yi Sirkeci Postahânesi yanında esrarlı bir şekilde öldürttüler. Hasan Fehmi’nin cenâze töreni İttihatçıların aleyhinde bir gösteri mâhiyetinde cereyân etti. Derviş Vahdetî ve arkadaşları tarafından kurulan İttihat-ı Muhammedî Cemiyeti ve yayın organı olan Volkan Gazetesi de, İttihat ve Terakki aleyhinde faaliyet gösterdiler. İttihat ve Terakkinin ordu içinde kendisine karşı olan, milletini, dînini ve vatanını seven subayları, orduda gençleştirme bahânesiyle tasfiye etmesi, orduda huzursuzluklara yol açtı. İttihat ve Terakkinin Pâdişâha ve hilâfet makâmına karşı olan sevimsiz hareketleri de, sağduyu sâhibi Müslüman ahâlide nefret uyandırdı.

İttihat ve Terakki, Pâdişâha sâdık Birinci Orduya güvenmeyerek Selânik’teki Üçüncü Ordudan avcı taburları getirtti. İttihatçılar tarafından tertib edilen ve Selânik’ten getirilip Derviş Vahdetî isminde bir kimse tarafından “Din elden gidiyor!” “Şerîat isteriz!” gibi sloganlarla kışkırtılan avcı taburları tarafından çıkartıldığı tesbit edilen 31 Mart Vak’ası üzerine İttihat ve Terakki tarafından, Selânik’ten Bulgar, Sırp, Yunan, Arnavud yağmacılarının da bulunduğu Hareket Ordusu İstanbul’a getirildi. Sultan İkinci Abdülhamîd Han, Selânik’ten gelen Hareket Ordusuna karşı koymak isteyen kendisine sâdık kumandanlara, çarpışılmaması, Müslüman kanı dökülmemesi için sıkı emir verdi. İsteseydi yalnız Taksim ve Taş kışladaki tâlimli asker ve sâdık subaylar, gelen hareket ordusunu darmadağınık edebilirdi. Fakat sultan, kardeş kanının dökülmesini istemedi. İttihat ve Terakkinin önderliğinde İstanbul’a giren Hareket Ordusu kumandanları, doğru Yıldız Sarayı’na geldiler. Hazîneyi, asırlardan beri toplanmış olan kıymetli yâdigârları ve dünyânın en zengin kütüphânelerinden olan saray kitaplığını yağma ettiler. Pâdişâhın arabası bile parçalanıp paylaşıldı. Sultan İkinci Abdülhamîd Han, İttihat ve Terakki ileri gelenlerince tahttan indirildi, yerine kendinden iki yaş küçük olan kardeşi Muhammed Reşâd getirildi.

İttihat ve Terakki ileri gelenleri, Sultan İkinci Abdülhamîd Hanı lekeleyecek bir suç bulamadılar. Milletin, hükümdârı saydığını görerek öldürmeye de cesâret edemediler. Hemen o gece kurmay binbaşı Fethi Okyar’ın emrinde olarak trenle Selânik’e götürdüler. Oradaki Alâtini köşküne hapsettiler. Bu olaylar sırasında Hüseyin Hilmi Paşa istifâ edip Tevfik Paşa sadrâzam oldu. 31 Mart Vak’asından bir gün sonra Adana’da Ermeni ihtilâli oldu. Müslümanların mallarına, canlarına, ırzlarına saldıran Ermeniler; İttihat ve Terakkinin seyirci kaldığı hâdiselerde 1850 Müslüman-Türkü öldürdüler.

Halkın bir araya gelmesiyle Ermeni isyânı bastırıldı. Adana’ya vâli tâyin edilen İttihat ve Terakki ileri gelenlerinden Cemâl Paşa da, Avrupalılara şirin görünmek için Ermenilerle birlikte hareket ederek yüzlerce Müslümanı asıp kesti.

31 Mart Ayaklanmasının bastırılmasından ve Sultan İkinci Abdülhamîd Hanın tahttan indirilmesinden sonra duruma hâkim olan İttihat ve Terakki, bütün fırkaları lağv ederek muhâlif olanları tevkif ettirdi. Bu arada hiçbir kabahatleri olmadığı hâlde, sâdece cemiyete karşı oldukları zannedilen birçok zâbit de tutuklanarak Bekirağa Bölüğüne hapsedildi. İstanbul’da örfî idâre (sıkıyönetim) îlân edilerek Dîvân-ı harb-i örfîlerle (sıkıyönetim mahkemesi) birlikte darağaçları kuruldu. Kendilerine göre suçlu görülenlerin yanında suçsuzlar da îdâm edildi. Eski devre âit devlet adamlarından pekçok kimse çeşitli yerlere sürüldü. İttihat ve Terakki erkânının devlet işlerini doğrudan doğruya ellerine almak istemeleri üzerine, 14 Nisan 1909’da Tevfik Paşa sadrâzamlıktan istifâ etti. Yerine Hüseyin Hilmi Paşa tekrar sadrâzam oldu. İttihat ve Terakkinin ileri gelenlerinden genç, tecrübesiz ve mâcerâcı Talat Bey de, bu kabînede dâhiliye nâzırlığına getirildi. İttihat ve Terakkinin keyfî baskılarına dayanamayan Hüseyin Hilmi Paşa, 7 ay 24 günlük bir iktidârdan sonra tekrar istifâ etti. Sadâret makâmına getirilen Roma sefiri Hakkı Paşa kabînesinde, hareket ordusunun diktatör kumandanı Mahmûd Şevket Paşa, harbiye nâzırı olarak vazîfe aldı.

Muhaliflerine karşı sert tedbirler alan ve tedhiş yollarına başvuran İttihat ve Terakki, Sadâ-yı Millet Gazetesi başyazarı Ahmed Samim’i de sokak ortasında öldürttü. Sultan İkinci Abdülhamîd Hanın Balkan siyâsetinin esâsı olan Bulgar ve Rum kiliseleri arasındaki rekâbete son veren İttihat ve Terakki, güyâ Makedonya’daki unsurlar arasındaki ihtilâfı gidermek bahânesiyle kiliseler kânûnunu çıkardı. Netîcede Bulgar, Yunan ve Sırp unsurları arasında hiçbir ihtilâf bırakmayarak, bunların Osmanlı Devleti aleyhine Balkan ittifâkı kurmalarına yol açtı. 1 Nisan 1910’da Arnavutluk ayaklanması çıktı; 9 Mayıs 1910’da da Girid meclisi, Yunan kralına bağlılık yemîni etti.

Bu sırada, harbiye nâzırı olan Mahmûd Şevket Paşa, Trablus’taki askeri Yemen’e sevk etmek, bir çok ihtarlara rağmen mühimmâtı da İstanbul’a getirmek sûretiyle bu bölgeyi müdâfâdan mahrum bıraktı. İtalyanların teşebbüsleri üzerine Trablusgarb vâli ve kumandanı Müşir İbrâhim Paşa da, vazîfeden azledilerek bu vilâyet kumandansız ve vâlisiz bırakıldı. Roma hükûmeti de bu vaziyetten istifâdeyle İttihat ve Terakkinin Trablusgarb ve Bingâzi’deki halkı İtalyan aleyhinde tahrik etmesini ve Osmanlı vapurlarıyla oralara asker ve mühimmât sevk olunduğunu iddiâ ile 23 Eylül 1911’de verdiği bir ültimatomla Trablus ve Bingâzi’nin boşaltılmasını ve teslim edilmesini istedi. Daha sonra da harb îlân etti. Ciddî bir tedbîr alınmadığı için Trablusgarb’ın elden çıkmasına sebeb olundu. Harb îlânını bildiren ültimatom geldiğinde, İttihatçıların hâriciye nâzırı, İtalyan sefîri ile satranç oynamaktaydı.

Sadrâzamlığı sırasında; Çırağan Sarayı yangını, Bâbıâlî yangını, Arnavutluk İsyânı, Girid’in Yunanistan’a iltihâkı, Tarblusgarb’ın İtalyanlarca işgâl edilmesi gibi felâketlerin vukû bulduğu Hakkı Paşa, 29 Eylül 1911’de istifâ etmek zorunda kaldı. Yerine Âyan Reisi Küçük Saîd Paşa sadrâzam oldu.

İttihat ve Terakkinin içeride uyguladığı partizan ve baskıcı, dışarıda uyguladığı tâvizci politika sebebiyle muhâlefet gittikçe fazlalaştı. 1911 yılı başlarında kendi içinde meydana gelen Hizb-i cedîd hareketi de muhâlefete katıldı. 21 Kasım 1911’de bütün muhâlefet gruplarının ve fırkalarının bir araya gelmesiyle Hürriyet ve Îtilâf fırkası kuruldu. Kurulmasından yirmi gün sonra girdiği İstanbul’daki mebus seçiminde başarı göstermesi, İttihat ve Terakkiye karşı muhâlefetin güçlendiğini ortaya koydu. Meclis-i meb’ûsân’daki hâkimiyetin elinden çıkmakta olduğunu gören İttihat ve Terakki, kânûn-i esâsîde değişiklikler yaparak hükûmetin yetkilerini artırmak çabasına girdi. Hükûmetle meclis-i meb’ûsânın arası açılınca, meclisde güven oyu alamayan hükûmetler ard arda istifâ etmek zorunda kaldı. Bu bunalım sebebiyle meclis-i meb’ûsân feshedilerek tekrar seçime gitme karârı alındı. “Sopalı seçimler” diye bilinen ve İttihat ve Terakkinin çeşitli tedhiş hareket ve hîleleriyle yapılan 1912 seçimlerinde, çoğunluğu yine İttihat ve Terakki elde etti. Mecliste ekseriyeti elde eden İttihat ve Terakki, hükûmete kendi adamlarını getirmek sûretiyle baskıyı iyice arttırdı.

Muhâlefetin desteğiyle, ordu içinde İttihat ve Terakkiye karşı olan subaylar tarafından Halâskârân-ı Zâbitân Grubu kuruldu. Bu grub, hükûmete gizli tehdid ve baskılar yapınca, 16 Temmuz 1912’de Saîd Paşa sadrâzamlıktan istifâ etti. Bu sırada meydana gelen bâzı iç ve dış hâdiseler yüzünden yıpranan ve güçten düşen İttihat ve Terakki iktidâra tâlib olmayınca, 21 Temmuzda partilerüstü görünümde olan Gâzi Ahmed Muhtar Paşa hükûmeti kuruldu.

Aslında İttihat ve Terakkiye karşı bir tepki hükûmeti olan Gâzî Ahmed Muhtar Paşa hükûmeti, bu fırkaya karşı gittikçe sertleşti. Bir bahâneyle meclis-i meb’ûsânı feshettirdi. Bu sırada meclis dışında kalan İttihat ve Terakkinin tahrik ve teşvikleriyle yapılan gösterilerden sonra Balkan Harbi başladı. Ordunun siyâsete sokulması ve subayların İttihatçı-îtilâfçı olarak ikiye bölünmesi yüzünden Osmanlı ordusu Balkan Harbinde bütün cephelerde kısa zamanda yenilgiye uğradı. Osmanlı orduları ancak Çatalca hattında tutunabildiler. Kısa bir müddet sonra Gâzi Ahmed Muhtar Paşanın sadrâzamlıktan istifâ etmesi üzerine Kâmil Paşa hükûmeti kuruldu. Yeni hükûmet döneminde Balkan Harbinin felâketi netîceleri devâm etti. Kâmil Paşa hükûmetinin de aleyhinde propaganda yapan İttihat ve Terakki, normal yollardan iktidâra gelemeyeceğini anlayınca hükûmete karşı darbe plânladı. 23 Ocak 1913’de Bâbıâlî baskını diye bilinen kanlı bir baskın düzenleyerek iktidâra el koydu. Sadrâzam Kâmil Paşanın zorla istifâ ettirilmesi üzerine, İttihatçı olan Mahmûd Şevket Paşa sadârete getirildi. Her işte kendi bildiğine göre hareket eden  Mahmûd Şevket Paşa da, 11 Haziran 1913’te İttihatçılar tarafından meçhul bir şekilde öldürtüldü. Mahmûd Şevket Paşanın ölümünden sonra Saîd Halîm Paşanın sadrâzam olmasıyla İttihat ve Terakki tam iktidar oldu. İttihat ve Terakkiye faal olarak bizzât hizmet eden Saîd Halim Paşa hükûmetinin bütün üyeleri İttihatçı idi. Saîd Halîm Paşanın 3 sene 7 ay ve 23 günlük ve bunun yerine gelen Talat Paşanın bir buçuk senelik sadâret zamanlarında memleket karmakarışık oldu. Herkes ölüm ve hapis korkusu içinde yaşadı. Can, mal ve nâmus emniyeti kalmadı. İslâm düşmanlığı moda olmaya başladı. Her vilâyette zâlimler, ırz düşmanları türedi.

1914 yılında yapılan seçimleri de kazanan İttihat ve Terakki, bir oldu bittiye getirilerek Osmanlı Devletini Harb-i Umûmî diye bilinen Birinci Dünyâ Harbine soktu. Hiçbir mecbûriyet yokken Talât, Enver ve Cemâl gibi İttihat ve Terakki paşalarının çeşitli hülyâlarıyla girilen savaş; Sina, Irak, Kafkasya ve Çanakkale cephelerinde devâm etti. 1914-1918 yılları arasında devâm eden Birinci Dünyâ Harbinde pekçok vatan toprağı elden gitti; yüz binlerce Müslüman-Türk evlâdı şehid düştü. Savaşın mağlûbiyetle sona ermesi üzerine, 8 Ekim 1918’de sadrâzam Talat Paşa istifâ etti. Yerine de Ahmed İzzet Paşa sadrâzamlığa getirildi. Böylece on seneden az bir zaman zarfında Sultan Abdülhamîd’den devr alınan üç kıtaya yayılmış altı yüz senelik koca bir imparatorluğu, korkunç bir ihtirâs ve cehâlet ile târihin sînesine gömen ve birinci derecede mesul olan İttihat ve Terakki, iktidardan uzaklaştı. Şahsî ihtirâs ve ikbâl için bir milleti harbe sokarak Müslüman-Türk evlatlarından en az iki milyon kişiyi cephelerde kar ve tipi altında veya kavurucu çöller ortasında çıplak, aç, susuz bırakarak şehid olmalarına sebeb olan İttihat ve Terakkinin ileri gelenleri, birkaç milyon kilometre kare olarak devraldıkları bir memleketi birkaç yüz bin kilometre kareye kadar küçülttüler. Bu küçük toprak parçasını da düşman çizmelerinin altında bırakarak kaçtılar. İlk olarak Enver, Talat ve Cemâl paşalar ile doktor Bahaaddîn Şâkir, doktor Nâzım, 30 Ekim 1918’de Mondros Mütârekesini imzâ ettikten bir gün sonra gece yarısı koca Osmanlı Devletini yıktıktan sonra, ihânetlerine bir yenisini ekliyerek kaçtılar.

Sultan Abdülhamîd Hanı tahttan indiren, Trablusgarb’ı İtalyanlara bırakan, çıkardığı kiliseler kânunuyla Balkanlardaki Hıristiyanların birlik kurmalarını sağlayan ve Balkanların Osmanlı Devletinden kopmasına sebeb olan, Bâbıâlî Baskınını düzenleyen ve milleti zulüm ve tedhiş ile idâre eden, Sarıkamış fâciâsında on binlerce Müslüman-Türkün canına kıyan, mecnûnâne bir hareketle Kanal Seferini açarak Filistin ve Sûriye’de Osmanlı ordusunun ve bu toprakların elden çıkmasına sebeb olan, dört senelik Birinci Dünyâ Harbi müddetince Anadolu’da halkı açlık, sussuzluk, yokluk içinde inleten İttihat ve Terakki ileri gelenlerinden Enver Paşa Türkistan’da, Talat Paşa Berlin’de, Cemâl Paşa da Tiflis’te, Ermeniler tarafından öldürüldüler.

İlk önce gizli bir cemiyet şeklinde kurulup, yurt içinde ve yurt dışında teşkilâtlanan, Abdülhamîd Hanı tahttan indirmek için Osmanlı ve İslâm düşmanlarıyla işbirliği yaparak komitacılık faaliyetlerinde bulunan İttihat ve Terakki, 1908 ile 1918 arasında yapılan seçimlerden 1908, 1912 ve 1914 senelerinde yapılan üç genel seçimi kazandı. İlk zamanlar Osmanlıcı ve İttihâd-ı Anâsırcı bir çizgi izlediği ve daha sonraki dönemlerde, bünyesinde Türk olmayanlara yer verdiği hâlde, Türkçü ve milliyetçi bir çizgi tâkib eder göründü. Doğrudan cemiyete âid ve bağlı gazeteler olarak Selânik’de çıkan İttihat ve Terakki, Hürriyet, Rumeli, İstanbul’da yayınlanan Tanin ileŞûrâ-yı Ümmet gazetelerinin yanında bağımsız fakat İttihat ve Terakkinin destekçisi hüviyetindeki Tasvîr-i Efkâr, Tercümân-ı Hakîkat gazeteleri ile fırkaya eğilimli İstiklâl, Hak, Hâdisât, Vakit gazeteleri yanında Kalem, Karagöz ve haftalık Şûrâ-yı Ümmet gibi mîzâh gazeteleri; Türkçülere âit yayın organlarından; Türk Yurdu, İslâm Mecmûası, Yeni Mecmûa İttihat ve Terakkinin fikirlerini desteklediler.

Talat, Saîd Halîm, Enver, Cemâl, Halil ve Nûri paşalar, Babanzâde İsmâil Hakkı, Seyid, Hacı Âdil, İsmâil Hakkı, Hüseyin Câhid (Yalçın), Ahmed Rızâ, Halil (Menteşe), Ziyâ (Gökalp), Midhat Şükrü (Bleda), Ömer Nâci, Ahmed Şükrü, Dr. Nâzım, Câvid, Bahaaddîn Şâkir, (Kara) Kemâl, (Küçük) Talat beyler ve Hâfız İbrâhim, Emrullah, Hayri, şeyhülislâm Mûsâ Kâzım efendilerle Emanoel Karaso ve Hallaçyan gibileri İttihat ve Terakkinin ileri gelen elemanlarındandı.

Cemiyet; kuruluş, teşkilâtlanma ve faaliyet bakımından farklı özellikler taşıyordu. Cemiyetin yöneticilerinin çoğu masondu. Cemiyeti yöneten merkez-i umûmî (genel merkez) üyesi yedi kişinin kimlikleri, meşrûtiyet îlân edildikten sonra bile açıklanmadı. Üyeler, masonların merâsimlerine benzer usûllerle cemiyete alınırdı. Rehber üyelerce tavsiye edilen ve uygun görülen kişiler, tahlif heyeti (yemîn kurulu) önünde yemin ederlerdi. Heyet başkanı, önce cemiyetin gâyesini, cemiyet üyeliğinin taşıdığı sorumluluğu aday üyeye anlatır, sonra merkez-i umûmînin hazırladığı yemîni okurdu. Aday üye, inandığı dînin kutsal kitabına, hançer ve tabanca üzerine el basarak yemini tekrarlardı. Cemiyete giren üye, teşkilâtın gâyesi uğruna gerektiğinde canını fedâya hazır olduğunu bu yeminle kabul ediyordu. Ayrıca cemiyetin vereceği özel görevleri yerine getirmek için fedâî şûbeleri kurulmuştu. Fedâîler görev sırasında öldükleri takdirde, cemiyet, âilelerine bakmayı taahhüt ediyordu. Cemiyetin amaçlarına aykırı hareket eden üyeler için merkez heyetleri, mahkeme gibi yargılama yaparlar ve suçluyu cezâlandırırlardı. Cinâyetten hüküm giyenler ölüm cezâsına çarptırılırdı.

On seneye yakın bir müddet iktidârda kalan, koskoca Osmanlı Devletinin yağma edilmesine sebeb olan İttihat ve Terakkinin son kongresi, birinci Dünyâ Harbinin mağlubiyetle bitmesinden sonra 14 Kasım 1918’de toplandı. Bu kongrede parti kendini feshederek, târihe karıştığını îlân etti. Bâzı İttihatçılar birleşerek Teceddüt Fırkasını kurdular. Resmî ve kânûnî olarak târihe karışan İttihat ve Terakkinin mensupları kendilerine yeni yollar aramaya devâm ettiler. Daha sonra İttihatçılara karşı sert tedbirler alındı. Kurulan Dîvân-ı Harb-i Örfî tarafından yargılandılar. Tevfik Paşa hükûmetince, İttihat ve Terakkinin mallarına el kondu. Bir kısım malları ise teceddüt fırkasına devredildi. Yurt dışına kaçanların gıyâben cezâlandırılmaları sırasında bir kısmı da mahkûm edilerek Bekirağa Bölüğüne hapsedildiler. Daha sonra da Malta’ya sürüldüler. İttihatçıların cemiyetleri yok oldu ise de, geride zihniyetleri kaldı. Halk düşmanlığı, bölücülük, jurnalcılık hastalıkları, İttihatçıların cemiyetimize adapte ettiği kötü örneklerden sâdece birkaçıdır.

İTÜZÜMÜ (Solanum nigrum)

Alm. Schwarzer Nachtschatten (m), Fr. Morelle noire, İng. Black nightshade. Familyası: Patlıcangiller (Solanaceae) Türkiye’de yetiştiği yerler: Marmara, Karadeniz, İç ve Doğu Anadolu, Akdeniz bölgesi.

Haziran, eylül ayları arasında beyaz renkli çiçekler açan, bahçe, yol kenarları ve harâbeliklerde sık rastlanan, 20-60 cm yüksekliğinde zehirli bir bitki. Köpeküzümü olarak da bilinir. Gövdeleri dik ve dallanmıştır. Yapraklar geniş oval şekilli, sivri uçlu ve kenarları dişlidir. Üst yüzü koyu alt yüzü açık yeşil renklidir. Çiçekler kısa saplı ve salkım durumunda toplanmışlardır. Çiçekler solunca çiçek sapları aşağı kıvrılır. Meyveleri küre şekilli ve siyahımsı renklidir.

Kullanıldığı yerler:Bitkinin yaprak ve meyvelerinde solanin alkaloidi bulunur. İyi bir yatıştırıcı uyuşturucu etkisi vardır. Ağrı kesici olarak, astıma, epilepsi ve romatizmaya karşı kullanılır. Birçok preparatların terkibine girer.

İVAN-IV (Korkunç, Müthiş)

İlk Rus çarı. 1530’da doğdu. Babası Üçüncü Vasili’nin ölümüyle 1533’te Türk asıllı annesiElena Glinskiy’in nâibliğinde Büyük Moskova Knezi oldu. 1547’de fiilen saltanatı ele aldı. Bu târihten îtibâren Büyük Moskova Knezliğinin bey yerine kullanılan “Knez” ünvânını atıp “Bizans Kayseri” mânâsındaki “Çar” ünvânını takındı. Çok kan döktü. Zulmünden dolayı “Müthiş” lakabı verilip, “Korkunç İvan” ismiyle tanınır. 1584’te öldü. Rus hukûkunu toplayıp sistemleştirdi. Merkezî idâreyi kuvvetlendirdi. Kiliseyi teşkilâtlandırarak kuvvetlendirip, desteğini sağladı.

Dördüncü İvan idâreyi kuvvetlendirip, 1551 yılında Rus Kilise Konsilinin desteğini alınca, papalığın teşvikiyle Moskova’yı Üçüncü Roma kabul etti. Doğu Roma imparatorluğu (395-1453) topraklarına sâhib olmak için büyük askerî seferlere girişti. Güneydeki; Osmanlı Devletinden çekindiğinden, doğuya, batıya, kuzeye yöneldi. Doğudaki Müslüman Kazan Hanlığını (1466-1552) 1552’de, Astrahan Türk Hanlığını (1437-1556) 1554’te yıkan Dördüncü İvan, ahâlisini kılıçtan geçirdi. İki Müslüman Türk hanlığı topraklarına sâhib olunca, Moskova Knezliği çok genişledi. Bütün Volga Nehri boyları işgâl edildi. Hazar Denizine ulaşılarak İran’la komşu oldular. Kırım ve Karadeniz’e Osmanlılardan çekindiklerinden ulaşamadılar. Osmanlı sultanları gelişen Moskof tehlikesini bertaraf için, Volga ile Don nehirlerini birleştirmek gâyesiyle kanal açmaya karar verdiler. Böylece Karadeniz ile Hazar Denizi arasında ulaşım projesine teşebbüs ederek Orta Asya Müslümanlarını Moskof tehlikesinden kurtarmak istediler. Ancak Kırım hanı ülkesinin Osmanlının bir eyâleti hâline geleceği düşüncesiyle bu teşebbüsü desteklemedi. Böylece ileride önü alınamayacak olan Rus tehlikesini daha o zaman ortadan kaldırabilecek bir hayırlı hizmet yarıda kaldı. Kırım Hanı Birinci Devlet Giray (1551-1577), 1571 yazında Kanal Projesinin menfî izlerini silmek için, Moskova’ya akın ederek, burayı ve Kremlin Sarayını yakıp, yıktı ve on sekiz gün boyunca Moskof ülkelerini vurup, yüz bin esirle döndü. Bu sefer sonunda “Taht Alan” ünvânı verilen Birinci Giray Handan kaçan Korkunç İvan yakalanamadı. Moskof tehlikesine giren Türkistan-Kırım arasındaki târihî ticâret ve Hac yolu, Osmanlılar sâyesinde kurtarıldı.

Korkunç İvan, ülkesinin Ural ve Sibirya’da genişleme yolunu açtıktan sonra batıya yöneldi. İsveç ve Litvanya’ya karşı savaştı. Başarılı olamadı (1482). Litvanya’yı Polonya kralına, Narva bölgesini de İsveç kralına bırakmak zorunda kaldı. Yerine geçmesi gereken büyük oğlunu geçirdiği sinir krizlerinin birinde öldüren Korkunç İvan, 1584’te ölünce, Birinci Fodor Moskof tahtına geçti.

İVME

Alm. Beschleunigung (f), Fr. Accélération (f), İng. Acceleration. Hızın birim zamandaki (bir sâniyedeki) değişme miktarı. İlk defâ İtalyan Fizikçisi Galileo tarafından açık bir şekilde târif edildiği bilinmektedir. Galile, eğik düzlemde, aşağı yuvarlanan bir top ile yaptığı deneylerde, bütün cisimlerin aynı ivme ile düştüklerini tesbit etmiştir. Yaptığı bu deneyler ve daha sonra ivmenin sâbit olduğunu ispat etmesi, o zamâna kadar gelmiş olan eski Yunan felsefecilerinden Aristo’nun bu konudaki nazariyesine son vermiştir. Aristo, ağır cisimlerin, hafif cisimlere nazaran daha hızlı düştüğünü iddiâ etmiştir. Ortalama ivme, âni ivme, çizgisel ivme ve açısal ivme şeklinde ivme türleri mevcuttur. Yol ve hız çizgisel ise ivme çizgisel; açısal ise açısaldır. Fizikte ivme sembolü “a”dır.

Ortalama ivme:Eğer cismin hızı zamanla değişiyorsa, ortalama ivme hızdaki değişimin geçen zamâna bölümü ile hesaplanabilir. Bir hareketlinin t1 zamanındaki hızı v1; t2 zamanındaki hızı v2 ise bu hareketlinin ortalama ivmesi:

       V2 - V1       Dv

a ¾¾¾¾¾ = ¾¾

        t2 - t1       Dt

İvme için cm/s2 ve m/s2 yaygın kullanılan birimlerdendir. Eğer hız artıyorsa ivme pozitif, azalıyorsa ivme negatiftir.

Âni ivme:Ortalama ivme hesâbında kullanılan zaman aralığının azaltılması ve sıfıra yaklaştırılması hâlinde hesaplanan ivmedir. ³t Æ 0 durumunda ³v/³t oranının limitine âni ivme denir. Bütün doğrusal olan hareketlerde cebirsel ifâde olarak ivme, hızın zamâna göre birinci türevidir.

        dv        d2x

a ¾¾¾ ¾¾

        dt         dt2

Yolun zamâna göre ikinci türevi de ivmeyi verir. Bir doğru üzerinde hareket eden bir cismin, birim zaman aralıklarındaki hız değişimleri hep aynı ise, ivme sâbittir. Böyle sâbit ivmeli hareketlere “düzgün değişen doğrusal hareket” denir. Yeryüzüne yakın serbest düşen cisimlerin hareketi buna bir örnektir. Serbest düşen cisimlerin yerçekimi dolayısıyle kazandıkları sâbit ivme g ile gösterilir. Yaklaşık olarak 9,80 m/s2dir. Yerçekimi ivmesi cismin kütlesine bağlı değildir.

Cismin yaptığı hareket R yarıçaplı bir dâire veya yay üzerinde ise söz konusu ivme merkezcil ivmedir. Yönü merkeze doğrudur. a= v2/R formülü ile ifâde edilir.

İYON

Alm. Ion (n), Fr.Ion (m), İng. Ion. Elektron eksikliğine veya fazlalığına sâhib olan, yâni eksi veya artı elektrik yüklü atom veya atom grubu. Pozitif (artı) yüklü iyona katyon ve negatif (eksi) yüklü iyona anyon denir.

İyonlar, atomlar arasında elektron alışverişi sonucu meydana gelebilir:

2Na + Cl2 Æ 2Na+ Cl-

Bu reaksiyonda sodyum(Na), klor (Cl) atomuna elektron vermektedir. Böylece pozitif yüklü sodyum iyonu (Na+) ile negatif yüklü klorür iyonu(Cl-) meydana gelmektedir.

Bâzan iyonik olmayan bir bileşiğe bir proton gidişi ile pozitif yüklü kök meydana gelir:

NH3 + H + Cl Æ NH4+ + Cl-

Atomların veya moleküllerin, elektronlar veya fotonlar ile bombardımanından da iyonlar elde edilir. Pozitif ve negatif iyonların meydana getirdiği bileşiklere iyonik bileşikler denir. Genellikle iyonik bileşikler katı ve kristal yapıya sâhiptirler. Bir kristal yapıda iyonlar çeşitli şekilde dizilmiştir. Dizilişe bağlı olarak da kristal türleri ortaya çıkmıştır. Zıt elektrik yüklü iyonlar arasındaki elektro statik çekim kuvveti büyük olduğu için, iyonik bileşikler oldukça kararlıdır. İyonik bileşikler ısıtılarak eritildiği zaman veya suda çözündüğü zaman bileşiği meydana getiren iyonlar serbest kalır ve hareket hâline geçerler. Bu yüzden erimiş iyonik bileşikler elektriği çok güzel iletir. Buna karşılık kristal iyonik bileşikler zayıf iletkendir. Çünkü iyonlar hareket serbestliğine sâhip değildirler.

İyonik bileşikler, polar çözücülerde çözünürler. Sıvı çözelti içinde dağılmış iyonlar, büyük elektrikî çekim kuvveti sebebiyle çözücünün moleküllerini kendine bağlarlar. Bu duruma iyonun solvate olması denir. Eğer çözücü su ise solvate yerine hidrate kelimesi kullanılır. İyon tarafından tutulan su molekülü miktarı, iyon yüküne bağlıdır. Al3+ iyonu Al (H2O)63+ şeklinde Cu2+ iyonu ise CU(H2O)22+ şeklinde hidrate olur.

İYON BAĞI

(Bkz. Kimyâsal Bağlar)