İSRAF

Her türlü imkân ve varlığı boşuna harcama, saçıp savurma. Bütün nîmetleri Allahü teâlânın insanlara verdiği birer emânet sayan İslâm dîni, bunları, sâdece O’nun rızâsını elde etmeyi ve insanlara hizmete elverişli yerlerde kullanmayı emreder. Parayı, malı dînimizin uygun gördüğü yerlere vermemek cimrilik, uygun görmediği yerlere dağıtmak da israftır. İsrafın zıddı iktisattır. İsraf ve cimrilik, kalbin mânevî hastalıklarından sayılmıştır.

İslâm dîni israfı; içki, kumar, fuhuş, rüşvet gibi topluma ve kişiye zarar veren işleri, harcamaları açıkça yasaklamıştır. Allahü teâlâ Kur’ân-ı kerîm’de israf ile ilgili âyet-i kerîmelerde meâlen buyurdu ki: “İsraf etmeyiniz. Allah israf edenleri sevmez.” (A’raf sûresi: 27). Lut aleyhisselâm kavmini de; “Belki siz israf eden kavimsiniz.” diye kötülemiştir.

İsrafın kötü olmasının birinci sebebi, malın kıymetli olmasıdır. Mal, Allahü teâlânın verdiği bir nîmettir. Malı israf; Allahü teâlânın nîmetini hakir (aşağı) görmek, nîmete kıymet vermemek, nîmeti elden kaçırmak, küfrân-ı nîmet etmek, yâni şükretmemek olur.

Malı denize, kuyuya, ateşe atmak, elden çıkmasına sebep olmak, soğuktan sıcaktan korumamak, ağaçtan meyveyi toplamayıp çürütmek, mahsulü hasat etmeyip helâk olmasına sebep olmak, hayvanları soğuktan düşmandan koruyacak yere koymamak, soğuktan, sıcaktan ve açlıktan ölmelerini önleyecek kadar yedirmemek ve örtmemek de helâk etmek olup hepsi israftır.

Herkes tarafından iyi bilinmeyen israflardan bâzıları da şunlardır: Meyve, sebze ve hubûbatı topladıktan sonra, iyi saklamayıp veya ilâçlamayıp kendiliklerinden bozulmaları; kurt, güve, fâre, karınca ve benzeri canlıların yemeleri ve bunların nem alarak çürümeleri israftar. Ekmek, et, su, peynir gibi gıdâların, hurma, karpuz, ve soğan gibi yiyeceklerin; kuru incir, kuru üzüm, zerdali gibi kuru meyvelerin; buğday, arpa, mercimek gibi hubûbatın; elbise, kumaş, kitap gibi eşyânın muhâfaza edilmeyerek yok olmalarına sebeb olmak israftır. Ekmeğin pişkin yerini veya içini yiyip kenar ve kabuklarını atmak, yemek artıklarını dökmek; çatal, kaşık ve tabağı sıyırmadan yıkamak israftır. Sofra bezi veya masa üstüne düşen yemek artıklarını toplamayıp yıkarken dökmek ve döküntüleri toplamamak israftır. Elbise, çorap, ayakkabı gibi giyim eşyâlarını iyi kullanmayıp veya iyi saklamayıp, çabuk eskitmek; yıkarken suyu sabunu çok harcamak; lâmbayı, elektriği, havagazını, tüpgazı boş yere yakmak israftır. En büyük israf ise zamânın boşa harcanmasıdır. Hadîs-i şerîfte; “Her çeşit israf haramdır.” buyrulmuştur.

Abdestte ve gusülde lüzumundan fazla su kullanmak israf olup haramdır. Malını israf eden, haramda kullanana zekât vermek uygun değildir. Kezâ parasını israf edip harama harcayan kimseye sadaka verilmez. Hadîs-i şerîfte buyruldu ki: Kıyâmet günü herkes, dört suâle cevap vermedikçe hesaptan kurtulamayacaktır: Ömrünü nasıl geçirdi; ilmi ile nasıl amel etti; malını, nereden nasıl kazandı ve nerelere harcadı; bedenini nerede yordu, hırpaladı?

Her ülkenin iktisâdi buhranlarının temelinde israf yatar. Bugün fertlerde, özel ve kamu kuruluşlarında ve hayâtın her safhasında salgın bir hastalık hâline gelen israf, cömertlik ve görgü değil, aksine görgüsüzlük, nîmete karşı nankörlük, haddini aşmak ve her türlü eşyâ ve gıdâ maddesini lüzumsuz kullanmaktır.

Dünyânın tanınmış ekonomistleri artık refah devrinin kapandığını devletlerin, kuruluşların ve fertlerin “azamî tasarruf ve israftan sakınma” prensibinin ekonominin temeli olduğunu, bu kâideye riâyet etmeyen ülkelerin ergeç iktisâdi buhrana sürükleneceklerini açıklamışlardır.

8 Ağustos 1991 Perşembe târihli Türkiye Gazetesi’nde israf ve neticeleri hakkında şöyle denilmektedir. Yanlış politikalar, kalitesiz üretim ve vatandaşın şuursuz tüketiminden kaynaklanan kayıplar yılda 50 trilyonu buluyor.

İşgücü ve beyin gücünün uygun alanlarda kullanılmaması sonucu Türkiye’nin uğradığı zaranın en iyimser hesaplarla yılda 30 trilyona ulaştığı belirtiliyor.

Erken kesim sebebiyle ortaya çıkan 300 milyon kilogram dolayındaki et kaybının her yıl beş trilyon liraya, trafik kazaları ile toplu taşıma sistemine geçilememesinin yol açtığı zaranın ise 4 trilyona ulaştığı hesaplandı.

Yılda yaklaşık 15 milyon ton üretilen ekmeğin iyi pişmeme ve bayatlama sonucu meydana gelen zararın 3 trilyonu bulduğu, yanlış enerji kullanımı ve ısıtmadan dolayı oluşan kayıpların ise bir trilyona ulaştığı hesaplandı.

Millî ekonomide her yıl 50 trilyona ulaşan kayıpların ana başlıklarıyla dökümü şöyle:

İşgücü ve beyingücü sebebiyle meydana gelen kayıplar 30 trilyon;

Trafik kazaları ve ulaşım sisteminden kaynaklanan kayıplar 4 trilyon;

Teknik standartlara uymayan kalitesiz elektrik malzemesi kullanılması 300 trilyon;

Et ve süt kayıpları 5 trilyon 300 milyar;

Tarımda teknolojinin kullanılmamasından doğan buğday kaybı 500 milyar;

Dökülen ekmek ve yanlış deri yüzme 200 milyar;

Şebekelerin eski ve yeterli olmamasından ortaya çıkan su kaçakları 300 milyar;

Erozyon ve yanlış kullanmadan meydana gelen toprak kaybı 500 miyar;

İletim hatları ve yanlış motor kullanılmasından doğan enerji kaybı 175 milyar;

Çevre ve deniz kirliliğinden meydana gelen zararlar trilyonlarla ifade ediliyor;

Isıtmada yanlış enerji seçimi 1 trilyon;

Sebze ve meyve gibi ürünlerin satışındaki yanlış politikalar 300 milyar.

Türkiye israf bakımından dünyâ ülkeleri içinde ön sıralarda yer almaktadır. Bâzı yetkililere göre Türkiye’deki senelik israfın para olarak tutarı Türkiye bütçesinin üstünde, hattâ iki katına yakındır. Güzel dînimiz İslâmiyetin isrâfı kişilere mânevî sorumluluk yükleyerek önlemiş olmasına rağmen, ülkemizde herkesin her şeyi almaya heves etmesi gibi bir israf pervasızlığı sebebiyle, enflasyon bir türlü dizginlenememekte, yoksulluk, ahlâkî değerlerin kaybolması ve moral çöküntüsüyle başa çıkılamamaktadır.

Türkiye genelinde şehirlerdeki ekmek israfı yüzde 15-25 arasında değişirken sâdece İstanbul’da çöpe atılan ekmek miktarı günlük 2-3 milyon adettir (1991). Bunun maddî değeri yıllık bir trilyonun üzerindedir. İlâç israfında dünyâda ikinci olan ülkemizde satın alındıktan sonra ambalajı açılmadan çöpe giden ilâç oranı yüzde 34’ün üzerindedir. Sigara tiryakiliğinde dünyâda ilk beş sıraya giren Türkiye’de 1990 yılında tüketilen 79 milyon kilogram sigaranın bedeli 9 trilyonu bulmaktadır. Yanlış hayvan kesimi ile her yıl 500 milyar TL, erken kuzu kesimi ile 140 milyar TL israf olmaktadır. TÜBİTAK’ın araştırmasına göre işleme, taşıma ve depolamadaki bilinçsizlikten dolayı kaybolan sebze ve meyvenin maddî değeri 250 milyar TL’yi bulmaktadır. Millî Eğitim Bakanlığının raporuna göre ülkemizde 1982’de 304.668 üstün zekâlı çocuk vardır. Özel Eğitim görmedikleri için bu çocuklar, okul ve derslerden soğuyup zâyi oluyorlar. ABD’de gama ışınlarıyla kurutulan lağım, gübre hâline dönüştürülmekteyken bizde deniz ve göllere akıtılıyor. 1988 yılında Tommiks, Teksas, Zagor ve Conan gibi kendi kültürümüzü anlatmadığı gibi yabancı kültürleri körpe beyinlere aşılayan çizgi romanlar için 3 milyar TL harcandı. Yine 1989 yılında Türkiye’de 500 milyon litre alkollü içki sarf edildi ve tüketici 3 trilyon ödedi. Kaçak ve korsan içki bu hesabın dışındadır. TSE yetkililerine göre Türkiye standartlarına uygun olmayan bozuk, çürük ve kalitesiz mallar sebebiyle ekonomimizin yıllık kaybı 1 trilyon TL’yi aşmaktadır. Almanlar, Almanya’da bulunan işçilerimizin bankadaki 25 milyar Mark’ı için her sene yüzde 4 fâiz öderken Türkiye’ye verdikleri krediye yüzde 8 fâiz alıyorlar. Hastânelerde 1985 yılında 175 milyar TL’lik cihaz çürümeye terk edilmişti. Ege Üniversitesi İktisâdî ve İdârî Bilimler Fakültesi Kalkınma ve Planlama Bölümü’nün araştırmasına göre Türkiye’de 500 milyon iş günü (kahvelerde vs.) israf olmaktadır. Bu ise Türkiye’nin en büyük 500 firmasının yıllık iş gücüne yakındır. Son yirmi yıl içinde çıkan orman yangınlarında yanan ağaç miktarı Türkiye’yi 25 sene ısıtacak odun miktarına eşittir.

İsraf, iyi bir eğitimle, fertlerdeki mânevî, ahlâkî ve millî değerlere şuurlu bağlılık ve mesuliyet hissinin geliştirilmesi ile önlenir. Bu da değer hükümlerinin bozulmasına meydan verilmeyerek ve bunları insanların gönüllerine nakşederek sağlanabilir. Meselâ ekmeği, “aziz bir nîmet” olarak değerlendiren bir insanla, onu yalnızca bir “gıdâ maddesi” olarak gören diğer bir insanın ekmeği israf etmemek yolundaki gayretleri ve hassasiyetleri çok farklı olacaktır. Türk-İslâm kültürünün temel vasıflarından olan her imkân, varlık ve fırsatın, Allah’ın bahşettiği aziz nîmetler olduğu inancının ayakta tutulması Türkiye’de israfı önlemenin en kestirme ve en sağlam yolu olarak görülmektedir. İnsanlar bu şuura vardıkları zaman ekonomik hayat daha düzelecek insanlarımızın yaşama standardı daha da yükselecektir. Yüksek seviyede israfı ile dikkati çeken toplumlar, hayat pahalılığı ve geçim sıkıntısından kurtulamayacakları gibi bunlardan şikâyet etmeye hakları olmaz.

İSRÂFİL ALEYHİSSELÂM

Kıyâmet günü sûr denilen boruyu üfürecek olan melek. İsrâfil aleyhisselâm dört büyük melekten biridir. İki defâ sûra üfürür. Birincisinde Allahü teâlâdan başka her diri ölecek, ikincisinde ise hepsi yeniden dirilecektir. Allahü teâlâ Zümer sûresi 68. âyet-i kerîmesinde meâlen buyurdu ki: “Kıyâmetin yok edici sûrundan sonra, ikinci bir sûr üflenir. Bu sese bütün beşeriyyet tâbi olur. Bu emirle kalkıp hâzır olurlar.”

İsrâfil aleyhisselâm ilk defâ sûra üfürünce sûrdan büyük bir ses çıkarak yedi kat göklere ve yerin her tarafına ulaşacaktır. İşitenlerin hepsi, yerde olsun göklerde olsun, ölecektir. İnsanlar bu esnâda birbirlerine vasiyet bile edemeyecekler ve çarşıda olanların evlerine gelemeyecekleri bildirilmiştir. Sûr, mâhiyeti insanlarca bilinmeyen bir borudur.

Kur’ân-ı kerîm’de sûrun üfürülmesiyle ilgili Yâsîn sûresi 48’den 53’e kadar olan âyet-i kerîmelerde meâlen buyruldu ki:

(Yine Mekke kâfirleri şöyle) diyorlar: Bu kıyâmetin vâ’di ne zaman? Eğer doğru söyleyiciler iseniz!

Onların beklediği sâdece sayhâdır (Sûra ilk üfürülüştür). Onlar birbirleri ile çekişip, dururlarken, kendilerini yakalayıverir.

O zaman bir vasiyet (söz) bile yapamazlar, âilelerine de (çarşı ve sokaklardan) dönemezler.

(Bir de ikinci defâ) sûra üfürülmüştür. Artık bakarsın ki, onlar, kabirlerinden kalkıp Rablerine doğru koşuyorlar.

(Kâfirler) Vah başımıza gelenlere!.. Kim kaldırdı bizi uyuduğumuz yerden? İşte bu (kıyâmet) Rahmânın vaad buyurduğu şey. Gönderilen peygamberler meğer doğru söylemiş.” derler.

(Bu son nefha) ancak bir tek sayhadan ibârettir. Onunla mahlûkâtın hepsi toplanıp (hesap için) huzûrumuza gelirler.

Artık bugün hiç kimseye zerre kadar zulüm edilmez. Sâdece (hayırdan ve şerden) yaptıklarınızın cezâsını çekeceksiniz.

Hadîs-i şerîfte Peygamber efendimiz buyurdu ki:

İsrâfil aleyhisselâm, sûru ağzında lokma gibi tutup, kulağını açıp Allahü teâlâdan izin bekler, durur. Ben nasıl rahat olurum?

Bu haber, Eshâb-ı kirâma çok tesir etti. Bunun üzerine Peygamber efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem): “Hasbünallahü ve ni’mel vekîl.” (Allah bize yeter, O ne güzel vekildir.) deyiniz.” buyurdu.

İSRÂİL

DEVLETİN ADI

İsrâil Cumhûriyeti

BAŞŞEHRİ

Kudüs

NÜFÛSU       

 5.239.000

YÜZÖLÇÜMÜ

20.770 km2

RESMÎ DİLİ

İbrânice

DÎNİ

Mûsevîlik

PARABİRİMİ

Miskal

Ortadoğu’da Arap ülkeleriyle çevrili ve dünyânın tek Yahûdî devleti. Kuzeyinde Lübnan, doğusunda Sûriye ve Ürdün, güneybatısında Mısır, batısında Akdeniz yer alır.

Târihi

İsrâil’in târihi çok eskilere dayanır. Hazret-i Dâvûd ve hazret-i Süleymân zamanlarında doğru yolda olan ve peygamberlere inanan Yahûdîler devlet kurmuşlardı. Fakat daha sonra hak yoldan ayrıldılar. Allahü teâlâ onlara Îsâ aleyhisselâmı peygamber olarak gönderdi. Yahûdîler hazret-i Îsâ’ya inanmadılar ve çok eziyet ettiler. Öldürülmesi için çeşitli yollara başvurdular. Nihâyet havârilerden Yuda, hazret-i Îsâ’nın yerini öğrenip Romalılara ihbâr etti. Allahü teâlâ tarafından hazret-i Îsâ’nın göğe çıkarılmasından sonra Romalılar Kudüs üzerine hücum ederek Yahûdîleri dağıttılar. Bir kısmını esir edip, bir kısmını da öldürdüler. Kudüs’ü yağma ve tahrip ettiler. Bu sûretle dağılan Yahûdîler bir yerde toplanıp bir daha devlet kuramadılar. Her yerde hor ve zelil oldular, perişan bir hâlde yaşadılar.

Bu durumda yaşayan Yahûdîler 19. asrın sonlarına doğru devlet kurma çalışmalarına başladılar. (Bkz. Filistin)

Arz-ı mev’ut (vâdedilmiş topraklar) üzerine devlet kurma çalışmaları ilk önce İngiltere’de görülür. 1848’de İngiliz hükûmeti bir tamimle Filistin’deki konsoloslarını, Yahûdîleri himâyeye memur etti. 1870’te Yahûdî faaliyetlerinin merkezi İngiltere’den Rusya’ya geçti. Siyonist hareketlerin başına geçen Theodor Herzl, Filistin’de bir Yahûdî devletinin kurulması için birçok çalışmalarda bulundu. Bunun gâyesi bir Yahûdî şirketi kurup, vâdedilmiş topraklar üzerine müstakil ve üç dört milyon Yahûdîye yetecek genişlikte toprak satın almaktı. Herzl, İngiltere gibi güçlü bir devleti arkasına alarak, gâyesine ulaşma çabasındaydı. Herzl, Yahûdî devletinin ancak, kutsal topraklar üzerinde kurulmasını istediğinden, 1870 yılından îtibâren Filistin toprakları üzerinde tarımsal yerleşme merkezleri teşkil etmeye başladılar. 1870-1896 yılları arasında Filistin’de on yedi tarım kolonisi kuruldu.

Herzl, devrin Osmanlı Sultanıİkinci Abdülhamîd Han ile görüşerek, ondan Filistin’de bir Aristokratik Cumhuriyet kurmak için izin istedi ve bâzı tekliflerde bulundu. Bu teklifler ise şunlardı:

1. Yahûdîler, Osmanlılara bir harp üssü inşâ edecekler.

2. Osmanlı Devletine büyük mâlî yardımda bulunacaklar.

3. Sultanın siyâsetini Avrupa’da destekleyecekler.

4. Filistin’de kuracakları büyük üniversitede aynı zamanda Türk talebeleri de okuyacak. Tahsil için Avrupa’ya gitmeye lüzum kalmayacaktı.

İkinci Abdülhamîd Han, devletin mâlî durumunun kötü olmasına rağmen bu teklifleri kabul etmedi ve târih sayfalarına altın harflerle yazılması gereken şu cevâbı verdi:

“Newlinsky Efendi! Eğer Mr. Herzl, senin, benim arkadaşım olduğun gibi arkadaşın ise ona söyle, bu meselede ikinci bir adım atmasın. Ben bir karış dahi olsa toprak satmam, zîrâ bu vatan bana değil milletime âittir. Milletim bu Devleti kanlarını dökerek kazanmışlar ve yine kanlarıyla mahsuldâr kılmışlardır. O bizden ayrılıp uzaklaşmadan tekrar kanlarımızla örteriz. Benim Suriye ve Filistin alaylarımın efrâdı birer birer Plevne’de şehid düşmüşlerdir. Bir tânesi dahi geri dönmemek üzere hepsi muhârebe meydanlarında kalmışlardır. Türk Devleti bana âit değildir. Türk milletinindir ve ben onun hiçbir parçasını veremem.”

Bu cevâba karşılık Herzl, gene Sultana birçok mektuplar yazmıştır. Fakat Sultan Herzl’in talep ve israrlarını kabul etmemiş, hattâ kat’î bir lisanla haberleşmeyi kesmiştir. 1908 Meşrûtiyetinden sonra İttihat ve Terakkî Partisine Yahûdîler geniş bir şekilde nüfuz ettiler. 1909’da bu parti tarafından kurulan hükûmette üç Yahûdî nâzır (bakan) bulunuyordu. 1914’te çıkartılan bir kânunla ekalliyet zümreleri toprak satın alabilecekti. Bu kânuna dayanarak; Yahûdîler Filistin’de geniş arâziler satın alıp, üzerlerine tapuladılar. Hattâ Yahûdî nazırlarının tesirleriyle Sultan İkinci Abdülhamîd’in Filistin’deki şahsına âit münbit arâziler Yahûdîlere satıldı.

Birinci Dünyâ Harbi Yahûdîlerin işine çok yaradı. İngiliz ve Fransızlar gizli bir anlaşma yaparak, Yahûdîlere teminât verdiler. Osmanlı Devleti elbirliğiyle yıkılacak ve Filistin’de bir Yahûdî Dev leti kurulacaktı. Bu vaadi alan Yahûdîler, Filistin’de Türkler aleyhine büyük bir casusluk faaliyetine giriştiler.

Birinci Dünyâ Harbi sonunda, Ortadoğu’da İngiltere’ye dost bir devlet kalmamıştı. İngiliz menfaatleri, bu bölgede bir dost devletin bulunmasını îcâb ettiriyordu. Filistin’de kurulacak bir Yahûdî devleti bu boşluğu doldurabilecekti. Bundan dolayı 2 Kasım 1917’de İngiltere meşhur Belfor vaadini açıkladı. Birleşmiş Milletler Cemiyeti de 1920 yılında, Filistin üzerinde İngiliz mandasını tanıdı. Bundan sonra kurulan bir Yahûdî bürosu İngiltere nezdinde Yahûdî haklarını temsil etmeye başladı. Sultan İkinci Abdülhamîd Hanın kabul etmediği şartlar arasında bulunan bir üniversite 1925 yılında Skopus Dağında kurulmaya başlandı.

İngiltere’nin Belfor plânını tatbike başlaması ile Araplar, sömürgecilerin Filistin topraklarını çalıp siyonistlere teslim ettiklerini anladılar ve bunu müthiş şekilde protesto ettiler. 1929’da Kudüslü Araplar ile Yahûdîler arasında on beş gün süren kanlı çarpışmalar oldu.

Bundan sonraki yıllarda Nazi Almanya’sının Yahûdîlere karşı soykırımına girişmeye başlamasıyla Filistin’e büyük bir Yahûdî göçü başladı. Filistin’deki Araplar bu göçe karşı koyduklarından İngiltere, Yahûdî göçlerinin durdurulmasına karar verdi. Bunun üzerine Sion’a bağlı Askerî Yahûdî Teşkilâtı Hagahan, Filistin’e göç konusunda İngiltere’nin aldığı bu kısıtlayıcı kararı protesto amacıyla silâhlı terör eylemlerine girişti. Filistin’e de gizli Yahûdî göçleri düzenlemeye başladı.

İkinci Dünyâ Harbinin müttefiklerin gâlibiyetiyle bitmesinden sonra, Filistin meselesi son safhasına ulaşmıştı. İngiltere daha sonra Amerika’nın yardımını sağladıktan sonra, Filistin meselesini Birleşmiş Milletlere götürüp, meselenin çözülmesini istedi. Birleşmiş Milletler 1947 Kasımında Filistin’in biri Yahûdî öteki Arap olmak üzere iki devlet arasında paylaşılmasına karar verdi. Kudüs şehrine ise Birleşmiş Milletler denetiminde milletlerarası bir bölge statüsü tanındı. Bu çözüm Arapları tatmin etmedi. Filistin iç savaşı başladı. 1948 yılı 14 Mayısında İngiliz mandasının sona ermesi üzerine David Ben Gurion, bağımsız İsrail Devletinin kurulduğunu açıkladı.

İsrâil Devleti kurulur kurulmaz; Mısır, Ürdün, Suriye, Lübnan ve Irak orduları İsrâil üzerine saldırıya başladılar. Böylece Birinci Arap-İsrâil savaşı başlamıştı. Bu savaş bir yıl kadar sürdü. İsrâil’in yetmiş beş bin kişilik bir ordusu olmasına rağmen beş Arap devletini yendi. Birleşmiş Milletlerin çabasıyla yapılan anlaşma sonunda, İsrâil toprakları çok genişlemişti.

Araplarla İsrail arasındaki gerginlik 1964 yılında tekrar yoğunlaştı. Bu yılda bir Filistin Kurtuluş Teşkilâtı ve bu teşkilâta bağlı bir ordu kuruldu. Teşkilât gerilla faaliyetlerine başladı. 1967 Nisanında Suriye ve İsrâil arasında sınır bölgesinde sabotaj hareketlerinin artması ve Birleşmiş Milletler askerlerinin denetimlerinde bulunan Sina Yarımadasını terk etmeleri ve burada üslenen Mısır birliklerinin Şarmel Şeyhi işgal etmeleri üzerine 5 Haziran 1967’de savaş başladı. Çok kısa süren savaş, Arap ülkelerinin mağlûbiyeti ile sonuçlandı. İsrâil Kudüs’ün tamâmını, Sina Yarımadasının ve Suriye’nin güneybatı kesimini ele geçirdi. Çatışmalar sürekli devâm etti. Ekim 1973’te Mısır birlikleri Süveyş Kanalındaki İsrâil birliklerine sürpriz bir saldırı düzenleyerek yendi. Bu başarı, askerî dengenin Arap ülkeleri lehine değiştiğinin bir işâreti olarak yorumlandı. 1978 ve 1979 yılları arasında ABD’nin öncülüğüyle önemli bir derecede uzlaşma sağlandı. Bu uzlaşma, Arap ülkelerinin büyük tepkilerine sebeb oldu. Bu gün ise genelde, Arap ülkeleri ile İsrâil arasındaki gerginlik hâlâ devâm etmektedir. 6 Aralık 1987’den bu yana hergün Filistinliler işgalci İsrâil askerlerine karşı taş ve sopalarla mücâdele vermekte ve işgale direnmektedirler. 1991’de meydana gelen Körfez Savaşı sırasında Irak, İsrâil’e çeşitli zamanlarda füze saldırısında bulundu ise de İsrâil buna cevap vermedi. Bu savaş İsrâil’in Ortadoğu’da ABD’nin liderliğinde meydana gelen yeni düzende kilit bir rol üstlendi. Rusya Federasyonu bu yeni durum üzerine 24 yıl sonra İsrâil’le yeniden diplomatik ilişki kurdu. İsrâil 1992’de 400 kadar Müslüman Filistinliyi sınırdışı etmesi üzerine ABD-İsrâil ilişkileri bozuldu. ABD’nin baskısı ile buların bir kısmını geri almaya râzı oldu.

Fizikî Yapı

İsrâil, Ortadoğu’da Doğu Akdeniz kıyısındadır. Batısında Akdeniz, kuzeyinde Lübnan ve Ürdün, güneybatısında Sina Yarımadası ve Gazze vardır.

Ülkenin güney bölgesi, Necef Çölünden meydana gelir. Kuzeydoğu kesimi ise Şeria Hendeğine açılır. Güneydoğuda dik yükseltiler vardır. Lut Gölü bu bölgededir. Akdeniz kıyı bölgesinin kuzey bölümü Yafa’dan Karmel Dağına kadar uzanarak, Şaran Ovası adını alır. Karmel Dağının doğusunda Kişon Irmağı vâdisi boyunca uzanan Esdradelon Ovası yer alır. Ova, Taberiye Gölüne kadar uzanır. Ürdün Nehri buradan geçerek deniz yüzeyinden 394 m aşağıdaki Lut Gölüne dökülür. Lut Gölünün sâdece güneybatı sâhili İsrâil’indir.

İsrâil’in doğu bölgeleri dağlıktır. Buralar Şamiriye ve Yahudiye tepelerinden Necef Dağına kadar uzanır. İsrâil’in en yüksek noktası 1208 m’lik Nyron Dağı, TaberiyeGölünün kuzeybatısındadır. Golan Tepeleri de kuzey-doğudadır. Şamiriye ve Yahudiye tepeleri üzerinde Kudüs’ün bulunduğu yaylanın bir kısmı yer alır.

İklim

İsrâil’de yazlar kurak ve sıcak geçer. Yağmur ancak aralık, ocak ve şubat aylarında yağar. Yıllık ortalama yağış miktarı 1000 mm civârındadır. Yıllık sıcaklık ortalaması yazın 24-32°C arasında, kışın ise 7 ilâ 16°C arasındadır. Bu ortalama Necef çölünde 38°C’yi aşar.

Tabiî Kaynaklar

Bitki örtüsü ve hayvanlar: Ülke topraklarının yarıdan fazlasını meydana getiren Necef Çölü, çorak volkanik engebelerle sınırlanmış, geniş bir bozkır ovasıdır. Batı kesiminde kuru yaylalar bulunur. Galilea ve Carmel’in yüksek tepeleri Halep çamları ve meşe ağaçları ile kaplıdır. En tipik bitki örtüsü Akdeniz makileridir. Akdeniz kıyı bölgesi verimli ve yeşilliktir. İsrâil’de hızlı bir ağaçlandırma çalışmaları yapılmaktadır. Yabâni hayvanlarının soyu gittikçe azalmıştır. Çok çeşitli kuş türleri vardır.

Mâdenler: İsrâil’in en verimli ve değerli mâden yatakları, Lut Gölü bölgesinde bulunan potasyum, sodyum, mağnezyum ve tuz kaynaklarıdır. Bakır, kaya fosfatları, manganez, cam toprağı, kaolin, demir cevheri, petrol ve tabiî gaz Necef’te bulunur.

Nüfus ve Sosyal Hayat

İsrâil’in nüfûsu 5.239.000’dir. Halk iki ana gruptan meydana gelir. Bunlar Yahûdî çoğunluk ve Arap azınlıktır. İsrâil’in nüfûsu 1948’den beri çeşitli dünyâ ülkelerinden İsrâil’e göçeden göçmenlerle büyük hızla artmıştır.

Halkın büyük kesimi en önemli üç büyük şehir olan Tel-Aviv, Kudüs ve Hayfa’da toplanmıştır. İsrâil’de askerlik halk için büyük önem taşır. erkekler 18-28 yaşları arasında, kadınlar ise 18-26 yaş arasında askerlik yaparlar.

İsrâil’in resmî dili İbrânice’dir. Fakat Arap toplulukları açısından Arapça kabul edilmektedir.

İsrâil halkının Arap azınlıklar hâriç hepsi Yahûdîdir ve hayatlarında dînin özel bir yeri vardır. Fakat halkın ancak üçte biri dînî görevlerini yerine getirmektedir. Halkın % 90’ı Yahûdî, % 7’si Müslüman ve % 3’ü Hıristiyandır.

Eğitim: İsrâil’de 5-14 yaşları arasında eğitim parasız ve mecbûridir. Ülkede 7 üniversite kuruluşu vardır. Bunların başlıcaları; Kudüs İbrâni Üniversitesi, Hayfa Teknik Enstitüsü ve Basilan İlâhiyât Üniversitesidir.

Siyâsî Hayat

İsrâil bir Cumhûriyettir. Knesset adı verilen İsrâil Parlamentosu 120 üyeden meydana gelir. Parlamento üyeleri 4 yılda bir yapılan seçimlerle belirlenir. Cumhurbaşkanı parlamento içinden ve parlamento tarafından 5 yıl süreyle seçilir. Başbakanlığa Cumhurbaşkanı tarafından çoğunluğu kazanan partinin lideri seçilir. Hükûmete parlamento dışından bakan tâyin edilebilmektedir.

Ekonomi

İsrâil ekonomisi, tarım, sanâyi ve turizme dayalıdır. Başka ülkelerde yaşayan Yahûdîlerin ve ABD’nin yardımı, ekonomisinin gelişmesine çok büyük katkıda bulunmuştur.

Tarım: İsrâil tarımının temel birimini kibbutz’lar teşkil eder. Kibbutz, bir kollektif üretim teşkilâtıdır. Necef Çölü uzun çalışmalardan sonra ekilebilir duruma getirilmiş ve tarımsal üretim artmıştır. Kibbutz, kollektif çiftlikleri biçiminde teşkilâtlanmış olmasına rağmen kooperatif şeklinde birimler de vardır. Bu birimlere moşavim denir. Tarım bu teşkilâtlar tarafından yapılır. İsrâil toplam işgücünün % 6,5’u tarım sektöründe çalışmaktadır. İsrâil’de sulama şebekesi çok gelişmiştir. 400.000 hektardan büyük bir alan sulanabilmektedir. Ana tarım bölgesi Eşdraelon’dur. Sâhil ovaları da vâdiler kadar verimlidir. Yetiştirilen başlıca tarım ürünleri; tahıllar, turunçgiller, şekerpancarı ve üzümdür.

Hayvancılık: Otlakların az olması sebebiyle hayvancılık gelişmemiştir. İsrâil’de sığır ve koyun yetiştirilir. Son yıllara kadar yasak olan domuz besleme önemli değildir. Zîrâ Yahûdîler domuz yemezler. Bunun yanında kümes hayvanları çoktur. Hayvanlardan elde ettiği ürünler kendi ihtiyacını karşılar.

Balıkçılık çok gelişmiş olup, Hint ve Atlas Okyanusuna çıkardığı gemilerle yapılan avcılık ile yılda 25.000 tondan fazla balık avlanır.

Sanâyi: İsrâil’de sanâyi giderek gelişmektedir. Sanâyi gelişmesi 1958-1965 yılları arasında gerçekleşti.Sanâyi % 142 oranında artış gösterdi. Potas ve bakır sanâyii bunların başlıcalarıdır. Toplam işgücünün % 33.4’ü sanâyii alanında çalışmaktadır. Sanâyi bölgeleri Tel-Aviv ve Hayfa’da toplanmıştır. Gelişen sanâyi sektörlerinin başlıcaları; ilaç, optik, elektrik malzemesi, elmas işletmeciliği, silâh sanâyiidir.

Ticâret: Dış satımının üçte birinden fazlasını elmas sanâyii sağlamaktadır. İhraç ettiği malların başında şu turunçgiller gelmektedir: Portakal, muz, nârenciye ve üzüm. Bugün dışarıya uçak ve silâh satmakta, fakat ticâret dengesi devamlı açık vermektedir. İthâlat özellikle mâmül eşyâ ve sanâyide kullanılan hammaddeler üzerinde yoğunlaşmıştır. Ticâretinin büyük bir kısmını ABD, İngiltere ve Almanya ile yapar.

Ulaşım: İsrâil’in toplam karayolu uzunluğu 10.000 km, demiryollarının uzunluğu ise 767 kilometredir. Hava ulaşımını İsrâil Hava Yolları El-Al ile sağlamaktadır. Önemli limanları Ashot, Hayfa ve Eilat limanıdır.

İSRÂİLİYYÂT

İsrâiloğullarından yâni Ehl-i kitap denilen Yahûdî ve Hıristiyanlardan gelen haberler ve rivâyetler. Peygamberlerden Yâkûb aleyhisselâmın bir ismi de İsrâil’dir. Bu sebeple onun nesline “Benî İsrâil” denilmiştir. Ehl-i kitâb da bu isimle anılmıştır. Onlardan gelen haberlere İsrâiliyyât denmesi bu îtibârladır. İsrâiliyyât üç kısma ayrılır.

1. Hurâfe ve uydurma özelliğinde olan ve nakledilmesi yasaklanan haberler.

2. Ehl-i kitabın anlattıklarından, Müslümanlar tarafından tasdik (doğrulama) veya tekzib (yalanlama) edilmemesi bildirilen haberler.

3. İslâmî akîdelere, îmân esaslarına ve dînî hükümlere ters düşmeyen ve nakledilmesi mübah olan haberler.

Sahîh-i Buhârî’de nakledilen bir hadîs-i şerîfte Peygamber efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: “Benim tarafımdan (tebliğ edilen Kur’ân’dan) bir âyet olsun (halka) ulaştırınız(öğretiniz). Benî İsrâil (in ibretli kıssaların)den de haber verebilirsiniz. Bunda (bunu haber vermekte) beis yoktur. Her kim de (benim söylemediğim bir şeyi söyledi diye) bile bile bana yalan isnâd ederse, o da Cehennemdeki yerine hazırlansın.”

İSRÂİLOĞULLARI

Bir ismi de İsrâil olan Yâkûb aleyhisselâmın neslinden gelenlere verilen ad. Benî İsrâîl.

Yâkûb aleyhisselâmın oğlu hazret-i Yûsuf Mısır’da vezir olunca babası ve yakınlarını Mısır’a getirtti. Zamanla çoğaldılar. Ancak daha sonra Mısır’ın yerli halkı olan Kıptîlerden zulüm ve hakâret görmeye başladılar. Nihâyet Allahü teâlâ onlara Mûsâ aleyhisselâmı peygamber olarak gönderdi. Mûsâ aleyhisselâm Mısır’daki Kıptî hükümdârı olan Firavun’u dîne dâvet etti. İsrâiloğullarına serbestlik vermesini istedi. Firavun kabul etmedi; “Mûsâ büyük sihirbâzdır. Bizi aldatıp memleketimizi elimizden almak istiyor.” dedi. Onunla mücâdeleye başladı. Mûsâ aleyhisselâm, mûcizeler göstererek onu âciz bıraktı. Firavun bu mûcizeler karşısında korktu ve İsrâiloğullarının Mısır’dan ayrılmasına izin verdi. Mûsâ aleyhisselâm, maiyetindekilerle Mısır’dan çıkıp Kudüs’e doğru giderken, Firavun pişmân oldu. Askerleri ile arkasına düştü. Süveyş Denizi açılıp müminler karşıya geçti. Ancak Firavun geçerken deniz kapanıverdi. Firavun askerleri ile birlikte boğuldu. İsrâiloğulları, yolda öküze tapan bir kavim görünce; “Biz de böyle tanrı isteriz.” dediler. Mûsâ aleyhisselâm; “Allah’tan başka tanrı yoktur. Allah sizi kurtardı.” dedi. Sonra Tih Çölüne düştüler. Yolu şaşırıp, aç susuz kaldılar. Gökten menn (kudret helvası) ve selvâ (Bıldırcın kebâbı) inerdi. Bunları yerlerdi. Mûsâ aleyhisselâm asâsı ile yere vurunca çıkan sudan içerlerdi. Bir müddet sonra; “Helva ile etten bıktık. Bakla, soğan gibi şeyler isteriz.” diyerek Mûsâ aleyhisselâmı gücendirdiler. Bu sebepten kırk yıl çölde kaldılar. Mûsâ aleyhisselâm Hârûn aleyhisselâmı vekil bırakıp Tûr Dağına gitti. Orada kırk gün ibâdet etti. Allahü teâlânın kelâmını işitti. Kendisine Tevrat kitabı indirildi. Tih Çölünde Sâmirî adında bir münâfık, İsrâiloğullarının bir kısmını kandırdı. Onlardan topladığı altınlardan bir buzağı yaparak ona taptırdı. Hârûn aleyhisselâm karşı çıktı ise de dinlemediler. Mûsâ aleyhisselâm Tûr’dan gelip bu hâli görünce çok kızdı. Bunun üzerine pişman olup kendisine yalvardılar. Tevrat’a göre ibâdet yapmaya başladılar. Mûsâ aleyhisselâm İsrâiloğulları ile Lût Gölünün cenûb (güney) tarafına geldi. Üç bin Unk adında bir hükümdâr ile harb etti. Şerîa Nehri doğusundaki yerleri ele geçirdi. Erîha şehri karşısındaki dağa çıktı. Ken’an ilini uzaktan gördü. Yerine Yûşâ aleyhisselâmı halîfe (vekil) bırakıp orada vefât etti. Yûşâ aleyhisselâm Erîha şehri ile Kudüs’ü, Amâlika kâfirlerinden aldı. Nihâyet Mûsâ aleyhisselâmın vefâtından yirmi yedi sene sonra vefât etti.

İsrailoğulları daha sonra yine bozuldu. Allahü teâlâ, bu kavme tekrar peygamberler gönderdi. Dâvûd, Süleymân, Zekeriyyâ, Yahyâ ve Îsâ aleyhimüsselâm bunlardan bâzılarıdır. Fakat İsrâiloğulları isyân edip, kendilerine gönderilen peygamberlerden çoğunu şehid ettiler. Yetmiş bir fırkaya ayrıldılar. Tevrat’ı değiştirdiler. Mişna ve Gamâra diye iki kısımdan meydana gelen ve Talmûd denilen din kitabını yazdılar.

Âsûrî hükümdârı Buhtunnasar, Kudüs’ü alıp Mescid-i Aksâ’yı yıktığı gibi, Tevrat nüshalarını da yaktırdı. Yetmiş bin Yahûdî âlimini de esir edip Bâbil’e gönderdi. Esirler arasında Danyâl veUzeyr aleyhimüsselâm da vardı. Daha sonra İran Şâhı Brehmen Keyhüsrev’de Âsûrîleri bozguna uğratıp, esirleri serbest bıraktı. Mescid-i Aksâ’da ibâdet edenler çoğaldı. Daha sonra Kudüs, Romalıların eline geçti. Yahûdîler isyân edince, mîlâdın 135. senesinde Adriyan, Kudüs’ü tahrib ve Yahûdîleri katleyledi. Kaçanlar her tarafa yayıldı. Gittikleri yerlerde Hıristiyanlardan çok zulüm gördüler. İslâmiyet zuhûr edince, huzûra ve râhata kavuştular. Bununla berâber, kendi soylarından olmadığı için, yalnız insaflı olanlarından veya âlimlerinden bâzısı dışında îmân etmediler.

Peygamber efendimiz, İsrâiloğulları ile ilgili hadîs-i şerîflerde buyurdu ki:

“Benî İsrâil, yetmiş bir fırkaya ayrılmıştı. Bunlardan yetmişi Cehenneme gidip bir fırkası kurtulmuştur. Nasârâ da yetmiş iki fırkaya ayrılmıştı. Yetmiş biri Cehenneme gitmiştir. Bir zaman sonra benim ümmetim de yetmiş üç kısma ayrılır. Bunlardan yetmiş ikisi Cehenneme gidip, yalnız bir fırkası kurtulur. Cehennem’den kurtulan fırka, benim ve Eshâbımın gittiği yoldan gidenlerdir.

Ümmetimin âlimleri, İsrâiloğullarının peygamberleri gibidir.