İSHAK PAŞA SARAYI
Çıldır vâlisiİshak Paşa tarafından 18. yüzyıl sonlarında yaptırılan meşhur saray. Ağrı’nın Doğubeyazıt ilçesinin yaklaşık 8 km güneydoğusunda eski Doğubeyazıt kasabasının bulunduğu yerde ovaya hâkim bir yamaçtadır. Saray, yamacın eğimi yüksek dayanak duvarlarıyla düzeltilerek elde edilen yaklaşık 50 x 150 metre boyutlarındaki düzlüğün üzerinde kurulmuştur. Saraya âdetâ bir kale görüntüsünü veren yüksek çevre duvarlarıyla içindeki yapıların bir bölümü, Birinci Dünyâ Savaşında bölgeyi işgâl eden Rusların yaptıkları hasarlar sebebiyle yıkık durumdadır.
Saray, birbirini tâkib eden iki avlunun çevresinde toplanmış çeşitli yapı gruplarından meydana gelir. Saraya, doğu cephesinin ortasındaki görkemli taç kapıdan girilir. Girişin arkasındaki birinci avluda servis binâları yer alır. Bütün saraya yayılmış olan bir tür merkezî ısıtma (bugünkü kalorifer sistemi) donanımının ocağı da birinci avludadır. Bu ısıtma sisteminin duvarlarda bırakılmış kanallardan geçen pişmiş topraktan boruları bugün de yer yer görülmektedir. Bölgenin sert geçen soğuk iklimi sebebiyle büyük odalarda ayrıca bir ocak vardır. Birinci avlunun batı duvarında bulunan ikinci bir taç kapıdan ikinci avluya geçilir. Bu avlunun girişte solunda, bir koridor üzerinde bulunduğu tahmin edilen odaların yalnız temelleri kalmıştır. Bu avlunun sağ tarafındaki bir kapıdan sarayın selâmlık kısmına geçilir. Kapının arkasındaki bir geçitten ulaşılan holün bir tarafında dîvanhâne, öbür tarafında kütüphâne yer alır. Holden, batı taraftaki bir koridorla bitişikteki câmiye geçilir. Kare plânlı câminin kubbesi yarım küreden oldukça fazladır ve bu şekliyle Türkistan kubbelerini andırır. Câminin minberine ise duvarın içindeki merdivenle çıkılır.
Minber duvardan dışarı taşan yarım dâire bir balkon şeklindedir. Câminin kuzeybatısında köşesinde bulunan minâre koyu ve açık renkli taş sıralarla örülmüş olup tek şerefelidir. Avluda câminin kıble duvarına bitişik sekizgen plânlı ve külahlı türbe Selçuklu dönemi kümbetlerine benzer.
İkinci avlunun batı duvarının ortasındaki üçüncü bir taç kapıyla harem bölümüne geçilir. Zamânında iki katlı olduğu anlaşılan bu bölümün, bugün yalnız alt kat duvarları kalmıştır. Taçkapının arkasında uzanan koridorun sağında büyük yemek salonu, sonra da ovaya bakan pencereleriyle harem odaları yer alır.
İshak Paşa Sarayı yalnız mîmarlık değil bezemeleriyle de oldukça dikkat çekicidir. Sarayın hiç çini kullanılmamış olan bezemesinde taş oymacılığı ağır basar. Her üç taçkapının üstü, câminin kıble duvarı, türbenin cepheleri ve külahı, haremdeki salonlar, kapı ve pencere söveleri kemerler vb. yerler yüksek kabartma taş işlemelerle doludur. Genellikle bitkisel öğelerin ağır bastığı ve Anadolu Selçukluları, Gürcistan ve Kafkasya gibi çok değişik yörelerin taş işçiliği üsluplarının birbiri içine geçtiği bu bezemeler de Rus işgali sırasında büyük zarar görmüştür. Bazı önemli parçalar ise yine bu işgal sırasında Rusya’ya götürülmüştür. Arvas’tan Doğubeyazıt’a hicret eden Seyyid Abdürrahîm, onun oğlu Hâcı İbrâhim ve onun oğlu Abdülazîz efendiler İshak Paşa Sarayının yakınında bulunan Ahmed Hâni türbesinde yatmaktadırlar.
Alm. Durchfall (m). Diarrhöe (f), Fr. Diarrhée (f), İng. Diarrhea. Sık ve sulu dışkılama. İshal, ülkemizde özellikle bir yaşının altındaki çocuklarda başlıca ölüm sebebleri arasındadır. Barsak iltihapları, barsak parazitleri, kötü beslenme, gıda allerjisi, vitamin eksiklikleri ve antibiyotikler ishalin en sık sebepleridir. Teşhis için dışkının görünüşüne, rengine, kokusuna, kanlı veya sümüklü olup olmadığına bakılır. Dışkıda parazit, akyuvar, alyuvar aranır, dışkı kültürü yapılır. Tedâvisi de sebebine göre değişir.
Bulaşıcı ishaller, başlıca bakteriler ve virüslerden olur. Bakterilerle olan ishallerde başlıca iki mekanizma rol alır. Birinci tipte bakteriler barsak duvarına yayılırlar, orada çoğalır ve dokuyu tahrip ederler. Bu sebeple sümüklü ve kanlı ishale sebep olurlar. Bu tip bakterilere örnek; şigella (dizanteri etkeni), salmonella (tifo etkeni) ve bâzı tür koli basilleridir. İkinci tipte bakteriler barsak duvarını zedelemezler. Toksinleri ile etki ederler. Bunun sonucunda barsak duvarı iç yüzündeki hücreler (epitel hücreleri) deki adenil siklaz enzimini uyarırlar ve “siklik AMP” artar. Epitel hücrelerinden bir grubu emilim, bir grubu salgı yapar. Siklik AMP artışı Na+ (Sodyum iyonu) ve Cl- (Klor iyonu) emilimine engel olurken, Na+ ve Cl- salgılanmasını artırır, böylece suyun emilimi de bozulur ve ishal meydana gelir. Bunlara en güzel misal koleradır. Virüsler ise dokuyu tahripten hücre fonksiyon bozukluğuna kadar çok değişik yollardan ishale sebeb olurlar. Kış ishallerinin büyük çoğunluğu virüslere bağlı ishallerdir.
İshal, çocuklarda çok tehlikeli olduğundan vücutta meydana gelen değişiklikler mümkün olan en kısa zamanda normale döndürülmelidir.
Vücuttaki değişiklikler: Su emiliminin bozulması, kusmalar, kâfi miktarda su alamamak ve vücut sıvılarının barsağa geçmesi sebebiyle su kaybedilir. En erken belirtisi susamadır. Su kaybı vücut ağırlığının % 15’ini geçerse ölümle sonuçlanabilen şok ortaya çıkar. Genellikle su kaybı ile orantılı olarak sodyum da kaybedilir. Ancak, su kaybının daha fazla olduğu durumlar daha tehlikelidir. Bunun dışında kalsiyum, potasyum gibi elektrolitler de eksilir. Dışkı ile bikarbonatın kaybolması, açlık sebebi ile kanda laktik asit ve ketonların artması, su kaybı sebebi ile böbreğe gelen kan akımının azalması sonucu metabolik asidoz denen durum meydana gelir. Burada kan pH’sı aside kayar. Hasta derin derin nefes alır. Gıda emilimi de değişir. Proteinler genellikle etkilenmez ama, yağların emilimi sıklıkla bozulur. Kandaki şeker, duruma göre etkilenebilir.
Tedâvide en geçerli ve en pratik usûl, kaybedilen sıvı-elektrolitleri yerine koyma tedavisi ve bazı bakteri sebepli ishallerde antibiyotik vermektir. Hafif ve orta dereceli ishaller evde, ağır ishaller hastaneye yatırılarak tedâvi edilir. Hafif ve orta dereceli ishalde sıvı-elektrolit tedâvisi ağızdan yapılır. Buna Oral Rehidratasyon sıvısı denir. Bu sıvı evde kolayca hazırlanabilir. Bir litre su kaynatılır. Soğuduktan sonra suya tepeleme dolu iki çorba kaşığı şeker, bir dolu kahve kaşığı tuz, bir silme kahve kaşığı karbonat konur ve karıştırılır. Hastaya bundan içebildiği kadar içirilir. Az az besleyerek aç kalması önlenir. Çocuk, anne sütü alıyorsa biraz arttırarak devam etmelidir. Çünkü anne sütünün mikroplara karşı da etkisi vardır. İshallerde verilebilecek en iyi gıdalardan biri yağsız yoğurt veya tuzlu ayrandır. Yoğurdun bakteri öldürücü etkisi de vardır ve kolera mikrobunu beş dakikada öldürdüğü görülmüştür. Gazı çıkarılmış gazoz ve kolalar ile çay, elektrolit ihtiva ettiklerinden faydalıdırlar. Meyvelerden şeftali, elma, muz gibi posaları az olanlar iyidir. Kabukları soyulduktan sonra verilir. Erik, kayısı, incir, üzüm, kavun, karpuz yememelidir. Sebzelerden pirinç lapası, patates püresi, tahıllar, kökler, havuç, baklagiller verilebilir. İshalde çok yağlı yiyeceklerden kaçınmalıdır.
Uzun süreli ishalli çocuklarda süt şekeri (laktoz) emilimi bozulur ve bu, ishali artırır. Bu sebeple böyle çocuklara laktozdan zengin olan çikolata, pancar, baklagil, beyin, karaciğer, hazır çorba, hazır bebek mamaları, vitamin, şuruplar ve oralet verilmemelidir. Bu hastalar birkaç gün laktozdan mahrum beslenme şekline sokulur ve barsak epitelinin kendini tâmir etmesi sağlanır.
Etkeni kesin anlaşılmamış ishallerde antibiyotiğe başlanmasının faydası olmadığı gibi, zararları da vardır. Çünkü vakaların çoğu zaten virüslerle olur ve antibiyotikler virüslere tesir etmez. Üstelik barsakta normalde bulunan faydalı mikropları öldürerek, zararlı bakteri üremesine zemin hazırlamış olurlar. Bakterilerle olan her ishalde antibiyotiğin lüzumu yoktur. Sâdece bâzı özel durumlarda gerek duyulur. Lüzumsuz antibiyotik kullanmanın boş yere para harcanmasına ve allerjik etkilerin ortaya çıkmasına sebep oldukları da unutulmamalıdır.
Antidiyareyik (ishal kesici) ilâçların da verilmesi tavsiye edilmez. Bunlar ancak hafif ishallerde faydalı olabilirler. Üstelik barsak duvarına yayılarak etki eden bakteri ishallerinde kesinlikle verilmezler. Çünkü bakterilerin üremelerini daha da arttırırlar.
Alm. Hitzeausschlag (m), Hautrötung (f), Fr. Bouton (m) de chaleur, İng. Heat spots, rash. Sıcaktan veya terlemekten vücûdun bâzı yerlerinde meydana gelen kaşıntılı kabarcıklar.
Döküntülü bir hastalık olan isilik humması dışında birçok isilik çeşidi vardır. Yüksek ateş isiliği, tifo gibi hastalıkların seyri esnâsında görülür. Burada içi berrak sıvıyla dolu iğne başı büyüklüğünde kabarcıklar biraraya gelerek isilik meydana getirirler. Asıl isilikler kırmızı plaklar üzerinde çıkan kabarcıklardır. Özellikle göğüste ve karın üzerinde belirir ve çoğu zaman şiddetle kaşınır. Bu kabarcıklar çok terleyen kimselerde ter deliklerinin tıkanması yüzünden ter bezlerinin küçük kistler halini almasından ileri gelebilir. Kabarcıkların içinde berrak asit reaksiyonlu bir sıvı bulunur. İsilik kabarcıkları birdenbire ortaya çıkar, kısa zamanda kurur ve kaybolurlar. Geçtikleri zaman yerlerinde bir döküntü husûle gelebilir.
İsilik meydana çıkmasına karşı hafif tuzlu suyla yıkanmak, hergün banyo yapmak, yıkandıktan sonra pudralanmak iyi neticeler verir.
Alm. Senk-, Lot-blei, Lot (n), Fr. Sonde (f), İng. Sounding-lead, fathometer. Sıvıların derinliğini anlamak için kullanılan âletlere verilen ad. Esas îtibâriyle uygun bir tarzda işâretlenmiş bir savlo (ip) ve ucuna bağlanmış bir kurşun ağırlıktan ibârettir.
İki bin yıldan fazla bir zamandan beri gemilerin emniyetini sağlamak üzere kullanılan alışıla gelen iskandiller günümüz gemilerinde de vardır. Bu iskandiller filika iskandili, el iskandili ve derin su iskandili olmak üzere üç çeşittir. Filika iskandili sığ sularda küçük teknelerde kullanılır. Şavlo (ip) uzunluğu 10 kulaç (18.3 m), ağırlığı 3 kg’dır. El iskandili her tip gemide limanlara girilirken kullanılır. Savlo (ip) uzunluğu 25 kulaç (46.25 m), kurşun ağırlığı 4.5-6.5 kg’dır. Derin su iskandili ise iskandil makinası bulunmadan önce ve sonra da iskandil makinası arızalı olan gemilerde kullanılır. Savlo uzunluğu 100 kulaç (183 m), ağırlığı 13-13.5 kg’dır.
Derin suların daha hassas iskandilini yapabilmek üzere, 19. yüzyılda Masis ve Wolker pervaneli iskandiller, makinalı ve yelkenli gemilerde uzun süre kullanılmıştır. Bu iskandiller üzerinde bulunan pervanenin, ağırlık dibe giderken suyun basıncı ile dönmesi neticesinde pervaneye bağlı dişlilerin bir göstergeyi harekete geçirmek ve bir kadran üzerinde derinliği okumak prensibi ile çalışır.
Makinalı iskandil: En yaygın olanları Thomson, Kelvin ve Lucas iskandili makinalarıdır. Dünya harp ve ticâret gemilerinde seyir hâlindeyken, basit iskandillerle ölçülmeyecek kadar derin yerleri ölçmek amacıyla kullanıldı. Bu iskandiller, ekseni etrafında bir çıkrık vâsıtasıyla dönen ve üzerinde esnek çelik telden yapılmış 300 kulaç (549 m) boyunda iskandil halatından meydana gelmiştir. Ayrıca içerisine su girebilen bir silindir ve silindirin içerisine de deniz suyuna temas edince renk değiştiren kimyâsal bir madde ile sıvanmış üst ucu kapalı bir cam tüp bulunurdu. Ulaşılan derinlik, cam tüpün rengi değişen kısmı ölçülerek hesaplanırdı.
Bilhassa 1940’lardan sonra devletlerin deniz kuvvetlerinde deniz altı gemilerinin artması ve harplerde etkili bir silah olması sonucunda, deniz diplerini daha iyi incelemek için daha teknik ve hassas iskandillerin yapılması ihtiyacı duyuldu. Günümüze kadar gelen ve esas îtibârı ile ses yansıması prensibine göre çalışan iskandiller geliştirildi. Bu iskandiller, elektrikle çalışıp, geminin karinasına takılan verici tarafından yüksek titreşimde elektrik dalgaları yayar. Bu dalgalar deniz dibine çarptıktan sonra geri yansır. Yansıyan dalgalar kaydedilerek, derinklik hesaplanır. Cihaz bu derinliği sayısal olarak veya bir kâğıt üzerine derinliğin değişimini çizerek gösterir.
Su içerisinde yayılan dalgaların sürati; sıcaklık, tuzluluk ve basınçla değişir. Fakat gemicilikte derinlik belirlenmesinde ortalama değer 4800 kadem olarak kullanılması yeter derecede sıhhat temin eder. Bu, saniyede 800 kulaca (1464 m) eşdeğer olup, geçen bir saniyede 400 kulaç (73.2 m) derinlik gösterir.
İskandil âletlerinden bazıları günümüzde deniz diplerinin yapısını incelemekte de kullanılmaktadır. Deniz diplerini tarayan bu iskandiller, mineraloji araştırmaları için analiz yapmayı sağlar. Bu âletler aynı zamanda biyolojide, denizdibi hayvanlarının ve bitkilerinin incelenmesi için de kullanılır. Deniz dibinden alınan maddeleri inceleyerek hem balıkların yerini, miktarını, cinsini hem de bitkilerin hacmini tesbit etmektedir. Böyle işlerde bilhassa yankılı iskandiller çok büyük başarı sağlamıştır.
Kuzey Avrupa’da Baltık, Norveç, Atlas Okyanusu ve Barents Denizleriyle çevrili; İsveç, Norveç, Danimarka ve Finlandiya’yı içine alan yarımadanın bütününe verilen ad.
İskandinav Yarımadasının yüzölçümü 770.600 km2 dir. Yarımadada yaşıyan insan sayısı ise 22.800.000 civârındadır.
Târihi
Yarımadaya ilk gelen kavimler Normanlar ve Vikingler’dir. İskandinav halkı ortaçağın başında üç krallık hâlinde teşkilâtlandılar. Bunlar İsveç Krallığı, Danimarka Krallığı ve Norveç Krallığı idi. Bu krallıklar topraklarının verimsizliği ve yetersizliği sebebiyle deniz aşırı seferler düzenlemişler ve çeşitli koloniler kurmuşlardır. Yarımadaya 830 yılından îtibâren Hıristiyanlık girmiş ve 11. yüzyılda hükümdârın isteğiyle tutunup yerleşmiştir.
İskandinav ülkeleri arasında uzun süreli savaşlar olmuş, 1397’de kurulan Kalmar birleşmesi ile üç devlet (İsveç, Norveç) Danimarka’nın önderliği altında birleşti. Fakat daha sonraki yıllarda devletler arasında olan anlaşmazlıklar bu birliğin dağılmasına sebeb oldu.
İskandinav ülkeleri, Dünyâ Savaşlarında tarafsızlık politikalarını korumuşlardır. Bugün İsveç halen tarafsızlığını korumaktadır. Norveç ve Danimarka ise Nato’ya girmiştir.
Fizikî Yapı
İskandinavya Yarımadasının kıyıları girintili çıkıntılı olup, fiyortlarla doludur. Yarımadada, 2500 m’yi geçmeyen dağlar bulunur. Yarımadanın büyük kesimi düzlüklerle kaplıdır. Ayrıca bölgenin büyük kesiminde pekçok göl vardır. En önemli göllerinin arasında Vanera, Valtern, Malaren, Hjalmaren, Silijan ve Starsgölü sayılabilir. Adayı ağ gibi ören bir çok ırmak bulunur. İskandinavya’nın en önemli akarsularından Torne Lule, Pite Skellefte, Ume Angerman, Dal ve Klor ırmakları Baltık Denizine, Glomma Irmağı iseKuzey Denizine dökülür.
İklimi
İskandinavya’nın güney kısımlarında kışları uzun ve sert, yazları ise serin geçen bir iklim görülür. Kuzey kesiminde ise soğuk bir kutup iklimi hâkimdir. Batı kesimlerdeki bol yağışlar, doğuya ve güneye doğru gidildikçe azalır.
Tarım imkânları; verimli toprakların azlığı ve elverişsiz iklim şartları yüzünden sınırlıdır. Buna karşılık İskandinav ülkelerinde hayvancılık, ormancılık ve balıkçılık çok gelişmiştir. Dört İskandinav ülkesinin iktisadî zenginliği, batı milletleri arasında ön planda yer alır.
Alm. Meissel (m), Fr. Ciseau (m), İng. carpenter’s chisel. Ağaç işlerinde ahşaba şekil vermek üzere kullanılan el âleti. Çeşitli kalınlıklarda olabilir. Ağız genişliği 0,5 cm’den 4 cm’ye kadar değişir. Ağaç kabuğunu soyma, iki tahtayı biribirine tutturmak için açılan oyuklar en çok kullanıldığı yerlerdir. Ağızları eğimli olanlar en kullanışlı olanlardır.
Ağaç kabuğu soyma, geçme, oluk açma iskarpileleri ayrı ayrıdır. Yapılacak işlere göre ağızları değişik olanlar vardır. Düz, ince, ay şeklinde ağızı olanlar en çok kullanılanlardır.
Alm. Skelett (n), Fr. Squelette (m), İng. Skeleton. İnsanların ve hayvanların çatısını, duruşunu, destek yapısını meydana getiren temel sistem. Kasların tutunduğu, iç organların muhâfaza edildiği organik yapı. İskelet; kireç şeklinde kalsiyum, silis, kıkırdak veya kemikten meydana gelebilir. Hareketli veya haraketsiz olabilir.
İskelet iki çeşittir: Ya vücûdun bütün organlarını dıştan saran bir örtü şeklindedir ve dış iskelet adını alır veya bütün omurgalılarda olduğu gibi iç iskelettir. Bâzı omurgasızlarda da iç iskelet bulunur.
Omurgasızlarda iskelet: Omurgasız hayvanların iskeletleri değişiktir. Tek hücreli hayvanların salgıladıkları kalsiyum veya silika iskeletlerini meydana getirir. Süngerlerde bu, iplikçiler şeklindedir. Yumuşakça, eklembacaklı ve böceklerde ise bir kaç katlı kütükilden hâsıl olan kabuk iskeleti meydana getirir. Bu kabuk çok sert olmasına rağmen eklemler sebebiyle hayvanın hareketine izin verir.
Omurgalılarda iskelet: Omurgalıların iskeletleri birbirine benzer. Hyalin kıkırdaktan meydana gelen bâzı balık iskeletleri dışında bütün omurgalı iskeletleri esas olarak kemikten ibârettir. Kıkırdak ise genelde eklem yüzlerinde bulunur. İskelet baş, omurga, göğüs kafesi, kol ve bacaklardan meydana gelir. Ancak omur yapısı ve sayısı; kaburga sayısı ve tam şekli; göğüs kemiğinin ebat, şekil ve yapısı ile uzuvların yapısı, tutunuş özellikleri hayvandan hayvana farklılık gösterir.
İnsan iskeleti: Hareket sisteminin kemik ve eklemlerden meydana gelen parçasıdır. Vücudu dengede ve belli pozisyonda tutarak, kas sistemi ile berâber hareketi sağlar. Birden çok kemik birleşerek eklemleri meydana getirir. Kemik ve eklem, hareketin pasif unsurlarıdır. Aktif unsuru ise kaslardır.
Kemiklerin uzun, kısa, yassı, şekilsiz, havalı ve süs kemikleri gibi tipleri vardır. Uzun kemikler bir gövde ve iki uçtan ibârettir. Gövdeye diafiz, uçlara da epifiz denir. Diafizle epifiz arasında metafiz bulunur. Epifiz ile metafiz arasında da kemiğin uzunlamasına büyümesini sağlayan büyüme hattı vardır. Vücudun büyümesinden bu sorumludur. Bu çizgi büluğ çağında kapanır ve büyüme durur. Bâzı durumlarda erken kapanır ve boy kısa kalır. Bu çizgi kapanmadan önce aşırı büyüme hormonu salgılanırsa devlik (Bkz. Jigantizm) meydana gelir. Kemik gelişiminin safhalarına göre kemik yaşı hesaplanabilir. Röntgen filmleri çekilerek belli tablolarla karşılaştırılır. Hastalıklar, ilâçlar ve beslenme durumu büyümeyi etkiler ve kemik yaşı ile takvim yaşının farklı olmasına yol açar. Bundan faydalanarak; çekilen kemik filmleri ile büyüme ve gelişmenin normal olup olmadığı tâkip edilebilir.
Kemiklerin birbirleri ile birleştiklerinde meydana gelen şekil bize birçok bilgiler verebilir. Bulunan bir iskeletin boyu, cinsiyeti, hattâ hangi ırktan olduğu öğrenilebilir. Buna benzer özellikler adlî tıpta da yardımcıdır.
İnsan vücûdu 206 veya bağ kemiklerinin de sayılmasıyla 213 kemikten meydana gelir. Doğumda 270 kemik vardır. Büluğ çağından sonra erişkindeki sayıya iner. İnsan iskeleti de; baş, omurga, göğüs kafesi ve uzuvlardan meydana gelir.
Başta 22 kemik vardır. Bunlardan 8’i alın kemiği, 2 şakak kemiği; kanatsı, kalbursu ve iki art kafa, kafatasını meydana getirir. 14 kemik ise yüz kemikleridir. Kafatası esas olarak beyni korur, yüz kemikleri de yüzün şeklini ve hareketlerini temin eder.
Omurga vücudun ana destek yapısıdır. Omuriliği muhâfaza eder. Yukarıda kafa ile oynar eklem, aşağıda leğen kemikleri ile oynamaz eklem yapar. 33 omurdan meydana gelir. Bunların üst 24’ü hareket edebilir. Bu omurların arasında ve 24 ile 25’inci omur arasında yuvarlak, lâstik kıvamında bir madde bulunur. Buna omurlar arası disk denir ve harekete bu izin verir. Üst 24 omurun 7’si boyun, 12’si göğüs, 5’i bel omurudur. Göğüs omurlarına yanda kaburgalar bağlanır. Son 9 omur kuyruk sokumu kemiğini meydana getirir. Bunlardan ilk 5’i birleşerek üçgenimsi bir kemik meydana getirir. Buna sakrum (sağrı kemiği), bu omurlara da sakral omurlar denir. Son 4 (bâzan 5) omur gene birleşerek tek bir ufak kemik meydana getirirler. Buna da koksiks (kuyruk sokumu kemiği) denir.
Göğüs kafesi; önde göğüs kemiği (îmân tahtası), yanlarda kaburgalar ve arkada göğüs omurlarından meydana gelir. Göğüs kemiği(sternum), yassı uzun bir kemiktir. Kaburgalar göğüs iskeletinin büyük kısmını yapan esnek, yay şeklinde kemiklerdir. Göğüs kemiği ile eklem yapan uçları 3-5 cm kıkırdaktır. Kaburgalar 12 çifttir. İlk 7’si önde, göğüs kemiği arkada göğüs omurları ile birleşir. 8, 9 ve 10. kaburgaların kıkırdak kısımları 7. kaburganın kıkırdağına uzanır. 11 ve 12. kaburgalar ise yalnızca arkada omurlarla eklem yapar, önde karınboşluğuna uzanır. Göğüs kafesi esas olarak akciğerler ve kalbi korur. Ayrıca nefes ve yemek boruları ile büyük damarlarda göğüs kafesindedir. Kaburgaların teneffüste de rolleri vardır. Kaburgalara yapışan kaslar kasılınca akciğerler havayla dolar.
Üst uzuvlar kürek kemiği, köprücük kemiği, kol kemiği, ön kol kemikleri ve el kemiklerinden meydana gelir. Kürek kemiği büyük yassı ve üçgene benzer bir kemiktir. Omuzun arkasını yapar. Köprücük kemiği uzun, eğri kalem gibi bir kemik olup, omuzun önünü yapar. Kol kemiği yukarda kürek kemiği, aşağıda dirsek kemiği ile eklem yapan uzun bir kemiktir. Dirsek kemiği dirsek ekleminin büyük bir kısmını meydana getiren ve kolun küçük parmak tarafında uzanan ön kol kemiğidir (ulna). Bileğe doğru incelir. Öbür ön kol kemiği(radius) ise kolun başparmak kenarında uzanır ve bileğe doğru kalınlaşır. El kemikleri; 8 bilek kemiği, 5 tarak kemiği ve başparmakta 2, diğerlerinde 3 olmak üzere 14 parmak kemiğidir.
Alt uzuvlar, leğen kemikleri, uyluk kemiği, bacak kemikleri, diz kapağı kemiği ve ayak kemiklerinden meydana gelir. Leğen kemiği; aşağı karın organlarını taşıyan tas şeklinde bir kemiktir. Uyluk kemiği vücudun en uzun ve en güçlü kemiğidir. Yukarıda leğenin bir kısmı ile eklem yapar. Alt ucu ise iki bacak kemiğinden büyük olanı (kaval kemiği) ile eklem yapar. Bu eklemin ucunda düz, yassı, kısmen yuvarlak bir kemik bulunur. Bu kemiğin dizkapağı(patella) kemiğidir. Bacak kemiklerinden kalın ve önde olanı kaval kemiğidir (tibia). Öbürü baldır kemiği (fibula) adını alır. Ayak iskeleti ele benzer. Ancak bilek kemiği 7 tânedir. 5 tarak kemiği ve 14 parmak kemiği vardır.
Alm. ıschaemie, Fr. Ischéime, İng. ıschemia. Vücûdun bir bölgesinin kanlanmasının yavaşlaması ve durması. İskemide dokuların ihtiyâcı olan oksijen sağlanamadığından ve dokudan metabolizma artıkları uzaklaştırılamadığından dokularda zedelenme olur. İskemi genellikle damarın pıhtı, yağ veya hava ile tıkanmasına bağlı olarak gelişir. Kanlanamama yavaş gelişirse ve tıkanıklık tam değilse, dokularda kısmî zedelenme, büzülme ve şekil bozukluğu ortaya çıkar. Âniden olan iskemilerde ve tıkanmanın tam olduğu durumlarda dokunun o bölgesinde ölüm (nekroz) olur. Bu doku ölümüne “enfarktüs” adı verilir. Enfarktüs en sık kalp, beyin, dalak, böbrek ve karaciğerde görülür.
Kalpteki âni iskemi ile kalp krizi meydana gelir. Eğer kalbi besleyen damarlardan biri tam olarak tıkanırsa, myokard enfarktüsü husûle gelir. Beyin atardamarlarından birinin âni olarak bir kan pıhtısı ile tıkanması âni felçlere hattâ ölümlere sebeb olur. Bacaklarda damar sertliği veya Buerger hastalığında (damar sertliği yapan bir hastalık) atardamarların pıhtı ile tıkanmasına bağlı âni iskemiler meydana gelir. Böyle bir bacakta solukluk veya morarma, şiddetli ağrı, karıncalanma, hissiyatın kaybı, hareketsizlik ve daha ileride gangren meydana gelir. Bâzan damardaki daralma âni değil de yavaş yavaş husûle gelir. Bu kişilerde müzmin bir iskemi söz konusu olup, hareket hâlindeyken bacaklarının ağrıması karakteristiktir. (Bkz. Enfarktüs)
İskender Zülkarneyn, Münzir İskender ve Makedonyalıİskender denilen üç meşhur şahıs.
İskender Zülkarneyn: İki İskenderden de önce yaşadı. Kur’ân-ı kerîm’de adı geçen mübârek bir zâttır. Peygamber veya evliyâdır. Nûh aleyhisselâmın oğlu Yâfes’in soyundandı. Hızır aleyhisselâmın teyzesinin oğlu ve kumandanlarındandır. İbrâhim peygamber ile görüşüp, duâsını aldı. Doğuya ve batıya gittiği için “Zülkarneyn” denildi. Asya ve Avrupa kıtasına sâhip oldu. Zülkarneyn ile ilgili olarak Peygamber efendimiz buyurdular ki: “İsmini duyduğunuz kimselerden, yeryüzüne dört kişi mâlik oldu. İkisi mümin, ikisi kâfir idi. Mümin olan iki kişi Zülkarneyn ile Süleymân (aleyhimesselâm) idi. Kâfir olan ikisi de, Nemrud ile Buhtunnasar idi. Beşinci olarak, yeryüzüne benim evlâdımdan biri, yâni Mehdî mâlik olacaktır.”Asya’nın kuzey doğusundaki mümin Türklerin ricâsı üzerine Ye’cüc ve Me’cüc kavminden korunmak için büyük duvar yaptı. Bu set iki dağ arasında, altı kilometre uzunluğunda, yirmi beş metre genişlik ve yüz metre yükseklikte idi. Taş ve demirden yapıldı. Bugün bilinen Çin setti başkadır. Ye’cüc ve Me’cüc set arkasında kaldı. Setten dışarıda kalanlar Türklerdir.
Münzir İskender: Yemen hükümdârıdır. Mîlâttan önce üç binlerde Yemen’de yaşadı. Adı Münzir olup, hükümdâr olarak Çin’e kadar gitti.
Makedonyalı İskender: Makedonya Kralı ve târihin en ünlü komutanlarından biri. Makedonya Kralı İkinci Filip’in oğlu olan İskender, çocukluğunda Yunan filozofu Aristotales’ten ders alarak yetişti. Babasının öldürülmesi üzerine M.Ö. 336’da yirmi yaşında kral oldu. O sırada, devletin idâresi altındaki eyâletlerde huzursuzluk başlamıştı. Thebes (Teb) şehri halkının Makedonya’ya karşı ayaklanması üzerine İskender ilk seferini bu şehir üzerine yapıp, şehri yakıp yıktı. Otuz bin kadar insanı esir alıp pazarlarda sattırdı. İskenderin bu acımasız davranışı öteki Yunan eyâletlerinde sâkinleşmeye sebeb oldu. İskender, bu şekilde ülkede sükûnu sağladıktan sonra, M.Ö. 334’te İran Seferine çıktı.
Darius’un (Dârâ) güçlü ordusunu Granikos Nehri civârında (bugünkü Karacabey) büyük bir yenilgiye uğrattı. Bu zafer, İskender’e Asya’nın bütün yollarını açtı. İskenderun yakınlarında İssosVâdisinde Pers KralıÜçüncü Dârâ’nın ordusunu ikinci defâ imhâ eden İskender, Fenike’yi istilâ için Tire şehrini kuşattı. Bir müddet sonra şehir alındı. Bundan sonra Filistin’e yürüyen İskender, Gazze de dâhil şehirleri ele geçirdi. İskender Perslerin hâkimiyeti altında bulunan Mısır üzerine yürüyerek teslim aldı. Burada Nil Nehri kıyısında kendi ismiyle anılan İskenderiye şehrini kurdu (M.Ö. 332).
Mısır’dan sonra yeniden İran üzerine dönen İskender, Asya içlerine doğru yürüyerek, Pers (İran) hükümdarı Dârâ’nın ordusu ile Ninova şehri yakınında Erbil düzlüğünde karşılaştı. Dünyâ târihinin önemli savaşlarından olan bu savaş, İskenderin gâlibiyeti ile netîcelendi. Bu zaferi müteâkip Bâbil’in iki şehri de İskender’e teslim oldu. Büyük yağma yaptırıp zenginleşti.
Erbil Savaşından sonra Persli bir general tarafından Dârâ’nın öldürülmesi üzerine Pers İmparatoru olan İskender, bütün dünyâyı ele geçirmek için hazırlıklara başladı. Hindistan Seferine çıkıp M.Ö 329’da Buhâra’yı aldı. M.Ö 327’de Makedonya orduları Hindistan’ın zengin topraklarına ayak bastı.
İlk defâ dünyâyı fethetmeye çalışan hakanlar olarak târihe geçen ve aldığı geniş ülkelerden dolayı “Büyük” lakabıyla tanınan İskender zamânında, sınırları Ege Denizinden Hindistan’ın kuzeyine kadar uzanıyordu. O, Asya ile Avrupa’yı birleştirip bir tek ülke hâline getirmek istiyordu. Makedonya Kralı İskender kazandığı zaferlerden zenginleşip, gurûra kapılarak, ahlâkı bozuldu. Çok zulüm yapıp, kan döktü.
Uzun süren savaşlar netîcesinde ordunun yıpranması, ülke içinde çıkan bâzı hoşnutsuzluklar, İskender’i Bâbil’e dönmeye mecbur etti. İskender Arabistan üzerine bir sefere hazırlanırken işret ve sefâhat hayâtı netîcesinde hastalanarak günden güne kuvvetten düştü.
Otuz üç yaşındayken öldü. İskenderin ölüsü altın bir tabut içinde Mısır’a götürülüp, büyük bir merâsimle İskenderiye’de gömüldü. İskender’in ölümünden sonra eski birliği muhâfaza edemeyen Makedonya İmparatorluğu parçalanıp târihten silindi.
Yunan müstemlekesi olan İskenderiye’de, Mısır Hükümdârı I. Ptolemeus tarafından M.Ö. 3. yüzyılın ilk yarısında yaptırılan kütüphâne.
Zamanının kültür hayâtında mühim bir yer işgal eden ve bu devrin en büyük ilim merkezi olan kütüphâne, krallık sarayının sınırları içinde bulunan İskenderiye Müzesinin yanına kuruldu. Bu müze aslında zamanın büyük bilim ve dil bilginlerinin bir râhip yönetiminde araştırma yaptıkları ilimler akademisiydi. Kütüphâne de, bu araştırmalara yardımcı olacağı düşüncesiyle müzenin yanına yapılmıştı. Müze ve kütüphâne bölümler hâlinde düzenlenmiş, her bölümün başına bir râhip bir yönetici getirilmişti. Görevlilerin maaşları kral tarafından ödeniyordu. Kitap depoları ile okuma salonları birbirinden ayrıydı.
Metinler, Mısır’da bol bulunan papirüs adlı kamıştan elde edilen bir çeşit kâğıt üzerine yazılmıştı (Bkz. Papirüs). Papirüs sayfaları birbirine eklenerek şerit hâline getiriliyor ve bir sopa veya çomağa sarılarak saklanıyordu.
Kitaplar (papirüs tomarı) imparatorluk devrinde olduğu gibi, üzerlerine etiket konularak raflara yerleştirilmişti.
Kütüphâne yalnızca Yunan edebiyatının eserlerini değil, Akdeniz, Ortadoğu ve Hindistan’daki çeşitli dillerden Yunancaya yapılmış tercümeleri de kapsıyordu. Kitapların çoğu Yunancaydı. Bulunabilen Yunan, İran ve Hint elyazmaları, Yunanistan’ın ve Asya’nın bütün bölgelerinden Mısır’a getirildi. Hattâ Yunan yazarı Galen’e göre (M.Ö. 2. yüzyıl) İskenderiye limanına yabancıların girmesi beyâna tâbi tutulur ve yanlarındaki kitapların teslimi istenirdi. İskenderiye Kütüphânesinde tahminen 500.000 rulo olduğu sanılmaktadır. Kütüphânede Kallimakhos zamanında, aşağı yukarı 490.000, Sezar zamanında ise 700.000 rulo bulunmaktaydı.
Değişik ülkelerden toplanan kitaplar standartlaştırılmış kopya tekniğiyle çoğaltılmış ve konularına göre ayrılmıştı.
Kyreneli Kallimakhos, kütüphânenin 120 ciltten oluşan sistematik bir kataloğunu hazırlamıştı. Her cilt ayrı bir konuyu ihtivâ ediyordu. Pinakes adlı bu katalogda yazar adları alfabetik olarak düzenlenmiş ve biyografik bilgiler verilmişti. Bizans dönemine kadar ulaşan ve o zaman eski Yunan edebiyatı için standart müracaat kitabı olarak kullanılan katalog bugün kayıptır.
Eski devirlerin kültür hayâtında çok büyük ve ehemmiyetli bir rol oynamış olan İskenderiye Kütüphânesi, M.Ö. 2 ve 1. yüzyıllarda en parlak devrini yaşadı. Kütüphâne M.Ö. 47 yılında Sezar’ın İskenderiye’yi istilâsı sırasında tahrip ve kısmen yağma edilmişti. Sezar’ın kütüphânede bulunan kitapları Roma’ya götürmek üzere gemilere yükletmek için limana taşıttığı ve bu sırada limanda çıkan bir yangın neticesinde kitapların büyük bir kısmının yandığı da söylenmektedir. M.Ö. 133 yılında Romalılar Bergama Devletini ele geçirmişlerdi. Bu devletin merkezi olan Bergama’da daha önce kurulmuş olan Bergama Kütüphânesi parlak bir dönem geçirmesine rağmen, bu istilâdan sonra yavaş yavaş önemini kaybetmişti.Nihayet Roma İmparatoru Marcus Antonius bu kütüphânedeki kitapları Sezar’ın yaktığı İskenderiye Kütüphânesinin yerini tutması amacıyla Mısır Melîkesi Kloepatra’ya hediye etmişti. M.S. 3. yüzyılın sonunda, Aurelianus zamanında çıkan bir iç savaşta müze ve kütüphâne yerle bir oldu.
Geri kalan kitaplar II. Ptolemeus tarafından yine İskenderiye’de kurulmuş olan Serapeum Mâbedinin kütüphânesine taşındı. Burada 50.000’e yakın tomar bulunuyordu. Bu kütüphâne İskenderiye Kütüphânesinin yerini tuttu ve M.S. 4. yüzyılın sonlarına kadar mevcudiyetini devam ettirdi. Kütüphâne İskenderiye Müzesinde çalışan âlimlerin ve saray mensuplarının hâricinde okumak isteyen her sınıf halka hizmet ediyordu.
Hıristiyanlık Rumların resmî dîni hâline geldikten sonra,Roma İmparatoru Teodos’un, Putperestliğe devam edenlerin îdâm edilmesi, tapınaklarının yıkılması, Doğu’daki bütün heykellerin parçalanması emrini vermiş ve dîne yabancı olan bütün kitapları da dîne aykırı boş şeyler olarak îlân etmişti.
Bunun neticesinde İskenderiye’de iç savaş başladı. Putperestlerle Hıristiyanlar arasında çıkan bu savaş sırasında İskenderiye Piskoposu olan Teofilos’un emriyle 391’de mutaassıp Hıristiyanlarca hem mâbed hem de kütüphâne yok edildi. İskenderiye Kütüphânesinin yerinde bugün, 1948’de kurulan Fârâbî Kütüphânesi bulunmaktadır.
Zaman zaman İskenderiye Kütüphânesinin hazret-i Ömer zamanında Mısır’ın fethini müteakip Amr bin Âs radıyallahü anh emrindeki Müslüman askerler tarafından 639 senesinde yakılıp tahrip edildiği yazılmaktadır. Bu ise sırf Hıristiyanlık gayret ve taassubuyla ve Müslümanlara karşı asırlardır besledikleri kin ve nefreti canlı tutabilmek gâyesiyle söylenmiş bir iftirâdan başka bir şey değildir.MehmedMansur 1866’da İskenderiye Kütüphânesine Dâir Risâle adıyla ciddi bir eser yayınladı. 1883’te ikinci baskısını yapan bu eser dışında zaman zaman Avrupalı bâzı araştırmacılar da yukarıda anlatılan iftirânın gerçek olmadığını dile getirmişlerdir. Hattâ G. Le Bon, Arapların Medeniyeti adlı eserinde, beş bin yıldan beri bütün istilâcıların hürmet ettikleri ve ilişmedikleri âbidelerin, Hıristiyanlar tarafından yıkılmasının son derece üzücü olduğunu ve bunun neticesinde Mısır medeniyetinin ortadan kalktığını söyler.
Alm. Tannenmeise (f), Fr. Mésange noir (f), İng. Coal pit. Familyası: Baştankaragiller (Paridae). Yaşadığı yerler: Kuzey yarımkürede orman, park ve bahçelerde bol rastlanır. Özellikleri: Serçeden küçük, ötücü bir kuş. Siyah renkli olup, tüyleri mâvi parıltılıdır. Ömrü: 20 yıl kadar. Çeşitleri: Mâvi iskete, tepeli iskete, kuğu isketesi.
Bağ ve bahçelik bölgelerde yaşayan, baştankaragiller âilesinden hoş sesli ötücü bir kuş. Çoğu bölgelerde “köknar baştankarası”olarak bilinir. 11-12 cm boyundadır. Asya,Avrupa ve Afrika’nın kuzey bölgelerinde bol rastlanır. Mâvi parıltılı siyah tüylüdür. Karın altı beyaz, başı kara olup her iki yanında ve ensesinde beyaz leke vardır. Tırtıl ve böceklerle beslendiğinden bahçıvanlar için faydalı bir kuştur.
Son devrin din adamlarından. Akkoyunlu aşîretinden Mehmed Ali Ağa’nın oğludur. 1876 (H. 1292) senesinde İskilib’in Tophâne köyünde doğdu. Annesinin adı Nazlı Hanım olup, Çorum’un Kartaldağ yaylasında bulunan Arab Dede ismiyle meşhur şeyhin torunudur.
Altı aylıkken annesi vefât eden Mehmed Âtıf Efendi, ilk tahsiline büyük babası Hasan Kethüdâ Efendinin desteğiyle köyündeki hocalarda başladı. Daha sonra İskilip kazası müderrislerinden Hoca Abdullah Efendiden iki yıl ders aldı 1891 (H. 1307). Tahsilini ilerletmek ve tamamlamak üzere İstanbul’a geldi. Medrese talebeleri arasında üstün zekâsı ve çalışma azmi ile hemen hocaları arasında tanınmaya başladı. Tahsilini devâm ettirirken geçimini de temine çalışıyordu. Âtıf Efendi, 26 yaşındayken 1902 (H.1318)’de en iyi dereceyle icâzetini (diplomasını) aldı.
İcâzet aldığı aynı yıl içinde imtihanla ikinci olarak Dârülfünûn (üniversite)un ilâhiyât bölümüne girdi. Burayı üç yıl içinde bitirerek Fâtih Câmiinde Dersiâm (öğretim üyesi) olarak kürsiye çıktı, talebe okutmaya başladı.
Fâtih Câmii Dersiâmlık hizmeti yanında Kabataş Lisesi Arapça hocalığını da yürütüyordu. Bu sırada hakkında çeşitli ihbârlar ve iftirâlar yayıldı ve Bodrum’a sürüldü. Buradan medreseden bir arkadaşının pasaportu ile Kırım’a, oradan da Varşova’ya gitti. Meşrutiyetin ikinci defâ îlânı ile İstanbul’a döndü. Medrese müfettişi olarak göreve başladı 1910 (H.1326).
Çeşitli gazete ve dergilerde dînî ve ilmî makâleler yazdı. Bu dikkat çekici olan makâle ve yazıları Sebîlürreşâd ile Beyan-ül-Hak’ta yazdıklarıdır.
Âtıf Efendi, bir ara Çorum’dan aday olarak mebus seçilmek istedi. Mebus olmasını istemeyen İttihatçılar, Mahmûd Şevket Paşanın katlinde, 31 Mart Vak’asında dahli (etkisi) olduğu gerekçesiyle Sinop’a sürdüler. Dört-beş yıl sürgün hayâtı yaşadı. Sürgüne gönderilmesinin esas sebebi ise İttihatçıları tenkit etmesi, Çorum’dan mebus adayı olmasıydı.
İttihatçıların yanlış siyâset ve idâreleri neticesinde devlet otoritesi zayıflamış ve devlet batıyordu. Bu sırada İstanbul’a döndü. Şeyhulislâmlığa, uğradığı haksızlığın giderilmesi için dilekçe verdi. İsteği kabul edilerek Dârü’l-Hilâfeti’l-Aliyye Medreseleri Genel Müdürlüğüne tâyin edildi. Bu görevi sırasında medreselerin ıslâhı yolunda faydalı çalışmalar yaptı.
Âtıf Efendi, Balkan Harbinde donanmanın ihtiyâcını karşılamak için kurulan “Donanma-iOsmânî Muâvenet-i Milliye Cemiyeti”nde aktif görevde bulundu. Hatta bu cemiyet hakkında bir eser bile yazdı.
Yunanlıların Güzel İzmir’e çıkışlarını, kurduğu “Teâli-i İslâm Cemiyeti” vâsıtasıyla şiddetle kınadı ve protesto etti. Ayrıca 1920’de devrin ulemâ ve müderrislerinin haklarını korumak, İslâmı yaymak için “Müderrisler Cemiyetini” kurdu.
Huzur derslerine dâhil oldu. Bu hizmeti 1922’de ve müdürlük, müderrislik hizmetleri ise 1924’den sonra medreselerin kapatılması ile son buldu. Bundan sonra çileli ve üzüntülü hayâtı başladı. 1924 yılında yazmış olduğu Firenk Mukallitliği ve Şapka adlı eseri 25 Kasım 1925’te çıkan “Şapka Giyilmesi Hakkındaki Kânun”a muhâlif olduğu için Giresun’da kurulan İstiklâl Mahkemesinde muhâkeme edildi. Suç bulunamayıp serbest bırakıldı. Fakat daha sonra 26 Ocak 1926’da Ankara İstiklâl Mahkemesi huzûruna suçlu olarak tekrar çıkarıldı. Soruşturma ve sorgulama 3 Şubat 1926’ya kadar devam etti.
Mahkeme heyetinin verdiği karar, Âtıf Efendinin îdâm edilmesi idi. Hukuk târihinde çıkan kânunun geçmişe uygulanması ilk görülüyordu. Suç isnâdı kitap, kânun çıkmadan önce yayınlanmıştı.
Âtıf Efendinin yaşayışı tamâmen Ehl-i sünnet yoluna uygundu. Her zaman ve her yerde Ehl-i sünnet îtikâdını savunurdu. Bu yolun değişmez ve yılmaz müdâfiiydi.
Eserleri: Mir’atü’l-İslâm, İslâm Yolu, İslâm Çığırı, Frenk Mukallitliği ve Şapka, Medeniyet-i Şer’iyye ve Terakkiyât-ı Dîniyye’dir.
M.Ö. sekizinci ve yedinci yüzyıllarda Orta Asya’dan güney Rusya’ya göç ederek M.Ö. 6. yüzyılda Tuna-Volga ırmakları arasındaki geniş bölgede devlet kuran bir bozkır kavmi. Bu kavme Persler, Saka ve Yunanlılar, İskit adını vermişlerdir.
İskitlerin M.Ö. 9. yüzyılda, Altay Dağlarının doğusunda yaşadıkları tahmin edilmektedir. Çin imparatoru, ülkesinin batı sınırlarında oturan ve devamlı Çin’e akın yapan Hunlar üzerine sefer düzenleyip, bozguna uğrattı. Hunlar da Amuderyâ Irmağının kuzey kısmında oturanMassagetler üzerine saldırıp, oradan uzaklaştırdılar. Bunun üzerine Massagetler, komşuları İskitlere saldırdılar. Gerek bu saldırı ve gerekse Orta Asya’da başlayan kuraklık sebebiyle İskitler batıya göç edip, İran’ın kuzeydoğu sınırına kadar geldiler. Kimmerler üzerine sefer düzenleyip onları Lidya’ya çekilmek zorunda bıraktılar. Böylece başkent Sakız olmak üzere, Bartatua ile oğlu Medyes’in yönetiminde Urartu ve Kızılırmak havzasını içine alan bölgede bir krallık kurdular. Daha sonra Suriye ve Filistin’i ele geçirerek Mısır’a kadar ilerlediler.
İran’da yönetimi ele geçiren Medlerin, İskitler üzerine yürümesi netîcesinde kuzeye çekilmek zorunda kalan İskitler, soydaşları Daklar ile anlaşarak üç yüz yıl kadar sonra Parthlar adıyla yeniden ortaya çıktılar. Bir kısım İskit grubu da Hindistan’a inerek orada bir krallık kurdular. Kuban ve Kırım yarımadasında yerleşip, Krallık İskitleri adını alan grup, kısa zamanda iktisâdî bakımdan güçlenerek bölgeye hâkim oldu. İmparator August zamânında Romalılarla dostça ilişkiler kuran İskitler, M.Ö. 513’te İran hükümdârı Darius’un saldırılarını önledikleri gibi, bütün Karadeniz kıyılarını da ele geçirdiler. M.S. 2. yüzyıla kadar siyâsî varlıklarını sürdüren İskitler, bu yüzyılda Sarmatialıların bölgeye hâkim olmaları ile târih sahnesinden çekildiler.
Göçebe hayâtı yaşayan ve krallıkla idâre edilen İskitler, ülkelerini her bölgenin başında birer vâlinin bulunduğu dört büyük yönetim bölgesine ayırmışlardı. Kuvvetli orduları vardı. Boylar hâlinde yaşayan halk genellikle av ve balıkçılıkla geçinirdi. Yerleşik hayâta geçenleri de mevcut olup, çiftçilik yaparlardı. Bunlar göçebelerden daha medenîydi. Orta Asya halkları ve Yunanlılar ile ticâret yaparlardı. Göçebeler, üstü keçe örtülü, iç kısmı oda gibi bölümlere ayrılmış iki-üç çift öküzün çektiği tekerlekli arabada yaşıyorlardı. At eti yiyip, kısrak sütü içerler, domuzdan nefret ederlerdi. Sivrice keçe börk ve potur (dar şalvar) giyerlerdi. Ok atmada, ata binmede ve avcılıkta ustaydılar. Savaşlarda sahte ric’at (geri çekilme) taktiğini de tatbik ederlerdi. Kılıç, ok, kargı, savaş baltası kullanırlardı. Kadınları da, erkekleri gibi savaşçıydı.
Dîne fazla düşkün olmadıkları için, tapınakları bulunmayan İskitlerin, en büyük tanrıçaları Tabiti-Hestia idi. Kadın gibi giyinip ince konuşan veEnari adını verdikleri büyücü râhipleri vardı. Ölüleri mumyalayıp sonbahar ve ilkbaharda gömerlerdi. ölünün yanında ayrılan bir yere karılarından biri, uşakları (özellikle aşçı ve seyisi) ile atları öldürülerek gömülürdü. Ölüye en şık elbiseleri giydirilip, bütün mücevherleri takılırdı. Altay Dağlarından Doğu Avrupa’ya kadar olan bölgede, İskitlere âit pekçok mezar bulunmuştur.
İskitlerle ilgili sanat eserlerinin bir çoğu büyü amacını gülen bâzı geometrik şekillerle süslenmiştir. Bunun yanında hayvan motifleri de ağır basmaktadır. Sanat eserleri arasında özellikle altından yapılmış erkek geyik heykelcikleri dikkati çekmektedir.
Alm. Diskont, Fr. Escompte, İng. Discount. Bir bedelin ödenmesi sırasında yapılan indirim. Bankacılıkta iskonto, vâdesi gelmemiş bir senedin vâdesine kadar olan kısmın fâizi düşüldükten sonra kalanının ödenmesi şeklinde uygulanan bir kredi türüdür. Bu işlemdeki kesintiye iskonto, krediye ise iskonto kredisi denir. Ticârette ise, satış iskontosu yaygındır. Satış iskontosu, peşin alındığı veya belli şartlara uyulduğu takdirde mal bedelinden yapılan bir indirimdir. İşletmeler bu yoldan satış hızını arttırmış olurlar. Bu bakımdan, peşin iskontosu, miktar iskontosu, mevsim iskontosu, grup iskontosu, müşteri iskontosu, vb. çeşitli iskonto şekilleri görülür.
Bir malı taksitle satın alan bir kimse, satıcıya ilerideki târihlerde ödeyeceği miktarları gösteren borç senetleri verir. Satıcı bu senetleri bankaya “iskonto ettirerek” yâni belli bir fâiz oranı üzerinden daha az bir kısmını daha önceden tahsil ederek tutarını alır. Müşteri, daha sonra banka tarafından kendisine gönderilen senetleri vâdesi geldiğinde bankaya öder. Böylece bir finansman ve kredi imkanı doğmuş olur.
Bankacılık açısından iskonto teminâtı kuvvetli bir kredi sayılır. Zîrâ, işlemin arkasında gerçek bir ticârî ilişki yatmaktadır. Ancak, uygulamada, arkasında gerçek bir alışveriş bulunmayan “hatır senetleri”de bankalarca iskonto edilebilmektedir. İskonto senetleri, Avrupalı spekülatörlerin bulduğu bir kredi aracıdır.
Alm. Grosser Drachenkopf (m), Fr. Rascasse rouge (m), İng. Scorpion fish. Familyası:İskorpitgiller (Scorpaenidae). Yaşadığı yerler: Atlantik Okyanusu, Akdeniz ve Marmara denizlerinde. Özellikleri: 25-30 cm boyunda. Yüzgeçlerinde bulunan dikenleri zehirlidir. Çeşitleri:İskorpit, lipsoz, zebra balığı, dere iskorpiti meşhurdur.
İskorpitgiller âilesinden, sıcak ve ılık denizlerde, kayalık ve yosunlu diplerde yaşayan iri başlı çirkin görünüşlü bir balık. Bulunduğu yere göre esmer veya kırmızı renkte olabilir. Boyu 25-30 cm kadardır. Yüzgeç dikenleri deri altında zehir bezlerine bağlı olduğundan dokunduğu yerlerde iltihaplı yaralar açar. Bu durumlarda yarayı kanatıp bol suyla yıkadıktan sonra terebentin sürüp bağlamalıdır. Bu âilenin en zehirlisi zebra balığıdır. Alt ve üst çenelerinde eğe dişler bulunur. Damağında hilâl biçiminde dizilen bir sıra daha diş bulunmaktadır. Balık ve kurtçuklarla beslenir. Çirkin görünüşüne rağmen eti lezzetlidir. Çorbası ve haşlaması makbuldür. Dikenleri az olan irilerine “lipsoz” denir. 80 cm’ye ulaşanları vardır. Lipsozlar derinlerde barınır. Kendi boyunda balıkları yutabilirler.
Türkiye’de Büyükada civârında bol avlanır. Boyları 60 cm kadar olup, herbiri 5 kg gelir. Etleri lezzetlidir. Dere iskorpiti(Cottus gobio) 10-15 cm boyundadır. Pulları çok küçüktür. Dipleri kumsal, çakıllı ve berrak olan tatlı sularda yaşar. Balık yumurtası, solucan ve böceklerle beslenir. İlkbaharda kayalar arasında yumurtlar. Düşmanları turna, levrek ve som balıklarıdır.
İSLÂM EKONOMİK VE TİCÂRÎ İŞBİRLİĞİ DÂİMÎ KOMİTESİ (İSEDAK)
İslâm ülkeleri arasında ekonomik ve ticârî yönden işbirliği sağlamak gâyesiyle kurulmuş olan dâimi komite. İslâm Konferansı Teşkilâtının bünyesinde faaliyet gösteren İSEDAK, 25-28 Ocak 1981 târihlerinde Suudi Arabistan’ın Taif şehrinde toplanan 3. İslâm Zirvesi sırasında kuruldu. Ancak o zaman İSEDAK başkanı seçilemediği için 1984 senesine kadar faaliyete geçemedi. 1984 yılı başında Fas’ın Kazablanka şehrinde yapılan 4. İslâm Zirvesine katılan Türkiye Cumhurbaşkanı Kenan Evren, İSEDAK başkanlığına seçildi. Komitenin ilk toplantısı 14-16 Kasım 1984 târihlerinde İstanbul’da yapıldı. Bu toplantıya sâdece Ticâret Bakanları katıldığı halde 1986’dan itibâren kendi ülkelerinde ekonomiden sorumlu bütün bakanlar dâvet edildi.
Toplantılarda alınan kararların denetlenmesi ve koordinasyonu İSEDAK İzleme Komitesi aracılığıyla sağlanmaktadır. Toplantıların ön çalışmaları ile bakanların onayına sunulacak rapor ve karar taslakları yüksek seviyeli uzmanlar tarafından İSEDAK Toplantısından iki gün önce, Devlet Plânlama Teşkilâtı Müsteşarının başkanlığında hazırlanmaktadır. İSEDAK’ın sekreterya ve koordinasyon hizmetleri ise Devlet Plânlama Teşkilâtı bünyesinde 1985 yılında kurulan İslâm Ülkeleri Ekonomik İşbirliği Başkanları tarafından yürütülmektedir. İSEDAK İzleme Komitesi, Türkiye, Suudi Arabistan, Pakistan, Gine, Ürdün ve Filistin Kurtuluş Teşkilâtı temsilcilerinden meydana gelmektedir. İSEDAK’la ilgili gelişmeler İslâm Konferansı Teşkilâtına peryodik olarak rapor edilmektedir.
İSEDAK’ın başkanlığı Türkiye Cumhurbaşkanı tarafından yürütüldüğü için, yıllık toplantıları her yıl İstanbul’da yapılmaktadır. Toplantıların bakanlar seviyesinde yapılan çalışma oturumlarına, Ekonomiden Sorumlu Türk Bakan başkanlık etmektedir.
İSEDAK’ın çalışma sahasında; ticâret, sanâyî, gıda güvenliği; zirâî kalkınma, ulaştırma, haberleşme, enerji, teknik işbirliği ve bayındırlık, tercihli bir ticâret sistemi kurulması, İhrâcât Kredi Sigortası ve Yatırımların Garantisi Mekanizması Kuruluş Antlaşması gibi teknik projeler yer almaktadır. İSEDAK ülkeleri arasında bir ticâret enformasyon ağı kurulması, standartların hormonizasyonu konularında çalışmalar sürdürülmektedir. KEİB ülkelerinde kullanılmamış kaynaklar mevcut olduğundan bu ülkelere yönelik projelerin hayâta geçirilmesi hâlinde AT’a rakip bir ekonomik güç meydana getirilmiş olacaktır.
(Bkz. İktdisâdî Sistemler)
(Bkz. Hukuk)