İRİDYUM

Alm. Iridium (n), Fr. Iridium (m), İng. Iridium. Kimyâsal etkilemelerin her çeşidine karşı çok dirençli olan beyaz, metalik bir element. 1802’de Smithson Tennant tarafından izole edildi.

Özellikleri: Sembolü Ir olup, platin veyaVIII-B grubu elementlerindendir. Atom numarası 77, atom ağırlığı 192,2’dir. Elektron dizilişi, (xe) 4f14 5d9 şeklindedir. Kararlı izotoplarının atom ağırlıkları 191 ve 193’dür. Ir-192 radyoaktif izotoptur. 2+,3+,4+ ve 6+ değerliklerini alabilir. Metalik iridyum, yüzey merkezli kübik kristal yapıya sâhiptir. Yoğunluğu 22,65 g/cm3 olup, 2454°C’de erir ve 5300°C’de kaynar. Bütün asitlere karşı dayanıklıdır. Kral suyundan bile etkilenmez. Ancak sodyum perklorat beraberliğinde sıcak-derişik hidroklorik asitte çözünebilir. Ayrıca erimiş sodyum klorür ve sodyum siyanür gibi tuzlar da etki eder.

Bulunuşu: İridyum tabiatta platinoiridyum adı ile bilinen platin ile alaşım hâlinde metalik olarak bulunur. Bu alaşımda platinden başka bakır ve demir de bulunur. Ayrıca tabiatta osmiyum ile birlikte, iridosmin veya osmiridyum olarak adlandırılan bir alaşım hâlinde bulunur. Serbest iridyum metali ihtivâ eden cevher ve yatak çok nâdirdir. İridyumdan platinin ayrılması çok karmaşık bir işlem gerektirmektedir.

Kullanılışı: İridyum ticârî olarak elektrik temas yerlerinde, kalem ucu olarak ve kuyumculukta kullanılır. Radyoaktif iridyum gama ışını kaynağı olarak kullanılır. Ençok kullanılan alaşım % 10 iridyum ihtiva eden platin alaşımıdır.

İRLANDA

DEVLETİN ADI  

İrlanda Cumhûriyeti

BAŞŞEHRİ  

Dublin

NÜFÛSU    

3.734.000

YÜZÖLÇÜMÜ 

70.283 km2

RESMÎ DİLİ 

İngilizce

DÎNİ  

Hıristiyanlık

PARA BİRİMİ 

Pound

Britanya Adalarını meydana getiren iki büyük adadan kendi adını taşıyan küçüğünün 5/6’sını kaplayan bir devlet. İrlanda, İrlanda Denizi ile Büyük Britanya Adasından ayrılır. Adanın altıda biri İngiltere’ye âittir.

Târihi

İrlanda’nın ilk yerlileri M.Ö. 6000 yılında Avrupa’dan geldiler. Daha sonra Keltler M.Ö. 400 yılında Gaal’dan gelerek Gal uygarlığını kurdular. St. Patrick 432’de İrlanda’ya Hıristiyanlığı getirdi ve halk yeni dîni kabul etti. M.S. 975’ten 1041’e kadar ada Vikinglerin saldırılarına mâruz kaldı. 1170 yılında Norm’lar İrlanda’ya geldiler ve 14. yüzyılda ülkenin büyük bir bölümüne hakim olup, Dublin’i kendilerine başşehir yaptılar.

1534 yılında Sekizinci Henry, İngiltere’nin hâkimiyetini yeniden kurmak için harekete geçti. Başlangıçta barışçı yollardan yaklaştı ise de, başarılı olamayınca adaya saldırdı. Ayaklanma ve direnmeler çoğalınca daha şiddetli tedbirlere başvurdu. İrlandalılar İngiliz yönetimi karşısında pekçok ayaklanma düzenlediler, fakat başarılı olamadılar. 1801’de İrlanda İngiltere’ye katıldı. İrlanda 1848-1849 yıllarında büyük kıtlığa sahne oldu. Bu sebepten büyük göçler başladı, nüfus 8 milyondan 6,5 milyona indi.

On dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısında ülkede hâkim siyasî kuvvet olarak Katolik bir orta sınıf belirdi ve İrlanda’nın bağımsızlık mücâdelesini devam ettirdi.

Yirminci yüzyıl başlarında Sinn Fein (Yalnız Kendimiz) adıyla Cumhuriyet kurulmasını hedef tutan bir siyasî hareket gelişmeye başladı.

Union devrinin son safhası 1916 da Dublin’de meydana gelen siyâsî ayaklanmalarla başladı. Sinn Feinciler Eamon de Valera’nın liderliğinde 1918 parlamento seçimlerini oy çoğunluğuyla kazandılar ama, milletvekilleri Londra’daki Parlamentoya gitmeyerek, toplantılara katılmayı reddettiler. Kendini İrlanda Meclis üyeleri sayarak ihtilâlci bir cumhûriyet hükümeti kurdular.

1920’de İngiliz Parlamentosunun çıkardığı İrlanda Hükümeti Kanunu ile biri Belfast’ta diğeri Dublin’de olmak üzere iki İrlanda Parlamentosu meydana getirildi. 1921’de İrlanda-İngiltere Antlaşması ile sonradan İrlanda Cumhûriyeti diye anılacak olan Serbest İrlanda Devletini, İngiliz Milletler Topluluğu içinde yer alan bağımsız bir dominyon olarak tanıdı. Günümüzde karışıklıklar zaman zaman devam etmektedir.

Fizikî Yapı

İrlanda’nın orta bölümü, doğuda Dublin’den batıda Galway’e kadar uzanan bir düzlüktür. Bu düzlük otlaklardan ve ormanlardan meydana gelir ve Büyük Allen bataklığı da bu ovadadır. Ovanın çevresinde 900 m’yi geçmeyen dağlar vardır. Başlıca sıradağlar arasında Wicklow Dağları yer alır. 926 m yüksekliğindeki Lugnaquilla bu dağların en yüksek yeridir. Güneybatıda Kerry Dağlarında Macgillycudys Reeks Dağı(1040 ) Carrantuohill de zirveyi meydana getirir. Burasıİrlanda’nın en yüksek dağıdır. Connemare Dağları, Mayo Dağları ve kuzeybatıdaki Donegal Dağları başlıca sıradağlarıdır.

Bataklıklar ülkenin 1/6’ini kaplar. Bunlar genellikle Shannon Irmağının batısında yer alır. Britanya Adalarının en uzun ırmağı olan Shannon 385 km uzunluğundadır. Ülkenin diğer önemli ırmağı Liffey’dir. Önemli gölleri arasında yine İngiliz adalarının en büyük gölü olan Logh Neagh bulunur. Ayrıca göller bölgesinde Ree, Derg ve Killarney de önemli göller arasındadır.

İklimi

İrlanda’da serin ve ılık bir okyanus iklimi hüküm sürer. Kışlar yumuşak ve rutubetli, yazlar serin ve bulutludur. İlkbahar ve sonbahar mevsimleri uzun sürer. Okyanus rüzgârları yoğun olmayan bol yağmur getirir. Yazın ortalama sıcaklık 15°C, kışın 5°C’dir. Ülkenin beşte üçü, yılda 750 mm ile 1250 mm arasında yağış alır. Batı kıyılarında bu miktar 20.000 mm’yi bulur.

Tabiî Kaynaklar

Bitki örtüsü ve hayvanlar: İrlanda topraklarının yaklaşık üçte ikisi çayır ve mer’alardan meydana gelmektedir. Orman yok denecek kadar azdır. En çok rastlanan ağaçlar meşe, dişbudak ve akağaçtır. İrlanda tamamıyla bir kır ülkesidir.

Mâdenleri: İrlanda’nın mâden kaynakları sınırlıdır. Adanın muhtelif yerlerine dağılmış durumda küçük bakır, gümüş, kurşun, çinko, altın ve demir yatakları vardır. Az miktarda taş kömürü bulunur. Adanın geleneksel yakıtı peat denilen yarı karbonlaşmış nebati toprak örtüsüdür.

Nüfus ve Sosyal Hayat

İrlanda’nın nüfûsu 3.734.000 dir. Kilometre kareye 53 kişi düşer. Nüfus yoğunluğu doğu ve kuzeyde yüksek, batıda ise düşüktür. Nüfus artışı % 0.5’tir. Nüfus azlığına göçler sebep olmaktadır. Göçlere özellikle kadınlar katılmaktadır.

Nüfusun % 95’i Katolik, % 5’i Protestandır. İrlanda dili ve İngilizce olmak üzere iki resmî dili vardır. İngiltere’nin dominyonu olduğu için İngilizceyi konuşanlar daha çoktur. İrlanda dili bütün okullarda mecbûrîdir.

Eğitim: 6-14 yaş arasında öğrenim mecburî olup, ücretsizdir. Ülkede 3415 ilkokul vardır. Orta öğretim kurumları özel olup, çoğunlukla dînî kurumlar tarafından yönetilir. Devlet tarafından yardım görür. Yüksek öğrenim 1908 yılında kurulan Millî İrlanda Üniversitesi ile Dublin Üniversitesi tarafından sağlanır.

Siyâsî Hayat

İrlanda Cumhuriyeti, egemen, bağımsız ve demokratik bir devlettir. Parlamento, başkan ve iki meclisten meydana gelir. Bunlar Temsilciler Meclisi ve Senatodur. Cumhurbaşkanı 7 yıl süreyle 18 yaşından büyük seçmenler tarafından seçilir. Senato 60 üyeli olup, 11 üyesi başbakan tarafından tayin edilir. Meclis ise 166 üyelidir. Mahallî idâre için ülke 27 bölge konseyine ve 4 ilçe konseyine ayrılmıştır.

Ekonomi

İrlanda ekonomisi tarıma ve endüstriye aynı derecede bağlıdır. Refah seviyesi yüksek olup, dünya devletleri arasında ilk on arasındadır.

Tarım: Ovalardaki toprakları genellikle verimlidir. Tarımda yulaf ve patates yetiştiriciliği başta gelmektedir. Çalışan nüfusun üçte biri tarımla uğraşmaktadır. Diğer yetiştirdiği ürünler buğday, arpa ve şekerpancarıdır.

Hayvancılık: Topraklarının yaklaşık üçte ikisi çayırlık ve mer’alardan meydana geldiği için hayvancılık çok gelişmiştir. Yılın on ayında hayvanlar otlaklarda otlayabilir. Sığır yetiştiriciliği hayvancılıkta başta gelir. Dağlık bölgelerde ve cılız otlaklarda koyun yetiştiriciliği yapılır. Koşum hayvanı olarak at beslenir. Dört tarafı denizlerle çevrili olmasına rağmen İrlanda’da balıkçılık çok gelişmemiştir. 1977’de Balıkçılık Bakanlığının kurulmasıyla bir sanâyi hâlini almıştır.

Sanâyi: Çalışan nüfûsun % 30’u imalât, madencilik ve inşaat sektörlerinde çalışır. Ağır sanâyii gelişmemiştir. İmâlât sanâyinin büyük bölümü Dublin’de toplanmıştır. Başlıca sanâyiler, gıdâ, yapı malzemeleri, dokuma, giyim, kimya, metalurji, elektrik malzemeleri ve tütün sektörleridir. İrlanda, sanayideki kömür ve petrolden doğan enerji açığını hidrolik santrallerle kapatmaya çalışmaktadır. Yabancı sermâye sanâyinin gelişmesini de teşvik etmektedir. Denizde petrol ve tabiî gaz kaynakları araştırılmaktadır.

Ticâret: Besin ürünleri ihrâcâtın yarısındanfazlasını meydana getirir. Sığır eti ihrâcât toplamının dörtte birini teşkil eder. Canlı hayvan satışı da ihrâcatta önemli yer tutar. Diğer ihraç ürünleri kimyâsal maddeler, makineler, süt ürünleri, yumurta ve dokuma malzemeleridir. İhrâcatın onda dokuzunu İngiltere ile yapmaktadır. İrlanda dışardan ağır makina, nakliyat malzemeleri, petrol ve petrol ürünleri, tahıl ve hammaddeler satın alır. İthâlatın yarısınıİngiltere’den sağlar. İrlanda 1973 yılında AET’ye katılmıştır.

Ulaşım: İrlanda’nın toplam karayolu uzunluğu 9722 km’dir. Demiryollarının uzunluğu ise 1988 km’dir. Hava ulaşımı, İrlanda Hava Yolları ile sağlanır. Ada olduğu için birçok limanı vardır. İrlanda’nın 100 gross tonluk 60 büyük gemisi bulunmaktadır.

İRMİK

Alm. Griess, Fr. Semoule, İng. Semolina. Tahıl tânelerinin özellikle sert buğday tânelerinin ıslatılıp kurutulduktan sonra öğütülmesiyle elde edilen az çok iri tâneli un. Kabuklu (esmer) ve kabuksuz (beyaz) irmik olarak iki çeşidi vardır.

Glütence (unun nişastası alınmış hâli) zengin, besleyici ve hafif olan irmik, çorba, tatlı yapımında kullanılır. Bâzı ülkelerde kuskus yapmaya yarar. Mısır irmiğinden polenta (koyu bulamaç şeklinde bir yiyecek) yapılır.

İRSİYET

Alm. Erblichkeit, Vererbungsmöglichkeit (f), Fr. hérédité (f), İng. heredity. Anne ve babanın fizikî ve zihnî karakterlerinin yavruya geçmesi durumu. Kromozom yapısına bağlı olarak, ebeveynlerden çocuklara normal veya anormal özellikler geçer. İrsî karakterler, ne tür olursa olsun, yavruya kromozomlar üzerindeki genler vasıtasıyla aktarılır. Gen, irsî materyalin taşınmasında rol oynayan birimdir. Genetik ilmi ise aktarılan özelliklerin taşınma kâidelerini ortaya koyar.

İrsî olarak geçen karakterler sâdece anne ve babanın gözle görülen özellikleri değildir. Yakınların hususiyetleri ana ve babada ortaya çıkmayıp yavruda görülebilir. Bununla ilgili kânunları ve esasları ortaya koyan ilim, genetik ilmidir. Irkların belli başlı hususiyetlerinin korunması da genetik esaslarla olmaktadır.

Son yıllarda uzmanlar; irsiyeti “biyolojik irsiyet” ve “sosyal irsiyet”olarak ayırmaktadırlar. Biyolojik irsiyette yavru ile ataları arasındaki benzerlikler incelenir. Sosyal çevre, dil, gelenekler ve diğer kültürler de organizmanın gelişmesine tesir ederler ki, bu, “sosyal irsiyet” adını alır. (Bkz. Gen, Kromozom)

İRTİDÂD HAREKETLERİ

Peygamber efendimizin hayâtının son senesinde ve vefâtından sonra, hazret-i Ebû Bekr’in halifeliği sırasında meydana gelen İslâmdan dönme hâdiseleri. Peygamber efendimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) yirmi üç senelik peygamberliği sırasında Arabistan Yarımadasının tamâmı ve Arabistan Yarımadası dışındaki insanlardan pekçoğu heyet heyet gelerek Müslüman oldular. Veda Haccında 124.000 civârında Eshâb hazır bulundu. Vedâ Haccından sonra Yemâme’de Müseylemetü’l-Kezzâb, Necd’de Tüleyha, Yemen’de Esvedü’l-Ansî adında kimseler peygamberlik iddiâsıyla ortaya çıkıp yeni Müslüman olmuş kimseleri İslâm dîninden uzaklaştırmaya çalıştılar. Peygamber efendimiz hastalığı sırasında bu bölgelerde yaşayan Müslümanlara hitâben yazdığı mektuplarda yalancı peygamberlere aldanmamalarını ve peygamberlik iddiâsında bulunan kimseleri öldürmelerini emir buyurdu. Peygamber efendimizin mesajını alan Müslümanlar yalancı peygamberlere karşı çıktılar. Hattâ Yemen’in Sana şehrinde bulunan Esvedü’l-Ansî, Müslümanlar tarafından öldürüldü. Esvedü’l-Ansî’nin öldürüldüğü haberi Peygamber efendimizin vefât ettiği günün sabahında Medîne’ye ulaştı.

Müslüman görünmelerine rağmen henüz İslâmiyete ısınmamış bedevî Arapların bir kısmı Peygamber efendimizin vefât etmesini fırsat bilerek, farz olan ibâdetleri özellikle zekât vermeyi reddettiler.

Bu durumu fırsat bilen ve yalancı peygamberlik iddiâsında bulunan kimseler halkı etraflarına toplayıp irtidâd etmeye ve yeni halife seçilen hazret-i Ebû Bekr’e karşı isyan etmeye teşvik ettiler. Bu durumu haber alan hazret-i Ebû Bekr irtidâd edenlere (dinden dönenlere) karşı on bir kumandan idâresinde İslâm ordusunu hazırladı. Bunları mürtedlerle savaşmak üzere vazifelendirdi. Bu vazife taksimatını yaptıktan sonra bölgelerine hareket emri vermeden önce mürted Araplara birer mektup göndererek irtidâddan vazgeçmelerini ve vazgeçmedikleri takdirde kendileriyle harb edileceğini bildirdi. Birliklerin idâresiyle vazifelendirdiği kumandanlarına da birer talimât dağıtıp uyacakları esasları anlattı.

Yemen tarafına gönderilen Ebû Ümeyye, Bahreyn tarafına gönderilen Alâ bin Hadramî, Tâif tarafına gönderilen Ka’ka bin Sûr, Gatafan, Tayy, Süleym, Hevâzin, Temim ve diğer kabileler üzerine gönderilen Hâlid bin Velîd, Yemâme taraflarında ortaya çıkan Müseylemetü’l-Kezzâb ve taraftarları üzerine gönderilen Şürahbil bin Hasene ve İkrime bin Ebî Cehl ve sonradan gönderilen Hâlid bin Velîd, Umman tarafına gönderilen Huzeyfe bin Miksan el-Gılfânî ve Arfece bin Herseme el-Bârikî, Mehrelilere karşı gönderilen İkrime bin Ebî Cehl gittikleri bölgelerdeki mürtedlerle harb ettiler. Kahramanca çarpıştılar. Bu muhârebeler sırasında Eshâb-ı kirâmdan birçok kimse şehid düştü. Fakat irtidâd fitnesini körükleyen ve elebaşı durumunda olan Mâlik bin Nüveyre, Müseylemetü’l-Kezzâb gibi kimseler ve taraftarları öldürüldü. Bâzıları da yaptıklarına pişman olup irtidâddan vazgeçtiler.

Peygamber efendimizin vefâtından hemen sonra bütünArap Yarımadasını yangın gibi saran isyan ve irtidâd hareketleri hazret-i Ebû Bekr’in üstün azmi, sarsılmaz irâdesi ve orduda yaptığı isâbetli düzenlemelerle bir sene gibi kısa bir zaman içinde bastırıldı. Böyleceİslâm birliğini sarsmaya yönelik büyük bir fitne ateşi söndürülmüş oldu. Ancak açıktan gâyelerine ulaşamayacaklarını anlayan ve irtidâda kalkışan bâzı kimseler daha sonraki devirlerdeki fitne hareketlerine katıldılar. Müslümanlar arasında meydana gelen dînî ve siyâsî ayrılıklara sebeb oldular.

ÎSÂ ALEYHİSSELÂM

İsrâiloğullarına gönderilen ve Kur’ân-ı kerîm’de ismi bildirilen peygamberlerden. Peygamberler arasında en yüksekleri olan ve kendilerine Ülülazm denilen altı peygamberin beşincisidir. Annesi hazret-i Meryem’dir. Allahü teâlâ onu babasız yarattı. Kudüs’te doğdu. Otuz yaşında peygamber oldu. Kendisine İncil adlı kitap gönderildi. Otuz üç yaşında diri olarak göğe kaldırıldı. Kıyâmete yakın yeryüzüne tekrar inecektir.

Îsâ aleyhisselâmın annesi Meryem Hâtun, Süleymân aleyhisselâmın neslinden sâlihâ ve temiz bir hanımdı. Hazret-i Meryem, on beş yaşına geldiği zaman, Yûsuf-i Neccâr isminde biriyle nişanlanmıştı. Fakat onunla evlenmeden Allahü teâlâ, hazret-i Meryem’e babasız olarak bir çocuk vereceğini müjdeledi. Hazret-i Meryem, Allahü teâlânın emri ve kudretiyle Îsâ aleyhisselâma hâmile oldu. Bundan bir müddet sonra, normal olarak hâmilelik hâlleri görülmeye başlandı. Bu hâlleri gören İsrâiloğulları, dedikodu yapmaya başladılar. Çeşit çeşit iftirâda bulunup akla gelmeyecek, ağıza alınmayacak şeyler söylediler. Bu dedikodulara tahammül edemeyen hazret-i Meryem, Kudüs’ün 10 km kadar güneyindeki sâkin bir kasaba olan Beyt-i Lahm’e çekildi. Her şeyin Allahü teâlânın takdîri ve dilemesiyle olduğunu düşünerek, insanların kendi hakkındaki sözlerine sabretti. Îsâ aleyhisselâmın doğumu yaklaştığı sırada, bulunduğu yerin bahçesinde yürürken kurumuş bir hurma ağacının altına geldi. Doğum sancıları şiddetlendiğinden bu ağaca yaslandı. Yaslandığı kuru hurma ağacı yeşillendi. Mevsim kış olduğu hâlde meyve verdi. Ayağının altında küçük bir su kanalı akmaya başladı. Bu hâl, hazret-i Meryem’i tesellî etti. Bu sırada hazret-i Îsâ dünyâya geldi. Îsâ aleyhisselâm doğduğu zaman, doğudaki ve batıdaki bütün putlar yıkılıp, yere döküldü. Şeytanlar bu duruma şaştılar. Nihâyet büyükleri olan İblîs, onlara Îsâ aleyhisselâmın dünyâya geldiğini haber verdi. O doğunca gökte büyük bir yıldız göründü.

Hazret-i Îsâ’nın doğduğunu öğrenen İsrâiloğulları, Beyt-i Lahm’e geldiler. Hazret-i Meryem’in kucağında yeni doğmuş çocuğu görünce; “Ey Meryem! Bu nedir? Gerçekten çok çirkin bir iş yapmış olarak geldin. Sen pek genç, fakat kocası olmayan bir kız olduğun hâlde bu çocuğu nereden aldın? Bu ne acâib ve ne şaşılacak bir hâldir?” dediler. Hazret-i Meryem, bütün söylenilenleri sabırla dinledi. Hiç cevap vermedi. Ancak; “İşin hakîkatini size o haber versin. Siz onunla konuşun. Ondan sorup anlayın!” mânâsına kundakta bulunan hazret-i Îsâ’yı işâret etti. Onlar, kundaktaki çocuğun konuşamayacağını söyleyince, kundakta bulunan hazret-i Îsâ elini kaldırarak cevap verdi ve dedi ki: “Ey câhiller! Benim yüksek şânıma taarruz etmeyiniz ve annemi ayıplamayınız. Muhakkak ki ben, Allahü teâlânın kuluyum. O, bana kitap verip, beni peygamber kılacaktır. Her nerede olsam beni mübârek kıldı ve hayatta olduğum müddetçe namaz kılmamı ve zekât vermemi emretti. Beni anneme hürmetkâr kıldı... Doğduğum günde, öleceğim günde ve diri olarak kabrimden kaldırılacağım günde selâm benim üzerimedir.” dedi. Hazret-i Îsâ’nın kundakta konuşmasına hayret eden İsrâiloğulları, dillerini yutmuş gibi oldular. Hiçbir şey söyleyemediler. Buna rağmen dedi-kodu yapmaktan, çeşit çeşit iftirâlarda bulunmaktan da geri durmadılar.

Roma imparatorunun Şam vâlisi, babasız doğduğu için ikisini öldürmek istedi. Annesi onu alarak Mısır’a götürdü. Hazret-i Îsâ on iki yaşına gelinceye kadar Mısır’da kaldılar. Sonra tekrar Kudüs’e gelerek Nâsıra şehrine yerleştiler. Otuz yaşına girince, Hak teâlâ tarafından peygamber olduğu bildirildi. Peygamberlik emri bildirilince, hemen tebliğe başladı. İnsanların Allahü teâlâya inanmalarını ve O’nun emirlerini yapıp yasaklarından sakınmalarını ve isyânda bulunmamalarını istedi. İsrâiloğulları bu dâveti kabul etmediler. Îsâ aleyhisselâm inanmayanlara mûcizeler gösterdi. Îsâ aleyhisselâm var gücüyle gayret göstermesine rağmen, pek az kişi inandı. İsrâiloğulları ona îmân etmedikleri gibi, dâvetine karşı çıktılar ve günden güne hırçınlaştılar. Îsâ aleyhisselâmın yumuşaklığını görerek inanmadılar. Hattâ daha da ileri giderek hazret-i Îsâ’yı  öldürmeye teşebbüs ettiler. Bunun üzerine hazret-i Îsâ, kendisine îmân edenler arasından seçtiği havârî adı verilen on iki kişiden Allahü teâlâya îmân ve ibâdet edeceklerine ve kendisine yardımcı olacaklarına dâir söz aldı.(Bkz. Havârîler)

Yahûdîlerden bir topluluk Îsâ aleyhisselâm ve annesi hazret-i Meryem’e dil uzattılar. Îsâ aleyhisselâm bunu duyunca, onlar hakkında bedduâda bulundu. Allahü teâlâ bu duâyı kabul edip, hazret-i Îsâ’ya ve annesine dil uzatanları maymun ve domuza çevirdi. Bu durumu gören Yahûdîler, hâdiseyi aralarında görüştüler. Hepsi hazret-i Îsâ’yı öldürmek üzere anlaştılar. Hazret-i Îsâ’yı aramaya başladılar. Roma İmparatoru’nun Kudüs Vâlisi Jones Pilot’u kandırıp, Îsâ aleyhisselâmın Roma İmparatorluğu aleyhinde bulunduğuna ve Filistin’de yeni bir hükûmet kurmaya çalıştığına inandırdılar. Hazret-i Îsâ, son defâ olarak Havârîleri ile bir gece gizlice sohbet etti ve onlara “Horoz ötmeden (yâni sabah olmadan) sizin biriniz beni inkâr edecek ve pek az paraya satacaktır.” dedi. Hakîkaten Yahûda isimli Havârî, sabah olmadan Yahûdîlerden bir miktar para alıp, hazret-i Îsâ’nın yerini haber verdi.

Îsâ aleyhisselâmı yakalamak için Yahûdîlerle berâber eve girince, Allahü teâlâ Yehûdâ’yı Îsâ aleyhisselâma benzetti. Yahûdîler de onu Îsâ aleyhisselâm, diye yakaladılar ve haça (çarmıha) gerip asarak öldürdüler. Allahü teâlâ, Îsâ aleyhisselâmı göğe kaldırdı. Îsâ aleyhisselâm bu sırada otuz üç yaşındaydı. Îsâ aleyhisselâm göğe çıkarıldıktan kırk sene sonra, Romalılar Kudüs’e hücum etti. Yahûdîlerin çoğunu öldürüp, bir kısmını esir ettiler. Şehri yağmaladılar. Kitaplarını yaktılar. Îsâ aleyhisselâma yaptıklarının cezâsı olarak, hakîr ve zelîl oldular. Hıristiyanlar, Îsâ aleyhisselâmın haça gerilip orada öldüğüne, fakat sonra dirilip göğe çıktığına inanırlar. Müslümanlar ise,ÊÎsâ aleyhisselâmın haça gerilmediğine doğrudan doğruya göğe kaldırıldığına inanırlar. Bu husus Kur’ân-ı kerîm’de Nisâ sûresi 158. âyetinde meâlen şöyle bildirildi: “Onu asmadılar, onu öldürmediler. Bilakis Allahü teâlâ onu katına yükseltti...”

Ayrıca hadîs-i şerîflerde buyruldu ki: “Îsâ (aleyhisselâm) ölmemiştir. O kıyâmetten önce size dönecektir.”,“Ben Meryem oğlu Îsâ’nın (aleyhisselâm) dünyâ ve âhirette en yakınıyım.”, “Benimle Îsâ (aleyhisselâm) arasında başka bir peygamber yoktur.”

Allahü teâlâ, Îsâ aleyhisselâmı da 33 yaşında İdris aleyhisselâm gibi göğe kaldırdı. İnsanları üç sene dîne dâvet etti. Vasiyeti üzerine Havârîleri etrafa dağıldılar. Îsevîliği insanlara anlatmaya başladılar. Bu hak dînin yayılması 80 sene sürdü. Sonra Hıristiyanlar sapıklığa düştüler. İncil’i değiştirdiler. Nasıl ki Yahûdîler hazret-i Meryem ve hazret-i Îsâ’ya iftirâ ettilerse, Hıristiyanlar da onun hakkında üç yanlış inanışa saplandılar.

Bir kısmı, “Meryem oğlu Îsâ Allah’tır.” dedi. Bâzıları, “Allah’ın oğludur.” dedi. Bir başka grup da;”Baba, oğul ve rûhül-kudüs’ten biridir” dedi. (Bkz Hıristiyanlık).

Îsâ aleyhisselâm hiç evlenmemiş. Dünyâya kıymet vermemiştir. Kıyâmete yakın Şam’da Ümeyye Câmiinin minâresine inecek, evlenecek, çocukları olacaktır. Hazret-i Mehdî ile buluşacak, 40 sene yaşayıp, Medîne’de vefât edip, Peygamberimizin kabrinin bulunduğu hücre-i saâdete defnedilecektir. İslâm dîninin hükümlerine tâbi olacak, ictihâd edecektir.

Avrupa kitaplarında Eflâtun’un mîlattan 347 sene önce öldüğü yazılıdır. Îsâ aleyhisselâm gizli dünyâya gelip, dünyâda az kalıp göğe çıkarıldığından ve kendisini ancak on iki havârî bilip, Îsevîler az ve asırlarca gizli yaşadıklarından mîlât, yâni noel gecesi doğru anlaşılmamıştır. Mîlâdın, birinci kânunun (Aralık) yirmi beşinde veya ikinci kânunun (Ocak) altıncı veya başka gün olduğu sanıldığı gibi, bugünkü mîlâdî senenin beş sene az olduğu çeşitli dillerdeki kitaplarda yazılıdır. O halde mîlâdî sene doğru ve kat’î olmayıp, günü de senesi de şüpheli ve yanlıştır. İmâm-ı Rabbânî’nin (kuddise sirruh) ve Burhan-ı Kâtı’nın bildirdiklerine göre, Yunan filozofu Eflatun (Platon) Îsâ aleyhisselâm zamanında yaşamıştır. Buna göre mîlâdî takvim 300 seneden fazla olarak noksandır ve Îsâ aleyhisselâm ile Muhammed aleyhisselâm arasındaki zaman bin seneden az değildir.

Îsâ (aleyhisselâm) peygamberliği îcâbı mûcizeler gösterdi. Mûcizeleri dokuz çeşitti:

1. Beşikteyken konuştu.

2. Ölüleri diriltirdi. Bilhassa dört ölüyü dirilttiği meşhurdur. Bunlar Sam bin Nûh, Şeddad bin Âd, Mâsân bin Mâlân ve Benî İsrâil’den bir çocuktur.

3. Anadan doğma kör olanları sağlamlar gibi gördürür, bir cilt hastalığı olan baras illetini iyi ederdi. Eliyle hastaya dokunduğunda iyi olurdu. Eliyle mesh etmek sûretiyle hastaları tedâvi ettiği için kendisine Îsâ-i Mesih dendi. (Mâide sûresi: 110)

4. Âl-i İmrân sûresi 49. âyetinde bildirildiği gibi kavminin yedikleri veya yemek üzere sakladıkları şeyleri haber verdi.

5. Mâide sûresi 110. âyetinde bildirildiği gibi çamurdan kuş yapıp üzerine üfleyince, Allahü teâlânın izniyle canlanıp kuş olurdu.

6. Mâide sûresi 114. âyetinde bildirildiği üzere Havârîler, içinde yiyecek bulunan bir sofranın indirilmesini teklif ettiler. Hazret-i Îsâ ellerini kaldırıp duâ edince, ekmeği ve eti bulunan bir sofra indi.

7. Îsâ aleyhisselâm uykudayken yanında her konuşulanı ve yapılanı bilirdi.

8. Ne zaman istese ellerini göğe kaldırıp duâ edince o anda yemek ve meyveler önüne gelirdi.

9. Îsâ aleyhisselâm Yahûdîlerden (Benî İsrâil) uzak olduğu hâlde sözlerini ve gizli sırlarını bilirdi.

Îsâ aleyhisselâmın dîni; Îsevîlik:

Mûsâ aleyhisselâmın dîni, Îsâ aleyhisselâm zamânına kadar devâm etti. Fakat, Îsâ aleyhisselâm gelince, bunun dîni olan Îsevîlik Mûsâ aleyhisselâmın dînini nesh etti, yâni Tevrat’ın hükmü kalmadı. Bundan sonra, Mûsâ aleyhisselâmın dînine uymak câiz olmayıp, tâ Muhammed aleyhisselâmın dîni gelinceye kadar, Îsâ aleyhisselâmın dînine uymak lâzım oldu. Fakat, İsrâiloğullarının çoğu, Îsâ aleyhisselâma îmân etmeyip, Tevrat’a uymak için inâd etti. İşte Yahûdîlik ile Îsevîlik böylece ayrıldı.

Yahûdîlerin ileri gelenlerinden ve Îsevîlerin en büyük düşmanlarından olan Paul, Îsevîliği kabul ettiğini, Îsâ aleyhisselâmın kendisini, Yahûdî olmayan milletleri Îsevîlere dâvet için şâkirt (talebe) tâyin ettiği yalanını uydurdu. İsmini Pavlos (Bolüs) olarak değiştirdi. Çok iyi bir Îsevî görünerek, Îsâ aleyhisselâmın dînini bozdu. Tevhidi (tek Allah inancını), teslise (üç tanrı inancına= Baba-oğul-kutsal rûh); Îsevîliği Hıristiyanlığa çevirdi. İncil’i değiştirdi. Îsâ, Allah’ın oğludur, dedi...

Îsâ aleyhisselâmın hikmetli sözlerinden bâzıları:

“Dünyâ sevgisi bütün kötülüklerin başıdır. Gözde bakışı, kalpte şehveti büyütür. (İnsanı açgözlü doymaz eder.) Yemin ederim ki, şehvet (nefsin isteklerine uymak), sâhibine uzun süren sıkıntı bırakır. Dünyâdan geçmeye bakın. Tâmiri ile uğraşmayın.”

“Dünyâyı isteyen deniz suyu içene benzer. Ne kadar içerse, harâreti o kadar artar ve nihâyet ölür.”

“Günâhlarını hatırladığı zaman ağlayana, dilini koruyana ve başını sokacak kadar evi olana müjdeler olsun.”

“Allah katında en sevgili şey, sâlih kalplerdir. Allahü teâlâ onların hürmetine dünyâyı yaşatır. Onlar bozulunca yeryüzünü harâb eder.”

“Ağaçlar çoktur, ama hepsi meyve vermez. Meyveler çoktur ama, hepsi tatlı değildir. İlimler çoktur ama hepsi faydalı olmaz.”

“Sağırı, dilsizi tedâvi ettim, ölüyü dirilttim. Fakat cehl-i mürekkebin (câhilliği ilim ve olgunluk sanmak) ilâcını bulamadım. (Çünkü böyle kimse câhilliğini ilim ve kemâl sanmaktadır.)

Kur’ân-ı kerîm’in Bakara, Âl-i İmrân, Nisâ, Mâide, Tevbe, Meryem, Mü’minûn, Zuhruf, Hadîd, Sâf sûrelerinde Îsâ aleyhisselâmla ilgili haberler verilmiştir.

İSA YÛSUF ALPTEKİN

Türkistan devletinin genel sekreterlerinden. 1908’de Doğu Türkistan’ın Kaşgar vilâyetine bağlı Yenihisar kazasında doğdu. Memleketinde tahsilini tamamladıktan sonra 1947 yılında Doğu Türkistan Hükümeti Genel Sekreteri oldu. Bir seneden fazla bu görevde kaldı. Bu süre zarfından milliyetçi anti emperyalist ve anti komünist bir politika uygulamanın rehberi oldu.

1949 yılında komünistlerin Doğu Türkistan’ı işgâlinden sonra Hindistan’a ilticâ etti. Bilâhare Türkiye’ye gelip yerleşti veİstanbul’da “Doğu Türkistan Göçmenler Derneğini”kurdu. Türkiye’nin çeşitli yerlerinde konferanslar verdi ve birçok milletlerarası toplantılara muhtıra ve tebliğler sundu. 1983 yılından beri Doğu Türkistan’ın Sesi Dergisi’ni çıkarmaktadır.

ÎSEVÎLİK

Îsâ aleyhisselâmın getirdiği hak dîne verilen ad. Îsâ aleyhisselâma nisbetle Îsevîlik, yerleştiği yer olan Nasıra’ya nisbetle Nasrânîlik adı verilmiştir.

Allahü teâlâ insanlara, dünyâda ve âhirette kurtuluşa ermeleri için yol gösterici peygamberler göndermiştir. Bu peygamberlerden bir kısmı yeni bir din getirmiş bir kısmı ise bu dînin emir ve yasaklarını tebliğle vazifelendirilmiştir. Yeni bir din getiren peygamberlerden birisi de Mûsâ aleyhisselâmdır. Mûsâ aleyhisselâma Tevrat adında ilâhî kitap indirildi. Mûsevîlik dîninin esaslarını insanlara tebliğ etmesi emredildi. Mûsâ aleyhisselâmdan sonra gönderilen peygamberler de Mûsevîlik dîninin emir ve yasaklarını insanlara tebliğ ettiler. Peygamberlere karşı çıkan ve hatta onları şehid eden İsrâiloğulları Tevrat’ı ve Mûsevîlik dînini değiştirdiler.

Allahü teâlâ Kudüs yakınındaki Nâsıra şehrine yerleşmiş olan Îsâ aleyhisselâma otuz yaşındayken peygamberlik emrini bildirdi. Îsâ aleyhisselâm insanların Allahü teâlâya inanmalarını ve O’nun emirlerini yapıp yasaklarından kaçınmalarını istedi. İsrâiloğulları onun dâvetini kabul etmedikleri gibi O’na karşı çıktılar. Îsâ aleyhisselâm birçok mûcizeler gösterdi. Fakat O’na pek az kimse îmân etti. Kendisine îmân edenler arasından seçtiği havârî adı verilen on iki kişiden Allahü teâlâya îmân ve ibâdet edeceklerine dâir söz aldı.

İsrâiloğulları Îsâ aleyhisselâma çeşitli iftiralarda bulunup onu öldürmeye karar verdiler. Hazret-i Îsâ’yı aramaya başladılar. Îsâ aleyhisselâmın havârilerinden Yehûda (Judas) birkaç kuruş karşılığı Îsâ aleyhisselâmın yerini haber verdi. Îsâ aleyhisselâmı yakalamak üzere Yahûdîlerle birlikte eve girince,Allahü teâlâ Yehûda’yı  Îsâ aleyhisselâma benzetti. Yahûdîler de onu Îsâ aleyhisselâm diye yakaladılar, haça (çarmıha) gerip asarak öldürdüler. Allahü teâlâ hazret-i Îsâ’yı göğe kaldırdı. Îsâ aleyhisselâm bu sırada otuz üç yaşındaydı.

Yahûdîler Îsâ aleyhisselâmı tutup asmak veyâ öldürmek istediklerinde yanında bulunan İncil-i şerîfi de yok ettiler. O zaman İncil henüz dünyâya yayılmamış, Îsâ aleyhisselâmın dîni olan İsevîlik henüz yerleşmemişti. Çünkü Îsâ aleyhisselâm ancak iki buçuk, üç sene kadar din tebliğ edebilmişti. Bu sebeple İncil’in bir nüshasının, daha yazılmış olması ihtimali yoktu. Îsâ aleyhisselâmın Eshâbı hem çok az, hem de ekserîsi câhillerden olduğu için onlarda yazılı bir nüsha olması imkanı da yoktu. Îsâ aleyhisselâmdan başkasının da ezberinde değildi. Yahûdîlerin ileri gelenlerinden ve Îsevîlerin en büyük düşmanlarından olan Paul Îsevîliği kabul ettiğini, Îsâ aleyhisselâmın kendisini, Yahûdî olmayan milletleri dâvet için şakirt (talebe) tâyin ettiği yalanını uydurdu. İsmini Pavlos (Bolüs) olarak değiştirdi. Çok iyi bir Îsevî görünerek Îsâ aleyhisselâmın dînini bozdu. Tevhîdi (tek Allah inancını) teslise (üç tanrı inancına), Îsevîliği de Hıristiyanlığa çevirdi. Havârîlerin Îsâ aleyhisselâmdan duyup yazdıkları İncillere âit hüküm ve emirleri değiştirdi. Hazret-i Îsâ’nın Allah’ın oğlu olduğu (hâşâ) inancını yaymaya çalıştı. Böylece hakîkî Îsevîlik yok olup, yerini bozuk olan Hıristiyanlığa bıraktı.

Îsevîlikte tek Allah’a inanmak esâsı vardı. Ahkâm, yâni emirler ve yasaklar pek azdı. Îsâ aleyhisselâm yeni bir din getirdiğinden bahsetmemiş; “Ben yeni bir din kurmuyorum. Ben, Benî İsrâîl peygamberlerinin getirdiği ve şimdi bozulmaya başlayan, tek Allaha inanan hak dinini izhar için geldim.” diyordu. O halde Îsevîliği yeni bir din olarak kabul etmek doğru değildir. Îsevîlik, tek Allaha inanma dîni olan İbrâhim aleyhisselâm ve Mûsâ aleyhisselâmın dinlerinin aynısıdır. Îsâ aleyhisselâm kendi vaazlarını yazmadı. Allahü teâlânın gönderdiği İncil de kayboldu. Bugün Hıristiyanların elinde bulunan Kitâb-ı Mukaddes, Tevrat’tan alınan kısımlar Eski Ahid ile, Matta, Markos, Luka ve Yuhanna’nın sonradan yazdıkları İnciller ile, Resuller tâbir edilen şâkirdlerin risâlelerinden, mektuplarından yâni Yeni Ahid’den meydana getirilmiştir. Bu dört yazarın kitapları birbirini tutmaz. Aynı hâdise hakkında birbirinden farklı yazılar yazmışlardır. Diğer havârilerin yazdıkları İnciller toplattırılıp yaktırılmıştır. Yakılan bu İnciller arasında bulunan ve içinde Muhammed aleyhisselâmın geleceğini uzun uzadıya anlatan Barnabas İncili de yok olmuştur. Bugün insaflı Hıristiyan din adamları bile şimdiki Hıristiyanların ellerindeki İncil’in artık Allah kelâmı olarak kabul edilmeyeceğini itiraf etmektedirler. Bugünkü İncillerde Allah kelâmı olan bâzı kısımlar da vardır. Bir Müslüman için yapılacak en doğru hareket İncil’de bulunan ve Kur’ân-ı kerîm’de bildirilen hususları kabul, Kur’ân-ı kerîme muhâlif olan hususları insan ilâvesi olduğu için reddetmek, Kur’ân-ı kerîmde kabul veya reddedilmeyen hususları ise iyice inceledikten ve İslâm akidelerine uygun olduğunu anladıktan sonra doğru kabul etmektir.

İSEDAK

(Bkz. İslâm Ekonomik ve Ticârî İşbirliği Dâimî Komitesi)

İSFENDİYAROĞULLARI

(Bkz. Candaroğulları)

İSHÂK ALEYHİSSELÂM

Şam ve Filistin ahâlisine gönderilen peygamberlerden. İbrâhim aleyhisselâmın ikinci oğludur. Annesi hazret-i Sâre’dir. Büyük kardeşiİsmâil aleyhisselâmdan kaç yaş küçük olduğu bilinmemektedir.

İbrâhim aleyhisselâm, Nemrûd’un ateşinden kurtulduktan sonra, Bâbil’den hicret ederek, kendisine inananlar ve hanımı Sâre Hâtun’la birlikte Mısır’a gitti. Oradan da Filistin ve Şam diyârına döndü. Sâre Hâtun’un gençliğinde çocuğu olmamıştı. İbrâhim aleyhisselâm oğlu İsmâil aleyhisselâmı ve annesi Hâcer Hâtun’u Mekke’ye bıraktıktan sonra, Şam diyârına döndü. Allahü teâlâ yaşlıyken Sâre Hâtun’a bir oğul ihsân edeceğini, Cebrâil aleyhisselâm vâsıtasıyla müjdeledi. Sâre Hâtun, bu müjdeye sevindiği için oğluna İshâk ismi verildi. İshâk İbrânice “güler” mânâsına gelir.

Allahü teâlânın Lût Kavmini azgınlıkları sebebiyle helâk ettiği sene doğdu. Şam diyârında büyüyünce, babası ve annesi ile Mekke’ye gitti. Kâbe-i muazzamayı ziyâret edip, ağabeyi İsmâil aleyhisselâmla görüştü. Üçü birlikte Filistin’e döndüler. Burada anne ve babasına hizmet etti. Her sene hac zamânında Mekke’ye gitti. Bir rivâyette babasının sağlığında, başka bir rivâyette ise vefâtından sonra Şam ve Filistin ahâlisine peygamber olarak gönderildi. İbrâhim aleyhisselâmın dîninin hükümlerini yaymaya devâm etti. Kavmine nasihat edip, Allahü teâlânın emir ve yasaklarını bildirdi. Altmış yaşındayken, İys ve Yâkûb adında iki oğlu oldu. İys amcasıİsmâil aleyhisselâmın kızıyla evlendi. Babasının duâsı bereketiyle soyu bereketli olup, kısa zamanda çoğaldı. İshâk aleyhisselâmın diğer oğlu Yâkûb aleyhisselâma da peygamberlik verildi. Oğul ve torunlarından peygamberler geldi. Bir adı da İsrâil olan Yâkûb aleyhisselâmın soyundan gelenlere sonradan “İsrâiloğulları” denildi.

Ömrünün sonuna doğru gözlerinin görmesi zayıflayan İshâk aleyhisselâm, 120 sene veya daha fazla yaşadıktan sonra, Filistin’de vefât etti. Filistin’de Halîlürrahmân denilen yerde baba ve annesinin de medfûn bulunduğu mağaraya defnedildi.

Yüz ve şekil îtibâriyle, ahlâk ve yaşayışta babası hazret-i İbrâhim’e çok benzeyen İshâk aleyhisselâm, Kur’ân-ı kerîm’de ilim sâhibi olarak zikredildi.

Mûcizeleri:

1. Hayvanlar açık bir lisanla peygamberliğine şehâdet ederlerdi.

2. Duâ etmesi üzerine dağın harekete geçmesi: İshâk aleyhisselâm Kudüs’te insanları Allahü teâlâya îmâna dâvet edince, insanlar; “Eğer şu dağı harekete geçirirsen, îmân ederiz.” dediler. İshâk aleyhisselâm duâ edince dağ sallanmaya başladı. Kudüs halkı hep birlikte îmân ettiler.

3. İshâk aleyhisselâm merkebine binip bir dağa çıkmak isteyince merkebin ön ayakları kısalır, arka ayakları uzardı. Dağdan aşağı inerken de tersi olurdu.

4. İshâk aleyhisselâmın duâsı bereketiyle Allahü teâlâ ölmüş hayvanları diriltirdi.

5. Şam ahâlisinin arzusu üzerine yaptığı duâ netîcesinde, elini sırtına koyduğu bir koyun, hemen kuzulamış daha sonra ard arda dokuz defâ yavrulamıştır.

Kur’ân-ı kerîmin Bakara, Âl-i İmrân, Nisâ ve İbrâhim sûrelerinde İshâk aleyhisselâmla ilgili haberler verilmiştir.

İSHAK ÇELEBİ

Yavuz Sultan Selim Han ve Kânûnî Sultân Süleymân Han devri âlim ve şâirlerinden. 1464 veya 1465’te Üsküp’te doğdu. Babası da Üsküplü olup, Kılıççı İbrâhim Efendi adında bir sanatkârdı.

İshak Çelebi devrinin usûlünce tahsil görerek mükemmel yetişip, akranlarını geçti. Kara Bâlî Efendiden mezun olduktan sonra, Edirne’de İbrâhim Paşa Medresesine müderris tâyin edildi. Sonra, Üsküp Medresesine geçti. Bir müddet sonra da Bursa’ya giderek Kaplıca Medresesinde ders verdi. Daha sonra da İznik’te Sultân Orhan Han Medresesinde ve nihâyet 1526’da Edirne’de Dârülhadîs Medresesinde vazîfelendirildi. Yâni, Hadis İlimleri Yüksek Okulunda talebe yetiştirdi.

İshak Çelebi, bir müddet de burada ilme hizmet ettikten sonra, meşhur Çivizâde ve İsrâfilzâde ile birlikte İstanbul’a gelerek, devrin âlimleri huzûrunda imtihan edildiler. Gösterdikleri yüksek başarı üzerine tekrar müderrislik göreviyle devrin en yüksek ve meşhur medresesi olan Sahn-ı Semân Medresesine tâyin edildiler. Nihâyet, 1535 senesinde Şam kadılığına tâyin edildi. İshak Çelebi uzun ve yorucu bir yolculuktan sonra, Şâm’a ulaştı.

İshak Çelebi birkaç sene bu hizmette kaldıktan sonra, Hasan Çelebi’nin kaydına göre, 1542’de burada vefât etti. Vefâtına yakın bir esnâda şu beyti söylediğini, yine Hasan Çelebi, Tezkire’sinde kaydetmiştir. Beyit:

“Gelicek hâlet-i nez’a didi târihini İshâk,
Yöneldüm Cânib-i Hakka, baş açık, yalın ayak”

Sicilli Osmanî ve Şakâyık-ı Nu’mâniyye’de 1537’de vefat ettiği de bildirilmektedir.

İshak Çelebi’nin önceleri uygun olmayan bâzı tavırları olmuşsa da, sonradan hâlisâne tövbe ettiği, kaynaklarda bildirilmiştir. Şiirde, fesâhat ve belâgatta, ilim ve irfanda, zamânının sevilen ve takdir edilen şahsiyetlerindendi. İlme olan hizmetleri yanında, çağının edebiyat dünyâsında etkiler bıraktığı, şiirlerinin zevkle tâkib edildiği, yine kaynakların ifâdesinden anlaşılmaktadır. Şiirleri âşıkhâne ve sâdedir. Üslûbu ve ifâdesi yapmacıktan ve tekellüften uzak ve samîmidir. Şiir ve edebiyattaki mahâreti sebebiyle bir müddet Yavuz Sultan Selim Hanın müsâhipleri arasına girdiyse de, bâzı sebeplerden dolayı uzun müddet kalmadı.

İshak Çelebi’nin şiirlerini ihtivâ eden Dîvân’ı basılmamıştır. Yazma nüshalarından birisi, Süleymâniye Kütüphânesi, Kâdızâde Muhammed Efendi kısmında, 386 numarada kayıtlıdır. Üç nüshası da İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi yazmaları kısmında mevcuttur. Bursalı Muhammed Tâhir Bey, Dîvân’ından başka, Yavuz Sultan Selim Hanın fetihlerine dâir bir Selîmnâme’si ile İmtihân Risâlesi adlı iki eserinin bulunduğunu belirtmiştir. Ayrıca, Şehrengiz-i Bursa adlı manzum bir eseri vardır.

İSHAK PAŞA

On beşinci yüzyıl Osmanlı vezîriâzamlarından. Aslen Rum olup, Enderûn’da Müslüman olarak yetiştirilen İshak Bey, Sultan İkinci Murâd Han zamânında hazînedârlıktan vezirliğe yükseldi.

İstanbul’un fethi sırasında Anadolu beylerbeyiydi. Fetihten sonra iki sene kadar sadâret vekilliği yaptı ve 1455’te bu görevini Mahmûd Paşaya devretti. 1470’te Rum Mehmed Paşanın azli üzerine vezîriâzam oldu. Bu sıralarda Anadolu’da başkaldıran Karaman ve Germiyanoğullarının hareketi bastırıldı. Anadolu’daki Aksaray kasabasından bâzı sanat erbâbı, âilesi ile birlikte İstanbul’a getirilip yerleştirildi ve buraya Aksaray denildi.

İshak Paşa 1472’de Akkoyunlu üzerine yapılacak seferden önce görevden alınıp, sadârete ikinci defâ Mahmûd Paşa getirildi. Sultan İkinci Bâyezîd’in tahta geçmesinden sonra, 1481’de tekrar sadrâzamlığa getirilen İshak Paşa, 1492 senesine kadar hizmet gördükten sonra, emekli olarak Selânik sancağına gönderildi. 1497’de orada vefât etti.

İshak Paşanın İnegöl’de medresesi, İstanbul Ahırkapı civârında bir câmisi vardır. Câminin etrâfındaki mahalle kendi adı ile anılmaktadır.

Bunlar dışında Selânik’te bir imâret ve başka hayratlar da yaptırmıştır.