İNŞÂAT SANÂYİİ

Alm. Bauindustrie; Fr. Industrie (f) du bâtiment, İng. Construction Industry.Yapım sektörü. Bu sanâyi dalı gerek devlet eliyle yürütülerek ve gerekse özel sektör yoluyla, her ülkenin ekonomisine önemli katkıda bulunur. Kamu sektörü, devletin her seviyedeki çeşitli inşâat projelerini gerçekleştirir. Ayrıca özel sektöre verilen devlet inşaatlarının yürütülmesinde çeşitli görevler alır. Özel sektör, inşâat sanâyiinde devlet inşaatlarını üstlenerek veya bir binâdaki küçük tamiratlardan, büyük inşâatlara kadar çeşitli türde inşâatlarla, doğacak özel ihtiyaçlara cevap verir.

İnşâat sanâyii; yollar, köprüler, hava meydanları, barajlar, kuvvet santralleri, su yolları, demir yolları, su arıtma sistemleri, fabrikalar, câmiler, okullar, hastâneler, büro binâları, apartman blokları ve meskenler inşâ eder. Bu sanâyi, tecrübeli mühendisten, vasıfsız düz işçiye kadar çeşitli insan gücünü istihdam eder. Mühendis ve mîmarlar yapıları projelendirirler ve müteahhitlerde inşâatı üstlenirler. Müteahhitlik, gerekli insan gücünü istihdam ederken, ihtiyaç duyulacak malzemeyi, makinayı tedârik eder.

Müteahhidin ekibinde kontrol görevlileri, makina ve techizat operatörleri, kamyon sürücüleri, demirci, marangoz, duvarcı, sıvacı ustaları ve tesisatçı gibi vasıflı işçiler yanında, düz vasıfsız işçiler de bulunur.

Sanâyinin yapısı: Yaptıkları iş türüne göre müteahhitleryol inşaatı, ağır yapı inşâatı ve mesken inşâatını da içine alan, yapı müteahhitleri olarak sınıflandırılırlar. Buna bir de özel türden iş yapanları da ilâve etmek gerekir. Bunlar sâdece su borusu döşeyen, kalorifer veya havalandırma techizâtı yerleştiren, elektrik işleri yapan, boya işi üstlenen, çatı yapan müteahhitlerolabilirler.

Yol inşâat müteahhitleri: Yollar, caddeler, köprüler ve hava alanları bunlar tarafından inşâ edilir. Genellikle devlet veya mahallî idâreler adına inşâatı yaparlar. Baraj müteahhitlerigibi bunlar da önemli ölçüde hafriyât yaparlar. Vâdileri doldururken, tepeleri yerlerinden oynatırken, modern yollar da az eğim ve yumuşak dönüşler arzu edildiğinden çok değişik makinalara ihtiyaç duyarlar. Rastladıkları kayaları deler, parçalarını kamyonlara doldururlar. Buldozer yükleyici skreyperler ve grayderler ile molozları temizler, sahayı düzeltirler. Hafriyât işlerinde arzu edilen, kazılarının ihtiyaç olunan yere doldurulmasıdır. Dolgu ve yarmanın dengelenmesi ideal haldir. Eğer yarım fazla ise bunun uygun yere götürülmesi gerekirken, dolgu fazla ise ihtiyaç duyulanın uygun yere getirilmesi gerekir.

Ayrıca yol inşaatında kum çakıl gibi stabilizemalzeme yanında yol kaplama malzemesine de ihtiyaç vardır. Tabiî çakıl bulunmazsa bunun yerine kırmataş kullanılır. Kaplama da ayrı bir yerde hazırlanarak yola serilir. Beton kaplama için çimento, kum ve çakıla ihtiyaç vardır. Bitümlü asfalt kaplamada ise, çeşitli dâne (tâne) çapındaki kum ve çakıl yanında, ara doldurucu malzemeye ve bitüme ihtiyaç vardır.

Ağır yapı inşâatı müteahhitleri: Bunlar temeller, barajlar ve tüneller inşa ederken çok büyük hafriyat ile meşgul olurlar. Sağlam zeminde tünel açılırken, patlayıcı madde ile kayaları parçalarken, zayıf zemin durumunda taşıyıcı bir yapı ile zeminin çökmesi önlenir. Tünelde çalışanların çeşitli ihtiyaçları hava, su ve aydınlatma hatları ile karşılanır. Tüneller su altında inşa edilebildiği gibi, su içinde de yapılabilir.

Beton baraj inşâatı da kendine has bir tecrübe ister. Bir tarafta çok büyük miktarda beton hazırlanıp, dökülürken akan suyun yolları değiştirilir, geçici engeller inşâ edilir. Beton, kren veya asma kablolu sistemlerle nakledilir. Beton dökümünde ortaya çıkacak ısıyı almak için, dolayısıyla betonda meydana gelecek çatlamayı önlemek için tedbirlerin alınması gerekir.

Betonun agregası soğutulur veya karışım suyunda buz kullanılır. Barajlar bölüm bölüm inşâ edilir.

Köprü inşaatı oldukca geniş bir sisteme sâhiptir. Meselâ, asma köprülerde, köprü ayakları arasına gerilen kablolarla köprü tabliyeleri yerleştirilir. Betona öngerilme verilmesi suretiyle geliştirilen yapı tekniği ise, başka bir tür inşâ şeklidir.

Genel yapı müteahhidleri: Hemen hemen her türlü ticârî veya sanâyî yapıyı inşâ ederler. Gökdelenler, en dikkate değer yapılarındandır. Bunların bir türü de genel müteahhidler olup, kendileri iş yapmazlar veya az iş yaparlar. İşin her devresinde o işi yapan özel müteahhidlere, taşoronlara iş verirler. Genel olarak az elemanla kontrol hizmetini yaparlar. Mesken inşâsı müteahhidleri oldukça değişiktir. Bir, iki dâireli meskenler yapanlar olduğu gibi, yüksek apartman türü binâ inşâ edenler de vardır. Bunlar birkaç işçi çalıştıran müteahhitlerolduğu gibi, yüzlerce, binlerce mesken inşâ edenleri de vardır. Arsa sâhibine inşâat yapabildikleri gibi, arsa alıp inşâat yapıp meskenler satışa çıkarabilirler. Arsa fiyatlarının artması müteahhidleri arsa karşılığı sâhibine kat vermeye ve diğerlerini satışa çıkarmaya zorlamıştır.

Özel türden iş yapanlar: Bunlar işi alan genel müteahhitlereiş yaptıkları gibi, doğrudan doğruya inşâat sâhibine de iş yapabilirler. Temel inşâat yapıldıktan sonra, sıra ile çeşitli taşaronlar gelirler. Kalıpçı ustaları kalıp yaparken, betonarme inşâatta demirciler tarafından çelik donatımı döşenir. Daha sonra tesisatçılar, beton içinde kalacak yerlerdeki teçhizât kanallarını hazırlarlar. Beton dökülür. Beton duvarlar inşa edilirken marangozlar ahşap doğramayı yerleştirirler. Sıvacılardan sonra, boyacılar ve fayansçılar binadaki son eksiklikleri bitirirler.

Genel özellikleri: İnşâat sanâyii ülkemizde oldukça yaygın bir sanâyi koludur. Kâr oranı oldukça değişiktir. Bu, pekçok değişik malzeme ve işçiliğin beraber kullanılmasından ileri gelmektedir. Müteahhitlik hizmetlerinde de kâr oranı ihâlelerle düzenlenir.

Bu sanâyi dalındaki iflaslar genellikle ihâlede çok düşük ve hesapsız fiyat verme ile ortaya çıkar. Bunun yanında idârecilikte yapılan hatâlar da iflâsa sebep olabilir. Taşaronlarla çalışma suretiyle, az elemanla iş yapma imkânı hâsıl olur. Taşaronlar ise vasıflı işçileri çeşitli işlerde kullanarak en çok verimliliği sağlamaya çalışırlar. İnşâat müteahhitliğiihâlelerinde eğer kullanılacak malzeme ve toplam masraflar iyi bir şekilde tahmin edilebiliyorsa, ihâle sâbit bir toplam fiyat üzerinden yapılır. Ancak büyük projelerde birim fiyat sistemi kullanılır. Bunun yanında, mâliyet ve üzerine tesbit edilen bir kâr oranından hareketle ihâle yapılabilir.

İNTÂNİYE

Alm. Infektionskrankheiten (f.pl.), Fr. Maladies (f.pl.), infectieuses, İng. Section dealing with infectious diseases.İç hastalıklarının enfeksiyonhastalıklar ile ilgilenen bölümü. Bulaşıcı hastalıklar, târihin eski dönemlerinden beri insanlık için bir problem olmuştur. Salgınlar, târihin akışını değiştirmiş, savaşların kaybedilmesine, ülkelerin yıkılmasına sebep olmuşlardır. On dokuzuncu asrın sonlarında tıpta ortaya çıkan ilerlemeler 20. asırda da devâm etmiş ve günümüze kadar süregelmiştir. Tıp konuları son derece genişlemiş, bilgilerin artması tıbbın kendi içinde bölümlere ayrılmasını gerektirmiştir. Bu bölümler içerisinde konusu en geniş olan bölüm dâhiliye (iç hastalıkları) bölümüdür. Bilgilerin artması, yeni ilâçların bulunması iç hastalıkları bölümünü de kendi içerisinde kısımlara ayırmıştır. Kardiyoloji, gastroenteroloji, hematoloji, pnömoloji, genel dâhiliye, endokronoloji, hepatoloji, nükleer tıp ve intaniye gibi kısımlar kendi alanlarında daha tafsilatlı ve ileri çalışmalar yapmaya başlamışlardır.

Bulaşıcı hastalıklar ( enfeksiyonhastalıkları) ile ilgilenen intaniyenin gelişmesine hiç şüphe yok ki, antibiyotiklerin bulunması yol açmıştır. 1945 yılında penisilinin bulunması ve yaygın kullanıma başlanması enfeksiyonhastalıklarının tedâvisinde yeni bir çığır açmıştır. Sonraki yıllarda çeşitli antibiyotiklerin bulunması birçok hastalığın iyileştirilmesinde kolaylıklar sağlamıştır. İntaniye bölümü bu tip hastalıkların tâkip ve tedâvisini yapmakta, tedâvi şekilleri konusunda çalışmalar sürdürülmektedir. Virüs hastalıkları üzerinde yeni araştırmalar, bunların tedâvisi hakkında yeni fikirler ortaya çıkarmaktadır.

İNTEGRAL HESAP

Alm. Integralrechnung (f), Fr. Calcul (m)integral, İng. Integral calculus.Verilen bir f(x) fonksiyonunu türev kabul eden F(x) fonksiyonunun bulunması. F(x) fonksiyonuna f(x) fonksiyonunun integrali veya ilkeli denir. İntegral, toplam kelimesinin (sum) baş harfi olan:

 işâreti ile gösterilir.

  f(x) dx = F(b) – F(a)

Burada C bir sâbiti göstermekte ve integralin bir sâbit farkı ile bulunabileceğine işâret etmektedir. f(x) = x n şeklindeki fonksiyonun integrali F(x)=x n+1/(n+1) olarak bulunur.

Bir eksen takımında gösterilen f(x) fonksiyonunun altında kalan a £ x £ b aralığındaki alan, integral hesap yardımıyla hesaplanabilir. Bu amaçla alan küçük dikdörtgenlere bölünerek, bunların alanı hesap edilip toplanır. Dikdörtgen sayısı arttıkça toplam eğri altındaki alan alanın değerine yaklaşır ve integrale tam değer bulunmuş olur.  

Alan:        f(x) dx = F(x) + C  

Bu şekildeki integral belirli sınırlar arasında hesaplandığı için, Belirli İntegral olarak isimlendirilir. sınırlargözönüne alınmadan hesaplanan integrale ise Belirsiz integral denir. Çoğu zaman f(x) fonksiyonunun integrali F(x) bulunamaz. Bu durumda belirli integral yukarda açıklandığı gibi küçük dikdörtgenlerin alanlarının toplamı şeklinde hesaplanır.

Uzunluk, alan ve hacimlerin hesaplanmasında integral hesâbın önemli yeri vardır. Birden fazla değişkene bağlı fonksiyonlarda integral kavramı genişletilebilir ve bu durumda katlı integraller ortaya çıkar.

Bâzı integrallerin hesâbında d (uv)= udv+vdu formülünden çıkartılan: 

  udv = uv −    vdu

Kısmî integrasyon kullanılabilir. Bu durum, daha çok sağ taraftaki integralin, sol taraftakinden daha kolay hesap edilmesi durumunda kullanılır.

İNTERPOL

Milletlerararası polis örgütü. Adı örgütün telgraf adresini meydana getiren kısaltmanın günlük dilde kullanıma dönüşmesinden ortaya çıkmıştır.

Örgüt 1923’te Viyana’da kuruldu. İkinci Dünyâ Savaşından sonra 1946’da yeniden örgütlendi. Örgüte yaklaşık 100 ülke üyedir. Milletlerarası suçlara karşı üye ülkelerin polislerinin ortak çalışmasını kolaylaştırmak gâyesiyle kurulmuştur. Tüzüğünde, ırksal, dînî ve askerî eylemlerde bulunmak ve devletlerin iç işlerine karışmak yasaklanmıştır. Örgütün genel kurulu her sene değişik bir ülkenin başkentinde toplanır. Bu toplantıda örgütün genel siyâsetini belirleyen kararlar alınır, çalışma programı yapılır ve örgüt yöneticileri seçilir.

İnterpol’ün her ülkedeki büroları, o ülkenin emniyet görevleri ile diğer ülkelerin merkez büroları ile bağlantı sağlar. Örgüt, en gelişmiş yöntemlerle sınıflandırılmış bir arşive sâhiptir.

İNTİHAR

Alm. Selbstmord, Freitod (m), Fr. Suicide (m), İng. Suicide.Kendini öldürme. İnsanın kendisinin hayâtına kasdetmesi işi, akla gelebilecek her türlü yolla olabilmektedir. Bunlar, kendisini asmaktan, son hızla giden bir arabayla uçurumdan atlamaya kadar çok çeşitlidir. Psikiyatride tek ölüm sebebi olarak sayılabilecek intihar, sanâyileşmiş ülkelerde en sık rastlanan on ölüm sebebi arasına girmiştir. Hattâ genç erkeklerde en sık ölüm sebebidir.

İntihar olayları ile yaş arasında doğru orantılı bir ilişki gözlenmektedir. Yaş ilerledikçe intihara daha sık rastlanır. İntihar olayı erkeklerde daha çok vukû bulmaktadır. İntiharın zamanla da ilişkisi vardır. Gece yarısından sonra ve sabaha karşı daha sık olduğu gibi yaz ve ilkbahar mevsiminde daha fazladır.

İntiharın sıklığı inanç ve toplum yapısına göre de büyük farklılıklar gösterir. Müslümanlarda çok az rastlanır. Çünküİslâm dîninde intihar etmek, adam öldürmekten daha büyük günahtır. Fakir ve menfî halli bölgelerde beklenenin aksine daha az, düzensiz hayat yaşayan yalnız kişilerde ise çok sıktır. Bu konuda en büyük rolü kişinin cemiyetten tecridinin (sosyal izolasyonun) oynadığı sanılır. Zîrâ dul ve bekârlarda intihar, evlilerden daha fazladır. Fakirlikle intihar arasında bir ilişki kurulamamıştır. Aksine toplumun üst sınıflar denilen kesimlerinde intihara daha sık rastlanmaktadır.

İntihar şekli olarak ilâç alma, kendini vurma, asma, bıçaklama, denize atma gibi teşebbüsler en sık kullanılanlardır. Ancak, bunların oranı, cinsiyete, topluma, zamâna göre değişmektedir.

İntihar vak’alarının yarısı depresyon (rûhî çöküntü)lü hastalarda görülür. Alkoliklerde de intihar olayları çok sıktır. Toplumun normal kesimine oranla alkoliklerde intihar oranı elli kat daha fazladır. Alkoliklerden intihar ederek ölenlerin oranı, alkolün diğer zararlarından ölenlerden daha fazladır. İntihar vak’alarının sâdece% 10 kadarında psikiyatrik bir bozukluk söz konusu değildir.

Depresyonla birlikte bulunan suçluluk, ümitsizlik duyguları da önemlidir. Ama yararsızlık, istenilmeme ve insanın hayâtı uğrunda yaşanmaya değer bir gayenin olmaması çok daha mühimdir. Bu görüşü, yaşlılarda ve yalnız yaşayanlarda intihar oranının yüksek, genç evli kadınlarda (rûhî çöküntünün sık olmasına rağmen) intihar oranının düşük olmasını destekler.

İntiharların önlenmesi için yüksek intihar riski taşıyan gruplara yönelmeli ve risk durumunu değerlendirmede içki kullanma alışkanlığı, yalnız yaşama, cinsiyet ve yaş gözönünde bulundurulmalıdır. Kişilerin dînî inançlarının güçlenmesine dönük çalışmalar yapmak, insanın yaratılış maksadını iyi anlatarak onları sebepsiz yaşadıkları hissinden kurtarmak birçok intiharı önleyecektir.

Toplumda intihardan söz edenlerin intihar etmeyeceği şeklinde yanlış bir inanç vardır. Her intihar eden önceden çevresine durumu sezdirmeyebilir. Bunun gibi söyleyenlerin intihar edene kadar bıkkınlık getirecek kadar çok söyledikleri, fakat çoğu kere söylediklerinin önemsenmediği acı bir gerçektir.

İntihara teşebbüs durumu intihardan on defâ daha fazla görülür. Bu kişilerde ilâç alarak intihara teşebbüs daha belirgin olup, tabanca ve bıçak gibilerini ciddî olarak kullanmayıp gösteri için kullanırlar. Birkaç ufak çizik ve sıyrık bu gibi intihar teşebbüslerinde en sık görülen hâldir. Bunlarda ölüm tehlikesi azdır. Bu gibi kişiler ya az ilaç alır veya olaydan sonra hemen bulunabilecek bir durumda teşebbüsü uygularlar. Sebebi saklarlar veya âni bir his ile teşebbüs ettiklerini ve sebebini bilmediklerini söylerler. Çoğu kere ya çok acı çektiklerini göstermek için veya hayatlarında önem taşıyan bir kişiyi etkilemek için intihar girişiminde bulunurlar. İntihara teşebbüs edenlerin mutlaka bir psikiyatrist tarafından görülmesi ve dinlenmesi îcâb eder.

Bugüne kadar intiharı önleme tedbirleri başarıya ulaşmış değildir. Rûhî çöküntünün tedâvîsi de intihar oranında belli bir azalma sağlayamamıştır. Hattâ şiddetli depresyon sırasında intihar etmeyenlerin bâzıları biraz iyileşince intihar etmektedirler.

İnsanın kendi hayâtına kasdetme işi akla gelebilecek hattâ bâzan akıl almayacak her türlü yolla olabilmektedir.

Bir tâze intihar olayı karşısında şu muâmele yapılmalıdır: Kişi kendini asmışsa, hemen alttan vücudu destekleyip, ipi kesmeli ve bir ambulans çağırmalı, gecikmeden hastahâneye götürülmelidir.

Aşırı alkol alarak ve ilâçla intihara teşebbüs ettiyse âcil hastâne tedâvisi hayat kurtarıcıdır. Olay ciddî ise hemen doktor ve berâberinde bir ambulans çağırmalıdır. Bu arada içtiği ilâç ve alkolün miktarı ve cinsi de yaklaşık olarak kaydedilip doktora bildirilmelidir.

Türk Cezâ Kânunu’nda intihar suç sayılmamıştır. Ancak intihara ikna ve yardım suçtur. İntihara yardım ve iknânın suç olabilmesi için, intihar edenin ölmüş olması gerekir. Bu konudaki TCK’nun 454. maddesi “Birini intihara iknâ ve buna yardım eden kimse, müntehirin vefâtı vukû bulduğu takdirde üç seneden on seneye kadar ağır hapis cezâsına mahkûm olur.” der.

İNTOKSİKASYON

(Bkz. Zehirlenme)

İP-İPLİK

Alm. Strick (m), Seil (n); Faden (m), Fr. Corde (f), cordeau (m); fil (m), İng. Rope, cord; thread.Keten, kenevir, pamuk, yün, kıl ve ipekten tabiî, birleşiklerden sun’î olarak hazırlanan türlü vasıflarda yapılan dikiş ve dokuma sanâyiinde kullanılan tel hâlinde madde. Eğirme, bükme, örme, çekme ve îmâl etme sûretiyle ip yapılır. Günlük hayatta, dokuma-tekstil sanâyiinde, tıp, biyoloji, denizcilik ve çeşitli dallarda ip-iplik deyimi kullanılır. İnsanlığın başlangıcından beri ip bilinmektedir. İlk insan, ilk peygamber olan hazret-i Âdem devrinde iplik yapılıp, kullanılırdı. Kumaş, ev eşyası, ihtiyâç malzemeleri dokunup, zamanla sanâyi hâlini aldı.

İp, halat, kınnap, sicim, bitki lifleriyle hayvanların yün ve kıllarını eğirme, bükme, örme; önceleri elde ve çıkrıkta yapılırdı, bilâhare sanâyinin gelişmesiyle fabrikalarda işlenmeye başlandı. Günümüzde her türlü ip ham maddesi iplik hâline getirilmek için tezgahve fabrikalarda farklı vasıflarda işlenip, cinslerine göre ayrılmaktadır.

İp ve iplik yapımı için fabrikalara hammadde olarak getirilen bitki telleri hallaç pamuğu gibi tabakalar hâlinde toplanır. Toplanan tabakalar üzerine yağ dökülünce makinalarla taranır. Bu taranan teller hava almayacak şekilde tezgahlaraverilir. Burada karışık olarak verilen tellerden daha düzgün tel şeritler elde edilir. Bundan sonra tel şeritler demetler hâlinde üst üste konur. Diğer makinalarda bir kat bükülüp bobinlere sarıldıktan sonra bütün işlemler bitmiş, satışa hazır hâle gelmiştir.

Sicim, urgan, halat gibi kalın ipler; iplik hâline getirilmiş ince tellerin bir araya getirilerek istenilen kalınlığa göre bükülmesiyle yapılır. Yalnız bu büküm işlemi yapılırken büküm yönü daimâ bir önceki büküm yönüne ters yönde gelecek şekilde yapılır.

Halatlar, urganlar, ipler dış etkilere dayanması için (rutûbetsiz) çeşitli kimyâsal maddelere batırılır.

Kalın ipler denizcilikte, makaralarda ve çıkrıklarda, sicimler ise, çeşitli ihtiyaçlarda kullanılır.

İPEK

Alm. Seide, Fr. Soie, İng. Silk. İpekböceği tırtılının salgıladığı bir madde.Bu madde havayla temas edince katılaşmaktadır. Buna ipek teli denir.

İpekböceği yumurtaları kış boyunca 10°C sıcaklıkta, kuru ve havadar bir yerde muhâfaza edilir. İlkbahar gelince, sıcaklığı kademeli olarak 23°C’ye çıkarılan bir odaya yerleştirilirler. İpekböceği larvası 10 gün içinde yumurtadan çıkar. Bundan sonraki 25-35 günlük larva döneminde 4 defâ deri değiştirir. Her deri değiştirirken 24 saatlik uykuya yatar. Dut yaprakları ile beslenen ipekböcekleri, deri değiştirmelerini tamamladıktan sonra artık bir şey yemezler ve koza örerler. Koza üç günde örülür. Bu günlerde sıcaklık 24°C, nisbî nem % 65 civârında olmalıdır. Hava da temiz olmalıdır. Örülen kozalar, kalite, büyüklük ve renklerine göre sınıflandırılırlar.

İpekböceği tırtılı, kozasını ördükten sonra krizalit hâline gelir. 13-20 günlük bu devre içinde, iki defâ daha deri değiştirip kelebeğe dönüşür ve salgıladığı bir madde ile kozanın bir ucunu yumuşatıp delerek dışarı çıkar. Çıkan kelebekler yumurta bırakırlar. Kozaların delinerek arızalanması istenmediği için koza içindeki krizalit, kelebek hâline gelmeden, güneş ışığı, fırın, su buharı veya kuru sıcak hava ile öldürülmektedir.

500-600 adet koza bir kilo gelir. Yaklaşık olarak 10 kg kozadan bir kilogram ipek elde edilir.

Kozalar, filatür fabrikalarında, kaynama noktasına yakın sıcaklıktaki su kazanları içine konur. Bu kozalardan birkaç ipek teli bir arada çekilerek çıkrıklara sarılır. Böylece ham ipek elde edilir. Kaliteli bir kozadan 365-730 metre ipek teli çekilebilmektedir.

İmâlatta kullanılan ipek üç çeşittir: 1 )Birçok ipek tellerinin birleştirilmesiyle elde edilen ipek ipliği. 2) İpek ipliğinin bükülmesi ve bunların da birleştirilmesiyle elde edilen bükülmüş ipek. 3) Çok hafif şekilde bükülmüş ibrişim.

İpek ve ipekçilik eskiden beri doğuda yaygın olarak bilinmektedir. Avrupa’da ise ipek, asırlar boyunca, ağaçta yetişen veya ağaç kabuklarının içinden elde edilen bir madde olarak biliniyordu. Osmanlılarda ipekli dokumacılık 16. asırda en parlak devrini yaşamıştır. Başta Bursa olmak üzere İstanbul,Edirne, Denizli, İzmir ve Konya gibi şehirlerde ipekli dokumacılık gelişmişti. Bugün de yurdumuzda Bursa, ipekçiliğin merkezidir.

Dünyâda ise en çok koza yetiştirilen memleketler Japonya, Çin ve İtalya’dır.

İPEK YOLU

Alm. Die Seidenstrasse, Fr. La route (f) à soie, İng. The silk-road.Çin’i, Asya üzerinden Anadolu ve Avrupa’ya bağlayan târihî kervan yolu. En çok taşınan ticâret eşyâsı ipek olduğu için, bu yola İpek Yolu adı verilmiştir. İpek Yolu mîlâttan önce kullanılmaya başlandı. İpek Yolu esas itibâriyle Antakya’dan başlayarak İran ve Afganistan’ın kuzeyinden geçerek Pamir Ovasına kadar varırdı. Burada Taş Kule denilen yerde batıdan gelen ticârî mallar, doğunun mallarıyla değiştirilirdi.

İpek Yolunun bir kolu Baktriyo yolundan Hindistan’a gider, başka bir kol da Batı Türkistan’ın güneyinden geçerdi. Doğu Türkistan’a Taklamakan Çölünün güneyinden veya kuzeyinden geçilirdi. Bundan sonra iki yol tekrar birleşerek Doyang bölgesine uzanırdı.

İpek Yolu kültür târihinde de önemli bir rol oynamıştır. Bu yol ile felsefeler, daha ziyâde sanat, ahlâk, örf ve âdetler mübâdele edilmiştir (değiştirilmiştir).

Batıya pusula, kâğıt gidince Avrupa’nın deniz gücü gelişti. Hıristiyan âleminin doğudaki son temsilcisi Bizans da 1453’te Türkler tarafından fethedilince târihî İpek Yolu önemini kaybetti. Avrupa devletlerinin gemileri ticâreti devam ettirebilmek için Ümit Burnunu dolaşarak, Hindistan’a ve Çin’e gelmeye başladılar. Kânûnî Sultan Süleymân, körleşmeye yer tutan İpek Yolunun canlandırılması için bâzı teşebbüslerde bulundu. Avrupa ticâretini Anadolu’ya çekmek için Fransızlara bâzı haklar verdi. Bunları vermekle Fransa’yı Avrupa devletlerinden ayırmayı, Hıristiyan bir devleti himâyesi altında tutmayı ve ticâreti canlandırmayı düşünmüştü.

Gemilerin gelişmesi, Anadolu ve diğer yerlerde zaman zaman devam eden asayişsizlik İpek Yolunun işlememesine sebeb oldu. Zamanla önemini tamâmen kaybetti.

İPEKBÖCEĞİ (Bombyx mori)

Alm. Seidenspinner (m), Seidenraupe (f), Fr. Ver à soi (m), İng. Silk-moth. Familyası: İpekböceğigiller (Bombycidae). Yaşadığı yerler: Evcil olarak evlerde dut yaprakları üstünde beslenir. Özellikleri: Bir çeşit gece kelebeği.Tırtılı ipek kozasını yapar ve dut yaprağı yer. Bir koza 800 metre uzunluğa varan bir tek ipek telinden örülür. Ömrü: İki ay kadar. Çeşitleri: Tek evcil türdür.

Böcekler sınıfının pulkanatlılar takımından ipekböceği kelebeğinin tırtılı. Bu kelebeğin tırtılı ipek kozası yapar ve dut yaprağı yer. Kelebekler açık krem renginde tombul vücutlu ve yumuşak tüylüdür. Evcil olarak beslene beslene kelebek uçamaz hâle gelmiştir.

Bir dişi 200-300 yumurta yumurtlar. Yumurtaları Bursa İpekböceği Fabrikasında satılır. Kutu içinde buzdolabında saklanabilir. Sıcaklık arttıkça yumurtalar gelişmeye başlar. 8-10 gün zarfında içlerinden 3 mm boyunda tırtıllar çıkar. Dut yaprağı yiyerek beslenirler. Önce siyah ve tüylüdür. Sonra beyazlaşırlar. Tırtılın vücudu 12 boğumdan ibârettir. Vücutların yanlarında hava delikleri vardır. Son boğumlarda yürümeyi sağlayan 5 çift ayak, ön boğumlarda ise tutunmaya yarayan 3 çift ayak bulunur. Çok obur olduklarından çabuk gelişirler. Bir ay (25-35 gün) içinde dört defa deri değiştirir ve 8-9 cm’ye ulaşarak koza örecek duruma gelirler. Bu zaman zarfında 100 tırtıl 40 kg dut yaprağı tüketir. Tırtıllar yemden kesilerek koza örmek için kendilerine uygun yer aramaya başlarlar. Bu zamanlarda tırtılların üzerine dallar ve çalılar konur. Pupa (koza içindeki devre) olmaya hazır tırtılların ağızlarında bulunan boru biçimli iki salgı bezi faaliyete geçerek ipek denen sıvı bir madde salgılamaya başlar. Protein yapılı bu sıvı havayla temas ettiğinde ince tel hâlinde sertleşir.

Tırtıl 3 gün içinde, dıştan içe doğru ipekten bir koza örerek pupa dönemine geçer. Koza içindeki bu tırtıllara krizalit denir. Koza içinde de iki defa deri değiştirerek 18-20 gün içinde krizalitler kelebeğe dönüşür. Kozayı delerek dışarı çıkarlar. Dişi kelebekler salgıladıkları bir maddeyle erkekleri kendilerine çekerler. Döllenmedenhemen sonra yumurtlamaya başlarlar. Besin emme hortumları körelmiş olduğundan birşey yemezler. 3-4 gün sonra ölürler. İpekböceği yetiştiricileri kelebekler meydana gelmeden kozaları toplayarak güneş altında veya 75°C’lik sıcaklıkta pupa içindeki krizalitleri öldürürler. Yalnız dînimiz kelebeklerin güneş altında öldürülmelerine izin verdiği halde, ateşte ısıtarak, kaynar suya koyarak öldürmeyi uygun bulmaz, izin vermez. Bu kozalar daha sonra yumuşatılarak koza ipliğinin başlangıcı aranır. Bir kozadan 800 metre, bâzan da bir kilometreden uzun ipek tel iplik çözülür. Yarım kg ipek için yaklaşık olarak 2500-3000 koza gereklidir. Tohumluğa bırakılan kelebeklerin deldiği kozalar makbul değildir.

Avrupa’da ipekböceklerinden yılda bir nesil alındığı halde, doğu memleketlerinde 6 dölalınabilmektedir. İpekböceğinin anavatanı Çin’dir. Diğer memleketlere buradan geçmiştir. İpekböceği çok faydalı bir böcek olup, birçok insanın önemli bir gelir kaynağıdır. En çok Japonya’da yetiştirilir. Türkiye’de Bursa başta olmak üzere Trakya ve Anadolu’nun birçok şehir ve kasabalarında ipekböcekçiliği yapılır. En büyük sun’î iplik fabrikalarının çeşitli modern makinalarla yaptığı ipeğin randımanı, küçük bir ipekböceğinin yaptığı ipek randımanının çok altındadır.

İPOTEK

Alm. Hiypothek (f), Fr. Hypothèque (f), İng. Mortgage.Rehin hukûkuna âit bir terim. Rehin vermek, bir sebepten dolayı bir şeyi hapsetmek, alıkoymak demektir. İpotek; arsa, binâ gibi gayrimenkul (taşınmaz) bir malın, doğmuş veya ileride doğabilecek bir borca karşılık, alacağın teminât altına alınabilmesi için tapuya şerh edilmesi sûretiyle, bir sözleşme sonucu ortaya çıkan gayrimenkul mal rehinidir. İpotek, aynî bir haktır. Borca karşılık teminât olarak gösterilen gayrimenkulün, borçluya âit olması şart değildir. Mal sâhibinin ipotek edilen gayrimenkul üzerinde zilyetliği (elde bulundurma ve faydalanma hakkı) devâm eder.

İpotek, tarafların serbest irâdesiyle yaptıkları sözleşmenin tapu siciline kaydedilmesiyle resmî bir nitelik taşır. Alacaklıya verilen bir “ipotek belgesi” düzenlenir. Medeni Kânun’ unun 807. maddesinde adı geçen kimseler kânundan doğan bir hak sebebiyle, borçlunun gayri menkulüüzerinde ipotek tescili istiyebilirler.

Borcun ödenmesi, takası veya ibrâsı yollarından birisi ile ipotek sona erer. Ayrıca borcu ödeyenin, tapudaki ipotek kaydının silinmesini yazılı olarak istemesi de şarttır.

İslâm hukûkunda: Rehin ve ipotek hükümleri, Mecelle’ nin 701-761. maddelerinde düzenlenmiştir. Rehin veya ipotek, ödenecek mal karşılığı olarak, bir malı, alacaklıda veya başka âdil (güvenilen) bir kimsede emânet bırakmaktır. İpotek, menkul (taşınır) ve gayri menkulmal üzerinde kurulabilir. İslâm dîni, ipotek edilen maldan, alacaklının faydalanmasını şart ederek ödünç verilmesini fâiz kabul etmiştir.

İRÂDE

Alm. Wille (m), Fr. Volonté (f), İng. Will.İstemek, dilemek bir şeyi yapmaya karar verip azimli olmak. Lügatte; “dilemek, bir şey üzerinde karar kılarak, onu yapmaya azmetmek” mânâsınadır. İrâde, Allahü teâlânın sıfatlarından biridir. İnsan da irâde sâhibidir. Allahü teâlânın irâdesine, “irâde-i külliyye” insanların irâdesine “irâde-i cüz’iyye” denir.

Allahü teâlâ her dilediğini yapandır. Tam ve mükemmel irâde sâhibidir. Bu kâinâtı ezelî irâdesine uygun olarak yaratmıştır. Kur’ân-ı kerîm de Burûc sûresi 16. âyetinde meâlen; “O (Allah) dilediği şeyi yapandır.” buyruldu. Kâinâtta olmuş ve olacak ne varsa hepsi Allah’ın dilemesi, irâde etmesi ile olmuş ve olacaktır. O’nun dilediği mutlaka olur. Dilemediği ise hiç olmaz. Nitekim,Âl-i İmrân sûresi 47. âyet-i kerîmesinde meâlen; “Allah dilediğini yaratır. Bir işin olmasına hükmederse (dilerse) ona«Ol!» der, o da oluverir.” buyruldu. Bir hadîs-i şerîfte de; “Allah’ın dilediği oldu, dilemediği olmadı.” buyrulmaktadır. İnsanların beğendiği işleri, isteyerek yaptıkları şeyler, insanın kesbi ile (kazanması ile), Allahü teâlânın yaratmasından meydana gelmektedir. Allahü teâlâ, kullarına merhâmet ederek, işlerinin yaratılmasını, kendi arzularına tâbi kılmıştır. Kul isteyince, kulun işini dilerse yaratmaktadır. Bu yüzden kul, mesul olur. İşin sevâbı ve cezâsı kula âittir. Allahü teâlânın kullarına verdiği kasdetmek ve ihtiyar etmek, bir işi yapıp yapmamakta denktir. Allahü teâlâ kullarına, emirlerini ve yasaklarını yerine getirecek kadar kudret (enerji) ve seçmek vermiştir. Allahü teâlâ insanlara yapamayacakları bir şeyi emretmemiştir. Hep kolayı emretmiştir. Kur’ân-ı kerîmde meâlen; “Allahü teâlâ sizin için kolaylıkları ister, zorlukları istemez.” (Bakara sûresi: 185) buyruldu. Allahü teâlâ kul irâde etmeden yaratırsa da ihtiyârî olan işleri yaratmaya, kulların irâdelerini sebeb kılmıştır. Kul, bir iş yapmayı irâde edince, Allahü teâlâ da, irâde ederse, o işi yaratır. Kul irâde etmezse, ihtiyârî olan, o işi yaratmaz. Şu hâlde, kul irâde-i cüz’iyyesini ibâdete sarf ederse, Allahü teâlâ ibâdeti yaratır. Eğer günâhlara sarf ederse, günâhları yaratır. O zaman kul, dünyâda sıkıntı çeker, âhirette azâb görür.

Allahü teâlâ kullarına; kuvvet, kudret ve irâde vermiştir. İstediklerini işlerler. İnsanlar işlerini kendileri yapıyor. Allahü teâlâ da yaratıyor. Bundan dolayı da yaptıklarından sorumlu olup, iyi şeyleri için mükâfât, kötü şeyler için de cezâyı hak ediyorlar.

İRÂDE-İ SENİYYE

Osmanlı Devletinde özel veya resmî bir iş hakkında verilen pâdişah emri. Önceleri sadrâzamların arzları üzerine, yâni telhis ve takrirlerin üst kenarlarına yazılan pâdişah mütâlaalarına hatt-ı hümâyûn denilirdi. 1839’dan îtibâren ise pâdişâh emirlerine “irâde, irâde-i şâhâne” veya “irâde-i seniyye” denilmeye başlandı.

Hatt-ı Hümâyûnda, konu ile ilgili belge, ekleriyle birlikte pâdişâha sunuluyordu. Pâdişah da konu hakkında karârını bizzat kendi el yazısıyla belgenin üst tarafına yazıyordu. İrâdelerde ise arz tezkiresi adı verilen telhisler, pâdişâha değil “serkâtib-i şehriyâri” denilen başkâtibe yazılmaya başlandı. Pâdişahın kendisine okunan arz tezkirelerinde belirtilen konu hakkındaki kararı serkâtib tarafından aynı tezkirenin sol alt köşesine yan olarak yazıldıktan sonra yine sadrâzama iâde edilirdi.

İrâdeler, sadrâzamlardan başka diğer nâzırlara da tebliğ olunurdu. Ayrıca 1908’e kadar diğer nâzırlar da resmî veya husûsî meselelerde arzlarda bulunur ve irâde-i seniyye alabilirdi. Fakat 1908’den sonra sâdece sadrâzamlara münhasır kaldı. Bu dönemde pâdişâhlar, nâzırlar heyetinin kararlarını imzâlamakla iktifâ ettiler.

İRAN

DEVLETİN ADI        

İran İslâm Cumhûriyeti

BAŞŞEHRİ    

Tahran

NÜFÛSU       

59.570.000

YÜZÖLÇÜMÜ 

1.648.000 km2

RESMÎ DİLİ   

Farsça

DÎNİ  

İslâmiyet (Şiî)

PARA BİRİMİ 

Riyâl

  Asya’nın batısında yer alan bir devlet. Kuzeyinde Sovyetler Birliği ve Hazar Denizi, doğusunda Afganistan ve Pakistan, batısında Türkiye ve Irak, güneyinde Basra ve Umman körfezleri bulunur.

Târihi

M.Ö. 3000 yıllarından beri İran biliniyordu. Bilinen en eski imparatorluk Elamlıların M.Ö. 1100-600 yıllarında kurdukları imparatorluktur. Elamlıların yerine Medlerin kurmuş oldukları imparatorluğu Persli Keyhüsrev M.Ö. 550 yılında yıkmış ve Anadolu’nun büyük bir bölümü dâhil olmak üzere egemenliği altına almıştır.

İskender komutasındaki Yunanlılar M.Ö. 330 yıllarında bütün İran topraklarını ele geçirdiler. Bundan sonra İran topraklarında Parthların ve Sâsânîlerin egemenliği devâm etmiştir.

Sâsânîlerin çöküşü İslâm ordularının İran’ı ele geçirmeleriyle olmuştur. Hazret-i Ömer devrinde İran üzerine birçok seferler düzenlenmiştir. Akın akın İran içlerine giren İslâm orduları, Âzerbaycan, Taberistan, Cürcân, Rey, Kumîs, Karvin, Zencân, Hemedân, İsfahan ve Horasan’ı fethettiler. Hazret-i Ömer’in ölümünden sonra İran’da bâzı karışıklıklar meydana geldi. Hazret-i Osman bunun üzerine askerî birlik göndererek isyânları bastırdı ve elebaşılarını cezâlandırdı. Böylelikle İslâm hâkimiyeti, İran’da devamlı sağlanmış oldu.

Hicrî sesekizinci asrın başında Safiyyüddîn Erdebîlî hazretlerinin soyundan gelenler İran’da Sünnî bir tarîkat kurdular. Onun adına nisbetle bu tarîkata Safeviyye adı verildi. Osmanlı sultanları, İslâmiyete hizmet eden bu tarîkat mensuplarına pekçok ihsânlarda bulundular. Ancak Hoca Ali’den îtibâren bu yolun mensupları arasında Eshâb-ı kirâm düşmanlığı yayılmaya başladı. Daha sonra tarîkatın başına geçen Şeyh İbrâhim, aşırı Şiî görüşlerini benimsedi. Bundan sonra tarîkatin başına Şeyh Haydar geçti. Şeyh Haydar’ın ölümünden sonra oğlu Şah İsmâil taç giydi. Şah İsmâil, velînîmeti olan Akkoyunlular Devletini yıkarak, İran’da Safevî Hânedânını kurdu. Bunun zamânında Şiîlik, devletin resmi dîni oldu. Bu dönemde sülâlenin en büyük meselelerini Osmanlılarla savaşmak teşkil etti. 1514 yılında Çaldıran’da Osmanlı Sultanı Yavuz Sultan Selim, Şah İsmâil’i ağır bir hezîmete uğrattı ve Tebrizi fethetti (Bkz. ÇaldıranMuhârebesi). Şah İsmâil’in ölümünden sonra tahta geçen oğlu Tahmasb zamânında İran bütünüyle Osmanlıların eline geçti.

Safevî Sülâlesinin çöküşü Şah İkinciAbbâs’ın hükümdar olduğu döneme rastlar. Yıkılışın ilk belirtisi Kandehar’daki Afganlı Mir Veys’in 1709 yılında isyân ederek başarı sağlaması oldu. Bundan sonra Afganlılar sık sık İran üzerine askerî seferler düzenlediler. Fakat hiçbir zaman İran’a tamâmen sâhip olamadılar. 1729’da Safevîler yeniden yönetimi ele geçirdiler. Fakat bu sefer de Rus Çarı Deli Petro öteden beri gerekli ticâret yollarını açabilmek için İran’a göz dikmiş durumdaydı. Osmanlılar da İran’ın Rusların eline geçmemesi için İran üzerine bir sefer düzenledi. Osmanlılarla Ruslar arasında bir savaş tehlikesi belirdi, ama sanıldığı gibi olmayarak iki devlet anlaşarak, İran’ı aralarında pay ettiler. Bu anlaşma uzun sürmedi. Tahmasb kuzeydoğu İran’da bir ordu toplamaya çalışıyordu. Çar Petro, tahtın Safevî Sülâlesine geçmesini uygun karşılayacağını açıklamıştı. Ama bütün bunlar Safevî Sülâlesinin tahtı ele geçirmesine yetmedi. Nâdir Şah ile birlikte İran üzerinde Afşar soyunun egemenliği başlamaktadır. Ancak bu da uzun sürmedi. Nâdir Şah’ın öldürülmesinden sonra bir iktidar boşluğu meydana gelmiş ve bundan sonra üç ayrı rakip taht için ortaya çıkmıştır. Bunlar: Zendler, Afganlılar ve Kaçarlardır. Bunlardan Zendlerin yönetimi 40 seneye varmayacak derecede kısa bir zaman diliminde oldu. Bundan sonra ülke yönetimi 1925 yılına kadar Kaçarların elinde kaldı.

1925-1979 yılları arasındaki dönem ise Pehlevî sülâlesinin İran tahtında bulunduğu dönemdir. Pehlevî sülâlesinin İran tahtında bulunduğu süre içinde geçen en buhranlı dönem İkinci Dünyâ Savaşı yıllarıdır. 1938 yıllarından sonra İran’da Alman tesiri şiddetli bir şekilde kendisini hissettirmeye başlamış, bunun netîcesinde İran’da pekçok Nazi-Almanyasının teknisyenlerinin bulunması, başta İngiltere olmak üzere müttefik devletleri tedirgin etmiştir. Bununla başlayan gerginlik, 1952 senesinde İran’ın İngiltere ile diplomatik ilişkilerini kesmesine kadar ilerledi. İran başbakanlarından Musaddık’ın yönetimin başında bulunduğu dönemlerde İran Komünist Partisi olan Tudeh’e büyük tâvizler vermesi ve bunları batıya karşı koz olarak kullanmaya çalışması, memlekette huzursuzluklar meydana gelmesine sebep oldu. Bunun üzerine Şah, Musaddık’ı başbakanlıktan azlederek yerine General Zâhid’i tâyin etti.

1963 yılında Şah “Beyaz Devrim” adı altında ülkede büyük çapta ekonomik ve sosyal reformlar yapmıştır. Her geçen gün artan petrol gelirleri ve özellikle ülke savunması için yapılan büyük harcamalar, İran’ı Ortadoğu’da özellikle askerî bakımdan söz sâhibi ülkeler arasına getirmeye başlamıştı. Bu zamanda Fransa’da sürgünde bulunan İranlı Şiî lider Humeyni, ülkede Şiî inancının hâkimiyetinden istifâde ederek, çoğunlukta olan Şiîleri etrâfında topladı. İçten ve dıştan yapılan pekçok mücâdeleler netîcesinde Humeyni İran’a hâkim oldu. Şah âilesi İran’ı terketti ve memleket Şiî inancı ile idâre edilmeye başlandı. 1979 yılında İran İslâm Cumhûriyeti adını alan ülkede binlerce Şiî inancında olmayan İranlı, devlet aleyhtarlığı ile suçlanarak sorgusuz sualsiz kurşuna dizildi.

Humeyni idâresindeki İran, Irak ile 22 Eylül 1980’de harbe başlamış ve bu harpte yüzbinlerce İranlı ölmüştür. 20 Ağustos 1988’de Ateşkes îlânı ile savaş durdu. Âyetullah Humeyni’nin 1989’da ölmesi üzerine aynı yılın Ağustos ayında yerine cumhurbaşkanı Ali Hameney, Hameney’in yerine de meclis başkanı Hâşimî Rafsancani Cumhurbaşkanı seçildi. Saddam Hüseyin’in Kuveyt’i işgal etmesi üzerine, İran’ın barış şartlarını eksiksiz kabul ettiğini açıkladı. Böylece l980’da başlayan savaş 1990’da barış anlaşması ile neticelendi ve iki ülke arasında diplomatik ilişki yeniden kuruldu.

Fizikî Yapı

İran’ın büyük bir bölümü yüksek ovalar ve geniş çöllerden meydana gelir. Ülkenin yüksek bir ovadan meydana gelen bölümü kuzeyde Elbruz Dağları, güneybatıda ise Zağros Dağları ile sınırlıdır. Bu ovanın merkezi iki büyük çölle kaplıdır. Deşt-i Kebir (Tuz çölü) ve Deşt-i Lût (Kum çölü) tam bir çöldür. Yağışlı mevsimlerde dağlardan gelen seller tuzları getirerek Dest-i Kebîr’e bırakırlar, mevsim kuraklaşınca çölün yüzeyinde bir tuz tabakası meydana gelir.

İran topraklarının büyük bir kısmı deniz seviyesinden 1000 m’den daha yüksektir. Kuzeyde 3000 m’yi geçen Kuzey İran Sıradağları bulunur. İran’ın bu bölümünde Hazar Denizini İran’ın iç bölgesindeki yaylalardan ayıran Elbruz Dağları 4000 m yüksekliğe kadar ulaşır. Doğuya doğru bu dağlık alan alçalır ve daralır. Elbruz Sıradağlarının batısında ise içinde, Rezâiye Gölü ve havzasının bulunduğu Âzerbaycan dağlık bölgesi uzanır. Rezâiye Gölünün hemen doğusunda Tebriz Ovası yer alır. Rezâiye Gölünün en derin yeri 14 m, yüzölçümü ise 5000 km2dir. İran’ın güneyini çevreleyen sıradağlar, Güney İran Dağları adı altında toplanır. İran’da ayrıca birçok volkanik dağlar vardır. Büyük Kevir, yeryüzünün dibi en düz olan en geniş çöllerinden biridir. Kuzistan Ovası, Mezopotamyanın bir uzantısıdır. İran, büyük ırmakları bulunmayan bir ülkedir. Az olan akarsularından Karun, Akçay ve Karaçay başlıcalarıdır.

İklim bakımından İran, birbirinden çok farklı bölgelerin bulunduğu bir ülkedir. Hazar Denizine bakan kısımlar çok nemli ve dâimâ yağışlıdır. Bu bölge dışındaki bütün İran toprakları astropikal kurak bölge içindedir.

Hazar Denizinin kuzey kenarlarını çeviren Elbruz Dağlarının kuzeye bakan yamaçları senede ortalama 1000-1500 mm ile bol yağış aldığından zengin ormanlarla kaplıdır. Bu dağların eteklerinde sıralanmış bulunan dar kıyı ovaları çok nemlidir. Güneyde iklim daha ılımandır ama,genelde belirgin bir sıcak söz konusudur. İsfahan yılda ancak 120 mm yağış alır. Yağmurlar genel olarak kış sonunda ve yaz ayları başlarında yağar. Denizden yüksek dağlarla ayrılan iç ovalar yaz süresinde Akdenizde görülen hava basıncı düşüklüklerinden etkilenmezler. Burada iklim yazları çok sıcak, kışları ise çok soğuktur.

Tabiî Kaynaklar

Bitki örtüsü ve hayvanlar: İran’ın dağlık yerleri ormanlarla kaplıdır. Hazar Denizi kıyı bölgesinde Karadeniz bitki topluluğunu andıran gür bir orman örtüsü meydana gelmiştir. Bu kısımlarda ve yaylalarda yüksek bozkırlar geniş yer tutar. İç bölgelerin çukur yerlerinde tuzlu bataklıklar ile çöl bozkırları ve kum çölleri uzanır. Vâdiler boyunda ve sulanabilen verimli topraklarda çeşitli kültür bitkileri yetiştirilmektedir. Kurak bölgelerde bunlar birer vaha görünüşündedir.

İran ormanlarında bugün az sayıda kaplan, leopar, kurt, ayı ve tilki bulunmaktadır. Çöllerin çevresinde boş topraklarda ceylanlar yaşar. Dağlık  bölgelerde yaban keçileri ve çeşitli av kuşlarına rastlanır.

Mâdenleri: İran mâden bakımından zengindir. Kuzey ve batı bölgelerinde kömür, Tahran-Semnan kuzeyi ile Yezd ve Keran arasında demir yatakları, Damgan’da altın, Anarak’ta nikel yatakları vardır. Ayrıca boksit, kurşun, antimon, kobalt, gümüş, kalay, bakır, kükürt ve tuz mâdenleri bulunmaktadır. Horasan’ın Turhis adlı mavimsi yeşilimsi mücevherleri ünlüdür.

İran’ın en büyük zenginliği petrol yataklarıdır. İran dünyâ petrolünün % 6’sını sağlamaktadır.

Nüfus ve Sosyal Hayat

İran’ın nüfûsu 59.570.000 olup, km2ye 20 kişi düşmektedir. İran nüfusunun % 20’si şehirlerde yaşar. Halkın çoğunluğu Farslardan meydana gelir. Halkın % 60’ını Farslar, % 20’sini Türkler, % 10’unu Araplar, % 8’ini diğerleri ve % 2’sini Kürtler meydana getirir. İran’da 10 milyon civârında Âzerî Türkü bulunmaktadır. Halkın yarıdan çoğu Şiîdir. Geri kalanın çoğunluğu Sünnî olup, hakimiyetŞiîlerin elindedir. İran’da en yaygın dil Farsçadır. Ama nüfusun yarısından fazlası Türkçe, Arapça, Kürtçe, Beluçî ve Gılakî gibi çeşitli diller ve lehçeler kullanır. Kız ve erkek çocuklar için eğitim mecburî olduğu halde, uzak köylerde bu gerçekleştirilememektedir. Ülkede 10 üniversite bulunmaktadır. Başlıca şehirleri Tahran, Tebriz, Isfahan, Abadan ve Kum’dur.

Siyâsî Hayat

İran’da 1979 yılı başlarında, Humeyni’nin düzenlediği hareketle Şehinşahlık düzenine son verilmiş ve bir İslâm Cumhuriyeti kurulmuştur. İdarede tamâmen Şiîlerin hâkim olduğu İran’da yönetim; meclis, bakanlar, başbakan ve cumhurbaşkanı ve velâyet-i fakîh denilen on iki imâmın temsilcisi sayılan dînî lider tarafından yürütülür. 1989’da yapılan anayasa değişikliği ile cumhurbaşkanının konumu güçlendirildi.

Ekonomi

İran bir tarım ve hayvancılık ülkesidir. Siyâsî gelişmeler ekonominin gerilemesine yolaçmış, millî gelirin düşmesine sebeb olmuştur.

Tarım: Nüfûsun büyük bir kısmı tarımla uğraşmaktadır. İran’ın yedide biri ekilebilir ve tarıma elverişlidir. Tarım ürünleri arasında en çok buğday ve arpa elde edilir. Meyve ve sebzenin yanında pirinç, mercimek, nohut, şekerpancarı, soğan, pamuk, kavun, karpuz, dut ve tütün yetiştirilmektedir. Kuzeydeki dar bir kıyı şeridinde sulamaya ihtiyaç duyulmadan tarım yapılabilmekte, güneyde sulama kanalları vâsıtasıyla hurma yetiştirilmektedir. Ülkenin güney ve güneydoğusunda sulama işi önemli bir problemdir. Birçok bölgede tarım eski usüllere dayanılarak yapılmaktadır. Bu yüzden tarımda istenilen netice alınamamaktadır.

Hayvancılık: İran ekonomisinde hayvancılık önemli yer tutar. En çok koyun beslenir. Beslenen koyunların yünleri aranan ve çok değerli cinstendir. Genellikle dağların yüksek otlaklı yerlerinde ve yaylasında hayvancılık yapılır. Koyundan sonra en çok sığır beslenir. Hazar Denizinde balıkçılık yapılmaktadır. Buradan mersin balığı ve havyar elde edilir.

Endüstri: Modern sanâyi İran’da çok az gelişmiştir. İşletmeye elverişli yataklar bulunmasına rağmen az miktarda kömür, demir filizi, kurşun, nikel, bakır çıkarılmaktadır. Eskiden beri İran’da önemli yer tutmuş olan halıcılık, dokumacılık ve deri işlemeciliği yanında, çeşitli endüstri kolları da gelişmeye başlamıştır. Dokuma, çimento, şeker fabrikaları, dökümcülük ve kimyâ endüstri kolları bunlardan bâzılarıdır. İran’ın en büyük zenginlik ve enerji kaynağı petroldür. Petrol işleme tesisleri, rafineriler İran’ın gelişmekte olan sanâyi tesislerinin başlıcalarıdır.

İran’da petrol yabancılar tarafından bulunmuş, onlar tarafından işlenmiş, 1951 yılında millîleştirilmiştir. Çeşitli merkezlerde çıkan petrol, dünyânın en büyük petrol rafinerilerinden olan Abadan petrol rafinerisine borularla getirilmektedir.

Ticâret: İran ithâlâttan çok ihrâcat yapan bir ülkedir. İhraç ettiği ürünlerin başında petrol gelmektedir. Elde edilen petrolün %80’den fazlasını satmaktadır. Diğer ihraç maddeleri pamuk, halı, meyve, pirinç, yün ve deridir. İthal ettiği mallar arasında şeker, makinalar, dokumalar, çelik, çay, motorlu taşıtlar bulunmaktadır.

Ulaşım: İran’da 12.000 kilometrelik karayolu ve 4.601 kilometrelik bir demir yolu şebekesi bulunmaktadır.

Başlıca limanları Abadan, Hürremşah, Basra Körfezinde bulunmaktadır. Hazar Denizinde ise, Benderşah ve Bender Pehlevî de önemli limanları arasındadır. Tahran ve Abadan’da milletlerarası havaalanları vardır.