İNŞÂAT SANÂYİİ
Alm.
Bauindustrie;
Fr.
Industrie (f) du bâtiment,
İng.
Construction Industry.Yapım sektörü. Bu sanâyi dalı gerek
devlet eliyle yürütülerek ve gerekse özel sektör yoluyla, her
ülkenin ekonomisine önemli katkıda bulunur. Kamu sektörü, devletin
her seviyedeki çeşitli inşâat projelerini gerçekleştirir. Ayrıca
özel sektöre verilen devlet inşaatlarının yürütülmesinde çeşitli
görevler alır. Özel sektör, inşâat sanâyiinde devlet inşaatlarını
üstlenerek veya bir binâdaki küçük tamiratlardan, büyük inşâatlara
kadar çeşitli türde inşâatlarla, doğacak özel ihtiyaçlara cevap
verir.
İnşâat sanâyii; yollar, köprüler, hava meydanları, barajlar, kuvvet
santralleri,
su yolları, demir yolları, su arıtma
sistemleri, fabrikalar, câmiler, okullar, hastâneler, büro
binâları, apartman blokları ve meskenler inşâ eder. Bu sanâyi,
tecrübeli mühendisten, vasıfsız düz işçiye kadar çeşitli insan
gücünü istihdam eder. Mühendis ve mîmarlar yapıları
projelendirirler ve
müteahhitlerde inşâatı üstlenirler.
Müteahhitlik, gerekli insan gücünü istihdam ederken, ihtiyaç
duyulacak malzemeyi, makinayı tedârik eder.
Müteahhidin ekibinde kontrol görevlileri, makina ve techizat
operatörleri, kamyon sürücüleri, demirci, marangoz, duvarcı, sıvacı
ustaları ve tesisatçı gibi vasıflı işçiler yanında, düz vasıfsız
işçiler de bulunur.
Sanâyinin yapısı:
Yaptıkları iş türüne göre
müteahhitleryol inşaatı, ağır yapı
inşâatı ve mesken inşâatını da içine alan, yapı müteahhitleri
olarak sınıflandırılırlar. Buna bir de özel türden iş yapanları da
ilâve etmek gerekir. Bunlar sâdece su borusu döşeyen, kalorifer
veya havalandırma techizâtı yerleştiren, elektrik işleri yapan,
boya işi üstlenen, çatı yapan
müteahhitlerolabilirler.
Yol inşâat
müteahhitleri:
Yollar, caddeler, köprüler ve hava alanları bunlar tarafından inşâ
edilir. Genellikle devlet veya mahallî idâreler adına inşâatı
yaparlar. Baraj
müteahhitlerigibi bunlar da önemli
ölçüde hafriyât yaparlar. Vâdileri doldururken, tepeleri
yerlerinden oynatırken, modern yollar da az eğim ve yumuşak
dönüşler arzu edildiğinden çok değişik makinalara ihtiyaç duyarlar.
Rastladıkları kayaları deler, parçalarını kamyonlara doldururlar.
Buldozer yükleyici skreyperler ve grayderler ile molozları
temizler, sahayı düzeltirler. Hafriyât işlerinde arzu edilen,
kazılarının ihtiyaç olunan yere doldurulmasıdır. Dolgu ve yarmanın
dengelenmesi ideal haldir. Eğer yarım fazla ise bunun uygun yere
götürülmesi gerekirken, dolgu fazla ise ihtiyaç duyulanın uygun
yere getirilmesi gerekir.
Ayrıca yol inşaatında kum çakıl gibi
stabilizemalzeme yanında yol kaplama
malzemesine de ihtiyaç vardır. Tabiî çakıl bulunmazsa bunun yerine
kırmataş kullanılır. Kaplama da ayrı bir yerde hazırlanarak yola
serilir. Beton kaplama için çimento, kum ve çakıla ihtiyaç vardır.
Bitümlü asfalt kaplamada ise, çeşitli dâne (tâne) çapındaki kum ve
çakıl yanında, ara doldurucu malzemeye ve bitüme ihtiyaç
vardır.
Ağır yapı inşâatı
müteahhitleri:
Bunlar temeller, barajlar ve tüneller inşa ederken çok büyük
hafriyat ile meşgul olurlar. Sağlam zeminde tünel açılırken,
patlayıcı madde ile kayaları parçalarken, zayıf zemin durumunda
taşıyıcı bir yapı ile zeminin çökmesi önlenir. Tünelde çalışanların
çeşitli ihtiyaçları hava, su ve aydınlatma hatları ile karşılanır.
Tüneller su altında inşa edilebildiği gibi, su içinde de
yapılabilir.
Beton baraj inşâatı da kendine has bir tecrübe ister. Bir tarafta
çok büyük miktarda beton hazırlanıp, dökülürken akan suyun yolları
değiştirilir, geçici engeller inşâ edilir. Beton, kren veya asma
kablolu sistemlerle nakledilir. Beton dökümünde ortaya çıkacak
ısıyı almak için, dolayısıyla betonda meydana gelecek çatlamayı
önlemek için tedbirlerin alınması gerekir.
Betonun agregası soğutulur veya karışım suyunda buz kullanılır.
Barajlar bölüm bölüm inşâ edilir.
Köprü inşaatı oldukca geniş bir sisteme sâhiptir. Meselâ, asma
köprülerde, köprü ayakları arasına gerilen kablolarla köprü
tabliyeleri yerleştirilir. Betona öngerilme verilmesi suretiyle
geliştirilen yapı tekniği ise, başka bir tür inşâ şeklidir.
Genel yapı müteahhidleri:
Hemen hemen her türlü ticârî veya sanâyî yapıyı inşâ ederler.
Gökdelenler, en dikkate değer yapılarındandır. Bunların bir türü de
genel müteahhidler olup, kendileri iş yapmazlar veya az iş
yaparlar. İşin her devresinde o işi yapan özel müteahhidlere,
taşoronlara iş verirler. Genel olarak az elemanla kontrol hizmetini
yaparlar. Mesken inşâsı müteahhidleri oldukça değişiktir. Bir, iki
dâireli meskenler yapanlar olduğu gibi, yüksek apartman türü binâ
inşâ edenler de vardır. Bunlar birkaç işçi çalıştıran
müteahhitlerolduğu gibi, yüzlerce,
binlerce mesken inşâ edenleri de vardır. Arsa sâhibine inşâat
yapabildikleri gibi, arsa alıp inşâat yapıp meskenler satışa
çıkarabilirler. Arsa fiyatlarının artması müteahhidleri arsa
karşılığı sâhibine kat vermeye ve diğerlerini satışa çıkarmaya
zorlamıştır.
Özel türden iş yapanlar:
Bunlar işi alan genel
müteahhitlereiş yaptıkları gibi,
doğrudan doğruya inşâat sâhibine de iş yapabilirler. Temel inşâat
yapıldıktan sonra, sıra ile çeşitli taşaronlar gelirler. Kalıpçı
ustaları kalıp yaparken, betonarme inşâatta demirciler tarafından
çelik donatımı döşenir. Daha sonra tesisatçılar, beton içinde
kalacak yerlerdeki teçhizât kanallarını hazırlarlar. Beton dökülür.
Beton duvarlar inşa edilirken marangozlar ahşap doğramayı
yerleştirirler. Sıvacılardan sonra, boyacılar ve fayansçılar
binadaki son eksiklikleri bitirirler.
Genel özellikleri:
İnşâat sanâyii ülkemizde oldukça yaygın bir sanâyi koludur. Kâr
oranı oldukça değişiktir. Bu, pekçok değişik malzeme ve işçiliğin
beraber kullanılmasından ileri gelmektedir. Müteahhitlik
hizmetlerinde de kâr oranı ihâlelerle düzenlenir.
Bu sanâyi dalındaki iflaslar genellikle ihâlede çok düşük ve
hesapsız fiyat verme ile ortaya çıkar. Bunun yanında idârecilikte
yapılan hatâlar da iflâsa sebep olabilir. Taşaronlarla çalışma
suretiyle, az elemanla iş yapma imkânı hâsıl olur. Taşaronlar ise
vasıflı işçileri çeşitli işlerde kullanarak en çok verimliliği
sağlamaya çalışırlar. İnşâat
müteahhitliğiihâlelerinde eğer
kullanılacak malzeme ve toplam masraflar iyi bir şekilde tahmin
edilebiliyorsa, ihâle sâbit bir toplam fiyat üzerinden yapılır.
Ancak büyük projelerde birim fiyat sistemi kullanılır. Bunun
yanında, mâliyet ve üzerine tesbit edilen bir kâr oranından
hareketle ihâle yapılabilir.
Alm.
Infektionskrankheiten (f.pl.),
Fr.
Maladies (f.pl.), infectieuses,
İng.
Section dealing with infectious diseases.İç hastalıklarının
enfeksiyonhastalıklar ile ilgilenen
bölümü. Bulaşıcı hastalıklar, târihin eski dönemlerinden beri
insanlık için bir problem olmuştur. Salgınlar, târihin akışını
değiştirmiş, savaşların kaybedilmesine, ülkelerin yıkılmasına sebep
olmuşlardır. On dokuzuncu asrın sonlarında tıpta ortaya çıkan
ilerlemeler 20. asırda da devâm etmiş ve günümüze kadar
süregelmiştir. Tıp konuları son derece genişlemiş, bilgilerin
artması tıbbın kendi içinde bölümlere ayrılmasını gerektirmiştir.
Bu bölümler içerisinde konusu en geniş olan bölüm dâhiliye (iç
hastalıkları) bölümüdür. Bilgilerin artması, yeni ilâçların
bulunması iç hastalıkları bölümünü de kendi içerisinde kısımlara
ayırmıştır. Kardiyoloji, gastroenteroloji, hematoloji, pnömoloji,
genel dâhiliye, endokronoloji, hepatoloji, nükleer tıp ve intaniye
gibi kısımlar kendi alanlarında daha tafsilatlı ve ileri çalışmalar
yapmaya başlamışlardır.
Bulaşıcı hastalıklar (
enfeksiyonhastalıkları) ile ilgilenen
intaniyenin gelişmesine hiç şüphe yok ki, antibiyotiklerin
bulunması yol açmıştır. 1945 yılında penisilinin bulunması ve
yaygın kullanıma başlanması
enfeksiyonhastalıklarının tedâvisinde
yeni bir çığır açmıştır. Sonraki yıllarda çeşitli antibiyotiklerin
bulunması birçok hastalığın iyileştirilmesinde kolaylıklar
sağlamıştır. İntaniye bölümü bu tip hastalıkların tâkip ve
tedâvisini yapmakta, tedâvi şekilleri konusunda çalışmalar
sürdürülmektedir. Virüs hastalıkları üzerinde yeni araştırmalar,
bunların tedâvisi hakkında yeni fikirler ortaya
çıkarmaktadır.
Alm.
Integralrechnung (f),
Fr.
Calcul (m)integral,
İng.
Integral calculus.Verilen bir f(x) fonksiyonunu türev kabul
eden F(x) fonksiyonunun bulunması. F(x) fonksiyonuna f(x)
fonksiyonunun integrali veya ilkeli denir. İntegral, toplam
kelimesinin (sum) baş harfi olan:
∫
işâreti ile gösterilir.
∫
f(x) dx = F(b) – F(a)
Burada C bir sâbiti göstermekte ve integralin bir sâbit farkı ile
bulunabileceğine işâret etmektedir. f(x) = x
n şeklindeki fonksiyonun integrali F(x)=x
n+1/(n+1) olarak bulunur.
Bir eksen takımında gösterilen f(x) fonksiyonunun altında kalan
a
£
x
£
b aralığındaki alan, integral hesap yardımıyla hesaplanabilir. Bu
amaçla alan küçük dikdörtgenlere bölünerek, bunların alanı hesap
edilip toplanır. Dikdörtgen sayısı arttıkça toplam eğri altındaki
alan alanın değerine yaklaşır ve integrale tam değer bulunmuş
olur.
Alan:
∫
f(x) dx = F(x) + C
Bu şekildeki integral belirli sınırlar arasında hesaplandığı için,
Belirli İntegral olarak isimlendirilir.
sınırlargözönüne alınmadan hesaplanan
integrale ise Belirsiz integral denir. Çoğu zaman f(x)
fonksiyonunun integrali F(x) bulunamaz. Bu durumda belirli integral
yukarda açıklandığı gibi küçük dikdörtgenlerin alanlarının toplamı
şeklinde hesaplanır.
Uzunluk, alan ve hacimlerin hesaplanmasında integral hesâbın önemli
yeri vardır. Birden fazla değişkene bağlı fonksiyonlarda integral
kavramı genişletilebilir ve bu durumda katlı integraller ortaya
çıkar.
Bâzı integrallerin hesâbında d (uv)= udv+vdu formülünden
çıkartılan:
∫
udv = uv −
∫
vdu
Kısmî integrasyon kullanılabilir. Bu durum, daha çok sağ taraftaki
integralin, sol taraftakinden daha kolay hesap edilmesi durumunda
kullanılır.
Milletlerararası polis örgütü. Adı örgütün telgraf adresini meydana
getiren kısaltmanın günlük dilde kullanıma dönüşmesinden ortaya
çıkmıştır.
Örgüt 1923’te Viyana’da kuruldu. İkinci Dünyâ Savaşından sonra
1946’da yeniden örgütlendi. Örgüte yaklaşık 100 ülke üyedir.
Milletlerarası suçlara karşı üye ülkelerin polislerinin ortak
çalışmasını kolaylaştırmak gâyesiyle kurulmuştur. Tüzüğünde,
ırksal, dînî ve askerî eylemlerde bulunmak ve devletlerin iç
işlerine karışmak yasaklanmıştır. Örgütün genel kurulu her sene
değişik bir ülkenin başkentinde toplanır. Bu toplantıda örgütün
genel siyâsetini belirleyen kararlar alınır, çalışma programı
yapılır ve örgüt yöneticileri seçilir.
İnterpol’ün her ülkedeki büroları, o ülkenin emniyet görevleri ile
diğer ülkelerin merkez büroları ile bağlantı sağlar. Örgüt, en
gelişmiş yöntemlerle sınıflandırılmış bir arşive sâhiptir.
Alm.
Selbstmord, Freitod (m),
Fr.
Suicide (m),
İng.
Suicide.Kendini öldürme. İnsanın kendisinin hayâtına
kasdetmesi işi, akla gelebilecek her türlü yolla olabilmektedir.
Bunlar, kendisini asmaktan, son hızla giden bir arabayla uçurumdan
atlamaya kadar çok çeşitlidir. Psikiyatride tek ölüm sebebi olarak
sayılabilecek intihar, sanâyileşmiş ülkelerde en sık rastlanan on
ölüm sebebi arasına girmiştir. Hattâ genç erkeklerde en sık ölüm
sebebidir.
İntihar olayları ile yaş arasında doğru orantılı bir ilişki
gözlenmektedir. Yaş ilerledikçe intihara daha sık rastlanır.
İntihar olayı erkeklerde daha çok vukû bulmaktadır. İntiharın
zamanla da ilişkisi vardır. Gece yarısından sonra ve sabaha karşı
daha sık olduğu gibi yaz ve ilkbahar mevsiminde daha
fazladır.
İntiharın sıklığı inanç ve toplum yapısına göre de büyük
farklılıklar gösterir. Müslümanlarda çok az rastlanır. Çünküİslâm
dîninde intihar etmek, adam öldürmekten daha büyük günahtır. Fakir
ve menfî halli bölgelerde beklenenin aksine daha az, düzensiz hayat
yaşayan yalnız kişilerde ise çok sıktır. Bu konuda en büyük rolü
kişinin cemiyetten tecridinin (sosyal
izolasyonun) oynadığı sanılır. Zîrâ dul
ve bekârlarda intihar, evlilerden daha fazladır. Fakirlikle intihar
arasında bir ilişki kurulamamıştır. Aksine toplumun üst sınıflar
denilen kesimlerinde intihara daha sık rastlanmaktadır.
İntihar şekli olarak ilâç alma, kendini vurma, asma, bıçaklama,
denize atma gibi teşebbüsler en sık kullanılanlardır. Ancak,
bunların oranı, cinsiyete, topluma, zamâna göre
değişmektedir.
İntihar vak’alarının yarısı depresyon (rûhî çöküntü)lü hastalarda
görülür. Alkoliklerde de intihar olayları çok sıktır. Toplumun
normal kesimine oranla alkoliklerde intihar oranı elli kat daha
fazladır. Alkoliklerden intihar ederek ölenlerin oranı, alkolün
diğer zararlarından ölenlerden daha fazladır. İntihar vak’alarının
sâdece% 10 kadarında psikiyatrik bir bozukluk söz konusu
değildir.
Depresyonla birlikte bulunan suçluluk, ümitsizlik duyguları da
önemlidir. Ama yararsızlık, istenilmeme ve insanın hayâtı uğrunda
yaşanmaya değer bir gayenin olmaması çok daha mühimdir. Bu görüşü,
yaşlılarda ve yalnız yaşayanlarda intihar oranının yüksek, genç
evli kadınlarda (rûhî çöküntünün sık olmasına rağmen) intihar
oranının düşük olmasını destekler.
İntiharların önlenmesi için yüksek intihar riski taşıyan gruplara
yönelmeli ve risk durumunu değerlendirmede içki kullanma
alışkanlığı, yalnız yaşama, cinsiyet ve yaş gözönünde
bulundurulmalıdır. Kişilerin dînî inançlarının güçlenmesine dönük
çalışmalar yapmak, insanın yaratılış maksadını iyi anlatarak onları
sebepsiz yaşadıkları hissinden kurtarmak birçok intiharı
önleyecektir.
Toplumda intihardan söz edenlerin intihar etmeyeceği şeklinde
yanlış bir inanç vardır. Her intihar eden önceden çevresine durumu
sezdirmeyebilir. Bunun gibi söyleyenlerin intihar edene kadar
bıkkınlık getirecek kadar çok söyledikleri, fakat çoğu kere
söylediklerinin önemsenmediği acı bir gerçektir.
İntihara teşebbüs durumu intihardan on defâ daha fazla görülür. Bu
kişilerde ilâç alarak intihara teşebbüs daha belirgin olup, tabanca
ve bıçak gibilerini ciddî olarak kullanmayıp gösteri için
kullanırlar. Birkaç ufak çizik ve sıyrık bu gibi intihar
teşebbüslerinde en sık görülen hâldir. Bunlarda ölüm tehlikesi
azdır. Bu gibi kişiler ya az ilaç alır veya olaydan sonra hemen
bulunabilecek bir durumda teşebbüsü uygularlar. Sebebi saklarlar
veya âni bir his ile teşebbüs ettiklerini ve sebebini
bilmediklerini söylerler. Çoğu kere ya çok acı çektiklerini
göstermek için veya hayatlarında önem taşıyan bir kişiyi etkilemek
için intihar girişiminde bulunurlar. İntihara teşebbüs edenlerin
mutlaka bir psikiyatrist tarafından görülmesi ve dinlenmesi îcâb
eder.
Bugüne kadar intiharı önleme tedbirleri başarıya ulaşmış değildir.
Rûhî çöküntünün tedâvîsi de intihar oranında belli bir azalma
sağlayamamıştır. Hattâ şiddetli depresyon sırasında intihar
etmeyenlerin bâzıları biraz iyileşince intihar
etmektedirler.
İnsanın kendi hayâtına kasdetme işi akla gelebilecek hattâ bâzan
akıl almayacak her türlü yolla olabilmektedir.
Bir tâze intihar olayı karşısında şu muâmele yapılmalıdır: Kişi
kendini asmışsa, hemen alttan vücudu destekleyip, ipi kesmeli ve
bir ambulans çağırmalı, gecikmeden hastahâneye
götürülmelidir.
Aşırı alkol alarak ve ilâçla intihara teşebbüs ettiyse âcil hastâne
tedâvisi hayat kurtarıcıdır. Olay ciddî ise hemen doktor ve
berâberinde bir ambulans çağırmalıdır. Bu arada içtiği ilâç ve
alkolün miktarı ve cinsi de yaklaşık olarak kaydedilip doktora
bildirilmelidir.
Türk Cezâ Kânunu’nda intihar suç sayılmamıştır. Ancak intihara ikna
ve yardım suçtur. İntihara yardım ve iknânın suç olabilmesi için,
intihar edenin ölmüş olması gerekir. Bu konudaki TCK’nun 454.
maddesi “Birini intihara iknâ ve buna yardım eden kimse, müntehirin
vefâtı vukû bulduğu takdirde üç seneden on seneye kadar ağır hapis
cezâsına mahkûm olur.” der.
(Bkz. Zehirlenme)
Alm.
Strick (m), Seil (n); Faden (m),
Fr.
Corde (f), cordeau (m); fil (m),
İng.
Rope, cord; thread.Keten, kenevir, pamuk, yün, kıl ve
ipekten tabiî, birleşiklerden sun’î olarak hazırlanan türlü
vasıflarda yapılan dikiş ve dokuma sanâyiinde kullanılan tel
hâlinde madde. Eğirme, bükme, örme, çekme ve îmâl etme sûretiyle ip
yapılır. Günlük hayatta, dokuma-tekstil sanâyiinde, tıp, biyoloji,
denizcilik ve çeşitli dallarda ip-iplik deyimi kullanılır.
İnsanlığın başlangıcından beri ip bilinmektedir. İlk insan, ilk
peygamber olan hazret-i Âdem devrinde iplik yapılıp, kullanılırdı.
Kumaş, ev eşyası, ihtiyâç malzemeleri dokunup, zamanla sanâyi
hâlini aldı.
İp, halat, kınnap, sicim, bitki lifleriyle hayvanların yün ve
kıllarını eğirme, bükme, örme; önceleri elde ve çıkrıkta yapılırdı,
bilâhare sanâyinin gelişmesiyle fabrikalarda işlenmeye başlandı.
Günümüzde her türlü ip ham maddesi iplik hâline getirilmek için
tezgahve fabrikalarda farklı vasıflarda
işlenip, cinslerine göre ayrılmaktadır.
İp ve iplik yapımı için fabrikalara hammadde olarak getirilen bitki
telleri hallaç pamuğu gibi tabakalar hâlinde toplanır. Toplanan
tabakalar üzerine yağ dökülünce makinalarla taranır. Bu taranan
teller hava almayacak şekilde
tezgahlaraverilir. Burada karışık olarak
verilen tellerden daha düzgün tel şeritler elde edilir. Bundan
sonra tel şeritler demetler hâlinde üst üste konur. Diğer
makinalarda bir kat bükülüp bobinlere sarıldıktan sonra bütün
işlemler bitmiş, satışa hazır hâle gelmiştir.
Sicim, urgan, halat gibi kalın ipler; iplik hâline getirilmiş ince
tellerin bir araya getirilerek istenilen kalınlığa göre
bükülmesiyle yapılır. Yalnız bu büküm işlemi yapılırken büküm yönü
daimâ bir önceki büküm yönüne ters yönde gelecek şekilde
yapılır.
Halatlar, urganlar, ipler dış etkilere dayanması için (rutûbetsiz)
çeşitli kimyâsal maddelere batırılır.
Kalın ipler denizcilikte, makaralarda ve çıkrıklarda, sicimler ise,
çeşitli ihtiyaçlarda kullanılır.
Alm.
Seide,
Fr.
Soie,
İng.
Silk.
İpekböceği tırtılının salgıladığı bir
madde.Bu madde havayla temas edince katılaşmaktadır. Buna
ipek teli denir.
İpekböceği yumurtaları kış boyunca 10°C sıcaklıkta, kuru ve havadar
bir yerde muhâfaza edilir. İlkbahar gelince, sıcaklığı kademeli
olarak 23°C’ye çıkarılan bir odaya yerleştirilirler. İpekböceği
larvası 10 gün içinde yumurtadan çıkar. Bundan sonraki 25-35 günlük
larva döneminde 4 defâ deri değiştirir. Her deri değiştirirken 24
saatlik uykuya yatar. Dut yaprakları ile beslenen ipekböcekleri,
deri değiştirmelerini tamamladıktan sonra artık bir şey yemezler ve
koza örerler. Koza üç günde örülür. Bu günlerde sıcaklık 24°C,
nisbî nem % 65 civârında olmalıdır. Hava da temiz olmalıdır. Örülen
kozalar, kalite, büyüklük ve renklerine göre
sınıflandırılırlar.
İpekböceği tırtılı, kozasını ördükten sonra krizalit hâline gelir.
13-20 günlük bu devre içinde, iki defâ daha deri değiştirip
kelebeğe dönüşür ve salgıladığı bir madde ile kozanın bir ucunu
yumuşatıp delerek dışarı çıkar. Çıkan kelebekler yumurta
bırakırlar. Kozaların delinerek arızalanması istenmediği için koza
içindeki krizalit, kelebek hâline gelmeden, güneş ışığı, fırın, su
buharı veya kuru sıcak hava ile öldürülmektedir.
500-600 adet koza bir kilo gelir. Yaklaşık olarak 10 kg kozadan bir
kilogram ipek elde edilir.
Kozalar, filatür fabrikalarında, kaynama noktasına yakın
sıcaklıktaki su kazanları içine konur. Bu kozalardan birkaç ipek
teli bir arada çekilerek çıkrıklara sarılır. Böylece ham ipek elde
edilir. Kaliteli bir kozadan 365-730 metre ipek teli
çekilebilmektedir.
İmâlatta kullanılan ipek üç çeşittir: 1
)Birçok ipek tellerinin
birleştirilmesiyle elde edilen ipek ipliği. 2) İpek ipliğinin
bükülmesi ve bunların da birleştirilmesiyle elde edilen bükülmüş
ipek. 3) Çok hafif şekilde bükülmüş ibrişim.
İpek ve ipekçilik eskiden beri doğuda yaygın olarak bilinmektedir.
Avrupa’da ise ipek, asırlar boyunca, ağaçta yetişen veya ağaç
kabuklarının içinden elde edilen bir madde olarak biliniyordu.
Osmanlılarda ipekli dokumacılık 16. asırda en parlak devrini
yaşamıştır. Başta Bursa olmak üzere
İstanbul,Edirne, Denizli, İzmir ve Konya
gibi şehirlerde ipekli dokumacılık gelişmişti. Bugün de yurdumuzda
Bursa, ipekçiliğin merkezidir.
Dünyâda ise en çok koza yetiştirilen memleketler Japonya, Çin ve
İtalya’dır.
Alm.
Die Seidenstrasse,
Fr.
La route (f) à soie,
İng.
The silk-road.Çin’i, Asya üzerinden Anadolu ve Avrupa’ya
bağlayan târihî kervan yolu. En çok taşınan ticâret eşyâsı ipek
olduğu için, bu yola İpek Yolu adı verilmiştir. İpek Yolu mîlâttan
önce kullanılmaya başlandı. İpek Yolu esas itibâriyle Antakya’dan
başlayarak İran ve Afganistan’ın kuzeyinden geçerek Pamir Ovasına
kadar varırdı. Burada Taş Kule denilen yerde batıdan gelen ticârî
mallar, doğunun mallarıyla değiştirilirdi.
İpek Yolunun bir kolu Baktriyo yolundan Hindistan’a gider, başka
bir kol da Batı Türkistan’ın güneyinden geçerdi. Doğu Türkistan’a
Taklamakan Çölünün güneyinden veya kuzeyinden geçilirdi. Bundan
sonra iki yol tekrar birleşerek Doyang bölgesine uzanırdı.
İpek Yolu kültür târihinde de önemli bir rol oynamıştır. Bu yol ile
felsefeler, daha ziyâde sanat, ahlâk, örf ve âdetler mübâdele
edilmiştir (değiştirilmiştir).
Batıya pusula, kâğıt gidince Avrupa’nın deniz gücü gelişti.
Hıristiyan âleminin doğudaki son temsilcisi Bizans da 1453’te
Türkler tarafından fethedilince târihî İpek Yolu önemini kaybetti.
Avrupa devletlerinin gemileri ticâreti devam ettirebilmek için Ümit
Burnunu dolaşarak, Hindistan’a ve Çin’e gelmeye başladılar. Kânûnî
Sultan Süleymân, körleşmeye yer tutan İpek Yolunun canlandırılması
için bâzı teşebbüslerde bulundu. Avrupa ticâretini Anadolu’ya
çekmek için Fransızlara bâzı haklar verdi. Bunları vermekle
Fransa’yı Avrupa devletlerinden ayırmayı, Hıristiyan bir devleti
himâyesi altında tutmayı ve ticâreti canlandırmayı
düşünmüştü.
Gemilerin gelişmesi, Anadolu ve diğer yerlerde zaman zaman devam
eden asayişsizlik İpek Yolunun işlememesine sebeb oldu. Zamanla
önemini tamâmen kaybetti.
Alm.
Seidenspinner (m), Seidenraupe (f),
Fr.
Ver à soi (m),
İng.
Silk-moth.
Familyası:
İpekböceğigiller (Bombycidae).
Yaşadığı yerler:
Evcil olarak evlerde dut yaprakları üstünde beslenir.
Özellikleri:
Bir çeşit gece kelebeği.Tırtılı ipek kozasını yapar ve
dut yaprağı yer. Bir koza 800 metre uzunluğa varan bir tek ipek
telinden örülür.
Ömrü:
İki ay kadar.
Çeşitleri:
Tek evcil türdür.
Böcekler sınıfının pulkanatlılar takımından ipekböceği kelebeğinin
tırtılı. Bu kelebeğin tırtılı ipek kozası yapar ve dut yaprağı yer.
Kelebekler açık krem renginde tombul vücutlu ve yumuşak tüylüdür.
Evcil olarak beslene beslene kelebek uçamaz hâle gelmiştir.
Bir dişi 200-300 yumurta yumurtlar. Yumurtaları Bursa İpekböceği
Fabrikasında satılır. Kutu içinde buzdolabında saklanabilir.
Sıcaklık arttıkça yumurtalar gelişmeye başlar. 8-10 gün zarfında
içlerinden 3 mm boyunda tırtıllar çıkar. Dut yaprağı yiyerek
beslenirler. Önce siyah ve tüylüdür. Sonra beyazlaşırlar. Tırtılın
vücudu 12 boğumdan ibârettir. Vücutların yanlarında hava delikleri
vardır. Son boğumlarda yürümeyi sağlayan 5 çift ayak, ön boğumlarda
ise tutunmaya yarayan 3 çift ayak bulunur. Çok obur olduklarından
çabuk gelişirler. Bir ay (25-35 gün) içinde dört defa deri
değiştirir ve 8-9 cm’ye ulaşarak koza örecek duruma gelirler. Bu
zaman zarfında 100 tırtıl 40 kg dut yaprağı tüketir. Tırtıllar
yemden kesilerek koza örmek için kendilerine uygun yer aramaya
başlarlar. Bu zamanlarda tırtılların üzerine dallar ve çalılar
konur. Pupa (koza içindeki devre) olmaya hazır tırtılların
ağızlarında bulunan boru biçimli iki salgı bezi faaliyete geçerek
ipek denen sıvı bir madde salgılamaya başlar. Protein yapılı bu
sıvı havayla temas ettiğinde ince tel hâlinde sertleşir.
Tırtıl 3 gün içinde, dıştan içe doğru ipekten bir koza örerek pupa
dönemine geçer. Koza içindeki bu tırtıllara krizalit denir. Koza
içinde de iki defa deri değiştirerek 18-20 gün içinde krizalitler
kelebeğe dönüşür. Kozayı delerek dışarı çıkarlar. Dişi kelebekler
salgıladıkları bir maddeyle erkekleri kendilerine çekerler.
Döllenmedenhemen sonra yumurtlamaya
başlarlar. Besin emme hortumları körelmiş olduğundan birşey
yemezler. 3-4 gün sonra ölürler. İpekböceği yetiştiricileri
kelebekler meydana gelmeden kozaları toplayarak güneş altında veya
75°C’lik sıcaklıkta pupa içindeki krizalitleri öldürürler. Yalnız
dînimiz kelebeklerin güneş altında öldürülmelerine izin verdiği
halde, ateşte ısıtarak, kaynar suya koyarak öldürmeyi uygun bulmaz,
izin vermez. Bu kozalar daha sonra yumuşatılarak koza ipliğinin
başlangıcı aranır. Bir kozadan 800 metre, bâzan da bir kilometreden
uzun ipek tel iplik çözülür. Yarım kg ipek için yaklaşık olarak
2500-3000 koza gereklidir. Tohumluğa bırakılan kelebeklerin deldiği
kozalar makbul değildir.
Avrupa’da ipekböceklerinden yılda bir nesil alındığı halde, doğu
memleketlerinde 6
dölalınabilmektedir. İpekböceğinin
anavatanı Çin’dir. Diğer memleketlere buradan geçmiştir. İpekböceği
çok faydalı bir böcek olup, birçok insanın önemli bir gelir
kaynağıdır. En çok Japonya’da yetiştirilir. Türkiye’de Bursa başta
olmak üzere Trakya ve Anadolu’nun birçok şehir ve kasabalarında
ipekböcekçiliği yapılır. En büyük sun’î iplik fabrikalarının
çeşitli modern makinalarla yaptığı ipeğin randımanı, küçük bir
ipekböceğinin yaptığı ipek randımanının çok altındadır.
Alm.
Hiypothek (f),
Fr.
Hypothèque (f),
İng.
Mortgage.Rehin hukûkuna âit bir terim. Rehin vermek, bir
sebepten dolayı bir şeyi hapsetmek, alıkoymak demektir. İpotek;
arsa, binâ gibi gayrimenkul (taşınmaz) bir malın, doğmuş veya
ileride doğabilecek bir borca karşılık, alacağın teminât altına
alınabilmesi için tapuya şerh edilmesi sûretiyle, bir sözleşme
sonucu ortaya çıkan gayrimenkul mal rehinidir. İpotek, aynî bir
haktır. Borca karşılık teminât olarak gösterilen gayrimenkulün,
borçluya âit olması şart değildir. Mal sâhibinin ipotek edilen
gayrimenkul üzerinde zilyetliği (elde bulundurma ve faydalanma
hakkı) devâm eder.
İpotek, tarafların serbest irâdesiyle yaptıkları sözleşmenin tapu
siciline kaydedilmesiyle resmî bir nitelik taşır. Alacaklıya
verilen bir “ipotek belgesi” düzenlenir.
Medeni Kânun’
unun 807. maddesinde adı geçen kimseler kânundan doğan bir hak
sebebiyle, borçlunun
gayri menkulüüzerinde ipotek tescili
istiyebilirler.
Borcun ödenmesi, takası veya ibrâsı yollarından birisi ile ipotek
sona erer. Ayrıca borcu ödeyenin, tapudaki ipotek kaydının
silinmesini yazılı olarak istemesi de şarttır.
İslâm hukûkunda:
Rehin ve ipotek hükümleri,
Mecelle’
nin 701-761. maddelerinde düzenlenmiştir. Rehin veya ipotek,
ödenecek mal karşılığı olarak, bir malı, alacaklıda veya başka âdil
(güvenilen) bir kimsede emânet bırakmaktır. İpotek, menkul
(taşınır) ve
gayri menkulmal üzerinde kurulabilir.
İslâm dîni, ipotek edilen maldan, alacaklının faydalanmasını şart
ederek ödünç verilmesini fâiz kabul etmiştir.
Alm.
Wille (m),
Fr.
Volonté (f),
İng.
Will.İstemek, dilemek bir şeyi yapmaya karar verip azimli
olmak. Lügatte; “dilemek, bir şey üzerinde karar kılarak, onu
yapmaya azmetmek” mânâsınadır. İrâde, Allahü teâlânın sıfatlarından
biridir. İnsan da irâde sâhibidir. Allahü teâlânın irâdesine,
“irâde-i külliyye” insanların irâdesine “irâde-i cüz’iyye”
denir.
Allahü teâlâ her dilediğini yapandır. Tam ve mükemmel irâde
sâhibidir. Bu kâinâtı ezelî irâdesine uygun olarak yaratmıştır.
Kur’ân-ı kerîm
de Burûc sûresi 16. âyetinde meâlen;
“O
(Allah)
dilediği şeyi yapandır.”
buyruldu. Kâinâtta olmuş ve olacak ne varsa hepsi Allah’ın
dilemesi, irâde etmesi ile olmuş ve olacaktır. O’nun dilediği
mutlaka olur. Dilemediği ise hiç olmaz.
Nitekim,Âl-i İmrân sûresi 47. âyet-i
kerîmesinde meâlen;
“Allah dilediğini yaratır. Bir işin
olmasına hükmederse
(dilerse)
ona«Ol!» der, o da oluverir.”
buyruldu. Bir hadîs-i şerîfte de;
“Allah’ın dilediği oldu, dilemediği
olmadı.”
buyrulmaktadır. İnsanların beğendiği işleri, isteyerek
yaptıkları şeyler, insanın kesbi ile (kazanması ile), Allahü
teâlânın yaratmasından meydana gelmektedir. Allahü teâlâ, kullarına
merhâmet ederek, işlerinin yaratılmasını, kendi arzularına tâbi
kılmıştır. Kul isteyince, kulun işini dilerse yaratmaktadır. Bu
yüzden kul, mesul olur. İşin sevâbı ve cezâsı kula âittir. Allahü
teâlânın kullarına verdiği kasdetmek ve ihtiyar etmek, bir işi
yapıp yapmamakta denktir. Allahü teâlâ kullarına, emirlerini ve
yasaklarını yerine getirecek kadar kudret (enerji) ve seçmek
vermiştir. Allahü teâlâ insanlara yapamayacakları bir şeyi
emretmemiştir. Hep kolayı emretmiştir. Kur’ân-ı kerîmde meâlen;
“Allahü teâlâ sizin için kolaylıkları
ister, zorlukları istemez.”
(Bakara sûresi: 185) buyruldu. Allahü teâlâ kul irâde etmeden
yaratırsa da ihtiyârî olan işleri yaratmaya, kulların irâdelerini
sebeb kılmıştır. Kul, bir iş yapmayı irâde edince, Allahü teâlâ da,
irâde ederse, o işi yaratır. Kul irâde etmezse, ihtiyârî olan, o
işi yaratmaz. Şu hâlde, kul irâde-i cüz’iyyesini ibâdete sarf
ederse, Allahü teâlâ ibâdeti yaratır. Eğer günâhlara sarf ederse,
günâhları yaratır. O zaman kul, dünyâda sıkıntı çeker, âhirette
azâb görür.
Allahü teâlâ kullarına; kuvvet, kudret ve irâde vermiştir.
İstediklerini işlerler. İnsanlar işlerini kendileri yapıyor. Allahü
teâlâ da yaratıyor. Bundan dolayı da yaptıklarından sorumlu olup,
iyi şeyleri için mükâfât, kötü şeyler için de cezâyı hak
ediyorlar.
Osmanlı Devletinde özel veya resmî bir iş hakkında verilen pâdişah
emri. Önceleri sadrâzamların arzları üzerine, yâni telhis ve
takrirlerin üst kenarlarına yazılan pâdişah mütâlaalarına hatt-ı
hümâyûn denilirdi. 1839’dan îtibâren ise pâdişâh emirlerine “irâde,
irâde-i şâhâne” veya “irâde-i seniyye” denilmeye başlandı.
Hatt-ı Hümâyûnda, konu ile ilgili belge, ekleriyle birlikte
pâdişâha sunuluyordu. Pâdişah da konu hakkında karârını bizzat
kendi el yazısıyla belgenin üst tarafına yazıyordu. İrâdelerde ise
arz tezkiresi adı verilen telhisler, pâdişâha değil “serkâtib-i
şehriyâri” denilen başkâtibe yazılmaya başlandı. Pâdişahın
kendisine okunan arz tezkirelerinde belirtilen konu hakkındaki
kararı serkâtib tarafından aynı tezkirenin sol alt köşesine yan
olarak yazıldıktan sonra yine sadrâzama iâde edilirdi.
İrâdeler, sadrâzamlardan başka diğer nâzırlara da tebliğ olunurdu.
Ayrıca 1908’e kadar diğer nâzırlar da resmî veya husûsî meselelerde
arzlarda bulunur ve irâde-i seniyye alabilirdi. Fakat 1908’den
sonra sâdece sadrâzamlara münhasır kaldı. Bu dönemde pâdişâhlar,
nâzırlar heyetinin kararlarını imzâlamakla iktifâ ettiler.
DEVLETİN ADI
İran İslâm Cumhûriyeti
BAŞŞEHRİ
Tahran
NÜFÛSU
59.570.000
YÜZÖLÇÜMÜ
1.648.000 km2
RESMÎ DİLİ
Farsça
DÎNİ
İslâmiyet (Şiî)
PARA BİRİMİ
Riyâl
Asya’nın batısında yer alan bir devlet. Kuzeyinde Sovyetler Birliği
ve Hazar Denizi, doğusunda Afganistan ve Pakistan, batısında
Türkiye ve Irak, güneyinde Basra ve Umman körfezleri
bulunur.
Târihi
M.Ö. 3000 yıllarından beri İran biliniyordu. Bilinen en eski
imparatorluk Elamlıların M.Ö. 1100-600 yıllarında kurdukları
imparatorluktur. Elamlıların yerine Medlerin kurmuş oldukları
imparatorluğu Persli Keyhüsrev M.Ö. 550 yılında yıkmış ve
Anadolu’nun büyük bir bölümü dâhil olmak üzere egemenliği altına
almıştır.
İskender komutasındaki Yunanlılar M.Ö. 330 yıllarında bütün İran
topraklarını ele geçirdiler. Bundan sonra İran topraklarında
Parthların ve Sâsânîlerin egemenliği devâm etmiştir.
Sâsânîlerin çöküşü İslâm ordularının İran’ı ele geçirmeleriyle
olmuştur. Hazret-i Ömer devrinde İran üzerine birçok seferler
düzenlenmiştir. Akın akın İran içlerine giren İslâm orduları,
Âzerbaycan, Taberistan, Cürcân, Rey, Kumîs, Karvin, Zencân,
Hemedân, İsfahan ve Horasan’ı fethettiler. Hazret-i Ömer’in
ölümünden sonra İran’da bâzı karışıklıklar meydana geldi. Hazret-i
Osman bunun üzerine askerî birlik göndererek isyânları bastırdı ve
elebaşılarını cezâlandırdı. Böylelikle İslâm hâkimiyeti, İran’da
devamlı sağlanmış oldu.
Hicrî sesekizinci asrın başında Safiyyüddîn Erdebîlî hazretlerinin
soyundan gelenler İran’da Sünnî bir tarîkat kurdular. Onun adına
nisbetle bu tarîkata Safeviyye adı verildi. Osmanlı sultanları,
İslâmiyete hizmet eden bu tarîkat mensuplarına pekçok ihsânlarda
bulundular. Ancak Hoca Ali’den îtibâren bu yolun mensupları
arasında Eshâb-ı kirâm düşmanlığı yayılmaya başladı. Daha sonra
tarîkatın başına geçen Şeyh İbrâhim, aşırı Şiî görüşlerini
benimsedi. Bundan sonra tarîkatin başına Şeyh Haydar geçti. Şeyh
Haydar’ın ölümünden sonra oğlu Şah İsmâil taç giydi. Şah İsmâil,
velînîmeti olan Akkoyunlular Devletini yıkarak, İran’da Safevî
Hânedânını kurdu. Bunun zamânında Şiîlik, devletin resmi dîni oldu.
Bu dönemde sülâlenin en büyük meselelerini Osmanlılarla savaşmak
teşkil etti. 1514 yılında Çaldıran’da Osmanlı Sultanı Yavuz Sultan
Selim, Şah İsmâil’i ağır bir hezîmete uğrattı ve Tebrizi fethetti
(Bkz. ÇaldıranMuhârebesi). Şah İsmâil’in ölümünden sonra tahta
geçen oğlu Tahmasb zamânında İran bütünüyle Osmanlıların eline
geçti.
Safevî Sülâlesinin çöküşü Şah İkinciAbbâs’ın hükümdar olduğu döneme
rastlar. Yıkılışın ilk belirtisi Kandehar’daki Afganlı Mir Veys’in
1709 yılında isyân ederek başarı sağlaması oldu. Bundan sonra
Afganlılar sık sık İran üzerine askerî seferler düzenlediler. Fakat
hiçbir zaman İran’a tamâmen sâhip olamadılar. 1729’da Safevîler
yeniden yönetimi ele geçirdiler. Fakat bu sefer de Rus Çarı Deli
Petro öteden beri gerekli ticâret yollarını açabilmek için İran’a
göz dikmiş durumdaydı. Osmanlılar da İran’ın Rusların eline
geçmemesi için İran üzerine bir sefer düzenledi. Osmanlılarla
Ruslar arasında bir savaş tehlikesi belirdi, ama sanıldığı gibi
olmayarak iki devlet anlaşarak, İran’ı aralarında pay ettiler. Bu
anlaşma uzun sürmedi. Tahmasb kuzeydoğu İran’da bir ordu toplamaya
çalışıyordu. Çar Petro, tahtın Safevî Sülâlesine geçmesini uygun
karşılayacağını açıklamıştı. Ama bütün bunlar Safevî Sülâlesinin
tahtı ele geçirmesine yetmedi. Nâdir Şah ile birlikte İran üzerinde
Afşar soyunun egemenliği başlamaktadır. Ancak bu da uzun sürmedi.
Nâdir Şah’ın öldürülmesinden sonra bir iktidar boşluğu meydana
gelmiş ve bundan sonra üç ayrı rakip taht için ortaya çıkmıştır.
Bunlar: Zendler, Afganlılar ve Kaçarlardır. Bunlardan Zendlerin
yönetimi 40 seneye varmayacak derecede kısa bir zaman diliminde
oldu. Bundan sonra ülke yönetimi 1925 yılına kadar Kaçarların
elinde kaldı.
1925-1979 yılları arasındaki dönem ise Pehlevî sülâlesinin İran
tahtında bulunduğu dönemdir. Pehlevî sülâlesinin İran tahtında
bulunduğu süre içinde geçen en buhranlı dönem İkinci Dünyâ Savaşı
yıllarıdır. 1938 yıllarından sonra İran’da Alman tesiri şiddetli
bir şekilde kendisini hissettirmeye başlamış, bunun netîcesinde
İran’da pekçok Nazi-Almanyasının teknisyenlerinin bulunması, başta
İngiltere olmak üzere müttefik devletleri tedirgin etmiştir.
Bununla başlayan gerginlik, 1952 senesinde İran’ın İngiltere ile
diplomatik ilişkilerini kesmesine kadar ilerledi. İran
başbakanlarından Musaddık’ın yönetimin başında bulunduğu dönemlerde
İran Komünist Partisi olan Tudeh’e büyük tâvizler vermesi ve
bunları batıya karşı koz olarak kullanmaya çalışması, memlekette
huzursuzluklar meydana gelmesine sebep oldu. Bunun üzerine Şah,
Musaddık’ı başbakanlıktan azlederek yerine General Zâhid’i tâyin
etti.
1963 yılında Şah “Beyaz Devrim” adı altında ülkede büyük çapta
ekonomik ve sosyal reformlar yapmıştır. Her geçen gün artan petrol
gelirleri ve özellikle ülke savunması için yapılan büyük
harcamalar, İran’ı Ortadoğu’da özellikle askerî bakımdan söz sâhibi
ülkeler arasına getirmeye başlamıştı. Bu zamanda Fransa’da sürgünde
bulunan İranlı Şiî lider Humeyni, ülkede Şiî inancının
hâkimiyetinden istifâde ederek, çoğunlukta olan Şiîleri etrâfında
topladı. İçten ve dıştan yapılan pekçok mücâdeleler netîcesinde
Humeyni İran’a hâkim oldu. Şah âilesi İran’ı terketti ve memleket
Şiî inancı ile idâre edilmeye başlandı. 1979 yılında İran İslâm
Cumhûriyeti adını alan ülkede binlerce Şiî inancında olmayan
İranlı, devlet aleyhtarlığı ile suçlanarak sorgusuz sualsiz kurşuna
dizildi.
Humeyni idâresindeki İran, Irak ile 22 Eylül 1980’de harbe başlamış
ve bu harpte yüzbinlerce İranlı ölmüştür. 20 Ağustos 1988’de
Ateşkes îlânı ile savaş durdu. Âyetullah Humeyni’nin 1989’da ölmesi
üzerine aynı yılın Ağustos ayında yerine cumhurbaşkanı Ali Hameney,
Hameney’in yerine de meclis başkanı Hâşimî Rafsancani Cumhurbaşkanı
seçildi. Saddam Hüseyin’in Kuveyt’i işgal etmesi üzerine, İran’ın
barış şartlarını eksiksiz kabul ettiğini açıkladı. Böylece l980’da
başlayan savaş 1990’da barış anlaşması ile neticelendi ve iki ülke
arasında diplomatik ilişki yeniden kuruldu.
Fizikî Yapı
İran’ın büyük bir bölümü yüksek ovalar ve geniş çöllerden meydana
gelir. Ülkenin yüksek bir ovadan meydana gelen bölümü kuzeyde
Elbruz Dağları, güneybatıda ise Zağros Dağları ile sınırlıdır. Bu
ovanın merkezi iki büyük çölle kaplıdır. Deşt-i Kebir (Tuz çölü) ve
Deşt-i Lût (Kum çölü) tam bir çöldür. Yağışlı mevsimlerde dağlardan
gelen seller tuzları getirerek Dest-i Kebîr’e bırakırlar, mevsim
kuraklaşınca çölün yüzeyinde bir tuz tabakası meydana gelir.
İran topraklarının büyük bir kısmı deniz seviyesinden 1000 m’den
daha yüksektir. Kuzeyde 3000 m’yi geçen Kuzey İran Sıradağları
bulunur. İran’ın bu bölümünde Hazar Denizini İran’ın iç
bölgesindeki yaylalardan ayıran Elbruz Dağları 4000 m yüksekliğe
kadar ulaşır. Doğuya doğru bu dağlık alan alçalır ve daralır.
Elbruz Sıradağlarının batısında ise içinde, Rezâiye Gölü ve
havzasının bulunduğu Âzerbaycan dağlık bölgesi uzanır. Rezâiye
Gölünün hemen doğusunda Tebriz Ovası yer alır. Rezâiye Gölünün en
derin yeri 14 m, yüzölçümü ise 5000 km2dir. İran’ın güneyini
çevreleyen sıradağlar, Güney İran Dağları adı altında toplanır.
İran’da ayrıca birçok volkanik dağlar vardır. Büyük Kevir,
yeryüzünün dibi en düz olan en geniş çöllerinden biridir. Kuzistan
Ovası, Mezopotamyanın bir uzantısıdır. İran, büyük ırmakları
bulunmayan bir ülkedir. Az olan akarsularından Karun, Akçay ve
Karaçay başlıcalarıdır.
İklim bakımından İran, birbirinden çok farklı bölgelerin bulunduğu
bir ülkedir. Hazar Denizine bakan kısımlar çok nemli ve dâimâ
yağışlıdır. Bu bölge dışındaki bütün İran toprakları astropikal
kurak bölge içindedir.
Hazar Denizinin kuzey kenarlarını çeviren Elbruz Dağlarının kuzeye
bakan yamaçları senede ortalama 1000-1500 mm ile bol yağış
aldığından zengin ormanlarla kaplıdır. Bu dağların eteklerinde
sıralanmış bulunan dar kıyı ovaları çok nemlidir. Güneyde iklim
daha ılımandır
ama,genelde belirgin bir sıcak söz
konusudur. İsfahan yılda ancak 120 mm yağış alır. Yağmurlar genel
olarak kış sonunda ve yaz ayları başlarında yağar. Denizden yüksek
dağlarla ayrılan iç ovalar yaz süresinde Akdenizde görülen hava
basıncı düşüklüklerinden etkilenmezler. Burada iklim yazları çok
sıcak, kışları ise çok soğuktur.
Tabiî Kaynaklar
Bitki örtüsü ve hayvanlar:
İran’ın dağlık yerleri ormanlarla kaplıdır. Hazar Denizi kıyı
bölgesinde Karadeniz bitki topluluğunu andıran gür bir orman örtüsü
meydana gelmiştir. Bu kısımlarda ve yaylalarda yüksek bozkırlar
geniş yer tutar. İç bölgelerin çukur yerlerinde tuzlu bataklıklar
ile çöl bozkırları ve kum çölleri uzanır. Vâdiler boyunda ve
sulanabilen verimli topraklarda çeşitli kültür bitkileri
yetiştirilmektedir. Kurak bölgelerde bunlar birer vaha
görünüşündedir.
İran ormanlarında bugün az sayıda kaplan, leopar, kurt, ayı ve
tilki bulunmaktadır. Çöllerin çevresinde boş topraklarda ceylanlar
yaşar. Dağlık bölgelerde yaban keçileri ve çeşitli av
kuşlarına rastlanır.
Mâdenleri:
İran mâden bakımından zengindir. Kuzey ve batı bölgelerinde kömür,
Tahran-Semnan kuzeyi ile Yezd ve Keran arasında demir yatakları,
Damgan’da altın, Anarak’ta nikel yatakları vardır. Ayrıca boksit,
kurşun, antimon, kobalt, gümüş, kalay, bakır, kükürt ve tuz
mâdenleri bulunmaktadır. Horasan’ın Turhis adlı mavimsi yeşilimsi
mücevherleri ünlüdür.
İran’ın en büyük zenginliği petrol yataklarıdır. İran dünyâ
petrolünün % 6’sını sağlamaktadır.
Nüfus ve Sosyal Hayat
İran’ın nüfûsu 59.570.000 olup, km2ye 20 kişi düşmektedir. İran
nüfusunun % 20’si şehirlerde yaşar. Halkın çoğunluğu Farslardan
meydana gelir. Halkın % 60’ını Farslar, % 20’sini Türkler, % 10’unu
Araplar, % 8’ini diğerleri ve % 2’sini Kürtler meydana getirir.
İran’da 10 milyon civârında Âzerî Türkü bulunmaktadır. Halkın
yarıdan çoğu Şiîdir. Geri kalanın çoğunluğu Sünnî olup,
hakimiyetŞiîlerin elindedir. İran’da en
yaygın dil Farsçadır. Ama nüfusun yarısından fazlası Türkçe,
Arapça, Kürtçe, Beluçî ve Gılakî gibi çeşitli diller ve lehçeler
kullanır. Kız ve erkek çocuklar için eğitim mecburî olduğu halde,
uzak köylerde bu gerçekleştirilememektedir. Ülkede 10 üniversite
bulunmaktadır. Başlıca şehirleri Tahran, Tebriz, Isfahan, Abadan ve
Kum’dur.
Siyâsî Hayat
İran’da 1979 yılı başlarında, Humeyni’nin düzenlediği hareketle
Şehinşahlık düzenine son verilmiş ve bir İslâm Cumhuriyeti
kurulmuştur. İdarede tamâmen Şiîlerin hâkim olduğu İran’da yönetim;
meclis, bakanlar, başbakan ve cumhurbaşkanı ve velâyet-i fakîh
denilen on iki imâmın temsilcisi sayılan dînî lider tarafından
yürütülür. 1989’da yapılan anayasa değişikliği ile cumhurbaşkanının
konumu güçlendirildi.
Ekonomi
İran bir tarım ve hayvancılık ülkesidir. Siyâsî gelişmeler
ekonominin gerilemesine yolaçmış, millî gelirin düşmesine sebeb
olmuştur.
Tarım:
Nüfûsun büyük bir kısmı tarımla uğraşmaktadır. İran’ın yedide biri
ekilebilir ve tarıma elverişlidir. Tarım ürünleri arasında en çok
buğday ve arpa elde edilir. Meyve ve sebzenin yanında pirinç,
mercimek, nohut, şekerpancarı, soğan, pamuk, kavun, karpuz, dut ve
tütün yetiştirilmektedir. Kuzeydeki dar bir kıyı şeridinde sulamaya
ihtiyaç duyulmadan tarım yapılabilmekte, güneyde sulama kanalları
vâsıtasıyla hurma yetiştirilmektedir. Ülkenin güney ve
güneydoğusunda sulama işi önemli bir problemdir. Birçok bölgede
tarım eski usüllere dayanılarak yapılmaktadır. Bu yüzden tarımda
istenilen netice alınamamaktadır.
Hayvancılık:
İran ekonomisinde hayvancılık önemli yer tutar. En çok koyun
beslenir. Beslenen koyunların yünleri aranan ve çok değerli
cinstendir. Genellikle dağların yüksek otlaklı yerlerinde ve
yaylasında hayvancılık yapılır. Koyundan sonra en çok sığır
beslenir. Hazar Denizinde balıkçılık yapılmaktadır. Buradan mersin
balığı ve havyar elde edilir.
Endüstri:
Modern sanâyi İran’da çok az gelişmiştir. İşletmeye elverişli
yataklar bulunmasına rağmen az miktarda kömür, demir filizi,
kurşun, nikel, bakır çıkarılmaktadır. Eskiden beri İran’da önemli
yer tutmuş olan halıcılık, dokumacılık ve deri işlemeciliği
yanında, çeşitli endüstri kolları da gelişmeye başlamıştır. Dokuma,
çimento, şeker fabrikaları, dökümcülük ve kimyâ endüstri kolları
bunlardan bâzılarıdır. İran’ın en büyük zenginlik ve enerji kaynağı
petroldür. Petrol işleme tesisleri, rafineriler İran’ın gelişmekte
olan sanâyi tesislerinin başlıcalarıdır.
İran’da petrol yabancılar tarafından bulunmuş, onlar tarafından
işlenmiş, 1951 yılında millîleştirilmiştir. Çeşitli merkezlerde
çıkan petrol, dünyânın en büyük petrol rafinerilerinden olan Abadan
petrol rafinerisine borularla getirilmektedir.
Ticâret:
İran ithâlâttan çok ihrâcat yapan bir ülkedir. İhraç ettiği
ürünlerin başında petrol gelmektedir. Elde edilen petrolün %80’den
fazlasını satmaktadır. Diğer ihraç maddeleri pamuk, halı, meyve,
pirinç, yün ve deridir. İthal ettiği mallar arasında şeker,
makinalar, dokumalar, çelik, çay, motorlu taşıtlar
bulunmaktadır.
Ulaşım:
İran’da 12.000 kilometrelik karayolu ve 4.601 kilometrelik bir
demir yolu şebekesi bulunmaktadır.
Başlıca limanları Abadan, Hürremşah, Basra Körfezinde
bulunmaktadır. Hazar Denizinde ise, Benderşah ve Bender Pehlevî de
önemli limanları arasındadır. Tahran ve Abadan’da milletlerarası
havaalanları vardır.