İMPEDANS
Alm. Impedanz (f), Fr. Impèdance (f), İng. Impedance. Bir alternatif akım devresinin toplam direnci. Fizikte Z harfi ile gösterilir. İmpedans akıma karşı gösterilen zorluktur. Büyüdükçe akım azalır. Bir alternatif akım devresindeki efektif akım şiddeti Ie, efektif potansiyel farkı Ve ise bu devrenin Z impedansı:
Vc
Z = ¾¾¾’dir.
Ic
ŞEKİL VARRRRR!!!!!!!!!!!!!!!!!!!....... (1)
Direnç, self ve kapasitenin seri bağlı olduğu bir alternatif akım devresi:
Alternatif akım devresindeki birbirine serî olarak bağlı bulunan rezistansın direnci R, indüksiyon bobininin özindüksiyon katsayısı (selfi) L, kondansatörün kapasitesi (sığası) C ise, impedansın alacağı değer:
1
Z = √
R2
+ (ω
.L
−
¾¾¾
)2
dir.
ω
.
C
XL = wL = 2pfL (indüktif reaktans)
X Ω = 1/ (w.Ω)=1/(2 pf. Ω) (kapasitif reaktans)
X = XL - XC (reaktans)
w = 2pf (açısal frekans)
şeklinde sembolize edilecek olursa, impedans:
Z = √R2 + X2 = √ R2 + (XL – XC)2
şeklinde ifade edilebilir. Alternatif akımın frekansı f olduğuna göre bir indüktörün XL = wL reaktansı, hem indüktans ile hem de frekans ile orantılıdır. Şayet indüktörde herhangi bir demir parçası varsa indüktans sabit değildir. Xc = 1/(w Ω) kapasitif reaktansı hem sığa hem de frekansla ters orantılıdır.
Seri bir devrenin Z impedansı ile R, XL, Xc arasındaki münâsebeti, bu büyüklüklerin hepsini vektör olarak düşünmek sûretiyle grafik olarak göstermek mümkündür.
GRAFİK VARRRRRRRRRR!!!!!!!!!!..
R,L,C’nin seri bağlı olduğu devrede,
Vektör impedans diyagramı;
R direnci, x’ler ekseninin pozitif yönü boyunca alınmış bir vektör ile, XL ve XC reaktansları ise y’ler eksenin pozitif ve negatif yönleri boyunca alınmış vektörler vâsıtasıyla temsil edilir.
Z impedansı bu üç vektörün vektörel toplamı veya bileşkesidir. Şâyet XL<XC olursa, X negatiftir ve yönü aşağı doğru olur. XL = XC ise, devrenin direnci minimum değer alır. Bu durumda efektif akım, maximuma ulaşır ki, buna devrenin rezonans hâli denir.
Alm. (An) stoss (m); Antrieb (m), Fr. Impulsion (f), İng. Impulse. Bir kuvvetin, belirli süre içerisinde bir cisme uygulanması hâlinde, bu kuvvet ile etki süresinin çarpımına verilen isim. Buna kuvvet çarpması veya itme de denir.
Dinamiğin temel prensibine göre, m kütleli bir cisme belirli bir Dt süresinde, sâbit bir F kuvveti tatbik edildiğinde, cismin hızında Dv kadar değişme görülür ve cisim sabit bir a ivmesini kazanır. Bu durumda:
F = m.a’dır.
İvme, hızın birim zamandaki değişme miktarı olduğuna göre:
Dv
a = ¾¾ ‘dir
Dt
Şu hâlde:
Dv
F = m. ¾¾ F. Dt = m. Dv olur.
Dt
Burada (F. Dt)’ye impuls, (m. Dv)’ye ise momentum değişimi denilmektedir.
Bir cismin kütlesi ile hızının çarpımına o cismin momentumu denir. Momentum, P harfi ile gösterilir.
P = m.v’dir.
Momentum değişimi ise DP ile gösterilir.
DP= m. Dv’dir. Demek ki F. Dt = DP’dir. İmpuls birimleri:
C.G.S. sisteminde dyn.s
M.K.S. sisteminde newton.s
M.K. kuv S sisteminde ise kgf.s’dir.
Momentum birimleri ise:
C.G.S sisteminde gr.cm/s
M.K.S sisteminde kg.m/s
M.K. kuv sisteminde kgf.s’dir.
İmpuls birimleri kolayca momentum birimlerine çevrilebilir.
Burada 1 kgf = 9,81 newton, 1 newton = 100.000 dyn’dir. Momentum ve impuls, iş ve enerjiye benzemeyip, vektörel büyüklüklerdir. Hareket eden bir cismin momentum vektörü, hız vektörü ile aynı yön ve doğrultudadır.
Momentuma benzer şekilde bir eksene göre Açısal Momentum da târif edilebilir. Açısal momentum, momentumun gözönüne alınan eksene olan mesâfe ile vektörel çarpımına eşittir. Her ikisi de vektörel büyüklüktür. Bir cisme etkiyen dış kuvvet, momentumdaki değişme eşittir; etkiyet en dış moment ise açısal momentumdaki değişime eşittir.
İmpuls ve momentum kavramlarını bir kaç misâl üzerinde görmek konuyu daha anlaşılır hâle getirecektir: Bir çivi çekiçle tahtaya çakıldığında, çiviye vurmazdan biraz önce çekiç, hayli büyük bir momentuma sahiptir. Çiviye vurduktan sonra momentum sıfır olur ve aynı büyüklükte bir impuls hâsıl olur. Çekicin darbesi pek kısa sürdüğünden kuvvet pek büyüktür. O kadar ki, çivinin tahtanın direncini yenmesine kâfi gelir.
İnce bir ipe büyükçe m kütlesi asılmış ve buna aynı kalınlıkta ikinci bir ip bağlandığı düşünülüp, ayrıca büyüklüğü yavaş yavaş arttırmak üzere bir kuvvet tatbik edilirse, ipin üst kısmı alt kısmına göre daha fazla yüklenmiş olacağından (mg ağırlığı dolayısıyle) üst taraftaki ip önce kopar. Fakat alt uca çok kısa bir müddet ipin mukâvemetinden daha büyük bir kuvvet tatbik edilirse, alt ipin koptuğu görülür. Üst taraftaki ipin kopması için yeter derece uzaması gerekmektedir. Bu da ancak m kütlesinin aşağı doğru hareket etmesiyle mümkündür. Yâni m kütlesinin bir momentumu olmalıdır. Kuvvet büyük olmasına rağmen etki süresi çok küçük olduğundan, impuls büyük değildir. Bu itibarla, momentumdaki değişme ve m kütlesinin kazanacağı hız küçük olur. Kütle pek az hareket ettiğinden üst taraftaki ip hemen hemen hiç uzamaz.
İskeleye yanaşan bir gemi, halatla dubalara bağlanır. Geminin henüz bir hızı varsa ve halata bağlanmışsa, halatı koparır. Zîrâ geminin momentumunun sıfıra inmesi gereken zaman bu hâlde çok küçüktür. Bundan dolayı kuvvet büyük olur. Gemici, halatı sıkı bağlamayıp, onu salıverirse, kritik zaman uzar ve kuvvet de azalmış olur. Her iki hâlde de momentum değişimi ânidir. Bir yerden atlarken dizleri büküp yaylandırmak aynı prensibe dayanır. Yâni böyle yapmakla momentum değişimi süresi uzatılmış ve dolayısıyla kuvvet azaltılmış olur. Serbestce hareket edebilir bir cisim, meselâ bir cam levha nasıl delinebilir? Tabiî ki cismin o noktasına dayanabileceğinden daha büyük bir kuvvet tesir ettirmek lâzımdır. O hâlde sorunun cevabı şudur: Kuvveti gâyet kısa bir zaman zarfında tesir ettirince, kuvvet çarpması çok küçük olur. Bundan dolayı cam levhanın momentum değişimi ve böylece hızı pek küçük olur. Oradaki cam levha hemen hemen kımıldamaz. Çok kısa sürmesi gereken kuvvet, serbest asılmış olan cam levhaya bir tüfekle ateş etmek sûretiyle kolayca sağlanabilir. Suya düşen bir uçağın param parça olması da buna benzer tarzda îzâh edilebilir.
Hazırlanmış bir çay masasının örtüsünü, hızla çekmek sûretiyle masa üzerindekileri kımıldatmadan almak mümkündür. Örtü yavaş çekilirse sürtünme dolayısıyla üstteki eşyâ da beraber gelir. Bu vaziyette masa örtüsü tarafından üzerindeki tabak, fincan ve başka şeylere iletilebilen kuvvet, sürtünme kuvvetinden fazla değildir. Bu kuvveti pek kısa bir süre tatbik edersek tabak ve fincanlar pratik bakımdan hiç kımıldamaz.
Momentumun korunumu prensibi: Çarpışan cisimlerin çarpışma sonucunda toplam momentumları değişmez. Yâni çarpışmadan önce cisimlerin momentumlarının toplamı, çarpışma sonrasındaki momentumlarının toplamına eşittir. Momentum vektörel bir büyüklük olduğu için, toplama sırasında bu hususa dikkat edilmelidir. Bu, mekanikte önemli prensiplerden biridir. Bir sistemin toplam momentumu ancak sisteme dışardan etkiyen kuvvetlerle değiştirilebilir. İç kuvvetler eşit ve zıt olduklarından ve eşit zamanlar boyunca etki ettiğinden momentumda eşit ve zıt değişmeler hâsıl ederler ve birbirlerini yok ederler. Bu sebeple dış etkilerden arındırılmış bir sistemin toplam momentumu, şiddet ve doğrultuca sâbit kalır.
Marmara Denizinin en küçük adalarınan biri. Adanın yüzölçümü 10 km2 dir. Kuzey güney doğrultusunda 6 km uzunluğa ve 3 km genişliğe sâhiptir. En yüksek yeri (217 m) olan Türk Tepesi buradadır. Bu çizginin güneyinde ise kil, killi kalker, kumtaşı ve çakıllardan müteşekkil, alçak ve tatlı eğimli bir arâzi yer alır. İmralı’yı Bizanslıların elinden Orhan Gâzinin kumandanlarından kaptan Emir Ali almıştı.
İlk açık cezâ evi, 1935 senesinde İmralı’da kuruldu. Cezâevinin binâ ve tesisleri Merkez ve Mete diye adlandırılan iki garnizonda toplanmıştır. Adada bulunan üç Rum köyü varlığını İstiklâl Harbi sonlarına kadar muhâfaza etmiştir. Adanın soğanı çok ünlüydü. Rum halkı ayrıca bağcılık, zeytincilik, ipek böceği kozacılığı ve balıkçılıkla uğraşmaktaydı. Rumlar mübâdele yoluyla adadan ayrılınca, ada 1935 yılına kadar boş kalmış ve o târihte cezâevi yapılmıştır. Ada topraklarında hükümlüler tarafından tarım ve balıkçılık yapılmakta, cezâevinin bâzı ihtiyâçları bu yolla karşılanmakta, ayrıca dış piyasaya da mal satılmaktadır.
Yeni adıyla Gökçeada olan bir adamız. Çanakkale Boğazının kuzeybatısında 274 km2lik bir alana sâhip, Çanakkale iline bağlı bir ilçedir. 1990 sayımına göre toplam nüfûsu 7947 olup, nüfus yoğunluğu 29’dur.
Zeytin, pırnal meşesi, defne, hayıt, dere boylarındaki zakkumlarla yamaçları örten kızılçamlar adada Akdeniz ikliminin hüküm sürdüğünü gösterir; fakat zeytinliklerin 200 metrede bitmesi değişik bir Akdeniz ikliminin varlığını ortaya koyar. Isı -10°C’ye kadar düşebilir.
Adanın en geniş ekim alanı, tabiî yol olan Büyükdere, hâkim bir mevkide bulunan Kaleköy, Venedik Kalesi harâbelerinin bulunduğu bölgedir. Dereköy de aynı tabiî yol üzerindedir. İmroz 1456’da Türkler tarafından zaptedildikten sonra gelişmeye başlamıştır. 1912’de İmroz deniz muhârebesine, 1918’de İmroz deniz harekâtına şâhit olan adamız stratejik bir yapıya sâhiptir. İlköğretmen okulunun kurulması ve bâzı kuruluşların adaya nakli sebebiyle 1960’tan sonra üç katından fazla artış göstermiştir. Fakat dış ülkelere ve özellikle bayanların İstanbul’a çalışmak üzere göçleri, nüfûsu azaltmaktadır. Bağ ve zeytinliklerin bulunduğu yörelerde nüfus yoğunluğu oldukça artmaktadır.
Adada 75 km2 den ibâret tarım alanlarının büyük kısmını tahıl işgâl eder. Alan bakımından tahılı 11,7 km2 ile zeytinlikler tâkip eder. Zeytinköy, Tepeköy ve Dereköy zeytin alanlarıdır. Elde edilen 1000 ton zeytini işleyen 11 zeytinyağı imâlâthânesi, yılda 500-600 ton zeytinyağı üretir. Bağlar mahallî ihtiyâca cevap verecek seviyededir. Balıkesir, Çanakkale ve İstanbul tüccarlarına canlı hayvan satımı yapıldığı gibi, sütlerden yapılan kaşar peyniri İstanbul’a sevk edilir. Kaleköylüler daha çok süngerle uğraşır, köye âit 22 süngerci motoru çevreden 15 ton sünger çıkarır. İmroz köylerinin ekonomik merkezi, kıyıdan 5 km içeride bulunan ilçe merkezi Çınarlı’dır.
Alm. Usterschrnt (f); Unterzeichnung (f),Fr. Signature (f), İng. signature; subscription. Bir şahsın kişiliğini tesbite ve başkalarından ayırmaya yarayan, genellikle o kişinin ismini taşıyan husûsî işâret. Bu işâretin el ile yazılması hukûkî bir kâidedir. Fakat istisnâ olarak imzâ yerine geçecek işâretler de kullanılabilir. İmzâ, şahsa âittir. Bir müessesenin imzâsı olmaz. Ancak, temsilcinin imzâsı olur.
İmzâ kelimesi Arapçada “geçmişe mal etmek” mânâsına gelir. İster el ile yazılmış olsun, ister imzâ yerine geçen bir işâret kullanılmış bulunsun, imzâ ilişkin olduğu metnin kabul edildiğinin bir ifâdesidir. Başka bir ifâdeyle, imzâ atmakla o kimse metnin, muhtevâsının kendi irâdesinin bir açıklanışı olduğunu kabul etmiş demektir. Bu sebeple imzânın yerinin tesbiti önemlidir. İmzâ, Almanca“Unterschrift” kelimesi ile ifâde olunur bu, “alt yazı” mânâsına gelir. Gerçekten de imzânın, metnin altına atılması îcâb eder. Bu hal, imzânın üzerindeki yazıların imzâ sâhibinin kendi irâdesinin açıklanışından ibâret bulunduğunun en kesin ifâdesidir.
Metnin üstüne veya yanına atılmış imzâ, metnin tamâmının kabul olunduğunu ifâde edemez. İmzânın altına veya kâğıdın yanına ilâveler yapılmış ise, bu eklerin de ayrıca imzalanması gerekir. Belge birden fazla sayfaları taşıdığı takdirde, sayfalar arasında bağlantı bulunmak kaydıyle, sonuncu sayfanın altındaki imzâ kâfidir. Fakat bütün sayfaların imzâlanması, hiç olmazsa paraf edilmesi tedbirli bir hareket olur.
İmzânın bir metne bağlı olması tabiîdir. Metinsiz imzâ, tek başına hiç hukûkî bir mânâ taşımaz. Fakat bâzan açığa atılmış imzânın üstü doldurulmak sûretiyle metin ve imzâ arasındaki bağlantı sağlanmak istenir. Genellikle güven prensibine dayanan bu ihtimal, ticârî hayatta rastlanan olaylarda olur. Boş bir kâğıda imzâsını atıp, üzerini anlaştıkları biçimde doldurması için diğer tarafa veren kimse, bu hareketi ile, sonradan yazılacak metni peşin olarak kabul etmiş ve onun muhtemel rizikosunu göğüslemeyi önceden üstlenmiş sayılır.
İmzânın şekli: İmzânın ne biçimde atılması gerektiği hususunda kânunda belli bir hüküm yoktur. Bu konuda, soyadı kânununun (evvelâ öz ad, sonra da soyadı yazılması) gerektiği yolundaki esasına da uymak şart değildir. Maksat, sâhibini tanımaya yarayacak ve ona has olacak bir tarzın metin altına yazılmasıdır. Sâdece öz ad, sâdece soyadı veya her ikisinin tamamı veya bir kısmını imzâ olarak kullanmak mümkündür. Problem bu açıdan alınınca “paraf” yâni imzânın kısaltılmış şekli, çok zaman baş harfleri de imzâ kabul edilir.
Çok sayıda piyasaya çıkarılan kıymetli evrakın imzâsı gerektiği zaman mekanik bir araçla konulan imzâ yeterli sayılır. Kâğıt paraların basımında bu usûle baş vurulur. Sirkülerde, genel hizmet sözleşmelerinde, çalışma talîmâtnâmelerinde ise imzânın, mühür veya el yazısının mekanik sûrette çıkarılmış örneğinin tatbîki sûretiyle atılması esası kabul edilmiştir.
Çek ve poliçelerde ise, mikdârı ne kadar çok olursa olsun imzânın mutlaka el yazısı ile atılmış olması Türk Ticâret Kânunu’nda açıkça ifâde edilmiştir. (Ticâret Kan. mad. 668/II.)
Noterlik Kânunu, mad. 75/1’de “ilgililer... imzâ yerine geçecek bir el işâreti kullanmadıkları takdirde varsa mühür, yoksa sol elinin baş parmağı... bastırılır, demiştir.
Osmanlı Devleti pâdişâhları imzâ yerine “tuğra” veya “damga” kullanmışlardır. Sonradan tuğra şeklinin içine pâdişâhın adının uygun biçimde yazılması âdet olmuştur. Pâdişâhlardan Fâtih Sultan Mehmed Han, sâdece bu tuğrayı çizmek, fermanlarının altına nişan koymak için nişancılık rütbesini ihdâs etmiştir. Daha sonra tuğra çekenlere, “tuğrakeş” ismi verilmiştir.
Dünyâda ticârî hayâtın gelişmesi, imzânın yayılmasına yol açmıştır. Fakat ilk imzânın ne zaman ve nasıl çıktığı pek bilinmemektedir. Peygamber efendimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) ve dört halîfenin (radıyallahü anhüm) mühür kullandıklarını mûteber kaynaklar bildirmektedir.
Peygamber efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) gümüş yüzük kullanıyordu. O’nun yüzük taşında üç satır yazılıydı: Birinci satırda “Muhammed”, ikincisinde “Resûl”, üçüncüsünde “Allah”idi. Yâni “Muhammedün Resûlullah” yazılıydı. Yüzüğünü mühür olarak kullanırdı. Hazret-i Ebû Bekir’in yüzüğünde, “Ni’mel-Kâdir Allah” (Allah ne iyi kudret sâhibidir.), hazret-i Ömer’in yüzüğünde, “Kefâ bil-mevti vâizan yâ Ömer” (Ey Ömer! Nasihatçı olarak ölüm yeter.), hazret-i Osman’ın yüzüğünde, “Le-nasbiranne” (Elbette sabr edeceğiz.), hazret-i Ali’in yüzüğünde, “El-mülkü lillah” (Mülk, Allahü teâlâya mahsustur.), hazret-i Hasan’ın yüzüğünde, “El-izzetü lillah” (İzzet, şan ve şeref Allahü teâlâya mahsustur.), hazret-i Muâviye’nin yüzüğünde “Rabbiğfir-lî” (Ey Rabbim! Beni mağfiret eyle, bağışla!). İmâm-ı A’zâm Ebû Hanîfe hazretlerinin yüzüğünde, “Kul-il-hayra ve illâ feskut” (Hayır konuş, yoksa sus!). İmâm-ı Ebû Yûsuf hazretlerinin yüzüğünde, “Men âmile bi-re’yihî nedime” (Danışmadan kendi görüşüne göre iş yapan pişmân olur.). İmâm-ı Muhammed hazretlerinin yüzüğünde, “Men sabera zafire” (Sabreden maksadına, murâdına kavuşur.). İmâm-ı Şâfiî hazretlerinin yüzüğünde de, “El-Bereketü fil-kanâat” (Bereket, kanâattadır.) yazılıydı.
İmzânın mâden veya ağaç üzerine, tersinden kazılı şekline “mühür” denir. Mühür, boya sürülüp imzâ şeklini kâğıda çıkarmaya yarar. (Bahse konu olan mühür, bugün kullanılan mühürdür.) Eskiden kullanılan mühürler daha farklıdır.
Herkesin kendine göre bir yazı tarzı olduğu gibi yine herkesin kendine has imzâsı vardır. Bu özellikten dolayı, taklid edilmiş imzâları gerçeğinden ayırd etmek bugün için kolaydır.
Diğer taraftan el yazısında olduğu gibi, imzâ da bir kimsenin kısmî özelliklerini ortaya çıkarır. Bu bakımdan grafoloji bilginleri bir imzâdan imzâ sâhibinin karakterini ortaya çıkarmaya çalışmaktadırlar. İmzâların sahte olup olmadığı hukûkî bakımdan Adlî Tıp’ta incelenir. Adlî Tıp’ın verdiği kararın hukûkî geçerliliği vardır.
Diyarbakır’da (Amid) bir asra yakın hüküm sürmüş olan Türk beyliği. Sultan Melikşâh’ın ölümünden sonra çıkan karışıklıklar sırasında son Mervânî Emîri Nâsırüddevle Mansûr, Meyyâfârikîn’i alarak Diyârbekir bölgesindeki emirliğini tekrar kurmaya çalıştı. Fakat Sûriye Selçuklu Sultânı Tutuş, daha önce davrandığı için, Diyârbekir’i ele geçirerek, Sultan Emir Tuğtegin’i vâli tâyin etti. Tuğtegin, Sultan Tutuş ile birlikte Berkyaruk’a karşı savaşırken, esir düştü. Bu sırada Tuğtegin’in yokluğundan faydalanan Türk beyleri, Diyârbekir bölgesini paylaştılar. Sadr adlı bir Türk beyi de Diyarbakır’a hâkim oldu. Musul emîri Kürboğa’nın şehri ele geçirme teşebbüsünü başarıyla önleyen Sadr, kısa süre sonra öldü. Yerine beyliğin kurucusu olarak kabûl edilen Türkmen beylerinden İnal geçti. Emir İnal da az sonra ölünce yerine oğlu İbrâhim geçti.
Emîr İbrâhim, Sûriye Selçukluları Dımaşk kolunun sultânı Dukak’a tâbi oldu. 1098 senesinde Haçlıların elindeki Antakya’yı geri almak için harekete geçen Musul Emîri Kürboğa idâresindeki Selçuklu ordusunda İnaloğulları da yer aldı. Türkiye Selçuklu Sultânı Birinci Kılıç Arslan, 1105 senesinde Meyyâfârikîn’e gelince, Emîr İbrâhim tâbiyetini bildirdi ve Sultan’la berâber, Musul Seferine katıldı. Birinci Kılıç Arslan bu seferde ölünce, İnaloğulları kısa bir süre bir yere tâbi olmadılar. Ahlat Emîri Sökmen el-Kutbî’nin 1108 senesinde Meyyâfârıkîn’i ele geçirmesiyle Diyârbekir bölgesi emîrlerinin yanında İbrâhim de ona bağlandı. İnaloğlu İbrâhim, 1109 senesinde ölünce yerine oğlu Sa’düddevle Ebû Mansûr İl-Aldı geçti. İl-Aldı, 1115’te Cur Nehrinin doğusundaki, Meyyâfârıkîn’e bağlı kırk köyü elegeçirdi. 1124 senesinde Diyarbakır’da faâliyetleri artan bozuk îtikâd sâhibi İsmâilîleri ortadan kaldırdı. Böylece, İsmâilîlerin bozuk îtikâdı bu bölgede yayılma imkânı bulamadı.
Emîr Zengî, 1127 senesinde Musul’da Aksungur’un yerine geçtikten sona topraklarını genişletmek istiyordu. Mardin Artuklu Emîri Timurtaş ile İl-Aldı birleşerek, Emîr Zengî’ye karşı koymaya çalıştılar. Fakat başarı sağlayamadılar. Emîr Zengî, Sercî’yi zaptetti. Bir müddet sonra Timurtaş, Zengî ile birleşerek, eski müttefiki İl-Aldı’nın hâkim olduğu Amid şehrini kuşattı. Bunun üzerine İl-Aldı, Harput Artuklu Emîri Dâvûd’dan yardım istedi. Emîr Dâvûd yardım için Amid’e gelince, 1134 senesinde şehir önlerinde iki ordu karşılaştı. İl-Aldı ve Dâvûd yenilerek kaleye çekildiler. Zengî ile Timurtaş muhâsaraya devâm ettilerse de kuvvetli surlara sâhib olan şehri ele geçiremediler. Emîr İl-Aldı 1142 senesinde vefât etti.
Emîr İl-Aldı’nın ölümünden sonra vezîri Nisanoğlu Müeyyeddîn ile çocukları beyliğin idâresini ele aldılar. Vezîr Müeyyeddîn, İl-Aldı’nın oğlu Cemâleddîn Şemsülmülûk Mahmûd’u emîrlik makâmına geçirdi. 1144 senesinde Atabeg Zengî, yeniden Diyârbekir bölgesine girerek İnaloğullarına âit Ergani, Hâlar, Tulhum ve Çermik gibi kale ve kasabaları zaptetti.
İnaloğullarının merkezi Diyârbakır, 1160 yılından îtibâren Artukluların tehdîdi altına girdi. 1163 senesinde Artukluların Şemseddîn Sevinç kumandasında gönderdiği orduAmid’i kuşattı. İki tarafın da mancınık gibi muhâsara âletleri kullandığı bu kuşatma, dört ay sürdü. Şehrin düşeceğini anlayan Emîr Mahmûd ve vezîri Ebü’l-Kâsım Ali, Dânişmendli Yağıbasan’dan yardım istediler. Yardım isteğini kabûl eden Yağıbasan, Artuklu Emîri Kara Arslan’ın dâmâdı olmasına rağmen, onun topraklarına girdi ve bâzı şehirlere taarruz etti. Kara Arslan, Amid kuşatmasını kaldırmak mecbûriyetinde kaldı. Ertesi sene Kara Arslan, Amid’i tekrar kuşattı ise de başarılı olamadı ve geri çekildi. Amid kâdısı Nasiheddîn, 1165 senesinde Hısn Keyfa’ya giderek, Kara Arslan ile İnaloğulları arasında bir anlaşma sağlamaya muvaffak oldu. 1179 senesinde Vezir Ebü’l-Kâsım Ali ölünce yerine Mes’ûd geçti.
Hısn Keyfâ Artuklu emirliğinin başına, Fahreddîn Kara Arslan’ın ölümünden sonra Nûreddîn Muhammed geçerek Selâhaddîn-i Eyyûbî’ye tâbi oldu. Nûreddîn’in tek isteği, Amid şehrine sâhib olmaktı. Sultan Selâhaddîn de Amid’i alınca ona vereceğini vâdetti. Nitekim 1183 senesinde Selâhaddîn-i Eyyûbî kuvvetleri ile gelerek, şehri kuşattı ve uzun muhârebelerden sonra Nisan ayının yirmi dokuzunda Amid’e girdi. Selâhaddîn Eyyûbî şehrin idâresini Nûreddîn’e verdi. Çok yaşlanmış olan İnaloğlu Mahmûd’a hürmet ederek, maaş bağladı. Amid şehri Artukoğullarına verildi. İnaloğulları beyliği de son buldu.
İnaloğulları zamânında Amid (Diyarbakır), iktisâdî ve kültürel bakımdan çok ilerledi. Şehirde önemli îmâr faaliyetlerinde bulunuldu. İl-Aldı zamânında yanan Ulu Câmi tekrar inşâ edildi. İnaloğulları zamânında Amid’de dokuma sanâyii çok gelişti. Bilhassa, halı, kumaş ve çadır bezleri îmâl ediliyordu. 1122 senesinde Amid’e bağlı Zülkarneyn ve Ergâni kaleleri civârında bakır mâdeni bulunmuş ve işletilmiştir.
İnanoğulları Beyleri |
Tahta Geçişi |
İnal Türkmeni |
1098 |
Fahrüddevleİbrâhim |
1098 |
Sa’düddevle İl-Aldı |
1110 |
Cemâleddîn Mahmûd |
1142 |
Selâhaddîn Eyyûbî’nin Amid’i zaptı |
1183 |
On üçüncü ve on dördüncü asırlarda Lâdik’te (Denizli) hüküm süren bir Türk beyliği. Moğol istilâsı önünden kaçarak Denizli ve Honaz bölgesine gelen Türkmenler tarafından kurulmuş olan bu beyliğe İnançoğulları da denilmektedir.
Denizli yöresi, 1071 Malazgirt Muhârebesini tâkib eden senelerde, Anadolu’nun büyük bir kısmı ile berâber Kutalmışoğlu Süleymân Bey tarafından fethedildi. Bir süre Türklerin elinde kaldıktan sonra, 1097 senesinde tekrar Bizanslıların eline geçti. Zaman zaman Bizanslılarla Türkler arasında el değiştiren Denizli, 1206 senelerinde tekrar fethedildi. Lâdik, 13. asrın son yarısında Honaz ve Afyonkarahisar ile birlikte Anadolu Selçuklularının meşhur vezîri Sâhib Ata Fahreddîn Ali’nin oğullarına ıktâ olarak verildi. Ancak 1276 senesinde bölge, Germiyan hâkimiyeti altına girdi. 1277 senesinde meydana gelen Cimri olayı(Bkz. Karamanoğulları) sırasında, Karamanoğulları ve müttefikleri Konya’yı zaptedip, Cimri’yi Selçuklu tahtına oturttular. Cimri olayını bastırıp, Konya’ya yeniden hâkim olanSelçuklu Sultânı Üçüncü Gıyâseddîn Keyhüsrev, daha sonra ordusuyla Denizli’ye girdi. Germiyanlı Ali Bey tevkif edilerek, Afyonkarahisar’a hapsedildi. Lâdik, tekrar Sâhib Ata âilesine verildi. Ancak, 1277 senelerinde Germiyanlılar burayı yeniden ele geçirdiler ve beyliğin başına da Germiyan beyinin yeğeni Bedreddîn Murâd’ı getirdiler.
1287 senesinde Denizli yöresinde topladığı kuvvetlerle Germiyanlılar üzerine yürüyen Sâhib Ata’nın torunu, savaşta öldürüldü ve ordusu dağıtıldı. Ertesi sene Germiyan Beyi ile Denizli Beyi Bedreddin Murâd, Selçuklularla sulh yapmak için Konya’ya gittiler. Sultanın emirlerinden olan Has Balaban bunları karşılayarak görüştü ve Bedreddin Murâd’ın beyliğini kabul ettiklerini bildirdi. Kısa bir sükûnet devresinden sonra 1289 senesinde Germiyanlılar ve Selçuklular arasında tekrar mücâdele başladı. Selçuklu Sultânının emirlerinden İzzeddîn Bey, Lâdik Beyi Bedreddin Murâd’ın üzerine yürüyünce, Germiyan ordusu yardıma geldi. Günler mevkiinde yapılan savaştaGermiyan ordusu bozguna uğradı. Bedreddin Murâd, bu savaşta öldürüldü. Ordusunun bir kısmı da kılıçtan geçirildi. Böylece Lâdik tekrar Sâhib Ataoğulları’nın eline geçti. Sâhib Ataoğulları Beyi, kuvvetleriyle Karamanoğlu Güneri Bey üzerine gidince, bu bölgedeki Türkmenler, bağımsızlık yolunda daha rahat hareket etme imkânı buldular. Aynı senelerde İlhanlı Vâlisi Geyhatu, İlhanlı tahtına çıkmak için Anadolu’dan ayrılınca, Denizli bölgesindeki Türkmenler harekete geçti. Bunun üzerine Geyhatu, hemen geri dönerek 1291 senesinde Türkmenlerin üzerine yürüdü. Geyhatu, Menteşe ve diğer Türkmenleri de büyük bir mağlûbiyete uğratarak geri döndü. Bu bölge karışıklık içinde kaldı.
On dördüncü asrın başlarında Germiyanoğulları hâkimiyetinde bulunan Lâdik Beyliğinin başına Ali Beyin oğlu İnanç Bey getirilmişti. İlhanlıların Anadolu vâlisi Emîr Çoban, 1314 senesinde Anadolu’ya geldiği zaman, ona itâatını bildiren beyler arasında İnanç Bey de bulunuyordu.
İnanç Beyden sonra Murâd Arslan, Denizli Beyi oldu. Murâd Arslan Bey nâmına kesilmiş bir sikke ile Türkçe Fâtiha ve İhlâs Tefsîrleri vardır. Murâd Arslan’ın vefât târihi belli değildir. Ancak yerine geçen oğlunun 1360 târihli bir sikkesi mevcuttur. Murâd Arslan’dan sonra Hüdâvendigâr-ı Muazzam, Sâhib-üs-Seyf vel-Kalem, Celâlüddevle ved-Dîn ünvânlarıyla anılan oğlu İshâk Bey bin Murâd Arslan, Denizli beyi oldu. Denizli’nin 1366’da meydana gelen bir zelzele ile harâb olmasından iki sene sonra 1368 yılında, Germiyanlılar tarafından alınması ile Lâdik Beyliği son buldu. Germiyanoğlu Süleymân Şah, Denizli’de sikke kestirmiş ve zelzeleden yıkılan Ulu Câmiyi yeniden yaptırmıştır. YıldırımBâyezîd, 1390’da Batı Anadolu Beyliklerini ortadan kaldırınca, Denizli de Osmanlı hâkimiyetine girmiştir.
Lâdik Beyleri |
Tahta Geçişi |
Mehmed Bey |
1261 |
Ali Bey |
1262 |
İnanç Bey |
(?) |
Murâd Arslan |
1335 |
İshâk Bey |
1362 |
Germiyanoğulları hâkimiyeti |
1368 |
Alm. Perle (f), Fr. perle (m), İng. pearl. İstiridye gibi bâzı kabuklu deniz hayvanlarının içinden çıkarılan, genellikle süs eşyâsı olarak kullanılan küçük tâne. Bunlar, küçük, yuvarlak, yüksek değerli, sert, sedef rengindedirler. Hayvanın vücuduna bir kum tanesi, bir parazit veya sun’î olarak bir sedef parçası girince etrafında bunu kaplayan sedefimsi bir madde hâsıl olur. Böylece tabaka üst üste gelerek küresel inci meydana gelir. Divan şiirinde incinin teşekkülü nisan yağmurlarının yağmasına bağlanmıştır. Rivâyete göre, istiridye kabuklarını açınca, yağmur tâneleri içeri alınır ve incinin ortaya çıkmasına sebeb olur. Peygamber efendimize de “dürr-i yetîm” (yetimlerin incisi) denir. Yabancı madde ete girmeyip kabukta kalırsa meydana gelen inci, yarı küresel veya düzensiz biçimdedir.
İnci, sedef yapısında olup %92 kalsiyum karbonat ihtivâ eder. Sıcak ve ılıman bölge denizlerde yaşıyan yumuşakçalarda rastlanır. Günümüzde içinde inci meydana gelen yumuşakçalar yetiştirilerek, kültür inci üretimi önem kazanmıştır. Kültürle 3-7 yılda elde edilen bu inciler tabiîlerinden ayrılmamakta, gerçek inciye benzediği kabul edilmektedir.
Her çeşit süs eşyâsında, bilhassa gerdanlık olarak kullanılmaktadır. Bilinen renginden başka pembe ve beyazları olduğu gibi nâdir de olsa siyah renkli inciye de rastlanır.
Cam küreler, üzeri doğu esansı denen yapışkan madde ile sıvanarak sahte inciler yapılmaktadır. Hakîkisinin pahalı olmasından dolayı sahte inci endüstrisi oldukça rağbet görmektedir. (Bkz. İstiridye)
İNCİÇİÇEĞİ (Convallaria majalis)
Alm. Malgloeckchen (n), Fr. muguet (m). İng. Lily of the valley. Familyası: Zambakgiller (Liliaceae). Türkiye’de yetiştiği yerler: Marmara ve Akdeniz bölgesi (Toroslar).
Nisan-mayıs ayları arasında beyaz ve güzel kokulu çiçekler açan, 20-30 cm boyunda, sürünücü köklü, çok yıllık otsu bir bitki. Daha çok gölgeli ve rutubetli yerlerde, orman altlarında, vâdilerde ve dere kenarlarında yayılış gösterir.
Yapraklar oval veya elipsodik, tam kenarlı, paralel damarlı ve koyu yeşil renklidir. Çiçekler uzun bir sapın ucunda, 6-10’u bir arada, salkım durumunda toplanmışlardır. Saplar ince, kısa ve sarkıktır. Çiçekler çan şeklinde ve beyaz olup uçları altı lopludur. Meyve küre şeklinde, küçük ve kırmızı tohumları mavimsi renklidir.
Kullanıldığı yerler: Bitkinin çiçekleri, kökleri ve rizomları kullanılmaktadır. Bileşiminde kardiyotonik etkisi olan heterozitler (konvallatoksin, konvallarin) vardır. Bilhassa kalp üzerine tesirlidir. Kalp faaliyetlerini tanzim edici özellikte, ham madde olarak kullanılır. İdrar söktürücü ve müshil etkisi de vardır. Çiçekleri parfümeri sanâyiinde ve süs bitkisi olarak kullanılır.
Alm. Neues, Testament, Fr. Evangile, İng. Evangelium, Bible. Allahü teâlânın peygamberleri vâsıtasıyla insanlara gönderdiği dört büyük kitaptan biri. Hazret-i Îsâ’ya indirilmiş olup, Hıristiyanlık dîninin kutsal kitâbıdır. “İncîl” kelimesi Süryânîcedir. Lügatte “göz nûru” demektir. Hazret-i Îsâ’ya inzâl edilen (indirilen) hakîki İncil, hiç şüphesiz Allah kitâbıdır. Fakat bugün, bu hakîkî İncil mevcut değildir. Bugün Hıristiyanların elinde bulunan ve “Evangelium” veya “Bible” adını verdikleri Mukaddes kitapta, eski hakîkî İncil’den kalmış pek az parça vardır. Esas İncil, İbrânî dili ile idi. Bu kitap, sonraları Yunancaya, Lâtinceye, yanlış olarak çevrilmiş, zamanla içerisinde birçok parçalar eklenmiş, sık sık değiştirilmiş ve nihâyet bugünkü bozulmuş ve karışık şeklini almıştır.
Kur’ân-ı kerîm; İncil’in, ilâhî bir kitap olduğunu ve diğer ilâhî kitaplarla berâber onun da aslına, îmân etmenin lâzım olduğunu haber vermektedir. Âl-i İmrân sûresi 84. âyetinde meâlen; “De ki: Allah’a îmân ettik. Bize indirilene (Kur’ân-ı kerîme), İbrâhim’e, İsmâil’e, İshâk’a, Yâkûb’a ve oğullarına indirilenlere, Mûsâ’ya, Îsâ’ya ve peygamberlere, Rablerinden verilenlere de inandık.” buyrulmaktadır. Mâide sûresi 68. ve Tevbe sûresinin 3. âyetleri de, ilâhî kelâm olmaları ve aynı esasları telkin etmeleri yönünden İncil’i, Kur’ân-ı kerîm ve Tevrat’la aynı derecede zikretmiştir. Ayrıca Allahü teâlâ Kur’ân-ı kerîm’inde, hazret-i Îsâ’ya gönderdiği İncil’ini bir hidâyet (kurtuluş), bir nûr, bir rahmet ve fenâlıktan sakınanlar için bir nasîhat (öğüt) olarak vasıflandırmaktadır. Mâide sûresi 46. âyetinde meâlen; “Arkalarından da (bu peygamberlerin) izlerince Meryem oğlu Îsâ’yı, Tevrat’ın bir tasdikçisi olarak gönderdik. O’na da içinde bir hidâyet, bir nûr bulunan İncil’i ondan evvelki Tevrat’ın bir tasdikçisi ve sakınanlara bir öğüt olmak üzere verdik.”
Yine Kur’ân-ı kerîm’de Allahü teâlâ, İncil’i hazret-i Îsâ’ya vahyettiğini ve onu peygamber olarak gönderdiğini çeşitli âyetlerde meâlen şöyle açıklamaktadır:
Arkalarından da Meryem oğlu Îsâ’yı gönderdik. Ona İncil’i verdik. (Âl-i İmrân sûresi: 3)
(Îsâ beşikteyken dile gelip) dedi ki: “Ben, hakîkaten Allah’ın kuluyum! O, bana kitap (İncil) verdi. Beni peygamber yaptı. (Meryem sûresi: 30).
Hani sana kitabı (yazı yazmayı), hikmeti, Tevrat’ı ve İncil’i öğretmiştim. (Mâide sûresi: 110)
Müslümanlar, diğer ilâhî kitaplarla berâber hakîki İncil’in de Allahü teâlâ tarafından hazret-i Îsâ’ya gönderilmiş hak bir kitap olduğuna inanırlar.
Bugünkü İnciller: Hazret-i Îsâ’ya gönderilen İncil, tek kitaptı. İbrânice ile yazılmış olan bu hakîkî İncil, bugün mevcut değildir. Bolüs (Pavlos) adındaki bir Yahûdî, Îsâ’ya inandığını söyleyerek ve Hıristiyanlığı yaymaya çalışıyor görünerek, gökten inen İncil’i yok etti. Dört kişi ortaya çıkıp, on iki Havârî’den işittiklerini yazarak, İncil adında dört kitap meydana geldi ise de, Bolüs’ün yalanları, bunlara da karıştı. Böylece Îsâ aleyhisselâmın hak olan dîni, az zaman sonra Yahûdîler tarafından sinsice değiştirilmiş oldu. Barnabas adındaki bir Havârî, Îsâ aleyhisselâmdan işittiklerini ve gördüklerini doğru olarak yazdı. (Bkz. Barnabas)
Barnabas’ın İncil’i; bugüne kadar gelen İncillerden hakîkî İncil’e en çok yakın olandır ve en önemlisidir. Kıbrıs’ta doğan Barnabas’ın asıl ismi Joses idi. Kendisi hazret-i Îsâ’ya inananların en başında gelmekte ve Havârîlerin arasında mühim bir mevkii bulunmaktadır. Kendisine verilen “Barnabas” lakabı, nasihat verici, iyiliğe teşvik edici anlamına gelmektedir.
Barnabas İncili’nde, son Peygamberin 600 veya 1000 sene kadar sonra geleceği bildirilmektedir. Bu İncil’de, tek Allah inancından bahsetmekte ve teslis yalanlanmaktadır.
Avrupa ansiklopedilerinde Barnabas İncili hakkında şu bilgi vardır: “Barnabas İncili diye tanımlanan bir el yazısı, 15. yüzyılda İslâmiyeti kabul etmiş bir İtalyan tarafından yazılmış uydurma bir kitaptır.” Bu açıklamanın tamâmiyle yanlış olduğu şundan bellidir: Barnabas İncil’i daha 3. yüzyılda, yâni hazret-i Muhammed’in gelmesinden en az 300 veya 700 sene evvel aforoz edilerek ortadan kaldırılmıştır. Demek ki, daha o zaman da içinde fanatik Hıristiyanların işine gelmeyen, teslisin aleyhinde olan, başka bir Peygamberin geleceğini haber veren bahisler vardı.
Barnabas’ın bu İncil’i, târih boyunca çeşitli defâlar ortadan kaldırılmak ve bütün nüshaları kaybedilmek istenmiş olmasına rağmen, Papa Damorus tesâdüfen eline geçen bir nüshasını Papalık Kütüphânesinde saklamıştır. Kitap 1590’da el yazısı ile İbrâniceden İtalyancaya çevrilmiştir. Bu nüsha elden ele dolaşarak 1713 yılında Prens Ojene’ye ve ölümünden sonra Viyana Kraliyet kütüphânesine nakledilmiştir. 1907’de Bay ve Bayan Ragg tarafından İngilizceye tercüme edilerek Oxford’da basılmış, fakat esrârengiz bir tarzda ortadan kaybolmuştur. Ancak bir nüsha British Müseum, bir nüsha da Amerikan Kongresi Kütüphânesinde bulunmaktadır. Bu Barnabas İncili, Pakistan Kur’ân Konseyi eliyle 1973’te tekrar basılmıştır.
Barnabas İncil’i dışındaki diğer uydurma İnciller zamanla çoğalarak her yerde başka bir İncil okunur oldu. Nihâyet mîlâdın 313’üncü senesinde, önce putperest iken Hıristiyanlığı kabul eden Büyük Kostantin, bütün İncillerin birleştirilerek, yeniden bir İncil yazılmasını emrettiği gibi, eski dîni olan putperestlikten de birçok şey ilâve ettirdi (Bkz. Hıristiyanlık). Daha sonra çeşitli târihlerde yapılan toplantılarda ilk yazılan dört bozuk İncil, bugünkü Hıristiyanların kutsal kitabı olarak kabul edildi.
Sonradan ortaya çıkarılan ve şimdi Hıristiyanların mukaddes kitabı olan İncil, iki kısımdan meydana gelmiştir: Eski Ahit (Old Testament), o zamâna kadar gelen peygamberlerin ve bilhassa hazret-i Mûsâ’nın tebligâtını ihtivâ eder. Yeni Ahit (New Testament) denilen kısmı ise, Mattâ (Matthew), Markos (Mark), Luka (Luke), Yuhanna(Jahn)nın yazdıkları kitaplar olup, hazret-i Îsâ’nın hayâtı, yaptığı işler ve verdiği nasihatlar hakkında bilgileri ihtivâ eder. Bütün bu bilgiler, tam ve dürüst bir şekilde zaptolunmamıştır. İncil’in hazırlanmasında, Kur’ân-ı kerîm’in zaptolunmasında gösterilen büyük hassâsiyet gösterilmemiştir. Hakîkî bilgilere birçok yanlış düşünceler, efsâneler ve hurâfeler eklenmiştir. Aslından uzak bulunan bu dört İncil şunlardır:
1. Meta(veya Matta): Filistinli olan Metâ, Îsâ aleyhisselâmı yalnız göğe çıktıktan sekiz sene sonra, birinci İncil’i yazmıştır. Burada, Îsâ aleyhisselâmın, Filistin’de doğumunda görülen şaşılacak şeyleri ve Yahûdî pâdişâhı Herod’un, onu çocukken öldürmek isteyince, annesi hazret-i Meryem’in oğlunu alıp, Mısır’a götürdüğünü yazmaktadır. Hazret-i Meryem, oğlu göğe çıktıktan altı sene sonra vefât etti. Kabri Kudüs’tedir. Bugün mevcûd olan Mattâ İncili, İbrânice nüshanın tercümesidir. Bu tercümeyi yapanın kim olduğu da belli değildir.
2. Luka: Antakyalı olan Luka, Îsâ aleyhisselâmı görmemiş, Îsâ aleyhisselâm göğe çıkarıldıktan sonra münâfık olan Bolüs tarafından güyâ Hıristiyanlık dînine alınmış ve onun (bozuk) fikirleriyle aşılanarak, Allahü teâlânın kitâbını büsbütün değiştiren bir İncil yazmıştır. Luka, havârî değildi.
3. Markos: Îsâ aleyhisselâm göğe çıkarıldıktan sonra Îsevî (Hıristiyan) olmuş, İncil ismi ile tercümanı olduğu Petros adındaki havâriden işittiklerini yazmıştır. Markos’un havârîlerden olmadığında bütün târihçiler ittifak hâlindedir. Sâdece havârîlerden Petrus’un tercümanıdır.
4. Yuhanna: Îsâ aleyhisselâmın teyzesinin oğlu olup, hazret-i Îsâ’yı birkaç kere görmüştür. Yuhanna’ya nisbet edilen dördüncü İncil’in ortaya çıkmasına kadar Îsâ aleyhisselâmın dîni, esâsen Mûsâ aleyhisselâmın dîninden ayrılmayıp, tevhid esâsına dayanıyordu. Bu kitap, Yuhanna’ya âit değildir. İkinci asırdan sonra aslı meçhul bir şahıs tarafından kaleme alınmıştır.
Bu dört İncil, aynı hususları başka başka anlatan ve insan eliyle yazılmış hikâyelerden ibâret olup, Allah kelâmı değildir ve devamlı olarak değiştirilmektedirler.
İncil’in bozulması: Yahûdî olan Bolüs’ün yaptığı tahrifâtlardan başka İncil’in bozulmasında başka sebepler de tesirli oldu. İncil üzerinde yapılan ilmî tetkiklerden de anlaşılacağı gibi İncil, Yunancaya ve Lâtinceye çevrilince, o zamâna kadar yüzlerce tanrısı olan Putperest Romalılar ve Yunanlılar onu çoğaltmak istemişlerdir. Bâzı bilginlere göre, doğruİncil’deki tek Allah inancının Yunanca tercümede üçe çıkarılmasına, Yunanlıların Eflâtun felsefesine bağlı olmaları sebeb olmuştur.
Ayrıca İncil’in en eski şekli olan İbrânice nüshasından yanlış tercüme edildiğini iddiâ edenlerin çok haklı olduğu görülmektedir. Zîrâ İbrânicede “Baba” kelimesi yalnız bir çocuğun kendi babası değil, aynı zamanda “hürmete değer büyük bir şahsiyet” mânâsına gelmektedir. Bunun gibi “Oğul” kelimesi de İbrânicede çok kereler bir şahsın rütbece ve yaşça kendisinden daha küçük olan, fakat kendisine son derece bir sevgi ile bağlı bulunduğu bir şahsı tasvir etmek için kullanılmaktadır. Tetkik edilirse, İncil’de şu ibâre (cümle) vardır: (Matta, 5:9) “Ne mübârektir sulh ediciler! Zîrâ onlara Allah’ın oğlu denecektir.” Görülüyor ki, burada “Oğul” kelimesi, “Allah’ın sevgili kulu” mânâsına gelmektedir. O hâlde, hakîkî İncil’de “Baba”, yüksek bir varlık ve “Oğul” da sevgili bir kul olarak açıklanmıştır. Bundan ve bunun gibi misâllerden İbrânice asıllı bir çok kelimelerin yanlış tercüme edildiği anlaşılmaktadır. Şöyle ki: İbrânice asılda “bâkire=kızoğlan kız” kelimesi yoktur. Hazret-i Îsâ’nın doğumu hakkında eski İbrânice İncil’de şöyle yazılıdır: “Îsâ aleyhisselâma (7:14) “Allah şu işâreti verdi: Bir kızdan bir çocuk doğacak ve onun adı İmmanuel olacaktır.” Burada İbrânice “kız” mânâsına gelen “Almah” kelimesi kullanılmıştır. İbrânice “Bâkire” Bethuhah kelimesi ile ifâde edilir. Hâlbuki bâkire kelimesi Hıristiyanların daha işine geldiğinden “kız” yerine bu kelime kullanılmış ve buradan da Hıristiyanlık âlemine “Kutsal Bâkire” kavramı aşılanmıştır.
Bütün bunlara rağmen bugünkü İncil’in bile birçok yerlerinde Allah’ın tek olduğu, Îsâ aleyhisselâmın ise bir “Peygamber” olarak gönderildiği yazılıdır. Bunların bir kısmı şöyledir:
Markus (12:30): Allahımız tektir.
Tesniye (4:25): Yalnız bir Allah olup, ondan gayrisi yoktur.
Îsâ’ya (45:5): Rab benim, benden gayri ilâh yoktur.
Yuhanna (5:3): Îsâ dedi ki, ben kendiliğimden bir şey edemem, işittiğime (yâni bana verilen vahye) göre hüküm ederim. Kendi irâdemi (bir şeyi yaptırmak arzusu) değil, ancak beni gönderenin (yâni Allah’ın) irâdesini ararım.
Hazret-i Îsâ aleyhisselâmın peygamber olduğuna dâir beyanlar:
(Matta 27:57): Îsâ aleyhisselâm onlara; “Peygamber, kendi vatanından ve evinden gayrı yerlerde de îtibârsız değildir.” dedi.
(Yuhanna 8: 26-27): Beni gönderen Allah’tır. Ben dünyâya ancak O’ndan işittiklerimi söylerim.
Bütün bu cümleler bugün Hıristiyanların elinde bulunan İncil’den alınmıştır. Yâni ne kadar değiştirirlerse değiştirsinler, hâlâ İncil’de muhakkak hakîki İncil’den kalma doğru sözler bulunmaktadır.
Batılı ilim adamlarının İncil hakkındaki görüşleri:
Batı ilim adamları, târihçiler, hattâ Hıristiyanlar, bugün elde bulunan incillerin bozuk olduklarını bildirirken, mânevî kuvvetlere inanmayan, maddedeki ilerlemenin sarhoşu olup, rûh bilgilerinden haber alamayan ve hiç bir dîne inanmayanlar da İncillerdeki bozuk yerleri öne sürerek, bütün dinlerin aleyhinde bulunmaktadırlar.
Bugünkü İncil hakkında, birçok batılı ilim adamlarının verdiği karar şudur: İncil; Allah sözü değildir. Allah sözü olması gereken eskiİncil, bugünkü şekli ile tamâmen başka bir kitap hâline dönüşmüştür. Bugünkü İncil’de Allah sözü olması düşünülebilen sözler yanında, birçok yabancı kimseler tarafından eklenen sözler, tahminler, rivâyetler ve hikâyeler vardır.
Bugünkü incillerin Allah sözü mü, yoksa insan eseri mi olduğu hakkında Hıristiyan ilim ve fen adamlarından bâzılarının görüşü şöyledir:
Moody İncil Enstitüsünden Dr. Graham Scroggie İncil, Allah Sözü müdür? adlı kitabının 17. sahifesinde diyor ki:
“Evet, İncil insan eseridir. Bâzı kimseler, neden olduğunu anlamadığım sebeplerden ötürü, bunu inkâr etmektedirler. İncil, insanların dimağında teşekkül etmiş, insanlar tarafından insan dili ve insan eli ile yazılmış ve tamâmiyle insan karakteri taşıyan bir eserdir.”
Başka bir din adamı Kenneth Gragg, Hıristiyan olmasına rağmen, şöyle demektedir:
İncil’in Ahd-i Cedîd kısmı, Allah sözü değildir. Burada doğrudan doğruya insanların anlatdıkları hikâyeler, herhangi bir işin nasıl yapıldığını gören insanların görgü şâhitliği vardır. Sırf insan sözü olan bu kısımlar kilise tarafından insanlara Allah sözüymüş gibi nakledilmektedir.”
TeologProf. Geyser: “İncil’in tamâmı Allah kelâmı değildir. Fakat, buna rağmen kutsal bir kitaptır.” demektedir.
İncil’de yazılı hususlara, bilhassa“Allah, oğul ve rûhülkudüs” gibi üçlü tanrıya inanmayan papalar bile ortaya çıkmıştır. Bunlardan biri olan Papa Honorius, üçlü tanrıyı katiyetle reddettiği için ölümünden 48 sene sonra İstanbul’da toplanan Sinod (Papazlar Heyeti) tarafından resmen lânetlenmiştir (Sene M. 680).
İncil’in bugünkü hâli: Bugün ellerindeki incîllerin doğruluğu hakkında tam bir paniğe kapılmış olan, bilhassa genç Hıristiyanlar, bu kitaplarının bildirdikleri hiçbir şeye inanmamakta ve tam mânâsıyla bir dinsiz olmaktadırlar. Çünkü:
1. İncil’de Allah sözü olarak kabul edilecek çok az parça vardır.
2. İncil’deki bâzı sözlerin Allah sözü değil, Peygamber sözü olduğu, onların ismi ile belirtilmektedir.
3. İncil’e kimin tarafından söylendiği belli olmayan birçok sözler eklenmiştir.
4. Havârîlerin hikâyelerine birçok masallar, efsâneler karıştığı bizzât Hıristiyan din adamları tarafından îtiraf edilmektedir.
5. Havârîlerin hazret-i Îsâ hakkındaki bildirdikleri birbirinden farklıdır.
6. İçinde hakîkî beyanlar bulunan (Barnabas İncili) gibi bâzıİnciller yok edilerek ortadan kaldırılmıştır.
7. İncil bugüne kadar pekçok defâlar dînî heyetler tarafından incelenerek değiştirilmiştir. Bu incelemeler daha devâm etmektedir. Bir rivâyete göre, bugün elde birbirinden tamâmen farklı 4000 İncil vardır.
Her tetkik heyeti, bir evvelki İncil’in içinde çok ağır hatâlar bulunduğunu iddiâ etmektedir.
8. Krallar İncil’de tâdilât yapılması için emirler vermişler ve bu emirler yerine getirilmiştir.
9. İncil’in ifâdesi bir Allah kitabı ifâdesi olmakdan çok uzaktır. Hele Eski Ahid’in bâzı parçaları, çocukların yanında okunamıyacak kadar müstehcendir.
10. İncil’in içinde 50.000 hatâ bulunduğunu, batılı Hıristiyan mecmuaları yazmaktadır. Bu hatâların en büyüğü olan üçlü Allah mefhumunu düzeltmek için bugün Hıristiyanlar aşırı bir gayret içindedirler. Hattâ son zamanlarda Yuhannâ İncili’nde bulunan bir cümleden bile faydalanmaya çalışmaktadırlar. Bu cümle şudur: “Yuhanna’nın birinci mektubu: Baba, kelime ve Rûhulkudüs, üçü birdir.” Burada oğul yerine “kelime” denilmiştir.
11. İncil’in bir Allah kelâmı değil, (insan eseri) olduğu nihâyet Hıristiyan din adamları tarafından da kabûl edilmiştir.
Halbuki, Allah kelâmı aslı değişmez. Böyle eksik, yanlış, hatâlı kısımları bulunan, ikide birde değiştirilen ve insan eli ile yazıldığı kendi din adamları tarafından da îtiraf edilen bir kitap “Allah’ın kitâbı” olamaz.
Allahın kitabında bulunması gereken nasîhat, yol gösterme, iyiyi kötüyü ayırma, dünyâyı ve âhireti tanıtma, tesellî gibi hususların hiçbiri bu günkü incillerde yoktur.
Plain Truth mecmuasının 1975 senesi Temmuz nüshasında şöyle denilmektedir:
İtirâf edelim ki, Hıristiyan olmayan okumuş kimselere onların fikrini değiştirebilecek kudrette bir kitap gösteremiyoruz. Onlar bize birbirinden farklı incilleri göstererek: “Görüyorsunuz ya, siz daha kendi aranızda bile anlaşamamışsınız. Bize neyi öğretmek istiyorsunuz?” diyorlar.
Yine Fransa’da yayınlanan L’Evenement Du Jeudi dergisinin Temmuz-1993 sayısında da bugünkü İncillerin sahte olduğu belirtilerek deniliyor ki: “Gerçek İncil’i artık açıklama zamanı geldi... Ancak, bazı güçler, Hristiyan ve Yahudi medeniyetlerini kökünden sarsacağı için gerçek İncil’i açıklamıyorlar.” Zaman zaman yapılan bu ve benzeri açıklamalar bugünki mevcut incillerin gerçek incil olmadığının delilleridir.