İMBİK
Alm. Destillier-apparat, -kolben (m), Retorte (f), Fr. Aiambic (m), İng. Still, retort. Madde karışımlarının damıtılmasında kullanılan kap. Bâzan imbik, sıvıların buharlaştırıldığı ve buharın yoğunlaştırıldığı kap anlamında da kullanılır.
İmbiklemek, damıtmak demektir. Yâni saf olmayan bir karışımı saf hâle getirmek demektir. Bunun için saf olmayan madde bir imbikte ısıtılır. İlk önce kaynama noktası en düşük olan sıvı buharlaşır. Buhar bir soğutucudan geçirilerek yoğunlaştırılır ve bir toplama kabında toplanır. Bu sıvı bitene kadar, termometre hep aynı sıcaklığı gösterir. Sıvı bittikten sonra termometre yükselmeye başlar. Bu sıcaklık yükselmesi, ikinci sıvının kaynama noktasına erişinceye kadar devam eder ve bu sıvı da tamâmen buharlaşıncaya kadar sıcaklık yine sabit kalır. Böylece maddelerin kaynama noktalarının farklı oluşundan faydalanarak imbikleme işlemi yapılır ve karışımlar saflaştırılmış olur.
Sanâyide, taş kömüründen kok kömürü ve havagazı elde edilmesinde; ergitilmiş cevherlerden veya amalgamadan istenilen metalin buharlaştırılarak saflaştırılmasında büyük imbikleme kazanları kullanılır. Bu kazanlar ekseriya metal veya kilden yapılmışlardır.
Bir dilin, belli kurallar çerçevesinde yazıya geçirilmesi. Dildeki seslerin karşılığı olan harflerden meydana gelen alfabe, dilin yapısına uygun bir imlâ meydana getirir. Bu imlâ, uzun senelerin deneme ve değişikliği netîcesinde belli kurallarda oturur. Bu ise o milletin kültürünü etkiler. Sık sık imlâ değişmesi, o milletin kültüründe kopukluğa ve karışıklığa yol açar. Dünyâda kullanılan 770 çeşit dil içinde imlâ kuralları, fesâhat (güzel ve açık konuşma) ve belâgat (düzgün söz söyleme) bakımından en mükemmel dil Arabîdir. Fransızca ve İngilizce konuşma dilleri, kullanılmayan seslerin bulundurulması, sesli ve sesdeşleri bir kaç çeşit değerlendirmesi sebepleriyle imlâsı en zor diller içinde yer alırlar.
Fonetik imlâ: Bir dilin konuşulduğu gibi, yâni kelimelerin telaffuz edildiği şekilde yazılmasıdır. Dilin bu şekilde kullanılması birçok karışıklıklara yol açar. Böylece dil, ağız yâni bölge konuşmalarına göre değişiklik göstererek, zorlanır. Fonetik imlânın zorlukları karışıklığa sebeb olmuş, harf inkılâbından günümüze kadar yirmiye yakın imlâ kılavuzu yazılmıştır. Bu karışıklık bugün de devâm etmektedir. Gerek Dil Kurumu, gerekse bu konu ile ilgilenenler, çıkan kılavuzlarda çeşitli görüşlere yer vermişler, ancak karışıklık bir türlü önlenememiştir.
Şeklî imlâ: Kelimelerin ilk aslî şekillerinin yazılmasıdır. Bölgeler arası farklılığı kaldıracağı için bu görüşü de tenkîd edenler olmuştur. Konuşma dili, zamanla kelimelerin ilk şekillerinden uzaklaştığı için bâzı sesleri kaybetmekte ve bâzı yeni sesleri almaktadır.
Bu vaziyette gelişme ve değişmeye müsâit olarak fonatik imlâ ile birlikte gramer kurallarını ve kelimelerin doğru şekillerini veren bir imlânın kabûlü, en uygun imlâ şeklinde yorumlanmıştır. Türkçenin imlâsında her sesi kendi harfi ile yazmak esâsı kabûl edilmiştir. Yazı dilinin amacı, bir memlekette konuşulan dilin bölgeler arası farklılıklarını kaldırarak dilde birliği sağlamaktır. Eğer bu birlik sağlanamazsa haberleşme ve eğitimde birlik ve disiplin sağlanamaz.
Türkçenin bilinen en eski imlâsı Orhun Âbidelerindeki imlâdır. Türkçede bütün seslerin yazılması, gösterilmesi gerekirken âbidelerde bile alfâbenin özelliğinden dolayı imlâ kuralına tam uyulmamıştır. Bunda Türkçenin bilhassa büyük ses uyumunun etkisi vardır. Türkçede sekiz sesli için dört işâret kullanılmıştır. Azlığından dolayı sesli harfler, sesdeşlerin ince ve kalın şekilleriyle giderilmeye çalışılmıştır. Kelime başında ve ilk hece sonunda “a, e” yazılmamış, sonda yazılmış; “ı, i” ise başta ve ilk hece sonunda yazılmış, sonda yazılmamıştır. “o, ö, u, ü” başta ve ikinci hecede yazılmamış sonda yazılmıştır: (Bglr) (begler), bşblıg (beşbalığ), budn (budun), şidn (eşidin), rsnka (ersinka), tkuz (tokuz) gibi. Bâzı hecelerde ünlüler hiç yazılmamıştır. Sesdeşlerde de düzensizlik görülmektedir. Bir kelime hem s, hem ş harfleri ile yazılmıştır. Fakat s ve ş yerine aynı işâret kullanıldığından; kişi-kisi, öküs-öküş, Türk-Türük gibi kelimeler iki ayrı şekilde yazılmıştır.
İslâm harflerinin kullanılmasından sonra da imlâda bâzı karışıklıklar olmuştur. İslâm harflerinde sesli harf yerine hareke kullanılmıştır.
İmlânın ıslâhı üzerinde ilk duran Enderûn-i Dâniş olmuştur. Bundan başka bâzı yazarlar, çeşitli şekilde okunabildiği ve karışıklıklara sebeb olduğu gerekçesi ile elif, vav ve kaf harfleri üzerinde durmuşlar ve bâzı işâretler koymuşlardır.
1928 yılında kabul edilen Lâtin asıllı yeni alfabe 29 ses işâretine dayanır. İslâm harflerinde bulunmayan sekiz ayrı ünlü kabûl edildi. Böylece bir ünsüz, sekiz türlü ünlünün her biri ile başlatılınca 168 türlü ses meydana gelmektedir. Eski alfabede bulunan kaf ve kef harflerinin, yenisinde sâdece k işâreti ile gösterilmesi imlâda birçok aksaklıklar doğurmuştur. Bunun gibi batı dillerinden Türkçeye giren bâzı kelimelerin yazılması da mesele olmuştur. Tren, plastik, grub, gram, program gibi kelimeler bir süre sipor, tiren, pilastik, gurup, gıram, pırogram şeklinde yazıldı. Sonradan tekrar eski yazılış şekillerine dönüldü.
En iyi imlâ en kolay imlâdır. 1928’den sonra Türk Dil Kurumu, Lâtin harfleri tesbit edilirken, imlâ lügatı çalışmalarına da başladı. Bu lügat değişik zamanlarda, İmlâ Kılavuzu olarak birçok defâ yayımlandı.
Hâlen Türkçede imlânın oturduğu ve bir düzene girdiği söylenemez. Bunda keyfiliğin büyük payı vardır. Ayrıca kullanılan kelimelerin imlâ olarak harflere bağlılığı yanında, konuşmadaki yeri, ikili bir durum ortaya çıkarmaktadır. Bu hâlde doğruluk ve yaygınlık meseleleri imlâda göz önüne alınmalı, çözümü bu ikisinin ortasında aramalıdır. Ayrıca nisbet (i)si gibi seslerin dilde muhâfazası gerekir. Çünkü bunların bir gramer ve mânâ vazifesi vardır. Sese dayalı bir imlâ köksüz ve çabuk değişiklik gösterir. İmlânın yazı hayâtımızda geçirdiği merhaleler gözden geçirilirse, bu imlânın yerli yerine oturabilmesi için asırların geçmesi lâzımdır. Nitekim eski imlâmız, İslâm dâiresi içine girdiğimiz yıllardan ve ilk eserlerimizden sonra, yâni 1100 yıllarından 1600 yıllarına kadar bir kararlılık gösterememiştir. Ancak beş yüz senelik bir denemeden sonra alfabemizin imkânlarına göre her kelime ve söz, kalıp hâline gelmiş, ek ve köklerde kararlı bir imlâ ortaya çıkmıştır. Bunun yanında imlâ ile ilgili bâzı hususlar Tanzimattan sonra tekrar ortaya çıkmış; Şemseddîn Sâmi yeni bâzı işâretler getirmiştir. Ancak bu yaygınlaşmamıştır. Teknoloji ve fen ilerledikçe yabancı kelimeler Türkçeyi istîlâ etmektedir. Bununla birlikte imlâ kurallarında yeniden düzensizlik başlamaktadır. Tabiî ki Avrupa dillerinden gelen kelimeler bunda büyük bir yekün tutmaktadır. Bunlar yeni alfabe içinde yer aldıklarından söylenişlerine göre yazılmalı, geldikleri dillerdeki imlâlarına yer verilmemelidir.
Alm. Rechtschreibung. Orthographie (f),Fr. Orthographe (f), İng. Ortohography. Bir dilin yazıya geçirilmesinde uyulması şart olan kâideler. Bunlar her dilin hususiyetlerine göre değişik olabildiği gibi, birçok dillerde ortaklaşa kullanılanları da vardır. Bir dilin yazıya geçirilmesinde birlik, doğruluk, anlaşılırlık ve düzgünlüğün sağlanması için o dilin imlâ kurallarına uymak mecbûridir.
Türkçedeki imlâ kurallarının bir kısmını harfler, ekler, bâzı kelimelerin yazılışları, bir kısmını da noktalama işâretleri ihtivâ eder. Bunlar şu şekilde sıralanır:
Büyük harfin kullanıldığı yerler:
1. Her cümlenin başındaki kelimenin ilk harfi veya cümle sonunda nokta (.), iki nokta üstüste (:), ünlem (!), soru işâretinden (?) sonra gelen kelimenin ilk harfi;
2. Bütün orta yazı başlıklarının her kelimesinin ilk harfi;
3. Hürmet ve meslek bildiren ünvanların ilk harfi;
4. Özel isim (insan, hayvan, şehir, gazete, kitap) ve tamlamalarının ilk harfi (Ali Kahraman’ın, Minnoş’un, Edirne’den, Şanlıurfa’nın, Türkiye Gazetesi’ne, İslâm Âlimleri Ansiklopedisi’nin, Türkiye Çocuk Dergisi’ne gibi);
5. Dağ, göl, deniz, vâdi, yön, savaş, kurum, kale, eser gibi ibâre ve tamlamalar, kesme işâreti kullanılmadan (Ağrı Dağında, Van Gölüne, Güneydoğuda, Malazgirt Zaferine, Türkiye Büyük Millet Meclisinden, Ankara Kalesine, Ulu Câmide, Beylerbeyi Câmiinden gibi);
6. Saygı, ünvan, meslek bildiren takma isimler, kesme kullanmadan (Ali Beyden, Selma Hanımın, Merkez Efendiye, Rüstem Paşanın, Remzi Hocanın, Demirci Osman Ustaya, Orhan Gâziden, Yavuz Sultan Selîm Hanın, Mekke-i mükerremede, Başbakandan, İçişleri Bakanının gibi);
7. Dil, din, millet, topluluk isimleri, kesme kullanmadan (Türkçenin, İslâmiyette, Müslümanlıkta, Hanefîlerin, Japonlardan, Beşiktaşlıların, Selçuklulardan, Aydınoğulları gibi);
8. Şiirlerde mısra başlarındaki kelimelerin ilk harfi;
9. Kısaltmalar;
10. Târihlerde, ay ve günler (10 Temmuz 1991, Cumartesi günü gibi);
11. Dünyâ hâricindeki diğer sekiz gezegenin ilk harfleri, büyük harfle başlar.
kibağlacının yazılışı:
Türkçede iki çeşit “ki” vardır. Bunlardan âitlik eki olan “-ki”, kendisinden önceki kelimeye bitişik yazılır ve bir isimle kullanılır:
Evdeki çocuk, köşedeki döşek, gazetedeki yazı...
Bağlaç olan ki aslında bir kelime olup mutlaka ayrı yazılır:
Buyuruyor ki, tam kapıyı açmıştı ki, bir duydu ki geri döndü, öyle ki...
Soru eki olan mi (mı, mi, mu, mü) nin yazılışı:
Soru eki olan mi, kendisinden önce gelen kelimeden (fiilden) ayrı yazılır ve sona soru işareti (?) konur:
Nedim evde mi? Gider misiniz? Doğru mudur?
debağlacının yazılışı:
Türkçede iki çeşit (de) vardır. Bunlardan biri ismin hallerinden bulunma hâlini ifâde eder. Bu “-de” kendisinden önce gelen kelimeye bitişik yazılır:
Havada uçtu. Yemekte buluşuruz.
Bağlaç olan ve “dahi” mânâsına gelen “de” ise ayrı yazılır:
Yere de düştü. O da gitti. Sen de mi? Olsa da olmasa da fark etmez.
ilebağlacının yazılışı:
Kendisinden önce gelen kelime sessiz harfle biterse, “i” düşerek “-le” veya “-la” hâlinde birleşir ve bitişik yazılır:
elimle, îmânla...
Kendisinden önce gelen kelime sesli hafle biterse araya “y” harfini alarak birleşir ve bitişik yazılır:
gemiyle, arabayla...
İle bağlacı, üçüncü şahıs iyelik (sâhib olma) ekinden sonra gelirse, kendisinden önce gelen kelime ister kalın, ister ince sesliyle bitsin, muhakkak “-yla, -yle” şeklinde birleşir ve bitişik yazılır:
arabasıyla, mendiliyle...
Sessiz harflerin uyumu:
1. Kelimelerin sonunda bulunan “p,ç,t,k” harflerinden sonra sesli harfle başlayan bir ek gelirse, bu harfler yumuşayarak “b,c,d,g” ye çevrilir:
dolap-dolabı, ağaç- ağacı, geçit, geçidi, kapak-kapağı...
2. “ç,f,h,k,p,s,ş,t” harfleri “sert sessiz” dediğimiz harflerdir. Bir kelimenin sonunda, bu sert sessizlerden birisi varsa ve (c,d,g) dediğimiz yumuşak sessizlerle başlayan bir ek gelecekse, bu ek (ç,t,k) hâline döner. Kısacası; bir kelimenin sonu “f(ı)st(ı)kç(ı)ş(a)h(a)p” harfleri ile biterse “c,d,g”li ekler, yine bu harflerden olan “ç,t,k” ile yazılır:
Kireçci (değil) kireççi, kireçden (değil) kireçten, biçgi (değil) biçki, tarihci (değil) tarihçi, birlikden (değil) birlikten, gözlükcü (değil) gözlükçü, aşcı (değil) aşçı, sütden (değil) sütten...
Bitişik yazılan kelimeler ve fiiller:
Birleşik kelimeler (aslanağzı, akbaba, önsöz, dedikodu, işbaşı, yüzbaşı, binbaşı, cumartesi, pazartesi, asbaşkan gibi); pekiştirme sıfatları (kapkara, masmavi, büsbütün gibi); yeterlik, tezlik, yakınlık, sürerlik birleşik fiilleri (şaşakalmak, bakadurmak, olagelmek, sürüvermek, düşeyazmak, gidebilmek gibi); yardımcı fiillerin (et- eyle-, ol-) kullanılması hâlinde ses düşmesine veya ses artmasına uğrayan kelimeler (sabretmek, şükretti, hapsetmiş, hatmetmiş, kahreyle, kahrol, hapsoldu, emredince; affetti, affoldu, zannet, reddet, reddoldu, addedince gibi) bitişik yazılır.
Burada dikkat edilecek husus “et-, eyle-, ol-” fiillerinden önce gelen kelimenin bünyesinde düşme veya artma olup olmadığıdır: sabır kelimesinde “ı” düşünce sabretmek olur; af kelmesinde “f” harfi ikiye çıkınca (artınca) affettti olur. Bu kelimeler bitişik yazılır. Ancak, kelimelerin bünyesinde düşme veya artma olmazsa ayrı yazılır: arz etti, naz etmiş, mest oldu, geniş olmak gibi.
Uzatma ve inceltme işâretleri:
1. Uzatma işâreti (^):
a) Türkçeleşmiş birçok kelimede daha çok “f,h,k,y” gibi sessizlerden sonra gelen “a” harfinin üzerine konur (fâil, hâsılat, hâsılı, kâtil, Kâzım, hayâ gibi).
b) Yazılışları aynı, mânâları ve okunuşları ayrı olan kelimelerde kullanılır(adem-âdem, alem-âlem, Ali-âli, mani-mâni, ahır-âhir, hala-hâlâ gibi).
c) Nisbet (î) sinin üzerine konur (medenî, İslâmî, millî, dînî, edebî gibi).
2. İnceltme işâreti (^):
“g,k,l” seslerinden sonra gelen “a” ve “u” üzerine konur: “a”yı (ea), “u”yu (üu) okutur (kâğıt-keağıt, Kâzım, keazım, rüzgâr-rüzgear, hâlâ-hâlea, sükût-süküut gibi).
Kesme işâreti:
1. İnsan, hayvan, şehir, gazete, kitap, dergi gibi özel isimlerden ve tamlamalardan sonra gelen ekleri ayırmada kullanılır (Bahri’den, İhsan Şanlı’ya, Kıtmir’in, Tekir’den, Şanlıurfa’da, Gürcüboğazı’na, Türkiye Gazetesi’ne, İslâm Ahlâkı’nın, Türk Edebiyâtı Târihi’nin, Türkiye Çocuk Dergisi’ne gibi);
2. Rakamlardan ve kısaltmalardan sonra kesme kullanılır, ekler rakamın ve kısaltmanın okunuşuna göre yazılır: (1984’ten, 1970’te, 622’de; PTT’nin, ABD’ye, DMO’ya, İhlâs A.Ş’ye, 30 cm’den. 100 m2den kısaltmasında kesme kullanılmaz);
3. Harf veya ek’lerin ayrılmasında (ü’lü, a’sız, z’dir, -miş’li geçmiş, -aş-’lar tam kafiye, -mış’lar rediftir, -yle’dir gibi);
4. Özel isimlere gelen ekler satır sonuna geliyorsa, sâdece kesme kullanılır, satırsonu çizgisi kullanılmaz:
.................................................................... Ali’ nin kalemidir.
.................................................................... Antalya’ dan geldi.
5. Önemi belirtilmek istenen kelimeler kesmeyle ayrılır (Yüzü ben’li olanı tanıdın mı? Onun pulculuk’tan kârı ne?);
6. Eski döneme âit metinlerde ve konuşma dilinin aynen aktarıldığı yazılarda düşen sesin yerine kullanılır:
Karac’oğlan sen bu ilden gidersen
Var m’ola, n’olursun, n’apsınlar gibi.
NOKTALAMA İŞÂRETLERİ
Nokta (.):
1. Tamamlanmış cümlenin sonuna konulur. Sonraki cümle büyük harfle başlar:
Ali geldi. Yemeğini yedikten sonra derse oturdu.
2. Ünvan, kelime, isim kısaltmalarından sonra:
Dr. (doktor), Alb. (albay), J.Gn.K.lığı, Bkz. (bakınız), Bşk. (başkan), mad. (madde), m. (metre), vs., Prof. F. Arndt gibi.
3. Madde başlarını ve bölümleri belirtmek için; inci eki yerine; târihleri, saatlerin küsurlarını yazarken; binler hânesini gösterirken:
A., B., C.; a., b., c.; 1., 2., 3., I., II., III.; 1. ders yılı, 20. yüzyıl, 72. sayfa; 26.2.1984; 10.30’da (10:30, 1030 yanlış), 36.000 gibi.
Virgül (,):
1. Uzun cümlelerde özneden sonra; cümlede ardarda sıralanan fiillerden, öznelerden, nesnelerden, tamlamalardan sonra:
Her millet, kendi târihindeki bilim adamlarıyla övünür.
Her canlı doğar, büyür, ölür.
Dağlar, tepeler, ağaçlar rengârenkti.
Yurdumu, milletimi, bayrağımı çok severim.
Türk milletinin yükselmesini, Türk vatanının kalkınmasını istedi.
2. Çeşitçe aynı cümleler arasında:
Çocuk ağladı, baktı ilgilenen yok, sustu; sonunda oturdu.
Önce mehter geçti, onları askerler tâkib etti, arkadan gâziler yürüdü.
3. Mânâyı kuvvetlendirmek için tekrarlar arasında:
Simitçi, zavallı simitçi, dolaşıp durdu.
4. Seslenme, mektupta hitap sözlerinden sonra; dedi, diyor kelimelerinden önce ve sonra:
Efendiler, bilirsiniz ki...
Sevgili Anneciğim,
-Ben, diyordu, Londra’dayken...
5. Ara sözlerin, cümlelerin başına ve sonuna:
Sen istersen, ben pek sevmedim de, gidebilirsin.
Şimdi, efendiler, müsâade ederseniz, suâlim şudur.
6. Cümlenin başında, sıfat tamlaması olmasın, diye:
Hırsız, hâkimin gözlerine baktı.
Yeşil, gözlerde unutulmaz izler bıraktı.
Yaramaz, çocuğa dokunma.
7. Küçük rakamlarda, buçuk mânâsında ve târihlerde:
Senede 2,5 milyon îmâl edilir.
Sıcaklık +34,5 ile -8,4°C arasındadır.
28 Aralık 1989’da, Pazar günü Yalova’ya gitti.
8. Kısa konuşmalarda tırnak işâretinden önce:
Onu görünce, “İşte bir kahraman!” dedim.
9. Birleşik cümlelerde “fakat, ancak, ne, çünkü, yahut, yâni, lâkin, eğer” gibi edat ve bağlaçlardan önce:
Ali’yi evde aradım, fakat bulamadım.
Pazar günü bekledim, ancak gelmedin.
Yapamazsın, çünkü bilmiyorsun.
“için, gibi, halde, rağmen, değil, bile, sonra” gibi edat ve bağlaçlardan sonra kullanılır:
Havalar soğuduğu için, dışarı çıkarken ceket giyiniz.
Çalıştığı halde, plansızlıktan başarısız oldu.
İzne çıkmak istesek bile, iş çok.
10. Yanlış kullanıldığı yerler:
“ve, veya” edatlarından önce ve sonra kullanılmaz:
Derinin, tâze, veya kuru olsun, üzerini, ve içini temizleyin. (Yanlış)
Derinin, tâze veya kuru olsun, üzerini ve içini temizleyin. (Doğru)
Ardarda sıralanan aynı cins kelimelerin ilkinden önce ve sonrakinden sonra konulmaz:
Selim’in, renkli, güzel, irili ufaklı, balıkları var. (Yanlış)
Selim’in renkli, güzel, irili ufaklı balıkları var. (Doğru)
Noktalı virgül (;):
1. Tamamlanmış ve fikirce birbirine bağlı cümleler arasında:
Ana caddeye çıkınca bir kargaşa gördüm; ayakta bir arabacı ile çamurda yatan bir at vardı.
Çocuklar, artık okullar bitti; şimdi herkes tatile çıkacak; neneler, dedeler, âh bir torunum gelse de koklasam, diyorlar.
2. Bir cümledeki fikirce zıtlık, cins, mikdar, tür vs. farklılıklarını ayırmada:
Çok sevdiğimiz bu çocuklardan birisi Türk, birisi Japon; birisi kız, birisi de erkekti.
Kardeşlerimden Nuri, Sedat’a; Nermin, Nuran’a göre daha çalışkandır. (Doğru)
Kardeşlerimden Nuri; Sedat’a, Nermin; Nuran’a göre daha çalışkandır. (Yanlış)
Meyvelerden şeftali, elma, muz; sebzelerden tahıllar, havuç, baklagiller verilebilir. (Doğru)
Meyvelerden; şeftali, elma, muz, sebzelerden; tahıllar, havuç, baklagiller verilebilir. (Yanlış)
Yemeği oburca, yâni ne bulduysak, tıkıştırarak değil; yeterince, ihtiyaç kadarıyla yemelidir. (Doğru)
Yemeği oburca; yâni ne bulduysak, tıkıştırarak değil, yeterince; ihtiyaç kadarıyla yemelidir. (Yanlış)
3. Özneyle yüklem arasındaki virgüllü cümle unsurlarını özneden ayırmak için:
Bütün güller; tohum, çelik, daldırma ve aşı şekillerinden birisi ile üretilir.
Bunlar; kapitalizm, komünizm ve İslâmiyetin iktisâdî esaslarıdır.
Özneden sonra noktalı virgül kullanmayı alışkanlık hâline getirmemelidir. Meselâ üstteki cümlede kullanmayabiliriz. Aynı şekilde özneyle yüklem arasında virgüllü unsurlar yoksa, özneden sonra (;) kullanmamalı, (,) kullanmalıdır:
İskandil; aynı zamanda deniz dibi hayvanlarını ve bitkilerini inceleyen bir metoddur. (Yanlış)
İskandil, aynı zamanda deniz dibi hayvanlarını ve bitkilerini inceleyen bir metoddur. (Doğru)
4. Cümleler birbirlerine “ama, ancak, bu sebeple, buna rağmen, çünkü, fakat, hatta, halbuki, lâkin, ne var ki, öyleyse, sonra, şu kadar ki, zîrâ” gibi edatlarla bağlanırsa, bu edatlardan önce kullanılır; ancak iki cümle de gramerce tamamlanmış olmalıdır:
Kendi kendime hem güler, hem ağlarım; çünkü hayatımda ne böyle bir komedi yaşadım, ne de böyle bir dram seyrettim.
5. Konuşmalarda tırnak işâretinden önce kullanılır:
Süleyman Şah, Üsküdar’dan İstanbul’u seyrettikten sonra; “Bu güzel belde neden bizim olmasın?” demiştir. (Doğru)
Süleyman Şah, Üsküdar’dan İstanbul’u seyrederek şöyle konuştu; “Bu güzel belde neden bizim olmasın?” demiştir. (Yanlış)
Buradaki yanlışlığın sebebi “konuştu” ve “demiştir” kelimeleriyle iki defa yüklem kullanılmasıdır ki “demiştir” yüklemini kaldırmak gerekir.
İki nokta (:):
1. Bir cümlede, sözde veya ifâdede yer alan örnekleri (misâlleri), açıklamaları, maddeleri, ihtimalleri göstermek için:
Yemekte güz meyveleri vardı: Ayva, nar, üzüm...
Oraya gitmek için iki vâsıtadan birini tercih etmek durumundasınız:Tren veya otobüs.
Esas olarak ayak oyunları dört çeşittir: İlerleme, gerileme, sol yana ve sağ yana yapılan adım hareketleri.
Türkiye’nin büyük şehirleri şunlardır: İstanbul, Ankara, İzmir, Konya, Adana.
Bulut varsa: a)Yağmur, b) Kar yağabilir.
Aklın ve ilmin üç düşmanı vardır:Fenâlık, câhillik ve tembellik.
2. Paragrafların başındaki yan başlıklardan sonra:
Âdî iskandiller filika iskandili, el iskandili ve derin su iskandili olmak üzere üç çeşittir:
Filika iskandili: ............................................................................................
El iskandili: .................................................................................................
Derin su iskandili: ........................................................................................
3. Konuşmalarda tırnak işâretinden önce ve konuşma çizgisinden önceki ifâdenin sonunda kullanılır:
Alparslan, Malazgirt Savaşından önce secdeye kapanarak şöyle duâ etti: “Yâ Rabbî! Senin rızân için savaşıyorum. Bana yardım et.”
Fâtih Sultan Mehmed Han, yerlere kapanan ahâli ve Ortodoks Patriğine karşı şöyle hitab etti: “Kalkınız! Ben SultanMehmed, sana ve bütün ahâliye söylüyorum ki, bugünden itibaren ne hayatınız ve ne de hürriyetiniz husûsunda benim gazâbımdan korkmayınız.”
Yûnus, başı önünde, mahcûb cevap verdi:
- Bu kapıdan odunun bile eğrisi giremez...
Üç nokta (...):
Bu üç noktaya “susma” veye “kesme” noktaları da denir.
1. Bir cümlede sıralanan örneklerin hepsini saymamak için:
Çantası ağzına kadar doluydu! Kitaplar, dergiler, kalemler ...
-Zayıf dersin çok muydu?
-Eh ... Matematik, Fizik, Kimya, İngilizce, Tarih ...
2. Cümlenin geri kalanını okuyucunun anlayışına bırakmak için:
-Öyle bir nutuk attı ki ... (herkes şaşırdı.)
-Sorma! O birinci sınıfı hatırlıyorum da ... (içime bir korku düşüyor.)
3. Atlanan bölüm olunca, bir başka yerden aktarma (iktibas) yapılınca:
10 Aralık 1896’da ölen Alfred Nobel’in vasiyetnâmesinde şu sözler yer alıyordu:
“... Servetime el koyanlar şu şekilde hareket edeceklerdir: Mirasımın getireceği kazanç, paraya çevrilecek ve ...” (İnsan ve Kâinat, Ocak 1988, s. 33)
4. Yazıda kullanılması uygun olmayan çirkin, bayağı, müstehcen sözlerin yerine:
Sarhoş, sokaktan geçenlere; “Şimdi sizin ...” diye sataşmaya başladı.
5. Söylemek istemediğimiz bir sözün yerine kullanılır:
Genç adam, faâliyetinden bir türlü memnun olmadığı (...) Müessesesine mektup yazmayı düşündü.
Sıra noktalar (.......):
1. Konuşmalı ifadelerde düşünmek ve sükût etmek maksadıyla:
-Yaptığın işin günâhını biliyor musun?
-........
-Tövbe et, tövbe et!
- ........
2. Bir kelimenin tam şeklini yazmamak gerektiğinde:
Masama yeni oturmuştum; ....... yan gözle beni süzüyordu.
3. Bir konudan başka bir konuya geçerken veya şiirlerde atlama yaparken kullanılır:
Şimdi bu mevzuu ele almayacağız.
........
Asıl üzerinde duracağımız konuya gelince, sizlere şunu ifade etmek istiyorum ki ...
Rabbim, nihâyet sana itâat edeceğiz...
Artık ne kin, ne haset, ne de yaşamak hırsı,
.....................
Ümitler içindeyim, çok şükür öleceğiz ...
Ünlem işâreti (!):
1. Seslenme, şaşırma, hayret, acıma, nefret, emir, komut gibi duygu, heyecan ve ifadeleri kuvvetli bir şekilde anlatmak; tabiat seslerini taklid etmek için:
Ey mâvi göklerin beyaz ve kızıl süsü !.. (seslenme)
Aaa..! Görülmüş şey değil! (şaşırma)
Bir haftadır uyumamış! (hayret)
Vah vah, pek de gençti! (acıma)
Bir kaşık suda boğacak! (nefret)
Yazı, yarın sabaha kadar bitecek! (emir)
Uygun adım marş! (komut)
“Vuu, vuuu!” diye esen fırtına, insana ürperti veriyordu. (tabiat)
2. Tek başına (!), soru işaretiyle (!?) veya sıra noktalarla (!..) birlikte alay, küçümseme mânâsında kullanılır:
Bilmediği bir şey yokmuş (!), evi Bâyezid Kütüphanesi (!), neler keşfetmemiş neler (!?)
Daha yumurta kadarken (!?) bu işlere girişmiş; altı yaşındayken sürmeyi, on beşinde ehliyet almayı becermiş, şimdi Avrupa’da bilmem nerede!..
Soru işâreti (?):
1. Soru mânâsı taşıyan cümlelerde, soru edatlarının (mı, mi, mu, mü; mıdır, miyiz ...) sonunda:
Ne yapacaksın? Hangi köşede? Ne zamandan beri? Hava karardı mı?Gülünç mü? Sıcak mıdır? Gidecek miyiz?
2. Konuşmalı cümlelerde tırnak içinde:
Annesi pencereden; “Daha gelmiyor musun?” dedi.
3. Cümlede birden çok soru grupları varsa, her soru grubunun sonunda değil, cümlenin bitiminde:
İstanbul neydi?Neresiydi?Orada ne yapacaktı?Taşında toprağında altın var mıydı? (Yanlış)
İstanbul neydi, neresiydi; orada ne yapacaktı?Taşında toprağında altın var mıydı? (Doğru)
4. Verilen bilginin kesinlik kazanmadığı yerde kullanılır:
Karacaoğlan 17. yüzyılda (?) yaşamıştır.
Süleyman Çelebi (?-1422)
5. Soru anlamı taşımayan cümlelerde soru işâreti kullanılmaz:
Ömer’e bizimle çalışıp çalışmayacağını sordum? (Yanlış)
Ömer’e bizimle çalışıp çalışmayacağını sordum. (Doğru)
Kısa çizgi (-):
1. Kısa çizgi işâreti, satır sonunda hece bölünmesinde kullanılır. Bir özel isim, satır sonunda kesme işâreti almışsa, kesme işâretinden sonra kısa çizgi konmaz.
Satır sonunda kelimeler hecelerden bölünür:
Yavuz Sultan Selim, Mısır’
a giderken der ki:
“Bu seferler, bu at koştu-
rmalar beyhûde değ- (YANLIŞ)
il! Biz gönülleri toplu bul-
undurmak için perişan ol-
uyoruz.”
Yavuz Sultan Selim Mısır’
a giderken der ki:
“Bu seferler, bu at koş-
turmalar beyhûde de- (DOĞRU)
ğil! Biz gönülleri toplu bu-
lundurmak için perişan olu-
yoruz.”
2. Târihler arasında; iki kelime arasındaki ilgi ve bağlantıyı kurmada kullanılır:
Bu sene okullar, 1993-1994 öğretim yılına başlayacak.
İnsan gözü en çok sarı-yeşil (5550 A°) ışığa duyarlıdır.
İstanbul-Edirne arası 250 kilometredir.
Işgın, mayıs-haziran aylarında çiçek açar.
3. Kesin bir sayı vermeyen rakam ve yazılar arasında kullanılır:
İstanbul-Ankara arası 450-500 km kadardır.
Konya’dan geleli beş-altı ay oldu.
4. Farsça ve Arapça tamlama (terkip)larda kullanılır:
Servet-i Fünûn, rûz-ı mahşer; beyt-ül-mâl, Dürr-ül-Muhtâr, Ziyâret-ül-Kubûr...
Tırnak işâreti (“...”):
1. Konuşmalı ifâdelerde (Bkz. Noktalı virgül, mad. 5; İki nokta, mad.3).
2. Üzerinde durulması, dikkat çekilmesi istenen kelime ve ifadelerde:
Türkler çeliğe “çift su” vermesini Avrupa’ya da öğretti.
Halk şiirlerinin yer aldığı “cönk”ler birer antoloji sayılır.
Parantez işâreti ( ):
1. Cümlede, asıl ve yan cümlelerin birer açıklaması olarak kullanılır:
Bu sene sınıfımı doğrudan geçmek için Faruk’la (daha önce sizi tanıştırmıştım) ders çalışıyoruz.
İmtihana giderken kalem (tercihen kalemtraşla açılan cinsten ve yumuşak), silgi almayı unutma.
2. Tarihler, rakamlar, aynı mânâlı kelimeler, bir kelimenin başka dildeki karşılığı parantez içinde yazılır:
Birinci Dünya Harbi (1914-1918) sonunda ittifak devletleri yenildi.
Senette yazılı olan elli bin (50.000) lirayı ödedim.
İmlâ kuralları (kâideleri) kompozisyon için çok lüzumludur.
Dilbilgisinin konularından birisi de ses bilgisi (fonetik)dir. (Burada görüldüğü gibi, parantezden sonraki ek parantezden önceki kelimenin devamı olmalıdır:bilgisi-dir.)
Diyalog (dialoque) kelimesinin bir mânâsı da “gevezelik”tir.