İKTİSAT

Alm. Wirtschaft, Ökonomie (f), Fr. économie (f), İng. economy. İnsanların malları istihsal (üretim) etmek ve bunları istihlâk (tüketim) edilmek üzere toplumun çeşitli üyelerine dağıtmak için kıt veya sınırlı istihsal kaynaklarının (toprak, işgücü, makina gibi sermaye malları, teknik bilgi) ne şekilde kullanıldıklarını inceleyen bir bilim. Para kullanılarak veya para kullanılmadan, insanlar arasında mübâdele muâmelelerine sebeb olan faaliyetlerin tetkiki. Servetin incelenmesi. Kısaca üretim ve tüketim faaliyetlerinin nasıl düzenlendiğinin incelenmesi, şekillerinde de ifâde edilebilir.

İktisat, sosyoloji, siyâset ilmi, psikoloji ve antropoloji gibi ilimlerle de çok yakın münâsebet içerisindedir. İktisat, tarihi tetkiklerden geniş ölçüde faydalanır. İktisatla ilgili çeşitli konular arasında istatistikî bilgilerin özel bir önemi mevcuttur. İhtimal ve istatistiğe ait matematik metodların en önemli tatbikatı iktisat sahasındadır. Temel iktisat prensiplerinin anlaşılmasında en önemli faktör ise ampirik delillerin dikkatli bir şekilde tahlil edilmesidir.

İktisat, kendisi ile ilgili sosyal ilimlerin muhteviyatından istifade ettiği gibi diğer sosyal ilimler de iktisattan faydalanmaktadır.

Genel mânâda iktisat şu soruların cevabını aramaktadır: Hangi mallar ne miktarda üretilmelidir? Bu mallar ne suretle istihsal edilecektir? Bu mallar kimin için istihsal edilecektir?

İktisatın Sahasına Giren Ana Mevzûlar

İktisadî hayatın temel olayları ve müesseseleri; kullanılan âletler; millî gelir, millî gelirin bu faktörlerle olan bağlantıları refah ve depresyonların sebep ve neticeleri; tasarruf ve yatırımların karşılıklı tesirleri; satınalma gücünün gelir ve istihdama tesir etme durumları; para siyaseti ile maliye siyasetinin ilişkileri, sebep ve sonuçları; iktisâdî gelişme ve iktisâdî büyüme; kalkınmada ekonomik denge, optimum denge; rekabet şartları; arz talep durumları; millî gelirin teşekkülü; fiyatların tahlîli (Mikro İktisat); gelir bölüşümünün tahlîli, sebep-sonuçları; ücretler; kâr, fâiz ve rant; milletlerarası ticâretin, ekonomik ilişkilerin tahlîli, ülkelerin ekonomik yapılarının (gelişmiş, azgelişmiş, gelişmekte olan) sebep ve neticeleri bakımından incelenmesi, enflasyon, deflasyon vs. gibi konular iktisat ilminin inceleme sahası içinde bulunmaktadır.

İL

Alm. Wilajet (n), Fr. Province (m), İng. Province. Merkezî idârenin taşra birimlerinin en büyüğü; bir memleketin, bir vâli tarafından idâre edilen bölümlerinden her biri. Merkezî idârede millî varlığın devâmını sağlayan, kânunların uygulanması, kamu düzeninin korunması ve kamu hizmetlerinin yürütülmesinde millî menfaatleri ön planda tutan kamu hizmetlerinin durumuna, ekonomik şartlara ve coğrafî durumuna göre kurulan, kuruluş esasları kânunla belirtilen kamu tüzel kişisi.

1982 anayasasına göre; Türkiye, merkezî idâre kuruluşu bakımından; coğrafya durumuna, ekonomik şartlara ve kamu hizmetlerinin gereklerine göre, illere; iller de kademe kademe bölümlere ayrılır (mad. 126).

İl genel idâresinin başı, vâlidir. Bakanlıkların kuruluş kânunlarına göre illerde, lüzûmu kadar teşkilât bulundurulur. Bu teşkilâttan her birinin başında, il idâre şûbe başkanları vardır. Bu şûbe başkanlarının emri altında çalışanlar, ilin ikinci derecede memurlarıdır. Başkanlıkları temsil eden şûbe başkanları vâlinin emri altında çalışırlar. Vâli, ilde devletin ve hükûmetin temsilcisi ve her bakanın ayrı ayrı her bakımdan mümessili ve bunların idârî ve siyâsî yürütme vâsıtasıdır. İlin genel idâresinden her bakana karşı ayrı ayrı sorumludur.

Vâlinin tâyin ve tesbit ettiği işlerde, yeteri kadar vâli muâvini bulundurulur. Bunlar vâlinin olmadığı zamanlarda yerine vekâlet ederler. İlin yazı işlerinin düzenlenip yürütülmesinden de sorumludurlar.

Yetki genişliği esâsına dayalı olarak il özel idâresi kurulmuştur. İl özel idâresinin vazîfeleri arasında, yol, köprü, geçit gibi yerlerin inşâat ve onarım işleri, elektrik, havagazı, su gibi kamu hizmetlerinin işletmeleri, özel sektöre âit fabrika ve te’sislerin ruhsat müsâadesi işleri, tarım sektörünün geliştirilmesi gibi sosyal ve ekonomik mâhiyetteki hizmetlerin millet faydasına geliştirilmesini sağlayıcı tedbirleri almak ve araştırmak, ilköğretim, meslekî ve teknik okullarla, hastâneleri hizmete açmak, il mallarını kamu yararına kullanmak sayılabilir.

İl özel idâresinin organları; vâli, il genel meclisi ve il dâimî encümenidir. İl genel meclisinin üyeleri, beş yılda bir yapılan seçimlerle vazîfe alırlar. Vâlilerin tâyini merkezden yapılır. İl genel meclisi, yılda bir defâ olmak üzere genel kurul toplantısı yapar. Olağanüstü genel kurul toplantısı yapılabilmesi için İçişleri Bakanlığının izni gerekmektedir. Genel kurulun vazîfe ve yetkileri arasında, il bütçesini kabul etmek, kurum hizmetleri hakkında kararlar almak, hizmetler için gerekli finansman kaynaklarını tesbit etmek gibi hususlar sayılabilir.

İl dâimî encümeni, il genel meclisinin içinden seçilen dört üyeden meydana gelir. Vazîfe süreleri bir yıldır. İl bütçe tasarısını inceleyerek müzâkere etmek, gider cetvellerinin bütçeye uygun olması hâlinde tasdik etmek, bütçedeki artırma ve eksiltmeleri müzâkere etmek, bütçede tesbit edilen finansman kaynakları arasında aktarma yapmak, olağan dışı giderlerin kullanma durumlarını tesbit etmek, il idâresinin hizmetleri ile ilgili mütâlaalarını genel meclise bildirmek gibi hususlar, il dâimî encümeninin vazîfeleri arasında yer almaktadır.

İl idâre kurulu, vâli veya vâli muâvininin başkanlığı altında hukuk işleri müdürü, defterdar, bayındırlık, sağlık ve sosyal yardım, tarım, veteriner ile millî eğitim ve kültür müdürlüklerinden meydana gelir. İdârî ve istişârî nitelikte kararlar almağa yetkili kuruldur.

Osmanlı idârî teşkilâtı Sultan İkinci Mahmûd Han devrinde vilâyet, kazâ, nâhiye olarak hiyerarşik bir yapı şeklinde değiştirilmiş, Cumhuriyet döneminde de aynı esas kabul edilmiştir. Bugün Türkiye’de il idârî teşkilâtı 76 ile, iller de kazâ ve nâhiyelere bölünmüştür.

Kamu hizmetlerinin görülmesinde verim ve uyum sağlamak amacıyla birden çok ili içine alan merkezî idâre teşkîlâtı kurulabilir. Bu teşkilâtın görev ve yetkileri, kânunla düzenlenir.

İLÂÇ

Alm. Arznei (f), Medikament (n), Fr. Médicament, reméde (m), İng. Medicine, drug. Teşhis, hastalıklara karşı korunma, tedâvi veya hastalıkları teskin etmek amacıyla, canlılara muhtelif yollardan verilen, yaşayan varlıklar tarafından alındığında bir veya daha fazla fonksiyona etki eden tabiî, yâhut kimyevî (kimyasal) maddeler.

Bilinen eldeki en eski bilgilere göre; Hippokrates, haşhaştan elde edilen afyonun ağrı giderici, yatıştırıcı ve uyku verici bir madde olduğunu bildirdi. Ayrıca güzel avrat otunun, karın boşluğunda yer alan çeşitli organların hastalıklarına ve ağrılarına iyi geldiğini de anlamıştı. Mîlâttan sonra 200 yıllarında yaşamış olan Galenus, otlardan ilâç hazırlama usûllerini tesbit etmiş ve bu sebepten günümüzde bitkilerden çıkarılan ilâçlara “galenik ilâçlar”adı verilmiştir.

İslâmiyetin doğuşu ile birlikte ilâç bilgisinde de büyük ilerlemeler meydana geldi. İlk resmî eczâneler 780 yılında, Halîfe Mansûr’un zamânında kuruldu. 860’da ilk resmî ilâç rehberi olarak bilinen Arapça Akrabadin hazırlatılmıştır. Ebû Bekr Râzî (854-932) ilâç îmâlinde tabiî arsenik, demir ve bakır sülfürlerini kullanarak kimyâ ilmini ilk defâ tıbbın hizmetine sunmuştur.

Müslüman-Türk âlimi Bîrûnî (973-1051)nin 1050 senesinde 80 yaşındayken yazdığı Kitâb üs-Saydalâ adlı tıp ve eczâcılık eserinde, ilâçların ve şifâlı bitkilerin isimlerini Arapça, Farsça, Yunanca, Süryânice, Sanskritçe ve bâzılarınınkini bâzı Hind dillerine göre ve Türkçe olarak kaydetmiştir. Mîlâdın 11. asrında Endülüs’te yetişmiş tıp âlimi Ebü’l-Kâsım Ez-Zehrâvî’nin otuz ciltlik Et-Tasrîf adlı tıp ansiklopedisinin üçüncü cildinden yirmi beşinci cildine kadar olan kısmı ilâçlardan ve eczâcılıktan bahseder. Bütün bu eserler batı dillerine, Latince ve İbrâniceye tercüme edilmiş, Avrupa üniversitelerinde kaynak kitap olarak okutulmuştur.

Amerika’nın bulunmasıyla, Avrupa’ya kinin ve kokain gibi iki güçlü ilâç girdi.Kokainin özellikleri oldukça karmaşıktı. Fakat sıtma tedâvisinde kullanılan kinin, kısa zamanda her yerde şifâ veren bir ilâç olarak meşhur oldu. On sekizinci yüzyılda tıp dünyâsına çok değerli bir ilâç daha girdi. Bir çok kalb hastasının sağlıklarını borçlu oldukları bu ilâç, yüksük otundan elde edilen dijitaldi. Yirminci yüzyılın başında eczâcılıkta yukarıda adı geçen ilâçların, iştah açıcı bitkilerin, müshillerin ve kusturucuların dışında az ilâç bilinmekteydi. 1900 yılında, Çin’de incelemeler yapan İngiliz hekimlerinin efedrini bulmaları, tıpta önemli bir gelişme sayıldı. Günümüzde sentetik olarak yapılan ve astım tedâvisinde kullanılan bu ilâç, Çin’de 3000 yıldır, bir bitkiden çıkarılarak kullanılmaktaydı.

On dokuzuncu yüzyılın sonlarında Almanya’da kömürden elde edilen kimyevî hammaddelerden boya yapımı gittikçe gelişen bir endüstri dalı olmuştu. İlâçların da aynı şekilde yapılabileceği düşüncesiyle ilk olarak aspirin hazırlandı.

Paul Ehrlich, salvarsan adını verdiği firengi ilâcını bulmadan önce tam 605 kimyevî bileşiği deneyerek Ebû Bekr Râzî’den asırlar sonra kimyâ ilmini tıbbî gelişmelerde kullanmıştır. Bakterilerin yol açtığı hastalıkların tedâvisinin öncüsü olan salvarsanı, sonradan sülfamitler ve penisilin tâkip etmiştir.

Aynı dönemde vücudun çalışmasını inceleyen birçok fizyoloji uzmanı, ilâçların vücuttaki etkileriyle ilgilenmişlerdir. Bunun netîcesinde eczâcılık bilimi doğmuştur. Eczâcılar ilâçların insan vücudundaki etkileriyle ilgili pekçok bilgi toplamışlardır. Bu uzmanların gâyesi sağlam ve hastalıklı vücutlardaki kimyevî işlemlerin tanımlanması ve bu işlemler arasındaki farkın bir kimyevî madde yardımıyla istenilen yönde giderilmesidir.

Yirminci yüzyılın başlarında doktorlar sâdece, ağrı, sinirlilik, kalp yetersizliği, astım, karın ağrısı, kabızlık ve ishale karşı çok kısıtlı etki gösteren birçok galenik ilâçla, sıtma tedâvisinde kullanılan kinin ve uyuşturucu olarak kullanılan eter ve kloroformdan faydalanabiliyorlardı. Günümüzde ise ilâçla tedâvi edilemeyen pek az hastalık kalmıştır. 1969’da yapılan bir araştırma, en önemli 150 ilâçtan 140’ının 1945’ten sonra bulunduğunu ve bunların 77 tânesinin ancak 10 yıldır kullanılmakta olduğunu göstermiştir. Yakın bir gelecekte kanser ve kalb damarlarının tıkanıklığı gibi hastalıkları da büyük bir başarıyla tedâvi edecek ilâçların bulunacağı tahmin edilmektedir.

Bu ilâçların hazırlanması şu devrelerden geçer: Önce ilâç olarak kullanılabileceği düşünülen bir kimyevî maddenin 100 kadar değişik bileşiği hazırlanır. Hayvanlar üzerinde denenen bu maddelerden, amaca en yakın olanları seçilir ve daha ayrıntılı deneylerden geçirilir. Bu maddeler son devrede, hastalara uygulanarak ne derece etkili oldukları tesbit edilir.

İlâç hazırlama: Bir eczânede, bir ilâç laboratuvarında veya ilâç fabrikasında yapılabilir.

Bir hekim, diş hekimi veya veteriner hekim tarafından düzenlenmiş bir reçeteye göre ilâç hazırlanıp, fabrikalarda büyük miktarlarda yapılır. Hastâne eczâcılığında genellikle her hasta için ayrı ayrı ve az miktarlarda, ancak bâzı hallerde de belli ihtiyaca cevap verebilmek için toplu hâlde ilâç hazırlanır.

Bir ilâç iki kısımdan meydana gelir:

a) Müessir madde (drog),

b) Sıvağ (taşıyıcı, vehicle).

Müessir madde, drog veya droglar karışımı olabilir. İlâç hazırlamada kullanılan bitkisel, hayvansal veya kimyâsal asıllı ve aktif tesirli maddelere drog denir. Drogların canlılar tarafından kolayca ve en uygun şekilde alınabilmesi için gerekli işleri ve farmasötik şekilleri tâyin eden ve ilâçların en tesirli şekilde hazırlanması ile uğraşan ilim, eczâcılıktır.

Sıvağ, müessir maddenin fizikî veya kimyevî özelliklerine ve preparatın galenik şekline göre değişik bir madde veya maddeler karışımından meydana gelir.

Sıvağ, preparatta bâzan koku verici bâzan da koku ve lezzet düzeltici olarak rol oynar. En önemli faydası müessir maddenin hasta tarafından kolay alınabilmesini ve dozunun iyi ayarlanabilmesini sağlamaktır. Meselâ aromatik (kokulu) suların veya maddelerin çoğu ayrı ayrı veya karışımlar hâlinde sıvı halde hazırlanan preparatlar için sıvağ olarak kullanılır.

İlâçlar kullanılış şekillerine, özelliklerine, tesirlerine göre sınıflandırılır. Bir reçetede yazılan ilâç şekilleri başlıca üç gruba ayrılır: 1) Offisinal ilâçlar, 2) Majistral ilâçlar, 3) Spesialiteler.

Offisinal ilâçlar: Kodeks veya yürürlükte bulunan resmî kitapların kabul ettiği düzen ve formüle göre eczânelerde hazırlanıp saklanan ilâç şekilleridir. Ancak tâze hazırlanması gereken veya beklemekle bozulan bâzı offisinal ilâçlar eczânede hazır bulundurulamaz, gerektiği zaman hazırlanır. Meselâ: Asit sitrik şurubu, Rivier posyonu gibi.

Majistral ilâçlar: Hekimin düzenlediği formüle göre ve reçete eczâneye getirildikten sonra eczâcı tarafından hazırlanır.

Rp. Codein

Dionina 0,02 gr (herbirinden 0,02 gr)

Excipient q.s (yeterli miktarda dolgu maddesi)

bir pilül için

No. X (on tane)

şeklindeki reçete ile eczâcı tarafından majistral ilâç hazırlanır. Bu grup ilâçlar tâze olarak hazırlanmakta ve dozları daha hassas olarak ayarlanabilmektedir. Ayrıca majistral ilâçlar hastanın kendisi için özel hazırlandıklarından psikolojik tedâvi de sağlamaktadır.

Spesialiteler (Müstahzarlar): Memleketimizde Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığından ruhsat aldıktan sonra bir ilâç laboratuvarı veya fabrikasında hazırlanıp mâmul halde satışa çıkarılan ve eczânelerde hazır halde bulunan ve hasta sâhibine reçete ile veya reçetesiz olarak verilen ilâçlardır. Türk kodeksi (T.K.) nde kayıtlı olan formüller aynı isim altında olmak şartı ile ruhsatsız olarak müstahzar olarak piyasada çıkartılabilir. Bu durumda standartların kodekse uygun olması gerekir. Diğer taraftan kodekste drog hâlinde kayıtlı olan fakat galenik şekli formül olarak bulunmayan maddelerin preparatları ruhsatsız olarak hazırlanamaz. Aspirin, sulfamit gibi maddeler kodekste drog olarak kayıtlı oldukları hâlde, diğer bir galenik formül hâlinde kayıtlı olmadıkları için preparatları ruhsatsız olarak piyasaya çıkarılmaz.

Spesialiteler (müstahzarlar) isminden de anlaşılabileceği gibi gerek müessir madde ve gerekse hazırlama tekniği bakımından özel bir durum göstermeli ve orijinal özellikleri olmalıdır. Aksi takdirde eczânede kolayca hazırlanabilecek ve aynı tesiri gösterecek çeşitli formüllerin spesialite şeklinde hazırlanması uygun değildir.

Zehirli, uyuşturucu maddeler ihtivâ eden müstahzarlar; içinde antibiyotik, hormon veya alkaloit bulunduran spesialiteler; çocuk, ihtiyar ve hâmilelere verilen ilâçlar mutlaka reçete ile verilmelidir. Kezâ, tedâvîye yeni giren veya tesir mekanizması tam olarak bilinmeyen, tedâvîde değişik alanlarda kullanılabilen spesialiteler ile alışkanlık yapan, vücutta birikebilen veya zararlı tesiri bilinen ilâçlar da reçetesiz verilmemelidir. Reçete ile verilen ilâçlar doktor kaydı olmadan tekrarlanmamalıdır.

Bugün aynı formülün çok sayıda spesialitesi satışa çıkarılmaktadır. Eczâcının hangi sebeple galenik şeklin kullanılması gerektiğini iyi bilmesi gerekir. Reçeteye yazılan bir müstahzarın istenilen şeklinin hastaya verilmesi mecbûridir. Değişiklik ancak reçeteyi yazan doktorla istişâreden sonra yapılabilir. Reçete ile verilen müstahzarlar da reçete kayıt defterine kaydedilmelidir. Ayrıca müstahzarların şişesi ve kutusuna ismini kapatmayacak şekilde bir etiket yapıştırılmalı, bu etiketin üzerine hastanın adı ve soyadı kullanılış şekli açık olarak yazılmalıdır. Buna ayrıca târih ve kayıt numarası ilave edilir.

Bugün eczânelerde reçeteli ve reçetesiz olarak satılan ve reçetelerde yazılan ilâçların çoğunu spesialiteler teşkil etmektedir.

Günümüzde batı dünyâsında 150.000 civârında spesialite olduğu bilinmektedir. Birbirinin aynı olmamak kaydıyla yaklaşık 5000 kadar müstahzar bilinen hastaları tedâvi etmeye kâfi gelecektir. Türkiye’de 3000 civârında müstahzar bulunmaktadır. İlâçların birbirine benzemesi veya formüllerin çok yakın olup aynı tesire sâhip olmaları birçok zorluklara yol açmaktadır.

Müstahzarların çok kullanılan galenik şekillerini gösteren kısaltmalar şu şekildedir: Amp (ampul), Compr (komprime), Gtt (goutte-damla), Dr (draje), İnj (injeksiyon), Past (pastil), Pil (pilül), Pulv (toz), Sir (şurup), Sol (solüsyon), Susp (süspansiyon), Teint (tentür), Ungt (merhem).

Bir ilâcın tesirliliğini büyük ölçüde hastaya veriliş biçimi belirler. Şırınga edilen yerin değiştirilmesiyle ilâcın kan dolaşımına daha çabuk girmesi sağlanabilir. İlâç derinin hemen altına şırınga edilirse yavaş, kastan (adale içi) verilirse daha hızlı, damardan verilirse en hızlı biçimde kana geçer. Hızlı kana geçmesi gereken ilâçlar dil altına yerleştirilerek emilir; ağızdan alınan ilâçlar genellikle yutulur ve bu sebeple mîde suyunda eriyecek biçimde hazırlanır. Uzun süreli etki göstermesi istenen ilâçlar, mîde asitine dayanıklı olan fakat ince barsakta hemen çözülen bir maddeyle kaplanırlar. Kısa sürede etki göstermesi gereken ilâçlar ise gözenekli bir maddeyle kaplanarak yutulduktan sonra, ilâç maddesinin gözeneklerden dışarı sızması sağlanır. İlâçların vücutta kalma süresi değişiklik gösterir.

İlâçları doktora danışmadan ve lüzumsuz olarak kullanmanın birçok mahzurları vardır: Lüzumsuz ilâç kullanımı israftır, çünkü ilâçlar oldukça pahalıdır. Birisine faydalı olan bir ilâç, danışılmadan bir başkasına verilirse ve o kişinin bünyesi o ilâca hassas ise ölüme kadar giden allerjik olaylar meydana gelebilir. Lüzumsuz ilâç kullanımı vücutta alışkanlık yapabilir ve o ilâcı almadığı zaman kişi kriz geçirir. Bunun en güzel misali sâkinleştirici ve uyku verici ilâçlardır.

Lüzumsuz ve yetersiz antibiyotik kullanımı da çok mahzurludur. Birçok insanlar en ufak bir ateş, bir başağrısı, hattâ hafif bir halsizlik durumunda hemen antibiyotik almakta ve birkaç tâne aldıktan sonra, kendilerini iyi hissedince bırakmaktadırlar. Antibiyotiklerin etkili olabilmesi için yeterli dozda en az beş gün üstüste kullanılması gerekmektedir. Antibiyotiklerin en ufak bir rahatsızlıkta, yetersiz dozda veya kısa sürede kullanılmaları netîcesinde mikroplarda antibiyotiklere karşı bir direnç meydana gelmekte ve sonradan ortaya çıkabilecek olan ciddî bir enfeksiyon hastalığında antibiyotikler etkili olamamaktadırlar.

Çeşitli hastalıklar için ayrı ayrı ilâçlar kullanılmaktadır. Her ilâcın hastalığa tesiri, pek kâfi değildir. Bununla berâber bâzı ilâçların faydası, ekmeğin açlığı ve suyun susuzluğu giderdiği gibi kat’î olup apaçık meydandadır. Kinin bileşiklerinin sıtmaya, salisilatların romatizmaya, aşı ve serumların, antibiyotiklerin ve sülfamidlerin de bakterilere karşı tesiri böyledir. Hastalıklara karşı ilâç kullanmak çok eski zamanlardan beri bilinmektedir. İnsanlara her hususta rehber olmak üzere gönderilen bütün peygamberler, hastalara tabiplik de yaparak kullanacakları ilâçları öğretmişler ve en azından bu hususta yol göstermişlerdir.

İsrâil kavmine peygamber olan hazret-i Mûsâ hastalandığında doktorlar ilâç kullanmasını söylemelerine rağmen; “Şifasını Allahü teâlâ verir. İlâç istemem.” dedi. Hastalığı uzadı ve ağırlaştı. “Bu hastalığın ilâcı meşhurdur ve tecrübe edilmiştir, az zamanda iyi olursunuz” dediler. İlâç kullanmamakta ısrar edince, hastalığı çoğaldı. Allahü teâlâ vahiy gönderip; “İlâç kullanmazsan, şifâ ihsân etmem.” buyurunca, ilâcı içti ve iyi oldu. Kalbine gelen şüpheyi gidermek için de vahiy göndererek Allahü teâlâ buyurdu ki: “Sen tevekkül etmek için benim âdetimi, hikmetimi değiştirmek istiyorsun. İlâçlara, faydalı tesiri kim verdi? Elbette ben yaratıyorum.”buyurdu. Bir peygamber de zayıflıktan şikâyet edince, ona da vahyedilip: “Et ye ve süt iç!”buyruldu. Bir zaman çocukları çirkin doğan müminlerin şikâyeti üzerine, Allahü teâlâ o kavmin peygamberine: “Ümmetine söyle, çocuğu olacak kadınlar, ayva yesin!”buyruldu.

Bütün bu misallerden anlaşılıyor ki, Allahü teâlâ ilâçları, şifâ için sebep yaratmıştır. Ekmek ile suyu doyurmaya sebep yaptığı gibi ilâçları da hastalıkları gidermeye sebep yapmıştır. Bütün sebepleri yaratan, bunlara tesir kuvveti veren Allahü teâlâdır.

Allahü teâlâ ilk insanı yarattığı zaman, onlar için hastalık yapan şeylerin ilâcını da yaratmış ve ilk peygamber hazret-i Âdem’e, herşeyin faydasını teker teker bildirmiştir. Hastalıklar için kullanılacak ilâçların nasıl kullanılacağını târif etmiştir. Peygamberler de ümmetine öğretmiştir. Kendisine inanan kimseler arasında doktorlar yetiştirmiştir. Çeşitli hastalıklara yakalanan hazret-i Eyyûb’ün ilâç kullandığı, hazret-i Îsâ’nın zamânındaki doktorların iyileştiremediği hastaları tedâvi ettiği çok meşhurdur. Peygamberimiz bu husûsu şöyle haber vermektedir:

Mûsâ (aleyhisselâm), Yâ Rabbî! Hastalığı yapan kimdir! Hastalığı iyi eden kimdir? dedi. Cenâb-ı Hak, her ikisini de yapan benim, buyurdu. O halde tabibe ne lüzum var, deyince; onlar, şifâ için yarattığım sebepleri bilir ve kullarıma verir. Ben de onlara, bu yoldan rızık ve sevap veririm.”buyurdu.

Peygamber efendimizin de tıp ilmi husûsunda Eshâbına öğrettikleri çok geniştir. İslâmiyette tıp ilmi din ilminden önce gelmektedir. Çünkü sıhhatsiz ibâdet edilemez. Hastalıkların tedâvi yollarını bildirmiştir. Buyurdu ki:

Ey Allah’ın kulları ilâç kullanın!

Her hastalığın ilâcı vardır. Yalnız ölüme çâre yoktur.

Bütün meleklerden işittim ki, ümmetine söyle, hacâmat yaptırsınlar, yâni kan aldırsınlar, dedi.

Allahü teâlânın ölüme sebep yaptığı hastalıklardan birisi, kanın artmasıdır.

Allahü teâlâ, haram olan şeylerde sizin için şifâ yaratmamıştır.

Vebâ (tâun) olan yere girmeyiniz ve vebâ olan bir yerden, başka yerlere gitmeyiniz, oradan kaçmayınız.

Hastalıkların başı, çok yemektir. İlâçların başı, perhizdir.

Hastalıklarınızı, sadaka vererek tedâvi ediniz.

Peygamberlerden öğrenilen bu bilgiler, zamanla insanlar arasına yayıldı. Bir peygambere inanmadıkları halde, onların bildirdikleri bilgileri öğrenip tatbik eden meşhur tabipler yetişti. Çeşitli ilâçların faydalı tesirlerini sanki kendi tecrübeleriymiş gibi gösterme gayreti içerisine düştüler. Sonra gelen insanlar da bu bilgileri onların fikri zannettiler. Meselâ Hippokrates’in tıp ilminde ilk otorite kabul edilmesi bu sebebe dayanmaktadır. Halbuki ondan önce de bâzı ilâçların faydası ve tesiri biliniyordu. Hıristiyan dünyâsında yetişen birçok filozofların ve tabiplerin, doğru olarak söyledikleri bilgilerin kaynağı hazret-i Îsâ’ya dayanıyordu.

İLÂÇ ALIŞKANLIĞI

Alm. Rauschgiftsucht (f), Fr. Toxicomanie (f), l’habitude des drogues, İng. Drug abuse, Drug addiction. Bir ilâca veya maddeye bağımlı olma ve almayınca eksikliğini hissetme durumu. İptilâ. Hemen bütün insanlar belli durumlar karşısında ilâç kullanma yolunu seçer. Baş ağrıdığında bir aspirin almak, sıkıntılı durumlar yaşandığında bilinen bir sâkinleştirici almak, hattâ iş yaparken uyku kaçırması için kahve içmek bunların en sık görülenleridir. İptilâ (addiction)ların üç karakteri vardır:

1. Her şart altında ilâca devâm etmede önüne geçilmez bir arzu ve ihtiyâcın duyulması (compulsion).

2. Devamlı olarak dozun arttırılması lüzumu.

3. İlâcın tesirlerine karşı psikolojik veya fizyolojik bir ihtiyacın duyulması:

a) Psikolojik ihtiyaç hâlinde şahıs, ilâcın eksikliğinde şiddetli sıkıntı ve huzursuzluk duyar, alınması ile bu iki belirti kaybolur.

b) Fizyolojik ihtiyaç hâlinde ise ilâcın kesilmesi ile berâber ortaya kesilme (abstinence) belirtileri ile hastalık tablosu çıkar.

Günümüzde kullanılan bu gibi maddelerin en çok rastlanılanları eroin, LSD, amfetamin grubu uyarıcılar ve esrardır. Olayın tehlikeli ve o derece de üzücü olan yanı kullananların büyük kısmını gençlerin teşkil etmesidir. Bir deneme merakı, grup baskısı, erişkin olmanın problemlerinden kaçma, kültürel ve âilevî problemler, kişilik bozuklukları, kompleksler, çevresel etki ve etkileşimler, ilâç alışkanlığını kolayca başlatabilmektedir. Bununla birlikte ilâç kullanma itiyadına sâdece gençler değil, yaşlılar da yakalanabilmektedir. Bu kişilerin kullanma sebebi genellikle yüzyüze geldikleri günlük problemlerden kaçma olmaktadır. Yaşlılar ilâç kullanma husûsunda gençler kadar cesur davranamamakta, sâkinleştirciler, uyku hapları ve alkole başvurmaktadır. Yaşlı olsun, genç olsun çağımızın insanını bu tip alışkanlığa iten en büyük sebep mânevî boşluktur.

Alışkanlık yapan birçok ilâç arasında bir sınıflama yapılırsa bunlar beş gruba ayrılabilir:

Uyarıcılar: Kişilerin zekâ ve fizikî olarak kendilerini rahat ve aktif hissetmelerini sağlarlar. Kokain ve amfetamin türevi ilâçlar bunlardandır.

Sâkinleştiriciler (Sedatifler): Sinirlilik, sıkıntı gibi hâllerde kullanılırlar. Uykuyu arttıran bu maddelerin yüksek dozları komaya sebeb olabilir. Alışkanlıkları kuvvetlidir. Bunların en önemlileri, morfin, eroin, barbiturat tipi uyku ilâçları ve kuvvetli müsekkinlerdir.

Halusinojenler: Kişide ruh durumuna ve hislere etki ederek duyma ve görmeyle ilgili çeşitli halusinasyonlara sebeb olurlar. En çok bilineni ve kullanılanı LSD (Lisergic asid dietilamide)dir.

Esrar: Genellikle müsekkin etkisi yapan esrar halusinasyon (hayâl) görmeyi de artırır. Duyguların açığa vurulmasını da kolaylaştırır. (Bkz. Esrar)

Çözücüler: Tutkal, kuru temizleme ilâçları ve boya incelticiler, hallusinasyonig sâkinleştirici maddelerin etkisini arttırdıklarından bu amaçla kullanılırlar.

Çeşitli gruplara giren ilâçlar birarada kullanılabilir. Uyarıcılar LSD ile yapılan “gezinti”yi uzatmak veya sâkinleştiricilerin etkisini azaltmak için kullanılırlar. Müsekkinlerle alkolün birlikte alınması tehlikeli hatta öldürücü olabilmektedir.

İlâç alma çeşitleri (yolları):Günümüzde özellikle batılı gençlerin çoğu, belli bir yaşa geldikten sonra kendilerini ilâç almaya itecek bir cemiyetin içinde bulmaktadır. O, moda olan, kolay bulunan ve harçlığının yeteceği bir ilâcı kullanmakta genellikle tereddüt etmez. İnanç bunalımı, grup baskısı, “piliç”, “bebek” veya “süt kuzusu” diye adlandırılma korkusu, âile baskısına karşı bir reaksiyon gösterme hissi onu ilâç almaya iter. Dînî eğitimden ve Allah korkusundan uzak yetişen günümüz gençleri bu boşluklarını doldurmak için bu tip alışkanlıkları bir “kaçış” yolu olarak seçmektedir. Dînimiz, alışkanlık yapan bütün uyuşturucu maddeleri kullanmayı yasaklamıştır. Bunlar ilâç olarak kullanılabilir.

İlk denemeyi yapanda, hoş olmayan hisler ortaya çıkması mûtaddır. İlâcı alan hastalanabilir veya kullandıktan sonra uzun süre mahmurluğu üzerinden atamaz. Yaşlı olsun genç olsun çok kimse için ilâç, bir boşluk doldurma vâsıtasıdır. Esrar ve sâkinleştiriciler sıkıntıları hafifletmesi, uyarıcılar güven vermeleri, LSD can sıkıntısından uzak hayallere daldırması için tercih edilirler. İlk başta kullanılan maddelerin bu boşlukların doldurduğu, kişiye yeni bir sosyal hava kazandırdığı sanılır. Bu doğru değildir. Zaman ilerledikçe ilâç kullanma had safhalara varacak ve kişiyi sosyal izolasyona itecektir. Giderek dozlar artacak, kullanılan ilâç çeşidi çoğalacak ve fizikî bağımlılık (tutsaklık) gelişecektir. Fizikî bağımlılık, ilâcı almayınca kişinin normal vücut faâliyetlerini yapamaması ile görülen korkunç bir durumdur.

İlâç alan kişi bir dozu kaçırınca veya ilâç bulamayıncaya kadar, ilâca bağlandığından (tutsak olduğundan) habersizdir. Beyin ve vücut fonksiyonları ilâç alınmayınca aksamaya başladıysa fizîkî tutsaklık başlamış demektir. Eroin, morfin, alkol tutsakları, bu maddeleri bulamayınca vücutları normal işleyişlerini yapamaz ve “abstinans” denilen eksiklik belirtileri ortaya çıkar. Eroin tutsakları gerekli dozu bulamayınca ölümle sonuçlanabilen ve “Cold Turkey” (soğuk hindi) denilen eksiklik belirtileri gelişir. Kişide sıkıntı, sinirlilik, gerginlik, huzursuzluk, sersemlik, uykusuzluk, ağır terleme, burun akıntısı, göz sulanması, pupillalarda (gözsiyahı) daralma, genel titreme, ishal, şiddetli karın ve kas ağrıları (kramplar), bulantı-kusma, iştahsızlık, üşüme, baş ağrısı, tüylerin dikenleşmesi, kalp-solunum hızlanması, tansiyon yükselmesi, şuur bozukluğu, hayal görmeler, intihar girişimleri, koma, ölüm görülebilir.

İlâca karşı duyulan şiddetli arzu, boşlukta kalma korkusu ve hayâtın ilâcın verdiği duygular üzerine kurulması, müptelânın alışkanlıktan vazgeçilmesini son derece zorlaştırır. Müptelâlar bu hayâtını ancak hızla arttırılan ilâç dozlarıyla devâm ettirebilir. İlâç tutsakları yüksek fiyatla bu maddeleri satanlara muhtaçtır. Uyuşturucu maddeyi bulma arzu ve içgüdüsü kişiyi fuhşa, hırsızlığa hattâ soğukkanlılıkla adam öldürmeye iter. Son yıllarda ortaya çıkan en büyük tehlike müptelâların aynı zamanda satıcı olmalarıdır. Müptelâ, uyuşturucu maddeyi alabilmek için gereken parayı yine bu maddeyi satarak elde etmektedir. Satış için devamlı kendine kurbanlar seçen satıcılar, bu kurbanlarını daha çok, para temin etmesi kolay, zengin çocukları içinden seçmektedir.

Bâzı maddelere karşı fizikî bağımlılık gelişmez ancak psikolojik bağımlılık gelişir. Yatıştırıcılar ve uyku ilâçları bu tür bağımlılık yaparlar. Uzun müddet bunları almaya devâm eden kişi, bırakınca normal işlerini yapamayacağından korkar. Nikotin (tütün) de bu tür bağımlılık (iptilâ) yapan bir uyarıcı maddedir.

Kişinin uyuşturucu maddeye müptelâ olduğu nasıl anlaşılır? İnsanların doğru yoldan uzaklaştığı, yaratıcının ve O’nun peygamberlerinin emirlerine riâyetinin azaldığı günümüzde çocuklar, târifi imkânsız bir tehlike içinde bulunmaktadır. Dînimizin emirleri doğrultusunda yetişmeyen gençlerin, rahatlıkla uyuşturucu tuzağına düşebileceği acı bir gerçektir. Bütün insanlığın veya kendi çocuklarımızın böyle bir duruma düşmesi karşısında yapılacak şeyler önemlidir. Bu bakımdan erken anlamak ve teşhis etmek o kişiyi cemiyete tekrar kazandırmak açısından çok önemlidir.

İlâç alışkanlığının ilk belirtisi davranışlarındaki müphem değişikliklerdir. Arkadaşları değiştirme, giyiniş, ilgi alanları, mîzaç, okuldaki başarının değişmesi bunu takib eder.

İpucu olarak unutulmuş ilâç kutuları, kapsüller, yeşilimsi renge dönmüş tütün önemlidir. Gençte âniden başlayan bir bitki yetiştirme ilgisi hemen dikkati çekmelidir, çünkü o büyük ihtimalle “Cannabis sativa” denilen kenevir bitkisini yetiştirmeye çalışıyordur. Esrar bitkisi kendine has bir kokuya sâhiptir. Bir defâ duyulunca unutulmayan bu koku havalandırması az bir odanın perdelerine ve diğer eşyâlara sinmiş olabilir.

Sağlık ve görünüşteki değişiklikler de önemli belirti ve ipuçlarıdır. Kuru öksürük, dudakların etrafında soyulmalar ve çok su içme esrar kullanma göstergesi olabilir. Esrar müptelâları kendilerini uykulu ve miskin hissederler. Bâzan gözleri kan çanağına döner ve yine bâzı zamanlarda aşırı iştah periyodlarına girerler. Müsekkin müptelâları ilgisiz, uyuşuk ve miskindirler. Aşırı dozlar uzun süren uyku ve hatta koma ile kendini belli ederler. LSD müptelâları kendilerine âit bir dünyâda yaşarlar. Dış dünyâya kapılarını kapatmışlardır. Şüpheci bir göz hayal (halusinasyon) gören birini rahatça fark edebilir. Eroin ve morfin bağımlıları gözbebeklerinin toplu iğne başı kadar küçülmeleri ile tanınabilirler. Dirsek içinde mor iğne zerk yerleri eroin müptelâlarında görülen en önemli belirtidir.

Tedâvi ve kişiyi cemiyete kazandırma:Müptelâyı alışkanlığından vazgeçirmekten çok, alışmasını önlemek en mühim hâdisedir. Çocuğun ahlâkî gelişimi, dînin esaslarının öğretilmesi bu hususta en faydalı konulardır. İlâca başlayanda en önemli husus ise erken teşhistir. Bu safhada arkadaş değiştirme, sıkı tâkib, iş ve çevre değişimi ve özellikle tecrübeli bir psikoloğun tavsiyeleri faydalıdır. Vakit ve ilâç kullanma süresi uzadıkça tedâvî de o derece zorlaşır. Tedâvî bu konuda uzmanlaşmış şahıslarca yapılmalıdır.

Bir maddenin âniden bırakılmasıyla birden çok şiddetli eksiklik belirtileri ortaya çıkar. Fizikî bağımlılık yapan alkol, eroin, morfin, kokain gibi maddelerde bu belirtiler tehlikeli hattâ öldürücü olabilir. Bir ilâcı hiçbir zaman doktor kontrolü olmaksızın bırakmaya çalışmamalıdır. Sâdece çok az hastada-ki bunlar çok kuvvetli irâdeye sâhiptir- bırakma teşebbüsü başarılı olur.

Psikolojik iptilâ yapmış maddelerde kişi daha çok bir boşluğu doldurmak için ilâç kullanmaktadır. “Onsuz yapamam!” duygusu kişiyi tekrar ilâç kullanmaya döndürür. Sâdece kendine güven duygusu kazandırma, olaylara müsbet bakmasını sağlama çok hastada başarılı olmaktadır.

Çocuk uyuşturucuya alıştıysa: İlk olarak çocuğun ilâç müptelâsı olduğu fark edildiği zaman yapılan fevri ve aceleci davranışlar faydadan çok zarar getirecektir. Hemen doktor ve polis çağırmak koma halleri dışında yararsız hatta daha zararlıdır.

İlk yapılacak şey, çocuk (genç kız veya delikanlı) ile yakın ve sıcak bir dostluk ilişkisi kurmaya çalışmak olmalıdır. Samimî bir yakınlıktan sonra problemlerini, dostlarını, kendisini bunalıma iten sebepleri zaman geçtikçe tek tek anlatacaktır.

Diğerlerine göre daha az zararlı bir ilâcı alan çocuğun üzerine gitmek onu kendince haklı çıkartır ve daha büyük iptilalara düşmesine sebeb olabilir.

Daha sonra yapılacak şey bir doktora kendi isteğiyle gitmesini sağlamaktır. Bu konuda uzmanlaşmış bir kişinin fikirleri ve insanca yaklaşımı “genç hapçı”nın olaylara bakışını kolayca değiştirebilir. Daha ciddî vakâlarda ilk başta yapılacak hiçbirşey yokmuş gibi gözükür. Genç ilâç kullanmakta kararlı ve ısrarcıdır. Bu durumda bıkmadan, usanmadan dostça bir yaklaşımla gencin problemlerini anlamaya çalışmalıdır. İlâç bir hayat boşluğunu doldurmak için kullanılmaktadır. Gerçek dostlarla arkadaşlık yapmasını sağlama, iş, spor ve boş zamanı değerlendirme alışkanlıklarını değiştirme de faydalıdır.