İDRİSÎ
On ikinci asırda yaşayan bugünküne benzeyen bir dünyâ haritası çizen Müslüman coğrafya âlimi. İsmi, Muhammed bin Muhammed bin Abdullah bin İdris el-Hamûdî el-Hasenî, künyesi Ebû Abdullah’tır. Şerîf el-İdrisî diye de bilinir. 1100 senesinde Endülüs’ün Septe şehrinde doğdu.
İlim öğrenmek için memleket memleket gezdi. 16 yaşında Anadolu’ya geldi. Bu seyâhat, coğrafyaya ilgisini artırdı. Güney Afrika ve İspanya’ya uzun süren seyâhatler yaptı. Bir rivâyete göre Fransa’nın Atlantik kıyısına, Güney İngiltere’ye gittiği söylenirse de, buralara âit bilgileri başka eserlerden almış olma ihtimâli daha kuvvetlidir.
İdrisî, Sicilya’nın Norman Hükümdârı İkinci Roger’in dâveti ile Sicilya Adasına gitti. İkinci Roger ondan, bilinen dünyânın bir coğrafî haritasını hazırlamasını istedi. İdrisî 1154 senesinde meşhûr dünyâ haritasını yaptı. Bunun için 126 kg ağırlığında gümüşten bir küre kullandı. Kralın ölümünden bir süre önce haritayı tamamladı. Harita 180 derecelik bir dünyâ yüzeyini güneyde ekvatordan, kuzey kutbuna ve batıda Kanarya Adalarından, Doğu Çin’e kadar içine almakta ve o gün için bilinen Asya, Avrupa ve Afrika kıtalarını oldukça doğru olarak göstermektedir. Sâdece yönler değişiktir. Kuzeyi aşağıda, güneyi yukarıda, batıyı sağda, doğuyu da solda göstermiştir.
Bunun yanında İdrisî, Roger’in Kitabı adıyla meşhur yetmiş bir haritalık atlasını Roger’in sarayında hazırladı. Roger, ona sarayının bütün imkânlarını seferber etti. Roger’in, atlasın hazırlanmasını istemesini İdrisî şöyle anlatır: “İtalya krala itâat edince, kral, devletin hâl ve şartlarını öğrenmeye karar vermişti. O; hudutları, yolları, her vilâyetin iklimini, oralardaki deniz ve körfezleri, aynı şekilde diğer ülkelerin durumlarını da öğrenmek istiyordu. Ahâlisinin kültüründen başka şehir ve arâzilerin, dağ ve ovaların denizlerle vâdilerin îzâhını tam olarak içine alan bir kitap yazılmasını emretti. Bu kitapta ayrıca her memlekette yetişen tahıl, meyve ve bitkilerin cinsleriyle özelliklerini, bu memleketlerdeki sanat ve meslekleri, çalışanların sayılarını, her memleketin ithâlat ve ihrâcâtını, örf, âdet ve giyimleriyle din ve dillerinin etrâflıca açıklanmasını istiyordu.”
Bu isteği yerine getirmek için İdrisî çalışmalarına başladı. Seyyahlar ve gemi kaptanlarından bilgi topladı. Uzak beldelere grup gezileri düzenledi. Böylece topladığı bilgileri birbirleriyle birleştirmeye çalıştı. Daha önceki coğrafya bilgilerini topladı ve değerlendirdi. Seyâhatleri on beş sene sürdü ve nihâyet muhteşem eserini 1145 senesinde tamamladı. Hazırlanan bu eser; doğruluk, görüş sahâsının genişliği ve şumûlü îtibâriyle Batlemyüs’ün dünyâ haritasını çok geride bırakmıştır.
İdrisî, eserineKitâb-ür-Rüşandi ismini verdi. Eserde, 180 derece boylamlık dünyâyı yedi iklime böldü ve her iklimi de on altı bölüme ayırdı. Kitapta, başka Arapça kitaplarda bulunmayan Finlandiya, Polonya ve Rusya hakkında bilgiler verdi. Skotland’ı, Salisburg, Winchester, Southampton, Shoreham, Dover, Hasting, Tondon, Durham, Dorchester ve bâzı İngiliz şehirlerini oldukça detaylı olarak tanıtmaktadır. İngiltere için; “Deve kuşunun başı gibi olan bir adadır. Büyük şehirleri, yüksek dağları, ova ve nehirleri mevcuttur. Toprağı verimli, insanları kuvvetli, cesur ve enerjiktir. Kış mevsimi hâkimdir.” diye yazmaktadır.
İdrisî, eserde dünyâ hakkında şu bilgiye yer vermektedir: “Ekvatorun boyu 360 derecedir. Kutupla ekvator çizgisi arasında 90 derece vardır. Ancak yeryüzünün yaşanan bölümü ekvatorun 64 derecesine kadar olan kısmıdır. Geriye kalan bölgelerde çok sıcaktan veya çok soğuktan dolayı canlı varlık yoktur. Dünyâ aslında yuvarlaktır. Ancak tam bir küre biçiminde değildir. Su ise ona yapışık olup, ondan ayrılamaz. Yer ile su, yumurtanın içindeki sarı gibi, feleğin ortasında bulunur. Bir kuvvet onları kuşatmakta ve felek tarafına doğru çekmekte veya itmektedir. Bunun hakîkatını Allahü teâlâ bilir. Mahlûklar yerin sırtında bulunurlar. Mıknatısın demiri çektiği gibi yer de üzerindekini çeker.”
Irak İlimler Enstitüsü tarafından 1951 senesinde İdrisî’nin haritası büyütülerek yeniden çizdirildi. İdrisî’nin kitabı ve bâzı haritalarının kopyaları günümüze kadar geldi. Kitâb-ür-Rüşandi, Amede’e Jaubert tarafından Fransızcaya, 1619’da Gabriel Sionita ile Joannes Hesronita tarafından Lâtinceye çevrildi. Bu tercümeler hatâlıdır. Eserin yazma nüshalarının ikisi Pâris’te, ikisi İstanbul’da, diğerleri Petersburg ve Kâhire’dedir.
Ayrıca İdrisî, Kral Birinci Wilhelm için de büyük bir coğrafya kitabı hazırladı ve Kitâb-ül-Memâlik ismini verdi. Bu eserin bir özeti Süleymâniye Kütüphânesi, Hekimoğlu Ali Paşa kısmı, 688 numarada kayıtlıdır.
İdris bin Abdullah tarafından Kuzeybatı Afrika’da kurulan devlet. Kurucusunun ismine nisbetle, İdrîsîler ve İdrisoğulları denildi. Devletin kurucusu İdris’in, hazret-i Ali’nin oğlu Hasan’ın torunu olduğu söylenir.
İdris, kölesi Râşid ile Hicâz’dan Mısır’a gelip buradan da Mağrib’e (Fas ve Tanca bölgesine) geçti. Auraba kabîlesi reisi İshâk tarafından gâyet iyi karşılanan İdris, Velile kasabasına yerleşti. 788 senesinde ahâliyi kendine bî’ata dâvet etti. Halkın bî’at etmesi üzerine Tlemsan’ı zabtederek, mükemmel bir askerî birlik kurdu. Kuzey Afrika’daki berberîler arasında, İslâm dînini yayarak kuvvet kazandı. Zenâte Berberî reisleri, İdris’i hükümdâr tanıdılar.
İdris’in 793 senesinde vefâtı üzerine, kölesi Râşid, doğacak çocuğa vâsî olarak işlerin idâresini ele aldı. İkinci İdrîs doğar doğmaz, Râşid, ahâliyi ona bî’at ettirdi. Küçük yaştan îtibâren iyi bir tahsil gören İkinci İdris, iyi organize edilmiş bir devlet kurmayı başardı. Fas şehrini kurarak, nüfûsunu fazlalaştırmak için inşâat faaliyetlerine girişti. Fas’a bölgeden ve Endülüs’ten getirdiği Müslümanları yerleştirdi. Şehirde kültür ve sanat eserleri inşâ edildi. Câmi-i Şurâfa tesis edildi. Fas, İdrîsîlerin merkezi oldu. Berberîler arasında İslâmiyet hızla yayıldı. İkinci İdris, Abbâsî halîfesi adına okunan hutbeyi kaldırdı. 828 senesinde öldüğü zaman devletin gücü Mağrib topraklarının ancak bir kısmında tesirliydi. Topraklarının merkezi Rif ve Orta Atlas arasında yer alan ova ve vâdilerden meydana geliyordu.
İkinci İdris’in yerine oğlu Muhammed el-Muntasır hükümdâr oldu. Sultan Muhammed devrinde İdrîsîlerin siyâsî hâkimiyeti parçalandı. Ülkenin muhtelif şehirleri, Muntasır’ın kardeşleri arasında bölündü. Bu durumdan faydalanan Berberîler, İdrîsîlere saldırdılar. Abbâsîlerden ayrıldıktan sonra İdrîsîler, 10. asırda Mısır’da hüküm süren Şiî-Fâtımîlerin hücûmlarına mâruz kaldılar. Sultan Muhammed’in ölümü üzerine yerine oğlu Yahyâ geçti. Yahyâ’nın hükümdârlık görevlerini tam olarak yerine getirememesinden faydalanan kardeşlerin her biri, kendi bölgesinde bağımsız bir hükümdâr gibi davranmaya başladı. Yahyâ, tahta geçtikten bir süre sonra Fâtımîlerin hâkimiyetini kabûl etti. 921 senesinde Fas, Fâtımîler tarafından işgâl edildi. Bundan sonra İdrisîlerin hâkimiyetleri güneyde Tamdult’tan kuzeyde Rif’e kadar olan bölgede devâm etti. Ancak İdrîsîlerin bundan sonraki târihi hakkındaki bilgiler oldukça karanlıktır. Endülüs Emevîlerinin Fâtımîler aleyhine Kuzey-Batı Afrika’da bir ilerleme siyâseti tâkib ederek, Sebte’yi ele geçirmeleri üzerine, Rif İdrîsîleri, onların hâkimiyetini kabul ettiler. Emevî emîri Gâlip, 974 senesinde son İdrîsîleri Kurtuba’ya götürdü. Böylece İdrîsîler Devleti târihe karıştı. Endülüs Emevîlerinin çöküşünden sonra, İdrîsîlerin uzak bir kolu olan Hammûdîler, Algeciras ve Malaga’nın kontrolünü elde ettiler ve bir hânedân olarak hüküm sürdüler.
Başlangıçta Abbâsîlere, sonra Fâtımîlere ve nihâyet Endülüs Emevîlerine tâbi olan İdrîsîlerin dili Arapçaydı.
İdrisî Hükümdârları
Birinci İdris |
(788...793) |
İkinci İdris |
(793...828) |
Muntasır |
(828...836) |
Ali |
(836...849) |
Fetret Devri |
(849...905) |
Dördüncü Yahyâ |
(905...922) |
Haccam |
(922...926) |
Endülüs Emevîlerinin hâkimiyeti |
(926) |
Alm. Korkunrs; Bankrott (m), Fr. faillite, banqueroute (f), İng. failure, bankruptcy. Bir borç mükellefiyetinin, borçlu tarafından irâdî olarak îfâ edilmemesi hâlinde, devletin zor kullanma yollarından biri. İflâs, cebrî icrânın bir çeşididir. İflâsa toplu (küllî) icrâ denir.
İflâs hâlinde borçlunun bütün mal varlığına el konulur. Mal varlığının hepsinin, borçların tamâmına karşılık gösterilmesi söz konusudur. Ayrıca, kısmî icrâdan farklı olarak iflâs ancak tâcirler için uygulanır. Bir başka ifadeyle ancak tâcirler, müflis duruma düşebilir.
İflâs kararını, müflisin veya alacaklıların talebi üzerine ticâret mahkemesi verir. Müflisin haczedilebilen bütün mal ve haklarından bir “iflâs masası” teşkil edilir. İflâs masasına giren bütün mallar iflâs idâresince tasfiye edilir ve alacaklıların alacakları ödenir. Alacaklarda tahsil bakımından bir öncelik yoktur (istisnâlar hâriç).
Oruçlunun oruç açması; oruç açma vakti, oruçlu bir kimseye orucunu açtırmak.
İftâr; Allah rızâsı için farz veya nâfile oruç tutan bir Müslümanın, güneşin ufukta kaybolmasından tamâmen batmasından sonra bir şey yiyerek veya içerek oruç açmasına denir. İftâr vakti, duânın kabul olduğu mübârek bir vakittir. Dînimizde iftâr etmeye ve iftâr vaktine büyük kıymet verilmiştir.
Asırlar boyunca Müslümanlar, iftâr vaktini tövbe ve istiğfâr ederek, duâ ve niyâzda bulunarak beklemişler, îtinâ ile hazırlanmış sofraların başında yiyip içmelerine hiçbir mâni yokken vaktin girmesini bekleyerek, Allah’ın emrine itâat ve ibâdet etmenin huzûr ve lezzetini yaşamışlardır.
İftârı yalnız yapmayıp, misâfir dâvet ederek ona da iftâr vermek, Müslümanların çok önem verdiği ibâdetlerden biridir. Çünkü Peygamber efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) bir hadîs-i şerîfte buyurdu ki: “Bir kimse Ramazan ayında bir oruçluya iftâr verirse, günahları affolur. Hak teâlâ onu Cehennem ateşinden âzâd eder. O oruçlunun sevâbı kadar ona sevap verilir.”
Eshâb-ı kirâm dediler ki: “Yâ Resûlallah! Her birimiz bir oruçluya iftâr edecek, onu doyuracak kadar zengin değiliz. Resûl aleyhisselâm buyurdu ki: “Bir hurma ile iftâr verene de, yalnız su ile oruç açtırana da, biraz süt ikrâm edene de bu sevap verilecektir. Bu ayda bir oruçluya su veren kimse, kıyâmet günü susuz kalmayacaktır.”
Eskiden iftâr vakitlerinin ayrı bir havası ve başkalığı vardı. İftâr yemeklerine en fakir evlerde bile dikkat edilir, herkes hâline ve vaktine göre bol ve çeşitli yiyecekler hazırlardı. Herkes, eşine-dostuna iftâr vermeyi büyük bir ibâdet kabul eder, bunun için çırpınırdı. Eski İstanbul’da devlet ileri gelenlerinin konaklarında, Ramazan boyunca iftâr vakitlerinde kapılar herkese açılır, her gelen meşhur iftar sofralarında hürmet gösterilerek ağırlanırdı. Ayrıca yemek yiyen fakirlere giderlerken “diş kirası” adı altında çeşitli hediyeler verilirdi. Yalnız Osmanlı Türklerine mahsus olan bu âdet, 1908 yılına kadar sürmüş, ikinci meşrûtiyetten sonra unutulmuştur. Bugün de eş-dost arasında iftâr dâvetleri yaşatılmaktadır.
Dînimizde iftârda dikkat edilecek şeyler geniş olarak ilmihâl kitaplarında bildirilmiştir. Bunlardan bir kısmı şöyledir:
İftârı hurma ile yapmak sünnettir. Hurma, hadîs-i şerîf ile medhedilmiş, bereketli bir yiyecektir (Bkz. Hurma). Su, zeytin ve tuz ile de yapılır. İftâr mühim bir sünnettir. Bir hadîs-i şerîfte; “İftar zamânında, oruçlunun ağız kokusu, Allahü teâlâya her kokudan daha güzel gelir.” buyrulmuştur. İftâr edince; “Zehebezzama’ vebtelletil’urûk ve sebetel ecr inşâallahü teâlâ” veya “Allahümme leke sumtü ve bike âmentü ve aleyke tevekkeltü ve alâ rızkike eftartü” duâlarını okumak da sünnettir.
İftârı acele etmek ve sahuru geciktirmek de sünnettir. Sahuru geciktirmek ve iftârı çabuk yapmak, insanın âcizliğini ve ihtiyâçlılığını gösterir. Zâten ibâdet de, Allah’a karşı âcizlik ve ihtiyâcını göstermektir. Ancak iftârda acele etmekten maksat, akşam namazı vakti girer girmez orucu bozmak demek değildir. Gökte yıldızlar görülmeden evvel yapmaktır. Saatlerde veya takvimlerde bir hatâ olabilir ihtimâliyle, biraz beklemek veya önce akşam namazını kılıp, sonra iftâr etmek daha ihtiyatlı olmaktadır. Böylece hem acele etme sünneti yerine getirilmiş olur, hem de oruç, bozulmak tehlikesinden kurtulur. Akşam namazından önce ezân ve ikâmet okumakla ve namaza hazırlanmakla ve niyet etmekle biraz vakit geçeceği için, namaz vaktinde kılınmış olur. Bütün gün boyunca sabredip üç beş dakika daha geç iftâr yapmak, orucun zamanında bozulması bakımından çok önemlidir.
Alm. Leguan (m), Fr. Iguana (m), İng. Iguana. Familyası: İguanagiller (İguanidae). Yaşadığı yerler: Tropik Amerika, Polinezya, Madagaskar, Galapagos Adalarında toprak, ağaç ve sularda yaşar. Özellikleri: Sırtında dikenli bir yelesi bulunan iri bir kertenkele. 180 cm boyunda 15 kg ağırlıktadır. Ağaçlara tırmanır ve iyi yüzer. Çeşitleri: Asıl iguana (yeşil iguana), kabarcıklı iguana, deniz iguanası, Galapagos kara iguanası en çok bilinenleridir.
Sürüngenler (Reptilia) sınıfının, İguanagiller familyası türlerine verilen genel ad. Yerde, ağaçların üzerinde, yer altında ve kısmen suda yaşayanları vardır. Böcekçil, otçul veya hem otçul hem böcekçil olabilirler. Hepsi iyi yüzücüdür. Kısa kuvvetli kol ve bacakları, sivri parmakları vardır. Parmaklarıyla dalları rahatça kavrarlar. Dilleri kalın ve tabana yapışık olup göz kapakları da hareketlidir. Sırt ve kuyrukları boyunca mızrak biçiminde dikenli taraksı bir yele uzanır. Dişilerde diken uzunlukları daha kısadır. Tarak dikenleri sert olmadığından, bâzan vücûdun sağ veya soluna yatar. Çoğunun gerdanında deriden sarkık bir kese bulunur. Kuyrukları sert ve tıknazdır. Bukalemun tipi renk değiştirebilenleri de vardır. İşitme ve tatma duyuları çok kuvvetlidir. Tehlike karşısında ağaç tepelerine tırmanır, suya dalar veya saldırarak ısırır. Kuyruğu ile kamçılar. Gündüzleri faal olup, geceleri dinlenir.
Kabarcıklı iguana (İguana tuberculata) ve asıl iguana (İguana iguana) 1.8 metre boyunda ve 15 kg ağırlıktadırlar. Güney ve Orta Amerika’nın büyük tropik kertenkeleleridir. Galapagosun deniz iguanaları (Amblyrhynchus cristatus) sürüler hâlinde kayalar üstünde güneşlenirler. Denize girerek yosun ve deniz bitkileriyle beslenir, bâzan adadan adaya yüzerek geçerler.
İguanalar nehir kıyılarında ağaçların altına kazdıkları çukurlara veya kayalar arasında yumurtlarlar. İki haftalık bir kuluçkadan sonra yavrular yumurtadan çıkar. Galapagos Adalarındaki deniz iguanalarının kayalar arasındaki yumurtaları güneşin sıcaklığıyla gelişerek açılır. Galapagos kara iguanaları (Conolophus subcristatus) tamâmen otçuldur. Yanardağ menşeli Galapagos Adalarında yaşarlar. Yerliler, iguanaların yumurta ve etlerine düşkün olduklarından günden güne nesilleri azalmaktadır.
Alm. Ölweide (f). Fr. Olivier (m) sauvage, İng. oleaster.Familyası: İğdegiller (Elaeagnaceae) Türkiye’de yetiştiği yerler: Anadolu.
Kışın yapraklarını döken veya dâimâ yeşil kalan, çalı veya ağaç hâlinde olan, çok dallanmış, dikenli veya dikensiz odunsu bitkiler. Sürgünleri çoğunlukla dikenlidir. Tomurcukları küçük, kısa saplıdır. Yapraklar dar, şerit hâlinde ve tam kenarlıdır. Yapraklar ve sürgünler gümüşî renkli tüylerle örtülmüştür. Haziranda açan çiçekler kısa salkımlar halinde sürgünlerin aşağı kısmında kümeler hâlinde yer alır. Çiçeklerin dış tarafı gümüşî beyaz, iç tarafı sarı renkte olup, çok hoş kokuludur.
İğdenin vatanı Akdeniz bölgesidir. Kuş iğdesi adı verilen Eleognus angustifolia, Anadolu’nun hemen hemen her tarafında yetişir. Bağ ve bahçe kenarlarında çit bitkisi olarak da kullanılır. 7-8 m boylanabilir ve baygın kokuludur. Bu türün meyvesi makbul olmayıp, kültüre alınmış olan çeşidine, E. angustifolia varyete orientalis denir.
Kullanıldığı yerler: Anadolu’da bağ ve bahçelerde tatlı meyvelerinden dolayı meyve ağacı olarak yetiştirilmektedir. Meyveleri zeytin meyvesi büyüklüğünde ve sarımsı-kahve renginde olup yenilebilir. İktisâdî önemi azdır.
Alm. Nadel; Schmucknadel; Injektionsnadel (f), Fr. Aiguille (f); épingle (m); aiguille (f) à injection, İng. Needle, pin; ornamental pin, brooch; needle of syringue. Dikiş dikmeye, süs olarak kullanılmaya yarayan bir ucu sivri diğeri düz, delikli, toplu, ince ve küçük mâdenden yapılan bir araç. İğne iki kumaşı birbirine tutturmada kullanıldığı gibi, tıpta vücûdun çeşitli yerlerine ilâç şırınga etmek ve sıvı boşaltmak için de kullanılır. Bunlardan başka süs iğneleri ekseriya elbiselerin yakalarına, saça, kravatın üzerlerine takılır. Süs iğneleri altın, gümüş ve başka mâdenlerden yapılır. Üzerleri ekseriyâ kıymetli taşlarla süslü olup bunlara “broş” da denir.
Çeşitli yerlerde yapılan kazılarda değişik zamanlarda yaşamış insanların, iğne kullandıkları anlaşılmıştır. Kazılardan çıkan iğneler balık kemiklerinden, taştan, demirden, tunçtan, altın ve gümüşten yapılmıştır. Günümüzde dikiş ve süs eşyası olarak iğnenin değişik tipleri kullanılmaktadır. Tıpta kullanılanlar ise yaptıkları işe göre çok değişik olmaktadır.
(Bkz. Enjeksiyon)
Alm. Ausschreibung, Submission, Verdingung, Fr. Adjudication, İng. Public Tender. Arttırma veya eksiltme yoluyla yapılacak işler için kullanılan bir terim. Bir iş yaptıracak kişi veya kurumun bu işi en az ücret talep edene yaptıracağına dâir niyetini ortaya koyması, bu işi ihâleye çıkarması demek olur. Benzer olarak, bir satış işinde, en yüksek fiyâtı verene satmayı murad etmesi de, satışı ihâle ile yapması mânâsına gelir.
Arttırma ve eksiltmeler kapalı zarf usûlüyle veya açık arttırma ve eksiltme şeklinde yapılabilir. Kapalı zarf usûlünde teklifler, birbiriyle rekâbet eden, işi almaya çalışan teklif sâhiplerinden “kapalı zarf” içinde belli bir yer, târih ve saatte alınır ve yine teklif verenlerin huzurunda (alenî) olarak açılır. En uygun teklifi yapan ihâleyi kazanır. Açık arttırma veya eksiltmede ise, ki buna pazarlık usûlüyle arttırma veya eksiltme denilir, taraflar hepsi bir aradayken, teklifler alınır. Teklif sâhipleri daha düşük veya daha yüksek teklifler vermek suretiyle, hiç kimsenin yapılan son teklif üzerine yeni bir teklif getiremeyeceği rakama gelinceye kadar devam edilir. En son teklifi verenin teklifi kabul edilir.
İhâlelerde herhangi bir suistimâle ve güvensizliğe yer vermemek için ekseriyâ, bir ihâle komisyonu bulunur. Bu bakımdan ihâleler, kesin ve muvakkat (geçici) olarak da ikiye ayrılabilir. Kesin ihâlelerde, kesin karar yetkisi ihâle komisyonundadır. Muvakkat (geçici) ihâlelerde, kesin karar ihâle komisyonu dışında başka bir merci tarafından verilir. Komisyonun kararı ile, bu kararın onaylanması arasında belli sınırlar içinde kalmak şartıyla, yeni arttırma veya eksiltme teklifleri ileri sürüldüğü takdirde, teklif sâhipleri arasında yeniden arttırma veya eksiltme işlemleri uygulanabilir.
İhâlelerde teklif sâhiplerinin sorumluluğunu arttırmak sonradan yerine getiremeyecekleri taahhütler altına girmelerini önlemek için, ihâleler “davet üzerine” de yapılabilir. Bu durumda, kendilerinden teklif istenecek kişi veya kuruluşlar işi yaptıracak olan tarafından önceden seçilir, durum kendilerine bildirilir ve teklifte bulunmaları istenir. Herkese açık olan arttırma ve eksiltmelerde, teklif vereceklerin belli şartları yerine getirmeleri ve bu arada belli bir teminât göstermeleri ekseriya şart görülür. Teklif veren, ihâleyi alan sonradan teklifinden vazgeçecek veya işi yapmayacak olursa, kendisinden alınan teminât, uğranılan zarârı tazminde kullanılacaktır.
Devlet, kânun koyucu olarak ve kendi alımlarını düzenlemek maksadıyla, İhâle Kânunu’nu yürürlüğe koymuştur. Devlet İhâle Kânunu, genel bütçeye dâhil dâirelerle, katma bütçeli idârelerin, özel idâre ve belediyelerin yapacakları alım satım, hizmet, inşâat, kira, trampa, taşıma vb. işlemlerin tâbi olacağı esasları belirlemiştir.
İhâle Kânunu’nu ve uygulanan ihâle sistemini sâdece ilgili kuruluşların bilmesi yetmez, bu kuruluşlara mal veya hizmet satmak veya onlardan mal veya hizmet satın almak durumunda olan herkesin yakından incelemesi lâzım gelir. Bu konuda hukukî düzenlemelere bakılmalıdır.
Hâlis, temiz etmek, niyeti temizlemek, yalnız Allah için yapmak. Kendisine başka bir şeyin karışması düşünülen bir şeye, o başka şey karışmamış ise, buna hâlis denir. Böyle saf, karışıksız ve samimi işe ihlâs adı verilir. Meselâ sütün hâlis ve saf olması, kan, idrâr ve pislik gibi inekten çıkan herhangi bir şeyin ona karışmış olmamasıdır. Yalnız Allah rızâsı için niyet edilerek yapılan işler hâlistir. İslâmiyette, her ibâdette ihlâs üzere olmak emredildi.
İhlâs, mal ve bedenle, farz ve nâfile şeklinde olan ibâdetleri yalnız Allahü teâlâya yaklaşmak için yapmaktır. Niyetine, nefsânî ve dünyevî bir arzu karıştırmamaktır. Başka arzular karıştırılırsa riyâ, gösteriş olur. Dünyâ faydalarını düşünmeyip, ibâdetlerini yalnız Allah rızâsı için yapmalıdır. İhlâs sâhibi, ibâdet yaparken başkalarına göstermeyi hiç düşünmez. Bunun ibâdetlerini başkalarının görmesi, ihlâsına zarar vermez. Hadîs-i şerîfte; “Allahü teâlâyı görür gibi ibâdet et. Sen görmüyor isen de, O seni görmektedir.” buyruldu.
İslâm dîni, sonsuz saâdete kavuşabilmek için üç şeyin muhakkak lâzım olduğunu bildirmektedir. Bunlar da; ilim, amel ve ihlâstır. İlim, amele (ibâdet yapmaya) vâsıta olduğu için kıymetlidir. İlmin yalnız başına bir kıymeti yoktur. Amellerin rûhu, tâatlerin özü ihlâs ve düzgün niyettir. Niyeti düzgün ve ihlâsı tam olan az bir amel, bozuk niyetle ve ihlâsı az olan çok amelden hayırlıdır. Zîrâ Resûlullah efendimiz; “Ameller, ancak niyetlerledir. Herşey için önemli olan niyettir.” ve “Bütün insanlar helâk olur, ancak âlimler (bilenler) kurtulur. Bütün âlimler helâk olur, ancak ilim ile amel edenler kurtulur. Bütün amel edenler de helâk olur, ancak ihlâslı olanlar kurtulur.” buyurdu. Allahü teâlâ Kur’ân-ı kerîm’de Kehf sûresi 110. âyetinde meâlen; “Rabbine kavuşmayı arzu eden, sâlih (iyi, güzel) amel işlesin ve Rabbine yaptığı ibâdete, hiç kimseyi ortak etmesin.” buyurdu.
İhlâslı olan kimse; Allahü teâlâya, kulluğa yaraşır şekilde gönülden ibâdet eder, emirlerine tam bir doğrulukla bağlanır, sâdece kulluğunu yapıp Cennet’i ister, Cehennem’den korkar, nefsin hoşuna giden şeyleri kalbine sokmaz. Çünkü ihlâsla ve Allah rızâsı için verilen bir avuç buğday, ihlâssız ve nefsin rızâsı ile verilen bir avuç inciden kıymetlidir, iyidir. Allahü teâlânın râzı olması düşünülerek ihlâsla yapılan amel, ibâdet kabul edilir ve sevâbı on kattan yedi yüz kata kadar yazılır.
Allahü teâlâ Bakara sûresi 276. âyetinde meâlen; “Allahü teâlâ fâizle geleni mahv eder ve sadakaları(zekâtları) verilen malı arttırır.” ve Mâide sûresi 27. âyetinde meâlen; “Allahü teâlâ, ancak müttekilerin yaptığını kabul eder.” buyuruyor. Müttekîler, muhlisler, yâni ameli ihlâslı olanlardır. İlim ve amel İslâm dîninin dalları; ihlâs ise onu yaşatan, besleyen köküdür. Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu ki: “Üç şey vardır ki, hangi Müslümanda bulunursa, kalbi kararmaz. Birincisi, Allah için ameldir.” Hazret-i Ali buyurdu ki: “Az amel yaptım diye üzülmeyin. Kabul oldu mu diye endişe edin! Buna ihtimâm gösterin. Çünkü Peygamber efendimiz, Mu’âz bin Cebel’i Yemen’e vâli gönderirken; “İbâdetlerini ihlâs ile yap! İhlâs ile yapılan az amel kıyâmette sana yetişir.” ve yine; “Kırk gün, Allahü teâlâya ihlâsla amel edenin kalbinden diline hikmet pınarları akar.” buyurdu.
İhlâs, amelin rûhu olduğundan, ruhsuz beden işe yaramadığı gibi, ihlâssız amel de bir fayda sağlamaz. İhlâsı elde etmek zor olmakla berâber, Allahü teâlânın kolaylaştırdıklarına kolay olur. Hasan-i Basrî’nin haber verdiği hadîs-i şerîfte; “Allahü teâlâ buyuruyor ki: İhlâs benim sırlarımdan bir sırdır. Onu kullarımdan sevdiğimin kalbine veririm.” buyruldu. İhlâsa, Allahü teâlâyı her şeyden çok sevmekle kavuşulur. Onu çok sevmek de, gösterdiği yoldan ayrılmamak ve O’na candan, seve seve ibâdet etmekle mümkündür.
İbâdet, Allahü teâlânın rızâsına kavuşmak için yapılır. Başkasının muhabbetine, ihsânına kavuşmak için yapılan ibâdet, ona tapınmak olur. Allahü teâlâya ihlâsla ibâdet edilmesi emrolundu. Hadîs-i şerîflerde buyruldu ki:
Allahü teâlânın birliğine îmân edenlerden, namazı ve zekâtı ihlâsla yapandan Allahü teâlâ râzı olur.
Allahü teâlâ buyuruyor ki, benim şerîkim yoktur. Başkasını bana ortak eden, sevaplarını ondan istesin. İbâdetlerinizi ihlâs ile yapınız! Allahü teâlâ, ihlâsla yapılan işleri kabul eder.
İbâdetlerini ihlâsla yapanlara müjdeler olsun! Bunlar hidâyet yıldızlarıdır. Fitnelerin karanlıklarını yok eder.
Dünyâda, haram edilmiş olan şeyler mel’ûndur. Ancak Allah için yapılan şeyler kıymetlidir.
İbâdetlerde ihlâsı elde etmenin yolu, nefsin İslâmiyete uymayan arzularını kırmak, ibâdetlerde dünyâ faydalarını düşünmemek ve kalbe âhiret sevgisini iyice yerleştirip, her işi Allah rızâsı için yapmaktır. İhlâsa kavuşmayı sağlayan sebeplerden biri de Allah adamları, dostları ile berâber olmaktır. Onlar ile bulunmak, hep Allahü teâlâyı hatırlatır ve kalpte Allah sevgisinin devamlı yerleşmesine sebeb olur.
İslâmiyette tasavvuf bilgileri, ihlâsı elde etme yollarını göstermektedir. “Tasavvuf”, îmânın vicdânîleşmesi ve ibâdetleri seve seve yapmak ile haramlardan uzaklaşmaktır. Tasavvuf kalbin kötülüklerden tasfiyesi, nefsin terbiye edilmesidir. Bu da İslâmiyetin emir ve yasaklarına tam uymakla olur. Bu yolda insanın ilerlemesi ve yükselmesi, bir rehber (mürşîd) ile çabuk ve kolay olur. İhlâs sâhibi ve Allah adamları olan bu rehberlerin yanında bulunmak ve onların tavsiye ve nasîhatlarına uygun hareket etmek, kalpte ihlâsın hâsıl olmasına yardım eder.
Böylece tasavvuf yolunda ilerleyip yüksek derecelere varanlarda her an ve her işlerinde Allahü teâlâyı unutmamak ve O’nun rızâsını düşünmek hâsıl olur. Onların bu hâlleri asla kesintiye uğramaz ve devamlıdır. Bu yüzden şahsî bir gayretleri yoktur, buna ihtiyaç da duymazlar. Allah sevgisi kalplerine hakkıyla yerleştiğinden bir an unutmazlar. Böyle olanların ihlâsı tam ve devamlıdır. Devamlı ihlâs sâhiplerine “muhlas” denir. İhlâsı devamsız olup ihlâs elde etmek için uğraşanlara “muhlis” denir. Muhlisler işlerinde niyet ederek, gayret göstererek ihlâs elde edenlerdir. Muhlislerin ihlâsı devamlı olmayabilir. Ayrıca muhlaslara göre tam sayılmazlar. Tam ihlâsı elde etmek, kalbi her türlü kötü huy ve düşüncelerden tam temizlemek ve Allahü teâlâya tam teslim olmakla mümkündür. Vilâyetin yüksek derecelerine ulaşmış olanların hâli böyledir. Hadîs-i şerîflerde buyruldu ki:
Evliyâ (Allah’ın sevgili kulları) görülünce Allah hatırlanır.
Onlarla berâber bulunanlar şakî (Cehennemlik) olmazlar.
Her şeyin bir kaynağı vardır. Takvânın(Allah’dan korkmanın) kaynağı, âriflerin kalbleridir.
İslâm âlimlerinin ihlâs hakkındaki sözleri:
Hazret-i Ömer, Ebû Mûsâ el-Eş’ârî’ye yazdığı mektubunda; “Niyeti hâlis olan kimseye kendisi ile insanlar arasındaki işlerinde Allahü teâlâ yeter.” demiştir.
Yahyâ bin Muâz; “Sütün pislikten ayrılması gibi, ihlâs da ameli ayıplardan temizler.” buyurdu.
İmâm-ı Rabbânî hazretleri; “Tasavvufun kaynağı ihlâstır. Her işte ihlâslı olmalıdır. İhlâssız iş, makbûl değildir.” buyurdu.
Rüveym bin Ahmed Bağdâdî; “Amelde ihlâs demek, o amel sâhibinin, ameli ile dünyâ ve âhirette bir karşılık beklememesidir.” buyurdu.
Ebû Osman, “İhlâs devamlı olarak yaratanı düşünmek ve O’na bakmakla mahlûku, yaratılanı unutmaktır.” buyurdu.
Havârîler hazret-i Îsâ’ya “Amellerin hâlis olanı hangisidir?” diye sorduklarında, Îsâ aleyhisselâm; “Hiç kimsenin övmesini sevip beklemeden, Allah için yapılan ameldir.” buyurdu.
Cüneyd-i Bağdâdî; “İhlâs, ameli karışıklıklardan arındırmaktır.” buyurdu.
İbrâhim bin Edhem; “İhlâs, Allah ile berâber sâdık niyette bulunmaktır.” buyurdu.
Şiir:
Gençlere üç şey çok lâzımdır önce:
Biri, îmânı düzeltmektir iyice,
Biri İslâma uymaktır her yerde,
Fıkhı iyi öğrenmeli elbette,
Bir de ihlâstır, her işte dâimâ.
Şöyle ki hiç olmaya ucbu riyâ.
Böyledir İslâmiyetin temeli.
Hem bu ihlâs olmasa makbûl değil,
Tasavvuftur ihlâsın kaynağı bil.
Alm. Ausfuhr (f), Export (m), Fr. Exportation (f), İng. Exports. Bir ülkenin ürettiği mal ve hizmetleri dış ülkelere satması. Satış sonucu, mal ve hizmetlerin fiilen ülkenin gümrük sınırlarını terk etmesi gerekir.
İhrâcât, ister kapitalist ister sosyalist ülkelerde olsun, gerçek veya tüzel kişiler (bu bir devlet kuruluşu da olabilir) aracılığıyla yapılır. Kooperatifler ve birlikler de (Fiskobirlik gibi) ihrâcâtçı tüzel kişiler arasında yer alır. Türkiye’de ihrâcâtçı olabilmek için meslek kuruluşları ve Sanâyi ve Ticâret Bakanlığı aracılığı ile verilen ve ihrâcı yapılacak konu ile sınırlı olan “ihrâcâtçı belge ve ruhsatnâmesi”ne sâhib olmak şarttır.
İhrâcât sırasında, mal fiyatları FOB(free on board) değerdir. Dış ticâret istatistiklerinde ihrâcât, vapur veya trende teslim fiyatı mânâsına gelen bu değerden gösterilir. Bir başka ifadeyle malın navlun ve sigorta bedelleri ihraç fiyatına dâhil değildir.
Alm. Exportsteur, Fr. Imports sur les exportations, İng. Export taxes. Bir ülkenin gümrük sınırlarını geçen ihraç mallarını konu alan vergiler.
İthal edilen eşya üzerinden alınan ithâlât gümrük vergileri gibi ihrâcât vergileri de dış ticâretten alınan vergi türlerinden biridir. Gâyesi, dünyâ üretimi içinde belli mallar bakımından tekelci durumda bulunan ülkelerin, bu malların ihrâcı hâlinde vergi alarak, bütçenin finansmanını yabancı alıcılar üzerine yüklemektir (söz gelişi petrol, kahve gibi). Bu vergiler ihraç fiyâtını artırarak malın talebinin esneksiz olması hâlinde vergi yükünün devredilmesini sağlar. Malların yurt dışına çıkışına vergi yoluyla mâni olmak da gâyeler arasında sayılabilir.
Dünyâda başlıca savaş dönemlerinde uygulaması görülen ihrâcât vergileri, hâlen aynı adı taşımamakla birlikte, aynı fonksiyonu ifa eder tarzda petrol ihraç eden ülkelerde, belli başlı Orta Afrika ve Güney Asya ülkelerinde uygulanmaktadır. Osmanlı Devleti döneminde “reftiye” adı altında alınan ihracat-gümrük vergileri, Türkiye’de son olarak İkinci Dünyâ Savaşı sırasında Toprak Mahsûlleri Çıkış Vergisi adı altında uygulanmıştır.
Alm. Gewandnder Mekkapilger, Fr. Manteau (m), des pélerins musulmans, İng. Unstitched cloth of pilgrims in Mecca. Hac ve umre yapmak için giyilen, yünlü pamuklu veya ketenden yapılmış dikişsiz, peştemal gibi, iki beyaz örtü. Biri belden aşağı, öteki omuzlara sarılır. İhrâm elbisesi giyen kimseye “muhrim” denir. İhrâm elbisesinin belden aşağı sarılan kısmına “îzâr”, omuzlara atılan kısmına “ridâ” ismi verilir. İhrâm iple bağlanmaz, düğümlenmez. İhrâma bürünmek, haccın farzlarından birincisidir. Kadınlar ihrâm elbisesi giymeyip örtülü olarak hac ve umre ibâdetlerini yaparlar.
Allahü teâlâ, âyet-i kerîmede meâlen buyurdu ki: “Hac ayları bilinen, Şevval, Zilkâde ayları ile Zilhicce’den on gündür. İşte kim o aylarda ihrâma girerek kendine farz yaparsa artık hacda kadına yaklaşmak, günâh işlemek ve kavga etmek yoktur.” (Bakara sûresi: 197).
İhrâma girerken temizlenmek ve gusül (boy abdesti) almak ve iki rekat namaz kılmak sünnettir. Hac için, umre için, ticâret için veya herhangi birşey için uzaktan gelenlerin mîkât denilen yerleri, ihrâmsız geçerek, Hareme, yâni Mekke-i mükerremeye girmeleri haramdır (günâhtır). İhrâmsız geçenin, geri mîkâta gelip ihrâma girmesi lâzımdır. İhrâma girmezse kurban kesmek lâzım olur. Mîkât yerleri Medîneliler için Zül-huleyfe, Iraklılar için Zâtül-ırk, Şam yönünden gelenler için Cuhfe, Necid bölgesinden gelenler için Karnül-menâzil ve Yemen’den gelenler için Yelemlem’dir.
Mîkât yerlerini geçerken niyyet ederek ve emir olunan şeyi okuyarak, usûlü ile ihrâma girilir.
İhrâm giyen kimseye, bâzı şeyler yasak olur. Meselâ karadaki av hayvanlarını öldürmesi, dikilmiş elbise giymesi, bir yerini traş etmesi, cimâ etmesi(cinsî münâsebette bulunması), kavga ve münâkaşa etmesi, koku sürünmesi, tırnak kesmesi, erkeğin mest, ayakkabı giymesi ve başını örtmesi, hatmi ile başını yıkaması, eldiven, çorap giymesi, hamâma girmesi, kendiliğinden çıkan ot ve ağaçları koparması, câiz değildir. İhrâmlıyken nelerin yapılıp nelerin yapılamıyacağına dâir ve diğer geniş bilgi ve açıklamalar fıkıh kitaplarında yazılıdır.
Mısır’da 935-969 târihleri arasında hüküm sürmüş bir Türk hânedânı. Devletin kurucusu Muhammed bin Tuğç, iki nesilden beri Abbâsîlerin hizmetinde bulunan bir Türk âilesindendir. Muhammed bin Tuğç, 935 yılında Mısır vâlisi oldu ve istiklâlini îlân ederek Halîfe Râzi’den İhşîd ünvânını aldı. İhşîd “şahlar şâhı” mânâsına geliyordu. Ayrıca Muhammed’in ataları da Fergana’da İhşîd ünvânıyla meliklik yaparlardı.
İhşîd, Mısır’da tam bir hâkimiyet sağladı. Ancak bu sırada, Bağdat’ta hâkimiyeti ele geçirmiş olan Muhammed bin Râik, Mısır’a kadar geldi. Bu tehlikeli durum üzerine Muhammed bin Tuğç, vergi vermek şartıyla Remle’ye kadar olan bölgeyi geri aldı. Beş sene devâm eden barış devresinden sonra, iki emîrin arası yeniden açıldı. Laccun mevkiindeki savaşı iki taraf da kazanamadı. Fakat tesis edilen âilevî münâsebetler iki emîri yeniden birbirine yaklaştırdı. İhşîd, senelik 140.000 dinar vergi verdi.
Emir Raik’in ölümünden sonra İhşîdîlere Hamdânî âilesinden yeni bir rakib ortaya çıktı. Ancak Muhammed bin Tuğç, sulh devresini iyi değerlendirmiş ve devleti en kudretli mevkiine çıkarmıştı. Emîrü’l-ümerâlık mevkiini elde etmek için mücâdeleye başladı. 944 yılında Rakka’nın karşısında Fırat kenarında Halîfe el-Mütteki ile karşılaştı. Ancak bu sırada Hamdânî âilesinden emir Seyfüddevle Mısır’ı tehdid etmeye başladığından geri döndü. Böylece yeniden başlayan mücâdelede İhşîdîler gâlip geldi. Muhammed bin Tuğç, Şam’ı ele geçirdi ise de 964 yılında öldü.Yerine iki oğlundan Ebü’l-Kâsım Unûcur tahta geçti.
Unûcur ve kardeşi Ali zamânında İhşîdîlerin Mısır’daki hâkimiyeti sözde kalmıştı. Gerçek iktidâr, İhşîd’in ölümünden biraz önce çocukları için saltanat nâibi olarak tâyin ettiği Nubyalı köle Kâfûr’un elindeydi. Oğullar ise, kukla bir vaziyetteydi. Nitekim 966 yılında Ali’nin ölümü üzerineKafur idâreyi tam olarak ele alınca halîfe bu vâliliği tanıdı. Kâfûr, Mısır ile Sûriye’yi tehdid eden Hamdânîlere karşı başarılar kazandı. Kafur’un ölümü Mısır’ı kuvvetli bir idâreciden mahrum bıraktı. Yerine İhşîd’in torunu Ahmed vâli tâyin edildi. Ancak bu zayıf ve kısa ömürlü emirin idâresi zamanında Mısır, Afrika’nın kuzeyinden gelen Fâtımîlerin baskısına dayanamadı ve 969 yılında bu devletin hâkimiyeti altına girdi.
İhşîdîler hânedânının en önemli iki şahsiyeti şüphe yok ki İhşîd ile Kâfûr’dur. İhşîd çok kuvvetli ve mücâdeleyi seven bir emirdi. Ömrü, Mısır’da kuvvetli bir hâkimiyet sağlamak için çalışmalarla geçti. Bu zor şartlarda Mısır’da îmâr faaliyetlerini de ihmâl etmedi. Devletin ikinci mühim şahsiyeti olan Kâfûr, zenci bir köleyken sırf zekâsı sâyesinde devletin iktidâr mevkiini elde etmiştir. İhşîd ve Kâfûr, Mısır’da sanat ve edebiyâtın da hâmisi olarak tanınmışlardır.
İhşîdoğulları Hükümdarları Tahta Geçişi
Muhammed bin Tuğç İhşîd |
935 (H.323) |
Unûcur (On Uygur) |
946 (H.334) |
Ali |
961 (H.349) |
Kâfûr (Ali’nin nâibi) |
966 (H.355) |
Ahmed |
969 (H.358) |
Alm. Wahrscheinlich keitsrechnung, Fr. Probabilites, İng. Probability. Bir deney sonunda çıkması muhtemel olayların çıkma şanslarını inceleyen bir matematik dalı. İlk çıkışı şans oyunlarına dayanmakta ise de günümüzde pekçok uygulama alanına sâhiptir. Meselâ kazâ, ölüm, hastalık veya hırsızlık olaylarına karşı sigorta masrafının belirlenmesinde, bu olayların meydana gelme ihtimâlinin bilinmesi gerekir. Buna benzer, sanâyide kalite kontrolü ve bunun ölçülmesi ihtimâller hesâbı yardımıyla yapılır. İhtimâller hesâbı kullandığı matematik metodlarla, istatistiğin temelini teşkil eder.
İhtimaller hesâbının temelleri:
İhtimaller hesâbı, bir olayda mümkün sonuçları ihtivâ eden, Örnek Uzay üzerine kurulmuştur. Meselâ, bir paranın atılması sonuçlarını ihtivâ eden Örnek Uzay, “yazı” ve “tura” gibi iki elemana sâhiptir. Bu elemanlardan birinin ortaya çıkma ihtimâli 1/2’dir. İkisinden birinin ortaya çıkma ihtimâli ise 1/2 + 1/2=1, yâni kesindir. Bir olay muhakkak ortaya çıkacaksa, ihtimâli birdir. Eğer hiç ortaya çıkmayacaksa, ihtimâli sıfırdır. Bir olay A ile gösterilirse, bunun meydana gelme ihtimâli P (A) ile gösterilir. Bu değer, sıfır ile bir arasında bir değerdir. Meselâ P (A)= 0,98 ise bu olayın ortaya çıkması 100’de 98 olarak görülür.
Bir olayın ihtimâlinin bulunması için olayın Örnek Uzaydaki eleman sayısı(n) belirlenir. Gözönüne alınan olayın bu elemanlardan kaç tânesini kapsadığı (r) ile hesaplanır. P (A)= r/n olarak bulunur.
Meselâ, bir zar atışında çift sayılar gelme ihtimâli P (A)= 3/6= 0,50’dir. Böyle bir hesapta Örnek Uzay elemanlarının ortaya çıkma ihtimâlinin hepsinin eşit olduğu kabul edilmiştir. Meselâ, belirli bir gün havanın yağışlı olacağının ihtimâlini Örnek Uzayın yağışlı ve yağışsız iki elemanı var diye, P (A)= 1/2 şeklinde hesaplamak yanlış olur. Çünkü iki olayın meydana gelme ihtimâli genellikle eşit değildir. Bunun gibi, kibrit kutusunun yüzleri zar gibi numaralandırılırsa, Örnek Uzayın elemanlarının çıkma ihtimâli eşit değildir. Yâni, Örnek Uzay, eş olumlu değildir. P (A)= S (A)/ S(E)= r/n formülü, eş olumlu olaylar için geçerlidir.
İhtimâlin bulunmasında diğer bir yol da, olayı çok defâ tekrarlayarak meydana gelme sayısını belirlemekle olur. Meselâ bir zarda 1 veya 2 sayılarının meydana gelmesinin ihtimâlini belirlemek için 1000 defâ zarın atıldığını ve 1 veya 2’nin ancak 326 defâ meydana geldiğini kabul edelim. Bu durumda bu olayın ihtimâli yaklaşık olarak P (A)= 0,326 denir. Kesin değer ancak olayın sonsuz defâ tekrarlanması ile bulunur. Bu tür metodun uygulanamamasında en önemli engel, tabiatta pekçok olayın kolay tekrarlanmamasıdır.
Ayrık olayların ihtimâli: Eğer iki olay berâber meydana gelemiyorsa, bunlardan ikisinden birinin ortaya çıkma ihtimâli, ayrı ayrı ihtimâllerin toplamı olarak hesaplanır. Bu kural:
P(A»B)= P(A) + P (B)
formülüyle ifâde edilir. Meselâ bir zar atışında 1 veya 2’nin çıkması birbirinden bağımsız olup:
P (1 veya 2)= 1/6 + 1/6= 1/3
olarak hesaplanır.
Ayrık olmayan, yâni arakesitleri boş olmayan iki olay için:
P (A»B) = P(A) + P (B) - P(A«B)
formülü kullanılır.
Şartlı olayların ihtimâli: Bâzı durumlarda B olayının ortaya çıkmasından sonra, A olayının ortaya çıkma ihtimâli aranır. Bu tür olaya şartlı olay ismi verilir. İhtimâli P(A/B) şeklinde yazılır. Meselâ bir kimsenin 65’ten daha yaşlı olması A olayı ve kadın olması B olayı olarak görülebilir. Olayın ihtimâlini hesaplayabilmek için, B olayının meydana gelmediği olaylar atılarak yeni bir Örnek Uzay elde edilir. Sonra burada A olayının meydana geldiği elemanların bu yeni uzaydaki ihtimâli hesaplanır. Bu hesap:
P (A/B)= P(A«B) / P(B)
olarak formüle edilebilir. Burada A«B, her iki olayın berâber gelmesini göstermektedir.
Meselâ bir torbada 1’den 10’a kadar numaralanmış kartlar bulunsun. Çekilen kart yeniden torbaya konulmamak üzere sıra ile 1 ve 2 numarayı çekme ihtimali hesaplanırsa:
1 numaralı kartı çekme ihtimali P (B)= 1/10,
2 numaralı kartı çekme ihtimali P (A/B)= 1/9
olup, yukarıdaki formüle göre:
P (A«B)= 1/10. 1/9= 1/90
olur. Kartların 10’a kadar sıra ile çekilme ihtimâli 1/10, kartların torbaya atılarak 1’den 10’a kadar sıra ile çekilme ihtimali ise 1/10. 1/10. 1/10...... = 1/1010= 1/ 10 milyar olur.
Bağımsız olaylar:
Eğer iki olaydan birinin meydana gelmesi diğerinin meydana gelme ihtimâline tesir etmiyorsa, bu iki olay bağımsız olarak isimlendirilir. Eğer A ve B gibi iki olay birbirinden bağımsız ise:
P(A/B)= P(A) veya P(A«B)= P(A).P(B)
yazılabilir. Meselâ zar atışında 1’in ortaya çıkmasının ihtimâli 1/6 ve 2’nin ortaya çıkma ihtimâli 1/6’dır. İki atışta 2’den sonra 1’in ortaya çıkma ihtimâlinin 1/6 olması birinci eşitliği göstermektedir. 1 ve 2’nin arka arkaya çıkma ihtimâlinin (1/6).(1/6)= 1/36 olması da ikinci eşitliğine örnektir.
Binom dağılımı:
Başarıya ulaşma ihtimâli p olan bir olay, gözönüne alınsın. Bu olay, birbirinden bağımsız n defâ tekrar edilsin. Olayın tam x kere başarılı olmasının ihtimâli:
b(x; n,p)= ç(n, x)px(1-p)n-x
formülü ile hesaplanabilir. Burada ç (n,x), n elemandan x eleman sayısı ile yapılabilecek farklı kombinasyon sayısını göstermektedir. Belirli bir n ve p değerleri için olan b (x;n,p) değerlerine, binom dağılımı denir. Meselâ bir tohumun filizlenme ihtimâli 0,8 kabul edilirse, ekilen 10 tohumdan tam 8’inin filizlenmesi:
b(8;10,0,8)= C(10,8) (0,8)8 (0,2)2= 0,302
bulunur ki yaklaşık olarak 0,3 kabul edilebilir.