İBN-İ HAVKAL
Meşhur Müslüman seyyah ve coğrafya âlimi. İsmi, Muhammed bin Havkal olup, künyesi Ebü’l-Kâsım’dır. İbn-i Havkal adıyla tanındı. Musul’da doğdu. Doğum târihi kesin bilinmemektedir. Ömrü seyâhatle geçti. 977 (H.367) yılı civârında vefât etti. On (H.4)uncu asrın en meşhur seyyâhlarındandır. Memleketler ve milletlere dâir tetkik ve incelemelerde bulunmak ve aynı zamanda ticârî gâye ile 943 senesi Ramazan ayında Bağdat’tan hareket ederek uzun bir seyâhate çıktı. Irak, İran, Mâverâünnehr, Türkistan, Şam, Mısır, Mağrib, Endülüs, Sicilya ve başka İslâm memleketlerini dolaştı. Seyâhati yirmi sekiz sene sürdü.
Seyâhati esnâsında 952 senesinde El-İstahrî ile görüştü. Bu coğrafya âliminin talebi üzerine onun bâzı haritalarını tashih etti ve eserlerini gözden geçirdi. Yirmi bir haritadan meydana gelen bu mecmûaya İslâm Atlası denilmiştir. Bunun hazırlanmasında İbn-i Havkal’ın önemli yardımları oldu.
İbn-i Havkal, İstahrî’nin eserini genişleterek hem târih hem de coğrafya sâhasında El-Mesâlik vel-Memâlik adlı ilmî değeri son derece yüksek eserini yazdı. İbn-i Havkal, eserinde İslâm âlemi hudutları dâhilindeki memleketler hakkında iklim îtibâriyle tafsilâtlı bilgiler verdi. El-Mesâlik vel-Memâlik’in Türk târihi bakımından çok önemli bir yeri vardır. Eserde o asırdaki Oğuz, Karluk, Kimek, Kırgız, Uygur, Peçenek ve Bulgarların oturdukları yerlere dâir önemli bilgiler olduğu gibi Mâverâünnehr ve Batı Türkistan hakkında çok geniş mâlumât vardır.
Endülüs’te yetişen filozof ve âlimlerden. İsmi; Ali bin Ahmed bin Sa’îd bin Hazm olup, künyesi Ebû Muhammed’dir. İbn-i Hazm diye meşhur olmuştur. Ceddi âzâdlı bir köleydi. 994 (H.384) te Endülüs’ün Kurtuba şehrinde doğdu. 1064 (H. 456) te vefât etti.
Babası vezir olan İbn-i Hazm, çocukluğunda iyi bir terbiye almıştı. Ayrıca sarayda mükemmel bir eğitim ve öğretim gördü. Abdurrahmân Ebû Yezîd el-Ezdî, Ahmed İbn’ül-Cesûr ve zamânının diğer âlimlerinden hadis, fıkıh, kelâm ve çeşitli ilimleri tahsil etti. Öğreniminin ilk yıllarında İmâm-ı Mâlik’in El-Muvatta’ını okudu. Bir ihtilâl sonucu babası vezirlikten alınınca, ağır muâmelelere mâruz kaldı. 1011’de babasının ölümünden sonra Kurtuba’dan ayrılarak, Almeria’ya, bir müddet sonra da Hısn’ül-Kasr’a gitti. Dördüncü Abdurrahmân’ın, Endülüs Emevî hükümdârı olduğunu haber alınca, Valensiye’ye gitti. Hükümdârın iltifât ve ihsânlarına kavuşup, vezirlik makâmına getirildi. Vezirliği sırasında Gırnata önlerinde yapılan bir savaşta esir düştü ise de, bir müddet sonra serbest bırakıldı ve Kurtuba’ya döndü.
Beşinci Abdurrahmân Endülüs hükümdârı olunca, onu tekrar vezirliğe getirdi. Kısa bir müddet sonra Beşinci Abdurrahmân katledilince, hapse atıldı. Hapisten çıktıktan sonra, 1027’de Jativa’ya gitti ve kendisini tamâmen ilme vererek, talebe yetiştirdi.
İlk zamanlar Şâfiî mezhebine tâbi olan İbn-i Hazm, kelâm, hadis ve fıkıh ilimlerine dâir kitaplar yazdı. El-Fasl adlı kitabında yer küresinin yuvarlak olduğunu ve döndüğünü âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîflerle ispat etti. Daha sonra Zâhiriyye mezhebinin mensuplarından oldu ve bu mezhebin Endülüs’te kolay anlaşılıp yayılması için kitaplar yazdı. Sonraları felsefeye daldı ve bâzı sapık fikirler ileri sürerek, müctehid imâmların ve diğer İslâm âlimlerinin kıymetini anlayamayıp kıyâsa ve taklide karşı çıktı. Özürlü veya özürsüz olarak namazı terk eden kimsenin bu namazı kazâ etmesine gerek olmadığını, hayırlı işlerin namaz yerine geçeceğini ileri sürdü. Âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîflere, kendi aklına göre mânâ vererek, sapıtıp Ehl-i sünnetten ayrıldı. Selef-i sâlihîni şiddetle tenkid ederek, tevili ve kıyâsı kabul etmediğini açıkladı. İmâm-ı A’zam Ebû Hanîfe, İmâm-ı Eş’arî ve İmâm-ı Mâlik gibi büyük Ehl-i sünnet âlimlerini hafife aldı. Bu sapık fikirleri az sayıda kimse kabul ettiğinden, fazla taraftar bulamadı.
İbn-i Hazm’ın müctehid imâmlara, kıyâs ve taklide karşı olan bu sapık fikirleri, zamânındaki Ehl-i sünnet âlimlerince tenkid edildi. Fikirleri, ilk olarak Ebû Bekr bin el-Arabî, daha sonra da Süyûtî tarafından çürütülüp, Ehl-i sünnetten ayrıldığı açıkça ortaya kondu. Halkın zihnini bulandırdığı ve temiz îtikâdını bozduğu için, zamânın devlet adamları tarafından tâkibâta uğrayan İbn-i Hazm’ın kitapları, İşbiliye’de halkın gözleri önünde yakıldı. Daha sonra memleketinden sürüldü. Bir köşeye çekilip edebiyâta ve felsefeye dâir birçok eser yazdı. İrili ufaklı 400 eser yazmıştır.
Eserleri:
İbn-i Hazm’ın çeşitli ilimlere dâir yazdığı eserlerinden bâzıları şunlardır:
1) Kitâb-ül-İmâmeti vel-Hilâfe fî Siyer-il-Hulefâ, 2) Tavk’ul-Hamâme fil-Ulfe vel-Ulaf, 3) Risâle fî Fazl’il-Endelüs, 4) Nüket’ül-Arûs fi Tavârîh’il-Hulefâ: Târihe dâirdir. Mağrib ve Endülüs’teki Arab ve Berberî kabîlelerinin şecereleri hakkında bilgi verir. 5) İbtâl’ül-Kıyâs ver-Re’y vel-İstihsân vet-Taklîd ve Ta’lîl: Bu kitabında kıyâsın, istihsânın ve taklidin câiz olmadığına, Kitap ve Sünnete uymadığına ve delil olmadığına dâir şahsî mütâlaalarını yazmıştır. 6) Kitâb-ül-Ahlâk ve’s-Siyer fî Müdâvât-in-Nüfûs: Ahlâk ilmine dâirdir. 7) Merâtib-ül-İcmâ, 8) El-Fasl, 9) El-Muhallâ.
Bunlardan başka kelâm, siyâset, kırâat, hadis, lisan ve edebiyâta dâir pekçok eseri vardır. İbn-i Hazm’ın eserlerinden bâzıları Avrupa dillerine tercüme edilmiş, bir kısmı kaybolmuş, bir kısmı ise günümüze kadar gelmiştir.
Onuncu ve on birinci yüzyıllarda yetişen Müslüman fizik, matematik ve astronomi âlimi. İsmi, Hasan bin Hasan bin Heysem, künyesi Ebû Ali’dir. Batı ilim dünyâsında Alhazen adıyla tanındı. İbn-i Heysem, 965 (H.354) senesinde Basra şehrinde doğdu. 1038 (H.430) senesinde Kâhire’de vefât etti.
Tahsile Basra’da başladı. Zamânının yüksek din ve fen ilimlerini de burada öğrendi. Tahsilinin bir kısmını tamamladıktan sonra, Bağdat’a giderek bilhassa; matematik, fizik, mühendislik, astronomi, metalurji gibi fen ilimlerini öğrenip, şöhrete kavuştu. Öğrendiklerini uygulama safhasına koymak için çok gayret gösterdi. Birçok önemli netîceler ve başarılar elde etti. O zaman cehlin içinde bulunan ve karanlık günler yaşayan Avrupa ile diğer yerlere İslâm âlemindeki ilim, kültür ve parlak medeniyet ışıklarını sunan binlerce âlimden biri de İbn-i Heysem oldu.
İbn-i Heysem’in başarıları diğer memleketlerde duyulunca, Mısır’da hüküm süren Şiî-Fâtimî Devleti hükümdârlarından El-Hâkim kendisini Mısır’a dâvet etti. İbn-i Heysem, Mısır’a gitmeden önce, Nil Nehri ile ilgili bir sulama projesi ve bâzı teknik çalışmalarda bulunmuş, Nil Nehrinden nasıl istifâde edilebileceğini araştırmıştı. Projesini Fâtımî Sultânı El-Hâkim’e açıklayınca, sultan projenin gerçekleştirilmesi için ona her türlü yardımı yapacağını bildirdi. İbn-i Heysem, Nil Nehri boyunca ilmî ve teknik incelemelerde bulundu. Yaptığı projelerin başarılı bir şekilde uygulanmasının o günkü şartlarda mümkün olmadığını görünce, hükümdârdan af diledi. İbn-i Heysem, El-Hâkim’in kendisi hakkında kanâatlerinin değişmesinden korkarak, gözden ırak bir yere çekilip hükümdârdan uzak durmaya karar verdi. Gizlice ilmî çalışmalarını sürdürerek birçok eser yazdı. İlim târihçilerine göre, İbn-i Heysem’in hayâtının bu dönemi en verimli ve başarılı devri olmuştur. İbn-i Heysem, Bîrûnî ve İbn-i Sînâ ile çağdaştı.
İbn-i Heysem, çağının bütün ilimlerinde otoriteydi. Fevkalâde keskin bir görüş, anlayış, muhâkeme ve zekâya sâhipti. Aristo ve Batlemyüs’ün eserlerini inceleyerek hatâlarını gösterdi. Bunları özetleyerek Arapçaya tercüme etti. Ayrıca tıp ilminde de derinleşti. Geometriyi mantığa uyguladı. Euclid ve Apellenius’un geometrik ve sayısal metodlarını geliştirdi ve pratik uygulama alanlarını işâret etti. Geometri ve matematiğin inşaatçılık alanında uygulanmasında katkıda bulundu. Eski medeniyetlerden intikâl eden matematik, geometri ve astronomiyi tedkik ederek ilmî tenkitlerini ortaya koydu ve bu sâhalarda kendi nazariyelerini geliştirerek ilim âlemine sundu. Meselâ; Aristo ve Batlemyüs’e âit olan dünyânın, kâinâtın merkezi olduğu şeklindeki görüşleri üzerindeki şüphe ve tereddütlerini ifâde etti. Dünyâ merkezli bir kâinât sisteminin kesin olmayacağını, uzayda daha başka sistemlerin de bulunabileceğini ve güneş sisteminin mevcud olduğunu söyledi. Nitekim İbn-i Heysem’den yüzlerce sene sonra önce, İbn-i Şâtır ve Batrucî sonra Newton ve Kepler, Güneş sistemi nazariyesini kabullenmişler ve yer kürenin bu sistem içinde bulunduğunu söylemişlerdir.
İbn-i Heysem, optikte gölgenin nasıl meydana geldiğine dâir bir teori ortaya attı. Fotoğrafın ilk modelini ve karanlık odayı ilk defâ o denedi. Gökkuşağının nasıl teşekkül ettiğini ve bunda renklerin meydana gelişini gâyet güzel bir şekilde îzâh etti. Billur küre şeklindeki küçük su tâneciklerinden güneş ışığının kırılıp yansıma prensiplerini açıkladı. Özellikle ışığın yansıması konusunda fizik ve optiğe getirdiği yenilikler, altı asır boyunca dünyâ bilim çevrelerini etkilemiştir.
İlmî incelemeler sonucu gözün görme olayını açıkladı. Euclid ve Batlemyüs’ten beri herkes görme işini, gözden çıkan ışınların eşyâya ulaşarak, gözün eşyâyı algılaması olarak biliyordu. İbn-i Heysem, ilk defâ, bunun ilmî olmayıp, yanlış olduğunu savundu ve doğru olan kendi teorisini ortaya koydu. İbn-i Heysem’e göre görme, eşyâdan yansıyan ışınların göze gelmesi ve gözün arka odak noktasında birleşmesi üzerine gözün eşyâyı görmesidir.
Işığın kürevî ve parabolik aynalarda yansımasını inceleyerek bu olayı açıklayan İbn-i Heysem, konkav aynalar hakkında şöyle demektedir: “Güneş ışıkları, güneşten doğru yolla yayılırlar ve her parlak cisimden eşit açılarla yansırlar. Yâni yansıyan ışık, yansıyan ışık alanı içinde bulunan ve parlak cisme ışığın geldiği noktada teğet olan bir doğru ile gelen ve yansıyan ışın iki eşit açı yapar. Bundan şu netîce çıkar: Küresel yüzeye gelen ve yansıyan ışınla, ışık alanı içinde bu noktaya birleşen dâire yarıçapıyla iki eşit açı teşkil ederler. Parlak bir cisimden herhangi bir noktaya yansıyan her şuâ, o nokta üzerinde bir ısı üretir. Eğer bir noktaya birçok şuâ gönderilse o noktada ısı, şuâ sayısıyla orantılı olarak artar. Küresel içbükeyliği yarım dâireden daha az olan ve ekseni güneş kütlesinde son bulacak şekilde güneşe karşı yerleştirilen her çukur aynada, güneşten aynanın eksenine paralel olarak gelen şuâlar, ayna yüzeyinden eksene doğru yansırlar ve eksen üzerinde yarıçapı iki eşit parçaya ayırırlar. Eğer küre yüzeyi içindeki bir çemberin çevresinden belli bir yönde gelen şuâlar, küresel içbükey bir aynanın ekseni üzerindeki bir noktaya doğru yansırlarsa, küre alanındaki başka şuâlar umûmiyetle oraya doğru yansımazlar...”
Özellikle ışığın yansıması konusunda optiğe getirdiği yenilikler, batı bilim dünyâsında Alhazen problemi diye meşhûr olmuştur. İbn-i Heysem, ayrıca ışığın şeffaf cisimlerden geçmesi sırasında meydana gelen yansımayı da incelemiştir. İbn-i Heysem bir müddet yer küreyi kuşatan atmosfer tabakasını da inceledi. Atmosfer kalınlığını hesaplamaya çalıştı. Güneş ve Ay’ın ufka yakınken daha büyük görünmelerinde atmosferin tesiri olduğunu fark etti. Yaptığı rasatlarla astronomik tan’ın, güneş ufkun tam 19 derece altındayken başladığını veya bittiğini ve güneş ışınlarının bize atmosferik bir kırılma ve dağılma ile ulaştığını açıkladı. Sabahleyin tam karanlıktan aydınlığa geçişin başladığı bu astronomik tan’a fecr-i sâdık denir. İbn-i Heysem, bu anda güneşin irtifâını -19° olarak hesaplamıştır.
Akşam güneş battıktan sonra ufukta sabah vaktindeki gibi bir hâdise meydana gelir. Şafak denen kızıllık, turuncu, sarı ve beyaz renklerden sonra yine aynı astronomik tan ânında siyahlık çöker. Atmosferin ağırlığı ve yoğunluğu ile bunların maddelerin ağırlığına tesir etmesi arasındaki münâsebeti tahlil etti. Havanın yoğunluğunun ışığın kırılması ile doğru orantılı olduğunu ve hava yoğunluğunun yükseklik ile değiştiğini keşfetti.
Eserleri:
İbn-i Heysem’in yüzü aşkın eserlerinin en meşhur ve geniş muhtevâlı olanı Kitâb-ül-Menâzir’dir. Eser, yedi bölümden meydana gelmiştir. Birinci bölümde: Görme olayının keyfiyeti, gözün özellikleri, ışık ve özellikleri, ışığın aydınlatmasının nasıl olduğu, göz ile ışık arasına giren nesneler, gözün anatomik yapısı, gözün faydaları; ikinci bölümde: Görülebilen şeyler, görülmeyi sağlayan sebepler, görülmenin nasıl olduğu, gözün bu şeyleri birbirinden nasıl ayırd edebildiği; üçüncü bölümde: Gözde veya görmede meydana gelen yanılmalar ve bunların sebepleri, gözün yanılmasıyla bilgide meydana gelen yanılmalar, düşünce ve araştırmalarda vâki olacak hatâlar; dördüncü bölümde: Parlak cisimlerden ışığın yansıması yoluyla gözün bunları görmesi, gözde bunların görüntülerinin meydana gelmesi; beşinci bölümde: Görüntülerin, hayallerin yerleri; altıncı bölümde: Işıkların eşyâdan göze yansıması yoluyla görmede meydana gelebilecek yanlışlık ve hatâlar, bunların sebepleri, düzlem aynalarda, küresel tümsek aynalarda, silindirik tümsek aynalarda, konik tümsek aynalarda, küresel çukur aynalarda, silindirik çukur aynalarda ve konik çukur aynalarda ışıkların yansıması ve bütün bunlardan dolayı görmede meydana gelebilecek yanılmaları ve değişik görüntüleri; yedinci bölümde: Işınların çeşitli şeffaf cisimlerden geçişi, ışık demetlerinin doğrusal yayılışı, şeffaf cisimlerin içindeki katı cisimlere tesâdüf eden ışık hüzmelerinin yâni demetlerinin kırılıp yansımaları, kırılma olayının incelenmesi ve nasıl meydana geldiği, bundan meydana gelen hatâlı görüntüler veya yanlış görme olayları anlatılmaktadır.
İbn-i Heysem’in bu meşhur eseri, ortaçağda beş defâ Lâtinceye çevrilmiş olup, bütün Avrupa üniversite ve ilim merkezlerinde tanınan tek mürâcaat eseri durumundaydı. Eser, 1572 senesinde Risner tarafından Opticue Thesaurus Alhazeni Arabis Libri ismiyle Lâtinceye çevrilerek İspanya’nın Bale şehrinde bastırılmıştır. Kemâleddîn Fârisî isimli bir Müslüman fen âlimi bu eseri açıklayarak genişletmiş ve Tenkîh-ül-Menâzir adını vermiştir. Kitâb-ül-Menâzir, 1948 senesinde Kemâleddîn Fârisî’nin yaptığı şerhle berâber Hindistan’ın Haydarâbâd şehrinde basılmıştır.
İbn-i Heysem’in yazdığı diğer eserlerden bâzıları şunlardır:
1. Kitâb-ül-Câmi’ fî Usûl-il-Hisab:Matematiğin esasları ve metodolojisi ile ilgili bu eserinde, matematik, geometri, cebir, geometrik analiz gibi temel konuları îzâh etmiş, örnek çözümler ortaya koymuştur.
2. El-Muhtasar fî İlm-il-Hendese:Euclid geometrisinin tedkik ve tenkidine dâirdir.
3. Kitâbun fîhi Rüdûd alel-Felâsifet-il-Yunâniyye ve Ulemâ-il-Kelâm: Eski Yunan filozoflarına ve onlara uyan bâzı kelâm âlimlerine reddiye olarak yazılmıştır.
4. Kitâb-ül-Ezlâl: Ay ve güneş tutulmaları hakkındadır.
5. Risâletün fî Keyfiyet-ül-Ezlâl:Gölgenin meydana gelmesi incelenmiştir. Eser, 1907 senesinde Almancaya çevrilerek bastırılmıştır.
6. Kitâbun fî İlm-il-Hendese vel-Hisâb;Matematik-geometri ile ilgilidir.
7. Kitâbun fil-Cebri vel-Mukâbele.
8. Makâletün fî İstihrâcı Semt-il-Kıble fî Câmi-il-Meskûneti Bicedâvilîn: Bütün dünyânın o zamanki yerleşim merkezlerinde kıblenin nasıl bulunacağının hesaplanması ve bunların cetvelleri ile ilgilidir.
9. Risâletün fî Şerhi İtticah-il-Kıble: Kıblenin bulunması hakkındadır.
10. Kitâbun fî Hayât-il-Âlem: Kâinâtın düzeni ve sistemi hakkındadır. Eser, İspanyolca, Lâtince ve İbrâniceye çevrilmiştir.
11. Kitâbu Hey’et-il-âlem,
12. Risâletün Âmil-il-Aynî vel-İbsâr: Gözün yapısı ve görme olayının incelenmesi hakkındadır.
13. Şerh-ü Mecisti ve Telhîsihî,
14. Kitabün fî Âletiz-Zıl,
15. Kitâb-ut-Tahlîli vet-Terkîb-il-Hendesiyyîn.
Bu eserlerinden başka, Mu’tezile fırkasına, mantıkçılara ve diğer fen ve ilim erbâbına cevâben birçok reddiyeler ile kendisine sorulan fen sorularına verdiği cevapları bildiren risâleleri de vardır. İbn-i Heysem’in fizik, astronomi, güneş ve ay sistemleriyle ilgili o kadar çok eseri vardır ki, bunların bir kısmından bastırılarak hazırlanan kitaplar Hıristiyan ve Yahûdî âleminde ders kitabı olarak okutulmuştur. Muhtelif ilim dallarında ortaya koyduğu terimler bugün hâlâ kullanılmaktadır. Astronomideki modern başarıların kaynağı, İbn-i Heysem’in parlak görüş ve teorilerinden kaynaklanmaktadır. Apollo ile Ay’a inen ilk astronotlar, orada gördükleri muhteşem kraterlere önemli adlar verirken, bir tânesini de İbn-i Heysem olarak isimlendirdiler.
On dördüncü yüzyılda yetişmiş büyük fıkıh âlimi ve dilcilerden. İsmi, Abdullah bin Yûsuf bin Ahmed bin Abdullah İbn-i Hişâm el-Ensârî; künyesi Ebû Abdullah; lakabı Cemâleddîn’dir. Dedelerinden bir tânesinin ismine nisbetle İbn-i Hişâm diye tanınmıştır. 1309 (H.708) senesinde doğdu, 1360 (H. 761) senesinde Mısır’da vefât etti. Sûfiyye Kabristanına defnedildi.
İlim tahsiline önce Arapçayı öğrenmekle başladı. Bir müddet Mekke’de kaldı. Zamânının âlimlerinden çeşitli ilimleri ve özellikle Şâfiî mezhebi fıkıh bilgilerini ve daha sonra Hanbelî mezhebi fıkıh bilgilerini öğrendi. Ayrıca İbn-i Cemâa’dan hadîs-i şerîf dinleyip, rivâyet etti. Nahiv ve fıkıh ilminden başka meânî, beyân, aruz ve diğer ilimlerde de üstün oldu. Arapçayı bilmek ve inceliklerine vâkıf olmak husûsunda akranlarını geçti. Birçok kıymetli eser yazdı.
Eserleri:
1. Mugnillebîb: Arapçadaki edatlar ve harfler ile ilgili olup, sâhasında benzersizdir.
2. Tâlikun alel Elfiye,
3. Umdet-üt-Tâlib fî Tahkîk-i İbn-il Hâcib,
4. Şüzûr-üz-Zeheb,
5. Katr-ün-Nedâ,
6. El-Kevâkib-üd-Dürriyye,
7. Şerh-u Câmi-is-Sagîr: İmâm-ı Muhammed’in Hanefî mezhebi fıkıh bilgilerine dâir eserinin şerhidir.
On beşinci yüzyılda yetişen Hanefî mezhebi fıkıh âlimlerinden. İsmi, Muhammed bin Abdülvâhid bin Abdülhamîd bin Mes’ûd es-Sivâsî’dir. Lakabı Kemâlüddîn’dir. 1386 (H.788) senesinde İskenderiyye’de doğdu. 1457 (H.861) senesinde Kâhire’de vefât etti.
İbn-i Hümâm, babasından ve İskenderiyye’deki âlimlerden ilim öğrendi. Kâri-ül Hidâye Sirâcüddîn ile Seyyid İmâm Celâlüddîn’den fıkıh ilmini öğrendi. Arapçayı ve âlet ilimlerini (sarf, nahiv, lügat...) Cemâlüddîn Hamidî’den; usûl ve diğer ilimleri Bisâtî’den; hadis ilmini Ebû Züra’a Irâkî’den öğrendi. Cemâlüddîn Hanbelî ve Şemsüddîn Şâmî’den hadîs-i şerîf dinledi. Merâgî ve İbn-i Zâhire’den başka kırk büyük âlimden icâzet aldı. Akranlarından üstün olup, tefsir, hadis, usûl, fıkıh, kelâm, mantık ve nahiv ilimlerinde yetişerek, büyük âlim oldu. Ondan pekçok kimse ilim öğrenip, istifâde etti. Dört mezhebin âlimleri ondan ilim öğrendi. Tasavvuf ehlinin kavuştuğu mânevî makam ve derecelere de kavuşan İbn-i Hümâm’ın keşf ve kerâmetleri görüldü. Bir müddet insanlardan ayrılıp inzivâya çekildiyse de yapılan arzu ve ısrarlar üzerine geri dönerek yeniden hocalığa başladı. Mansûriyye, Eşrefiyye ve Şeyhûniyye medreselerinde fıkıh dersleri okuttu.
Buyurdu ki: “Müftînin müctehid olması lâzımdır. İctihâd derecesine yükselmiş âlim olmayan din adamı müftî olamaz. Müctehid olmayan din adamı müftî yapılırsa bunun müctehidlerin bildirdiklerini okuyup, öğrenip, bunları söylemesi lâzımdır.”
Eserleri:
İlim, fazîlet ve güzel ahlâk sâhibi mütevâzî bir kimse olan İbn-i Hümâm birçok eser yazdı. Eserlerinden bâzıları şunlardır:
1) Feth-ul-Kadîr: Hidâye adlı fıkıh kitâbına yazdığı şerhtir. Hanefî mezhebinin en meşhur eserlerinden olup, tâlik ve Hidâye’nin diğer bâzı şerhleri ile berâber dokuz cilt hâlinde basılmıştır. 2) Tahrîr: Usûl ilmine dâir kıymetli bir eserdir. Bu eserin sonunda amelde dört hak mezhepten birine uymanın vâcib olduğunda ve bunlardan birine uymayanın Ehl-i sünnetten olmadığında icmâ bulunduğu bildirilmektedir. Eserin İbn-i Emir Hac tarafından yapılan şerhi de çok kıymetlidir. 3) Zâd-ül-Fakîr: Namazla ilgili meseleler hakkında yazılmıştır. 4) Şerhu Bedî-in-Nizâm li-İbn-i Sâatî, 5) Fevâtih-ul-Efkâr fî Şerhi Lemeât-il-Envâr, 6) El-Müsâyeretü fil-Akâid-il-Münciyeti fil-Âhireh.
Mîlâdî sekizinci yüzyılda yetişen İslâm târihçisi. Meşhur siyer âlimi ve muhaddis. İsmi, Muhammed bin İshâk bin Yesâr el-Muttalibî’dir. Künyesi Ebû Abdullah olup, Ebû Bekr de denilmiştir. İbn-i İshâk, Medîne-i münevverede 704 (H.85) senesinde doğdu. Medîne-i münevverede İmâm-ı Mâlik ile ilmî müzâkerelerde bulundu. Sonra buradan ayrılarak, sırayla Mısır, Kûfe, Rey, Hire ve Bağdat’a geldi. Bağdat’ta yetişerek, meşhur Siyer kitabını yazdı ve 768 (H.151)de vefât etti. Bağdat’ın doğusundaki Hayzeran Kabristanına defnedildi.
İbn-i İshâk, Tâbiînden Sa’îd bin Müseyyeb ve Ebû Seleme bin Abdurrahmân ile görüşmüştür. Pekçok hadis âliminden hadis rivâyet ettiği gibi, birçok kimse de ondan hadîs-i şerîf rivâyetinde bulunmuştur.
Yazdığı Sîret-i Resûl kitabı çok meşhûrdur. Eseri İbn-i Hişâm şerh etmiş ve Alman Wustenfeld bastırmıştır. Sîret-i Resûl kitabını pekçok kimse şerh etmiştir. Bunlardan Aynî ve Süheylî meşhurdur. Süheylî şerhine Ravd-ül-Enf denir. Ayrıca Kitâb-ül-Hülefâ, Kitâb-ül-Megâzî, Kitâb-ül-Mebde’ ve Kısâs-il-Enbiyâ gibi eserleri de vardır.
Şam’da, İbn-i Teymiyye’nin yetiştirdiği din adamlarından. İsmi, Muhammed bin Ebî Bekr olup, künyesi Ebû Abdullah, lakabı ise Şemseddîn’dir. Şam’da Cevziyye Medresesi kayyımının oğlu olduğu için İbn-i Kayyım-i Cevziyye diye şöhret bulmuştur. 1292 (H.691)’de Şam’da doğdu. 1350 (H.751) de orada vefât etti. Kâsiyûn dağının eteğine defnedildi.
Küçüklükten îtibâren ilim tahsiline başlayan İbn-i Kayyım-i Cevziyye 1312’den 1327’ye kadar İbn-i Teymiyye’den çeşitli ilimleri tahsil etti. Hanbelî fıkhında yüksek dereceye ulaştı. Çok kitap yazdı. Felsefeciler, Hıristiyan ve Yahûdîlerle mücâdele etti. Birçok kerre hacca gitti. Edebî tarzını benimsediği hocasının, her yönüyle, sâdık bir talebesi oldu. İbn-i Teymiyye’nin Ehl-i sünnete uymayan bozuk düşüncelerine kapıldı. Onun fetvâlarını ve eserlerindeki sapık fikirleri müdâfaa etmeye başladı. Kendi düşüncelerini beğenen İbn-i Kayyım-i Cevziyye, aklın eremediği bilgileri ve tasavvuf büyüklerinin keşfettikleri sırları, akıl ile çözmeye kalktı ve Ehl-i sünnetten ayrıldı.
Başta El-Kasîdet-ün-Nûniyye’si olmak üzere yazdığı yazılarda Allahü teâlânın başka varlıklara bâzı yönlerden benzediğini ve cisim olduğunu yazdı. Hattâ Bedâi-ul-Fevâid adlı kitabının dördüncü cüz 24. sayfasında; “Allahü teâlâ, arş ve kürsî semâdadır!” diyerek, Allahü teâlâya mekân isnâd etti ve aynı iddiâsını El-Cevâb-ül-Kâfî adlı eserinde de tekrârladı. Hocası gibi; “Cennet nîmetleri sonsuz ise de kâfirlere Cehennem’de azâb sonsuz değildir.” dedi. Kabr ziyâretinde bulunan Müslümanlara müşrik deyip, hocası İbn-i Teymiyye gibi, türbelerin yıkılmasını istedi. Hattâ Resûlullah efendimize dil uzatarak, vefâtından sonra, bir meziyetinin kalmayıp, diğer insanlardan bir farkının bulunmadığını iddiâ etti. Bu konuda bildirilen hadîs-i şerîf ve haberleri, âlimlerin sözlerini tevil ederek Ehl-i sünnete uymayan birçok fikirler ileri sürdü. Bunun için, Ehl-i Sünnet âlimleri tarafından şiddetle tenkid edildi. Hocası İbn-i Teymiyye ile birlikte Şam Kalesine hapsedildi. Hocasının ölümünden sonra hapisten çıkarıldı.
Eserleri: İbn-i Kayyım-i Cevziyye pekçok eser yazdı. Eserlerinden bâzıları şunlardır: 1) İ’lâm-ül Muvakkıîn, 2) Zâd-ül-Meâd, 3) Tefsîr-ül-Fâtihâ, 4) El-Miftâh, 5) Kitâb-ür-Rûh, 6)Şifâ-ül-Alîl fil-Kazâ vel-Kader, 7) Kitâb-üs-Salât, 8) Medâric-üs-Sâlikîn fî Menâzil-is-Sâirîn, 9) İgâset-ül-Lehfân, 10) Hidâyet-ül-Hayârâ min-el-Yehûd ven-Nesârâ, 11) El-Kasîdet-ün-Nûniyye,
On beşinci ve on altıncı asırda yetişmiş olan Osmanlı âlimlerinin en meşhûrlarından. İsmi, Ahmed bin Süleymân bin Kemâl Paşadır. Lakabı Şemseddîn’dir. Dedesi Kemâl Paşaya nisbetle İbn-i Kemâl veya Kemâl paşazâde diye meşhur olmuştur. 1468 (H.873) senesinde Edirne’de doğdu. 1534 (H.940)’de İstanbul’da vefât etti.
Dedesinin ve babası Süleymân Çelebi’nin ümerâ sınıfından olması sebebiyle, zamânın geleneği îcâbı önce askerî sınıfa girdi. Sultan İkinci Bâyezîd Hanın seferlerine sipâhî olarak katıldı. Sonra ilmiye sınıfını seçti. İbn-i Kemâl, bu sınıfa geçişini şöyle anlatır:
“Sultan İkinci Bâyezîd Hanla bir sefere çıkmıştık. O zaman vezir, Halil Paşanın oğlu İbrâhim Paşaydı. Şanlı, değerli bir vezirdi. Bu zamanda Ahmed ibni Evrenos adında bir kumandan vardı. Kumandanlardan hiç biri onun önüne geçemez, bir mecliste ondan ileri oturamazdı. Ben ise vezirin ve bu kumandanın huzûrunda ayakta, esas vaziyette dururdum. Bir defâsında eski elbiseler giyinmiş bir âlim geldi. Bu kumandanlardan da yüksek yere oturdu ve kimse ona mâni olmadı. Buna çok hayret ettim. Arkadaşlarımdan birine kumandandan da yüksek oturan bu zâtın kim olduğunu sordum. Filibe Medresesi müderrisi âlim Molla Lütfi’dir, dedi. Ne kadar maaş alır, dedim. Otuz dirhem, dedi. Makâmı bu kadar yüksek olan bu kumandandan yukarı nasıl oturur dedim. Âlimler ilimlerinden dolayı tâzim ve takdim olunur, hürmet görürler. Geri bırakılırsa bu kumandan ve vezir buna râzı olmazlar, dedi. Düşündüm. Ben bu kumandan derecesine çıkamam, ama çalışır, gayret edersem şu âlim gibi olurum, dedim ve ilim tahsiline niyet ettim. Seferden dönünce o âlimin huzûruna gittim. SonraEdirne’deki Dârülhadîs müderrisliği bu zâta verildi. Ondan Metâlî Şerhi’nin hâşiyelerini (açıklama ve ilâvelerini) okudum.” İbn-i Kemâl Paşa, bu zâttan sonra Molla Kestelli ismiyle meşhur Muslihiddîn Mustafa Efendi, Molla Hatibzâde, Molla Muarrifzâde, Muhyiddîn Mehmed Efendi gibi zamanın tanınmış âlimlerinden okuyup icâzet (diploma) aldı. Tefsir, fıkıh ve hadis ilimlerinde derin âlim olarak yetişti.
Edirne’de Taşlık Medresesi adıyla bilinen Ali Bey Medresesine müderris tâyin edildi. Burada müderrisken, pâdişâhın emriyle Tevârih-i Âl-i Osmân adlı eserini yazdı. Daha sonra Üsküp’te İshâk Paşa, Edirne’de Halebiye ve Üç Şerefeli, İstanbul’da Sahn-ı Semân (Fâtih) ve Sultân Bâyezîd Medreselerinde müderrislik yaptı. Çok âlim yetiştirdi. Bu vazîfelerinden sonra Rumeli, peşinden de Anadolu kazaskeri oldu.
İbn-i Kemâl, dâhilî ve hâricî din ve mezhep düşmanlarına karşı ilmi ve yazdığı kitaplarıyla mücâdele etti. Eshâb-ı kirâm düşmanlığı propagandasıyla doğu Anadolu’da yer yer büyümeye başlayan fitneye karşı Ehl-i sünnet îtikâdını bütün gayretiyle müdâfaa etti. Yazdığı risâlelerle Yavuz Sultan Selim Hanı Safevîlere karşı mücâdeleye teşvik etti. Aynı zamanda hazret-i Îsâ’nın Muhammed aleyhisselâmdan daha efdal (üstün) olduğunu iddiâ eden İranlı Molla Kâbız’ın iddiâlarının doğru olmadığını, alenî bir mahkemede onu susturarak ispat etti. Yazdığı risâlelerle Kâbız’ın halk efkârında uyandırdığı tereddütleri de gidermiş oldu.
Mısır seferinde ise, Anadolu kazaskeri sıfatıyla Yavuz Sultan Selim Hanın yanında bulunan İbn-i Kemâl Paşa, Pâdişâh’tan büyük bir îtibâr gördü. Mısır’ın tahrîrinde vazîfe aldı. Bu sefer dönüşünde İbn-i Kemâl Paşanın atının ayağından sıçrayan çamurların Pâdişâh’ın kaftanını kirletmesi üzerine Yavuz Sultan Selim Han:
“Ulemânın atının ayağından sıçrayan çamur, benim için ziynet ve iftihâr vesîlesidir. Bu kaftanım, vefâtımdan sonra sandukamın üzerine örtülsün!” diye vasiyet etti. Bu vasiyeti yerine getirilmiştir.
Mısır’ın fethinden sonra oradaki büyük âlimlerle sohbetlerde ve münâzaralarda bulundu. Burada fazîlet ve üstünlüğü iyice anlaşıldı. 1527 senesinde Şeyhülislâmlığa tâyin edildi. İbn-i Kemâl Paşa, sekiz yıl bu görevde kaldıktan sonra 1534 (H.940)te İstanbul’da vefât etti. Vefâtı için; “Kemâlle birlikte ilimler de gitti” mânâsına gelen “İrtehale’l ulûmü bi’l kemâli” sözüyle; “Vay gitti Kemâli bu asrın” târihi düşürüldü. Kabri Edirnekapı Mezarlığındadır. Boğaz Köprüsü çevre yolu yapılırken kabri târihî bir eser olarak on metre geri alınmıştır.
İbn-i Kemâl Paşa bütün vaktini ilme veren âlimlerdendir. İlmi ile büyük şöhret kazandığından, devrinin âlimleri, içinden çıkamadıkları meselelerde ona başvururlardı. Hattâ bir kısım ulemâ yazdıkları eserleri, tashih (kontrol) için, ona gönderirlerdi. O, on altıncı asrın ilk yarısında Osmanlı kültürünün en büyük mümessili olarak görülmektedir. Ahlâkı güzel, edebi mükemmel, zekâsı ve aklı kuvvetli, ifâdesi açık ve veciz olup, ilmi yeniden ihyâ eden iki dünyâ faydalarını bilen ve bildiren pek nâdir simâlardan biriydi.Cinnîlere de fetvâ verirdi. Bunun için Müftîyü’s-Sekaleyn (İnsanların ve Cinnîlerin Müftüsü) adı ile meşhur oldu. Büyük bir âlim olduğu gibi güçlü bir târihçi, değerli bir edip, kuvvetli bir şâirdi. Tasavvufta da, ileri derece sâhibi olup büyük velîlerin teveccühünü kazanmıştır.
Eserleri:
İbn-i Kemâl Paşanın ekserisi risâleler olmak üzere üç yüz civârında eseri vardır. Bu eserlerin çoğu yazma olup, otuz altı tânesi Ahmed Cevdet Paşa tarafından yayınlandı. Usûl-i fıkıhta Tağyîr-üt-Tenkîh; kelâm ilminde Risâle-i Mümeyyize ve Tecrid-üt-Tecrid, Risâle fî Evsâfı Ümm-il-Kitap; fıkıhta Müferric-ül-Kulûb, Telvih Hâşiyesi, Risâle-i Münîre, Hidâye Şerhi; nahivde Felâh Şerhi Merâh; Saffât sûresine kadar hazırladığı tefsiri; Beydâvî Hâşiyesi; Seyyid Şerîf’in Keşşâf şerhine ve Miftâh şerhine hâşiyesi; Meşârik-ül-Envâr Şerhi, Hadîs-i Erbaîn şerhi; fetvâlarını içine alan bir kitabı; Farsça Nigâristân, Arapça ve Farsça Muhît-ül-Lügat, Galatât ve en mühim eseri sayılan süslü nesrin en güzel örneklerinden olan Tevârîh-i Âli Osmân; meânî ilminde bir metin ve şerhi; ferâizde metin ve şerhi; Molla Hocazâde’nin Tehâfüt’üne hâşiyesi gibi kitaplar başlıca eserlerdir.
Dîvân’ı ve Molla Câmi’yi esas alarak yazdığı 7777 beyitlik manzum Yûsuf ve Züleyhâ adlı eseriyle iyi bir şâir olduğunu da göstermiştir. Şâir olarak şiirlerinde mahlas kullanmadığı için, Dîvân’ına başka şâirlerin şiirleri de karışmıştır. Yavuz Sultan Selim Hanın ölümü üzerine yazdığı mersiyesi yıllarca dilden dile dolaştı. Ayrıca darbımesel hâlini almış kıt’a ve beyitleri vardır. Nitekim:
Mansıbda bir olsa dahi ger âlim ü câhil,
Zâhirde müsâviyse hakîkatte bir olmaz.
Altun ile faraza ki berâber çekile seng,
Vezn içre bir olmak ile kıymette bir olmaz.
kıtası ile:
Sakla kurt enciğin derin oysun
Besle kargayı gözlerin oysun
beyti bunlardandır.
İbn-i Kemâl Paşa, kıymetli eserlerinden başka yine târihe âit olmak üzere, Mısır Seferi sırasında, Yavuz Sultan Selim Hanın emriyle İbn-i Tagriberdî’nin En-Nücûm-üz-Zâhire fî Mülûki Mısır ve’l-Kâhire adlı Arapça eserini de Türkçeye tercüme etmiştir.
Mekke-i mükerremede yetişen meşhur kırâat âlimlerinden. Tâbiînden yâni Peygamber efendimizin arkadaşlarını görenlerdendi. Kur’ân-ı kerîmin kırâatini (okuyuşunu) Peygamber efendimizin okuduğu gibi bildiren âlimlerin ikincisidir. İsmi, Abdullah bin Kesir bin Muttalib’dir. Künyesi ise Ebû Said veya Ebû Muhammed’dir. Ayrıca Ebû Bekr veya Ebü’s-Salt künyeleri de vardır.
Abdullah bin Kesir, 665 (H. 45) yılında Mekke’de dünyâya gelmiştir. Âilesi aslen İranlıdır. Babaları, Kisrâ tarafından gemilerle Yemen’in San’a şehrine gönderilmiş ve Habeşlilerin de kendilerini buradan çıkarmaları üzerine Mekke’ye göç etmişlerdir. İbn-i Kesir, Eshâb-ı kirâmdan Abdullah bin Zübeyr, Hâlid bin Zeyd Ebû Eyyûbi Ensârî, Enes bin Mâlik ve Tâbiînin büyüklerinden Mücâhid bin Cebr ve Abdullah ibni Abbâs’ın kölesi Debbâs’dan ilim tahsil etti. Rivâyette bulundu. Kur’ân-ı kerîmin kırâatini Abdullah bin Sâib’den öğrendi. Abdullah bin Sâib de Übey bin Ka’b’dan, o da hazret-i Ömer’den bu kırâati alıp öğrendi. Bu kırâat, okuyuş şekli ise, Zeyd bin Sâbit ve Abdullah bin Abbâs gibi Eshâb-ı kirâm vâsıtası ile Peygamber efendimizden bildirilmiştir.
İbn-i Kesîr, çok güzel Kur’ân-ı kerîm okurdu. Sesinin güzelliği ve kırâat bilgisinin yüksekliği sebebiyle okurken her kelimenin hakkını verirdi. Mekke halkının ilimde önderiydi. Zamânındaki insanların, Kur’ân-ı kerîmin okunmasını öğrenmek için yanında toplanmaktan vazgeçemediği imâmlarıydı.
İbn-i Kesîr, çok beliğ ve fasih konuşurdu. Hitâbeti çok kuvvetli, sözleri tesirliydi. Uzun boylu, iri vücutlu, güzel yüzlüydü. Hâlinde sükûnet ve vekâr alâmetleri görünürdü. İlmi, fazîleti çoktu. Çok kimse, kendisinden ilim öğrenip, kırâat ve hadîs-i şerîf rivâyetinde bulunmuşlardır. İmâm-ı Kunbul ve İmâm-ı Bezzî, kırâatta yetiştirdiği talebelerdendir.
Fıkıh, hadis ve tefsir âlimi. Dinde reformcu İbn-i Teymiyye’nin talebesiydi. 1302 (H. 730) târihinde Şam yakınlarındaki Busrâ köylerinden birinde dünyâya geldi. Doğum târihini 1301 (H. 701) diyenler de vardır. İsmi, İsmâil bin Ömer bin Kesîr ed-Dımışkî’dir. 1372 (H. 774)de Dımaşk’ta vefât etti. Kabri, hocası İbn-i Teymiyye’nin yakınındadır.
İbn-i Kesîr, müverrih (târihçi) ve muhaddis olarak tanınır. Küçük yaşta Dımaşk’a gitti ve ilim tahsiline başladı. İbn-i Şahne ve İshak Âmidî’den hadis dinledi. Burhan Fezâir’den, İbn-i Teymiyye’den ve daha bir kısım zâtlardan fıkıh ve diğer ilimleri tahsil etti. Şam’da, hadis âlimlerinden İbn-i Teymiyye’nin talebesi Zehebî’nin vefâtından sonra onun yerine geçti, ilim öğretmekle meşgul oldu. Bir müddet Eşrefiyye’de tedrisatta bulundu.
İbn-i Kesîr, üstâdı İbn-i Teymiyye’ye çok bağlıydı. Şâfiî mezhebinde olduğu halde, çok meselede İbn-i Teymiyye’nin kanâatine göre hüküm vermiştir. Meselâ talâk mevzuu gibi mevzularda fetvâ vermiş ve bu yüzden de Şam’da hapsedilmiş, sıkıntılara düşmüştür.
Ömrünün sonlarına doğru gözlerini kaybeden İbn-i Kesîr 1372 senesinde Şâban ayında Şam’da (Dımaşk’ta) vefât etti.
Eserleri:
İbn-i Kesîr’in El-Bidâye ven-Nihâye fit-Târîh isimli on ciltlik târihi meşhurdur. Dünyânın yaratılışından îtibâren 1337 târihine kadar geçen hâdiseler anlatılmaktadır. Tefsîr-i İbn-i Kesîr ismindeki on ciltlik tefsîrini, hadîs-i şerîflerle açıklamıştır. Bu tefsirine kendi görüşlerini de karıştırdığı Keşfüz-Zünûn’da yazılıdır. Tefsirinde târihî bilgilere de büyük yer vermiş, yalnız nakil ile iktifâ etmemiştir.
İbn-i Kesîr’in diğer eserlerinden bâzıları da şunlardır: Et-Tekmîl fî-Ma’rifet’is-Sikât ved-Duafâi vel-Mecâhil, Şerhu Sahîh-i Buhârî, Müsned-üş-Şeyhayn, Muhtasaru İbn-il-Hâcib, Fedâil-ül-Kur’ân, El-Ahkâm alâ Ebvâb-i-Tenbîh, Tabakât-uş-Şâfiiyye, El-İctihâd fî Talebi Fedâi-il-Cihâd, Ehâdîs-üt-Tevhîd ver-Redd aleş-Şirk.
On dördüncü yüzyılda Cezâyir’de yetişen Müslüman matematik ve astronomi âlimi. İsmi, Ahmed bin Hüseyin Ali bin Hatîb bin Kunfûz el-Kasantînî, künyesi Ebü’l-Abbâs’tır. İbn-i Hatîb ve İbn-i Kunfûz diye meşhur oldu. 1340 (H.741) civârında doğdu. 1407 (H.810) senesinde vefât etti.
İbn-i Kunfûz, küçük yaşta ilim öğrenmeye başladı. Hasan bin Ebü’l-Kâsım, Şerîf Ebü’l-Kâsım Bestî, Şerîf Ebû Abdullah Tlimsânî, Hâfız Ebû İmran Mûsâ Abdûsî, Muhaddis Hatîb bin Merzûk, Ebû Abdullah bin Arefe’den din ve fen ilimlerini öğrendi. Büyük velîlerin sohbetlerinde bulundu. 1357 senesinde ilim öğrenmek için Fas’a gitti. Fas ve çevresinde on sekiz sene ilim tahsil etti. Bu sırada Şerîf Ebü’l-Kâsım Sebtî ile görüştü ve ondan istifâde etti.
Eserleri:
Matematik, astronomi ve târih alanında bir çok eser yazan İbn-i Kunfûz’un eserlerinden bâzıları şunlardır:
1. El-Fârisiyye fî Mebâdi-id-Devlet-il-Hafsiyye: 1068-1402 seneleri arasındaki Hafsîler târihidir.
2. Şerh-ut-Tâlib fî Esne’l-Metâlib: 1404 senesine kadar yaşamış olan âlimlerin hayâtlarına yer verir.
3. Üns-ül-Fakîr ve İzz-ül-Hakîr: Bu eserde, Tlemsan yakınlarında 1302 senesinde vefât eden ve Kâdiriyye tarîkatının kurucusu Abdülkâdir-i Geylânî’nin yolunu yayan, Endülüslüevliyâ Ebû Midyen Şu’ayb bin Hasan Tlemsânî’nin hayâtını anlatmıştır.
4. Teshîl-ül-Metâlib fî Ta’dîl-il-Kevâkıb: Eser, İbn-ül-Bennâ’nın Kitâb-ül-Yesâre fî Takvîm-il-Kevâkıb-is-Seyyâre adlı eserinin şerhidir. Gezegenlerin yerlerinin belirlenmesi hakkındadır.
5. Envâr-üs-Seâde fî Usûl-il-İbâde:İslâmın beş esas üzerine binâ edildiğine dâir hadîs-i şerîfin şerhidir.
6. Hatt-ün-Nikâb alâ Vechi Amel-il-Hisâb: İbn-ül-Bennâ’nın Telhîs adlı eserinin şerhidir.
Hatt-ün-Nikâb’da dikkati çeken en önemli husus, pekçok cebirsel sembolün kullanılmış olmasıdır. Şîn harfi veya sâdece onun üç noktası bilinmeyen X için, yatay bulunan mim harfi X2 için, lam harfi eşitlik için, kaf harfi X3 için, yatık duran iki mim harfi X4 için, cim harfi karekök için kullanılmıştır. Toplama için “ve” veya “ilâ”, çıkarma için “illâ” veya “mim”, çarpma için “fi”, bölme için ise “alâ” kelimelerini kullanmıştır. Benzer semboller, 14. asırda güney Fas’ta yetişen Ya’kûb ibni Eyyûb El-Muvahhidî’nin Telhîs’e yapılan şerhinde de bulunmaktadır.
Hadis âlimlerinin büyüklerinden. Kütüb-i Sitte denilen altı sahih hadîs-i şerîf kitabından Sünen-i İbn-i Mâce adlı eserin müellifi. İsmi Muhammed bin Yezid olup, künyesiEbû Abdullah’tır. 824 (H.209)te Kazvin’de doğduğu için Kazvînî adıyla bilinir. İbn-i Mâce diye meşhur oldu. 886 (H. 273)da vefât etti.
Basra, Bağdat, Kûfe, Mekke-i mükerreme, Şam, Mısır, Horasan ve Rey gibi zamânının ilim merkezlerine giderek, hadîs-i şerîf ve onunla alâkalı ilimleri tahsil etti. Gittiği bu merkezlerde büyük hadis âlimleriyle karşılaşarak, onlardan istifâde etti. Leys, İbrâhim bin el-Münzîr, Muhammed bin Abdullah bin Numeyr ve daha başka âlimlerden hadîs-i şerîf öğrendi. Hadis ilminde yüksek dereceye ulaştı. Ebü’l-Hasan el-Kattân, Ahmed bin Ravh el-Bağdâdî, Muhammed bin Îsâ el-Ebherî gibi âlimler ondan hadîs-i şerîf rivâyet ettiler.
Zamânındaki ve daha sonraki asırlarda yetişen hadis âlimlerince sika (güvenilir) olduğu bildirilen İbn-i Mâce, içerisinde 4000 hadîs-i şerîf bulunan Sünen-i İbn-i Mâce’yi te’lif etti. Kütüb-i Sitte’nin içerisinde altıncı olarak kabul edilen bu kıymetli eser, hadîs-i şerîf fihristlerinde ve mu’cemlerde, (MC) harfleriyle gösterilmektedir.
Tefsir ilminde de derin âlim olan İbn-i Mâce’nin (rahmetullahi aleyh) Tefsîr-i Kur’ân adlı bir eseri ile doğduğu ve büyüdüğü yer olan Kazvin’in târihi ile ilgili kitapları oldukça kıymetlidir.
İbn-i Mâce’nin rivâyet ettiği hadîs-i şerîflerden bâzıları:
Müslümanlar hakkında en hayırlı ev, içinde yetime ihsân olunan evdir. En kötü ev ise yetime kötülük yapılan evdir. Ben ve yetimin bakıcısı olan kimse Cennet’te şu iki gibiyiz. Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem bu sırada mübârek iki parmağını gösteriyordu.
Sizin hayırlınız, Kur’ân-ı kerîmi öğrenen ve öğreten kimselerdir.
Sizin hayırlınız, kadınları için hayırlı olanlarınızdır.
On beşinci asırda, Arabistan’da yetişmiş meşhur Müslüman coğrafyacısı ve denizcisi. İsmi, Ahmed bin Mâcid bin Muhammed bin Amr, lakabı Şihâbüddîn’dir. Eserlerinden anlaşıldığına göre, 15. asrın ilk yarısında, takriben 1435 (H. 839) senesinde Arabistan’ın Umman sâhilindeki Culfan bölgesinde doğdu. 1501 (H. 907) senesinde vefât etti.
Kendisi gibi âlim olan babası ve dedesinden din ve fen bilgilerini öğrendi. Küçük yaştan îtibâren denizciler arasında yetişti. Denizcilik ilim ve sanatını ve târihini iyice öğrendi. Aynı zamanda iyi bir edip oldu. Portekizli ünlü denizci Vasko de Gama’ya rehberlik ederek gemisiyle onu Hindistan’a götürdü.
Birçok araştırmalarda bulunan İbn-i Mâcid, bâzı deniz cisimlerinin, ağaç ve balıkların yaydığı fosfor ışınları sebebiyle bölge tâyini yapılabileceğini, bunun astronomik hesaplamalarda, yıldızların mesâfelerini tâyinde yanıltıcı etkisi olabileceğini keşfetti. Astronomik hesaplamalarda usturlâb âletini çok mükemmel bir şekilde kullandı. Pusula bozulduğu zaman, değişik metodlarla yönün nasıl tâyin edilebileceği husûsunda önemli bilgiler ortaya koydu. Pusulanın tam ve doğru bilgi vermesi için gerekli hususları tesbit ederek açıkladı.
Yazdığı eserlerinde kendinden önce gelen bütün deniz bilimcilerinin ortaya koydukları bilgi ve teknikleri özetledi. Bunlara ilâve olarak kendi araştırma, inceleme ve tecrübeleri sonucu elde ettiği yeni bilgi ve netîceleri de kaydetti. İbn-i Mâcid, nazarî bilgilerden çok, pratik bilgilere önem verdiğinden, eserlerinde Batlemyüs coğrafyasına uymadı. Eski Yunanlıların ortaya koydukları nazariyelere de îtibâr etmeyerek tecrübe ve müşâhadelerinin sonuçlarını ortaya koymaya çalıştı. Eserlerinde, Hindistan, Endonezya, Kızıldeniz, Akdeniz bölgeleri ile ilgili çok ilgi çekici bilgiler ve hikâyelere yer vermiştir.
Eserleri:
Kitâb-ül-Fevâid: En önemli eseri olup, bir giriş ile on iki bölümden meydana gelmektedir. İbn-i Mâcid, bu eserinde, gemicilik, denizcilik hakkında gemicilikte kullanılan âletler, denizde yıldızlar vâsıtasıyla yön tâyini, sâhillerin tesbiti, rüzgârları, med ve cezir olaylarını, güneş ve ay tutulmalarını ve bunların hesaplanmasını açıklamıştır. Astronomi, coğrafya ve matematik konularında denizcilerin okuması ve bilmesi gereken eserlerin tanıtımını yapmıştır.
Beytülibreyi, yâni gemilerde kumanda odasının ve pusulanın önemini, gemilerin inşâ metodlarını ve techizâtını ve personelin nasıl yetiştirileceğini îzâh etmiştir. Seyrüseferde istifâde edilecek çeşitli işâret ve alâmetleri anlatmakta, muhtelif denizlere âit kuş ve balıklar ile bu yörelerin tanınmasını îzâh etmiştir. Arabistan, Afrika, Kızıldeniz, Hind Okyanusu ve Büyük Okyanus sâhillerini, belli başlı büyük adaları ve sâhillerini, Bahreyn, Madagaskar, Cava, Sumatra, Seylan, Zengibar adaları ile sâhilleri hakkında bilgi vermektedir.
Diğer önemli eseri Hâviyet-ül-İhtisâr’dır. Bin beyitten meydana gelen eser, on bir bölüm hâlindedir. Eserde, gemilerin yaklaşabileceği deniz sâhillerindeki işâret ve alâmetleri, denizciler için lüzûmlu astronomik bilgiler, vakitler, gün, hafta, ay ve yılların hesaplanması üzerinde durulmaktadır. Kamerî ve Şemsî yılın îzâhı yapılmaktadır. Yıldızlar ile bölge tâyinini açıklamaktadır. Muhtelif deniz yollarını târif ederek, sâhillerin mesâfelerini belirtmektedir. Zamânın hesaplanması ve mesâfelerin ölçümü üzerinde durmaktadır. Denizlerin ölçümü ele alınmıştır. Burçlar ve yıldızlar vâsıtasıyla takvimin ve zamânın hesaplanması metodları îzâh edilmiştir.
İbn-i Mâcid’in yazdığı diğer eserlerin bilinenleri şunlardır: 1) El-Kasîdet-ul-Müsemmât bil-Hediyyeti, 2) El-Merâsî alâ Sâhil-il-Hind-il-Garbiyye, 3) Şerh-uz-Zehebiyye, 4) Kitâb-ül-Menâfî.
Ünlü Osmanlı denizcisi Seydi Ali Reis, Muhît adlı eserinde İbn-i Mâcid’in eserlerinden istifâde etmiştir.